Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

evrensel-insan

 Saygıyla Anıyoruz
  • Katılım

  • Son Ziyaret

evrensel-insan tarafından postalanan herşey

  1. Ben hic bir seye sasirmam, sadece sorgularim. Insanoglu aklinin her turlu mantik disi yaratim gucunun de bilincindeyim. Iste onemli olan masal ile gozlemi olabilenin olmasi ve olma olasaligi ile olabilmis olani inkari ve olamayacak olani one surmenin farkina varmak.
  2. evrensel-insan şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Doğum Günü Kutla
    Dogum gunun kutlu ve mutlu olsun. Bundan sonraki yasaminda saglikli zinde ve diledigin gibi gecsin. Galiba bir false alarma kurban gittim. Neyse bu pesin bir kutlama degil, gunun de de kutlayacagima soz veriyorum.
  3. Olayin ozu mantiksal olabilirlik olasiliginin bulunmamasi v e aklin yarattigi bir masal olmasidir.
  4. Ne guzel de mitolojik hikayeyi kendini inandiracak sekilde uyarliyorsun, aferin sana.
  5. Bu sadece muhaliflik etmektir. Eger karsiu cikilacaksa dediklerinin karsitini dile getirerek karsi cikilmalidir. Istersen buyur bir de sen olanlari acikla. Sadece karsi cikmak bir seyi degistirmez. Onemli olan neden karsi cikilduginin izahi ve aciklanmasi ve aksi olanin ayni metindeki gibi dile getirilmesidir.
  6. Konu sikayet degil, AKP'ye karsi verilen her turlu mucadelede bu mucadeleye baskalarinin da katilmasi. Bunlari otekilestirmek ya da distalamak sadece AKP'nin ekmegine yag surmek ve bu kisileri caresiz birakmak olur. Sonucta bu sikayet zihniyeti zaten en buyuk sorundur. Cunku mucadeleyi birlestirmek yerine bolmeye gider. Mesela sen 1980 oncesi ne gibi bir mucadele verdin? Ya da toplum senin istedigin iktidarin elinde iken mucadele verdin mi? Iste bu temelde mucadele pragmatist degil; hep toplumun ve farkli halklarinin hak ve ozgurlugu temelindedir. Zaten bu mucadele de iktidarlarin politik icerigine bagli degildir. Sistemin duzenin v.s. kendisine baglidir. Senin iktidarin zamaninda da emperyalizm ayni oyunlari oynarken mesela karsi ciktin mi? Hangi tarihten itibaren bu savasimi vermektesin ve neden ordan basladin? Iste buradan da goruldugu gibi bu bir trendir ve bu mucadele trenine dun bugun yarin binenler de inenlerde olacaktir. Iste onemli olan binenin kaliciligi ya da inenin nedenini algilamaktir.
  7. Benim burada vermek istedigim konu gazetecilik ve milliyetteolan olaylar uzerine idi. O yuzden konu yazilanlarin iceriginden ziyade, butun bu olanlarin kitleye duyurulmasi ve aciga cikarilmasi. Burada yazilan tarih bu anlamdadir. Yani kitleye duyurulmasi.
  8. Eger oyle dusunuyorsan ve uniter yapinin ne oldugunu yazilanlardan hala cikaramiyorsan, demekki yazilanlarin hic biri algilanamamis demektir. O zaman lutfen yazilanlari kendi ideolojik inancsal dogrun ile mukayeseli anlamak yerine, algilamaya calis. Yani "ne yazilmis?" sorusunu verildigi gibi algilamaya calis, kendi ideolojik inancsal dogrularin ile mukayese ederek degil. Nedemek? TC'ni anayasa baglamiyor ve belirlemiyor mu? Butun uygulamalar ona gore degil mi?
  9. Hugo Chavez'in ulkesi toplumu ve tum Latin Amerika halklari icin yaptigi her turlu devrimi algilamak 21. yuzyilda emperyalizmin her turlu ideolojik inancsal dogrulariyla her turlu izmiyle ve her turlu ulkeleri cikari icin ele geciren yontemiyle ve sirf cikari adina herseyi "mesru/mubah" kilarak insanlikdisi her turlu terorizmi katliami saldirilari ve ulkeyi ele gecirmeleriyle v.s. nasil savasilacagini bu savasi kimin adina yapilacagini ve halk destegini nasil ve ne sekilde alinacagini v.s. gormek ve gostermek adina cok onemlidir. Lenin'in yolundan gitmeyen Marx teorili Lenin uygulamali devrimler ve devrimciler tarafindan "burun bukulen/tu kaka denilen" ve her turlu emperyalizm girisim ve oyununa karsi ayakta kalan bir devrimin ve devrimcinin tarihe toplum ve farkli halklarinin yasam ve refahi BILGILENISI BILINCLENISI VE EGITIMI/OGRETIMI adina altin harflerle gececek bir ulke halki ve liderinin oykusu. En basta bu gidisatin bu buyuk devrimcinin olumunden sonra devam etmesini ummak desteklemek algilamaya calismak ve gozlemlemek, kendine insan diyenin en bas gorevidir. Tek destegi halk olan bu devrim, nasiloldu da halktan uc ayri donemde onca rakibe oyuna ragmen ve her seferinde artarak buyukj bir cogunlugun oyunu aldi. Neydi SSCB, ya da o zihniyet pastentli devrimlerden farki? Bu ve buna benzer sorular icin tek bir bakis acisi yeterlidir. Bu buyuk devrimci her ne yapti ise sadece halkinin YASAM STANDARTINI YUKSELTMEK VE ONLARI INSAN GIBI YASATMAK VE BU YASAMI SADECE SAGLAMAK DEGIL; BU KONUDA ONLARI BILINCLENDIREREK, en onemli farki yani INSANOGLUNUN BIR YIGIN KITLE NICELIK DEGIL; BIR NITELIK DUSUNCE VE FIKIR SAHIBI OLDUGUNU da kanitlayarak yapmistir. Butun yasami her daim halki ile ic icedir, onlari dinleyerek onlardan bilgi alarak onlarin sorunlarini ONLARIN ISTEDIGI GIBI COZEREK bunu yapmistir. Bunun icin de guc ve otoritesini ordusu ile saglamis ve ordusunu halkina karsi degil; bu gidisati onleyecek her turlu ekonomik/politik girisime karsi kullanmistir. Bu bir diktatorluk mudur/demokrasi midir? Bu sorunun yaniti ....e gore de yatmaktadir. Bir lider halkinin her turlu refahi bilinclenmesi ve yasam standartinin yukselmesi adina onlarin insanb gibi yasamasi adina, onlarin ise konuta sagliga kavusmasi adina yola cikmiken birileri bunu engellemeye calisir ise ve bunun onune guc ve otoritenin diktatorlugu ile cikiliyor ise, evet bu anlamda bir diktatorluktur. Cunku bu diktatorluk saglanmasa, bu sayilanlarin yapilmasi mumkun degildir. Ekonomiye el koymak bu ekonomiyi halk yararina kullanmak ve bu konudaki her turlu guc ve otorite kullanimi diktatorlukse diktatorluktur. Kimsenin egosunu digerlerinden farkli olarak beslememek ve herkesi ayni derecede refaha kavusturmak icin bir guc kullaniliyor ve bu bir diktatorlukse diktatorluktur. Burada bu buyuk devrimcinin bir basarisi da sadece halki ve onlarin refahi icin calismasi degil; halkinin etik her turlu sorgulanmazlarini cok iyi etud etmesi ve BUNLARIN USTUNE GIDECEGINE, BUNU KULLANMASI VE HALKINI BILINCLENDIRMESIDIR. Iste SSCB politikasindan bir farki da budur. Hristiyanligin en ust duzeyde oldugu toplumunda Isa'nin "yoksullar adina ve icin savas verdigini" one cikararak, DININ HALK VE ONLARIN REFAHI ADINA KULLANILABILECEGINI tum dunyaya gostermistir. Bu konuda televizyonlarda bizzat kendisi egitici bilgilendirici ve bilinclendirici yayinlar yapmistir. Diger sosyalizm icin yola cikan ulke ve liderlerden farki; HIC BIR ZAMAN HALKJINI KARSISINA ALMAMIS VE DEVAMLI HALKININ REFAHI VE YASAM STANDARTI ICIN calismis olmasidir. Yani Stalin'in yaptigini yapmamistir. Buradaki ana fark "halk benim getirdigim rejime karsi cikarsa, ben onu da karsima alirim" diyen ve sosyalist gecinenlerden farki "benim rejimim sadece halkim icindir" e donusmustur. Aslinda bugunun kendine sosyalist deyipte bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme canak tutan aydinlari ilericileri ve devrimcileri; bu buyuk devrimciyi algilamayi da pek beceremezler. Bunun en aci ornegi emperyalizm bu buyuk devrimciyi halkina ve dunyaya karsi "kotuler ve anti propagandasini" yaparken; bu sozde sosyalistler de o ezberledikleri bilincine varamadiklari sosyalizmi gorememek adina emperyalizm ile ayni sarkiyi tutturmuslardir. Onlarin algilayamadigi en buyuk fark; INSANOGLUNUN BIR NICELIK DEGIL, BIR NITELIK OLDUGU farkidir. Iste bu fark aslinda herseyin de cevabidir. Sosyalizm icin yola cikip ta bunun bilgilendirmesini bilinclendirmesini yapamayanlar ve ne yaptigini aciklamak yerine halkina diktatorluk uygulayanlar, bu buyuk devrimciden ders almalidir. Sosyalizm de neyin diktatorluk neyin demokrasi neyin insan haklari neyin insan ihlali neyin hak ve ozgurluk neyin bunun kisitlamasi oldugunun farkini ezberlerindeki bilgileri sorgulayarak yeniden degerlendirmeliler. Evet aslinda yazilacak cok sey var, onu da site okurlarinin basliga yapacagi katkiya birakip, hugo Chavez farkinin ne oldugunun her yonu ile detayini algisini ve acikliga kavusmasini gelecek yanitlara birakalim. Evet bu buyuk devrimci aramizdan cok erken ayrildi. Yeterki onun biraktigi yolda Venezuella halki ve tum Latin Amerika sapmadan ve odun vermeden ilerlesin ve bu hareket Latin Amerika sinirlarini da asarak, su an emperyalizmin elinde oyuncak olan diger ulkelere de isik sacsin. Tarihte bazi karakterler yasadiklari sure olarak degil; yaptiklari ile yer alir. Iste bu buyuk devrimci karakterin insanliga ve evrensellige getirdiklerini algilamak biz yasam surenlere dusuyor. Bu buyuk devrimciyi saygiyla aniyor ve insanlik icin yola cikmis bir birey olarak ve tum insanlik adina da kutluyorum. Kendisi vucut olarak olmus olabilir, onun dusunceleri ve yaptiklari ise basta Venezuella halki ve Latin Amerika halklari olmak uzere daima yasayacak ve yasatilacak. Emperyalizmin gunumuz tarihinde "bukemedigi bilegi open" bir buyuk beyin degeri. Seni bu dunya ve insanlik unutmayacak.
  10. Toplantıda İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da konuştu, "AKP faşizmine karşı her şart altında mücadele edilmeli" dedi. Vatan, Cumhuriyet ve Emek buluşmasında salona sığmadılar Ergenekon davasında istenen müebbet hapis cezaları, AKP-PKK ortaklığı, bölünme anayasası, Suriye'ye karşı İsrail ittifakıyla köşeye sıkıştırılmak istenen Türk Milleti Ankara'da tek yumruk oldu. Vatan, Cumhuriyet ve Emek Buluşması'na katılan binlerce yurtsever, Türkiye'yi savunma azim ve kararlılığını dosta düşmana gösterdi. 8 Nisan Silivri eylemine çağrının yapıldığı buluşmada, katılımcıların binleri aşması nedeniyle izdiham yaşandı. İşte Türk Milleti'ne çıkış yolunun gösterildiği o tarihi toplantı... Ankara Yenimahalle'deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi, tarihi günlerinden birini yaşadı. Genç yaşlı, kadın erkek binlerce yurtsever, Vatan, Cumhuriyet ve Emek Buluşmasına akın etti. Kalabalık salona sığmadı, salona girebilenler konuşmacıları coşkuyla dinledi. Büyük buluşmanın ayırt edici özelliği, yapılan eylemlilik çağrıları oldu. Toplantıda konuşan BMC İşçisi Mustafa Akses, bölünme anayasasına tepki gösterdi. Şair ve Ataol Behramoğlu yurttaşları antiemperyalist, aydınlanmacı ve yurtsever cephede buluşmaya çağırdı. Eski TGB Genel Başkanı ve Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel, konuşmasında birleşmenin önemini vurguladı. Toplantıda İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da konuştu, "AKP faşizmine karşı her şart altında mücadele edilmeli" dedi. ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan yurttaşlara köy köy, mahalle mahalle örgütlenerek mücadele etme çağrısı yaptı. Çölaşan, 8 Nisan'da Silivri Cezaevi'nde yapılacak olan eylem için de çağrıda bulundu. Vatan, Cumhuriyet ve Emek Buluşması'nda; ADD Genel Sekreter Yardımcısı Öner Tanık, ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Türk Hukuk Kurumu Başkanı Sabih Kanadoğlu, Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Bekir Coşkun, Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir ve Engelliler Konfederasyonu Genel Başkanı Turhan İçli birer konuşma yaptı. Vatan, Cumhuriyet ve Emek Buluşması'nın sonuç bildirgesine Cumhuriyeti savunma kararlılığı damgasını vurdu. Bildirgede 8 Nisan'da Silivri'de yapılacak olan büyük eyleme katılım çağrısı yapıldı. Sonuç bildirgesinde, bölünme anayasasına engel olmak için eylemler düzenleneceği açıklandı. ulusalkanal.com.tr
  11. Surece Katki Milliyet’te dün yine önemli bir gazetecilik başarısına imza attık. Ankara Büromuzun deneyimli muhabirlerinden Namık Durukan, BDP’li parlamenterlerin İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmenin tutanaklarını (zabıt) elde edince tereddütsüz yayımladık. Ankara Temsilcimiz Fikret Bila’nın dün CNN’nin canlı yayınında Şirin Payzın’ın soruları üzerine verdiği “gazetecilik dersi”ndeki gibi haber ne BDP ne de devlet/hükümet tarafından sızdırıldı. Habere konu olan “notlar” 23 Şubat’ta (beş gün önce) İmralı’ya giden heyetin Öcalan’la görüşmesi sırasında tutulmuştu. O metnin “haber değeri” taşıması için bir muhabirlik/gazetecilik faaliyeti gerekiyordu. Namık Durukan, medyaya parça bölük yansıyan görüşme haberleriyle yetinmeyip, görüşme tutanağının(zaptı) peşine düştüğü için “büyük balığı” yakaladı. Bizim meslekte her muhabirin rüyası, “belgeli gazetecilik” yapmak, etraf dedikodu kaynarken gerçeğin peşinden koşmak, büyük balığı yakalamaktır. Namık bunu başardı. Herkesin peşinden koştuğu notları bulup Büro’ya koştu. Milliyet Yazı İşleri’nin sabah toplantısı bitmek üzereyken Fikret aradı; “İmralı görüşmelerinin tam metni elimizde” diye haber verdi. O dakikadan itibaren en iyi sayfayı hazırlamak ve “belgeyi” eksiksiz yayımlamak üzere gece yarısına dek çalıştık. Ankara Büro Şefimiz Serpil Çevikcan, Namık Durukan’la birlikte gazeteden ayrılırken saat 01.30’du. Bu gazetenin üzerinde zor beğenen Abdi Bey’in ruhu dolaştığı için o saatte teşekkür beklerken, Babıali usulü bir de “fırça” yediler! Namık Durukan, Erbil’e giden BDP heyetini “Ankara’dan izlerim!” diye uçağa binmemişti. Sabah erkenden biletini alarak, Kuzey Irak’a yola çıktı. Haber sabah erkenden patladı. Televizyonlar Milliyet’in haberiyle dönmeye başladılar. Milliyet com.tr, “tam metni” gazeteye bırakarak olayı duyurdu. Böyle günlerde Yazı İşleri’nde “derbi” havası eser. Umut Alphan, Tahir Özyurtseven, Bertan Ağanoğlu, İlke Gürsoy ve tüm ekip, bugünkü gazeteyi hazırlamaya başladılar. Aslı Aydıntaşbaş, Viyana’da Başbakan Erdoğan’a eşlik etmişti. Uçaktaki havayı yazdı. Hasan ağabey (Cemal), Namık’la Kuzey Irak dağlarında Kürt meselesini kovaladığı, Bekaa’da Öcalan’la, Kandil’de Karayılan’la görüştüğü için bir “Kremlinolog” (Sovyetler döneminde Ekim Devrimi törenlerinde Kremlin’in balkonundaki Politbüro üyelerine bakarak, Gorbaçov’un gelişindeki gibi yaşlı liderlerin hangisinin başa geçeceğini tahmin sanatı) ustalığıyla Öcalan’ın şifrelerini çözmeye çalışıyordu. Okumalarımız genellikle olumluydu! Kimilerinin barış sürecini “sabote” etmeye dönük provokatif analizlerinin aksine Abdullah Öcalan’ın BDP heyetiyle görüşmelerinde verdiği mesaj, temkinli bir iyimserlik içeriyordu. Öcalan, “Herkes bilmeli ki, ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız” diyor. Çekilmenin şartları üzerinde hayli gerçekçi bir “yol haritası” veriyor. “Süreç başarısız olursa Apo öldü diyeceksiniz” gibi sözlerle geri dönüş yolunu kapıyor. Gemileri yakıyor! Elbette bu süreçte herkese büyük bir sorumluluk düşüyor. Milliyet olarak biz de bu tarihsel süreçte üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız. Türkiye’yi otuz yıldır uğraştıran, kimi zaman “iç savaş” ortamı yaratan, binlerce masum insanın canını alan, Türkiye’nin trilyon dolarlık kaynaklarını yok eden PKK sorununun “barışçı” yoldan çözümü için gazetecilik çerçevesinde üzerimize düşeni yapacağız. Ancak bu sorumluluk gazeteciliğin “olmazsa olmaz” kuralı olan habercilikten, kamuoyunu bilgilendirme görevinden bizi alıkoymaz. Koymamalı da... Geçmişte “Johnson Mektubu”, 12 Eylül öncesi “uyarı mektubu” neyse bu da bir gazetecilik örneğidir. ABD’de Vietnam Savaşı’nın en hararetli günlerinde New York Times ve Washington Post gazeteleri tarihe “Pentagon Belgeleri” diye geçen Savunma Bakanlığı’nın gizli raporunu yayımlayabilmiştir. İmralı Zabıtları’nı, Türkiye’nin ihtiyacı olan “şeffaflığın” gereği olarak yayımladık. Böylece İmralı’da “kapalı kapılar ardında” ayrılık, özerklik, toprak, APO’ya af gibi “sözler verilmediğini” de en azından bu zabıtlarda gördük. Ve kamuoyuna sunduk. Bu bizim “habercilik namusumuz”un gereğiydi. Namık’ı ve emeği geçen tüm arkadaşlarımızı kutlarım. Saygılarımla.
  12. Derya Sazak Milliyet'ten Türkiye gibi ‘haber cenneti’ ülkelerde gündem oluşturmak zor değildir. Çoğu zaman gündeme konu olan haber ve başlıklar ‘sansasyonel’dir. Ertesi güne kalmaz, uçup giderler. 24 saat sonra kimse hatırlamaz bile. Arşivler böylesine ‘sanal’ yığınla gazeteyle doludur. Eskiden bunlar kâğıt olarak SEKA’ya giderdi. Çağ değişti artık ‘dönüşerek’ daha az ağaç kesimine yol açacak şekilde tasarruflu kullanılabiliyorlar. Milliyet, 28 Şubat Perşembe günkü ‘İmralı zabıtları’ manşetiyle gerçek anlamda ‘gündem’ oldu. Daha doğrusu, ‘gündem’de olan bir haberin ayrıntılarını okurlarla paylaşarak gazeteciliğin temeli olan ‘haber verme’, toplumu bilgilendirme işlevini hakkıyla yerine getirdi. Ertesi gün, 1 Mart’ta ise medyada ‘her gazetecinin rüyası’ olan bir durum yaşadık. Türkiye’de yayımlanan gazetelerin tamamında, televizyon ve internet sitelerinde tek bir haber vardı: Milliyet’in ‘manşet’ten duyurduğu, İmralı’da Öcalan’la BDP heyetinin görüşmelerinin ‘notları’ medyanın tamamında yer alıyordu. Sözcü’den Özgür Gündem’e, Zaman’dan Birgün’e, Cumhuriyet’ten Yeniçağ’a, Star’dan Sabah’a, Hürriyet’ten HaberTürk’e, Radikal’den Posta’ya, Akşam’dan Yurt’a tüm gazeteler ‘sözleşmiş’ gibi Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmenin zabıtlarını yayımladılar. Neden böyle oldu? Çünkü haber, basit bir ihtiyacı karşılıyordu. İmralı’da neler olup bittiğini merak eden toplumu bilgilendiriyordu. 30 yılda 50 bin yurttaşımızı kaybettiğimiz Kürt sorununun barışçı çözümünde cesaret verici adımlar atılırken, çatışmaları durduracak, PKK’nın silah bırakmasına ortam hazırlayacak görüşmeler sürecinde İmralı’da hükümlü Öcalan’la doğrudan temas kurulmuştu. Görüşmenin tarafı 3 BDP’li milletvekili adaya giderek Öcalan’la buluşmuşlardı. Milliyet, 23 Şubat tarihli görüşmenin notlarını ele geçirdi. Ve yayımladık. 28 Şubat tarihli gazetedeki haberi ise tüm medya Milliyet’ten alıntı yaparak okurlarına duyurdu. Böylece cuma günkü tirajımız refikimiz olan gazetelerin de katılımıyla Türkiye’de günlük toplam 5.5 milyon adede ulaştı. Çevreye saygımız adına sevindik. Daha fazla gazete basmamıza gerek olmaksızın en yüksek okura eriştik. Öteki gazetelerin kâğıdından yararlanarak yeşili de korumuş olduk. Başarılı arkadaşımız Namık Durukan’ın Uludere dosyası da büyük ses getirmişti. MUHABİRİN YÜKSELİŞİ Aslında böyle zamanlarda ‘gazetecilik adına’ seviniyoruz. Ve biz de başka gazetelerde çıkan, gerçek ve topluma yararlı olacağına inandığımız haberleri ‘kaynak’ göstererek Milliyet’te kullanıyoruz. Ancak bunu yaparken ajans, gazete, televizyon ayrımı yapmadan mesleki saygıyı, muhabir emeğini yücelterek, haber kiminse onun adını veriyoruz. Zaten aksi etik dışı olur. İntihal/çalıntıya girer. Kimi meslektaşlarımız Milliyet’te başarılarıyla kendisini yıllardır kanıtlamış olan arkadaşımız Namık Durukan’ın haberini ‘gazetecilik’ ürünü saymak yerine ‘kim sızdırdı?’ tartışmasından hareketle Milliyet’i yıpratmaya çalıştılar ama Cumhuriyet gibi geleneği olan kurumlar, özden uzaklaşıp ‘isim vermekten’ neden kaçındılar anlayamadım?! Haberi, ‘Paris cinayetinden daha büyük bir sabotaj’ olarak gören ‘resmi gazeteciler’ bu olasılıklardan sadece birisine değinmediler: O olasılık, bütün o komplolar dışında ‘haberin bir muhabir tarafından çıkarılmış’ olduğu gerçeğiydi. Gazetecilik hayli zamandır dibe vurduğu için doğal olarak ‘haberci’nin adı da, değeri de unutuldu! Akla her türlü komployu getirenleri, 28 Şubatvari yöntemlerle ‘andıçlayanları’ daha fazla yormamak için basit gerçeği açıklıyorum: Namık Durukan’ı Ankara Büro’da ve Milliyet’te yayın yönetmenliği yaptığım 1995-98 yılları arasındaki dönemden bu yana tanıdığım için Fikret arayıp, ‘Namık, İmralı görüşmesinin tam metnini almış’ dediğinde sayfayı hazırlamaya başladık. Milliyet Yayın Yönetmeni Yardımcısı Umut Alphan, Yayın Koordinatörü Tahir Özyurtseven metni okudu ve manşeti attık. Çünkü Namık’a kendim gibi güveniyordum. Onu 28 Şubat sürecinde generallere karşı korumuştum! Beni hiçbir zaman yanıltmadı! Ankara Büro Şefimiz Serpil Çevikcan’a da gazete baskıya girene dek başlık ve spotları, metni noktası virgülüne okuduğu için teşekkür ediyorum. Namık’ı bir kez daha kutluyorum. Bu yıl ödülleri toplayacak! İtiraf ediyorum, ‘İmralı Zabıtları’ başlığı bana aittir! Parlamento Muhabirleri Derneği (PMD) üyesi kıdemli bir Meclis muhabiri olarak mesleğe başladığım yıllarda okuduğum İstiklal Savaşı’nı yöneten Birinci Meclis’e ait, ‘Gizli Celse Zabıtları’ kütüphanemde baş köşede durur. Üstadımız Altan Öymen gibi ‘eski Meclis Türkçesiyle’ konuşmayı, ‘Beyefendi’ demeyi severim. O an aklıma ‘zabıtlar’ geldi. EVRENSEL İLKELER Milliyet’in 62 yıllık tarihi böylesine altın sayfalarla doludur. Pusulamız şaşmaz: Haber doğruysa basarız! Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz! Milliyet gazetesi, Demirören ailesiyle yeniden doğdu. Bu grubun ‘ülke ekonomisinin gücüne, iyiliğine ve sevgisine’ olan bağlılığı tartışılmaz. Yayın politikamızı Abdi İpekçi’den bu yana, ‘Doğru haber, nesnellik ve dengeli gazetecilik’ oluşturur. Kürt sorununun barışçı çözümünden yanayız. Milliyet’ten köşesinde bu konuda ‘taraf olduğumuzu’ açıklamıştım. Tereddüdü olanlar ‘Siyaset Günlüğü’ köşesinde 20 yıldır yazdıklarıma baksınlar. Hasan Ağabey’in (Cemal) ömrü de bu sevdayla geçti. Bizi hedef gösterenlere evrensel gazeteciliğin en saygın ödülüyle anılan Pulitzer’in ilkelerini hatırlatıyorum: ‘’Korkmayın! Ancak bir dosyaya el atmadan önce, mutlaka haklı olduğunuzdan emin olun! Bir uçtan ötekine geçmeyin ve büyük bir titizlikle tarafsız, bağımsız ve adil davranmaya dikkat edin.’’ Namık’ın haberi doğrudur. Aksi kanıtlanırsa mesleği bırakmaya hazırım. Saygılarımla.
  13. Gazetecilik en genel tanimi ile, toplumun ulke temelinde herhangibir haberin duyulmasinda gorev almak ve bunu yazmaktir. Dolayisi ile gazeteciler birer emekcidirler ve yazdiklari gazetenin birer calisanidirlar. Bu temeldeki ozgurlukleri gazetenin politikasi bakis acisi ve ekonomik cikari ile sinirlidir. AKP iktidara geldikten sonra yasanan iki turlu gazetecilik vardir. Birincisi kendi beyin duzeylerinin ideolojik inancsal dogrulari ile; AKP yi oyle veya boyle o veya bu konu/kavramda o veya bu uygulamada destekleyen kendine liberal, ikinci cumhuriyetci denilenler, askeri sisteme karsi cikanlar, milliyetcilige karsi cikanlar, 1980 oncesi "solcular/sagcilar" din destekleyicileri, ABD destekleyicileri, Bati emperyalizmi destekleyicileri, her zaman iktidarda olanin pragmatisizmini kendilerine ideoloji inanc yapanlar ve ne yazikki bir zamanin aydinlari, ilericileri, devrimcileri v.s. Ikincisi de AKP direktifi ile sadece onun istedigini yazanlar, kisaca iktidar usaklari ekonomik cikarcilar ve aslinda kendi ideolojik inancsal goruslerini ACIKLAMAKTAN CEKINEN, SAKLAYAN VE GUNU KURTARMAYA CALISAN SOZDE/SAHTE GAZETECILER. Ayrica sirf AKP direktifini yazmak icin gazetecilige soyunanlar. Herseyden once sunu cok iyi algilamak lazim. Gazetecilik meslegiserefi namusu v.s.; bir gazetecinin kendi ideolojik inancsal dogrusunu habere gore uyarlamak; YALAN/YANLIS HABER YAPMAMAK, OLANI CARPITMAMAK v.s. temelli yanasimdir. Simdi bu son milliyet gazetesinde olan gelismeleri degerlendirelim. Basta butun bu olanlar su an AKP ile oyle veya boyle ters dusen her bir gazetecinin birinci sinif gazetecilige girdiginin algilanmasidir. Yani bugun Basbakan ile "ters dusen" milliyet gazetecileri bugune kadar kendi ideolojik inancsal dogrulari ile AKP'yi ve iktidari her konuda destekleyen gazetecilerdir. Butun yaptiklari su an ulkenin ensicakgundemi olan konuda elde ettikleri bir haberi yayinlamislardir. Ikinci siniftan degillerdir, cunku "ben bu haberi yazarsam basbakani kizdiririm, o da gazete patronunu uyarir, o da bize "firca atar" ve hatta yasak koyar ve belki de isten atar" dusuncesinde degillerdi. Yani bir yerde bu haberin basbakan acisindan boyle bir tepki ile karsilanacagini hesaplamamislardi. Demekki tarih bize aslinda birinci sinif gazetecilerin oyle ya da boyle bugun ya da yarin, AKP baskani ile "ayran icip ayri dusecekleruini" gosteriyor. Iste bu milliyette yasanan durum; bu ayri dususun bugunku oykulerinden ve gecmiste olanlara katilacak olan ne ilk ne de son olacak olan bir durumdur. O yuzden en basta birinci sinif gazeteciler ile ikinci sinif sozde/sahte iktidar usaklari yazarlari biribirine karistirmamak; farklarinin farkina varmak gerekir. Cunku surasi cok onemlidir. Toplumfarkli halklari ve su anki iktidara oyle veya boyle karsi duranlar, gecmiste durmasa da bugun duruslari ile toplumu ve farkli halklarini aydinlatma ve bilgilendirme gorevini yerlerine getirmislerdir. Hic suphe yokki gecmiste bunu algilayanlar ile zarar goren iktidar, bu son milliyet olayi ile de zarar gormustur ve bu zarar onlara oy sayisi olarak ta yansiyacaktir. Sonucta basbakan ozgurluk alanini daralttikca her bir kesimden ve de gazetecilerden bertaraf olanlar ve iktidara karsi olanlar da artacaktir. Sonucta birinci sinif gazetecilerin er ya da gec neyin ne oldugunu algilamasi da iktidar karsitlarina yeni bir acilim ve bakisacisi getirmekte, ve iktidar karsitlarinin elini guclendirmektedir. O yuzden lutfen, birinci sinif gazetecilik ile ikinci sinif sozde/sahte basbakan usagi yazarlari biribirinden iyice farkini gorelim, gorelim ki; Birinci gazetecilere dun bugun ve yarin sirf bu duruslarindan dolayi destek olalim omuz verelim. Onlari koruyup kollayalim ve bundan sonra yazabilmelerini ve belki de iclerinde birikmis olanlari dokmelerine firsat verelim. Cunku onlarin her turlu distalanmasi ve otekilestirilmesi, sadece iktidarin ekmegine yag surer ve bu cikisli gazetecileri caresiz ve gucsuz birakir. Basbakan iktidarda kaldigi surece bugun hali hazirda ona oyle ya da boyle destek veren birinci sinif gazetecilerin oldugunu da unutmayalim. Cunku yarin da onlar farkinda olmadan bir cikis yapacak ve kendilerini bertaraf olmus olarak bulacaklardir. Bunun en buyuk yarari da, ikinci sinif gazeteci musvettelerinin yedigi darbe olacaktir. Cunku azaldiklarinin ve etraflarindaki vicdan cemberinin daraldiginin getirdigi durumu yasamaya ve hissetmeye daha bir yakindan basliyacaklardir. Ayrica bu surec hic suphe yokki, bu on yolda ipi paraza iyice cikmaya basliyan emperyalizm usagi iktidarin ilk ve dunku her turlu destekcisinin giderek azaldiginin da gozlemidir. Bunu yukarida sayilan her turlu ideolojik inancsal dogru ve izm sahibi beyinler de dahildir. Cunku BERTARAF OLAN KENDI TARAFINI BULMAKTADIR. Evet, basbakan ozgurluk cemberini daraltmaya teokrasisini otokrasisi ile yurutmeye ve her turlu bertaraf etmeye devam etsin. Sonucta herbertaraf olan kendi tarafini bulmaktadir. Bu da iktidar karsiti tarafin her turlu artisi anlamina gelir. Cunku hem suru psikoloji hem de korku felsefesi bertarafa yonelim ile sorgulanmaktave delinmektedir. Bakarsiniz yarin basbakan bir ilke daha imza atar ve kendi usaklarinin hic bir yazisini kendi kontrol etmeden yayinlatmaz. Bu da yeni bir bertarafin habercisidir. Cunku cikan yazisini kontrol eden gazeteci yazisinin tirpanlndigini ve hatta tamamen anlam ve icerik degistirdigini gorerek "bu benim yazim degil" demek durumunda kalacak ve isyan edecektir. Ayni milliyet olayinda Can Dundar'in basina gelen gibi. Evet, basbakan sen bildigini okumaya ve bir dedigini kendin yalanlamaya otokrasini her turlu yurutmeye devam et. Sonucta kendi sonunu kendin hazirliyorsun. Ayrica artik ABD'nin de sanaverdigi her turlu destek yine ABD cikari olarak sorgulaniyor. Cunku ABD baskasinin hatasi ile ulkede antipati kazanmayi hic kaldiramaz. Dolayisiyle ve unutmaki ABD cikari kimsenin de gozunun yasina bakmaz. Saddam, Usama Bin Laden tarihteki orneklerdir. Ne kendisine bas kaldirani nede emrinden sapani ne de kendi aklina gore hareket edeni affetmez. Sonucta sen cemberi daraltirken, seni koruyan cember de daraliyor. Sonucta herkesin bir "burama kadar geldi" siniri var. Artik o eski "sustukca sira sana gelecek" donemi bitti. Kimse susmuyor ve belkide sana yarayacagini dusunerek konusuyor, ama bertaraf olmaktan da kurtulamiyor. Cunku "dilin kemigi yok ki buzesin" Evet dun bugun ve yarin iktidar yolundan oyle veya boyle bertaraf olanlara destek olalim ve saflarimiza alalim. Tabi eger, ideolojik inancsal dogrularimiz; teokrasiyi, otokrasiyi, "dindar/kindar nesli" cemaat/ummet toplumunu, sivil diktayi, her turlu "ileri/demokrasi" yutturmacasini, emperyalizm desteginin her turlu insanlikdisi girisiminin "mesru/mubah" kilarak ve bu girisimin "hak ve ozgurluk getirdigi" masalini one surerek elde etmek istedigi her turlu ekonomik/politik ve diplomatik cikarini vebu cikarda soz ve eylem sahibi olmayi ve de su an bile geri kaldigimiz cagin daha da gerisine gitmeyi istemiyorsak!
  14. Bana konu ile ilgili Anayasa maddesini goster ve onun uzerine yazisalim.
  15. DERİN PKK VE ÖCALAN Son dönemde Öcalan’ın sözleri ile örgütün, silahlı ve siyasi organlarının yapıp ettikleri birbiriyle uyuşmuyor, örgüt, liderinin altını boşaltmış görünüyordu. PKK içinde bir derin PKK’dan söz edebilir miyiz? Geçtiğimiz günlerde Osman Öcalan, PKK’da kontrol dışı güçler var diyordu. Özü itibariyle doğru. Tek odaklı tek merkezli bir derin yapı yok PKK’da. Küçük küçük iktidar adacıkları var. Bunlar farklı gizli servislerle örgütlerle bağlantılı haldeler. Mesela İran’ın, Suriye’nin, MOSSAD’ın kontrol edebildiği odaklar bunlar. İhtiyaç duyulduğunda harekete geçirilebiliyorlar. Son örneği Dağlıca baskınıdır. Abdullah Öcalan avukatlarına yaptığı açıklamada bir barış şartı ortaya koyuyor. Yeni anayasaya bir fıkra eklenirse PKK iki ay içinde silah bırakacak diyor. Bu açıklamanın üzerinden bir ay geçtikten sonra 21 Ekim’de Dağlıca baskını oluyor. Bu, barış sürecini sabote etmeye yönelik bir eylem sonuçta. Tıpkı 1993’teki 33 er olayı gibi… Aynen öyle. Sonra avukat görüşmelerinden anlıyoruz ki Öcalan’ın Aktütün baskınından da haberi yok, canlı bomba eylemlerinden de. Avukatlarına talimat veriyor, bundan sonra her eylemden haberim olacak diye. Bu bile bir öfkeyi yansıtıyor. Avukatların Öcalan’dan aldıkları açıklamaları örgüte farklı yansıttıkları iddiası da var. Bunlar ciddiye alınması gereken iddialar. 2002’de AK Parti’nin iktidara geleceği anlaşılınca İmralı’da Öcalan’ın tecrit edildiği iddiaları artmıştı. Ki Öcalan üzerinden PKK hareketlensin. Bunun seçimden sonra da arttığını görüyoruz. Yine 2004’te, yani 5 yıl aradan sonra PKK’nın terminolojisiyle yeniden “savaş” kararı almasında da Türk derin devletinin çok ciddi rolü var. Çok girift, çok karmaşık bir ilişki var. İstedikleri zaman yabancı ülkelerin taşeronu, istedikleri zaman askeri vesayetin aracı olarak devreye girebiliyor PKK. Ama onlar bunu kullanılmak olarak görmüyorlar, asıl onları ben kullanıyorum hedefe ulaşmak için diyorlar. KÜRT ERGENEKONU TASFİYE OLMALI Gelinen nokta da bunu göstermiyor mu? Sonuçta PKK 30 yıl boyunca böyle bir coğrafyada, son derece karmaşık dönemlerin içinden çıktı, var kaldı, bir tür “kurumsallaştı”, kendini kabul ettirdi… Tabi tabi. Şimdi gelinen noktada artık derin devlet büyük ölçüde tasfiye sürecine girdi. Gerçek manada barışın tesis edilmesi için derin PKK’nın da tasfiye olması lazım. Bu konuda ciddi eksikliğimiz. TBMM Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonu raporuna göre bin 700 kişi faili meçhule kurban gitmiş durumda. 17 bin rakamı yalandır. O rakamın içinde PKK’nın öldürdükleri de var. PKK’nın askere polise ve sivil vatandaşa yönelik eylemlerinin dışında, kendi iç infaz sonucu katlettiği 5 bine yakın insan var. Bunlar tümden PKK’lı. Faili meçhul dense de PKK’nın da faili belli cinayetlerinin sorgulanması gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının, Kürt orijinli aydınların derin devletin yargısız infazlarına gösterdiği tepkiyi PKK’nın bu infazlarına karşı da göstermesi lazım. Muhsin Kızılkaya, Orhan Miroğlu, Bejan Matur, Kemal Burkay tavır alıyor. Bu ses ne kadar güçlü olursa PKK’nın vesayeti o ölçüde daha kolay kırılır ve bu bizi barışa daha fazla yaklaştırır. ÖCALAN’IN KADERİ PKK’NIN ELİNDE Öcalan bir yandan PKK’ya silah bıraktıracak tek kişi benim” diyor, öbür yandan “Ben PKK’yı bitiremem, beni bitirirler”. Derin PKK’nın Öcalan ile ters düşme olasılığı nedir? İkinci sorum da şu: Öcalan eceliyle mi ölür İmralı’da? Öcalan’ı birileri bitirmek isterse –ki Türk Ergenekon’unun işlevsizleştirildiği varsayımından hareket ediyoruz, hala yapabilmesi mümkün müdür? İmralı’da o çok zor gözüküyor. Böyle bir ihtimale karşı orada görev yapan kişiler çok sıkı denetleniyor. Belli dönemlerde eğitime tabi tutuluyorlar, görev yapacaklardan hiçbiri şehit yakınlarından seçilmiyor. Ola ki duygusal bir reaksiyon verebilir, suikast girişiminde bulunabilir diye. Psikolojileri zaman içinde bozulabilir diye sınırlı sürede görev yaptırılıyorlar. Eskiden üç aydı. Ciddi tedbirler alınıyor yani, bana zor bir ihtimal olarak gözüküyor ama PKK Türkiye’yi karıştırmak için bazı söylentileri yayabiliyor. Ben Abdullah Öcalan’ın kaderini PKK’nın belirleyeceğini düşünüyorum. PKK’nın alacağı pozisyon, Öcalan’ın kaderini belirler. Eğer PKK hesaplarını Türkiye’ye kan ve şiddet üzerinden ciro etmeye devam ederse Abdullah Öcalan oradan asla çıkamaz. Ama PKK tarihin akış yönünü iyi okur, iyi değerlendirir, barış sürecine katkıda bulunmak, silah bırakmak ve siyasallaşmak isterse ben buna zemin oluşturulacağını düşünüyorum. Oluşacak barış havasının Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki durumunu biraz daha netleştireceğini düşünüyorum. Öcalan tersini söylüyor, PKK’nın kaderi benim elimde diyor. Mümkün değil. Abdullah Öcalan istese de tek başına PKK’yı yola getiremez. Artık kontrol tümden Öcalan’ın elinde değil. Etkili ama tümden değil. PKK ÖCALAN İLE İLİŞKİSİNİ KERHEN YÜRÜTÜYOR Öcalan, PKK’nın talimatlarını dinlemediği ya da bozduğu, sırf tabanı mobilize edebilmek için kullandığı bir figürden ibaret yani öyle mi? O şuradan kaynaklanıyor. Abdullah Öcalan’ın Kürt taban üzerinde ağırlığı var, PKK o nedenle kitlesel zemininin kaybetmemek adına Öcalan ile işbirliğini kerhen yürütüyor. Çünkü PKK Abdullah Öcalan’ı gözden çıkarırsa doğu ve güneydoğuda tabanının büyük ölçüde kaybeder. Abdullah Öcalan gücünü PKK’dan değil tabanından alıyor. Türkiye devleti o tabanı, yani kendi vatandaşlarını kaybetmemek, kazanmak adına Öcalan’ı mı dikkate almalı? Öcalan önemli bir figür ama tek başına Öcalan ile yürütülecek bir müzakereden barış projesi çıkmaz. Onun iradesiyle çözülebilecek bir figür olmaktan çıktı Öcalan. Dikkate alınmalı ama sorunun çözümünü sadece ona endekslenmemesi gerekir. Bu uluslararası bir meseledir aynı zamanda. Dışarıda da örgütün bağlarını koparmak için dışarıda çok ciddi faaliyetler yürütülmeli. AB üyesi ülkelerle, özellikle Fransa ve Almanya ile, bölge ülkeleriyle, Amerika ve İsrail’le diplomatik çabaların güçlü yürütülmesi gerekiyor, yürütülüyor da. KCK operasyonlarına dışarıdan çok ciddi reaksiyon çıkmıyor. Bu, meselenin iyi anlatıldığını gösteriyor. PKK Kandil’e doğru sıkıştırılıyor. Bu süreç bu tonda sürerse PKK ciddi mevzi kaybettirecektir. MANDELA VE ÖCALAN Öcalan’a ev hapsi çözüme katkı sunar mı? Şartlı olarak böyle bir şey olamaz. Şunu yapın yoksa şu olur, kabul edilemez. Mandela 28 yıl hapishanede kaldı. Hayatı boyunca ırkçılığın çözümüyle ilgili talepleri kendi şahsına endekslemedi. Ama sorun çözüldüğünde o da dışarıdaydı. Eğer sorun çözülür, kan akmazsa o günün toplumsal şartları Türkiye’yi bu konuda bir yere taşır. KÜÇÜK VE PERİNÇEK GÖREV ADAMIDIR Ergenekon tutuklularından Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in Öcalan ile samimi fotoğrafları var kitapta. PKK ile bağlantıları üzerine bilgiler de var… Nasıl bir ilişkidir bu? Kimdir bu isimler? Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek solcu değil görev adamıdır. Derin devlet ihtiyaç duyduğunda bu iki şahsı da kullanmıştır. Bunlar da gönüllü olarak yerine getirmişlerdir. Zaten Yalçın Küçük bunu açıkça ifade ediyor. Abdullah Öcalan’a yönelik bir suikast girişimini kendisinin deşifre ettiğini, bu bilgiyi de devlet görevlilerinden aldığını açıkladı. “Bana bir görev verdiler, ben de yerine getirdim” dedi. Onların Bekaa Kampı ziyaretlerini bir gazetecilik faaliyeti ya da entelektüel çaba gibi görmek saflık olur. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek yakın derin tarihin en önemli figürleridir. Daha yakın dönem içinde aynı işlevi yerine getiren isimler var mı? Çok fazlaca var. FATİH ALTAYLI ÖCALAN İLE NİYE GÖRÜŞTÜ? Şöyle sorayım: Kitapta Öcalan ile röportaj yaparken fotoğrafları çekilmiş başka gazeteciler de var. Temiz gazetecilik yaptığından şüphe edilmeyecek ama daha önce zan altında bırakılmış olanlar da var, fotoğrafını ilk kez gördüğümüz de. Fatih Altaylı’nın Öcalan ile röportaj yaptığını ben bilmiyordum mesela. Yani nasıl ayırt edeceğiz Perinçek ve Küçük ile diğerlerini? 2001’de Ergenekon’u ilk defa isim olarak anlatan Tuncay Güney Kilis’te sınırdayken üzerindeki bazı fotoğraflara el konuldu. Yayınladığım fotoğrafların önemli kısmı polisin el koyduğu o görüntülerdir. Fotoğrafta görünenlerin bazıları gazetecilik faaliyeti için bir kısmı ise görev olarak gitmiştir oraya. Kim gazetecilik adına kim görev için gitti iyi sorgulanması gerekir. Fatih Altaylı Abdullah Öcalan ile röportaj yapıyor ama bu röportaj yayınlanmadı. Kendisi “Ben bunu çalıştığım kanal için yaptım fakat kanalım bunu yayınlamadı. Bu arada benim röportaj yaptığımı MİT öğrenmiş. Ben kaseti ham haliyle MİT’e verdim” diyor. İyi niyetli bir açıklama da olabilir, başka bir hesap da olabilir. Üzerinde durulması, sorgulanması gereken bir ifade… Gazetecilikten geldiniz, işleyişi bilirsiniz, yapılan her iş yayınlanır diye bir kaide yoktur bilirsiniz... Elbette, zaten burada anormal olan o kasetin MİT’e gitmesidir. Benim gazetem beni oraya gönderse, ama gazetem yayınlamasa ben o kaseti asla MİT’e vermem. Bir şekilde yayınlatmaya çalışırım. Ben gazeteciyim. Devlet adına gitmemişsem oraya asla o kayıtları da devlete teslim etmem. Ederim diyen varsa da orada soru işareti oluşur. KARANLIK NOKTA: KESİRE ÖCALAN MİT’in Öcalan ile irtibatı, babası MİT mensubu olan, sonradan evlendiği Kesire Yıldırım ve Pilot Necati üzerinden kuruyor. Pilot Necati’nin ölüp ölmediği tartışmalı ama Kesire Öcalan’ın hayatta, Avrupa’da olduğu biliniyor. Devlet neden ulaşmadı ona, ya da Öcalan diğer muhalifleri gibi onu neden öldürtmedi? Kesire Öcalan aynı babası gibi MİT adına çalışan birisi. Abdullah Öcalan da bunu bilmesine rağmen evlendi ve 10 sene birlikte kaldılar ve 89’a kadar da örgüttü kaldı Kesire Öcalan. O tarihten bu yana bir Avrupa ülkesinde yaşıyor. PKK kendi içindeki 5 bine adamını ajandır haindir vesaire diye öldürdü. Öcalan Kesire’nin de ajan olduğu yönünde açıklamalar yapıyor. Ama herhangi bir şey yapılmaması karanlıkta kalan noktalardan biri. Ben Abdullah Öcalan’ın Kesire Öcalan’ı koruduğunu düşünüyorum. Sevgisinden değildir herhalde? Sevgiden değilse de MİT’ten gelen eski yol arkadaşları bunlar. Belki bilmediğimiz ayrı bir şey olabilir, belki karı-koca ilişkisinin getirdiği bir duygusallık olabilir. Sonuçta ona dokunmadı ve örgüt içindeyken de ona yönelik eleştirilere hep bir paratoner rolü oynadı, kimseye ezdirmedi. Derin devlet de onunla bağlantılar kurmuş olabilir. Mehmet Eymür’ün başkan olduğu dönemde MİT’in bir suikast planladığı, Mehmet Ağar’ın araya girip engellediği “Zaten Öcalan’ın ölüm listesinde, bunu yaparsan ona yardım etmiş olursun” diye engellediği bilinir. Anlıyoruz ki MİT’in de bir koruma örtüsü var Kesire Öcalan ile ilgili. Belki de hala bir kullanımı vardır. Benim anladığım şey şu, hem derin PKK hem derin devlet açısından can güvenliği garantisi olan iki kişi var; biri Abdullah Öcalan diğeri Kesire Öcalan. Öyle gözüküyor, iki taraf da koruyor çünkü.
  16. PKK’nın hedefi her Kürt evinden bir ölünün çıkması diyen milletvekili Şamil Tayyar konuyla ilgili şok eden açıklamalarda bulundu... KÜRT ERGENEKONU KİTABININ YAZARI GAZİANTEP MİLLETVEKİLİ ŞAMİL TAYYAR Tayyar: PKK’yı MİT kurdu, kullandı ve kontrolü kaybetti. PKK bugün örgüte yakınlık, devlete düşmanlık oluşsun diye her Kürt ailesinden bir ‘asker’ alıyor, ölmelerini umuyor. Bu, örgütün stratejik bir taktiğidir. Türkiye kendi derin devletiyle hesaplaşıyor, Ergenekon ve Balyoz davası başta olmak üzere kirli yapılardan arınmaya, daha şeffaf, denetlenebilir ve daha demokratik bir devlet kurmaya çalışıyor. Ergenekon dosyasına çok iyi derecede hakim olan AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar; Kürt meselesinin çözülmesi, terörün sonlandırılması sürecinde, atılacak adımlar, yapılacak reformlar kadar PKK’nın kirli yapılarla ilişkisinin, derin yüzünün de görülmesi gerektiğini hatırlatıyor. Gazetecilik yaptığı dönemde bu konuda kitaplar ve sayısız makale yayınlayan Tayyar’ın yeni kitabı “Kürt Ergenekonu / Derin PKK’nın Gizli Kodları” adını taşıyor. Tayyar ile biz de, kitaptan hareketle, PKK’nın MİT tarafından kurdurulduğu iddiasını, terör örgütünün zaman içinde nasıl uluslararası kullanıma açık bir taşeron haline geldiğini, derin devletin hesabına hangi işleri nasıl gördüğünü, bugün Silivri’de tutuklu bulunan kimi isimlerin PKK ve Öcalan ile nasıl bir ilişkileri bulunduğunu ve daha pek çok ‘karanlık ve kirli gerçeği’ konuştuk. “Kürt Ergenekonu” niye yazıldı? Biz bu kitapta, PKK’nın ne anlama geldiğini, Türkiye’nin barışa yaklaştığı dönemlerde süreci sabote eden eylemlerin arkasında hangi odakların olduğunu, bu odaklarla PKK arasındaki bağlantıları ortaya koyalım istedik. Nasıl bir fayda umuyorsunuz? Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için öncelikle devlet içinde kümelenmiş çetelerin tasfiyesi gerekiyordu. Bu, Ergenekon ve Balyoz sürecinde büyük ölçüde başarıldı. Ama işin PKK ayağıyla ilgili derin hesapların deşifre edilmesi ve hem Kürt hem Türk kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Son sekiz yılda Türkiye, Kürt meselesinin çözülmesi konusunda çok önemli işler yaptı. Devamı planlanıyor, başta anayasa değişikliği olmak üzere. Özellikle PKK ile bağlantılı derin unsurlar ve uluslararası güçlerle bağlı bir takım şer odaklarının deşifre edilmesiyle Kürt meselesinde çözüm umutlarının artacağına, daha somut adımların atılabileceğini düşünüyorum. PKK ROJ TV’DEN TEHDİT EDİYOR Derin PKK üzerine daha önce de benzer nitelikte kitaplar yayınlanmıştı ama sizin Ergenekon dosyasına çok hâkim bir gazeteci ve çok popüler bir yazar olmanız sebebiyle bu kitabın öncekilerden daha farklı bir etkisi olacağını varsayabiliriz. Özellikle Kürtler üzerinde nasıl bir etki bekliyorsunuz? PKK bundan çok ciddi rahatsızlık duyuyor. Kitap çıktığı andan itibaren Roj Tv’de aleyhime yayınlar yapılıyor. Kitapla eş zamanlı olarak tehditler de artmaya başladı. İslahiye’de babamın oturduğu evin etrafında sahte plakalı araçlar dolaşmış. Belli ki çok rahatsızlar. Biz de hem burada, hem Gaziantep’te tedbirlerimizi aldık. PKK hakkında çok ağır bir dille yazılmış başka kitaplara benzer reaksiyon göstermemişlerdi ama bu kitap canlarını çok sıkmış olmalı. Malum Uğur Mumcu’nun da PKK-MİT ilişkisini araştırdığı için öldürüldüğü iddiası var. Roj Tv yayınlarından sonra bazı BDP’liler Mecliste ve dışarıda benzer tehditlerini sürdürdüler. Gazeteci sıfatıyla ilgi ve çalışma alanlarınız belli ancak bugün AK Parti’den milletvekilisiniz. Ve Hükümet’in meseleyle ilgili siyaseti “terörle mücadele, siyasetle müzakere”. Bu yeni bir dönem, bu defa her şey farklı olacak deniyor. Böyle bir zamanda çıkardığınız “Kürt Ergenekonu” için birileri “kitap, operasyonun bir parçası” derse cevabınız ne olur? Ergenekon ve Balyoz’la ilgili yazılar yazdığımızda gazeteciydik. Bu kitabı yazmış olmamın milletvekilliğimle hiçbir ilgisi yok. Gazetecilik refleksiyle geçmişteki çalışmalarımızı yürüttük. Partinin etkin isimleriyle bir konsept oluşturup da yazmış da değiliz. Geçmiş çalışmalarımızla bunun arasında da bir çizgi kırıklığı da yok. O nedenle bir operasyon gibi de algılanamaz. CIA VE MOSSAD İSTEDİ, MİT PKK’YI KURDU PKK’yı MİT’in kurduğu söylenegelen bir şeydi, siz de kitabı belgeler bulgular ifadeler eşliğinde bu tezin üzerine inşa ediyorsunuz. İlk soru şu: MİT, PKK’yı niye kurdurdu? O tarihte siyasi Kürt hareketleri daha çok radikal sol hareketler içinde kümelenmişti. 70’lerin sonlarına doğru Kawa gibi, Rızgari gibi bağımsız Kürt hareketleri çıkmaya başladı. O günün şartlarında devlet bu örgütleri tehdit gibi görüyordu. Komünizm korkusu vardı. Bunu enterne etmek için bir örgüt kurdular. Bu örgüt, PKK idi. Bu aslında CIA ve Mossad’ın denediği yöntemlerden biridir. Hamas da El-Fetih’e karşı kurdurulmuştu, El-Kaide de böyle kurulmuştu. İkisinin de gerisinde Amerika ve İsrail’i görürsünüz. Ama zaman içinde bu örgütler kontrolden çıkarlar ve o ülkeyle çatışmaya girerler. Türkiye’de de benzer bir PKK tecrübesi var. Diğer örgütleri yok etmek adına PKK kurduruldu. ODA TV MOSSAD’IN HİZMETİNDE MİT ile Mossad arasında artık böyle bir “etkileşim” yok. Hatta MİT-PKK görüşmelerinin sızdırılmasının arkasında İsrail’in olması ihtimali var? Görüşmelerin sızdırılmasının sebeplerinden biri de MİT’teki değişimden duyulan rahatsızlıktır. Artık eskisi gibi yönetebildikleri yönlendirebildikleri bir örgüt olmaktan çıktı MİT. O nedenle Hakan Fidan işbaşına geldikten sonra o kadar rahatsız oldular ki, ilk kez bir ülke bir başka ülkede gizli servisin başına getirilen şahıs hakkında açıklama yaptı. Bunun bir örneği daha yoktur. “Fidan, İran yanlısıdır” dendi. Özellikle Oda TV üzerinden karalama kampanyası yürütüldü. Görüştüğüm devlet yetkililerinin verdiği özel bilgilere dayanarak söylüyorum, bunun gerisinde de İsrail derin devleti vardı. ÖNCE ASALA, SONRA PKK Global derin yapıların gücü ve etkinliği açısından soruyorum; Türkiye’nin şimdi eskisinden farklı olarak irade geliştirmesinin, direnmesinin sonuçları aynı zamanda onu olası tehlikelere de açık kılmıyor mu? Elbette, Türkiye artık bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olmak gayreti var. Kendilerini asıl oyuncular olarak gören ülkeler yeni bir oyuncunun sahne almasından elbette ki rahatsız olurlar. Türkiye üzerinde hesabı olan her ülke, başta terör olmak üzere her enstrümanı kullanmak isteyecektir. Ayrıca Türkiye’nin yer alacağı pozisyon küresel oyundaki oyuncuların taraflarını da ciddi şekilde etkileyecektir. Onun için bütün oyuncular Türkiye’yi ya etkisizleştirmek ya da kendi saflarına çekmek isteyeceklerdir. Onun için de Türkiye üzerindeki bu oyunlar asla bitmez. PKK tümden ortadan kaldırılabilse bile bizi asla sıfır terörle, kendi halimize bırakmazlar. Onun için bizim bir miktar bu oyunlarla da birlikte oynamayı öğrenmemiz gerekiyor. 1984’de nasıl ASALA tasfiye edilip yerine PKK ikame edildiyse yine aynı şey olacak. Ya başka bir terör örgütü ya da yeni çatışma alanları ikame edeceklerdir. Geçmişte Alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt çatışmasını körüklemek için birçok hareketleri kullandılar. Türkiye’nin çok kırılgan bir toplumsal dokusu var. Osmanlı bakiyesi üzerine inşa edildik, birleşme yerlerimizi bilen ulusal ve uluslar arası güç odakları bunlar üzerinde oyunlar oynanabiliyor, sürekli jilet atıyor, kanatıyorlar. Ama Türkiye, Ergenekon ve Balyoz mücadele sürecinde bu oyunların perde gerisine dair çok açıklayıcı bilgilere sahip oldu, artık eskisi gibi oyuna gelmiyor. Daha araştırmacı sorgulayıcı bir kitle oluşmaya başladı. Eskiden sağcı ve solcu kavgası yaratıp Uğur Mumcu öldürüldüğünde, onu sağcıların öldürdüğü havası yaratıyor, başarılı da oluyorlardı. Ama artık bu mümkün olmuyor. Olmadığı için de çatışmaları derinleştirmeye çalışıyorlar. ARTIK HERKES TEZGAHI GÖRÜYOR Türkiye her anlamda bir faylar ülkesi. Van’da geçen hafta fiziki bir fay hattı kırıldı maalesef. Depremle birlikte devletle Kürtler, Kürtlerle Türkler arasında da bir fay kırılsın istendi ama şükür öyle olmadı... Ama bunu denediler. Sayın Başbakan’ın ifade ettiği gibi molotof ya da taş atarken kitleleri kısa sürede örgütleyenler, deprem faciasında kenarda ve sessiz kalmayı tercih ettiler. Ya da bir takım yağma faaliyetlerine öncülük ettiler. Bunun üzerinden bir iktidar karşıtlığı yükseltmek istediler. Kısmen başarılıymışlar gibi görünse de hesapları tutmadı. Milletin sağduyusu bunu aştı. Bunda son yıllarda çetelerde derin yapılarla mücadelenin insanların zihninde yarattığı etki vardır. Artık herkes bu büyük tezgahı görüyor. KÜRTLER ÖZGÜR OLSA BDP YÜZDE 1 ALAMAZ Türkiye toplumunda bunun bir karşılığı var gibi ama Kürt toplumunda psikoloji ve etkileşim biraz daha farklı işliyor? Çünkü doğu ve güneydoğuda PKK vesayeti var, özgür düşünce, özgür ifade gelişmiyor. O nedenle orada diğer bölgelerdeki gibi bir uyanış olmuyor. Bu PKK vesayetinin kırılması lazım. Orada entelektüeli, siyasetçisi, aydını da vatandaşlarımız da maalesef özgür değil. Orada özgür oy kullanmak mümkün olsa iddia ediyorum BDP’nin oyu yüzde 1’i bile geçmez. PKK’NIN HEDEFİ HER KÜRT EVİNDEN BİR ÖLÜ ÇIKMASI Dağ ile ovanın gönül durumlarını dikkate almak gerekir sanırım. Bir yakınını kaybetmiş, canı yanmış, şimdi de dağda çocuğu olan insanlar için herhalde bunu böyle söylemek çok da mümkün değil? Tabi ölüm sayısı arttıkça terör örgütüne yakınlık da tetikleniyor. Zaten PKK’nın hedeflerinden biri her Kürt ailesinden bir ceset çıkmasıdır. Eğer bunu başarabilirse bölgeyle örgüt arasında daha güçlü bir duygusal bağ kurulabileceğini ya da kurulan bağın daha güçlenebileceğini düşünüyorlar. Haklı olarak ailesinde hayatını kaybeden bir genç olduğunda, annesi babası yakınları onun acısı ve öfkesi üzerinden devlete bir düşmanlık besleyebiliyorlar. İlave olarak örgüt de bunu bilerek köpürtüyor. Bunu bir stratejik taktik olarak izliyorlar. O nedenle her evden mutlaka kendi ifadeleriyle “asker” almaya çalışıyorlar. Bölgede her aileden bir ölünün olmasını umuyorlar. Hem örgüte yakınlık hem devlete düşmanlık için. TSK açıkladı, son hava ve kara harekâtında şu kadar örgüt elemanı öldürüldü, diye. Bu ölümler yine PKK’ya “yarayacak”, barış sürecinin aleyhine işleyecek öyle mi? Maalesef PKK son dönemde tırmandırdığı eylemlerle kabul etmek gerekir ki psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Terör örgütünün psikolojik olarak üstün olduğu bir dönemde sizin güçlü ve kalıcı reformları hayata geçirebilmeniz son derece zordur. Onun için terör örgütünün dizlerinin üzerine çökertilmesi, PKK’ya haddinin bildirilmesi gerekiyor. Ondan sonra Kürt meselesinin çözümüne dair eksik kalan reformları peş peşe devreye sokmanız lazım. MİT KENDİNİ ELE VERMEZ MİT bugün, geçmişte kurdurduğu örgütün tasfiyesi için çaba harcıyor ama şunu niye yapmıyor? Arşivini açsa ve PKK’nın kuruluşuna dair bu çok mühim gerçeği açıklasa, PKK’nın tabanıyla bağlarının koparılması açısından çok daha kesin bir sonuç almaz mı? Bunu geçmiş dönemde yapamazdı. MİT kendini sanık sandalyesine oturtmaz. Böylesine büyük bir günahın parçasıysa bunu nasıl deşifre edecek? Daha erken deşifre edilebilseydi PKK açısından sıkıntı olabilirdi ama artık gelinen noktada bunun deşifre edilmesi de örgüte zarar vermiyor. Çünkü 36 ülkede örgütlendi, uluslararası bir takım servislerle ve sermayelerle bütünleşti. Dolayısıyla devletle bağının deşifresi onun için tehdit unsuru olmaktan çıktı. Kaldı ki Abdullah Öcalan’ın bu konudaki savunması da hazır. Geçmişte gündeme geldiğinde, “bir dönem ilişkimiz oldu, ben onları kullandım” diyor. Savunma mekanizması da geliştirilmiş durumda. PKK HERKESİ, HERKES PKK’YI KULLANDI PKK MİT’in kontrolünden ne zaman ve nasıl çıktı? Uluslar arası derin yapıların kontrolüne nasıl girdi? 1980 darbesinden sonra devlet içinde ilişkide olduğu kişiler Öcalan’ın yurt dışına çıkmasını sağladı. Yurt dışında olmak Öcalan’ın başka ülkelerin istihbarat örgütleriyle bağ kurmasının yolunu açtı. PKK’nın hedefleri asıl bu süreçte, o dönemki partnerleriyle birlikte netleşti. O dönemde Irak, İran, Suriye soğuk savaş döneminin Rus bloğunca kontrol ediliyordu. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde PKK ile ciddi çatışmaları oldu. O dönem İsrail’in en büyük düşmanlarından biri PKK idi. PKK, ASALA ile birlikte Filistin kamplarında kalıyordu. Ama 1. Körfez savaşından sonra bölgeye İsrail ve Amerika daha etkin biçimde yerleşmeye başlayınca Abdullah Öcalan da partnerlerini değiştirmeye başladı. Öcalan konjonktürel şartları her zaman iyi kullanmayı ve kendi lehine çevirmeyi bilmiştir. Maalesef Türkiye ise Öcalan’daki ve PKK’daki bu değişimi doğru algılayamamış, pozisyon almakta zorlanmıştır. Küçümsendiği için mi? Yıllarca bir avuç çapulcu denmişti… Başlangıçta küçümsediler, ciddiye almadılar, çok basiretsiz davrandılar. Zaman içinde de terörün, PKK’nın, Öcalan’ın askeri vesayeti güçlendirici rolünü keşfettikleri için de onu kullandılar. Çünkü terörle birlikte sivil siyaset üzerinde daha kolay otorite kurabiliyorlardı. En somut hadisesini 28 Şubat’ta yaşadık. 28 ŞUBAT’TA PKK FAKTÖRÜ PKK 28 Şubat post-modern darbesinin neresindeydi? 28 Şubat sürecinde Emniyet’in elindeki ağır silahlar teslim alındı. Erbakan’ı istifaya zorlamak için terör olayları birdenbire tırmandırıldı. Arabulucular devre dışı bırakıldı vs. ve 1997 Mayıs ayında Irak’a çok büyük bir kara harekâtı yapıldı. Harekatta iki helikopter düşürüldü ve helikopterlerin düşürülmesi ilk defa TSK tarafından kamuoyuna açıklandı. Eskiden bunları kamufle ederlerdi. Bunu açıklarken de hükümetin ödenek vermediğini iddia ettiler. Yani terörle mücadelede her unsuru siyasi iktidar üzerinde baskı unsuru olarak kullandılar. Ve 1997 yılında ilk defa kara kuvvetleri komutanlığı, terörle mücadeleyi tümden kendi komutasına aldı. Ondan sonra da askerin temel fonksiyonu haline geldi. Sivil otorite zaman içinde bu süreçten dışlandı. Özel tim grupları bölgeden el çektirildi. Bugüne kadar da geldi. Bugün tekrar özel birlikler ve polis devreye sokuluyor. Bunun en somut örneği son Çukurca baskınıdır. Baskında zayiat verilmeyen tek yer polis lojmanlarına yapılan saldırıdır. 50 civarında özel harekât polisi saldırıyı püskürttü ve jandarma birliklerine yardıma gitti. Oysa emniyet, ordunun karşısında alternatif güç olarak oluşturuluyor gerekçesiyle tasfiye edilmişti. Yani terör derin devletin işine geldi. İRAN-KARAYILAN İLİŞKİSİ Karayılan-İran ilişkisine dair çok karanlık, açıklanamayan bir belirsizlik var. Global Ergenekon ve derin PKK açısından siz bunu nasıl açıklıyorsunuz? İran bölgede yalnız bir ülke ve kimseye de güvenmiyor, Türkiye dahil. Fakat AK Parti döneminde bu soğukluğu ortadan kaldırabilecek, Türkiye açısından samimiyetini test edebilecek çok önemli hadiseler yaşanmıştır. 2004’e kadar İran, PKK’yı terör örgütü olarak ilan etmemişti, geç etti ama PKK’ya karşı güçlü şekilde mücadele de göstermedi. İran gizli servisi PKK içindeki bazı unsurları zaman zaman kullandı. Geçmişte PKK içinde ilişkisinin en iyi olduğu isim Osman Öcalan’dı. O PKK’dan tasfiye olunca, bunu Mustafa Karasu ve Cemil Bayık üzerinden yürüttüğünü görüyoruz. Murat Karayılan’ın da aynı şekilde İran gizli servisiyle ilişkisi var. Ama İran’ın da başında PKK’nın bir kolu olan PJAK var? Zaten PKK’nın Türkiye ile mücadelesini Türkiye ile sınırlı tutmayıp İran ırak ve Suriye alanına da genişletmek istemesi bu ülkeleri biraz tedirgin etti. PJAK üzerinden İran ile PKK arasında bir kırgınlık yaşandı. Bu tür durumlar geçmişte Öcalan Suriye’de kalırken de yaşanıyordu. PKK, Suriye’de Kürtleri örgütlemeye kalkınca Esat yönetimi Öcalan’ı o denemde uyarmış ve iki kez Öcalan’ı tutuklayarak ev hapsi uygulamıştı. Karayılan yakalandı iddiasını da PJAK’ın saldırılarını tırmandırması karşısında İran yönetiminin reaksiyonu olarak görüyorum. Belki Murat Karayılan kısa süreli bir gözdağı ya da yeni pazarlık aracı olarak gözaltına alınmış, ev hapsinde tutulmuş, bir anlaşma sonucu serbest bırakılmış olabilir. Bugün PJAK tümden kenara çekilmiş vaziyette. Suriye’de de öyle. Tamamen Türkiye üzerine odaklanmış bir PKK var. Çünkü eylemlerini Türkiye üzerine yoğunlaştırdığında asla Suriye ve İran’da eylem yapmazlar. Bu bir stratejidir. Zaten Fehman Hüseyin’in teröristlere verdiği mesajlarda da bunu açıkça görürüz. O nedenle İran kendi bölgesinde etkinliğini sürdürmek adına her türlü muhalif terör örgütünü kullanıyor. TÜRKİYE’NİN DÜŞMANI PKK’NIN DOSTU Şu anda bu bölgede PKK ile ilişkisi olma olasılığı güçlü olan ülkeler İran, Suriye ve İsrail. Türkiye’nin Suriye ve İsrail ile ilişkisi yok gibi, ilişkisizlik hali var. Irak ve ayrıca Kuzey Irak Kürt yönetimi ise Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istiyor, teröre karşı da işbirliği yapıyor. Bölgedeki bu durum, global Ergenekon, büyük oyuncular açısından pozisyonların nasıl konumlanması demek? Bu durum onların ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye’nin ilişkileri gerildikçe PKK’nın da, bu uluslar arası güç odaklarının da manevra alanı genişliyor. Öcalan zaten diyor ki “Türkiye hangi bloktaysa biz onun karşısındayız. Türkiye Amerika’ya yaklaşırsa biz Rusya’nın yanındayız, Rusya’ya yaklaşırsa Amerika’nın yanındayız”. PKK kendi konumunu zaten Türkiye karşıtlığı üzerine belirlemiş. Onun için Türkiye’nin düşmanı ne kadar artarsa PKK’nın ekmeğine o kadar yağ sürmüş oluyorsunuz aslında. O yüzden 2009’da one minute’den itibaren PKK’nın İsrail ile ilişkilerinin sıklaştığını görüyoruz. İran ile ilgili Türkiye direnmeye başlayınca Amerika’nın PKK ile ilişkilerinin geliştiğini görüyoruz. Yakın zamana kadar Suriye ile ilişkiler iyiydi, Arap baharı durumu değiştirince PKK ile Suriye ilişkileri hemen gelişti. Geçmişte Sırbistan PKK’ya füze ve füze eğitimleri verdi, Kanas tipi suikast silahları verdi. Bosna savaşı bittikten sonra bazı Sırp tetikçiler PKK içinde görev aldı. Yani Türkiye’nin hangi ülkeyle ilişkisi bozulursa PKK onunla işbirliği yapmak istiyor, o ülkede Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda masaya çekebilmek adına PKK’yı kullanıyor. Eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un PKK şanslı bir örgüttür demesinin altında yatan da zannedersem bu. Uluslar arası konjonktür PKK’ya her zaman fırsatlar sunmuş, PKK da bunu her zaman iyi değerlendirmiştir. Türkiye ise süreçleri iyi okuyamamıştır. ÖCALAN PENTAGON EMANETİDİR Uluslararası güçlerin Türkiye’ye karşı istediği zaman istediği gibi kullandığı Öcalan, Türkiye’ye 1999’da teslim edildi. Paketi teslim eden Pentagon’du. Amerikan’ın bölgeyle ilgili hesaplarının farklı olduğunu, bölgede bir Kürt devleti kurulmasına izin verecekse bunun Öcalan eliyle değil daha önce yine Saddam’a karşı desteklediği Talabani-Barzani ile olmasını tercih ettiğini biliyoruz. Fakat Amerika bu teslimatı iyilik güzellik olsun diye yapmadığına göre Amerika bundan ne umdu, Türkiye karşılığında ne verdi? Şöyle olduğunu düşünüyorum. 1997 sonundan itibaren Amerika orta doğuyu yeniden planlamayı düşünüyordu. Bu çerçevede PKK yeni planla örtüşmeyen bir örgüttü. Etkisizleştirilmesine ihtiyaç vardı. Partner olarak belirlediği Kürt liderler Talabani ve Barzani de Öcalan’dan ciddi şekilde rahatsızdı. Amerika’da yeni Ortadoğu projesini hayata geçirmek adına Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. Ancak idam etmeyeceksiniz diye şartlı olarak verdi. Bunu da Türkiye o zaman bir devlet politikası olarak kabul etti. Amerika Öcalan’ın idam edilmemesini niye istedi? Kendisi bazı eyaletlerinde idam cezasını uyguluyor. Ayrıca mücadele ettiği terör örgütü liderleri –en son Usame bin Ladin- ya da savaştığı başka liderler –Saddam, Kaddafi… canlı ele geçirebilecekken öldürüldü ve o halleri günlerce gösterildi. Öcalan’ın yaşatılmasını nasıl bir siyasi hesapla istedi Amerika? Amerika henüz PKK’nın misyonunu tamamladığına inanmıyordu. İstediği zaman kullanabilmek için o günün konjonktürel şartlarında etkisiz ama bir kenarda kalacak, zaman içinde geleceğiyle ilgili karar vereceği bir durumu oluşturmaya çalıştı. Onun için de Abdullah Öcalan’ın ölümü üzerinden doğabilecek yeni tartışmaların ve tırmalanacak terörün bu hesabı bozabileceğini düşünmüş olabilir. Zaman içinde halletmeyi düşünmüş olabilir. Abdullah Öcalan tümden bir Pentagon emanetidir Türkiye’ye. TÜRKİYE ÖCALAN’I ASABİLİR MİYDİ? Türkiye neden idam etmedi? İşin hukuki ve insani tarafını dışarıda tutarak, global oyunlar, devlet politikaları vesaire açısından soruyorum: Şartlı verildi, devlet de okey dedi tamam ama devletin bekasını her şeyin önünde tutan, bu amaçla hukuk dışına da çıkmış, yargısız infazlar yapmış, tüm gücünü terörle mücadeleye vermiş bir devletsiniz sonuçta. Bence bunun bir cevabı olmalı. Tabi o şart yerine getirilmeyebilirdi ama bu da çok güçlü bir irade gerektirir. Teslim alan siyasi iktidarda böyle bir siyasi irade yokmuş. İlave olarak şunu söyleyeyim: Devletlerin verdiği sözler her zaman önemlidir. Çadır devleti değilsiniz. Eğer öyle bir hesabınız varsa bunu önceden oraya dikte ettirirsiniz. Zaten farklı bir şey olsaydı teslim etmezlerdi muhtemelen. Amerika’nın hesabı bu olabilir, önemli olan sizin hesabınızdır? Nedir Türkiye’nin hesabı? Türkiye’nin o zamanlar bu konuda ciddi bir hesabının, stratejisinin olmadığı anlaşılıyor. Bu şartları Türkiye kendi lehine de çevirebilirdi. Nasıl ki PKK dünya konjonktürünü kendi lehine bir fırsata dönüştürüyorsa Türkiye de bunu yapabilirdi. Ama maalesef bunu başaramadılar. PKK’NIN SON SÜRÜMÜ KCK PKK’nın yani Kürt Ergenekon’unun son sürümü KCK mıdır? Evet, son hali KCK’dır. Öcalan’ın talimatlarına bakınca görürsünüz. Sürekli yeni modeller deniyor. Koma Kamalan Kürdistan dedi, Demokratik Konfederalizm dedi, Demokratik Toplum Kongresi dedi. PKK’ya önce KADEK, sonra KONGRA-GEL dediler sonra vazgeçtiler. Sürekli hem kadro, hem ideoloji, hem isim olarak kendilerini yenilemeye çalıştılar. Her adımda başka bir hesapları vardı. Gelinen noktada hedef büyüttüler ve mevcut şartlara uyarlamaya çalıştılar. Şunu fark ettiler: Türkiye’den toprak kopartarak bağımsız devlet kurmak şu aşamada mümkün gözükmüyor. O halde bir sınırsız paralel devlet yapılanmasına geçelim. İşte KCK bunun adı. Kürtlerin yoğun yaşadığı dört ülkede sınır tanımadan ama ilerde kurulacak muhtemel bir devletin alt yapısını oluşturacak şekilde bir anayasa sözleşmesi hazırladılar ve buna bağlı bir yapılanmaya gittiler. Yasama yürütme yargı gibi bir devlette olması gereken tüm kurumlara KCK sözleşmesinde yani KCK anayasasında yer verdiler. PKK da bunun bir alt kolu olarak yer alıyor. HAKKARİ PİLOT BÖLGE PKK halihazırda “resmi” olarak “bağımsız devlet istemiyorum” diyor. Çünkü o tezin şu aşamada bir karşılığı yok. Bunu revize ettiler. 1978’den bu yana Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına baktığımızda 40 ayrı öneri getirdiğini görürsünüz. Devlet kurma hedefimiz yok diyor sonra var diyor. Sonra tekrar “Bin yıllık Kürt tarihinde Kürt devleti kurmaya hiç bu kadar yaklaşmadık. 1993 final yılımızdır” diyor. Ama gelinen son noktada hedefleri bu. Eylemlerin tırmandırılması, Hakkâri’nin pilot bölge seçilmesi, demokratik özerklik projesinin ete kemiğe büründürülmesinden kaynaklanıyor. Hakkâri’de başarılı olabilirlerse bunu Diyarbakır’a doğru yaygınlaştırmak istiyorlar. Devam ediyor....
  17. Benim tepkim mantiksal bilimsel ve bilisseldir. Bunlari icermeyen bir yanita tepki vermek ayni sosyo-psikolojiyi yasamak ve yasatmaktir. Buna ne benim ne de benim yazdigimi okuyanin ihtiyaci yok.
  18. Yahu neden yazilanlarin verildigi gibi algilanma sorunu var. Ben gemiden degil; dunyada mevcuttum hayvan turlerini icine alabilecek bir buyuklukteki gemiden bahsediyorum. Bunu iddia etmek bugun bir sosyo-psikolojik sorundur. Bak yazilan bu bir daha iyi oku ve anla; Oyle bir gemi yaprki, tarihi onemli degil canim. Cok buyuk bir transatlantik buile yapar yeterki inan ve sanki dunyada kac turr hayvan oldugunu biliyormus ya da onlarin hepsine ulasabiliyormus ya da onlari bu gemiye sigdirabiliyormus gibi de yazar masalini ve inanca hukmeder. EEE inanc ta inanitr tasbi ki. Cunku inancin beyin ayari da yoktur mantik ayarida. Sadece inanmak yeterlidir. Bak senin icin koyulastirdim.
  19. evrensel-insan şurada bir başlık gönderdi: Evrim Kuramı
    EVRiM KONUSUNDA ONERi KAYNAKLAR LiSTESi: 1) Evrim Kuramiyla Ilgili Prof. Dr. Ali DEMIRSOY ’in Okunmasini Onerdigi Bazi Yayinlar: Avers, C., Evolution. Harper and Row, New York: 1974. Baer, A. S. ed., Heredity and Society: Readings in Social Genetics. Macmillan , New York : 1973. Barnett, L., The Universe and Dr. Einstein, (Einstein ve Evren, Ceviren H. Aydin), IsIklar Kitapevi, Istanbul: 1959. Baykal, F., Historik Jeoloji. Karadeniz Teknik Universitesi Yayinlari No: 38, Kutulmus Matbaasi, Istanbul: 1971. Beer de G., A Handbook on Evolution. British Museum , London : 1970. Bilge, E., Evolusyon. Fen Fakultesi Basimevi, Istanbul: 1973. Briggs, D. A. S. M., Walters, Plant Variation and Evolution. World University Library, London : 1969. Brodrick, H., Man and his Ancestry. Fawcett Publications, Greenwich : 1964. Brown, and E. Hutchings, Jr., eds. Are our Descendants Doomed. Viking Press, New York : 1972. Calvin, M., Chemical Evolution. Oxford University Press, New York : 1969. CAMPELL, Genel Biyoloji PALME yayincilik Clarke, W. E. le G., History of primates. British Museum. London: 1970. Colbert, E., Die Evolution der Wirbeltiere. Stuttgart: 1965. Cole, S., Races of Man. Trustes of the British Museum (Natural History), London : 1965. Darwin, C., Insanin Tureyisi (Ceviren Yavuz Erkocak), Sol Yayinlari, Ankara : 1968. Day, M.H., Der Mensch der Vorgeschichte. Delphin Verlag, Istanbul: 1969. Day, W., Genesis on Planet Earth, Shiva Publishing Limited, London : 1981. DEMIRSOY, A., KALITIM VE EVRIM, METEKSAN yayinlari DEMIRSOY, A., EVRENIN COCUKLARI “Yaratilisin Oykusu”, METEKSAN yayinlari EVRIMSEL ANALIZ (Ceviri), PALME yayincilik Demirsoy, A., Yasamin Temel Kurallari (Genel Zooloji), Cilt 1., Hacettepe Universitesi Yayinlari, A 28, Ankara-Beytepe: 1979. Ditfurth, V. H., Im Amfang war der Wasserstoff. Hoffman und Campe , Hamburg : 1973. Dobzhansky, G., Genetics of the Evolutionary Process. Columbia University Press, New York : 1970. Eaton, Th., Evolution. Norton, New York: 1970. Goldsby, R. A., Race and Races. Macmillan , New York : 1971. Hamilton, T., Process and Pattern in Evuolution. Macmillan , New York : 1967. Keeton, Genel Biyoloji PALME yayincilik Leakey, L.S.B., Insanin Atalari (Ceviren Guven Arsebuk); Turk Tarih Kurumu Yayinlari, X Seri-Sa. 5, Turk Tarih Kurumu Basimevi, Ankara: 1971. Lerner, I. M., Heredity, Evolution, and Society. Freeman, San Francisco : 1968. Lester, P. und J. Millot, Grundriss der Anthropologie. Verlag von Morita Schauenberg, Lahr: 1947. Lieberman, P., The Speech of Primates, The Hague , Mouton: 1972. Mayr, E., Art Begriff und Evolution. Paul Parey, Hamburg ve Berlin : 1967. Mulnar, S., Races, Types, and Ethnic Groups. Englewood Cliffs, N. J., Prentice-Hall: 1975. Oakley, K. P., Man the Teolmaker. British Museum, London: 1972. Oparin, A. I., Genesis and Evolutionary development of life. Academic Press, New York : 1968. Orgel, L. E., The Origins of Life. Wiley, New York : 1973. Penrose, L. S., Einfuhrung in die Humangenetik. Springer-Verlag, Berlin: 1965. Romer, A. S., The Vertebrate Story, Chicago: 1959. Romer, A. S., Vergleichende Anatomi der Wirbeltiere. Paul Parey, Hamburg : 1966. Salthe, S., Evolutionary Biology. Holt, Rinehart and Winston , New York : 1972. Simpson, G. G. The MEaning of Evolution. Bantam Books, New York : 1971. Stebbins, G. L., Processes of Organic Evolution. Prentice-Hall , New Jersey : 1966. Sengul, A. ve N. Sahin, Evolusyon. Guven Kitabevi Yayinlari, Ankara: 1980. Wallace, B., Geentics, Evolution, Race and Radiation Biology. Englewood Cliffs, N. J. Prentice-Hall: 1972. Winchester, A. M., Heredity, Evolution and Humankind University of Northern West Publishing Company, Colorado : 1975. Stuttgart: 1970. 2) Evrim Kuramiyla Ilgili Prof. Dr. Haluk Ertan’in Okunmasini Onerdigi Bazi Yayinlar Turkce Yayinlar: Cemal Yildirim (1998). Evrim Kurami ve Bagnazlik. Bilgi Yayinevi. Bilim ve Yaratiliscilik Yurutme Komitesi (1999) Bilim ve Yaratiliscilik-Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin Gorusu. Turkiye Bilimler Akademisi. Ikinci baski (2004). Benjamin Farrington (1982). Darwin Gercegi. Cagdas Yayinlari. Oner Unalan (2004). Darwin Ne Yapti?. Papirus Yayinevi. Cyril Aydon (2006) Charles Darwin. Dogan Kitapcilik AS. Denis Buican (1991). Darwin ve Darwinizm. Iletisim Yayinlari. Charles Darwin (1976). Turlerin Kokeni. Onur Yayinlari. Charles Darwin (1978). Insanin Tureyisi. Onur Yayinlari. Jonathan Howard (2003). Darwin. Altin Kitaplar Yayinevi. Wilma George (1986). Darwin. AFA Yayinlari. Stephen Jay Gould (1998). Darwin ve Sonrasi. TUBITAK Populer Bilim Kitaplari. Davies, M.W. (2001). Darwin ve Fundamentalizm. Everest Yayinlari. Stefoff R. (2004) Charles Darwin-Evrim Devrimi. TUBITAK Populer Bilim Kitaplari. Moorehead A. (1996) Darwin ve Beagle Seruveni. TUBITAK Populer Bilim Yayinlari-Yapi Kredi Yayinlari. Richard Milner (1999). Charles Darwin-Bir Dogabilimcinin Evrimi. Evrim Yayinevi ve Bilgisayar San. Tic. Ltd.Sti. Universite Konseyleri Yazarlar Kurulu. (2006). Evrim, Bilim ve Egitim. Editor. Ozgur Genc. Dunya Yayincilik Org. San. ve Tic. Ltd.Sti. John Maynard Smith (2002). Evrim Kurami. Evrim Yayinevi ve Bilgisayar San. Tic. Ltd.Sti. Ali Babaoglu (2000). Darwinizm. BDS Yayinlari. Thorwald Steen (1999). Darwin’in Pesinde. Can Yayinlari. Celal Sengor (2004). Yasamin Evrimi Fikrinin Darwin Doneminin Sonuna Kadarki Kisa Tarihi. ITU Yayinevi. Steve Jones (2006). Neredeyse Bir Balina-Turlerin Kokenine Guncel Bir Bakis. Evrensel Basim Yayin. Richard Dawkins (2004). Kor Saatci. TUBITAK Populer Bilim Kitaplari. Christopher Wills (1997). Genlerin Bilgeligi-Evrimde Yeni Patikalar. Sarmal Yayinevi. Susan Aldridge (2000). Hayatin Ipuclari-Genlerin ve Gen Muhendisliginin Oykusu. Evrim Yayinevi. Ali Demirsoy (1984). Kalitim ve Evrim. Meteksan Yayinlari. Francois Jacob (1996). Mumkunlerin Oyunu. Kesit Yayincilik. Richard Dawkins (1999). Cennetten Akan Irmak-Yasama Darwinci Bir Bakis. Varlik Yayinlari A.S. James C. G. Walker (1996). Yer’in Tarihi. Nar Yayinlari. Pascal Richet (2002). Dunya’nin Yasi-Bir Bilimsel Sorunun Seruveni. Guncel Yayincilik. Joseph Silk (1997). Evrenin Kisa Tarihi. TUBITAK Populer Bilim Kitaplari. William J. Kaufmann III (1979?) Evren’in Evrimi ve Yildizlarin Olusumu. Arkadas Kitapevi. Andrew Berry (2001). Evrim-Bir Dusuncenin Seruveni. Bilim ve Teknik Dergisi. Mart, sayfa: 46-52. Ankara. Andrew Berry (2001). Darwin ve Molekuler Devrim. Bilim ve Teknik Dergisi. Subat, sayfa: 58-65. Ankara. Ali Demirsoy (1999). Bilim ve Teknik Dergisi. Subat, sayfa: 34-45. Bilim ve Gelecek ve Bilim ve Utopya dergilerinin ilgili sayilari. Ingilizce Yayinlar: Wen-Hsiung Li (1997). Molecular Evolution. Sinauer Associates, Inc., Sunderland. Page, R.D.M ve E.C. Holmes (1998) Molecular Evolution: A Phylogenetic Approach. Blackwell Science Ltd. Douglas Futuyma J. (2005). Evolution. Sinauer Associates, Inc., Sunderland. Ernst Mayr (2001). What Evolution Is. Basic Books. Lynn Helena Caporale (2003). Darwin in the Genome. The McGraw Hill-Hill. Eugenie C. Scott (2004). Evolution vs. Creationism: An Introduction. University of California Press. Chris Colby (1996). Introduction to Evolutionary Biology-Version 2. http://www.aaas.org/news/press_room/evolution/ 3) Evrim Kuramiyla Ilgili Prof. Dr. R. Omur Akyuz’un oneri notu: Liste eksIk kalmasin asagidaki adres cok onemli belgeler ve bilgiler iceriyor. Omur Akyuz http://www.millerandlevine.com/km/
  20. Sahi, bu 2023 hedefi; cumhuriyetin, milliyetin, demokrasinin. laikligin sonu; teokrasinin, otokrasinin, cemaat/ummetin baslangici ve "2. Osmanli Donemi" olmasin! Tabi iktidarin diger kanadi buna "izin verir" ve bu izin de BOP tarafindan onaylanirsa!
  21. Başbakan Erdoğan sızdırılan İmralı tutanaklarıyla ilgili konuştu. Erdoğan, "Neymiş gazetecilik yapıyorlarmış. Böyle gazetecilik olmaz olsun." dedi. 02 Mart 2013 Cumartesi Saat: 14:29 -------------------------------------------------------------------------------- İŞTE İMRALI TUTANAKLARI haberi için tıklayınız BALIKESİR - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BDP’li ikinci heyetin İmralı’da yaptığı görüşmenin notlarının kamuoyuna yansımasına ateş püskürdü. Süreci sabote etmeye çalışan bazı çevrelerin olduğunu ileri süren Erdoğan, “Eğer bu ülkeye, bu millete zerre kadar sevdanız varsa, şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi” dedi. Balıkesir’deki toplu açılış töreninde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmralı tutanaklarının kamuoyuna yansımasıyla ilgili konuştu. “Aziz milletimden 70 milyondan rica ediyorum art niyetli haberlere ve dedikodulara itibar etmeyin” diyen Erdoğan, “medya üzerinden yapılan karanlık operasyonlara” ve “medya aracılığıyla kurulan tuzaklara” itibar edilmemesi gerektiğini söyledi. Savaşın kolay, barışın zor olduğunu ifade eden Erdoğan, kendilerin de zor olana talip olduğunu belirtti. Erdoğan, kendileri terörü çözmek için uğraştıkça çözdürmemek için uğraşanların olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti: “Biz samimiyetle kararlılıkla elimizi, bedenimizi taşın altına koyup, gençlerin kanını annelerin gözyaşını dindirmek için çırpındıkça bunu sabote etmeye, bozmaya ve başarısızlığa uğratmaya çalışanlar var. Bunlar sizin karşınıza yalan ve iftiralarla çıkıyorlar. Bunlar karşınıza küfürlerle hakaretlerle öfkeyle nefretle çıkıyorlar. Bunlar, dedikodularla, söylentilerle, sabotajlarla, provokasyonla ve medya operasyonlarıyla çıkıyorlar.” “BÖYLE BİR HABER YAPMAMANIZ GEREKİRDİ” Bir kısım medyanın hiçbir zaman kendilerinin yanında olmadığını ifade eden Erdoğan, şunları söyledi: “İşte bir tane gazete çıkmış, bir başlık atıyor. Attığı başlıkla İmralı’dan haberler veriyor. Her zaman söyledim, ‘Bir kısım medya hiç yanımızda olmadı’ diye. Bu medyanın bazı uzantıları, kalemşörleri şunu yazıyor; ‘Devlet yönetmek başka bir şey, gazete yapmak farklı bir şey.' Eğer bu ülkeye, bu millete zerre kadar sevdanız varsa, şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi. Bu süreç hassas bir süreç.” “ARKADAŞLARIMA DA KONUŞMAYACAKSINIZ DİYORUM” Kendisinin bu hassas süreçte konuşmadığını ve konuşmayacağını belirten Erdoğan, “Arkadaşlarıma da diyorum; Sabredeceksiniz, konuşmayacaksınız diyorum. Biz derdimiz bağcıyı dövmek değil üzümü yemek. Biz üzümü yiyeceğiz. O huzurdur, refahtır, bu milletin birliği ve beraberliğidir” dedi. “BATSIN SENİN GAZETECİLİĞİN” İmralı’da yapılan görüşmelerle ilgili notlarının kamuoyuna yansıtılmasına sert şekilde tepki gösteren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama bunlar ne yapıyorlar? Attıkları manşetlerle, köşe yazılarıyla, neymiş gazetecilik yapıyorlarmış. Eğer böyle gazetecilik yapacaksan batsın senin gazeteciliğin.” Medyanın bu sözleri kendisine saldırı olarak algılayacağını ifade eden Erdoğan, bu çözüm sürecini baltalamaya çalışan herkesin kendisinin, arkadaşlarının ve hükümetin karşısında olduğunu söyledi. “KİM OLURSA OLSUN DİNLEMEYİZ” Kendilerinin çözüm için her türlü riski aldığını, önlerine kendilerini engellemek için konulan taşları çekip atacaklarını belirten Erdoğan, “Kim olursa olsun dinlemeyiz. Zerre kadar bu vatana sevgileri varsa, lütfen kalkıp bu ülkedeki atılan güzel adımları engellemeye çalışmasınlar. Gücümüzü Hakk'tan ve halktan alıyoruz, onlardan değil. Biz zaten onlara rağmen bu ülkede iktidar olduk. Onlara rağmen milletimiz bizi iktidara taşıdı” dedi. “BİZ TEYİT ETMEDİĞİMİZ SÜRECE YALANDIR” AK Parti’nin aldığı oy oranlarını hatırlatan Erdoğan, “Milletin dediğidir doğru olan, onların köşelerindeki yazılar değil” ifadelerini kullandı. Herkesin vicdanının sesini, şehitlerin sadasını dinlemesi, akıl, ruh, feraset ve vicdanına kulak vermesi gerektiğini ifade eden Erdoğan, “Şunu bilmenizi istiyorum. Biz bir açıklama yapmadıkça, biz teyit etmedikçe bütün söylentiler, bütün dedikodular, yalandır, iftiradır, asılsızdır. Ortaya dökülen iddialar terörün bitmesini istemeyen, çözümü istemeyen, Türkiye’nin büyümesini istemeyen bu çevrelerin açık bir sabotajıdır. Çözüm sürecinde, kim ne söylerse söylesin, kim ne yazarsa yazsın, kim hangi iddiayı hangi hayali hangi tasavvuru dile getirirse getirsin son sözü millet söyler.” "ALLAH’IN DA HESABI VAR” Terörle mücadelede yeni süreç başladığından bu yana sabotajlara karşı dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarıda bulunduğunu ifade eden Erdoğan, “Biz bu süreçte konuşmuyoruz, iş yapıyoruz. Sürecin hassasiyetin gözeterek dikkatli bir şekilde ilerletiyoruz. Birileri süreci sabote etmek, akamete uğratmak, engellemek için elinden geleni yapıyor. Onların nasıl bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı var” diye konuştu. "SİZİN ROTANIZDAYIZ" Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, milletin iradesi dışında hiçbir girişimin içinde olmayacaklarını belirterek, “Son on yıldır milletim neye 'evet' dediyse biz ona 'evet' dedik. Milletim neye 'hayır' dediyse biz ona 'hayır' dedik. Şunu bilin ki biz size rağmen hiç bir işin ve girişimin içinde olmayız. Size rağmen tek bir adım bile atmayız. Biz sizin çizdiğiniz istikamette yürüyor, sizin çizdiğiniz rotada ilerliyoruz” dedi. Balıkesir’deki toplu açılış töreninde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugün ve yarın yapılacak açılışlar hakkında bilgi verdi. Balıkesirlilerin kendisine gösterdiği ilginin özgürlük sevdasından, demokrasi sevdasından ötürü olduğunu belirten Erdoğan, “Siz hiçbir zaman demokrasi dışı yaklaşımlara prim vermediniz. Siz ta rahmetli Menderes’ten bu yana demokrasi ve özgürlük mücadelesinden yana oldunuz” ifadelerini kullandı. Son dönem yaptığı yurtiçi ve yurtdışı ziyaretler hakkında bilgi veren Erdoğan, terörün çözüm sürecini kararlı şekilde yürüttüklerini ve riskler aldıklarını ifade ederek, şunları söyledi: “Şunu biliyoruz, hayat risktir, siyaset risktir. Bunun bedeli ne olursa olsun milletimizin huzur ve refahı için her şeyi yapacağız. Annelerin ağlamaması, gözyaşlarının dinmesi ve kanın durması lazım. Onun için silahlar bırakılıncaya kadar mücadelemiz sürer, siyasetle de müzakeremiz sürer. Anlayışımız bu. Milletimin değerlerinden taviz vermeksizin, bu milletin o tarihteki anlı şanlı yerinden taviz vermeksizin bu süreç devam edecek.” “MİLLETE RAĞMEN HİÇ BİR GİRİŞİMİN İÇİNDE OLMAYIZ” Balıkesir’i 9’uncu kez ziyaret ettiğini, Cumhuriyet tarihinde hiçbir Başbakanın bu şekilde gelmesinin söz konusu olmadığını, bazı Başbakanların hiç uğramadığını ifade eden Erdoğan, kendilerinin Ankara’ya kilitlenip kalan bir hükümet olmadığını ifade etti. Erdoğan, hükümet olarak görevi devraldıklarından bu yana ülkenin her yerine gittiklerini belirtti ve “Biz Sivas’ın ötesine geçemeyen Sivas’ın ötesine söyleyecek sözü olmayan bir hükümet değiliz. Sadece sahillerle, belli il ve ilçelerle muhabbet kuran bir hükümet değiliz. Türkiye’nin tamamında biz varız, eser ve hizmetlerimiz var. Yatırımlarımız ve şantiyelerimiz var. Türkiye’nin tamamını kucaklayan bir dilimiz, tamamını bir ve kardeş gören bir üslubumuz var” diye konuştu. Bayrağı Balıkesir’de dalgalandırdıkları gibi Hakkari’de de dalgalandırdıklarını kaydeden Erdoğan, anamuhalefet partisinin Hakkari’de Türk bayrağı çıkaramadığını, diğer muhalefet partisinin ise buralara hiç gidemediğini kaydetti. Türkiye’yi bütün dertlerinden sıkıntılarında kurtarıp geleceğin büyük ve etkili devlet yapmanın mücadelesini verdiklerini söyleyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: “Son on yıldır milletim neye 'evet' dediyse biz ona 'evet' dedik. Milletim neye 'hayır' dediyse biz ona 'hayır' dedik. Bize yetki görev ve sorumluluk veren sizlersiniz. Bizi bu makamlara getiren irade sizsiniz, yanlış yaptığımızda bizi uyaracak, yanlışta ısrar ettiğimizde bizden emaneti alacak irade yine sizlersiniz. Zaten demokrasinin güzelliği bu değil mi? Şunu bilin ki biz size rağmen hiç bir işin ve girişimin içinde olmayız. Size rağmen tek bir adım bile atmayız. Sizi mahcup edecek, başınızı öne eğecek, sizi mahzun edecek, mağdur edecek hiçbir girişime biz prim vermeyiz. Biz sizin çizdiğiniz istikamette yürüyor, sizin çizdiğiniz rotada ilerliyoruz.” “ONLAR NASIL ŞAHADETE KOŞTUYSA BİZ DE KOŞACAĞIZ” 1916-1917 eğitim öğretim döneminde Balıkesir Lisesi'nin mezun vermediğini, Balıkesir’in gençlerinin bu yıllarda Çanakkale cephesine gittiğini anımsatan Erdoğan, “Balıkesir Sultanisi’nden (lisesinden) diploma alamadılar ama hepsi de kahramanlık diplomasını, cesaret diplomasını, şahadet diplomasını göğüslerine nakşettiler” dedi. Çanakkale’de top mermisini sırtlayan Balıkesirli Seyit Onbaşı’ya işaret eden Erdoğan, “Şimdi birileri çıkmış onu unutturmak istiyor. Varsın onlar o gayretin içine girsin. Bu milletin gerçek temsilcileri Seyit Onbaşı’nın kim olduğunu çok iyi bilir ve onu gönlünün derinliklerine işler” dedi. Erdoğan, Mehmet Vehbi Bey’i, Mehmet Emin Bey’i, Şükrü Efendi’yi, Hasan Basri Çantay’ı da minnet ve rahmetle yad ettiğini belirterek, “İzimiz onların izidir. Onlar nasıl şahadete koştuysa bizler de aynı şekilde şahadete koşacağız” ifadelerini kullandı. Yurdun dört yanından şehitlerin Türkiye’nin aynı zamanda birlik bütünlük ve kardeşliği için canlarını feda ettiğini kaydeden Erdoğan, “Vatanımızı ve bağımsızlığımızı koruyacağız ama yetmez, ay yıldızlı bayrağımızın itibarını koruyacağız ama yetmez, eğer şehitlerin mirasına sahip çıkacaksak, aynı zamanda kardeşliğimizi, birliğimiz ve bütünlüğümüzü korumak zorundayız” diye konuştu. "KARDEŞÇE ÇÖZÜLECEK" Erdoğan, konuşmasında terörün bitirilmesi sürecinde milletin hassasiyetlerinin gözetileceğini ve sorunun kardeşçe çözüleceğini ifade ederek, dedikodulara, söylentilere ve “karanlık operasyonlara” itibar edilmemesi gerektiğini vurguladı. Konuşmasında, 100 yaşını aşkın bir büyüğüne yaptığı ziyarete de değinen Erdoğan, bu kişinin de bu yoldan taviz vermemelerini kendisinden istediğini belirterek, "Bu meseleyi Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız. Türkiye'nin 2023 hedeflerine ulaşmasını kimse engelleyemeyecek” dedi. (ANKA)
  22. Dunya "devrim hareketinin" basi sagolsun.
  23. Bence ana sayfayi ve site haritasini bir incele. Ayrica acele de etme. Zamanla her seyi ogrenirsin. Ozel olarak sormak istedigin bir sey olursa da, eminim hem site yoneticileri hem de bilgisi olan yazar arkadaslar sana yardimci olur.
  24. Derya Sazak: Haber doğruysa basarız, Başbakan'ın sözlerini üstümüze almıyoruz 04 Mart 2013 Pazartesi Saat: 08:31 Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Çözüme katkıda bulunacaksan, böyle bir haber yapmamalıydın. Böyle yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin" tepkisine karşılık verdi. Sazak, yayımladıkları İmralı tutanakları haberini ve haberi yapan gazeteci Namık Durukan'ı savunurak, "Milliyet’in 62 yıllık tarihi böylesine altın sayfalarla doludur. Pusulamız şaşmaz: Haber doğruysa basarız! Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz!" dedi. Derya Sazak'ın "İmralı zabıtlarıyla tarih yazmak" başlığıyla yayımlanan (4 Mart 2013) yazısı şöyle: İmralı zabıtlarıyla tarih yazmak Türkiye gibi ‘haber cenneti’ ülkelerde gündem oluşturmak zor değildir. Çoğu zaman gündeme konu olan haber ve başlıklar ‘sansasyonel’dir. Ertesi güne kalmaz, uçup giderler. 24 saat sonra kimse hatırlamaz bile. Arşivler böylesine ‘sanal’ yığınla gazeteyle doludur. Eskiden bunlar kâğıt olarak SEKA’ya giderdi. Çağ değişti artık ‘dönüşerek’ daha az ağaç kesimine yol açacak şekilde tasarruflu kullanılabiliyorlar. Milliyet, 28 Şubat Perşembe günkü ‘İmralı zabıtları’ manşetiyle gerçek anlamda ‘gündem’ oldu. Daha doğrusu, ‘gündem’de olan bir haberin ayrıntılarını okurlarla paylaşarak gazeteciliğin temeli olan ‘haber verme’, toplumu bilgilendirme işlevini hakkıyla yerine getirdi. Ertesi gün, 1 Mart’ta ise medyada ‘her gazetecinin rüyası’ olan bir durum yaşadık. Türkiye’de yayımlanan gazetelerin tamamında, televizyon ve internet sitelerinde tek bir haber vardı: Milliyet’in ‘manşet’ten duyurduğu, İmralı’da Öcalan’la BDP heyetinin görüşmelerinin ‘notları’ medyanın tamamında yer alıyordu. Sözcü’den Özgür Gündem’e, Zaman’dan Birgün’e, Cumhuriyet’ten Yeniçağ’a, Star’dan Sabah’a, Hürriyet’ten HaberTürk’e, Radikal’den Posta’ya, Akşam’dan Yurt’a tüm gazeteler ‘sözleşmiş’ gibi Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmenin zabıtlarını yayımladılar. Neden böyle oldu? Çünkü haber, basit bir ihtiyacı karşılıyordu. İmralı’da neler olup bittiğini merak eden toplumu bilgilendiriyordu. 30 yılda 50 bin yurttaşımızı kaybettiğimiz Kürt sorununun barışçı çözümünde cesaret verici adımlar atılırken, çatışmaları durduracak, PKK’nın silah bırakmasına ortam hazırlayacak görüşmeler sürecinde İmralı’da hükümlü Öcalan’la doğrudan temas kurulmuştu. Görüşmenin tarafı 3 BDP’li milletvekili adaya giderek Öcalan’la buluşmuşlardı. Milliyet, 23 Şubat tarihli görüşmenin notlarını ele geçirdi. Ve yayımladık. 28 Şubat tarihli gazetedeki haberi ise tüm medya Milliyet’ten alıntı yaparak okurlarına duyurdu. Böylece cuma günkü tirajımız refikimiz olan gazetelerin de katılımıyla Türkiye’de günlük toplam 5.5 milyon adede ulaştı. Çevreye saygımız adına sevindik. Daha fazla gazete basmamıza gerek olmaksızın en yüksek okura eriştik. Öteki gazetelerin kâğıdından yararlanarak yeşili de korumuş olduk. Muhabirin yükselişi Aslında böyle zamanlarda ‘gazetecilik adına’ seviniyoruz. Ve biz de başka gazetelerde çıkan, gerçek ve topluma yararlı olacağına inandığımız haberleri ‘kaynak’ göstererek Milliyet’te kullanıyoruz. Ancak bunu yaparken ajans, gazete, televizyon ayrımı yapmadan mesleki saygıyı, muhabir emeğini yücelterek, haber kiminse onun adını veriyoruz. Zaten aksi etik dışı olur. İntihal/çalıntıya girer. Kimi meslektaşlarımız Milliyet’te başarılarıyla kendisini yıllardır kanıtlamış olan arkadaşımız Namık Durukan’ın haberini ‘gazetecilik’ ürünü saymak yerine ‘kim sızdırdı?’ tartışmasından hareketle Milliyet’i yıpratmaya çalıştılar ama Cumhuriyet gibi geleneği olan kurumlar, özden uzaklaşıp ‘isim vermekten’ neden kaçındılar anlayamadım?! Haberi, ‘Paris cinayetinden daha büyük bir sabotaj’ olarak gören ‘resmi gazeteciler’ bu olasılıklardan sadece birisine değinmediler: O olasılık, bütün o komplolar dışında ‘haberin bir muhabir tarafından çıkarılmış’ olduğu gerçeğiydi. Gazetecilik hayli zamandır dibe vurduğu için doğal olarak ‘haberci’nin adı da, değeri de unutuldu! Akla her türlü komployu getirenleri, 28 Şubatvari yöntemlerle ‘andıçlayanları’ daha fazla yormamak için basit gerçeği açıklıyorum: Namık Durukan’ı Ankara Büro’da ve Milliyet’te yayın yönetmenliği yaptığım 1995-98 yılları arasındaki dönemden bu yana tanıdığım için Fikret arayıp, ‘Namık, İmralı görüşmesinin tam metnini almış’ dediğinde sayfayı hazırlamaya başladık. Milliyet Yayın Yönetmeni Yardımcısı Umut Alphan, Yayın Koordinatörü Tahir Özyurtseven metni okudu ve manşeti attık. Çünkü Namık’a kendim gibi güveniyordum. Onu 28 Şubat sürecinde generallere karşı korumuştum! Beni hiçbir zaman yanıltmadı! Ankara Büro Şefimiz Serpil Çevikcan’a da gazete baskıya girene dek başlık ve spotları, metni noktası virgülüne okuduğu için teşekkür ediyorum. Namık’ı bir kez daha kutluyorum. Bu yıl ödülleri toplayacak! İtiraf ediyorum, ‘İmralı Zabıtları’ başlığı bana aittir! Parlamento Muhabirleri Derneği (PMD) üyesi kıdemli bir Meclis muhabiri olarak mesleğe başladığım yıllarda okuduğum İstiklal Savaşı’nı yöneten Birinci Meclis’e ait, ‘Gizli Celse Zabıtları’ kütüphanemde baş köşede durur. Üstadımız Altan Öymen gibi ‘eski Meclis Türkçesiyle’ konuşmayı, ‘Beyefendi’ demeyi severim. O an aklıma ‘zabıtlar’ geldi. Evrensel ilkeler Milliyet’in 62 yıllık tarihi böylesine altın sayfalarla doludur. Pusulamız şaşmaz: Haber doğruysa basarız! Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz! Milliyet gazetesi, Demirören ailesiyle yeniden doğdu. Bu grubun ‘ülke ekonomisinin gücüne, iyiliğine ve sevgisine’ olan bağlılığı tartışılmaz. Yayın politikamızı Abdi İpekçi’den bu yana, ‘Doğru haber, nesnellik ve dengeli gazetecilik’ oluşturur. Kürt sorununun barışçı çözümünden yanayız. Milliyet’ten köşesinde bu konuda ‘taraf olduğumuzu’ açıklamıştım. Tereddüdü olanlar ‘Siyaset Günlüğü’ köşesinde 20 yıldır yazdıklarıma baksınlar. Hasan Ağabey’in (Cemal) ömrü de bu sevdayla geçti. Bizi hedef gösterenlere evrensel gazeteciliğin en saygın ödülüyle anılan Pulitzer’in ilkelerini hatırlatıyorum: ‘’Korkmayın! Ancak bir dosyaya el atmadan önce, mutlaka haklı olduğunuzdan emin olun! Bir uçtan ötekine geçmeyin ve büyük bir titizlikle tarafsız, bağımsız ve adil davranmaya dikkat edin.’’ Namık’ın haberi doğrudur. Aksi kanıtlanırsa mesleği bırakmaya hazırım. Saygılarımla.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.