Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

tülvent

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.806
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    81

tülvent tarafından postalanan herşey

  1. tülvent

    Demir

    Şu albümden: DEMİR... Minik Dünyam

  2. tülvent

    Demir

    Şu albümden: DEMİR... Minik Dünyam

  3. tülvent

    Demir

    Şu albümden: DEMİR... Minik Dünyam

  4. tülvent

    Demir

    Şu albümden: DEMİR... Minik Dünyam

  5. tülvent

    Demir

    Şu albümden: DEMİR... Minik Dünyam

  6. Ya, denize karşı... Yanınızda sevdiğiniz biri de varsa hele! Ne dersiniz?
  7. ''... Doğumum bile bir kökünden kopma idi. On yaşıma kadar, çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım... Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım... Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Dünyayı kavradığını sandım... Kırk yaşındayım. Bugün, gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum... Kendimi öldürmeye çalışıyorum... Özlemlerim kalmadı. Bıraktım. Hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım... Ve bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı. Efsane sahibiyle yüzleşiyor. Berlin, 19 Ocak 1982 Büyükanne. Aklaşmış saçlarını toplamış, yüzü ince. Sıska bacakları. Hep mutfakta, midesine bir bıçak dayamış olarak yakaladığım büyükanne, hareketsiz. Ne kendi kıpırdıyor, ne de bıçağı kıpırdatıyor. Ñ Ne yapıyorsun burada? diye soruyor çocuk. Ñ Kendimi öldürmeye çalışıyorum. Anıların tüm görüntülerini vermeyeceğim. Sonsuz gerideler. Bu görüntülerin renkleri soldu. Ama kaybolmadılar. Benim sönüp gitmemi bekliyorlar. Bu kadar hain bu görüntüler. Sen sonsuz yaya kaldırımlarından gitmiş, sonsuz gecelerce sevişmiş, sonsuz zamanlar sindirmiş olabilirsin içine. Böylesine hain bu görüntüler, yok olmuyorlar. Seni söndürüyorlar yavaş yavaş. Yeşil yayla rengi bugün gri yeşile dönüştü. Çok uzakta hafif dağ tepeleriyle çevrili. Kız kardeşim olması gereken bir kızın elini tutuyorum. Doğa ölmüş. Çocuklar ölmüş. Onlarla birlikte her şey. Küçük kentin göl kıyısında son bulduğu yerde büyük otlar bitiyor. Otların arasında dolaşıyor ve büyükanneyi arıyoruz. İnce bacakları olan. Kentten çok uzaklaştık. Herhangi bir çukurda kafasını görüyoruz. Gözlüklerini takmış. Uçları rüzgarda uçuşan başörtüsü var. Onu bu büyük otlar arasındaki çukurda nasıl tanıdığımızı bilemiyorum. Yaz rüzgarı esiyor. Ñ Burada ne yapıyorsun büyükanne, biz seni arıyoruz. Ñ Bu dağların ardında yitip gitmek istiyorum. Yitip gitmek.... Dağların ardında yitip gitmek ne demek büyükanne? Bulduk mu onu Eve getirdik mi? (...) Çocuk ben beşikte yatıyor. Bir beşik çocuğundan daha büyüğüm oysa. Ama beş yaşında da değilim. Beni beşiğe koyan büyüklere kızıyorum. Yoksa iki yaşında mıyım? Konuşabiliyor muyum? Neden bağırmıyorum? Neden beşikte fenalaşmayı, kusmayı bekliyorum? Beni kaldırmaları için neden bağırmıyorum? Yoksa konuşamıyor muyum? Konuşma yaşına henüz gelmedim mi? Peki, beşik çocuğunu, beni saran can sıkıcı atmosferi nasıl kavrayabiliyorum? Şimdi konuşabiliyor muyum? Kırk yaşında konuşabiliyor muyum? (...) Otobüs dağ yamaçlarının virajlarında ilerliyor. Ağaçlar gri. Gri ağaçların gerisindeki göl gri. Gri su durgun duruyor. Sıcaklık da gri. Gölden beyaz, bembeyaz bir ceset çıkartılıyor. Bir gencin ceseti. Bu bir yazın başlangıcı. Ve ben sonraları çocuk olarak elma ağaçlarının üzerinde olacağım... ''
  8. İki yakın dost, Tezer Özlü ile Ferit Edgü' nün 60' larda başlayan ve Tezer Özlü nün vefatından 40 gün öncesine kadar süren mektuplaşmalarından oluşan leziz kitap: (Tezer Özlü' den Ferit Edgü' ye) ''severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşadığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, varolmak gibi bir şey.'' "sen trendesin şimdi. ben de oturuyorum burada. saat 12'ye geliyor. gecenin bu saatlerinde insanlar kısıyorlar seslerini. sessizlik bürüyor ortalığı. ben de daha iyi duyuyorum dinlediğim müziği. daha çok yitiriyorum tüm düşüncelerimi. olmayan düşüncelerimi. uyuyabilmem için hiçbir neden yok. sabah 8'de kalkmış olmam, o ilgisiz büro, ev, ben, beni yoramıyor artık. uyanmam için de hiçbir neden yok. bu kelimeleri alt alta, yan yana dizmem için de. bir gece. diğerleri gibi. bir ben. diğer benler gibi. bugün eski ben'lerimden biri olduğumu duydum. karşılıklı gülsek. gülebilir miyiz dersin? gülebilir misin? bu gece okuyacak bir şey bulamıyorum. bugün senin bozgun'u okumaya çalıştım. üç kelime okuyabildim. elim, elimden çıkan kelimeler, benden uzaklaşıyor. bu satırlar ben değil artık. kafamdan geçenleri yazamam. bir şey geçmiyor çünkü. geçenlerde düşümde yüksek bir yapının camının altında, bir parmak kadar dar bir yere abanıp kalmıştım. içeriye girsem, girmeye yeltensem, camdan odaya bir adımımı atsam, düşüp ölecektim. ama o cam kenarına yapışıp, boşluğun üstünde kendimi tutacak gücüm kalmamıştı. nasıl olsa çözülecekti ellerim. ve ben düşecektim boşluğa. yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim? neden? niçin? hiçbir yerde olmak istemiyorum ki. belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım. gene bir yığın günler geçip gidecek ve ben kendime, işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim? korkuyorum. korkuyorum. korkuyorum." "çok şuurlu bir delilik ve çok büyük bir espri, beckett'i aşan bir absürd içindeyim. durum korkunç. ya o son çevirdiğim bergman'daki kızın durumuna düşeceğim, ya deli bir yazar, ya çok romantik bir aşık ve aşk (neyse işte) ve kumsal, yüzmek, sessizlik. bu çocuk bana lâzım. gel. veya paris - gidiş-dönüş uçak bileti al. veya (unuttum) - roma'da buluşalım. iki taraflı uçak bileti temin et. senin ve benim için. gidiş ve dönüş ve roma'da 1 veya 2 günlük para. biliyorsun, buradan çıkış zor. giriş kolay. sen tek doktorum olabilirsin. burada iki alman var, senin yerini tutuyorlar (hasso pfeiler ve margit rostock) ama onların çok vakitleri yok. mektubu hemen kesebilirim veya çok uzatabilirim. hemen gel. sen olmazsan hiç kimseyi göremeyeceğim. en çok ve en uzun sana inandım. gel ve ben sana emir edene kadar monsieur'den hiç söz etme." " dün robert walser'in jacob von gunten romanını bir oturuşta okudum. bu denli güzel bir edebiyat tadını insan ancak gogol, dostoyevski ve kafka'dan alır bu kitabı - kimse para vermese bile- mutlaka çevireceğim. belki yalnız sen okuyabilesin diye. yeter." "öyle bir aşk yaşamışsındır ki, 'bir daha artk böylesini yaşayamam' dersin. sonra bir gün, bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar... inanamazsın. bir düşteyim sanırsın. kitaplar da benim için öyledir. eski aşklara dönemezsin, ama eski kitaplara dönebilirsin. bu nedenle de yıllar var ki, gene eski aşklarımı okuyorum. dostoyevski'yi, kafka'yı, rimbaud'yu..." ''bu sabah mektubunu okumak, bana hem yaşamı hem de sonundaki ölümü daha dayanılır kıldı.'' "bundan önceki mektubunu pırıl pırıl karlı bir günde aldım ve 'kar yağsa, hep yağmur yağıyor' diye yakınmanı karlarda yürüyerek okudum, aynı gün yüksek dağlar arasındaki glarus vadisine gittik, 32 yıl sonra ilk kez kızak kaydım. bu denli temiz bir beyazı gerede'de görmüş olmalıyım.-21 derecede sessiz, lacivert gökyüzü ve dolunayla bir geceyi ilk kez yaşadım, hep hakkari'yi düşündüm, seni de, filmi de çok düşündüm. tanımadığım ışıklar, tanımadığım gölgeler, tanımadığım puslar gördüm. artık ayrılıkların acısını duymuyorum." "kimseyi dinlemeyi sevmediğim halde, birini dinlemeyi kendimi dinlemeye yeğliyorum" "hemen gel. sen olmazsan hiç kimseyi görmeyeceğim. en çok ve en uzun sana inandım." (Ferit Edgü' den Tezer Özlü' ye) "tezer canım, evet, aylardır yazamadım sana. bağışla. sana yazacak o kadar çok şeyim vardı ve onları yazmak gücünden öylesine yoksundum ki, hiç yazmamayı yeğledim. hatta telefonda bile sesini duymak istemedim. sezer* ve demir* biliyorlar, hastalık haberini aldığım günün akşamı yatağa düştüm. ve iki gün yataktan kalkamadım. daha önce benzeri yaşamamış olsaydım, rastlantı derdim. ama değildi. iki yıl önce paris’teyken, çok eski bir dostum, dışarıda bir öğle yemeği yiyelim, dedi. yemek sırasında, doktorunun bir hastalığından kuşkulandığını, kendisinin de aynı kuşkuyu taşıdığını, bunu ilk kez bana söylediğini, başka kimseye de söylemeyeceğini, karısının özellikle bilmek istemediğini söyledikten sonra, bana sözlü bir vasiyette bulundu. yemek, tahmin edeceğin gibi tatsız bitti. otele döndükten bir iki saat sonra, başım dönmeye, midem bulanmaya başladı. zehirlendim sandım. (eh, zehirlenmenin de türleri var değil mi?) o akşam cristine’lere gidecektik. yataktan kalkıp gidemedim. amélie gitti. gece döndüğünde 39 ateşle yanıyor ve sayıklıyormuşum. niçin anlattım bu tatsız olayı sana? şunun için, yakınlarımın, sevdiklerimin, özellikle hiç beklemediğim anda aldığım kötü haberlere “bedenen” dayanasım yok. senin hastalığını bildirdiklerinde, bir de kendimi suçladım: kitabına verdiğim adın uğursuzluğuna inanır gibi olmuştum. bunları sana bildirmeden yeniden yazışmaya başlayamazdım seninle. (...)"
  9. Buna ne dersiniz...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.