tülvent tarafından postalanan herşey
-
Yorumsuz
Bayram yaklaşırken... Bu yürek titreten manzaraları görmemeyi dileyerek...
-
Yorumsuz
- Yorumsuz
- tülvent' in Dağarcığı
- Yorumsuz
- KISMETTE NE VARSA
Bu gece bi tane de benden olsun bakalım... '' AyrıIık kapının önünde sevgiIim, Sus ! Ses etme Söndür ışıkIarı.. Evde yokmuşuz gibi yapaIım.'' Hadi yapalım be ya!- Birisi Çay Yapsada Şöyle Sıcak Sıcak İçsek
ÇAY İYİDİR... Sohbetin tadına kendi tadını kattıkça hele...- ACI DURDUĞUNDA
Öncelikle çook geçmiş olsun, ben bu yazını okuduğumda çoktan iyileşmiş olduğuna mutlu oldum. Ahh, canım benim ahhh!!!... Ah ki; ne ah! Yarama dokunuverdin. Bu illet, var ya bu illet beni senden de çok sever. Antibiyotik, stres, üzüntü geldi mi o da hoş geldi! Bi kez 40 adet iğneyle bana mısın dememişti... Zaten iğne miğne hava, o canı istediğinde gelir ve canı istediğinde gider. Portakalı soydum başucuma değil de vücuduma yapıştırdım gibi her yerini de kabartır, yapışır kalır meret. Ha bu arada onu ellemiceksin, rahatsız edilmekten kaşınılmaktan da nefret eden huyu vardır. Kaşındıktan sonra sancılar... ''Semprexs'' iyidir, Xyzal daha da iyidir.. Advantan krem süreceksin yoğurt gibi.. Daha ne diyim... Yaramı deştin, hızımı alamıyorum, ahan da bu da son beraberliğimizden (Nisan- 20014) bi kare...- Birisi Çay Yapsada Şöyle Sıcak Sıcak İçsek
Buyrun efemm...- Yorumsuz
- Yorumsuz
- Yorumsuz
- tülvent' in Dağarcığı
Bitişlerin ve başlangıçların ayıdır eylül. İnce bir hüznün, telaşların, hayallerin, vedaların ve merhabaların ayıdır. Sarıdan kızıla dönecek yaprakların, yağmur kokusunun ayıdır. Artık yazın bittiğini kabul etmek gibi bazı şeylerin de bittiğini kabullenmektir eylül! Vee eylül aniden gelir.- Susuyorsun - B. COŞKUN
Bunu da gördük, yuh olsun Sevgili okuyucularım, yıl 1996… Kıbrıs’tayız. Rum göstericiler Derinye bölgesinde Yeşil Hat kapılarına dayanmış, Türk tarafına geçmeye çalışıyorlar. Güvenlik güçleri bu güruhu uyarıyor: “Yapmayın, geri çekilin. Yoksa ateş ederiz.” Bu çağrı megafonlarla, hepsinin duyacağı bir biçimde yapılıyor. Ancak göstericiler içeri dalıyor… Üstelik içlerinden biri, adeta bir cambaz gibi oradaki bayrak direğine tırmanmaya başlıyor, beş altı metrelik bir tırmanış sergiliyor ve bayrağımıza elini uzatıyor. Türk Bayrağı’nı gönderden indirecekti!.. Ve iki el silah sesi duyuldu. Stavros isimli Rum vatandaşının cansız bedeni yere yuvarlandı. Aradan tam 18 yıl geçti ve bu olay sonrasında buna benzer başka bir olaya tanık olunmadı… Çünkü bayrağımızın sahipsiz olmadığını, ona el uzatmanın bedelinin çok yüksek olduğunu öğrenmiş oldular. * * * * Geçtiğimiz pazar günü Diyarbakır’dayız. Yine gösteriler yapılıyor. Polis çok kibar, çok nazik! Olay yerine zaten yarım saat sonra geliyor ve göstericileri uyarmakla yetiniyor. TOMA’lar su sıkmıyor, biber gazı sıkmıyor, coplar kullanılmıyor! Asker derseniz emir almış, kışlasında neredeyse kış uykusuna yatmış. Kalabalık sloganlar atarak yürüyor, Türkiye’nin en büyük ikinci hava üssü olan Hava Kuvvetleri Komutanlığı arazisinin önüne geliyor… Duvarları ve tel örgüleri aşıp içeriye sızmaya başlıyor. Askerden tık yok! Kalabalık duvardan içeri atlıyor, bir koşuşturma başlıyor… Az ilerideki bayrak direğine doğru koşuyorlar… Ve bayrak direğinde asılı olan Türk Bayrağı’nı indirip kaçıyorlar. Bayrak ellerinde… Evet, bayrağımız gönderden indiriliyor, kaçırılıyor, böyle bir olaya Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez tanık olunuyor. Bayrak şimdi kayıp. Çok büyük olasılıkla ya çöp kutusuna atmışlar veya yakmışlardır. * * * * Bütün bunların niçin yapıldığını, bayrağımızın indirilmesine bile hangi nedenle göz yumulduğunu artık hepimiz biliyoruz. Tayyip gibi birinin cumhurbaşkanı seçilmesi uğruna! Söylemesi ayıptır ve acıdır ama, bu ortamda gerek Genelkurmay, gerekse Kuvvet Komutanlıkları, sürecin en büyük destekçisi. Sözünü ettiğim bayrak olayı pazar günü gündüz saatlerinde gerçekleşti. Demek ki aradan 24 saat geçmişti ve Genelkurmay’dan açıklama ancak geldi. Şöyle deniliyordu: “Bir kısmı çocuk olan göstericilerin arasında bulunan yüzü kapalı bir şahıs nizamiyeden içeri atlayıp bayrak direğine tırmanmıştır. Bölgeye sevk edilen tim tarafından şahsı ikaza yönelik havaya iki el uyarı ateşi yapılmış ve sesle ikazda bulunulmasına rağmen söz konusu şahıs bayrağı gönderden almıştır… Nefretle kınıyoruz!..” Keşke hiç açıklama yapmasalardı. Özürleri kabahatlerinden büyük. Sesle ikazda bulunmuşlar!.. “Hooop kardeş, ayıp ediyorsun yani!..” Varsayalım böyle bir eyleme kalkışan kişiye “Başımıza iş açılmasın” deyip ateş etmekten korktunuz. İyi de, herif tırmanıyor, bayrağı çözüyor, eline alıp direkten iniyor ve sonra kaçıyor. Peki kaçmasına niçin göz yumdunuz? Niçin yakalamadınız? * * * * Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bugüne kadar nice kepazelikler yaşadık ama böylesi hiç görülmemişti. Bayrak bir milletin, devletin ve ülkenin namusu ve onurudur. Hele askeri bir birliğin içine girilip indirilmesi, heriflerin daha sonra kışladan ellerini kollarını sallayarak kaçmış olmaları, Genelkurmay ve komuta kademesinin utancıdır. Ne bileyim, kışlada belki bir çay bile içmişlerdir! * * * * Evet, bayrak bir milletin onurudur. Türk Ordusu Yunan Ordusu’nu yenip 9 Eylül günü İzmir’e girmişti. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ertesi gün hükümet binasına gidiyor ve merdivenlere kocaman bir Yunan Bayrağı serilmiş olduğunu görüyor. Derhal kaldırılmasına istiyor. Ama itirazlar geliyor: “Paşam işgalden sonra Yunan Kralı geldiğinde bizim bayrağımızı burada yere serdirip çiğnemişti.” Paşa yanıt veriyor: “Bayrak bir milletin şerefidir, ayak altında çiğnenmez. Kral yanlış yapmış. Kaldırın o bayrağı yerden.” * * * * Burada defalarca yazdım. Sık sık aynı konuyu yazarak belki sizleri de bıktırdım. Özür dilerim… Ama durum çok vahim. Bayrak indirmek dahil bütün bu yüz karası olaylar Tayyip cumhurbaşkanı seçilsin, katil Apo’nun İmralı’da tepesi atmasın diye oluyor. İlk turda yüzde 50’yi bulabilmek için Apo’nun kirli desteği ile birlikte Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt oylarına ihtiyacı var. O yüzden bölgedeki güvenlik güçlerine emir verildi: “Yapılanları görmezden gelin, size doğrudan saldırı olmadığı sürece su ve biber gazı sıkmayın, cop kullanmayın ki bunları karşımıza almayalım…” Ülkemizi bu duruma düşüren, vicdanları kanatan, işte bu şahsın kaprisleri, kompleksleri, kişisel ve siyasal çıkar hesaplarıdır. Askerle teröristlerin arasında 100 metre mesafe var. Karayolunu kesiyorlar, kimlik kontrolü yapıyorlar, çadır kuruyorlar… Ve, inanılır gibi değil ama asker onları izlemekle yetiniyor… Çünkü böyle emir almış. * * * * Tayyip gibilerden her şey beklenir. İyi de, Genelkurmay ne yapıyor? Heeey Necdet Bey!.. Heeey Hava Kuvvetleri Komutanı!.. Teröristler yüzlerce nöbetçi ile korunan Diyarbakır’daki hava üssüne girdiler, Türk Bayrağı’nı indirdiler ve bayrağımız dışarı kaçırıldı. Böyle bir olay başka bir ülkede olsa, o Genelkurmay Başkanı, o Hava Kuvvetleri Komutanı makamında bir dakika bile oturamaz, istifasını verip gitmek zorunda kalır. İstifa etmezse, onu hükümet gönderir. Bizde al takke ver külah, kim kime ne diyecek! Emin Çölaşan- Susuyorsun - B. COŞKUN
Karargahındaki bayrağını indirdiler… Susuyorsun… * Önce kolunu kanadını kestiler… O göz bebeğin orduyu tükettiler… En güvendiğin yiğitleri hapishanelere doldurdular, suçladılar, yargıladılar ve vatanına ihanetle mahkum ettiler… Kahrından öldü kimisi hücrelerde… Sustun… * Aydınlarını, yurtseverlerini bitirdiler… Kurumlarını bir bir yıktılar… Sahip olduğun tüm yüce değerlerini aşağılayıp yok ettiler… Sustun… * Çocuklarını bile aldılar elinden… Ülkemizin bilim adamlarına, teknikerlere, çağdaş beyinlere, sanatçılara, üstün insan gücüne gereksinimi varken, çocuklarından birer “imam” yetiştiriyorlar… Göz göre göre… Sustun… * Yüreğindeki inancını yürüttüler… Duaların… Duyguların… Hayallerin… Umutların… Kimliğini çaldılar… * Bak geldik… Paramparça vatan… Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu seninmiş gibi geliyor mu?.. Yani Antalya gibi, Edirne gibi, Sinop gibi, Kayseri gibi… Oralara huzur ve güven içinde, canının istediği gibi gidip gelebileceğini düşünüyor musun?… Ne gezer!.. * Milletten gizlenen, ancak kimi rastlantılarla ortaya çıkan bir dizi pazarlık ve anlaşmaların sonucunda, oralar sanki vatan toprağı değil… Günlerdir devlet dahi çekildi bölgeden… Karakollar terk edildi… Yolları terör örgütü denetliyor… Asker şaşkın… * Sonunda… Türkiye’nin en güçlü ve özel hava üssüne kadar girip Türk Bayrağı’nı indirip attılar, bayrak direği dışında direnen olmadı… * Hâlâ susuyorsun… Ne diyebiliriz ki… Hak etmediğin bu topraklarda direk kadar olamıyorsan… Sus… BEKİR COŞKUN- Yorumsuz
- Yorumsuz
- 5199' UMA DOKUNMA!
- 5199' UMA DOKUNMA!
Devletçe Uygulanmak İstenen “HAYVANLARDAN ARINDIRMA” Politikası!!! - Amacı ve adı “HAYVAN KORUMA” olan bir yasada hayvanların sorun olarak görülmesi, her canlının şahsına özgün fizikî ve karakter özellikleri, yetiştirilişi ve geçmişi, yaşadıkları incelenmeden, “tehlikeli” sıfatıyla yaftalanması asla kabul edilemez; basit, insanî mazeretlerle hayvanların öldürülmesi ve nasıl bertaraf edilecekleri de adı koruma olan bir kanunun ESASINI OLUŞTURAMAZ. *** Bu nedenle değiştirilmek istenen 5199 sayılı yasa, 5996 ve 1593 sayılı kanunlardan ayrı bir şekilde ele alınmalı ve bu kanunlar da 5199 sayılı yasaya göre güncellenmeli, bu yasaların içinde yer alan imha maddeleri derhal kaldırılmalıdır. - İnsanî bir seçenek, çözüm olarak sunulan, “uyutma” diye bilinen, solunumu durdurucu iğne ile öldürme yöntemi, bir hak değil, aksine yaşam hakkının sonlandırılmasıdır. Bu nedenle, hayvanların refahını sağlama adı altında yürürlüğe girecek herhangi bir yasanın içinde de bu maddeye yer verilemez. Bu hakkı, hiçbir kurum, kişi ve kuruluş, çok istisnai durumlar haricinde, tıbbî gerekçesiz, uygulayamaz. - Tasarı, yasalaştığı takdirde evlerde yaşayan hayvanların sayısına ciddi kısıtlamalar getirilecek ve muhtemelen bu sayı, tek bir hayvan ile sınırlandırılacaktır. Bir hayvan “sahibi”nin, evinde tek ya da birkaç hayvan bulundurma sınırlandırmasına, dayatmasına yasalar ile kesinlikle karar verilemez. Bu hayvan hakları ihlali olduğu kadar, aynı zamanda da bir insan hakları ihlalidir ve Anayasa’daki, mülkiyet hakkına aykırılık teşkil etmektedir. Adı üzerinde, mevzuata göre “evcil” olarak tanımlanan hayvan türleri, ferdin hanesinde, kendi tasarrufundadır ve mülkiyet hakkından ayrı düşünülemez. Şahsî mülkiyet edinmek dekişinin kendi tasarruf inisiyatifindedir. Anayasa ile koruma altına alınmış bu hakka hiçbir şekilde dokunulamaz. - Kısırlaştırma, yeni bir iş, istihdam, kolay para kazanma kolu olarak görülemez, bu konuda ihaleler açılamaz. “Sahipsiz” hayvanlara devletçe uygulanan kısırlaştırma işlemi, günümüzde bir “soykırım” haline dönüşmüştür. Zorunlu bir uygulama, şart haline getirilen bu işlemin, ciddi bir operasyon olduğu unutulmuş veya bilinçlice göz ardı edilmiştir. Operasyon öncesinde, sırasında ve sonrasında asgarî önlem ve işlemler dahi uygulanmamakta, bu da ciddi hayatî riskler ve eziyetli hak ihlallerinin ölümle sonuçlanmasına neden olmakta, kısırlaştırmayı bir imha aracı haline getirmektedir. Koruma, hayvanlara soykırım uygulayarak sağlanamaz. - Hayvanların, deneylerde kullanılması da başlı başına etik bir sorundur. Ancak mevzuat, etik sebeplerden dolayı oluşan bu karşıt görüşümüzü değil, devletin ve ilaç endüstrisinin çıkarları doğrultusunda hayvanların birer denek olarak kullanılmasını onaylamaktadır. Bakanlığın, Başbakanlığa sunmuş olduğu yasa tasarısında ise, hayvan deneylerinde veteriner hekimin bulundurulması zorunluluğu da ortadan kaldırılacaktır. - İşkence ve kötü muamele, idarî para cezaları ile geçiştirilmektedir. Yine Bakanlığın Başbakanlığa sunduğu tasarıda, hayvanlara işkence yapan kişi, sadece 750 TL’lik bir idarî para cezasını devlete ödeyerek bu fiilini gerçekleştirebilecektir. Hak ihlallerinin yasal hükümlerle önlenmesi gayesi taşınıyorsa cezaların caydırıcı olması ve yükseltilmesi şarttır. - Mevzuatça “tehlikeli ırk” olarak tanımlanan hayvanların, bakımevlerine teslim edilmesi zorunluluğu da Türkiye’de belli hayvan ırklarına karşı yapılmak istenen haksız bir yaftalamadır. Bu uygulama, insanlara yapıldığında ya da yapılacak olduğunda adı “soykırım” olurken, yasa koyucu, bu uygulamayı hayvanlar için çok rahat bir şekilde dile getirebilmekte, bunu bir çözüm olarak sunmaktadır. Hukuken ve vicdanen böyle bir uygulamanın meşruiyeti mümkün değildir. - Hayvanlar, sadece kedi, köpek gibi evcil hayvanlardan oluşmamaktadır. Ancak mevcut Kanun ve bu Kanunun değiştirilmesi için sarfedilen çabalar, daha çok evcil hayvanları kapsamaktadır. Her gün muazzam bir zulme maruz bırakılan “çiftlik hayvanları” diye anılan ya da mevzuatça “kesim hayvanı” olarak tanımlanan hayvanlar, deneylerde sömürülen ve işkence edilen hayvanlar, “yarış hayvanları”, hayvanlı sirklerde, gösteri endüstrisinde sömürülen ve hak ihlallerine maruz kalan hayvanlar, hayvanat bahçelerinde hapishane koşullarında yaşayan yaban hayvanları için hiçbir olumlu düzenleme getirilmemektedir. Bu, büyük bir samimiyetsizlikten ve illüzyondan başka bir şey değildir. - AB müktesebatı dâhilinde hayvan refahı ile ilgili Türkiye’de yürürlüğe giren tüm mevzuat, hayvanların haklarını değil insanların refahını korumaktadır; insanmerkezci ve bencil bir düşünce yapısıyla hazırlanmıştır ve hayvanların “ekonomiye katkı payı” hesabı ile yaşatılmasına veya öldürülmesine karar verme yetkisini ısrarla otoritelere vermek istemektedir. Bu nedenle, maksat, yine hayvanları korumak değil “hayvan refahı” adı altında göz boyamak ve hayvanlara uygulanan zulmü, işkenceyi ve tahakkümün devamını sağlamaktır. Bu yüzden mevcut olan tüm mevzuatı reddediyor ve hayvan haklarını gözetmek iddiasıyla yürürlüğe konmak istenen mevzuatın hazırlanmasında rol alan hayvan refahı derneklerini, hayvanseverleri ve Bakanlık yetkililerini kınıyoruz. - Hiçbir dernek, federasyon ya da grup, hayvanları ya da hayvan hakları savunucularını temsil tekeline sahip değildir. İnsanlardan çok daha fazlasını hissedebilen, duyguları ve bilinci olan, acı çekme yetileri olan hayvanlar hakkında mevzuat çıkartılırken, hayvanlar mevcut yasalar karşısında birer eşya, mal olsalar dahi, onların gerçekte insanlar gibi acı çeken, hissedebilen, canlı bireyler oldukları unutulmamalıdır. Bu unutulduğu takdirde; insanın, doğanın önemli bir paydası olan, ekosistemde en az insanlar kadar bir yere ve doğal haklara sahip olan hayvanlar üzerindeki bencil hükümranlığının, basit ekonomik hesapların sonucundaki bilançonun iflas olacağı, bunun yaşama karşı ciddi bir suç oluşturacağı, bu suçun yasalar ile meşrulaştırılması ile de önce vicdanlarımıza, sonra da tüm canlılara karşı hiçbir şekilde hesabını veremeyeceğimiz ve telafisi olmayan ciddi zararlar doğacağı, acı gerçeğin ta kendisi olarak karşımıza çıkacaktır.- 5199' UMA DOKUNMA!
5199' UMA DOKUNMA!!! “HAYVANLARI KORUMA KANUNUNDA VE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI” da diğer kanun tekliflerinde olduğu gibi beraberinde birçok hak ihlalini getirecektir: Şöyle ki; 1- Evlerde kaç hayvan bulundurulacağı; “tehlikeli ırk” adıyla hayvanların yaftalanması; hayvanlardan kaynaklanabilecek sorunlara dair tedbirlerin (öldürme, toplu imha, izolasyon vs.) diğer bakanlıklarla birlikte belirlenerek yönetmeliklerin çıkartılması, 2- Hayvanların imhasına olanak sağlayan 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun yeni tasarıda da yer alması, 3- Deneylerde kullanılacak denek hayvanların etik kontrolden uzaklaştırılması, bu konuda mümkün olduğunda denetimlerin keyfiyete bağlanması, 4- Kanun tekliflerinin ve tasarının içeriği incelendiğinde, amacın hayvanları korumak ve hakları gözetmek değil, hayvanları bertaraf etmek olduğunu kanıtlanmaktadır. http://hayvanozgurlugucevirileri.com/2012/06/06/tepkiliyiz-5199-sayili-hayvanlari-koruma-kanununda-degisiklik-yapilmasina-iliskin/- 5199' UMA DOKUNMA!
İMZA KAMPANYASI Lütfen, "Sokaktaki Can Dostlarımızın Toplama Kamplarında Katledilmelerine İzin Vermeyeceğiz.! " kampanyasına imza verin. Verin ki; ''Sokaktaki Can Dostlarımız'' ÖLÜM YASASI' nın kurbanı olmasın!, Duyarlı, merhametli, yüreği olan dostlarım, lütfen, tıklayın ve imzalayın! www.change.org/tr/kampanyalar/sokaktaki-can-dostlarımızın-toplama-kamplarında-katledilmelerine-izin-vermeyeceğiz#shareİMZA KAMPANYASI Lütfen, "Sokaktaki Can Dostlarımızın Toplama Kamplarında Katledilmelerine İzin Vermeyeceğiz.! " kampanyasına imza verin. Verin ki; ''Sokaktaki Can Dostlarımız'' ÖLÜM YASASI' nın kurbanı olmasın!, Duyarlı, merhametli, yüreği olan dostlarım, lütfen, tıklayın ve imzalayın! * Şu anda TBMM Çevre Komisyonu’nda bekletilen iki adet kanun teklifi olmakla birlikte, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanmış başka bir değişiklik tasarısının da Başbakanlığa gönderildiğini ve görüşüldüğünü öğrenmiş bulunmaktayız. * Söz konusu teklifle, hayvanların ne şekilde öldürüleceği hükme bağlanmakta, hayvanların korunması ve yaşatılması değil, hayvanlar için asgarî “lüks” standartlarından oluşan “hayvan refahı” düşüncesi şart koşularak, 5199 sayılı Kanunun maddelerideğiştirilmek istenmektedir.- Saf Erdoğan - Soner Yalçın
Başbakan Erdoğan, Cemaat’in yaptıklarını kastederek “ne kadar safmışız” dedi! TDK sözlüğüne göre saf; “kolaylıkla aldatılabilen” demek. Cümle içinde kullanırsak: “Genelkurmay Başkanı’nın, yaşadışı terör örgütü lideri olduğuna hangi saf inanır?” Perşembe günü Silivri Cezaevi’nde (Atilla Sertel ve Yavuz Selim Demirağ ile) görüştüğümüz Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’a sordum: “28 Şubat’ın Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı; adı Ergenekon’un ‘1 Numarası’ yazılan Hüseyin Kıvrıkoğlu; 27 Nisan Bildirisi’ni yazan Yaşar Büyükanıt; ya da istifa ederek onurlu davranan Işık Koşaner gibi genelkurmay başkanlarını değil de, hükümetle iyi ilişkiler içinde olan sizi hapse attılar! Neden siz?” Başbuğ’un söylediklerini aktaracağım, sonra kendi düşüncemi yazacağım. Yalnız belirtmek isterim; Başbuğ’un diplomatik dille söylediklerini ben anladığım şekilde yazacağım; hata varsa benimdir. * “Neden siz?” yanıtı - Karıştırıyorlar, ben Balyoz’dan değil; “terör örgütü kurma ve yönetme” iddiasıyla “Ergenekon Terör Örgütü”nden yargılandım! - Milli Ordu Türkiye’nin temelidir; Mustafa Kemal’in emanetidir. Bu niteliğinin bitmesi durumunda ne olacağını söylemek dahi istemiyorum. - 76 milyona dayanan Milli Ordu’da etnisite olamaz. Biz sınavlarda bakarız Hakkarili biri yoksa üzülürüz. Bölgedeki subaylarımızı, çocukları sınava hazırlasın diye görevlendiririz. - Son dönemde gelen ihbarların büyük çoğunluğu “Alevilik” konusundaydı. “O subay Alevi” vs. Bu tür ihbarlarla Milli Ordu’yu yok etmek için tehlikeli oyunlara kalkışanları bugün daha net görüyoruz. - 28 Ağustos 2008’te göreve geldim. 2009 yılı başında iki önemli olay oldu; biri Erzincan’da diğeri Kayseri’deki soruşturma. - Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı, cemaati mercek altına alan soruşturmayı 23 Şubat 2009’da tamamladı; 26 kişiyi gözaltına aldı. Kayseri’de 4 Mart 2009’da gizli bir hücre ortaya çıkarıldı. Beşi sivil üçü astsubayın, askeri yazışma kurallarına uygun olarak flash bellek’te hazırladıkları yalanları bizim bilgisayarlara yükleyerek suç belgesi oluşturduklarını Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı ortaya çıkardı. Kayseri 2. Hava İkmal ve Bakım Merkezi Komutanlığı’nda görevli astsubaylar yakalandı; Işık Evleri’nde yetiştiklerini, evdeki ağabeylerinin “emriyle” bu tür sahtekarlıkları yaptıklarını itiraf ettiler. - 14 Nisan 2009’da Harp Akademileri Komutanlığı’nda “manifesto” niteliğinde konuşma yaptım. TSK’ya yönelik komplo hareketlerini ortaya çıkarmak için hukuki çalışmalara ağırlık verdik. - Hemen ardından 22 Nisan 2009’da Poyrazköy’de (boru çıkarma) kazıları başlatıldı. 7 Haziran 2009’da bir avukatlık bürosunda masa üstünde “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” (kağıt parçası) bulundu! - İki hafta sonra haberimiz bile yokken TBMM’de, askeri şahısların askeri mahallerde işledikleri suç nedeniyle Özel Yetkili Mahkemeler’de yargılanmasının yolu açıldı. - Ne tesadüf; 27 Ekim 2009’da Erzincan Çatalarmut’taki gölde mühimmat “bulunması” üzerine, dosya terör kapsamına sokularak Erzurum Özel Yetkili Mahkeme’ye gönderildi. Keza Kayseri’deki dosya da Özel Yetkili Mahkeme’ye verildi. Kovuşturmayı yapanlar; Kayseri’de Albay Ahmet Zeki Üçok; Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner vd. cezaevine atıldı. - 19 Aralık 2009’da Bülent Arınç’a suikast yalanı ortaya atıldı. - 2009 ve 2010 yıllarında TSK’ya karşı yoğun bir şekilde yürütülen haksız, hiçbir somut delile dayanmayan saldırılarla karşı karşıya kaldık. Bu saldırılar karşısında yasal yetki ve sorumluluklarımız içinde kalarak her platformda mücadele verdik. Sonuç: Başbuğ açıkça söylemiyor, ama satır arasından okuduğum; hükümet saf olmasıydı; “size suikast yapacaklar” yalanlarına kanmasaydı, 2009’daki sivil ve askeri soruşturmalar “paralel devleti” ortaya çıkaracaktı. Cemaat, intikam gayesiyle beni hapse attı! * Asıl hedef neydi? Başbuğ’un hapis gerekçesi “intikam” konusundan emin değilim… Şöyle: Başbuğ, 6 Ocak 2012’de “kaçma şüphesi” gerekçesiyle tutuklandı. Suçu büyüktü!.. - 3 Mart 2004’te Ankara’da halka açık laiklik paneline katılmıştı. - 3 Aralık 2003’te Yüksek Askeri Şura’da konuşma yapmıştı. - Gazeteci Mustafa Balbay ile görüşmüştü. - Göreve geldiğinde “kara propaganda yaptığı” iddia edilen 42 siteyi kapatmasına rağmen, “İnternet Andıcı” hazırlamıştı. Kuşkusuz bunların akıl ve mantıkla alakası yoktu. Maksat başkaydı. Zaten Erdoğan da, Başbuğ’un tutuklanmasıyla ilgili şöyle dedi: “İnsaf dışı, çok çirkin.” (06.08.2012) “Çok ciddi bir yanlıştır, tarih affetmez.” (01.02.2013) Erdoğan’a rağmen Başbuğ neden hapse sokuldu? Salt cemaat intikamı mı? Sanmıyorum. Başbuğ’un tutuklandığı tarihi bir kez daha anımsayalım: 6 Ocak 2012. Yani o meşhur 7 Şubat 2012’deki MİT krizinden bir ay önce! Dört gün önce AKP’li bir milletvekilinin, “paralel yapı ile ilgili gönlünüzdeki kırılma ne zaman başladı?” sorusu üzerine Erdoğan, “7 Şubat’taki MİT krizinde içimde şüpheler başladı” dedi. Hâlâ saflığı sürüyor! “MİT Müsteşarı’nı bana ulaşmak için alacaklardı” diyen Erdoğan, Başbuğ’un tutuklanmasına neden bu açıdan bak(a)mıyor? “Terör örgütünün başı” Genelkurmay Başkanı Başbuğ kime karşı sorumlu; Başbakan Erdoğan! Genelkurmay Başkanı’nın terör örgütü yöneticisi olmaktan suçlanması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurum ve kuruluşlarının da terör örgütü amacıyla çalıştığı iddiasını ortaya atar ki, bu da hedefin Başbakan Erdoğan olduğunu göstermez mi? Çok mu zor şöyle bir iddianame; KCK ve Ergenekon işbirliğiyle devleti parçalamaya yönelik faaliyet içinde olmak! Fırsatını bulsaydı cemaat böyle el koyacaktı Türkiye Cumhuriyeti’ne! Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK davaları; ve Başbuğ, ve MİT Müsteşarı, ve Erdoğan sadece ara hedefti! Asıl darbeci; Ergenekoncular, Balyozcular değil cemaat idi; Erdoğanlar hâlâ bunları anlayabilmiş değil… Sahiden saf’lar!..- tülvent' in Dağarcığı
Çelişki Yaman çelişki bizimkisi; Teknolojiyi sonuna kadar kullanıp, Lüks lambasıyla aydınlandığımız günleri geri istemek.. Hazır gıda tüketip, Ev yapımı tarhanaya aşermek.. Son derece konforlu binalarda yaşayıp, Kerpiç sıvalı evlere hasretlenmek.. İnternetti, televizyondu derken kendimizi yalnızlaştırıp, Konu komşu, eş dost birarada olduğumuz o sıcacık muhabbetleri özlemek.. Herşey elimizin altındayken, Ulaşım bu kadar kolayken, Eski zamanların imkansızlıklarını sevmek.. Sanırım "varlıklarla" kaybettiğimiz mutlulukları arıyoruz biz.. O yüzdendir "yokluklara " bu kadar susamışlığımız.. T.Tuğba Baş- DirenAŞK & Ali Bolat
Ali Bolat'ın ''Geçmişle barışmadan 'AŞK' için savaşamazsın!'' sloganı ile kaleme aldığı #Diren AŞK, kendisinden 10 yaş küçük bir genç erkeğe aşık olan, yaşamındaki sorunlarla boğuşması yetmiyormuş gibi geçmişiyle de hesaplaşmamış bir kadının romanı değil sadece... #Diren AŞK aslında bir Gezi Eylemleri Romanı. "Hayatlarının henüz baharındayken, doyasıya bir aşk yaşamadan göçüp giden o güzel çocuklara" diye itfah edilmiş Gezi parkında ve sonrasında yaşanan olaylarda yitip giden gençlerin anısına. Yabancı Yayınları imzası ile yayınlanan kitap; geçmişe, acıya, hayata direnme zamanı geldi mesajı veriyor.- Yorumsuz
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
Account
Navigation
- Yorumsuz