Zıplanacak içerik

evrensel-insan

 Saygıyla Anıyoruz
  • Katılım

  • Son Ziyaret

evrensel-insan tarafından postalanan herşey

  1. Kusura bakma da, yaptigin demogojiden baska bir sey degil. Bir seye sadece anlamsiz karsi cikiyorsun. Sen acikla o zaman ayetleri. Sonucta bir seye sabit kafa ile ve ezber ile ve de onyargili suclama ile karsi cikmak, sadece demogojiden baska bir sey degildir. O yuzden karsi cikagina, sen de kuran'dan ornekler ver. Yoksa sadece savunmak icin savunu yapmak ve anlamsiz bir seye ustelik suclayarak on yargi etiketleri ile karsi cikmak, kimseye bir sey kazandirmaz. Yok eger diktatorun gibi sende tarihi yeniden kesfetmek ve yazmak derdinde isen, onu da acikla ki; bilelim.
  2. Bilimsel gerçeklerse Kuran’ın söylediğinin tam tersidir. Biliyoruz ki, Dünya; zaten yayılmış haldeki maddenin kütle çekimi etkisi ile biraraya gelmesinden oluşmuştur. Yani aslında dünya “yayılmamış” tam aksine bir araya toplanmıştır. Dünyadan yani yeryüzünden bakıldığında heryer dümdüz bir tepsi gibi görünecektir elbet. Dikkat ederseniz zaten bütün kutsal kitaplar yeryüzünden bakışla anlatılmış, dolayısıyla dünyada düzdür demişlerdir. Tekvir-1, 2 “Güneş, dürüldüğü zaman, Yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman,” Dünyanın düz olarak düşünülmesini bir kenara bırakırsak Kuranda ve İslamda güneşin küre şeklinde olabileceği de düşünülememiştir. Defterini dürmek diye bir deyim vardır. Güneş küre olarak bilinse nasıl güneşin dürülmesinden söz edilebilir. Ancak düz yüzeyi olan nesneler dürülebilir. Dürüm yapılabilir. Siz hiç Top’unu dürdüm dendiğini duydunuz mu? Yufka dürülür. Halı dürülür. Döşek dürülür. Top dürülemez. Gök kubbe dürülemez. Ancak düz yer dürülüp yayılıp döşenebilir. Güneşin bile düz olduğunu düşünen İslam ve Kuranın Dünyayı yuvarlak olarak görebilir mi? Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden Şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın fetvası şöyle: “Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi” (Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller”adlı kitabı.1975) Müslüman halk ve İslamcılarda bundan farklı düşünmüyorlardı. Bunu yadırgamıyoruz yerçekimi denen kanunu bilmeyen her insan aynı şekilde düşünür. Yerçekimini bilmeyen insanlar. Dünya yuvarlak olursa Dünyanın alt tarafında olanlarının düşmeleri gerekir diye düşüneceklerdir. Böyle düşünülmesi gayet doğaldır. Bilimle uğraşmayan insanların düşüncesi bu şekildedir. Kuran’da yazan tüm bu ayetlerden çıkarılacak sonuç; Dünyanın düz bir şekilde yayıldığını, Gökyüzünün düz bir sayfa kağıdı gibi dürülebileceğini, Göklerin (veya evrenin) yükseltildiğini, Güneşin doğduğu ve battığı “belirli iki nokta” olduğunu ve En doğu vede en batı arasında kalan yerin “en büyük uzaklık” olduğunu anlatmaktadır. Bütün bu anlatımlar küre şeklinde bir Dünyada ve günümüz astronomi bilminin ortaya koyduğu Evren gerçekleri ile açıklamak mümkün değildir. Bu ayetlerin mantıklı açıklaması ise Kuran’da Dünya merkezli Evren ve düz Dünya modelinin anlatıldığıdır.
  3. Peki ne yaziyor, dunya ile ilgili? Getir ayetleri ve acikla. Gerçekte ise İslami uygulamalar düz Dünya modeline göre düzenlenmişdir. İslamda ki ibadetlerin doğru düzgün uygulanması için Dünyanın düz olması gereklidir. Hûd-114 “Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında namazı ikame et. Muhakkak ki haseneler (kazanılan dereceler), seyyiati (kaybedilen dereceleri) giderir. İşte bu, zikredenler için bir öğüttür.” İsrâ-78 “Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.” İsrâ-79 “Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” Ayetlerde görüldüğü gibi Kuran’da Namaz ibadeti Güneş ışığı baz alınarak düzenlenmiş bu nedenlede Kutuplara yakın bölgelerde yaşayan bir Müslüman’ın Kuran’nın hükümlerine uygun günde 5 vakit namaz kılması mümkün değildir. Kutuplarda Altı ay içinde bir kere akşam bir kere de sabah olacaktır.Yani Altı ayda birer kez sabah ve akşam namazı kılınabilir. Özetle Kuran’da yazan namaz hükümleri Küre şeklindeki Dünya yüzeyinin tamamında uygulanamaz. Bu hüküm ancak düz Dünya modelinde doğru olarak uygulanabilir. Bakara-149 “Nereden yola çıkarsan (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu talimat elbette sana Rabbinden gelen gerçek bir emirdir. (Biliniz ki,) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Gene ayette görüldüğü gibi Namaz kılanların Kabeye dönerek namazlarını kılması istenir. Oysa Dünya küre şeklinde olduğundan kabeye dönülemez. Mekkeye çok yakın yerler harici Nereye dönerseniz dönünün sonuçta önünüzde uzay boşluğu olacak, Gerçekte ne Kabe, neden önceki kıble Kudüs karşında olmayacktır. Kabe’ye yada ilk kıble Kudüs e dönerek ibadet etmeye çalışmak o devirlerde Dünyanın düz olarak bilindiğinin ve Kuran’nın da bu mantıkla yazıldığının kanıtıdır. BAKARA-187 “……… Fecr vaktinde beyaz iplik, siyah iplikten tebeyyün edinceye (size belli oluncaya, gündüzün aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya) kadar yeyin ve için. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın. ……….” Dünyanın düz olduğu düşünülerek düzenlenen bir İslam emri de oruçtur. Mekke çevresinde olduğu gibi her yerde gece gündüz eşit düşünülerek nasıl oruç tutulacağı belirlenmiştir. Kutuplarda altı ay gece altı ay gündüz olduğu için Kurandaki ilgili ayete göre orucun başlaması ve bitmesi mümkün değildir. Dünyanın yuvarlak olduğu bilinseydi kutup bölgelerine yakın yaşayan insanların açlıktan öleceği bilinirdi. Tabi ki Kuran’nın bütün namaz, oruç ve Kible olarak Mekkeye dönülmesi gerektiği hükümlerini gözardı ederek; Bir Müslüman Oralarda (kutup bölgeleri) ve Dünyanın genelinde Namaz kılabilir, Kabeye dönülebilir ve oruçda tutulabilir ama tam olarak kurana uyulamadığı için yapılan bütün bu ibadetlerin gerçekte dinsel bir anlamı kalmayacaktır. Bütün bunlara ilave Kuran’da da Dünya düz olarak tarif edilmektedir. Kuran’da Dünyanın yayılıp döşendiği yazmakta, yayılıp döşenen bu Kuran Dünyasının doğu ve batı sınırlarının olduğu, iyice uzaklaşılırsa bu sınırlara varılabileceği ve Bu kenarlardan aşağıya düşmeden geçebilmek için büyük güç lazım geldiği ayette anlatılmaktadır. Rahman-33. “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.” Kurana göre Güneş belli bir yol üzerinde gider. Güneş doğudan doğar ve Uzunca bir yol izleyerek batıdan batardı. Buyüzden Arapların dünyası iki yönlüydü. Sadece iki yönü olan bir Dünya yuvarlak olmaz. Sadece bu iki yönün ve kenarların kuranda yazılı olması Dünyanın döşek gibi düz düşünüldüğünün kutupların bilinmediğinin kanıtıdır. Bu anlayışı yansıtan başka ayetlerde vardır. Şuara-28 “Musa devamla şöyle söyledi: «Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.” Yine bu ayete göre, biri doğuda, diğeri batıda iki sınır bölgesi vardır. Tanrı Allah da bu sınırlar arasında kalan herşeyin ilahıdır. Bu da, “dünyanın en doğusu” ve “dünyanın en batısı” olduğuna inanıldığını ortaya koymaktadır. Kehf-86 “Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu.Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.” Kehf-90 “Güneşin doğduğu yere ulaştığı zaman onu (güneşi), ondan (güneşten) korunacak bir örtü yapmadığımız bir kavmin üzerine doğarken buldu.” Bu iki ayete göre de gün içinde Güneşimiz, Dünya’nın bir ucunda doğuyor, gök kubbe boyunca yükseliyor ve diğer ucunda da batıyor. Yani Kurana göre Dünyamızda “Güneşin doğduğu ve battı uçlar mevcut. Dünyanın bu uclarına kadar giden olursa (Zülkarneyn gibi) Güneş’in doğduğu ve battığı noktaları görebiliyor, hatta Güneş’i “kara bir balçıkta” batarken izleyebiliyor. Bu ifadeden Kuran ve islamın Dünya yı tepsi veya döşek gibi düz sandığı net olarak anlaşılmaktadır. Şems-6 “Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun” Kuranda hiçbir yerde “Dünya yuvarlaktır” “Dünya Güneşin etrafında dönmektedir “diye de bir cümle bulamazsınız. Yayıp döşedik cümlesi yazar. Dünya yuvarlaktır cümlesini yazmaz. Nedense! Kasas-2 “Bunlar apaçık kitabın ayetleridir” Enam-3 “Kitapta biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık…” Kuran’da herkes anlasın diye hiçbir şeyi eksik bırakılmadı ve apaçık kitabın ayetleridir diye yazar. Oysa mealciler pekçok ayeti içindeki akıl dışı ve bilim dışı şeyleri görmeyelim diye gerçek anlamından farklı meal ederler. Diğer yandan Müslüman insan dürüst ve ahlaklı olur şeklinde hikayeler anlatıp, iyi ahlakın Müslümanlıktan kazanılan bir özellikmiş gibi bahsederler. Oysa enbaşta kendileri doğruluk ve dürüstlük gibi erdemleri kuranı meal ederken gözardı etmektedirler. Bir çok mealde kelimelere olduğundan farklı anlamlar vererek, kuranın çağdışı, akıl dışı ve bilim dışı yönlerini gizlemekteler. Bu meal hilelerine dayanarak da dindarlar; Evrenle, gezegenlerle ve Dünyanın yuvarlaklığıyla ilgili içinde birşeyler bulabilirmiyiz diye meal hilelerinin de yardımıyla çabalamaktadırlar Nekadar meal numarası yapılırsa yapılsın Kuran’da ki düz Dünya ve dünya merkezli evren anlayışı gizlenemez haldedir. Bu konuya ve “Meal numaraları ile Kuranda ki açıklar kapatılıyor” iddamıza birkaç örnekle açıklık getirelim; Gâşiye-20 “Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!” diyanet çevirisi böyledir. Gelin şimdi de Gâşiye suresi 20. ayetinin Arapcasına bakalım; “Ve ilel ardı keyfe sutıhat.” burada geçen “sutıhat” kelimesi “yayıp-döşedi” şeklinde çevrilmiş. Halbuki, kelimenin Türkçe tam karşılığı ise “satıh yapılmış, düzleştirilmiş” şeklinde olmalıydı. Ayette bulunan kelimelerin Türkçe karşılıkları; 1.ve ilâ el ardı: ve arza, yeryüzüne 2.keyfe: nasıl 3.sutıhat: satıh yapılmış, düzleştirilmiş Ayetin gerçek meali ise “Ve yeryüzüne, nasıl düzleştirilmiş (bakmıyorlar mı)?” olmalıydı. Neden yirmi küsûr mealde ilgili kelime “yayıp-döşedi” diye meal edilir? Bakınız Nâziat 30 şöyle der. Nâziat-30 “Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.” Arapçası: “Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.” 1.ve el arda: ve arz, yeryüzü 2.ba’de: sonra 3.zâlike: bu 4.dehâ-hâ: onu yayıp döşedi Görüleceği üzere “Dehâ-ha” kelimesi “yayıp-döşemek” olarak çevriliyor. Yâni ilgili kelimenin ilk/esas anlamı bu. Oysa Gaşiye suresi 20 ayette kullanılan “Sutıhat” kelimesi ise “Düzleştirmek” anlamına gelmektedir ve ayet meal edilirken düzleştirilmiş olarak kullanılması gerekirdi. Ey mealciler ve tefsirciler; madem samimi olarak inanıyorsunuz neden inandığınız ve tapındığınız Tanrı Allah’ın “düzleştirdi” dediği yeri “yayıp döşedi” diye çeviri cambazlığı ile farklı anlam veriyorsunuz? Bu inandığınız Tanrının açık inkarı değilmidir? Tefsir farklılıklarına bakalım; Nâziât Suresi 30. Ayet Eski Tefsirleri: Taberi, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Kabe, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü kabenin altından yayıldı” [Hasen. Taberi (3/61, 24/208)] Katade dedi ki: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” dehâhâ; yayıp sermek demektir. [Hasen. Taberi (24/210)] Nâziât Suresi 30. Ayet Yeni Tefsiri: Prof. Dr. Süleyman Ateş şöyle diyor: “Hasılı dahv döşemek, düzeltmek demek ise de sadece basit bir döşemek ve düzeltmek değil, yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek anlamını verir ki bu ayetten Yeryüzünün yuvarlak yaratıldığı anlamı çıkar.” (Yüce Kuran’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, cilt 10, sy 308) Bazı ilahiyatcılar tefsiler arasında ki bu farklılığı, “İslam ulemâsı, ortaçağın hâkim kültürü nedeniyle, Dünya’nın düz olduğuna dâir, Kur’andan delil getirme çabası içindeydiler” şeklinde açıklama çabasına girmektedir oysa ayetlerin gerçek anlamlarından farklı meal edilmesi geçmiş tefsirlerin Kurana göre doğru olduğunu ortaya koymaktadır. Arapçada bir kelimenin dört beş farklı anlamından faydalanarak, teknolojik gelişmelere göre âyetlerin anlamları ile oynamak ve “Bak gördünüz mü, Kur’an bunu 1400 sene evvel bildirilmiş” şeklindeki ‘Mûcize’ üretmenin amacı nedir? Bu kendini ve çevreyi kandırmak değilmidir? Mâlûm Kur’an’ın yazıldığı dönem ortaçağdır ve o dönemde insanlar dünyayı düz olarak biliyorlardı. Eğer bu telâşınız bir ‘açık kapama’ ameliyesi ise, Kur’andaki hatâları kapatmaya çabalarken; mantık olarak inandığın tanrıdan da şüpe ettiğini ortaya koymuş olmuyormusun? Eğer Tanrı Allaha samimi olarak inanmış olsaydın onun sözlerini değiştirme ihtiyacıda duymazdın. Kuran’da Dünyanın düz tasvir edildiği diğer ayetlere bakalım Zariyat-47 “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.” Zariyat-48 “Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.” Kaf-7 “Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.” Rad-3 “O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” Bu ayetlerde “yerin” döşendiği, yani bir döşek gibi serildiği, yayıldığı anlatılmaktadır. Ayetlere önyargısız bakanlar bu cümlelerden “Kuran’da Dünya’nın düz tarif edilmiş” sonucuna ulaşacaktır. Aynı anlayış diğer bazı ayetlerde de ifade edilmiştir. İlkel çağların Evren ve Dünya anlayışından başka Bir şey olmayan Kuran’daki anlatımlarda Dünya uçsuz bucaksız uzayda herhangi bir gök cismi değil, aksine evrenin merkezidir. Üstelik Dünya’nın üst tarafı “7 kat Göklerden” alttarafı da benzeri şekilde “7 kat Yerlerden” oluşan döşek gibi yayılıp, uzatılmış ve üstü döşenmiş düz bir yüzey olduğu sanılıyordu. Arabistan’da yaşayan 7.yy insanı için dünya “düz” görünür. Girintileri ve çıkıntıları olabilir, fakat uzatılmış ve yayılmış düz bir yüzey olduğu düşünülürdü.. Kuranda yaydık döşedik yazarak çünkü İslam ve kurana göre dünya yuvarlak olmadığı gibi tam düz de değildir. Bunun neden böyle düşünüldüğünü Taha 106-107 ayetleriyle açıklamak kolaydır. Taha-106 “Onların yerlerini dümdüz, boş bir alan hâlinde bırakacaktır.” Taha-107 “Orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.” Yukarıdaki ayetler kıyamet gününde yeryüzünün nasıl olacağını anlatır. Bu ayetlerde görüleceği üzere Dağlar, Tümsekler ve çukurlar yok olacak ve Dünya dümdüz olacaktır. Görüldüğü gibi Kuranda Dünya düz yazmasını engelleyen çukurlar ve tümseklerin olmasıdır. “Dünyayı döşek gibi yaydık” sözü Dünyanın şeklini ”düz” den daha iyi anlatabildiği için tercih edilmiştir. Çünkü döşek tam dümdüz değil biraz pürüzlü yüzeye sahiptir. İnişleri, çıkışları vardır. Örneğin Dağlar yeri çadır gibi sabitlemek için çakılmış kazık görevi yapmaktadır. NEBE-6,7 “Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” Hicr-19 “Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik ,yine orada miktarı ve ölçüsü belirli şeyler bitirdik.” Söylenmek istenen yatak gibi düz olan Dünyanın sabitlenmesi işlemidir. Kurana göre dağların görevi yayılıp düzleştirilen döşeğin (yer yüzünün) dürülmesini önlemektir. Lokman-10 “O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.” Araplar, gezgin tüccar hayatı yaşadığından, halı, döşek gibi düz şeylerin sert hava koşullarında hareket edebileceğine dikkat etmişlerdir. Dolayısıyla bu cisimler, bir yere sabitlenmeli, saplanmalı ki sarsılmasın ve dürülüp bozulmasın. Bilimsel gerçeklerse Kuran’ın söylediğinin tam tersidir. Biliyoruz ki, Dünya; zaten yayılmış haldeki maddenin kütle çekimi etkisi ile biraraya gelmesinden oluşmuştur. Yani aslında dünya “yayılmamış” tam aksine bir araya toplanmıştır. Dünyadan yani yeryüzünden bakıldığında heryer dümdüz bir tepsi gibi görünecektir elbet. Dikkat ederseniz zaten bütün kutsal kitaplar yeryüzünden bakışla anlatılmış, dolayısıyla dünyada düzdür demişlerdir. Tekvir-1, 2 “Güneş, dürüldüğü zaman, Yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman,” Dünyanın düz olarak düşünülmesini bir kenara bırakırsak Kuranda ve İslamda güneşin küre şeklinde olabileceği de düşünülememiştir. Defterini dürmek diye bir deyim vardır. Güneş küre olarak bilinse nasıl güneşin dürülmesinden söz edilebilir. Ancak düz yüzeyi olan nesneler dürülebilir. Dürüm yapılabilir. Siz hiç Top’unu dürdüm dendiğini duydunuz mu? Yufka dürülür. Halı dürülür. Döşek dürülür. Top dürülemez. Gök kubbe dürülemez. Ancak düz yer dürülüp yayılıp döşenebilir. Güneşin bile düz olduğunu düşünen İslam ve Kuranın Dünyayı yuvarlak olarak görebilir mi? Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden Şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın fetvası şöyle: “Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi” (Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller”adlı kitabı.1975) Müslüman halk ve İslamcılarda bundan farklı düşünmüyorlardı. Bunu yadırgamıyoruz yerçekimi denen kanunu bilmeyen her insan aynı şekilde düşünür. Yerçekimini bilmeyen insanlar. Dünya yuvarlak olursa Dünyanın alt tarafında olanlarının düşmeleri gerekir diye düşüneceklerdir. Böyle düşünülmesi gayet doğaldır. Bilimle uğraşmayan insanların düşüncesi bu şekildedir. Kuran’da yazan tüm bu ayetlerden çıkarılacak sonuç; Dünyanın düz bir şekilde yayıldığını, Gökyüzünün düz bir sayfa kağıdı gibi dürülebileceğini, Göklerin (veya evrenin) yükseltildiğini, Güneşin doğduğu ve battığı “belirli iki nokta” olduğunu ve En doğu vede en batı arasında kalan yerin “en büyük uzaklık” olduğunu anlatmaktadır. Bütün bu anlatımlar küre şeklinde bir Dünyada ve günümüz astronomi bilminin ortaya koyduğu Evren gerçekleri ile açıklamak mümkün değildir. Bu ayetlerin mantıklı açıklaması ise Kuran’da Dünya merkezli Evren ve düz Dünya modelinin anlatıldığıdır.Gerçekte ise İslami uygulamalar düz Dünya modeline göre düzenlenmişdir. İslamda ki ibadetlerin doğru düzgün uygulanması için Dünyanın düz olması gereklidir. Hûd-114 “Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında namazı ikame et. Muhakkak ki haseneler (kazanılan dereceler), seyyiati (kaybedilen dereceleri) giderir. İşte bu, zikredenler için bir öğüttür.” İsrâ-78 “Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.” İsrâ-79 “Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.” Ayetlerde görüldüğü gibi Kuran’da Namaz ibadeti Güneş ışığı baz alınarak düzenlenmiş bu nedenlede Kutuplara yakın bölgelerde yaşayan bir Müslüman’ın Kuran’nın hükümlerine uygun günde 5 vakit namaz kılması mümkün değildir. Kutuplarda Altı ay içinde bir kere akşam bir kere de sabah olacaktır.Yani Altı ayda birer kez sabah ve akşam namazı kılınabilir. Özetle Kuran’da yazan namaz hükümleri Küre şeklindeki Dünya yüzeyinin tamamında uygulanamaz. Bu hüküm ancak düz Dünya modelinde doğru olarak uygulanabilir. Bakara-149 “Nereden yola çıkarsan (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu talimat elbette sana Rabbinden gelen gerçek bir emirdir. (Biliniz ki,) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Gene ayette görüldüğü gibi Namaz kılanların Kabeye dönerek namazlarını kılması istenir. Oysa Dünya küre şeklinde olduğundan kabeye dönülemez. Mekkeye çok yakın yerler harici Nereye dönerseniz dönünün sonuçta önünüzde uzay boşluğu olacak, Gerçekte ne Kabe, neden önceki kıble Kudüs karşında olmayacktır. Kabe’ye yada ilk kıble Kudüs e dönerek ibadet etmeye çalışmak o devirlerde Dünyanın düz olarak bilindiğinin ve Kuran’nın da bu mantıkla yazıldığının kanıtıdır. BAKARA-187 “……… Fecr vaktinde beyaz iplik, siyah iplikten tebeyyün edinceye (size belli oluncaya, gündüzün aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya) kadar yeyin ve için. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın. ……….” Dünyanın düz olduğu düşünülerek düzenlenen bir İslam emri de oruçtur. Mekke çevresinde olduğu gibi her yerde gece gündüz eşit düşünülerek nasıl oruç tutulacağı belirlenmiştir. Kutuplarda altı ay gece altı ay gündüz olduğu için Kurandaki ilgili ayete göre orucun başlaması ve bitmesi mümkün değildir. Dünyanın yuvarlak olduğu bilinseydi kutup bölgelerine yakın yaşayan insanların açlıktan öleceği bilinirdi. Tabi ki Kuran’nın bütün namaz, oruç ve Kible olarak Mekkeye dönülmesi gerektiği hükümlerini gözardı ederek; Bir Müslüman Oralarda (kutup bölgeleri) ve Dünyanın genelinde Namaz kılabilir, Kabeye dönülebilir ve oruçda tutulabilir ama tam olarak kurana uyulamadığı için yapılan bütün bu ibadetlerin gerçekte dinsel bir anlamı kalmayacaktır. Bütün bunlara ilave Kuran’da da Dünya düz olarak tarif edilmektedir. Kuran’da Dünyanın yayılıp döşendiği yazmakta, yayılıp döşenen bu Kuran Dünyasının doğu ve batı sınırlarının olduğu, iyice uzaklaşılırsa bu sınırlara varılabileceği ve Bu kenarlardan aşağıya düşmeden geçebilmek için büyük güç lazım geldiği ayette anlatılmaktadır. Rahman-33. “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.” Kurana göre Güneş belli bir yol üzerinde gider. Güneş doğudan doğar ve Uzunca bir yol izleyerek batıdan batardı. Buyüzden Arapların dünyası iki yönlüydü. Sadece iki yönü olan bir Dünya yuvarlak olmaz. Sadece bu iki yönün ve kenarların kuranda yazılı olması Dünyanın döşek gibi düz düşünüldüğünün kutupların bilinmediğinin kanıtıdır. Bu anlayışı yansıtan başka ayetlerde vardır. Şuara-28 “Musa devamla şöyle söyledi: «Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.” Yine bu ayete göre, biri doğuda, diğeri batıda iki sınır bölgesi vardır. Tanrı Allah da bu sınırlar arasında kalan herşeyin ilahıdır. Bu da, “dünyanın en doğusu” ve “dünyanın en batısı” olduğuna inanıldığını ortaya koymaktadır. Kehf-86 “Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu.Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.” Kehf-90 “Güneşin doğduğu yere ulaştığı zaman onu (güneşi), ondan (güneşten) korunacak bir örtü yapmadığımız bir kavmin üzerine doğarken buldu.” Bu iki ayete göre de gün içinde Güneşimiz, Dünya’nın bir ucunda doğuyor, gök kubbe boyunca yükseliyor ve diğer ucunda da batıyor. Yani Kurana göre Dünyamızda “Güneşin doğduğu ve battı uçlar mevcut. Dünyanın bu uclarına kadar giden olursa (Zülkarneyn gibi) Güneş’in doğduğu ve battığı noktaları görebiliyor, hatta Güneş’i “kara bir balçıkta” batarken izleyebiliyor. Bu ifadeden Kuran ve islamın Dünya yı tepsi veya döşek gibi düz sandığı net olarak anlaşılmaktadır. Şems-6 “Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun” Kuranda hiçbir yerde “Dünya yuvarlaktır” “Dünya Güneşin etrafında dönmektedir “diye de bir cümle bulamazsınız. Yayıp döşedik cümlesi yazar. Dünya yuvarlaktır cümlesini yazmaz. Nedense! Kasas-2 “Bunlar apaçık kitabın ayetleridir” Enam-3 “Kitapta biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık…” Kuran’da herkes anlasın diye hiçbir şeyi eksik bırakılmadı ve apaçık kitabın ayetleridir diye yazar. Oysa mealciler pekçok ayeti içindeki akıl dışı ve bilim dışı şeyleri görmeyelim diye gerçek anlamından farklı meal ederler. Diğer yandan Müslüman insan dürüst ve ahlaklı olur şeklinde hikayeler anlatıp, iyi ahlakın Müslümanlıktan kazanılan bir özellikmiş gibi bahsederler. Oysa enbaşta kendileri doğruluk ve dürüstlük gibi erdemleri kuranı meal ederken gözardı etmektedirler. Bir çok mealde kelimelere olduğundan farklı anlamlar vererek, kuranın çağdışı, akıl dışı ve bilim dışı yönlerini gizlemekteler. Bu meal hilelerine dayanarak da dindarlar; Evrenle, gezegenlerle ve Dünyanın yuvarlaklığıyla ilgili içinde birşeyler bulabilirmiyiz diye meal hilelerinin de yardımıyla çabalamaktadırlar Nekadar meal numarası yapılırsa yapılsın Kuran’da ki düz Dünya ve dünya merkezli evren anlayışı gizlenemez haldedir. Bu konuya ve “Meal numaraları ile Kuranda ki açıklar kapatılıyor” iddamıza birkaç örnekle açıklık getirelim; Gâşiye-20 “Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!” diyanet çevirisi böyledir. Gelin şimdi de Gâşiye suresi 20. ayetinin Arapcasına bakalım; “Ve ilel ardı keyfe sutıhat.” burada geçen “sutıhat” kelimesi “yayıp-döşedi” şeklinde çevrilmiş. Halbuki, kelimenin Türkçe tam karşılığı ise “satıh yapılmış, düzleştirilmiş” şeklinde olmalıydı. Ayette bulunan kelimelerin Türkçe karşılıkları; 1.ve ilâ el ardı: ve arza, yeryüzüne 2.keyfe: nasıl 3.sutıhat: satıh yapılmış, düzleştirilmiş Ayetin gerçek meali ise “Ve yeryüzüne, nasıl düzleştirilmiş (bakmıyorlar mı)?” olmalıydı. Neden yirmi küsûr mealde ilgili kelime “yayıp-döşedi” diye meal edilir? Bakınız Nâziat 30 şöyle der. Nâziat-30 “Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.” Arapçası: “Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.” 1.ve el arda: ve arz, yeryüzü 2.ba’de: sonra 3.zâlike: bu 4.dehâ-hâ: onu yayıp döşedi Görüleceği üzere “Dehâ-ha” kelimesi “yayıp-döşemek” olarak çevriliyor. Yâni ilgili kelimenin ilk/esas anlamı bu. Oysa Gaşiye suresi 20 ayette kullanılan “Sutıhat” kelimesi ise “Düzleştirmek” anlamına gelmektedir ve ayet meal edilirken düzleştirilmiş olarak kullanılması gerekirdi. Ey mealciler ve tefsirciler; madem samimi olarak inanıyorsunuz neden inandığınız ve tapındığınız Tanrı Allah’ın “düzleştirdi” dediği yeri “yayıp döşedi” diye çeviri cambazlığı ile farklı anlam veriyorsunuz? Bu inandığınız Tanrının açık inkarı değilmidir? Tefsir farklılıklarına bakalım; Nâziât Suresi 30. Ayet Eski Tefsirleri: Taberi, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Kabe, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü kabenin altından yayıldı” [Hasen. Taberi (3/61, 24/208)] Katade dedi ki: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” dehâhâ; yayıp sermek demektir. [Hasen. Taberi (24/210)] Nâziât Suresi 30. Ayet Yeni Tefsiri: Prof. Dr. Süleyman Ateş şöyle diyor: “Hasılı dahv döşemek, düzeltmek demek ise de sadece basit bir döşemek ve düzeltmek değil, yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek anlamını verir ki bu ayetten Yeryüzünün yuvarlak yaratıldığı anlamı çıkar.” (Yüce Kuran’ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, cilt 10, sy 308) Bazı ilahiyatcılar tefsiler arasında ki bu farklılığı, “İslam ulemâsı, ortaçağın hâkim kültürü nedeniyle, Dünya’nın düz olduğuna dâir, Kur’andan delil getirme çabası içindeydiler” şeklinde açıklama çabasına girmektedir oysa ayetlerin gerçek anlamlarından farklı meal edilmesi geçmiş tefsirlerin Kurana göre doğru olduğunu ortaya koymaktadır. Arapçada bir kelimenin dört beş farklı anlamından faydalanarak, teknolojik gelişmelere göre âyetlerin anlamları ile oynamak ve “Bak gördünüz mü, Kur’an bunu 1400 sene evvel bildirilmiş” şeklindeki ‘Mûcize’ üretmenin amacı nedir? Bu kendini ve çevreyi kandırmak değilmidir? Mâlûm Kur’an’ın yazıldığı dönem ortaçağdır ve o dönemde insanlar dünyayı düz olarak biliyorlardı. Eğer bu telâşınız bir ‘açık kapama’ ameliyesi ise, Kur’andaki hatâları kapatmaya çabalarken; mantık olarak inandığın tanrıdan da şüpe ettiğini ortaya koymuş olmuyormusun? Eğer Tanrı Allaha samimi olarak inanmış olsaydın onun sözlerini değiştirme ihtiyacıda duymazdın. Kuran’da Dünyanın düz tasvir edildiği diğer ayetlere bakalım Zariyat-47 “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.” Zariyat-48 “Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.” Kaf-7 “Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.” Rad-3 “O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” Bu ayetlerde “yerin” döşendiği, yani bir döşek gibi serildiği, yayıldığı anlatılmaktadır. Ayetlere önyargısız bakanlar bu cümlelerden “Kuran’da Dünya’nın düz tarif edilmiş” sonucuna ulaşacaktır. Aynı anlayış diğer bazı ayetlerde de ifade edilmiştir. İlkel çağların Evren ve Dünya anlayışından başka Bir şey olmayan Kuran’daki anlatımlarda Dünya uçsuz bucaksız uzayda herhangi bir gök cismi değil, aksine evrenin merkezidir. Üstelik Dünya’nın üst tarafı “7 kat Göklerden” alttarafı da benzeri şekilde “7 kat Yerlerden” oluşan döşek gibi yayılıp, uzatılmış ve üstü döşenmiş düz bir yüzey olduğu sanılıyordu. Arabistan’da yaşayan 7.yy insanı için dünya “düz” görünür. Girintileri ve çıkıntıları olabilir, fakat uzatılmış ve yayılmış düz bir yüzey olduğu düşünülürdü.. Kuranda yaydık döşedik yazarak çünkü İslam ve kurana göre dünya yuvarlak olmadığı gibi tam düz de değildir. Bunun neden böyle düşünüldüğünü Taha 106-107 ayetleriyle açıklamak kolaydır. Taha-106 “Onların yerlerini dümdüz, boş bir alan hâlinde bırakacaktır.” Taha-107 “Orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.” Yukarıdaki ayetler kıyamet gününde yeryüzünün nasıl olacağını anlatır. Bu ayetlerde görüleceği üzere Dağlar, Tümsekler ve çukurlar yok olacak ve Dünya dümdüz olacaktır. Görüldüğü gibi Kuranda Dünya düz yazmasını engelleyen çukurlar ve tümseklerin olmasıdır. “Dünyayı döşek gibi yaydık” sözü Dünyanın şeklini ”düz” den daha iyi anlatabildiği için tercih edilmiştir. Çünkü döşek tam dümdüz değil biraz pürüzlü yüzeye sahiptir. İnişleri, çıkışları vardır. Örneğin Dağlar yeri çadır gibi sabitlemek için çakılmış kazık görevi yapmaktadır. NEBE-6,7 “Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” Hicr-19 “Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik ,yine orada miktarı ve ölçüsü belirli şeyler bitirdik.” Söylenmek istenen yatak gibi düz olan Dünyanın sabitlenmesi işlemidir. Kurana göre dağların görevi yayılıp düzleştirilen döşeğin (yer yüzünün) dürülmesini önlemektir. Lokman-10 “O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.” Araplar, gezgin tüccar hayatı yaşadığından, halı, döşek gibi düz şeylerin sert hava koşullarında hareket edebileceğine dikkat etmişlerdir. Dolayısıyla bu cisimler, bir yere sabitlenmeli, saplanmalı ki sarsılmasın ve dürülüp bozulmasın. Devami var.....
  4. Sen istersen aksini gosteren bir ayet goster. Uc ibrahimi dinin algisina gore "dunya duzdur ve okuzun boynuzunda durur" algisi her zaman yaygindir. Eger oyle olmasa Galile ceza almazdi. Sen istersen once dunyanin duz olmadiginin nerede aciklandigini soyle. Cunku kuran doneminde olan inanc zaten dunyanin diuz olmasi uzerine idi.
  5. Bilindigi gibi son zamanlarda cumhurun diktatorununu "fitratinda" bir hilkat garibeligi var. Buradaki hilkat garibesi, sadece tabi bir gorunum olarak algilanmasinin, dusunce davranis bozuklugu olarak ta kullaniliyor. Ingilizce de "hilkat garibesi" nin tercumesi, "freak of nature" Freak in anlami da; ucube , Kaçık, anormal sıfat , sıradışı, deforme, anormal şey isim , garip argo hastası, delisi: a soccer freak futbol hastası isim, acayip Diktator de hilkat ile es anlamli olan "fitrat hastasi" Son bu konudaki cikis, "erkek ile kadinin esit olmadigi" uzerine idi. Tabi bu cikistan, komunistler de, feministler de nasibini aldi. Bunun yaninda esnafi "asker, polis v.s." yapmasi ayri bir gariplikti. Yani sokaga ellerinde palalar, sallamalar ve sopalar ile cikanlara ve eylemcilere futursuzcasaldiranlara sahip cikti. Boylece esnafi da, isciden, koyluden ve digger kesimlerden ayirmis oldu. En son cikis ise, 4 yolsuzcu bakana gelen sansur yasagi idi. Neyi neresinden tutmak isterseniz, elinizde kaliyor. Bir hilkat garibesi ki, estikce esiyor.
  6. evrensel-insan şurada bir başlık gönderdi: Siyaset Felsefesi
    Hic dusundunuz mu, ulkenin ileri gelenleri neden ve nasil ve de ne zaman; yapay gundem yaratir. Once algi olarak yapay gundemi tanimlayalim. Yapay gundem, ulke ve toplumda vuku bulmus bir olayin ya da ulke ve toplumunun gozlem beren her turlu sorununun ya da ihtiyaclarinin goz ardi edilmesi ve gundemden uzaklastirilmasi Adina; ortay atilan ve genelde ici bos anlamsiz gereksiz ve de tarihi olmusluklari ortaya atanin lehine carpitacak ve ona bircika saglatacak olmamis fakat olmus gibi gosterilen soylemdir. Ulke ve toplumumuzun birakin eski yakin gecmisine bir bakin; kimler ve neden bu yapay gundemi ortaya atiyor? Ne zaman insanoglunun yasam hakki yok oluyor, o zaman. Ne zaman halklarin hak ve ozgurlukleri ihlal ediliyor, o zaman Ne zaman bir ekonomik cokuntu gundeme geliyor, o zaman Ne zaman vahsi kapitalizm de isci cinayetleri yasaniyor, o zaman Ne zaman doga rant icin katlediliyor, o zaman Ne zaman bir terrorist saldiri oluyor, o zaman Ne zaman devletin mali ve parasi cikar ve kisisel olarak kullaniliyor/harcaniyor, o zaman Ne zaman toplumun ve ulkenin aleyhine ustelik gizli bir adim atiliyor, o zaman Ne zaman olan sicak gundem, politik cikara ters dusuyor, o zaman Ne zaman halk bir haksizlikta ya da bir talepte eyleme basliyor, o zaman Aslinda bu "o zaman" larin her turlu olayini ve vuku bulmasini cogaltabiliriz. Yalniz burda baska bir durum var. Bu cesit yapay gundemler ve politik rant ve kisisel konfor iceren yaptirimlar, sadece ulke ve toplumunun degil; dis dunyanin da diline dusuyor, mizah ve alay konusu oluyor ve de ulkeler kendi toplumlari ve bilgileri Adina ortaya atilan ve tarihi olmuslugu tamamen saptiran soylemleri yanlislamak durumunda kaliyorlar. Cunku bu yapay gundemler soylemin anlam ve icerigi olarak ya dunya tarihini carpitmayi ya da bir dunya ile ilgili olan bir iletisimi ya da soylemi carpitmayi iceriyor. Burada ilginc olan bu yapay gundemi ortaya atanin, ve birde bunu hayasizca savunuya gecmesinin yani bir "ozru/yanlis anlamayi" bile icermemesinin altinda yatanin ne oldugu? Aslinda mantiksal dusunulurse, bu ilgincligin neden olustugu da algilanabilir. Bu da, yapay gundemi ortaya atan ile soyleme tasiyan celiskisi. Eger her ikisi de bunun sadece bir yalan ya da carpitma oldugunun farkinda ya da bilincinde olsalar, bunu yapabilirler mi? Ya da bunu ortaya atan bunu bildigi halde mi, birilerine yani bunu bilmeyene soyleme tasitiyor? Yani ortaya atan, soyleyeni bir cesit kullaniyor mu, ya da yonlendiriyor mu? Sonucta tarihi olmusluklar bir bilgi isidir. Bu bilginin ne oldugu bilinmez ise, bu bilinmeyen eliyle tarihin olmusluklari carpitilabilr ve soyleyenin herkesce alaya alinmasi mizaha tasinmasi ve bir yerde "rezil edilmesi" istenebilir ve planlanabilir. Surasi acik ki, bu soylemi yapanlar ne bunun farkinda ne de algisindadirlar. Eger olsalar, en azindan "oyuna getirdiklerini" algilar ve bir daha gelmemek icin caba harcar tedbir alirlar; ya da tarihte olmuslugu ogrendiklerinde "ozur dileme" sosyalligini gosterirler. Gorundugu gibi, boyle bir gozlem de yok. Yani kimin neyi bilincli ya da bilincsiz yaptigi pek acik degil. Yoksa bir kisinin cikari her turlu "rezil olmayi" da mi iceriyor? Eeee bosuna "cikar her seyin ustundedir" denmemis. Ayrica "yuzsuzluk" sadece yuzunun varliginin farkinda olmayanlar icin gecerlidir. Ya da baskalarinin soylemlerini sorgusuz sualsiz soyleme tasiyanlar icin. Tabi burada "kendi soylediginin inancsal ideolojik ve izmsel cikarli ya da sahip olmali duygu ve akil somurusunun, ya da sorgulanmazliginin kesin dogruluguna inanmak ve aksini soyleyenleri cesitli tutarsizliklar ile suclamak " ta her gun her ortamda yasanan bir durum.
  7. Ilim ve dini taktik bakani, aciklamis "dunyanin yuvarlak oldugunu ilk muslumanlar duyurdu" Bilindigi gibi ayni bakan, yolsuzluk kasetlerinin montaj oldugunu da "hisleri" ile anladigini aciklamisti. Simdi sormak gerekiyor, madem muslumanlar boyle bir bulus yapti, neden Kuran'da hala "dunya duzdur" yaziyor. Eger Kuran'a gore "dunya duz" ise, o zaman bu bulus "Kuran'in Allah'ina sirk kosmak ve karsi gelmek" olmuyor mu? Ya da bu muslumanlar neden, Kuran temelinde "cezalandirilmamis" Galile'nin "dunya yuvarlaktir ve donuyor" dedikten sonra basina ne geldigini tarih acikliyor. Daha gecenlerde Iran'da dini bir yetkili "dunya duzdur ve donmuyor" diye bir aciklama yapmadi mi? Peki bu cumhurun basi diktatorunu taklit eden (bilindigi gibi o da "Amerika'yi ilk defa muslumanlar kesfetmistir. Amerika kesf edildiginde Cuba'da bir cami oldugu soylenmistir" demistir.) ilim bakaninin neden boyle bir aciklama yaptigini nassil degerlendiriyorsunuz. "Bu ne lahana tursusu, bu ne perhiz."
  8. Felsefe bati algisinda genelde Yunanlilar ile baslar. Mesela Thales. Insanoglunun tarihi ortaya koyma yani yazinin tarihi de 6000 yildir. Felsefenin bati eliyle bilinen tarihi ise; M.O. 8. asir ile 2. asir arasinda, yunanistan olarak ta M.O. 6. asirdir. Daha onceki soylemler felsefeden ziyade tarihi bilgi temelindedir.
  9. Eger kedinin ne oldugu beyninde ve hafizasinda ise kisinin duyularindan birinin olup olmamasi fark etmez. Var isareti veriolen ile yaratilan kavram ozdeslesiyor. Yani kedi kavrami ile, kedinin verdigi fenomenal gozlem. Bundan sonar her kedi denildiginde, kavram degil; kedi fenomeninin gozlemi akla geliyor. Yani kedi kavrami kedi fenomeni ile ozdeslesiyor. Iste burada soyutlar degisiyor. Meselasen ne hissettigini birine anlatiyorsun, o ona kendi hafizasi temelinde "korku, endise, evham, panic, stress " v.s. diyebiliyor. Ya da sen hissettigini kendin kavramlastiriyorsun "korkuyoryum, evham basti, stresteyim, panic atagim var" v.s. diye. Iste burada soyutlar genelde sosyal icerikli oldugundan, sosyal bilimlerin konusu; tip, sosyoloji, psikoloji, psikiyatri v.s. Gerci tip her ikisini de kapsiyor, yani fiziksel ameliyat ve hissel tedavi. Buna cogu "ruhsal" der, ama buradaki ruh dindeki ruh degildir, "halet-I ruhiye" deki ruhtur.
  10. Algilama yani ilk algilama, hem fiziki hem de zihnidir. Yani !? ve verilen "var" isareti. Sonraki algilama ise kavramsal algilamadir. Yani algilanana bir kavram verilmistir. Duyum ile algilama, insanoglunun aldigi !? ve var isaretinin bir somut tabani olmamasi. Ya da dolayli olmasi. Bu tabanin varliginin algilanmasi ya da bilinmesi ise sadece inancsal/ideolojik/izmsel/etik v.s. dogrulama temelindedir. Mesela demokrasi, bir ortamda demokrasi oldugunu var olarak algilamak ya da yok olarak algilamak farki. Mesela bize gore Turkiye'de demokrasi yok, Diktator ve surekasina gore var. Dolayisi ile duyumsal algilar, ideoloji/inanc/izm/etik v.s. ye gore dogrulamali ve tartismalidir. Ayrica gozlemi tartismali oldugu icin de yanlislanamaz ve sadece dogrulayani baglar. Mesela bir orumcegi biri gordugunde "korkunc/igrenc" baska biri "sevimli/ilginc" olarak algilayabilir. Iste bu fark dogrulamali algilamadir. Ya da karanlikta biri korku duyar, baskasi duymaz. Kisaca butun soyutlar soyut deger ve degerlendirmeler, kisiye gore dogrulamali sadece dogrulayani baglayan ve yanlislanamazdir. Dolayisi ile bilimsel tabani yoktur. Buradaki bilimsel taban, diyelim bir gozlemin teorisinin test edilebilirligi ve yine gozlem ile yanlislanabilirligidir. Yani olgu. Burada bes duyu devrede degildir, hisler seziler ve duyumlar devrededir.
  11. Buradaki fark insanoglu gozleminin ve dilinin ve de kavramsal bilgisinin koydugu farktir. Yani fark insanogluna goredir. Buradaki ana fark evrimsel gelisimdeki zihnin kullanim farkidir. Mesela maymun insanoglunun gosterdigi bir zihinsel faaliyeti yerine getirebiliyor. Bizim maymundan farklilasimiz, homo ile baslar. Bu da en az 6 milyon yildir. Yani ortak atamiz, en az 7-8 milyon yil oncedir. Insanoglu evriminin dokumanini internetten bulabilirsin, bulamazsan bildir sana link vereyim.
  12. Bes duyuya goruntu veren hersey fenomendir. Dolayisi ile kedi fenomendir ve kedi onun fenomeninin kavramsal adidir. Kedinin gozlemlenmesi ise o gozlemden cikacak teori ve olgusal temelli bilgilerdir, bunlar soyut oldugundan da numen diyebilirsin. Yani kedi fenomeninin gozlem veren fonksiyonu, davranisi ve bunun bilgiye teoriye ve olguya donusmesi. Materyalist kurama gore tek bir toz vardir o da maddedir ve bu madde tozunun gercek varligi da nesneldir. Onlar oznelligi v e soyutu somuta ve nesnele baglarlar. Bu onlarin monist indirgemeci ve determinist bakis acisidir, idealism ise tam tersidir, yani toz monist olarak dusuncedir ve madde de dusuncenin bir urunudur. Materyalistler ya da idealistler ya da metafizigin ontolojik degerlendirmesinde fenomen kesin bir temele oturtulur. Bilimsel olarak ise fenomenin kesin bir temeli yoktur ve bilimin ortaya koydugu fenomenin kendisi degil; fonksiyonudur. Yani bilim varliksal degil, bilgiseldir. Kisaca materyalistler fenomen=madde tekligine ilkligine ve mutlaklligina yonelirler. Numernin fiziksel bir tabani yoktur, o yzden de soyuttur.
  13. Sistem soyle calisiyor. Insanoglu bir seyi algiliyor- !? +buna "var" isareti veriyor+ bu vara kavram veriyor + bu kavrami algiladigi ile ozdeslestiriyor ve bu kavram uzerinden de bilgi turetiyor. Burada onemli olan algi farki. Cunku insanoglunun iki cesit algisi var, ki bu da beyninin zihni soyutlamasindan kaynaklaniyor. Duyu ile algilama- fenomen ve gozlem, somut Duyum ile algilama- numen, akil ve soyut. Burada her ikisi de kavram ile ozdeslestiginden, kavramlar somut ve soyut olarak farklilasiyor. Herkesin tartismasiz duyu ile algiladigi fenomen, Sadece dogruluguna inanilarak ya da bir ideoloji izm v.s. temelinde akil ile algilanarak ne oldugu algisi v.s. tartismali numen. Burada onemli olan insanoglu fiziginin yani vucudunun, beyninde yer eden bu soyut degerler temelinde hareket etmesi. Yani yasam ve iliskinin davrasnissal ve dusunsel belirleyicisi, insanoglunun kendi beynindeki soyut degerleridir. Insanoglu bunlari vucudu ile davranisi ile somuta tasir, ya da dozen ve system olarak fenomenlestirir. Yani kurallari kanunlari etik degerleri kurum ve kurumlasmasi v.s. ile. Fenomenlestirmesi demek, olan fenomenlerden akil tasarimi yolu ile teknigi de kullanarak yeni bir fenomen insa etmesi demek, yani dogada olmayan- ornek; binalar, camiler, mobilyalar, araclar, gerecler, alet/edevat v.s. ve her turlu teknik cihaz.
  14. Bu iki kavram ve aralarindaki fark iliski ile ilgili blog'dan bir baslik bulabilirsin. Kisaca, fenomen- insanoglunun kavram ile ozdeslestirdigi insanoglu algisina (duyusal-5 duyu) gozlem verendir. Buna insanoglu da dahildir. Somuttur. Numen ise, iki turludur. Bir fenomen gibi gozlem veren tabani olmayan ve sadece zihnin soyutlamasi, soyut degerleri ve soyut degerlendirmesi olan soyut kavramlar (teori, tez, formuller, sayilar, dogru, yanlis, guzel, sevgi, saygi, hak, ozgurluk, demokrasi, adalet v.s.) Kisaca insanoglunun tum ideolojik inancsal izmsel etik ve estetik degerleri ve mantiksal/matematiksel bilgi. Burada bir de zihnin yetileri numenal ogelerdir- dusunce, akil, hafiza, algi, bilinc, farkindalik v.s. Insanoglu uclu yapidadir. Fiziki zihni ve kavramsal.
  15. Bilimin felsefesinde, "demarkasyon, yani sinirini belirleme" sorunu, bilim ile, bilim olmayanin buna bilim ile sozde bilimi, ve digger etkinlikleri ve inanclari da dahil ederek ne oldugunun nasil farkini ortaya koymak sorunudur. Bu konudaki tartismalar, bir yuzyildan fazladir, bilimin felsefesi ve bilim kisileri arasinda ve bilimsel metodun genis temelinde ortak bir anlasmaya varilsa da cesitli dallarda devam etmektedir. Dogrulamaya/kanitlamaya karsit olarak yanlislanabilirlik bu sinirin cizilmesinde, K.Popper tarafindan one surulen kriter, kistastir. Popper, bilimin adapte olmasi gereken metodun, siniri belirleme de yanlislanabilirlik timeline oturtulmasi gerektigini one surmustur, nedenini de; ne kadar deney yapilirsa yapilsin, bu deneylerin hic bir zaman bir teoriyi ispatlayamayacagini, fakat tek bir deneyimin ise bu teori ile celisebilecegidir. Popper, bilimsel teorilerin yanlislanabilirlik ile karakterize edildigini savunur. Ayrica ispat, sadece bilimi dogrular fakat; gelistirmez, degistirmez, ilerletmez ve yenilemez. Bunu ancak yanlislanabilirligin gozlemi saglar. Bilimin bilimsel sinirlarini belirlerken, en onemli noktalardan biri de, bu belirlemenin yontemsel ve fonksiyonel olmasina dikkat edilmelidir. Nedensel ve ereksel belirlemeler bilimsel olmayabilir. Sonucta bilimsellik gozlem ve olgu arasindaki teorik bir bag olarak; bugune kadar hic bir sekilde yanlislanamamis nedenlere ve burden dogan ereklere bagli olmamalidir. Olgunun teorik deney olarak gecerliligi her seferinde yontemsel ve fonksiyonel gozlem temelli tartismasiz sekilde ortaya konmalidir. Sonucta bilimi ortaya koyan insanoglu, kendi fonksiyonel ve yontemsel yasam ve iliskisinde nedensellige ve ereksellige yonelebilir. Boyle bir nedensellik ve ereksellik ister istemez, bilimsel bir belirlemede rol oynar (great design, buyuk tasarim ve ultimate purpose- nedeni ve nihai/en son erek ) Kisacasi insanoglu kendi hic bir soyutunu ve oznelligini katmadan, bilimsel belirtimi tartisma yaratmiyacak sekilde ve herkesi baglayan bir gecerlilik halinde ortaya koymali ve bunu yaparkende, tasarimci bir nedene ve nihai/en son ereke bas vurmamalidir. Iste bilimi bilimsel olarak gelistiren yenileyen ilerleten de ancak bu kesinliklerin degismezlerin bilimsel olarak one surulmemesi temelindedir. Aksi bilimi felsefe ile bulamak ve felsefi bilim ortaya koymaktir. Iste , ancak bu bilimsel gelistiren, yenileyen, ilerleten gozlem/olgu/teori ucleminin gecerliligini yontemsel ve fonksiyonel olarak ve gecmis gecerli verileri ancak bu temelde test edilerek ortaya koyan felsefe, bilimsel felsefedir. Teleology and science Teleoloji ve bilim See also: Four causes § The four causes in modern science Dort neden ve modern bilimde 4 neden- kismina da bakiniz. Modern bilimde, ya gereksiz olduklari, ya da dogru ya da yanlis olduklari insanoglu algisinin ve muhakemesinin anlasilmasinin kabiliyetinin otesinde oldugu dusunuldugunden, teleolojiye guvenen aciklamalardan sakinilir. Fakat, teleolojinin aciklama sitili olarak , ozellikle evrimsel biyoloji bunyesinde kullanilmasi hala tartismalidir. Bir yerde akilciligin one surdugu gozleme dayanmayan aciklamalar "buyuk tasarim" gibi, bilimsel bir tartismanin bunyesine sokulamaz. Aristonun, teleolojik olarak neden sorusunu aciklayan 4 nedeni vardir. Aristo ""we do not have knowledge of a thing until we have grasped its why, that is to say, its cause." Seyin bilgisine, onun neden sorusunu, yani nedenini kavrayamadan, ulasamayiz" Bu nedenler: Material cause- maddesel neden Formal cause- bicimsel neden Efficient or moving cause-etkili/verimli veya hareketli neden Final cause- niahi/en son neden Meaning of "cause" Nedenin anlami Aristo'nun neden ile ilgili kelimesi, yunancada aition-account of the origin of a phenomenon, yani fenomenin orijininin aciklamasi, notr, sifatin tekil hali anlami "sorumlu" dur. O, bu kelimeyi, bir seyin nasil ortaya ciktigi hakkindaki anlaminin algisinin aciklamasi olarak kullanir. Bu baglamda, "y nin fenomeninin orijininin aciklamasi x dir demek, x bir y yapar" demektir. Iste sizlere, yapilandirilmisligin yapi ve isleyisinin evrensel sembolleri olan x ve y nin dogal/fenomenal zihniyeti. Halbuki bilim, fenomeni degil;onun fonksiyonunu, yani nasil davrandigini, hareket ettigini v.s. gozlemsel olarak ortaya koyar. Iste bu Aristo'nun nedene yukledigi anlam, ayni zamanda felsefenin de temelini ve klasik bilimin de temelini teskil eder. Yani "concept's existence" burada kavram ile ozdeslestirilmis varlik ve onun fenomenal olarak orijininin aciklamasi" soz konusudur. Iste bir yerde neden, bu baglamda varligin arkasindaki "sorumlu" olani bulmanin teleolojisini tasir. Teleolojinin ve nedensellik ilkelerinin klasik bilimde ve mekanik fizikte yer almasi da burdan gelir. Bu tam da metafizik naturalizmin, her turlu fenomene fiziki temelde bir sorumluluk ve de kanun v.s. yuklemesidir. Halbuki modern bilimde, kavram ya da fenomen degil "functioning of concept or phenomena" yani "kavram veya fenomenin, fonksiyonu" ve bunun gozlem ile ortaya konmasi, arkasinda hic bir "sorumlu neden ya da teleoloji aranmamasini" getirir. Bu da yontemsel naturalizmdir. Iste bir yerde nasil sorusunu ve yanitini, neden sorusu ve yanitindan farkli kilan da budur. Cunku bilimin eger insanoglu eliyle bir amaci varsa ve olacaksa, bu sadece gozlemi algilanani bilmek ve bildirmek olmasi ve bunun icin de "gozlemi verenin arkasinda bir sorumlu ya da origininin aciklanmasi gereken dogal ya da fenomenal varlik nedeni ya da teleolojisi aramamalidir. Cunku ne yazikki bugune kadar bu aramalar hep bir fizik otesi tanri bulmaya ve tanrilastirmaya yaramistir. Halbuki bilimin bilimsel olarak sadece insanoglu algisina gelen tartismasiz gozlemi ya da teorisinin test edilebilirligini ve olgusal gecerliligi ortaya bilgi olarak koymasi ve bu bilginin sabitlenmemesi, dogmalasmamasi, kesinlesmemesi ve mutlaklasmamasi Adina da, yine gozlemsel yanlislanabilirligi baki kalmalidir. Yoksa bilim hem sadece felsefenin bir araci haline gelir, hem de felsefe bilimde belirleyici olur. Bilimde belirleyen bilimsel yontemdir ve ancak bunu temel alan bir felsefe bilimsel felsefe olabilir. Aslinda bilim bilimsel olmanin onundeki tek engelin din temelli zihniyet oldugunun o kadar farkinda ve bilincindeki, tarihler boyu bilimi yontem ve fonksiyondan koparmak Adina her turlu kalibin icine sokanlar ve bu soktuklari kaliplarin mucadelesini verenler, hepsi kendi kaliplari temelinde bilimi dine bulamak isteyenlerdir. Cunku bir tek din temelli zihniyet, herseyi bir kaliba sokar bunun felsefenin hangi dalinda olmasi hangi ideoloji ve inanci izmi icermesi onemli degildir. Iste bilim ilerledikce ve gelistikce bu din kaliplarini tek tek yikmakta her donem de sirasi kendi kalibina gelen ile mucadele vermektedir. Cunku bilimi sadece kendi dini kalibi icine sokanlarin istedigi tek sey vardir, herkesin kendi kaliplarina riayet etmesi ve etmeyenin otekilestirilmesi ve suclanmasi. Iste zaten bilimin bilimselligi de burda ortaya cikar, bilim caga gore hangi din kalibinin kalibina karsi cikiyorsa, o donem onun kalibi ile mucadele eder. Iste bu sekilde bilim degisir, yenilenir, gelisirken; her turlu kendi kalibinda farkli olanlar; biliminm gelismesi temelinde tutuculasir, gericilesir, hatta yobazlasarak bilimin karsisina gecerek, bilimi kendi kaliplarinda tutmaya calisirlar. Cunku beyinleri serbest degildir, aldigi sorgulanmaz kaliplar ile doludur, degismezler, sabitler, sorgulanmazlarla doludur. Tabi ki bilimin kaliplar ile olan mucadelesi kendi kaliplarina gelene kadar, kendilerini de bilii de bilimsel olarak kandirirlar, ne zaman bilimin gelismesi onlarin kaliplarini da bilimden distalamaya baslar, iste bilime veryansin etme sirasi onlara gelir. O yuzden bilimsel bir zihin ve onun beyni ile birlikte bilim kaliplardan kurtularak ilerler ve degisir. Onlar ise kaliplarinin esiri olarak yasarlar ya da kaliplarinin farkina varir ve bilimsellige de egilimli ise, kaliplarini sorgularlar. Sonucta bilime yon veren ve bilimi ortaya koyan insanogludur. Insanoglu ise her turlu kaliplar farki ile bir birinden farklilasir. Bilim ise tek bir yol ve yon olarak tum insanoglunun kalipsiz ve tartismasiz yol gostericisidir. Iste beyinlerde ya bu yolicin yasar ve iliski kurarlar, ya da kaliplardan biri olarak digger kaliplarla ve bilimdeki kendi kaliplarini koruma Adina mucadele ederler. Bu yazilanlarin boyle oldugu insanoglu tarihinde orneklerle doludur. Bilim her zaman bu kaliplilarin can dusmani olmustur. Bilim ilerler ve can dusmani olan kaliplar degisir. Bugun en basta dinin kendisinin bile, kendini bilimsel gosterme ve yerine gore "bilime uyma" cabasi da bundandir. Cunku kimse bilimi karsisina alamaz. Sadece kendinin kendi kaliplari ile bilimsel oldugunu iddia eder. Bilimin bugunku metodu ve nitelikleri bellidir ve bunlar basilica olarak; yontemsel, fonksiyonel, gozlemsel, olgusal, yanlislanabilirlik, test edilebilen soyutlar ve soyutlamalar (teori, tez, hipotez v.s.) ve bunlari pratige tasiyan matematiksel/mantiksal bilgi. Bunun disinda kalan hic bir kalibin niteligi bugun bilimsel degildir. Oldugunu savunanlar, kendi kaliplarini bilime yamamaya calismaktan basksa bir sey yapmayanlardir. Bilim bugun yukaridaki cerceve temelinde elinde olan digger nitelikleri de, bilimselligin disina dusmemek kaydi ile bilimsel bir soylem gerceklestirmek Adina, kullanir. Yalniz ne zaman bu kaliplarin nitelikleri bilimselligin disina cikar, onuy da hemen ortaya koyarlar. O guzelim gozleme dayanan bilime tarihte truth temelli ilk akilciligi getiren filozoflarin bilime actigi yaralar hala bugun bile izlerini tasimaktadir. Cunku bu filozoflardan esinlenerek kendi kaliplarini yaratan bir suru ideoloji inanc ve izm turemistir. Bunlarin cogunun temeli ve kaliplari bu filozoflara dayanir. Yine bu filozoflarin takipcileridir, insanoglunu dunyayi ve bilimi karanlik caga sokan. Insanoglunun bu cehennemden uyanisi ve cikisa gecisi, ronesans ile baslasa da, bilimsel uyanis oldukca yenidir. Yenidir ama bilissel olarak bu kisa tarihte akil almaz bir yol almis ve bu aldigi yolu basta teknik olmak uzere tipta ve insanoglunun yasam ve iliskisini etkileyecek digger dallarda da gostermistir. Bugun artik o truth temelli ilk filozoflarin getirdigi her turlu kalibi bilim, bilimsel olarak algilayacak ve sorgulayacak duzeyde bilissellik gelistirmistir. Bilim o yuzden artik o sahte truthun pesinde kosmayi tamamen felsefeye birakmistir. Bugun bilim bulmanin bilmenin ve bildirmenin pesindedir. Bunu da insanoglunun en basta tartismasiz yetilerinin yardimi ile yapmaktadir. Felsefenin o eski suphe ve kesinlik girdabindan da bugun artik bilim kendini kurtarmistir. Tartismasiz gecerli kilar ve gozlem ile yanlislayabilir. Fenomenin ne oldugunun felsefi tartismasi da artik bilimde yoktur. Cunku bilim bilir ki, insanoglunun yetisi sadece fenomeni algilamaya ve algiladigini tartismasiz ortaya koymaya yeterlidir. O yuzden her turlu insanoglunun zihinsel yetilerini bilim, bir gozleme tasiyabilmek ya da en azindan mantiksal olarak bu gozlemin alinabilirliginin olasiliginin olmasini saglayabilmek Adina kullanir. Bu arada henuz bir teorisinin gozleme tasinmasi somutlasmadan, o teoriyi yeni bir teori ile bilimsel olarak ta curutebilir. Kisaca bilimi bilimsel yapan bunyesindeki her turlu akilci ve gozlem vermeyen kaliplardan kurtulma ve bunlari bilimin disina atma mucadelesidir. Cunku bilimin kendi Alani yeteri kadar genistir ve firkin farkina varildikca da detaylanir ve genislemeye devam eder. Iste o yuzden bilim kendi alanine ve sinirini belirlemek durumundadir ki; hem kendini bilimsel olarak gostermeye calisan kaliplardan farkini koruyabilsin, hem de alanine almadigi kaliplarin alanine girmesini onleyebilsin. Iste bilim temelli felsefe de bunu saglamak icindir. Bilimin gelismesine degisimine gore kendini yeniler ve digger felsefi kaliplar gibi, bilime kendi kalibini sokmaya calismaz. Evrensel-Insan - Yapılandırmacı Epistemoloji/Bilişsel Bilim/Qua Felsefesi/Serbest Düşünce/Devrimci Sorgulama/Zihinsel Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  16. Insanin nasil bildigini ortaya koyabilmek ve algilayabilmek icin, basta bilmek bilincli bilmek yani bilinenin bilisselligi ve bilginin ne oldugunu cesitlerini ve niteliklerini; herhangibir ideolojik inancsal ve izmsel kaliba sokmadan, bilimsel algilamaktan geciyor. Insanin bilmezi, tamemen onun fiziki zihni ve kavramsal yetisi temelindedir. Kendi de dahil her bir kendi algisina gozlem veren fenomene once bir kavram verir ve sonar da bu kavram uzerinde algi ve iliskisi ile bilgi turetir. Iste bu bilgi insanoglunun hem kendini hem de kendine gozlem veren digger algiladigi fenomenleri hakkinda kendi dili ve yetileri ile ileti ve iletisim kurmak ve onlari daha iyi ve yakindan tanimak ve de kendi bunyesinde bu bilgiyi kullanmak ve paylasmak icindir. Bilgi insanoglunun bir ihtiyaci ve acligidir. Bu da ancak insanoglunun kendi varliginin madde ya da kul yapilmadan insanoglu olarak ve tum yetileri ile algilanmasi temelinde saglanir. Insanoglu ancak kendini baska bir fenomen ile ozdslestirmediginde, bilmeye yonelebilir. Aksi inanc ideoloji soyut degerler ve degerlendirmeler temelli kendini baska bir degree teslimiyettir. Iste bilgi ve bilmenin, insanoglunun zihinsel yetileri olan bilinc, farkindalik, sorgulama, kendi kendini control ve yonlendirebilme ve soyutlamasi ile direk bagi vardir. Bu da bilginin bilimselligi ve bilisselligi insanoglunun ise insanlasmasi ve evrensellesmesi ve basta bireysellesmesidir. Bireyin 7'li niteligi; bireysel, evrensel, insansal, bilimsel, bilissel, bilgisel ve kavramsaldir.
  17. Gnostizm degil, agnostisizm bilinemezciliktir o da bilgi bazinda degil, tanri bazinda. Bilgi bazinda agnostisizm gnostic bilginin karsitidir. A-gnostic. Bilginin ne oldugu baska, nasil bilinebildigi baska konudur. Sen tam olarak neden bahsediyorsun, bilgi ve cesitlerinden mi, bilginin nasil ortaya kondugundan mi? Bilgi ve cesitlerini bir onceki mesajda acikladim. Bilginin ne oldugu ise, insanoglunun kavrami ile ozdeslesenin uzerinde turetilendir. bilginin nasil direk yansi olmadigini, yansiyanin kendi kendisini ortaya koyumu degil; onun yansi olarak bir algisal turevi oldugunu matematiksel/mantiksal bilgi ile ortaya koyalim. Once yanlis oncul (false premise) baslayalim. Yanlis oncul; Tum bilgi ya sezgidir, ya yansidir. Simdi de bu yanlis onculun, yanlis cikarimlarina ve sonuclarina bakalim. Buradan uc tane yanlis sonuc cikar. Birincisi; Metafizik (felsefenin varlik ile ilgilenen dali anlaminda), kaynagini yansidan alir. (Mntiksal Dogmatizm ve Spekulatif yapilandirmacilik (olusturmacilik)-Bilginin akilsal ufku) Ikincisi;Zihinsel sezgiye sahibiz. (Mistisizm ve Sezgicilik)-Aklin dogruladigi soyut Ucuncusu; Metafizige ( ontolojik taban olarak ortaya konan varlik, kesin olarak her ne ise) sahip degiliz (onun disinda baska hic bir sey, kesinlikle yok). (Empiricism, deneycilik, pozitivizm, olguculuk, objectivizm, nesnellik-Aklin dogruladigi somut. Simdi de dogru oncullere ve dogru cikarim, sonuclara bakalim. Birincisi; Metafizige sahibiz (Hayal gucumuz, dusuncemiz var) Ikincisi; Sezgimiz, algisaldir. Yani yansiyani, duyu, duyum ile algilariz. Ucuncusu; Yansisal bilgi turevlenmistir. Yani, yansi, algiya, kavrama ve yansitmaya donusturulmustur. Bu dogru oncullerin verdigi dogru cikarim ve sonuc ise; Metafizik (hayal gucu, dusunce, kavram) kaynagini, sezgisel olmayan ilk, birinci bilgiden alir. Yani, bilgi, yansinin ilk algi ile kavrama donusturulup yansitilmis olanidir. Bu da yapilan, gozlemsel analizve kritigin bir sonucudur. Bu sonucun verdigi ilk onemli algi; bilginin metafizigin ontolojik ve teolojik varlik tabanlarinin kesinligini bu olarak ortaya koyan ideolojilerle bir ilgisi yoktur. Bilgi, bu temelde inancsalliktan farklilasarak, bilimsel olarak gozleme, bu gozlemin teorisine, bu teorinin test edilebilmesine ve yanlislanabilirligine baglidir. Zaten bunun disindaki bilgi, bilimsel, bilissel degil; inancsal, dogrusal, kesin, akilsaldir. Iste bu temelde de, hem inancsal, hem de bilimsel bilgi; insanoglunun turevidir ve yapilandirilmistir. Bu yapilandirilmisligin da, kendi ideolojik, inancsal dogrusu ve bilimin dallarinin kendi paradigmalari temelinde bir on kabulu mevcuttur. Ayrica, bu yapilandirilmis inancsal ve bilimsel bilginin, evrensel ayniliktaki yapi ve isleyisini de, evrensel-insan zihniyeti yapilandirilmisligin bozucusu olarak ortaya koyar.
  18. Bilginin cesitleri ve nitelikleri vardir. Insanoglunun dile getirimi ve ortaya koyumu sadece kavramsal bilgi ile olur. Inanmak fiilinin bilgi ile bir bagi yok, bilmek fiili ile bagi var. Evet, inanmak bilmek degildir. Yalniz inanmayi getiren bilginin niteligi inancsal bilgidir. Bilgiler degisir yenilenir ve gelisir. Olgu tartismasiz gecerli bir bilgidir ve bilimsel bilgidir. Gozlem ile yanlislanabilene kadar da gecerli ve baglayicidir. Su bir kavramdir ve gozlem veren fenomendir. Dolayisi ile fenomen olarak varligi/yoklugu tartismasi anlamsizdir. Cunku algiya verdigi gozlem tartismasizdir. Uc cesit bilgi vardir. Fiziksel, sosyal ve matematiksel/mantiksal. Nitelik olarak da her sey olabilir, inasncsal, ideolojik, felsefi, etik, metafizik, ontolojik, epistemolojik, hukuki, dilsel, estetik, fizik otesi, bilimsel, bilissel v.s. Inanc bir bilgi degildir, inanmak ta bilmek degildir. Yalniz inanc uzerine ve inanc nitelikli tum dile gelimler bir sosyal bilgi cesididir. Yani gnostic bilgi.
  19. Bilgi, gercegin ne oldugunun inanc ile dogrulanmasidir. Buradaki inanc, dini anlamdaki inanc degildir. Eger burda "dogru bilgi" den kasit, dogrulama ise, bu zaten inanc ile dogrulanir. Yok eger tartismasiz bir bilgiden bahsediliyorsa, bunun gozlem veren kismi ve teori kismi vardir. Bu ikisinin uyumundan olgu ortaya cikar. Olgu da, bilgi olarak yanlislanabilene kadar gecerlidir. Dolayisi ile bilimsel nitelikteki bir bilgi de, hem deney hem de teori vardir. Teoriyi ortaya koyan da insanoglunun soyutlamasidir. "Kant'in savundugu gibi" cumlesini aciklar misin?
  20. Herhangi bir islevin, yapilandirilmisliginin yapi ve islevini algilamak o yapi ve isleyisin bilisselligi ile mumkundur. Bu baslikta, neyin ne olarak ortaya kondugu ile ilgili bir aciklama yapacagim. Herseyden once islevin olabilmesi icin; asagidaki islevler gereklidir. Bunlar; Yansima Algilama Yansitma olarak uclu bir yapilandirilmisliktir. Burada soyle bir aciklama yapalim. Yansiyana- A diyelim Algilamaya- B diyelim Yansitmaya da C diyelim. Burada belirtim olarak herbirinin kendi uclemi soz konusudur, yani Yansimanin, bir yansiyani, bir yansitani bir de yansiyisi vardir. Algilamanin, bir algilanani, bir algilatani, bir de algilanisi vardir. Yansitmanin da, bir yansitani, bir yansitilani ve bir de yansitis vardir. Bunlardan; Yansiyis, algilanis ve yansitis; birer yontem ve uygulamadir. Her algisi olan yansiyani yansitir ve kendine has bir yontemi vardir. Bizler insanoglu turu ve birleri olarak, sadece kendi yontemimizi ortaya koyabiliriz, digger turlerin yontemlerini de ancak kendi algilarimiz ve yontemlerimiz ile yansitabiliriz. Demekki yansima algilama ve yansitma olarak bizim kendimize ve bize yansiyani algilama ve yansitmamiza yonelik yontemimiz sadece bize aittir ve bizim icindir. Simdi burden sonar, dile gelecek olan sadece insanoglu yetileri islevi ve degerleri olacaktir. Insanoglu kendisine yansiyani kendiside dahil; algilamasi ve yansitmasi ile ortaya koyabilir. Yani yansiyan A, B ile algilanip, C ile yansitilir. Burada yansiyan A olarak bu yansiya B algisi sahibi ve C olarak yansitan "insanoglunun algilamasi ve yansitmasi" devreye girer. Yani algi ve yansitma devreye girdikten sonar, artik ortada yansiyanin kendisi yoktur, insanoglu algisi ve yansitmasi ile degismis hali vardir. Simdio zaman yansiyan A nin nasil degistigini ortaya koyalim. Yansiyan A yi, algilayan insanoglu ve yansitan da insanogludur. Yansiyan insanoglu dahil algilanan her seydir. Algilayan insanoglu dahil algilamasi olan her turdur. Yansitan insanoglu dahil algiladigini yansitan her turdur. Yalniz bizler insanoglu turu olarak, ancak kendi turumuzun algisi ile yansitabiliriz. Buna bizim turumuz disainda kalan, algilayan ve yansitan digger turler de yansiyan olarak dahildir. Simdi burada insanoglu temelinde; Yansiyani (insanoglunun kendisi de dahil) Yansitilan Yansitan Algilanan Algilayan Olarak farklilastirdigimizda ve temelimizi de kendimiz olan insanoglu olarak ortaya koydugumuzda; Yansitilan- bizim algiladigimizin yansitilmasidir. Yansitan- Bizleriz Algilayan- Bizleriz Algilanan- Bize yansiyandir. Iste buradan bizim kendimize yansiyani algimiz temelinde yansitmak icin bir oge gerekir. Bu oge kavramdir. Yani, biz, bizim algimiz ile bize yansiyani, kavram ile yansitiriz. Peki burden sonar yansiyani yansitma olarak bir kavram ile degistirip, ozdeslestidikten sonar, ortada olan yansiyanin kavramsal halidir. Iste burada yansiyani kavramsal hali ile algilamak, algilamadaki konuddur. Bizler bizim kendimiz de dahil, bize yansiyani kavram olarak yansittiktan sonar, bu yansittigimiz kavrami iki farkli yonde algilariz. Duyumuz ile Duyumumuz ile. Iste burada kavramsal algidaki en belirgin ikilem ortaya cikar. Duyumuz ile algiladigimiza- fenomen Duygumuz ile algiladigimiza da- numen deriz. Buradaki fenomen ve numenin felsefedeki ya da kant'in aciklamasindaki fenomen ve numen ile ilgisi yoktur. Kisaca fenomen insanoglunun bes duyusu ile algiladigi ve yansittigi tartismasiz kavramdir. Numen ile farklidir. Numeni algilamak Adina, insanoglunun yansiyani algilamasi icin hem vucuduna hem beynine hem de zihnine ihtiyac vardir. Iste buradaki numen, insanoglunun bes duyusu ile degilde, beyninin zihninin soyutlamasi, soyut degerlendirmesi, soyut degerlemesi yani duyum ve sezgisi ile algiladigi ve direk bes duyuya yansiyan bir fenomeni olmayisidir. Iste burada yansiyani yansitma olarak dile getirdigimiz, kavramin; kavramsal yansitilmasinin, fenomen ve numen oldugunu algilariz. Iste yansitilan kavramin, fenomenal ve de numenal niteliginin varligi, insanoglunun algilamasinin farkindan dogar. O zaman buradan, yansima, yansitma ve algilamanin niteliklerini de ortaya koyabiliriz. Yansiyan, kavramsaldir Algilanan, numenaldir Yansitilan, fenomenaldir. Iste bu insanoglunun yansiyani algilama ve yansitma olarak islevinin nasil yapilandirildiginin bilissel acciklamasidir. Ayrica buradaki algilayis, yansiyis ve yansitisin yontemi de insanoglunun bir urunudur. Yansiyan insanoglu da dahil her bir sey olabilirken, yansitan ve algilayan dile getiren ve ortaya koyan Adina sadece insanogludur. Cunku insanoglu digger yansitan ve algilayan turleri de, kendi algisi ve yansitmasi ile ortaya koyar. Yani onlarin algilamasi ve yansitmasi insanogluna yansiyan olarak, insanoglu algilamasi ve yansitmasi seklinde dile gelir ve ortaya konur. Burada unutulmamasi gereken, insanoglunun da bir yansiyan tur oldugu yalniz kendi algilamasi ve yansitmasi ile, herseyi oldugu gibi; kendini de algilamasi ve yansitmasidir. Kisaca insanoglu olarak kendi de dahil, yansiyan insanoglu algisinin ikilemi ile once kavramsal olarak yansitilmis ve yansitilan kavramsal algi da yansitilan olarak iki farkli algi temelinde fenomen ve numen olarak kavramlastirilmistir. Dolayisi ile yansiyani yansitan ile ozdeslestiren kavram; kavramsal algilama olarak insanoglunun iki farkli algi cesidinden olusan; fenomen ya da numendir. Iste yansiyanin yansitilmasindaki yansiyani algilama farki, bu iki ana kavrami dogurur. Bunlara digger es anlamli ad verme acisindan; Fenomen- fiziki ve somut Numen- zihni ve soyuttur. Bu kavram algisindaki nesnellik ve oznellik ise, algilayan insanoglu ve onun ikili algilamasi oldugundan; bu onun hem nesnel hem de oznel yanini birlikte icerir. Dolayisi ile algilama, nesnel ya da oznel degildir; hem nesnel hem de ozneldir. Yani insanoglu hem vucudu ve beyni hem de zihni ile algilar. Dolayisi ile yansitilan kavram olarak nesnelligi ve oznelligi birlikte icerir. Fiziki ve somutlugu bes duyu ile algilanmasindan, zihni ve soyutlugu ise, duyum ve sezgi ile algilanmasindan kaynaklanir. Dolayisi ile bir yansiyan ile ozdeslesmis kavramin, yansitilanin algisi olarak farki duyu ya da duyum ile olan algidir. Iste bu algi kavramin ozdeslestigi yansiyanin, fenomen mi yoksa numen mi oldugunu ortaya koyar. Buradaki numen- bes duyu ile algilanamayan kavram ile ozdeslesmis yansiyasndir. Dolayisi ile bu yansiyanin algisi genelde ozneldir ve sadece algilayan icin gecerlidir. Cunku fenomen gibi tartismasiz bes duyu ile algisi yoktur. Evrensel-Insan - Yapılandırmacı Epistemoloji/Bilişsel Bilim/Qua Felsefesi/Serbest Düşünce/Devrimci Sorgulama/Zihinsel Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  21. Sen annen/babanin cinsel birlikteliginden ve annenden dogmadin mi?
  22. Hayvanin hissetmedigi dedigimi de nerden cikardin? Ben sadece "hayvanlarin her turlu davranisinin, insanoglu algi ve yansitmassi ile ortaya kondugunu" soyledim.
  23. Fizik ile Metafizik Arasindaki Iliski Bir mukayese yapmak gerekirse, fizik; bes duyu ile algiladigimizin anlasilmasi iken, metafizik; bizim anlamadigimizi anlamaya calisir. Fizik, etrafinda bes duyu ile algiladiginin "nasil oldugunu" aciklar. Metafizik ise etrafindaki ve bunyendeki , her seyin ve her bir seyin "nedeni" ile ilgilenir. Metafizik, kavramlari teoloji ve de fizik otesine onun dinine tasimamaya gayret ederek, bes duyu ile algilanan ile bes duyu ile algilanmayan arasindaki kesin bagi saglamayi amaclar.,. Fizik, gozlemlenenin ve degisenin tamamini aciklayacak ve gozlemlenenin otesinde kalani da yok olarak ilan edecek sekilde hareket eder. Metafizigin tam olarak ne oldugunun tarifi mumkun degildir., Yalniz herkesce bilinen klasik soru ile bu tarifin ne olacagi anlasilabilir. "Eger, bir agac ormanin derinliklerinde etrafinda kimse olmadan duserse, hala bir ses cikarir mi/duyulur mu? . Etrafimizda herhangi bir sey oldugunda, biz bunun farkina bes duyumuz ile variriz. Eger herhangibir seyin olusu, bizim farkina varma algi ve bilme alanimizin disinda ise, biz; bunun gercekten olduguna inanir miyiz, inanmali miyiz? Simdi, bilinmeyenden bu olanin, durumu bir cesit bizim bilme alanimiza girerse, o zamana kadar olan zincirleme olaylari nasil aciklariz? Iste metafizigin cozmeye calistigi budur. Fizik, farkina varilan fiziksel fenomen olarak butun bilinenleri alanina alirken, metafizik ve butun dallari, anlasilmasi guc ve belirsiz evreni ve fizigin aciklayamadigi fenomeni halleder. Burada onemle dikkat edilmesi gereken konu, metafizigin hatta ontolojinin (olusumu inceleyen) occultizm ("yasak" bilginin incelenmesi veya ezoterisizmin (alternatif ve gizli olan bilgi) ile iliskilendirilmemesine ve kafa karisikligi yaratmamasina ozen gosterilmelidir. Fizik ile Metafizik Arasindaki Fark Peki, bu ikisi arasindaki farkin oncel noktasi nedir? Ana ve oncel nokta, yukarida da belirtildigi gibi; "nasil ve neden" sorulari farkidir. Fizik her zaman kendisini, buyuklugu ya da ozelligi farki gozetmeksizin; tam anlamiyla, kavramin ya da fenomenin faalligi, islevligi ile iliskilendirecektir. Metafizik te, ilgi alani olarak; Kavrama ait ya da kavramin ozdeslestigi varligin ve bu varliklarin bir biri ile olan etkilesiminin, olusumunun ihtiyac nedeninin, amacinin,, nedeni etrafinda. Ya da basitce, dusuncenin kendisinin kavrami hakkinda dusunme etrafinda Zihin ile madde arasindaki her turlu incelemeyi yapma etrafinda; toplanir. Burada din ve teoloji konusunda metafizik alani olarak aktiftir. Fizik,, bu iki alandaki bilgiyi red ederek, sadece her seyin (bes duyu ile algilanabilen) varligi ve tabiati uzerine odaklanacaktir. Fizik, dini kendi ic bunyesinden ve ozel alanindan yasakliyadabilir. Metafizik, dini ve belli olan bazi kelimeleri aciklama gayretine girecegini kabul ederken, fizik bunu yapmaz. Yalniz metafizik bile tamamen tanri varligini ve de evrim teori ve olgusundan sapmayi kabul etmez. Fizik kendi kanunlarina sadik kalirken, metafizik de kendi kurallarina baglidir (aslinda bu bagi cozer) Fizik cozum arayisinda iken, kendi belirlenmis nedenleme sinirlarini asmaz. Aksine bu belirlenmis sinirlar bunyesinde, herkesin hemfikir olacagi sonucu eldekilerini en ince noktasina kadar kullanarak ortaya koyar. Kendi basina, kendi sinirlarini fizik asmaz ve de genisletmez.. Bu klasik fiziktir Metafizik ise, gercegin ne oldugunu inceler/arastirirken kendi sinirlarini herzaman zorlamada ve buna egilimdedir. Buradan da, olan sinirin otesinde yeni bir hat insa eder. Bu da ister istemez, bu yeni getirilen sinir hakkinda yeni sorularin dogmasina ve yaratilmasina neden olur ve yeni yanitlar gerektirir. Bu dongu sonsuz ve sinirsizdir, mantiktan bilincalti bilinmiyene evrenin kendisinin sonlanmasina kadar ve genelde bilginin her yonunu de kapsar. Fizigin, bizim bugun bildigimiz kesin tabiati cok nadir yanlis hesaplamalara ve bazi teoremleri de kesinlestirir/mutlaklastirir. Metafizik ise, son yaniti bulana verene kadar, yeni sorulara yonelir. Metafizik, tabiati geregi; daimi olarak, degisen bir alan olacaktir. Yakinlasma Noktasi Butun bu farklara ragmen, fizik ve metafizigin ayni gorundugu acilar vardir. Fizik belki kati ve hizlidir,, fakat hala buyumekte ve degismektedir. Newton'un Fiziginin yeterliligi fazla uzun surmedi. Bu noktaya gelindiginde, Modern fizigin dunyasina giris yapilir. Iste tam burada, metafizigin butun yonlerinin aciklanmasi fizik alanina girer. Tabi ki bir seyin ne kadar dogru oldugunu ispata kalkarsak, o kadar da uyarlama yapariz. Modern fizikte, belirli noktalarda, metafizige ters dusecektir. Cunku bilgi ve irfanin herzaman daha buyuk bir mekanizmanin tamamlayicisi olmasi engellenemez. Buna mesela determinizm ve ozgur dusunce alanlarini ornek verebiliriz. Bazilari insanoglunun ozgur irade sahibi oldugunu one surerken, digerleri bunu evrimin hangi asamasinda kazandigimizi soracaktir. Bazilari butun yasamlarin bir nihai amaci oldugunu one surerken, digerleri maddenin disinda bir seyin olmadigini soyleyecektir. Dolayisi ile fizik ile metafizigin bilhassa modern fizikten sonra biribirine yakinlastigi ve yakinlasmasinin kacinilmazligi ortadadir. Insanoglu Yasami/iliskisi Insanoglu yasam ve iliskisini ana amaci , bizim yani insanoglunun ve evrenin gercek tabiatini, anlamaktir. Bu da bize insanoglunun gozlem veren diger fenomenlerden farkini, bu ana amac dogrultusunda anlamak isteyen olarak farkli kilar. Burada her turlu bilgi daha bir onem kazanir. Fizikte metafizikte bu onem cercevesinde degerlendirilir. Evrimin ilkel gelisimindeki insanoglunu ilgilendiren sadece, yiyecek, giyecek ve basini sokacak bir yuva gibi ana ihtiyaclardi. Daha sonraki gelisimde, bilgiye olan aclik, artti ve insanoglu daha farkli hedeflere ihtiyac duydu. Bilgiye duyulan bu aclik, metafizigin daha bir sistematik olarak arastirilmasini/incelenmesini getirdi. Iste ancak bu sekildeki sistematik arzu edilen ve hedeflenen bilgiye ulastirabilir. Yani insanoglu turu ve onun bir birinin oldugumuzun farkina ve bilincine varmak. Iste bu acligin getirdigi bilgileri insanoglu kendini yonlendiren ve yoneten sistemlere duzenlere kurumlara ve kuruluslara donustururken, bu sistem ve duzenlerin nasil olmasi gerektigi ile ilgili de ideolojik inancsal izmsel bilgiler ortaya atti ve etigin her turlu cesidini incelemeye aldi. Bu da sosyal bilgilerin, psikolojinin psikiyatrinin sosyolojinin v.s. ve de etigin bazi cesitlerinin kendi basina birer felsefesini ve bilimini yaratti.
  24. evrensel-insan şurada bir blog başlığı gönderdi: evrensel-insan'in Blogu
    Bilimin kanunlari ya da bilimsel kanunlar, cesitlilik iceren fenomenlerin, tabiatta nasil bir davranis gostererek bulunduklarini, aciklayan, tanimlayan, tahmin eden,ve belkide nedenini aciklayan raporlardir. "Kanun" terimi, bir suru alanlarda, kullanilan, takriben tam; genis ya da daraltilmis teoriler, ve tum tabi bilimsel (fizik, kimya, bioloji, jeoloji, astronomi v.s.) disiplinlerdir. Bilimsel kanunlara benzer terim, prensiptir. Bilimsel kanunlar; 1- genis kapsam olarak toplanmis olgularin, tek bir rapora ozetlenmesidir. 2- Genelde,uzerinde calisilmakta olanin, bir deneyin, bir tahmin ortaya cikarabilmesi adina; daha onceden verilen sinirlari, ve digger fiziksel durumlari bir kac raporun veya esitligin matematiksel olarak formule edilmis hali veye en azindan bir cumle ile bildirimidir. 3- Deneysel ispatlarla desteklenmistir- Bunlar bilimsel bilgi birikimi olarak hic yanlislanamamis ve daima deney ile saglanmistir. Bu saglanmislik, yeni ortaya cikarilan teoriler ile degisime ugramaz. Yani yeni esitlemeler ya da formuller bu saglanmisligi degistimez. Baska bir bilimsel bilgi birikimi temelinde,matematik teorem ve belirlemeler gibi, mutlak bir kesinlik tasimaz ve bu kanunun ilerideki deney ve gozlemler ile yanlislanabilmesi, her zaman mumkundur. 4- Gozlem olgusu ile degil, daha onceki bir kanun Adina belirtilir. Ornek " Hareket kanunlari ...." Kanunlar, bir bilimsel calismada gozlemlenmeden ve deneyi saglanmadan once one surulen hipotezlerden ve dogru Kabul edilenlerden (postulat) farklilasir. Bunlar genel bazi kanunlarin formulasyonlarini saglamaya yonelik olsalar bile, tam olarak saglayamadiklarindan ve gozlem ve deney ile kanitlanamadigindan dolayi kanunlar degildir. Kanun, tekrarlanan deneyden damitilmis, daha cok pekistirilmis/saglamlastirilmis resmi rapordur. Bilimsel kanunlarin tabiati, felsefi bir sorgulama ve tabiati matematiksel olarak tariff etse bile, bilimsel kanunlar, bilimsel metodun pratik sonuclari ile elde edilmistir. Bilimsel kanunlar, ne varliksal bagimlilik/sorumluluk yuklulugune, ne de mantiksal mutlakligin bildirdiklerinin yuklulugune yonelik degildir. Bilimin birligi tezine gore, butun bilimsel kanunlar, esasen/temelde fizigi takip eder. Diger bilimlerde olan kanunlar, sonucta fiziksel kanunlardan takiple olusur. Genelde, matematiksel esas/temel bakis acilari evrensel sabit degerler bilimsel kanunlardan ortaya cikar. Fiziksel kanunlar, fenomenlerin sinifini ya da grubunu tanimlamak icin, muracaat edilen belirli olgulardan, sonuc cikarilmis, teorik prensiplerdir. Eger kesinlesmis bir durum ortada ise belirli bir fenomenin olusmasi ifade edilebilir raporudur. Fiziksel kanunlar, tekrarlanan sekilde bilimsel denemelerin ve gozlemlerin seneler boyunca bilimsel alanda evrensel olarak kabul edilmisligini temel alan tipik sonuclardir. Politik-kanunu algidaki tabi kanunlar ile, bilimsel algidaki tabiatin kanunlari veya fiziksel kanunlarin farklilasmasi modern bir durumdur. Her iki kavram da esit olarak fizikten elde edilmis Yunanca kelimedeki doga/tabiattir. Kisaca fiziksel kanunlar, Tabiatin/doganin kanunlaridir. Goruldugu gibi fizigin ya da tabiatin kanunlarinin ne oldugunu bilmek ve bildirmek; insanoglu fenomeninin ozellikleri oznelligi soyutlamasi ve zihin yetileri olmadan mumkun degildir. Insanoglu kendi fenomeni ile ilgili kanunlar da dahil; bu kanunlari yaptigi deneyler ortaya attigi teoriler veriler ve aldigi gozlemler temelinde rapor eder. Insanoglu fenomeni herzaman hata yapmaya ve yine yaptigi bu hatayi kendisi telaffi etmeye egilimli bir fenomendir. Zaten boyle olmasa bilim ve her turlu kanunlari zamanla ne yanlislanabilir, ne yenilenebilir, ne gelisebilir ne de degisebilirdi. Iste bilimi de kanunlarini da dogma kalici mutlak yapmayan bu degisimdir. Ayrica bu kanunlar bir yerde insanoglu olmayan fenomenleri baglasa bile, insanoglu fenomeninin ozellikleri hem bu kanunlari rapor eden olarak hem de degerlendiren olarak farkli bir konumdadir. Iste bu farkli konum, insanoglunun kendi Adina ve kendi turu Adina bir secme ve karar verme farkinida getirir. Bu da insanogluna bu kanunlarin islerligi temelinde belirli bir serbestlik ve ozgurluk secim alani tanir. Bu alanine olmasi ile bu alani insanoglunun kullanmasi ise farklidir. Iste bu farka en guzel ornek insanoglunun serbest iradesi serbest secimi serbest karari istemsel hareketi davranisi oznel mudahelesi soyutlama farki ve soyut degerleme farki ve algisi soyut deger algisi farki ortaya attigi ideoloji, inanc, etik, yonlendirim ve yonetim farklari ornektir. Dolayisi ile fiziksel kanunlardaki her turlu elde edilen sonucun farkliligi da fenomen insanoglu ve onun yassam ve iliskisini iceren bilim dallari olunca degisime ugramaktadir. Bu bilim dallari tamamen insanoglu ve onun yasami iliskisi duzeni kurumlasmasi v.s. ile ilgili olan sosyoloji, psikoloji, politika, ekonomi, etik yonetim ve yonlendirimli duzen ve sistem kurma, estetik ve felsefeyi ve de bilimi mantik yurutme ya da dogma olan inanc temelinde algilama ve algi paralelinde uygulama dallaridir.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.