Johnydoe tarafından postalanan herşey
-
******
sakince oturup köşeme karmaşayı izliyorum çok mutlu olmuşlar çok üzülmüşler avuçlarından kayıp gitmiş sınırından geçmişler ama farketmemişler bir güvercinin kanat çırpmasından çıkan sesi bir dilencinin duasını bed duasını anlamamışlar hayat adil değilmiş hayat fazla adilmiş hayat adi'ymiş küsmesin kimse ama hayat sizinmiş kimse anlamamış sakince oturup köşeme ağlayanları izliyorum zırıl zırıl salya sümük küfürün bini bir para üşümüşüm hırkamı giymiş ustam ben dervişmiyim pembe bir mezarlık hayali kurup damarlarımı açıp yokluğa teslimmiyim? bu kadar insan delirmiş olamaz ustam ben deilrmişmiyim? aklım fikrim ücra köselerinde yalnızlığın ben bu kadar çaresizmiyim kimse beni anlamıyor bu kadar zencimiyim? hepsini gördüm arkamdan konuşulanları duydum beyoğlu asfaltında kırıtan ipnemiyim karnı burnunda bir ölüme gebe sussam ayıp diyorlar konuşşam ayıp anayasal düzende anarşistmiyim dağa çıksam diyorum bazen alıp elime bayrağımı ölürsem haber bültenlerinde adı geçecek teröristmiyim? oturup bir köseye talk şovları izlerken kahkahadan karnıma kramplar girerken yetmiyor bu uyuşmuşluk biraz daha alkol lazım tecavüzcüsüne tutulmuş mağdurum ben o anın hayaliyle her an kavrulurken ölü bir ozandan türküler dinliyorum insanlar geçiyor önümden bazıları çok mutlu 18 lik rus kızına hediye almaya gelmiş dedem yaşında parası var diyemi bu kadar rahat uzun bacaklarıyla reyting toplayan sanatçı müsfettesi aldığı alkışlarla daha çok mu mutlu olur? inince o sahneden kimin omzunda kurular gözlerinden akan boyaları şaklabanları izliyorum kralın soytarısı bile olamayacakken halkın palyaçosu olanları ölü bir ozan dinliyorum hayde gidelim yeter bu kadar alışveriş ben satmaktan yoruldum siz almaktan yorulmadınız...
-
1
Gün 01:30 1. Tuhaf bir koku alıyordu. Çürümüş elma ya da buna benzer hafif yanık kokusu. Bir süre gözlerini bilgisayar ekranıyla aydınlanmış yarı karanlık odada gezdirdikten sonra karşısındaki monitöre odaklandı. Uzanıp klavyesinin yanında duran, geçen öğretmenler gününde öğrencilerinden birinin hediye ettiği, metal kaplamalı kalemi eline aldı. Metalin serinliğini parmak uçlarında hissettikten sonra elini sağ tarafına doğru uzatıp kalemi boşluğa bıraktı. Nerdeyse aynı anda elindeki serinliğin kaybolmasıyla birlikte, kalemin halıya çarparken çıkardığı sesi duydu. Karanlığın içinde bunu görememişti ama zaten görmesine de gerek yoktu. Duyduğu sesten kalemin halının üzerine düştüğünü anlamıştı. Kalem de, yerçekimi de, halı da görevini yapmıştı. Basit komut satırlarına sahip bir kalem, halı ve yerçekimi tamda programlandıkları şekilde davranmışlardı. Bu zincirleme reaksiyonu anlamaya çalıştı. Etrafındaki her nesne görevlendirilmişti sanki. En küçük atomların bir araya gelip maddeyi oluşturması, o maddenin bir görev üstlenmesi ve diğer maddelerle etkileşime girip yeni bir programın parçası olması. Ve insan aklının bunu algılaması. Özüne inmeye çalışıyordu. En temeline… Proton ve nötronlar.. Artı ve eksi kutuplar. En temel kural buydu belki de. Bir ve Sıfır! Sandalyesini biraz geri çekip öne doğru eğilirken vücudundaki kanın yüzüne toplandığını, elmacık kemiklerine ve gözbebeklerine baskı yaptığını hissetti. Karanlığın içinde el yordamıyla kalemi ararken parmak uçlarını halının pürüzlü yüzeyinde gezdirip kalemi buldu ve yeniden doğruldu. Yine o soğuk his. Baş parmağı ve işaret parmağının arasında tuttuğu metal parçası, yıllar önce daha küçük bir çocukken oynadığı plastik arabanın telini anımsattı. Gülümsedi, derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini kapatıp parmaklarını hafifçe araladı ve kalemin düşmesine izin verdi. O an için kalemin halıya çarpma sesini duyduğunu hayal etti. Gözlerini açtı. Şimdi görmesi gerekiyordu çünkü bir yanlışlık vardı. Uzun zamandır izlemeyi planladığın filmi izlerken, bir bardak çay almak için yerinden kalkmadan önce sahneleri kaçırmamak için kumandanın durdurma tuşuna basarsın ve ekrandaki hareketli kare o anda donuverirdi. Ekrandaki oyuncunun ağzı açık kalır, koluyla yanlışlıkla çarptığı bardak masanın kösesinden düşerken içindeki su sıçramaya başlar ve bütün damlalar, bardak öylece kalır. Şaşkındı. Ahşap masayla aynı hizada boşlukta duran bir kalem. Bir şaka mıydı bu? Usta illüzyonistlerin numarasının inandırıcılığını arttırmak için yaptıkları gibi ama bir yandan da ürkerek elini kalemin etrafında gezdirdi. Görünmez bir iple boşluğa bağlıydı sanki. Bir an için ipi gördüğüne yemin bile edebilirdi ama dokunamadı. Dokunamıyorsa gerçek değildir! Bir ürperti hissetti, ensesinden sırtına doğru inen ter damlasının soğukluğu… Bu ancak filmlerde ve kitaplarda olurdu ya da en azından sıradan insanların başına gelmezdi. Genel kabul görmüş tabulardan öğretildiği kadarıyla doğaüstü güçlerle kuşatılmamıştı. Şehir efsaneleri abartılarla yüklenmiş sıradan olaylardır diye aklından geçirdi ama hala o metal kalem havada öylece duruyordu. O an aklından fotoğraf makinası geçti. O anı belgelendirmek, hayalle gerçek arasında bir çizgi çekmek… Hareket edemiyordu. Sihirli bir an… Sihir dediğimiz göz aldanması değil miydi? Bu da bir çeşit yanılgıysa? Nefes bile almıyordu. Seslenip içeride uyuyan sevgilisini çağırmayı düşündü. Bir tanık daha istiyordu. Aklını kaçırmadığına, bunun bir hayal ürünü olmadığına kendisini inandırabilmesi için bir tanık! Ya kalem görevini hatırlayıp yere düşerse? Doğa kanunlarından birinde sorun var diye aklından geçirdi. Bad coment or file name ! Komutlarda bir karışıklık oldu ve program hata verdi. Yerçekimi o an çekmekten uzaktı. Kalem ağırlığını kaybetmiş, düşme görevini yerine getirememişti. Ya bu bir yanılgıysa. Aslında kalem çoktan yere düştü, karanlık olduğu için gözleri bu bilgiyi beynine iletemedi, çarpma sesi ise kulak boşluğunda kayboldu… Peki, bu havada duran nesne neyin nesiydi? -Tatlım sen daha uyumadın mı? Yeni uyanmış olmaktan hafif çatallaşmış bu sese karşılık, istemsizce başını çevirdi. O an kalemin halıya çarpınca çıkardığı hışırtıyı duydu. Büyü bozuldu. Öpülmüş bir kurbağa yüzü aklından geçti. Masallarla büyümemişti ama her çocuk hayalini kurmuştur o anın diye iç geçirdi. -Tamam, bebeğim birazdan yatıyorum. Uzanıp bilgisayarının faresini kontrol ederek bilgisayarı kapattı. Monitörün düğmesine basıp küçük yeşil ışığın sönmesini beklerken yerde duran kalemi gördü. Sandalyesinden kalkıp kalemi yerden alıp masaya bıraktı. Az önceki tuhaflıktan o kadar çabuk sıyrılmıştı ki kendisi bile şaşırdı buna. Güzel siyah saçlı kadının yanına uzanıp kokusunu içine çekti. Düşünmemek için elinden geleni yapıyordu, öyle yorgundu ki yeni hipotezler üretip sonuçlara varmak için. Bu yaşadığıyla ilgili nasıl bir mantıklı açıklama olabilirdi? Olsaydı bile bunu kavrayıp açıklayacağı an, bu an değildi…
-
Dediler ki Hayat Güzel...
elime yüzüme bulaştırıyorum herşeyi ne doğru düzgün bir işçi olabiliyorum ne sevgili hep bişilerim yarım hep geç kalıyorum buluşmalara fazlasını tüketiyorum hakettiğimin fazlasını alıyorum bu hayattan üstüne nankörlük edip isyan ediyorum tanrıma hangi güzelliği hakettim ki ben hangisine layık oldum elimde avucumda alkol kokan mısralar hangi kelimeye hakkını verdimki ben biryerlerden aşırmışım duygularım benim değil iyi oynuyorum diye yakışsın bekliyorum üzerime giydiğim tüm yalanlar ben hiç beceremedim sevmeyi yalan sevdalar kurdum kendime kumdan kaleler gibi ilk rüzgarda yıkıldılar sonra oturup başına ağladım erkek olamadım yüzleşip hatalarımla doğruları bulamadım hep yarıda bıraktım korktum çünkü hata yapmaktan bu yüzden hicbirsey yapmadım hep kaçtım hep saklandım oturup köşemde takdir edilmeyi bekledim dilendim mutlulugu artıklarıyla yetindim zengin hayatların ben hiç beceremedim sevmeyi dünyayla yüzleşmeyi direnmeyi zorluklar karşısında yorgundum hep hazırını bekledim olmadı hep iyisini istedim ama birşey yapmadan ucuzunu aldım kampanyalardan sonra elmide kalınca isyan etmeyi sevdim hiç beceremedim sevmeyi bir kız çocuğunu kendimle birlikte onuda en derinlere gömerken düşünemedim biterken hikayem onu yukarıda tutmayı...
-
Dediler ki Hayat Güzel...
hepsi yalan hayat güzel değil kandırıyorlar bizi biri bize yalan söyledi her sabah kalkıp işe gidiyoruz hep bir yanımız boşlukta biz bu boşluğu doldurma çabasına hayat diyoruz yalan dolmuyor hiçbirşey sağ cebimizden alıp soldakine koyuyor kendimizi zengin sanıyoruz avucumuzdan kayıp gidiyor zaman her söylenene inanıyor her yüzümüze gülene eyvallah diyoruz yalan mutlu son yok baba sende yalan söyledin bana mutlu hayat yok daha az üzgün insanlar var sadece sevgilisinin koynunda yatarken daha çabuk uyuyanlar var ama mutlu insan yok baba koyunlarını kaybeden cobanlar gibiyiz sonra tanrısı tarafından buldurup sevinen zaten onlar bizimle değilmiydi? kim üzdü bizi? kime şükrediyoruz her bulduğumuzda kahrolası bir bumerang gibi mutluluk önce fırlatıp ardından bakıp bize geri gelsin diye adaklar adıyoruz kırılmıyor bu zincir biz her sabah daha yanlız uyanıyoruz her sabah daha yorgun sanki hiç uyumamış gibi uykumuzu bizden çalan kim kimlere eyvallah edip ucuz zaferlerle kendimizi tatmin ediyoruz dünyayı değiştiremeyeceğimiz bu kadar ortadayken bir gün daha yaşamak için aslında kimi kandırıyoruz?
-
Dediler ki Hayat Güzel...
yarıda kalmış yaşamasa bilmeyecek ağzına bir kaşık bal çalınmış belki bu kadar canı yanmayacak ama görmüş daha iyisi varken hep daha kötüsü var diye sükürlerle yaşamış sanki hakediyormuş gibi en kötüyü sorgulamamış çok oluruna bıbrakmış bir süre sonra istemekten vazgeçmiş ne zaman bir amacı olsa daha çok canı yanmış bir süre sonra umut etmekten de vazgeçmiş akşam olunca sabahı sabah olunca akşamı beklemiş yeniden doğmayı aklından çıkardığından beri ölmeyi sıradanlaştırmış anlamış ki oyun böyle oynanıyor küsüp ben artık oynamıyorum demeyi bile nimet sanmış her nimet gibi bunada hasret kalmış...
-
Dediler ki Hayat Güzel...
şehirlerarası bir yolculukta rastladım sana nereye gidiyordun bilmiyorum nerden geldiğini de sadece yolcuydun bu yolda... mola yerlerinde ayakların açılsın diye inip otobüsten bir sigara eşliğinde voltalar atan yorgunluktan mı daha belirgin olmuştu gözlerinin altında halkalar yoksa zaten her zaman ordaydıda sen mi saklıyordun savaş boyalarıyla üşümemek için mi sımsıkı sarınmıştı şalına yoksa sana sarılacak birine sahip olamadığın için mi üşümüştün o kadar anons geçildiğinde otobüsün kalkacağının yüzünün burukluğundan okunuyordu bir sigara daha içmek için çaresizliğin yol boyunca yanına kimse oturmamıştı yoksa senmi almıştın o bileti kimse sınırlarını geçip sana yaklaşmasın diye uyumadın hiç geceye inat karanlık tarlaları izledin yanından geçtikçe görememek umrunda değilmiş gibi biliyordun çünkü göremesen de yeni filizlenmeye başlamış başakların sarı renklerini aceleyle çıkmış olmalıydın evden belki de zavallı bir kapıyı çarpıp söylenerek kolunda siyah bir çanta içinde öfke kıvılcımlarıyla yanmaya hazır gibi nerden geldiğini nereye gittigini bilmiyorum sadece bir yolcuydun sende diğerleri gibi belki de yeni bitirilmiş bir ilişkinin en fazla sahipleneni cesur ama bir o kadar çekingen sana uzatılan bir sigarayı kabubl etmeyecek kadar gururlu üst üstemi gelmişti herşey başka yolu yokmuydu bu kadar uzağa seni atacak neler oldu hepsi aklındamı? yaşadıklarından kaçınca kendinden kaçabilecekmiydin bilmiyorum ama benim kadar yorgundun her mola yerinde bacaklarım açılsın bahanesiyle bir sigara daha söndürecek kadar sahip olduğun her umudun üzerinde...
-
Merak Ediyorum...
İnsanlar ne anlama geldiğini bilmeseler di, idam mahkumuna infazdan hemen önce bir sigara uzatmazlardı... Ama bu tabiiki sigaranın iyi birşey olduğunu göstermez... Ama bazılarının hayatını daha katlanabilir kıldığı su götürmez bir gerçek... 'Bazı hayatlar ayık kafayla yaşanamayacak kadar ağır geliyor insana' demişti bir dostum. İnsan neden yaradılışını sorgular? Başına gelen felaketlere kendinden başka bir sorumlu bulmak için olabilir mi? İnsan yaşadığı her kötü olayın sorumlusunun sadece kendi seçimlerinin bir sonucu olduğunu bilse ve kabul etse yinede yaşamaya devam edebilirmiydi? merak ediyorum bazen... Gerçekten kötü insanlar var mı? Bile bile başka birinin kötülüğünü isteyen? Nedeni ne olursa olsun, başka birinin hayatını karartan insanlar nasıl düşünüyorlar? Gerçekten kötüler mi yoksa şartlarmı onları buna zorluyor? Basit bir örnek: Çalıştığınız işyerinde yükselmek, daha iyi bir maaş almak dolayısıyla daha iyi bir hayat sürebilmek için yanınızda çalışan arkadaşınızın üzerine basmanız gerekiyorsa bunu yaparmıydınız? Onun hayat şartlarının daha kötü olacağını bilerek, buna neden olacağınızı bilerek yinede bunu yaparmıydınız? Bu bizi gerçek anlamda kötü yapar mı? Bir de şöyle düşünün. İş arkadaşınızın hayatının düzelebilmesi için sizin hayatınızın daha kötüye gitmesi gerekiyor. Bu arkadaşınıza izin verirmiydiniz? Yada şöyle diyelim ses çıkarmazmıydınız? Belki de bizi bu yollara girmeye mecbur bırakan düzen asıl sorumludur. Arkadaşınızla birlikte çalışıp kimsenin kaybetmediği bir düzen olsa daha iyi olmazmıydı? Belki de olması gereken bize göre doğru neyse o yolda devam etmek. Sonunda kaybetsekte kazansakta kendi bildiğimiz yapmak. O halde neden işler kötü gittiğinde tanrıya dönüp soruyoruz: Neden böyle diye.... Bazen meraak ediyorum. Herkesin kazanacağı bir yol yok mu bu dünyada?
-
Dediler ki Hayat Güzel...
bazen yanan son mumu söndürdüğü anda üşümeye başlar insan usulca aralar perdesini karanlık sokaklara bakarken soğuk cama dokunur parmak ucuyla buğusuna yazmak ister sonra sıkılır alışınca gözleri karanlığa sanki mavi pelerinini giymiş gibi güçlerinin farkına varınca titremesi geçer tüm bildiği uyuması gerektiğidir oysa alkol yetmezliğinin ağrısı kafasının içinde döner ha döner soğuk yatağında bazen insan yanan son mumu söndürdüğü anda anlar üşüdüğünü yüzüne çarpılmış gibi eksikliği işaret dilinde konuşan birine tutulmuş ne kadar uzak oysa sevebilir mi? sınava tabi tutulmuş çoktan seçmeli ama hiçbirini seçemez tek umudu dudaklarının okunabilme ihtimali seni seviyorum derken oysa gözlerden de belli olmazmıydı bu uzaklara dalıp giderken illa ki söylemek mi gerekiyordu yanındaydım işte gitmem mi gerekiyordu? bazen insan yanan son mumu söndürdüğü anda anlar ne kadar üşüdüğünü kanı çekilir gibi olduğunda damarlarından zor nefes aldığında yediremediğinde gururuna onursuz bir terkedilişi taşıyamayacağını anladığında yarattığı iki kişilik dünyayı çöker dizlerinin üzerine ne yürüdüğü yollar yakın gelir artık ne zaman geçiyordur eskisi gibi daha az odasını kulllanmaya başladığında evinin işte o zaman anlar ne kadar boş olduğunu tek kişiye yetecek kadar yemek yapmaya başladığında ve ne kadar da saçma gelir insana bir televizyon için iki kumanda koca evde kalınca tek başına insan anlar diğer yarım dediği çekip kapıyı gittikten sonra
-
Dediler ki Hayat Güzel...
sarsılıyor tüm bildiklerimin temeli dünya bu buz dagının görünen yüzü gibi beni dibe bağlayan yaşanmışlıklarım yaşlılığımdan utanıyorum körpe teninin üzerinde nasılda çaresiz inlerken beyaz yalanlarım bence palavra ne kadar içsek sabah ayılıp uyanmıyormuyuz ne kadar içsek o kadar derine inebiliyormuyuz seninle? bir düş kurduk birlikte bir ev bir hayat bir olmayacak şey mutluluktan sarhoş ne içtiğimiz ne içemeden lavaboya döktüğümüz hepsi palavra ne inandığımız ne de inanmadığımız böyle bir dünya yok hepsini biz uydurduk öncesine bakmadan sonrasını okuyabiliyormuyuz öncesini yaşamadan sonrasına kapılabiliyormuyuz palavra yine bir umut söndürüyoruz kültabaklarında sonra yeni bir tane yakıp inanıyoruz palavra kendimizi kandırıyoruz her birlikte yattıgımızda kendimizi aldattıgımız gibi tenimizi yakan soğuğa inat yanarken alev alev buğusunda camların önce yazıp sonra üzerini karaladığımız kendi yalnızlığımız hepsi cok anlamlıydı hepsi cok inandırıcı ödüllere değer birer oyuncuyduk biz alkış sesi duyamadan ayrıldık sahneden belki de bu yüzden hep biraz tatminsiz kaldık
-
Dediler ki Hayat Güzel...
elimizde ne kaldı birkaç düş parçacıgı birkac hayır duası her zaman iyi bilirdikleri toplayınca bir halta yaramıyor artık her zaman mutlu olamıyor insan iyi niyetleri biriktirip sustunmu hic bogazına düğümleri dizip kaldınmı bir gün gidecegini bilerek hangi dilde sevmiştin beni simdi türkceye cevirmekteki bu zorlugun neden susuyorsun hepsinin sonunda ayrılık arkanı dönüp gittiğinde aynı kapıya cıkmıyormu hepsinden önce beni sevdigini soyleyip sarılmakla bitmiyormu en acısı yorulmakla geciyormu gecenin bir yarısı lanetinden usanmış yazacak birşey yok diyemi simdi kendimi tekrar etme cabam aklım cıkacak yoksun diye geri döndüğümde bu yüzden dönmüyorum geriye ne söylesem kırılacaksın bu yüzden durmadan yeni sessizlikleri eklemek ucuna sensizliklerin her kapısı yokluğuna açılıyor aklımın dehlizlerinin işi bitince parasını bekleyen bir fahişe gibi üstünü giyindikten sonra dikip gözlerini gözbebeklerime otur biraz da konuşalım yeter seviştiğimiz biraz da ruhumun ırzına geçelim yeter kokusu zevkten terlemiş bedenlerin nefesini sal tenime bahar gelsin sabah güneş doğmadan önce
-
Dediler ki Hayat Güzel...
hadi unut bunları unut ve arkanı dön yaşam bazen tatlı yalanlar söyler hiç üzülme işte hayat mutlu son bu bir bakarsın düzelmiş herşey ve güneş doğmuş yeniden karanlığın üzerine derler ya en karanlık sabah olmadan önceki andır diye yalan en karanlık en son mumun söndüğü andır! elinde avucunda kalmaz insanın utanır sıkılır içine atar kim görse iyi sanır iyi değildir hiçbirsey ölsen gömülsen bir namazlık saltanatın kalır büyük amacların büyük umutlarında başkalarının sofrasıında meze kalır bir melodiye takılır dinleyen ne güzelmiş şerefe der bir kadeh rakıya gömülür senin toprağa gömüldüğün gibi
-
Dediler ki Hayat Güzel...
sevdanın iklimnde kışlar hüküm sürüyor mutlu olmak dolara endeksleniyor güzel ülkemde kürtçe bir ağıta bile ağlayamıyor insa kötüdür diye ırkım üzerime yakışmış bir leke bugünlerde en zor iş türk olmak derimin beyazı alnımın akı önemli değil yanlışı görüyor olmak değiştirmeye yetmiyor artık sevdanın iklimi ipotek altında doğru düzgün türküm diyemiyor insan ne önemi var insanım bile diyemiyorken aklım almıyor kuruyor dokundugum bütün dallar yakılan canların anlamı ağır geliyor ne kadar ucuzladı artık enflasyon karşısında kurumuş hayatlar bu yüzdenmi kalkınıyoruz refaha bulanmışım boynuma kadar ama karnım doymuyor süpermarket köşelerinde dileniyor insanlar zayıf bir erkek çocugu kara inat açım abi diyor yanıma yaklaşıp para istemiyor sadece açım diyor bu kadarmı düştük biz bu kadarmı uzak kalddık insanlıktan iyilik yapmayı bile siyasi fikirlere bağlayacak kadar karnım agrıyor hazımsızlıktan çok şükür doydum derken o çocuğun açlıktan dilenmesinden sıcacık bir eve girerken bile mutlu olamayacakmı insan sokakta yatan binlerce insanın soğuktan titrediğini bilirken...
-
Dediler ki Hayat Güzel...
dedilerki hayat güzel ama kimse söylemedi geldimi üsüste geliyor tüm kötü haberler insan bunalıyor tanrı tasıyamayacagı yükü yüklemezmiş ya insanın üzerine illaki zorlayarakmı göstermesi gerekiyor bunu karşılığı olmadan vermek ona mahsus değil mi? neden hep bir dua karşılıgında mukafatlandırır? bu çifte standart niye? hep mi bize denk gelir talihlsizlikler? bir şans daha hiçmi hata yapma şansımız yok biziim hiçmi yanlış tercih secemeyiz neden herkesin üç yanlışı götürüken bir doğrusunu bizim her yanlışımız bütün doğrularımızı alır? yıkılır yakılır küllerimiz yeniden doğarız yeniden yanmak için bu ceza çok değilmi neden her ağlayışımız isyan her sesimizi yükseltmemiz misliyle geri döner neden birileriyle kıyas yapılırken en kötüsü var diye yaşadığımıza şükür dememiz beklenir daha iyisi var demek neden yasak bize? kahrın mabedinde köle olmayı biz mi seçtik neden bizim tanrımız bolluk vaat etmez hep kanaatkar olmak ögütlenir hangi dünyanın cocuklarıydık biz doğarken gülmek lanetlenir...
-
i have nothing, if I don't have you...
İlk onu tanıdığımda lise 2. sınıftaydım. Daha yeni yeni yabancı müzik dinlemeye başlamış fazla kimseyi tanımıyordum. Kız arkadaşımın baskısıyla gittiğim ilk romantik sinema filmiydi bodyguard. O dönemde matineler sürekliydi ve sabah girip akşama kadar çıkmayabiliyordunuz sinemadan. Defalarca izlerdik Bodyguard filmini yanlış hatırlamıyorsam 18. den sonra bıraktık. Her izleyişim de en son sahnedeki and i will always love you solosunda gözlerime hakim olamaz bir iki damla yaşı çaktırmadan silerdim. Sesi öylesine etkiliyorduki beni. Hiç ingilizce bilmememe rağmen ezberlediğim ilk ingilizce şarkılardan biriydi o. Filmi defalarca izledikçe run to you şarkısının o sakin melodisi ruhumu esir aldı. Filmdeki kızkardeşiyle veranda da oturup birlikte söylediği o ilahi jesus loves me, gerçekten ruhani bir yanı varmıydı o dönemde benmi öyle hissederdim bilmiyorum ama huzur verirdi. Ve ergenlik bunalımlarımda desteğim olan i have nothing şarkısı... Sanki film bir film gibi değilde şarkılar için çekilmiş uzun bir videoklip gibiydi. Bütün senaryo şarkılarla bağlantılıydı ve o eşsiz ses eşsiz yorum beni kendimden alıyordu. gidip harçlıklarımdan para biriktirip aldığım ilk orjinal yabancı albümdü o filmin soundtrack albümü ve tek nedeni Whitney Houston'dı.İlk defa bir kızı öperken dinlediğim şarkı onun şarkısıydı. <ilk defa dinlerken ağladığım şarkı da onundu. Hayatımdaki ne çok ilke imza atmış... Benim gibi dünya üzerinde kaç kişinin hayatında yer etti kimbilir...Albümleri milyonlarca sattı yüzlerce ödül aldı. nasıl büyülü bir sesti onun ki? insanları bu kadar etkiledi. Zaten iyiler her zaman genç, yakışıklı ve güzel ölürler kuralına uymak zorundaydı sanki... biraz daha dayanamazmıydı... 150 kiloluk ihtiyar mendebur, kartlaşmış sesiyle sıradan bir eski iyi şarkıcı gibi ölmek varken, neden bunu seçti bilmiyorum. Son röportajlarından birinde artık güzel şarkı söyleyemediğini söylemiş... bütün hayatı şarkı söylemekmiydi bilmiyorum ama sanırım bu ölmek için geçerli bir sebep gibi görünüyor... zirvede bırakıp efsanelerin arasında yer almak... o her zaman gecenin kraliçesi olarak hatırlanacak... belki de şarkıları yıllar boyunca birçok düğünde ilk dans şarkısı olarak çalınacak... yine de erken bir ölüm bu. erken bir ayrılık. yaptığı seçimler kötü olabilir, yaşadığı hayat kötü olabilir ama onu benim gibi sevenlere bunu yapmamalıydı demek geçiyor içimden... ama yinede kızamıyorum ona... hiçbirzaman kızmayacağım ve hayatımın sonuna kadar ona teşekkür edeceğim... kattığı güzellikler için. Huzur içinde yat Whitney... Rest in Peace....
-
Dediler ki Hayat Güzel...
süzülüp kalmış ters çevrilmiş bir şarap şişesinden kafayı bulamamış olmanın yarım kalmışlığı sabah kalkıp işe gitmek olmasa bu kadar soğuk olmak zorundamı izmirli bir kıza vurulmak tutuşup kavrulamadan sönmek hepsi aklımda tutunup düşmemek için erkek olmak ne zor işmiş anne bu kadar içipte ayık kalmak ağrına gidiyor insanın hakkını verememek hayatın çok çalışıp zengin olamamak gibi beygir götünde sinek yaşar gibi yaşamak ne zor iş anne çok bilmek lanetimidir insanın az bilmek ve umursamamak dururken baktığını görmek suçmudur anne? kahrından ölememek ne zor iş anne yinede yaşamaya mahkum kalmak ölmek isterken delice bunu hakedicek ne suç işledim ben anne doymuyor içimdeki hayvan içimi kemiriyor yinede birşey olmamış gibi kalkıp işe gitmek ne zormuş anne yazıp yazıp tüketememek içimdeki boşluğu inanmak ne zor işmiş anne benimle pazarlıklara oturan bir tanrıya sahte bir isimle sahte bir yüzle gerçek olmak bu ben değilim anne demek ne zormuş bu yalan benim değil ben yanlış zamanda yanlış yerdeyim boynum bükük isyankarlık kanımda var konuşamamak ne zor iş anne içine gömmek olduramadıklarını olsun buda gecer derken üstüne üstüne gelmesi hayatının sayısal oynuyorum kaç gündür sonuçlarına bakmadan kuponu yırtıp atmak nasıl olsa kaçıracagım her sabah otobüsü ben erken gelsem o gec gelir ben gec kalsam o coktan gitmiştir her şekilde ve her şartta işe gec kalmak ve korkmak işsiz kalmaktan çalışırken bu kadar açken ya işsiz kalsam korkusu nasıl bitirir benliğini ağlamak değilde bu bedene hüznü sığdırmak ne zor iş anne görenler ayıp diyecek diye değil sen görürsen üzülürsn diye her gece hıçkırıklarına susturucu takmak yastığınla ne zor iş anne evlat olamamak sana layık hele bir de erkek olmak ne zor iş anne....
-
Dediler ki Hayat Güzel...
ele avuca sığmaz çocukluktu bizimkisi belki de bu yüzden yazılsada hep bir yanı yarım kaldı. kaybettikmi yoksa kazandık mı? nasıl bir mücadeleydi bu özgürlüğümüzden sıyrılıp köleliğe sarılmak neydik birbirimiz için ihtiyaçlarımızın tutsağımı yoksa aşk süsü verilmiş birlikteliğin bağımlısımı? daha vakti varmıydı yoksa herzaman olur ya her zamankinden önce mi bitmişti söyleyeceklerimiz davetsiz misafiri gibiydik hayatın belki de bu yüzden rahat bir uykuya muhtaçtık nasıl bir yorgunluk bu neresini örtsen bedeninin açıkta kalanı üşür ve biz hep en çok üşüdüğümüzde yalnız kalanlardık gece uyanıp uykusunda sırtımızı örtecek sevgilisi olmayanlardan... aşk bu mu? bir gün bitecek diye dertlerimiz umutla tutunmak hayata ama hep o hayata parmak uçlarında tutunan bir rüzgar esse yetcek ha itti beni itcek sanki dilimin ucunda sevda sözleri bir an duraksasam aklımın içinden uçup gitcek aşk bumu özleyip bir kadını hep tek başına yaşamak kısacık bir hayatı...
-
Dediler ki Hayat Güzel...
işte tam şimdi şu anda ne yapıyorsun? uyuyormusun sarılıp naftalin kokan yorganlara yoksa bilgisayar başındamısın gözlerinde çakıl taşlarına inat benimi bekliyorsun sabahın olmasına şurada ne kaldı üşüyormusun parmaklarımın ucunda hasrete dönüşüyor kelimeler okuyormusun bir gecelik diye başlayan her ilişkimde olduğu gibi bir gecelik hiç ilişkim olmadıki benim hangi kadına ilişsem bir yanım hep onda kaldı şimdi tam şu anda ne yapıyorsun kendine bir bardak daha çay doldurup siyah beyaz eski bir filmi mi izliyorsun ağlamamışsın fakat her ihtimale karşı kağıt bir mendil yanında sana arkandan sarılmış nefesi boynunda beni hayal ediyormusun? izlerken soluk ekranında televizyonun sevgilisine yetişememiş belkide her zamankinden erken kalkmış bir trenin çığlığı kulaklarında ürkek bir güvercinin kar üzerinde yürümesi gibi uzanıp usulca bir sigara daha yakıyormusun hepsinin ötesinde tenin beni arzuluyormu her gece bensiz girdiğin o soğuk yatakta...
-
Dediler ki Hayat Güzel...
lügatından konuşmak fiili cıkarılmıs tartısmaların uzagında bir hayatın hayaliyle suskunluga dalmış bir faniyim kanun hükmünde kararnamelerin gölgesinde gücü elinde tutanlarla iyi gecinmiş güçsüzleri görmüş ama yanında olmamış vicdanıyla hesaplaşmalarında kaybettiği için hep bir üst mahkemede temyize soyunmuş özel yetkili savcılar tutulmuş parası hic cebinden cıkmamış hep kazanmış ama gururuna yedirememiş fakir ama onurlu gencin karşısında üstelik çirkinmi çirkin hep güzel kızları kandırmış babasından kalmış hanları hamamları ama hiç mutlu olmamış acıkmış kaybetmeye kazandıkça büyümüş iiiiçindeki boşluk hırsından yorgun geceler boyu uyuyamamış oysa bir gülümseme yetermiş susuzluguna gücün esiri olmuş utanmadan üstü açık arabasının arkasına ama para bende! yazdırmış yorulmuş bir gece yarısı klavye başında sızmaya sabah uyanınca baş agrısı cekmeye hasret kalmış zenginmiş artık kaldırıp telefonu oda servisini çağırmış temiz havlular temiz çamaşırlar temiz bir banyo ama bir türlü sıyrılıp sıftalarından arınamamış...
-
Mısır
Tarih tekrrür etmek zorunda mı? Son gunlerde Mısır'da olanları düşündükçe, oynanan oyunları, tezgahları. Yıllardan beri çok iyi bir hayat sürmeyebilrlerdi ama neden bugune kadar kimse kalkıp isyan etmedi? Toplumlar refah ve huzur içinde yaşadıkları sürece isyan etmezler. Ama onların elinden hakları alınmaya başlandığında ses çıkarmaya başlarlar. Peki ne değişti de Mısır daki halk birden galeyana gelip isyan etti? Tuhaf bir durummu sadece bana mı garip geliyor bilmiyorum. Kötüde olsa bir düzen içinde yıllardır yaşayan bir halk, özgürlük için birden ayaklanmayı istediler ve yaptılar. Sonuç? Hergün onlarca ölü, kaos, karmaşa ve bölünme... İstedikleri gercekten bumuydu? Baskı rejiminden bu kadar mı nefret ettilerki simdi birbirlerini öldürme pahasına rejim değiştirdiler. Haber bültenlerinde Mısır'dan gelen haberleri izledikçe komplo teorileri üremeye başladı. Sanırım bu benim rahatsızlıklarımdan biri. Diyelim ki zengin kaynakları olan bir ülke var. Ve sizin zenginliğiniz bu ülkenin kaynaklarını elde etmeye dayanıyor. Bu kaynaklara ulaşmanın iki yolu vardır. Birincisi ordunuzu askerinizi gonderip ülkeyi zorla ele geçirirsiniz ki, bu en son ikinci dünya savaşı sırasında yapıldı ve çok maliyetli olduğu ortaya çıktı. İkinci yol ise bu ülkenin kaynaklarını size gönüllü olarak açmasıdır. Bu biraz daha uzun vadede ama daha az masraflı bir yoldur. Üstelik yardımcı olma yolunda olduğunuz için itibarınızda artacaktır. Peki silah kullanmadan bir ülkeyi nasıl işgal edersiniz? Bunun da temelde çok basit iki yolu vardır. Birincisi ve en çok kullanılanı o ülkenin iktidarıyla yakın ilişkiler içinde olmaktır. İktidara gelmesi muhtemel siyasi bir oluşumu çaktırmadan desteklersiniz. Bu oluşum iktidara gelince diyetini öder. İkinci yol ise mevcut iktidarın karşısına güçlü bir muhalefet çıkarmak yada mevcut iktidarın prestijiniz dünya kamuoyu onunde yerle bir etmektir. Örneğin; diktatör, azınlıklara iyi davranmayan, halkını ezen, özgürlükleri kısıtlayan bir iktidar olduğunu her fırsatta manşetlere taşımak. Mısır da olan biten sanırım bu son söylediğime benziyor. Diktatörlük rejimiyle yöneldiğini biz son bir yılda öğrendik ama yıllardır boyleydi bu ulke. Yıllardır insanların hakları ellerinden alınıyordu. Bunu yıkmanın en kolay yolu muhalif adı verilenleri örgütleyip birleştirerek desteklemek. Boylece size yakın birileri ulke basına gececektir. Gercekten bu yakın birileri ulke basına gectimi? Hayır ulke kaos icinde biraz daha zamana ihtiyac var. peki bu boşluk kimin işine yarıyor? O ülkeye yapılan silah satışlarını, ülkenin yeniden yapılanmasını sağlayacak kimse onun işine yarıyor. Peki kimin canı en çok yanıyor? Mısır halkının. Kimin umurunda bu durum? Bu düşünce fırtınası içinde aklıma ülkemiz geliyor. 99 yılında yaşanan büyük ekonomik kriz ve sonra bir siyasi partinin gelmesiyle sanki sihirli bir asa değmiş gibi herşeyin birden yoluna girmesi. Ekonomik anlamda çok bilgi sahibi değilim ama bir ülkenin ekonomisini bu kadar çabuk çökmesi ve daha hızlı düzelmesi benim tuhafıma gidiyor. işi bilen hiçbir ekonomistte bu tuhaflığa değinip iki satır açıklama yayınlamadı. Bu daha tuhaf bir durum. Bir gecede batmıştık. Yarı yarıya fakirleştik. Tam da o dönemde seçime girdik. tahmin edin ne oldu. Ülkeyi batıranlara haddini bildirip yepyeni birilerini seçtik. Doğruyu seçmiş olmalıyız o günden sonra ekonomi hep iyiye gitti. Hep düzeldik. Bir daha devaluasyon olmadı. Kimse işsiz kalmadı. Kimse aç kalmadı fakirleşmedi. Ve bunu yıllardır kimsenin yapamadığını bir siyasi parti bir yıldan kısa sürede yaptı. Herşey yoluna girdi. Mucizevi bir şekilde düzeldik. Sahi siz mucizelere inanırmısınz? Ama son on yılda tuhaflıklar hiç bitmedi. Mesela ben on yıldır aynı maaşla çalışıyorum hatta son iki yıldır aldığım maaş zorunlu harcamalarıma yetmemeye başladı. Borçlarım yavaş yavaş ama azimli bir şekilde artmaya başladı. Son beş yıldır her yıl düzenli şekilde tüketimim aynı olmasına rağmen özellikle telefon. elektrik.su.doğalgaz ve benzin harcamalarım artmış. Biraz takıntılı bir adam olduğum için ödediğim her faturayı saklarım. Beş yıllık zaman diliminde her yıl faturalarımın kabardığını gözlemledim. Ama enflasyon düşmüş, gsmhm artmış, vss..vss.. geçen gün büyük bir hipermarketten sarımsak aldım. eve gelince üzerindeki etikete gözüm takıldı. Made in PRC yazıyordu. Aklıma bir şüphe düştü. Dünyanın en zengin tarım arazilerine sahip bir ülke değilmiydik biz? Sarımsak bile ithal ediyoruz artık.. Bu sadece banamı tuhaf geliyor? Birgün kasaptan kıyma alacaktım. İki farklı fiyat etiketine gözüm takıldı. Arada 10 tl fark vardı. farkını sordum tezgahtara. Abi bu ithal kıyma ondan ucuz. Biz dünyanın en büyük hayvancılığına sahip ülke değilmiydik? Derken bir bakanımız açıklama yaptı. Ekmeğe bu sene zam yok. Ekmeğin gramajı düşürülecek ve kepekli olacak. Yani ben doyabilmek için ekmeğe daha fazla para ödemek zorunda kalacağım. Dış ticaret rakkamları açıklandı. İthalatımız yüzde otuz artmış, ihracatımız yüzde oniki artmış. Bu iyi birşeymi? Buna ekonomi dilinde cari açık deniyor ki sokaktaki çocuk bile açık kelimesinin iyi birşey olmadığını bilir sanırım. Peki on yılda biz neyi düzelttik? En önemli ve en çok gelir getiren başta türk telekom olmak üzere birçok değerimizi sattık. Elimize ne geçti? Satmaya devam ediyoruz... Bunları görüp yaşarken aklıma bir tilki girdi. 99 Yılındaki o ekonomik kriz gercek anlamda bir krizmiydi? yoksa bize kurtuluş recetesi olarak sunulan bu parti aslında büyük bir tezgahın truva atımıydı? Hedef 2023 diye bir açıklama geldi iktidardan. Son on yıla bakınca önümüzdeki 10 yıldan korkmalımıyız?
-
Dediler ki Hayat Güzel...
saklanmış bir köşeye üstelik üşümüş iliklerine kadar dedilerki iyiler kazanır o halde neden ağlar bütün anneler? mutlu olmak için mutlu etmek yeter dediler neden isyankar en çok sevenler kalbimin kırıklarından hayaller kurdum her birinde umutsuzluk izleri aklım almıyor sarhoş olup ayıldıkça kendi içime patladıkça neden bu inkarlar dediler ki hayat güzel akşamın ışıkları çökünceüzerine öptüğün o ilk kız çocuğu gelir aklına kadehlere dolunca rakının beyazı bir dost meclisinde edepsizce kelimeler beyoğlundan aşağı inerken sıyrılıverirsin tüm sorumluluklarından aklın alıyormusenin tüm olan biteni unutulmuşmudur bakırköy sahilinde körkütük içtiğin geceler tir tir titrerken çıkarıp üzerinden yeşil paltonu suya soktuğunda zayıf bedenini aklının iplerini salmışken sonrası yok yeni bir hayat yok yeni bir aşk yok derken karşına çıkan kız çocuğu hepsinin ötesinde uyuya kalmak için boşalttığın şişeler şimdi beni seven hayalimi kuran bir kadınım var karamsarlıklarımı sıyırıyorum kemiklerimden düştükçe yeniden kalkıyorum sustukça avazım çıktığı kadar bağırıyorum sözlerim değişti yüzümdeki izler kadar ihtiyarlıyormuyum artık tanrım bunuda mı yapacaktın bana en güzel yerinde bir sevdanın canımı mı alacaktın? köhne bir teknenin yarısı suya batmış suyun üzerinde karla kaplanmış tanrım böylemi örtüyorsun artık yarattıklarının kirliliğini üşüyorum hala izleri varmı diye eski sevdalarımın geçmişe dönmekten yoruldum şarkılar değişti sözler değişti ben değişmedim yalan! en önce ben vazgeçtim bu sevdadan en önce ben yenildim susmak asalet sandı herkez ama en çok ben çektim ağrısını geri geldim elimde avucumda biriktiremediklerim dokunmadıklarımla yargılayın beni söylemediklerimle her sabah uyanıpta soğuk bir evin köşesinde çaresizliğimle kaybettimmi? yoksa kazandım mı? yalnızlık dediğin gecenin yarısı uykusundan uyanıpta sırtını örtecek kimsenin olmaması mı? yine fazla uzattım değil mi? alışkanlıklarından kurtulamıyor insan sabrediyor bir süre sonra yeniden dönüyor türküsüne birşey olmamış gibi yıllar geçiyor üzerinden sonra birşey olmamış gibi bir sigara daha yakıp dayanıyor yalnızlığa ha geçti ha geçecek kırıkları yok artık kalbimin sevda sözlerim yok uzun zamandır kazanıyorum bende bu yarım kalmışlık neden? ilk fırsatta atıp kendimi boş bir sayfaya boşalma çabam neden? ertelemek nereye kadar hangi acıya kadar kapamak gözlerini bazen özlemeye bile muhtaç kalıyor insan ya altı üstü sulugözlü bir yalnızlık ve yarın sabah hiçbirşey olmamış gibi uyanacak insan ,işine gücüne bakacak çok çalışıp büyük adam olamayacak çok para da kazanamayacak üstrelik erteleyecek günü gelmiş borçlarını yeni bir kapı arayacak kendine ama cesareti olmayacak sevdiği kadının kollarında inlerken bir an kopacak çırılçıplak bir hayattan kendine geldiginde sığınıp şielere bir yudum için yalvaracak insan sabah olunca hiçbirşey olmamış gibi bir hayat daha yaşayacak sanki daha önce defalarca ölmemiş gibi...
-
uygarlıkların cokusu
bu kaçınılmaz bir durumdur
-
sizlere bir sorum var
şampiyonlar ligi kupasını kazanmamız gerekiyor
-
Felsefe ve Siyaset
çünkü düşünen adamlar siyasetten uzak kalıyor
-
sol siyaset
hepsinin daha önemli dertleri var
-
Demokrasi ve Cumhuriyet
bugün ne kadar uzagız...