Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

tülvent

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

tülvent tarafından postalanan herşey

  1. Başbuğ'dan Cumhuriyet Gazetesi'ne mektup Ergenekon davası kapsamında tutuklu olarak yargılanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Hilmi Özkök'ün ifadesiyle ilgili 'en iyi cevabı komutanım verdi' dedi. Cumhuriyet- Ergenekon davası kapsamında tutuklu olarak yargılanan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, kendisinden zorlama bir şekilde “suçlu”, hatta terör örgütü yöneticisi yaratılmak istendiğine dikkat çekerek bu düşüncelere en iyi yanıtı geçen hafta duruşmalarda tanık olarak dinlenen eski Genelkurmay başkanlarından emekli Orgerenal Hilmi Özkök’ün verdiğini söyledi. Başbuğ “Herkes tarafından bilinen ve tanık olunulan bu durumun, bir defa da sayın komutanım tarafından mahkemede dile getirilmesinden elbette mutlu oldum ve duygulandım. İddianamede benzer zorlama iddialara ve varsayımlara dayanarak hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanmaktayım. Daha önce de defalarca bu iddianameye hiçbir itibarımın olmadığını söylemiştim” dedi. Başbuğ, Özkök’ün tanıklığı sırasında verdiği ifadeler ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına yönelik açıklamalarını Cumhuriyet Gazetesi'ne gönderdiği mektupta değerlendirdi. “Silivri’den duruşma notları” başlıklı mektupta Özkök’ün tanık olarak ifade vermeye geleceğini duyunca kendisine duyduğu saygıdan ve nezaket gereği duruşmada bulunmaya karar verdiğini belirterek “Ayrıca, onun orada söyleyeceği sözler de bizim için önemliydi” dedi. En yakın kişiydim Mektubunda 2003-2005 yılları arasında Genelkurmay 2. Başkanı olarak Özkök’e en yakın kişi olarak görev yaptığını anlatan Başbuğ, duruşmada, savcı ve hâkimlerin o yıllara ilişkin kendisini de ilgilendiren bazı konuları özellikle gündeme getirmelerini hem dikkat çekici bulduğunu hem de yadırgadığını söyledi. Bu konulardan birinin de 3 Mart 2004 günü Ankara Ticaret Odası tesislerinde yapılan “Hilafetin İlgası ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 80. Yılı ve Günümüz Türkiyesi” konulu panel olduğunu kaydeden Başbuğ konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Benim de bu panele katılmış olmam iddianamede örgütsel irtibat olarak değerlendiriliyordu. Panele katılmam şu şekilde olmuştu: 3 Mart 2004 günü, Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla arayarak panele katılıp katılmayacağımı sordu. Ben de davetiye gelmediğini, ancak durumu değerlendireceğimi söyledim. Daha sonra da, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Org. Fethi Tuncel ile bu konuyu konuştuk ve katılmamızın uygun olacağını değerlendirdik ve panele katıldık. Çünkü öğrendiğimize göre, Ankara’daki bütün orgeneral ve oramiraller söz konusu panele katılıyordu. Şimdi bu panele katılmak nasıl örgütsel bağ olarak ileri sürülebilir? Birilerinin bunu açıklaması lazım.” 13 YAŞ üyesine hiç değinilmiyor Duruşmada, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı’nda 3 Aralık 2003 günü yapılan toplantının da gündeme geldiğini anımsatan Başbuğ, bu faaliyetin Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantısı öncesi yapılan doğal bir toplantı olduğunu belirtti. Toplantıda genel konuların görüşüldüğünü ve 15 YAŞ üyesinin sırayla söz olarak görüşlerini ifade ettiğini aktardı. Duruşmada sadece kendisinin ve arkadaşı emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un bu toplantıda yaptığı iddia edilen konuşmaların özellikle de hâkim tarafından okunmasına tepki gösteren Başbuğ “13 YAŞ üyesinin konuşmalarına hiç değinilmemesi ve sadece bu iki konuşma üzerinden duruşmanın yürütülmesinin akıl, mantık, adil ve tarafsız yargılama açısından izahı ne mümkündür ne de kabul edilebilir” diye yazdı. Başbuğ “İddia edilen bu konuşmalarda aykırı bir şey bulunmadığı da dikkate alınırsa, yapılmak istenilen suçsuzlardan suçlu mu yaratmaktır? Bu nasıl bir yargılama ve adalet anlayışıdır” diye sordu. Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve CHP Milletvekili Mustafa Balbay ile yaptığı bir görüşme ileri sürülerek kendisinden zorlama bir şekilde “suçlu” hatta terör örgütü yöneticisi yaratılmak istendiğini vurguladı. 10 dakika görüştürmediler Başbuğ, tanık olarak dinlenen Özkök’ün 3 Ağustos Cuma günkü duruşmaya verilen ara sırasında kendisi ile 10 dakika görüşmek istediğini ancak Mahkeme Başkanı’nın buna izin vermediğini açıkladı. Başbuğ “Komutanımın ifade vermesini müteakip, on dakika da olsa benimle görüşme arzusunda olduğu bana söylendi. Ben de bundan çok mutlu olacağımı ifade ettim ve gerçekten de sevindim. Ancak daha sonra öğrendim ki, bir Genelkurmay Başkanı’nın bugün sanık durumunda olsa da, diğer bir Genelkurmay Başkanı ile on dakikalık görüşmesini, Mahkeme Başkanı uygun görmemişti. Onun belki bazı haklı nedenleri olabilir. Ancak, önemli olan bu insani ilişkiye müsaade edilmemesinin Türk Milleti tarafından da haklı görülüp görülmeyeceğidir” yorumunu yaptı. ‘Başbakan’ın konuşması diğer arkadaşlarım için de geçerli’ Başbakan Erdoğan’ın 5 Ağustos 2012 günü yaptığı açıklamaya ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Başbuğ şunları kaydetti: “Erdoğan da yaptığı açıklamada, benim bir örgüt elemanı, bir örgüt mensubu olarak gösterilmemi çok çok çirkin bulduğunu ve Genelkurmay Başkanlığı makamına gelmiş bir insan için bu tür benzetmemin doğru olmadığını ve insaf dışı olduğunu belirtmiştir. Sayın Başbakan’ın yapmış olduğu bu değerlendirmelerin aynı zamanda Genelkurmay Karargâhı’ndaki diğer çalışma arkadaşlarım için de geçerli olduğunu düşünmekteyim. Böylece Özkök’ten iki gün sonra da Başbakan ileri sürülen iddialara kesin bir dille cevap vermiştir. Bugün gelinen nokta itibarıyla, hakkımdaki iddianameye itibar etmeyerek ve mahkemeyi yargılamada yetkili görmeyerek, mahkemede savunma yapmamamın ne kadar doğru bir hareket tarzı olduğuna, bugün daha çok inanmaktayım.” İstanbul Haber Servisi
  2. Çiçekler açıyordu... İzmir’in dağlarında. Boşaldılar aşağıya... Dörtnala. * Yüzbaşı Şerafettin, Teğmen Ali Rıza ve Teğmen Hamdi, bismillah ilk iş, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, hükümet konağının alnı kabağına diktiler sancağı... Üsteğmen Selahattin Kordon’a dalarken, Teğmen Celil’le Asteğmen Besim, varmıştı bile Kadifekale’ye. * Ya Karşıyaka? Kara Fatma! * Evet... Karşıyaka’ya giren süvarilerin başında, simsiyah atının üstünde, simsiyah elbiseleri, simsiyah çizmeleri, simsiyah tüfeğiyle, esmer güzeli bi kadın, bi anne, Kara Fatma vardı. * Ona bu sıfatı, Mustafa Kemal vermişti. Binbaşı eşini Sarıkamış’ta kaybetmiş, Sivas kongresine gitmiş, yolunu gözleyip, sarışın kurt’un önüne dikilmiş, yüzündeki peçeyi açmış, at bindiğini, silah attığını belirtip, bana iş ver demişti. Gazi de, yanık tenli, gözü kara kadına, görev pusulası yazıp, imzalamış, tarihi sıfatını takmıştı: Keşke bütün kadınlar senin gibi olsa Kara Fatma! * (İstisnaları tenzih ederim, kadın düşmanı ülkemin, kadın düşmanı tarihçileri bu mevzuyu sevmez, yazmaz... Aralarında kendi kızının da bulunduğu, neredeyse tamamı kadınlardan oluşan, 300 kişilik çetesi vardı. İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da çarpıştı, yaralandı, bi ara esir bile düştü, kaçtı, Ege dağlarında vuruştu. İzmir’e girdiğinde 34 yaşındaydı.) * (İstiklal madalyası aldı. Onbaşı olarak başladı, üsteğmen olarak emekliye ayrıldı. Maaşını Kızılay’a bağışladı. Dara düştü, kimseye haber vermedi, Galata’daki Rus manastırına sığındı. Tesadüfen fark edildi, madalyam bana yeter demesine rağmen, yeniden, zorla maaş bağlandı, 1955’te, Darülaceze’de vefat etti, Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedildi.) * (Biz İzmirliler için yüreğimizde hicrandır, İzmir’de vefat etmediği için kahroluruz... Çünkü, Kara Fatma’nın kabri, hoyrat bir yol inşaatı sırasında darmadağın edildi, kayboldu maalesef.) * (Offf, of... Parantezi kapatalım. Devam edelim.) * En başta Kara Fatma, İzmir’e giren kahramanlarımız çok şaşırmış, gözlerine inanamamışlardı. Bütün şehir ay-yıldızlı bayraklarla donatılmış, âdeta “gelincik tarlası”na dönmüştü. Ne var bunda şaşılacak derseniz... İşgal edilir edilmez, evler didik didik aranmış, bütün bayraklara süngü’yle el konulmuş, ibreti alem için sokaklarda yakılmıştı. E şimdi bu kadar bayrak nerden çıkmıştı? * Vaziyet kısa süre sonra anlaşıldı. Yokluk, sefalet içinde yaşayan İzmirli kadınlar, bütün eşyalarını yok pahasına satmış, kırmızı perdelerini, kırmızı masa örtülerini saklamış, asla satmamış, yarıdan keserek, beyaz perdeler, beyaz masa örtüleriyle değiş tokuş etmiş, sabırla o gece’yi beklemişti... O gece, 8 Eylül 1922’ydi. Çıkardılar sandıklardan... Kırmızı’nın üstüne beyaz ay-yıldız’ı diktiler. Denizi kız, kızı deniz kokan İzmir’in, kadınlarının bayrağıydı onlar. * (Kutsal emanet’tir... Bir tanesi, değerli gazeteci-yazar ağabeyim Yaşar Aksoy’da mesela... Namazgâhlı Sırrıye teyze’nin 8 Eylül gecesi dikip, 9 Eylül sabahı penceresine astığı bayrak.) * Ve, neymiş efendim, genelge filan varmış, bayrak töreni yapılmayacakmış falan. * Bak arkadaş... Necdet Bey’e kilim hediye etmeye, lokum ikram etmeye benzemez bu iş... Görürsün bu gün Kara Fatma’nın İzmir’ini, ak mı kara mı! Yılmaz Özdil
  3. AA İzmir' in düşman işgalinden kurtuluşunun 90. yıl dönümü çeşitli etkinlik ve törenlerle kutlanıyor. İzmir'in düşman işgalinden kurtuluş yıl dönümü nedeniyle '90. Yıl Zafer Yürüyüşü' düzenlendi. Geniş katılımla Basmane Polis Merkezi önünden başlayıp Cumhuriyet Meydanı'na kadar süren yürüyüşe, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İzmir Vali Yardımcısı Haluk Tunçsu, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve milletvekilleri ile çeşitli parti ve sivil toplum örgütü temsilcileri de katıldı. Yürüyüş sırasında bir grup tarafından hükümet aleyhine sloganlar atıldı. Bakan Günay'ın, 'Gün gelecek, devran dönecek. AKP halka hesap verecek' sloganı atanlara, 'Seçimde' diye yanıt verdiği gözlendi. Bu sırada Bakan Günay'ın yanında yürüyen İzmir Büyükşehir Belediye Kocaoğlu, protestocu gruba sakin olmaları çağrısında bulundu. Yürüyüşün ardından Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlenen törene geçildi. Buradaki törene İzmir Vali Vekili Ardahan Totuk ile Ege Ordusu ve Garnizon Komutanı Orgeneral Abdullah Atay da katıldı. Meydana kurulan portatif tribünlerdekileri Başkan Kocaoğlu ile birlikte selamlayan Bakan Günay, bu sırada da bir grup tarafından protesto edilince, AK Parti İzmir Milletvekili Rifat Sait ile Aziz Kocaoğlu arasında tartışma yaşandı. Protestolar, Bakan Günay'ın, hükümet adına Atatürk Anıtı'na çelenk sunduğu ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kutlama mesajlarının da okunduğu sırada devam etti. Törende, çelenklerin sunulmasının ardından saygı duruşunda bulunularak, İstiklal Marşı okundu. -'9 Eylül'de kim nereden gelirse gelsin, İzmir'in konuğudur'- İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, daha sonra törende yaptığı konuşmasına, 9 Eylül'ün İzmir'in kurtuluşu olduğunu belirterek, '9 Eylül'de kim nereden gelirse gelsin, İzmir'in konuğudur. İzmirliler, 9 Eylüller'de ev sahipliği yaparlar. Hepinizden ev sahibi nezaketini göstermenizi istirham ediyorum' sözleriyle başladı. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına duydukları sonsuz minnet ve hayranlığı anlatacak kelimeleri bulmakta zorlandığını ifade eden Kocaoğlu, 'Çünkü 9 Eylül zaferinin yani sadece bir kentin değil, koskoca bir ülkenin, bir milletin kurtuluşunun hangi güç koşullarda kazanıldığını iyi biliyoruz' dedi. Kocaoğlu, Milli Mücadele'nin son aşaması sayılan 'Büyük Taarruz'da Atatürk'ün 'Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!' emrini hatırlatarak, kurtuluşun ardından Atatürk'ün kendilerine gösterdiği hedef doğrultusunda, İzmir'in kültürel zenginliğini ekonomik zenginlikle birleştirerek, İzmir'i Akdeniz'in lider kenti haline getirme çabasında olduklarını söyledi. İzmirlilerin, İzmirli olmanın ve İzmir'de yaşamanın özel bir anlam taşıdığını çok iyi bildiğini kaydeden Kocaoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Bu gerçeği artık herkesin çok iyi anlamasını, İzmir duruşunun ne olduğunu, İzmirlilerin hassasiyetlerini, önceliklerini, vazgeçilmezlerini artık çok iyi öğrenmelerini istiyoruz. 9 Eylül coşkumuz içinde özel bir yeri ve anlamı olan bayrak töreni ve atlı süvari geçişinin, tam 89 yıl sonra, neden ve hangi gerekçelerle iptal edilip sonra yeniden izin verilmesini anlamakta gerçekten zorlanıyoruz. 9 Eylül'ün alelade bir kurtuluş olmadığı, aynı zamanda ülkenin kurtuluşu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu anlamına geldiği hiç unutulmasın istiyoruz. Sevgili Atam, bilmelisin ki, İzmir ve İzmirliler, gösterdiğin çağdaş uygarlık yolunda ilerliyor; kurmuş olduğun Cumhuriyet değerlerini ödün vermeksizin koruyor, savunuyor. Bilmelisin ki, İzmir ve İzmirliler, seni, en az senin İzmirlileri sevdiğin kadar seviyor. Bağımsızlık yolundaki direniş destanımızın simge kenti olarak, hiç eksilmeyecek bir sevgi, saygı ve bağlılıkla; seni, silah ve düşünce arkadaşlarını saygıyla, minnetle ve özlemle anıyoruz.' Konuşmanın ardından Mustafa Kemal Atatürk ile Kurtuluş Savaşı'nın önde gelen isimlerini canlandıranlar, temsili olarak alana gelerek katılımcıları selamladı. Çeşitli halk dansları topluluklarınca yaklaşık 300 kişi tarafından zeybek oynanmasının ardından, Cumhuriyet Meydanı'ndaki tören, sona erdi.
  4. “90. Yıl Zafer Yürüyüşü”nde, Türk Ordusu’nun İzmir’e girerken kullandığı güzergah takip edilecek. Saat 09.30’da Basmane Karakolu’ndan hareket edecek tarihi yürüyüş kolu, Gaziler Caddesi, Anafartalar Caddesi ve İkiçeşmelik Caddesi’ni takip ederek Cumhuriyet Meydanı’na ulaşacak. 1969’a kadar yapılan tüm kutlamalarda bu güzergah kullanılırken, Büyükşehir Belediyesi’nin etkinliğiyle 43 yıl sonra “tarihi coşku”ya yeniden ulaşılmış olacak. Bu güzergah, en son 1969 yılındaki kutlamalarda kullanılmış, o tarihten itibaren bir daha bu yürüyüş gerçekleşmemişti. Yüzbaşı Hekimoğlu anlatıyor Tarihi kaynaklara göre İzmir’e ilk girenlerlerden Yüzbaşı İhsan Hekimoğlu’nun anılarında İzmir’e Belkahve’den girildiğinden bahsedilerek şöyle deniyor: “9 Eylül sabahı Belkahve’den geçerek İzmir’in varoşlarını teşkil eden Halkapınar’a vasıl olduk. Öncü süvariden bir kısmı Belkahve’den Bornova üzerine inerek o cihetten İzmir’e girdik. Bir kısmı da doğrudan doğruya Basmane istikametine ilerledi ve İzmir’e ayak bastı. Bu suretle İzmir’e iki ayrı koldan girilmiş oldu.” Türk ordusu, Gaziler ve Anafartalar Caddesi’ni takiben İkiçeşmelik istikametine doğru ilerleyerek Konak Meydanı’na ulaştı. Türk bayrağı çekildi Başka bir kaynakta ise, ilerlemek için birkaç farklı güzergahın kullanıldığına dikkat çekilerek şöyle yazıyor: “Türk ordusunun son durağı İzmir’e 9 Eylül 1922’de sabah 05.00’te Belkahve’den girildi. 2. Süvari Tümeni’nin 13. Alayı Binbaşı Atıf komutasında saat 09.00’da Bornova’ya ulaşmış ve Mersinli yoluyla İzmir’e ‘gir’ emrini aldı. 1. Süvari Tümeni’ne ise Kadifekale’ye doğru ilerle emri verildi. Yüzbaşı Şerafettin iki bölük halinde öncülerini İzmir’e doğru yürütürken, süvariler Alsancak Garı’nı dolaşarak Gündoğdu’dan denize ulaştı. Saat 10.00’da Yüzbaşı Şerafettin komutasında Teğmen Hamdi ve Teğmen Ali Rıza ile beraber İzmir Hükümet Konağı’na Türk bayrağı çekilirken, aynı anda Sarı Kışlaya Yüzbaşı Zeki ve Kadifekale’ye de Teğmen Besim tarafından Türk bayrağı çekildi”. İzmir’e yakışan program İzmirliler, bu özel günü, Büyükşehir Belediyesi’nin 5 Eylül’den itibaren başlattığı etkinliklerle İzmir’e yakışan bir şekilde kutluyor. Bu etkinliklerin en görkemlisi hiç kuşkusuz 9 Eylül Pazar günü gerçekleşecek. Ege Meclisi Saat 09.00’da startı verilecek ’90.Yıl Yol Koşusu’ İnciraltı Dokuz Eylül Su Ürünleri Enstitüsü önünden başlayacak. 10 kilometrelik koşu, Cumhuriyet Meydanı’nda son bulacak. Etkinlikler çerçevesinde saat 09.30’a ise tüm İzmirlilerin katılımıyla “90.Yıl Zafer Yürüyüşü’ gerçekleşecek. Büyükşehir Belediyesi Bandosu eşliğinde Basmane Karakolu önünden başlayacak yürüyüş, Anafartalar Caddesi ve İkiçeşmelik Caddesi’ni takiben Cumhuriyet Meydanı’nda bitecek. Törenin ardından katılımcılar, saat 11.30’da Vasıf Çınar Meydanı’ndaki ‘Bir Destandır 9 Eylül’ adlı fotoğraf sergisinin açılışına katılacak. Saat 18.00’de Gündoğdu Meydanı’nda gerçekleşecek ‘Türk Yıldızları ve Solo Trük Akrobasi Gösterileri’ kutlamalara ayrı bir renk katacak. Kutlamalar çerçevesinde, tüm bisikletseverlerin katılabileceği ‘9 Eylül Bisiklet Turu’ düzenlenecek. Saat 18.00’de Konak Saat Kulesi önünden start alacak bisiklet tutkunları, turu Tarihi Havagazı Fabrikası’nda noktalayacak. Saat 20.30’daki Fener Alayı, bu yıl da Cumhuriyet Meydanı’ndan başlayarak Gündoğdu Meydanı’nda sonlanacak. Kutlamaların son programı ise Gündoğdu Meydanı’ndaki Zerrin Özer konseri. Sevilen sanatçı İzmirli hayranlarıyla saat 21.00’de buluşacak.
  5. İZMİR - İzmir Büyükşehir Belediyesi, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması anlamına gelen İzmir’in kurtuluşunu, 90. yılında büyük bir coşkuyla kutlamaya hazırlanıyor. İzmirliler, bu özel günü 5-9 Eylül 2012 tarihleri arasında Büyükşehir Belediyesi’nin etkinlikleriyle İzmir’e yakışan bir şekilde kutlayacak. Başkan’dan anlamlı çağrı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, 9 Eylül Pazar sabahı gerçekleştirilecek ‘Zafer Yürüyüşü’ne tüm İzmirlileri davet etti. Başkan Kocaoğlu, “Sabah 09.00’da Basmane Meydanı’ndan başlayarak 1920’lerde olduğu gibi büyük bir kurtuluş yürüyüşü ile Cumhuriyet Meydanı’na geleceğiz ve 9 Eylül’ü kutlayacağız. Bütün İzmirli hemşehrilerimi 9 Eylül Kurtuluş yürüyüşüne çağırıyorum. Öyle bir kalabalık olalım, öyle bir katılım gösterelim ki, 9 Eylül’ün ne anlama geldiğini tüm dünya alem İzmir’den görsün. Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü İzmir’den bir kez yüksek sesle daha bağıralım, haykıralım” diye konuştu.
  6. 90 Yıldır Kaybolmayan Coşku Türk süvarisinin düşman işgalinden kurtulan İzmir Kadifekale’ye Türk Bayrağı’nı çektiği 9 Eylül’ün üzerinden 90 yıl geçti. O coşku, ilk günki gibi tazeliğini koruyor. Kent, günboyu zafer etkinlikleriyle şenlenecek. İZMİR’İN düşman işgalinden kurtuluşunun 90. yıldönümü büyük bir coşkuyla kutlanıyor. Bu yıl 81. Enternasyonal Fuarı’nın kapanışıyla, kurtuluş günü 9 Eylül’ün aynı tarihe rastlaması ise İzmir’deki kutlamaların daha da renkli geçmesine neden oldu. Zafer yürüyüşü, yol koşusu, Basın Müzesi açılışı, fotoğraf sergisi, söyleşi, panel, Türk Yıldızları ve solo akrobasi gösterileri, fener alayı ve Zerrin Özer konseri gibi etkinliklerle İzmirliler gün boyu keyifli dakikalar yaşayacaklar. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, tüm İzmirliler’i kurtuluş coşkusunu yaşamak için birarada olmaya davet etti. İzmir’in kurtuluşunu kutlamak için İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen etkinlikler saat 09.30’da Basmane’den başlayarak, Cumhuriyet Meydanı’nda sona erecek olan Zafer yürüyüşüyle start alıyor. 90. yıl için koşacaklar İnciraltı Dokuz Eylül Su Ürünleri Enstitüsü önünden başlayan 10 kilometrelik ‘90.Yıl Yol Koşusu’ ise Cumhuriyet Meydanı’nda son bulacak. Kutlamalar çerçevesinde tüm İzmirli bisikletseverlerin katılabileceği ‘9 Eylül Bisiklet Turu’ düzenleniyor. Saat 18.00’de İnciraltı Demokrasi Meydanı önünde buluşacak olan bisiklet tutkunları, bisiklet turunu Tarihi Havagazı Fabrikası’nda tamamlayacak. 9 Eylül kutlamaları 18.00’de Gündoğdu Meydanı’nda gerçekleşecek ‘Türk Yıldızları ve Solo Trük Akrobasi Gösterileri’nin ardından 21.00’da başlayacak Zerrin Özer konseriyle sona erecek. Saat 20.30’daki Fener Alayı ise bu yıl da Cumhuriyet Meydanı’ndan başlayarak Gündoğdu Meydanı’nda sonlanacak. 89 yıldan bu yana 9 Eylül İzmir’in Kurtuluş Günü’nün simgesi olan atlı süvariler tarafından getirilen Türk Bayrağı’nın İzmir Valiliği’ne çekilmesi töreni ise Mayıs ayında değiştirilen Ulusal ve Resmi Bayramlar ile Mahalli Kurtuluş Günleri, Atatürk Günleri ve Tarihi Günlerde Yapılacak Tören ve Kutlamalar Yönetmeliği’nin kurbanı oldu. Bu yıl atlı süvariler yok Bu yıl ilk kez törenler atlı süvari birliği ve bayrak çekme töreni olmadan yapılıyor. Her yıl Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan geçit töreni de bundan böyle düzenlenmeyecek. Bornova Belediyesi de İzmir’in düşman işgalinden kurtuluş günü olan 9 Eylül’ü coşkulu bir programla kutluyor. Türk süvarilerinin İzmir’e ilk girdiği yer olan Belkahve’deki Atatürk Anıtı’nda yapılacak törenle başlayan kutlamalar, Kurtuluş Savaşı’nın bittiği gün olan 9 Eylül’ün coşkusunu İzmirlilere hissettirecek. Şehitler unutulmadı Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, “Geçmişimizden gelen bu geleneğin de katkısıyla 9 Eylül’ü Bornova’da bambaşka bir coşkuyla kutluyoruz. Böyle kutlamaya da devam edeceğiz” dedi. Türk subaylarının Bornova’dan İzmir’e girdiği ilk gün şehit olan iki asker için yapılan Ege Üniversitesi Hastanesi’nin önündeki Şehitlik’te de anma töreni yapılacak. Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Hasan Mert bir konferans verecek. Türk süvarileri düşmanı denize döktü TÜRK ordusunun 26 Ağustos 1922’de başlattığı Büyük Taarruz’la Yunan ordusu dağıtılarak, 2 Eylül’de Uşak’a girildi. Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde Yunanistan Küçük Asya Ordusu’nun Başkomutanı General Nikolaos Trikupis da tutsak edildi. Yunan birlikleri ve Rum siviller Anadolu’dan çekilirken, 9 Eylül 1922 sabahı Ahmet Zeki Soydemir komutasındaki 2. Süvari Fırkası ile Mürsel Bakü komutasındaki 1. Süvari Fırkası İzmir’e girdi. Kurtuluş Savaşı’nın sonlarında Yunan işgali altındaki İzmir’e giren Türk süvarileri Türk bayrağını Hükûmet Konağı ve Kadifekale’ye çekti. 9 Eylül, o tarihten itibaren tüm İzmirliler tarafından ‘İzmir’in Kurtuluş Bayramı’ olarak kabul edildi. GÖKÇE KIRTILOĞLU - STAR Ege
  7. İzmir' in Kurtuluşu İstiklal Harbinin son sancılı günleri, İzmir’in Karaçam köyünde kadınlardan, çocuklardan ve savaşamayacak kadar yaşlı erkeklerden başka kimsecikler yok. Bu durum en çok Murtaza Dede’ye dokunuyor, Her gün gece gibi karanlık ancak biliyor ki, sabahı olmayan gece olmaz. İçinde güngörmüş bir metanetle bekliyor. Alışkanlıkla kalkıp bir odun daha atıyor sobaya. Aslında düşman bu topraklara girdiğinden beri içi yanıyor; o günden beri hiç üşümüyor. -Nerede kaldı bu Fatma, diye mırıldanarak tekrar yerine oturuyor. Bir oğlu Sakarya'da şehit düşmüş, diğeri hala harpte. Gelinine, “Gözel gızım, ben ağlamadım, sende ağlamayacaksın,” diyor, her seferinde. Yeter ki vatan sağ olsun. Yerde oynayan torunu Mustafa’ya bakıyor. Böyle kaç yavrucak öksüz kaldı gözü yaşlı. Şehit Ahmet’i düşüyor yine aklına, lakin mağrur… Emme, sadece benim yiğidim mi, hepsi vatan evladıydı, diyor. İçine akıtıyor Murtaza Dede, her bir damlayı, dışarı vermiyor. Elinde tespihi, kendi kendine aynı cümleyi tekrar edip duruyor; -Paşamın yiğitlerinin hiç biri zeval görmesin. Öyle ki, gündüzü gecesi bu pencerenin önünde geçiyor artık. Gelenden geçenden, iyi bir haber almayı umut ederek dalıp gidiyor hülyalara. -Daha ne kadar tutacağım, al gayri elimdeki bardağı, sesi ile irkiliyor birden. Otuz yıldır birlikte olmanın verdiği alışkanlıkla az önce söylenen sesin sahibi Fatma Nineye sevgiyle bakıyor. Sedirde yer açıp, bir kenarda duran, yüzü sarıdan bozma minderi çekiyor yamacına, bir eli ile. Bardağa usulca uzanıp, “Gel Fatma, gel otur bakem karşıma,” diyor. Karşıki yamaçta Egenin sonbaharının tüm güzelliğine ve savaşın tüm izlerine tezat, hummalı bir oyun arayışı içinde olan çocukları gösteriyor işaret parmağı ile. -Deyiver bakem, ne eder bu çocuklar böyle, ne ararlar ki oralarda? -Bilmez gibi her gün sorarsın, diyor Fatma Nine. Onun sesinde de, bir türlü gelmeyen güzel günlere özlem dolu bir bezginlik. Biliyor elbet biliyor da, bugün canı konuşmak istiyor; Murtaza’nın. Bugün suskunluğunu, Fatma Ninenin sesi bozsun istiyor. Sonra sırası ile evin bahçesindeki karayemiş, iğde, çam, ayva, dut dallarını işaret ediyor. -Yiğitler geldiğinde biz de, bu dallar ile birlikte çiçek açmış olacağız Fatma. Aslanlar gelecek, bülbüllerin ötüşünü birlikte dinleyeceğiz. Yaşlı kadın ellerini birkaç kez uzun eteğine sürüyor; sanki o an dallardaki çiçekler saçlarına, yüzüne değiyor. -Essah mı? Bir daha deyiver, gelecekler değil mi? -Gelecekler elbet. -Gelsinler artık Murtaza. Murtaza Dede, ceketinin iç cebinde duran tabakayı alıyor nasırlı elleriyle, bir sigara sarıp yakıyor. Hayali yine hüzün kokuyor, bir nefes çekip, bu sefer tok bir sesle, biraz da kızgın; -Gelecekler diyorum sana, aha da ağaçlar yemiş verdiğinde gelecekler Fatma. Yine gözlerinin önüne, o acı dolu görüntüler geliyor. Yunan döllerinin ani bir baskın ile Karaçam köyüne girdikleri, taş üstünde taş koymadıkları o kara gün, zaten aklından hiç çıkmıyor. Doğru dürüst uyumuyor ki Murtaza Dede. Gözünün önünde beliren sülietlerin, her gece kulaklarında fısıldayan çığlıkların, artık ömrünü tamamlamaya yüz tutmuş bu ihtiyarı son nefesine kadar rahat bırakmayacağını çok iyi biliyor. O gün, Murtaza Dede her gün sabah ezanının sesi ile kalktığı yatağından silah sesleri ve bağırışlar eşliğinde ürpererek uyanmıştı. Köyün çıkışına yakın olan kerpiç evinin, penceresini araladığı saatlerde bir mahşeri andıran görüntüler hafızasına kazınacaktı. Tarih bu alçaklığı kayıtlara en acı hali ile geçecekti, sonradan. Yunanlılar güzelim köyülerini yakıp, yıkıyor, çoluk çocuk demeden ateş açıyordu. Hatta insanlıktan iyice ayrı düşenleri kadınların namusuna göz dikiyordu. Murtaza, bir anda ağlayan Mustafa’yı kucağına aldı, gelinine ve Fatma Nineye arka kapıyı gösterdi; -Gayrı oyalanmayın, yürüyün, acele edin. Buradan hemen çıkacağız. Ah koca Murtaza, ah! Kaçmak ona göre değildi elbet, Kalmalıydı. -Emme nasıl, dedi acı bir sesle, kendi kendine. Kimsecikler olmasa etrafında, düşünmeden ölüme atılırdı. Ölmeden birkaç can alırdı elbet. Ama küçücük Mustafa oğlunun ona tek emanetiydi. Bunca yıl bir yastığa baş koyduğu, değerlisi Fatma… Ya Emine, güzeller güzeli, şehit yadigârı gelini Emine? Bu gavur döllerinin eline bırakılır mıydı? Harpte canını vermekten sakınmayan oğlu, rüyalarında ona hesap sormaz mıydı? -Çabuk olun, dedi Fatma Nineye. Buraya geliyorlar, çabuk olun. O gün Murtaza Dede, kutsal bir emanet gibi sakındığı ailesini güç bela dağlara kaçırmıştı. Ama sevdiklerinin canlarını kurtardığına sevinemiyordu yine de. Ancak kendileri ile birlikte kaçabilenlerin olduğunu görmek içini bir nebzede olsa rahatlatıyordu. Aç susuz geçecek iki günlük bu amansız ızdırap, köye geri döndükleri gün yerini mateme bırakacaktı. Artık bir harabeye dönmüş köyden geriye kalan yıkıntı, görmek istemeyen gözlerini dağlıyor, nefesi göğüs kafesinden taşıyordu. Gördüğü manzara yüreğine ağır geliyordu, Murtaza’nın. Kıyımdan sonra, zaten neredeyse tüm genç erkek nüfusunun harbe alındığı Karaçam köyü eli böğründe iyice kimsesiz, sahipsiz kalmıştı. Geride kalanlarla birlikte imece usulü eski haline getirmeye çalıştığı evinin penceresinden neredeyse hiç ayrılmıyor; ara ara, yoldan gelen geçenlerden İzmir şehir merkezinden aldığı haberlerden canı sıkılıyordu. -Bu gavurun dölleri Rumlar, şenlikler yapıyormuş İzmir’de, Fatma. Tarih 15 Mayıs 1919… Yani Mustafa Kemal Paşanın Samsun’a çıkmasından 4 gün önce… İzmir’e doğru yol alan Yunan birlikleri güzergâh üzerindeki tüm köyleri, yağmalayıp yıkarak, Egenin incisi İzmir ‘i işgal ediyor. Kordon’da yerli Rumlar sevinç gösterileri yapıyorlar. Her pencereden bir yunan bayrağı sallanıyor. Hasan Tahsin dayanamayıp, tabancasını umutsuzca Yunan’a doğrultuyor. Bu idealist genç Türk gazetecisi, sanki kahrından intihar ediyor. İzmir’in Türk mahallelerinde matem var. Halk sessiz, acılı, çaresiz… Osmanlı’ya gırtlağından sarılmış, Düvel-i Muazzama yine de Yunan’a tam güvenmiyor. Ek önlem olarak, İngiliz birlikleri Karaburun ve Uzunada tarafını, Fransız Kuvvetleri Urla ve Foça’yı kontrol altına alıyor. Yunan Müfrezeleri ise İzmir’le birlikte İzmir’in Çeşme tarafında kalan Yeni kale’ye de asker çıkarıyor. İstanbul Hükümetine İzmir’in işgali önceden bildirildiği halde, İşbirlikçi İstanbul Hükümeti işgali İzmir’i savunacak olan 17. Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa’ya bildirmiyor. Paşa, işgal karşısında nasıl hareket edeceğini sormak için İstanbul’a Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya telgraf çekiyor. Harbiye Nazırı karşı konulmamasını emrediyor. Türk halkı sokaklarda, kordon boyunda gözyaşları ile işgali seyrediyor. Kolordu sessizce geri çekiliyor. İşgal ordusundan bir teğmenin Kolordu komutanı Ali nadir Paşa’ya attığı tokat, Türk halkının göğsünde burgulanarak derinlere doğru iniyor ve tekbir kurşun atılmadan İzmir teslim ediliyordu Murtaza Dede o kara günlerin anılarını aklından kovmaya çalışıyor. Daha fazla duramıyor camın önünde. Fatma Nine görmemeli gözyaşlarını. Avluya çıkıyor, eskiden ikindiden sonraki saatlerde her gün kahvesini üzerinde içtiği kütüğe oturuyor. İğde ağacından kopardığı bir dal parçasının ucundan küçük parçalar kırıp, avlunun taşlarına doğru atıyor, ne yaptığını bilemez halde. Yıllar öncesini, bu köyde geçen gençliğini hatırlıyor. Murtaza Dede, şimdi sarsıla sarsıla ağlıyor. Şimdi olmasa da, er geç gerçekleşecek, bir yerlerde çalınan davulla zurnanın kıvrak nağmelerini, yiğitlerin zafer şenliğini hayal ediyor. Gelecekler, diye tekrar ediyor içinden, inançla, bıkmadan; -Gelecekler! Çığlık çığlığa kuş sesleri, kurbağa vır vıraklamaları, tuhaf böcek sesleri, sazlıkların hışırtısı, horoz ötüşleri, yeşil sinekleri, çekirgeleri, arı vızıltıları, köpek havlamaları, kısaca Karaçam köyündeki her şey, sanki Murtaza Dedenin içindeki yangını anlamış gibi. Doğa da bu zafer senfonisinde ona eşlik ediyor. Başını kaldırdığında, uzun süredir kendisini izlediğinden habersiz olduğu Ragıp’ı fark ediyor. Yanağındaki yaşları silerken böyle yakalandığı için biraz suçlu, biraz mahcup. -Bre çocuk ses versene, ne dikilip izlersin öyle! Kızması hüznünü gördüğünden, yoksa sever Ragıp’ı şuncağız yetimim diye kendi dilinde. Ahmet’inin yerine koyar da sever. -Murtaza emmi, haberler var! Ragıp’ın sesi başka türlü, her zamanki gibi değil. Murtaza Dede heyecanlanıyor. Kıyımdan sonra Ragıp, Murtaza Dede’den başka, köyde kalan tek yetişkin erkek. O da her gece, pencerenin önünde içindeki ateşi Murtaza Dedeye döker ve ağlar. Bir bacağı doğuştan kısa olduğundan askere almadılar onu. Yaşıtları cephelerde can verirken, o burada onlardan çok ölür. Ragıp, bir şeylerin ucundan tutma telaşı ile ara sıra İzmir’in, Manisa’nın şehir merkezine gider. Son havadisleri getirir köye. Aksayan bacağına rağmen, bu sefer koşa koşa aştı, sarp yamaçları Ragıp. Köyüne varmalı, bir an önce anlatmalıydı haberi. Murtaza Dede; -Essah mı deyiver, bre bağırma oradan, yanıma gel de anlatıver! Ragıp; -Geldim emmi geldim, İzmir’e, haydi İzmir’e! Murtaza Dede, seslere çıkan Fatma Nineye; -Su getir şuncağıza, konuşamıyor baksana. Elindeki bakraç ile bir solukta Ragıp’ın yanına vardı Fatma Nine: -Deyiver yavaş yavaş, deyiver oğul ne ola ki? -İzmir’e ninem, İzmir’e! Sesi tüm köyde yankılanıyor sanki Ragıp’ın, öyle ki duyan geliyor. Ragıp tüm kelimeleri unutmuş sanki tek bir şey söyleyebiliyor; -İzmir’e, haydi İzmir’e! 15 Mayıs 1919’’da İzmir’’e çıkan Yunan, Anadolu’nun hemen hemen yarısını istila ederek, burada Büyük Helen İmparatorluğu’nu kurmak rüyasıyla üç seneyi aşkın bir süredir Türk topraklarındaydı. Murtaza Dede, üç senedir yaşamak deyince, sadece nefes almayı anlıyor, nefes aldıkça da içindeki yangın, vatanın kurtuluşuna duyduğu özlem artıyordu. Murtaza Dede; -Şimdi kızacağım emme, soluklan da anlat hele, diye sevgi dolu bir sesle azarlar gibi yaptı çocuğu. Ragıp, gözleri sevinçten parlayarak, boşalttı sonunda göğsündeki soluğu; -Asker İzmir’de, Türk askeri İzmir’de! Murtaza Dede, bir anda senelerdir uyuduğu acı uykudan uyandı sanki. -Doğru mu deyiver, geldiler mi, deyiver! Bu ihtiyar adam o anda kendini genç bir delikanlı kadar dinç hissetti. Nasıl hissetmesin? Ta kanal harbinden beri, ta Balkan harbinden beri, ta Sarıkamış bozgunundan beri, ta Trablus çöllerinden beri, bitap düşen bu milletin, şimdi kurtuluşunu borçlu olduğu Türk Mehmetçiklerinin yanına koşarak gitmek istiyor, her birinin boynuna bir daha geri gelmeyecek oğluna sarılır gibi sarılmak, gözyaşlarını her birinin yorgun omuzlarında dindirmek istiyordu. Yaşına bakmadan namuslarını, şereflerini ve milli benliklerini esir olmaktan, yok olmaktan kurtaran askerin ayağına varıp, secde etmek istiyordu. Murtaza dede ayaklarının yerden kesildiğini hissediyordu. Mümkün olsa semaya varıp dokunacaktı. Yunan askerinin çekilirken yaptıkları yine gözlerinin önüne geldi. Emanetlerinin canını saklamak için, bunca yıl cephelerde boğaz boğaza savaştığı düşmanın önünden, gururunu ayaklar altına alıp kaçmak zorunda kaldığı o gecenin intikamıydı bu zafer. Yüreği daha şimdiden soğumaya başlamıştı bile. Ankara’da kurulan hükümet, uzun süre silahsızlıkla, parasızlıkla ve uzun yıllardır savaşmaktan nüfusu seyrelmiş, ordusu dağıtılmış Anadolu’dan yeniden düzenli ordu askeri hazırlamakla uğraşmıştı. Bu zor günlerde, İngiliz kışkırtmasıyla Anadolu’nun içlerine kadar ilerleyen Yunan ordusunun yürüyüşü ancak 1. İnönü zaferiyle durdurulabilmiş, kısa bir süre sonra da 2. İnönü zaferiyle Afyon’dan sökülüp atılmıştı. Fakat bu geçici bir durumdu. Yunan ordusunun ve büyük savaşın galibi İngiltere’nin Anadolu üzerindeki emellerinin ateşi aynı hızla yanmaya devam ediyordu. Dumlupınar hattında konumunu sağlamlaştıran Yunan ordusu, vücuda girmiş bir mikrop gibi Anadolu’nun orta yerinde duruyordu. Nihayet Yunan ordusu Başkumandanı Papulas Yunan ordusuna Ankara’ya taarruz emri verdi. Amaçları bu ulusun sesini sonsuza kadar boğmak, Türk’e Sevr anlaşmasını kesin olarak kabul ettirebilmekti. Öyle çetin bir savaş oldu ki, Yunan ordusu bir ara Haymana’ya kadar inmiş, top sesleri Ankara’dan duyulur olmuştu. Ama yıllar süren savaşların yorgunu olsa da Mehmetçik yine tarihi bir dirençle ayağa kalktı ve Yunan ordusunu Sakarya’nın doğusuna kadar sürdü. Ama bu muharebe gözü yaşlı tam beş bin yedi yüz ana bıraktı arkasında. Toprağa uzanan beş bin yedi yüz fidan. Murtaza Dede’nin oğlu da, işte o fidanlardan biriydi. Kalanlar gidenlere söz verdiler. Kanınız yerde kalmayacak! Bu vatan hepimizin hayatları pahasına da olsa, geri alınacak! Büyük bir gizlilik içinde sürdürülen son büyük taarruzun hazırlıkları sırasında umutsuzluğa düşenler olmuştu. Ankara’daki Meclis’in içinde de vardı, umutsuz olanlar. Ama umudunu yitirmeyenler kazanacaktı bu savaşı. Onlardan birisi Çankaya’daki mavi gözlü adam, birisi de Çamlık Köyünde penceresinde uzaklara bakan şehit babası Murtaza’ydı. İşgal ordusuna karşı yapılacak son büyük taarruz öncesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ordulara bir bildiri yayımlayarak şu tarihi emrini verecekti: ’“Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!’”. Böylece Yunan ordularının akıbeti de belirlenmiş oldu. Çalköy’’de verilen bu tarihi emir üzerine İzmir’’de ’“Akdeniz’”i, Mudanya’’da ’“Marmara’” yı görmek için sekiz dokuz günlük bir zaman kâfi gelecekti. Meydan savaşından sonra, savaş alanını gezen Mustafa Kemal Paşa, savaş alanındaki düşman ölülerine, kafilelerle önünden geçen Yunan esirlere bakarak; "Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir" dedi. Evet, sorumluluk bizim değil. İzmir’den Anadolu’ya sokulan bir kılıç gibi bütün anaların, bütün gelinlik kızların, boynu bükük çocukların ve acıdan yüzleri kapkara olmuş erkeklerin hepsinin yüreğine de ayrı ayrı sokulan Yunan işgalcisini biz çağırmadık. Biz demedik size; gelin de, Ege’nin mavisi önünde gelinlik bir kız gibi salınan o güzel İzmir’i pis postallarınızla kirletin diye. Şimdi o güzel kız, şimdi o güzel İzmir, dokuz günlük amansız kovalamadan ayağındaki postalları erimiş ama mağrur, yorgun ama kahraman Türk Mehmetçiğinin omzuna kapanmış, sevincinden ağlıyor. Karaçam köyündekiler de ağlıyor. Murtaza Dede, Şehit karısı Emine, Ragıp, Fatma Nine, hatta anlamış gibi herkesin gözündeki yaşları gören öksüz Mustafa bile ağlıyor. Ahaliye döndü Murtaza Dede; -Silin gözyaşlarınızı gayri, diye bağırıyordu. Haydi İzmir’e…Yiğitlere sarılmaya, Paşamızı görmeye… Karaçam köyü İzmir’e çok yakın. Yokuşu indin mi, İzmir! Ama yokuş kilometrelerce sürüyor, ama Sabuncu boğazının nefes kesen kayalıklarından geçiyor, ne gam! Murtaza, gözyaşlarınızı silin dese de, kimse silemiyordu gözyaşlarını. Senelerdir dağların ötesindeki bir kör umut gibi beklenen, bu haberle birbirine sarılanlar, bu kez acıdan değil, mutluluktan ağlıyordu. Üstelik ne mutluluk! Dağ, taş sevince kesmiş sanki. Haberin tez zamanda ulaştığı civar köylerden havaya sıkılan silahlar bu kez mutluluğu haber veriyor; vadideki bütün camilerden ezanlar okunuyordu, Sanki çocuklarda anlamıştı bu durumu. Anasının eteğine sarılan her bebe, “Beni de al kucağına, İzmir’e götür,” der gibi bakıyordu. Murtaza Dede senelerdir içine hapsolan sesi, kalbindeki derin kuyulardan berrak sular gibi fışkırdı. İçinde gecesi gündüzü birbirine karışmış zindanlardan çıkan o ses, kiri üzerinden akmış, tertemiz olmuş özgür vatan toprağında, şimdi hıçkıra hıçkıra ağlamaydı. Vatanın kurtulmasının saadetini tüm benliğinde yaşayan Murtaza, bu dünyada değil sanki başka bir âlemdeydi. Ruhu, Karaçam köyünde sevinç yumağı haline gelmiş yaşlı kadınların ve bebelerin arasında duran vücudundan ayrılmış, kâh Balkanlar’da, kâh Conk Bayırı’nda, kâh Çanakkale’deydi şimdi. Ağlamasına karışan ses Ahmetçiğinin sesiydi, Geceler boyu rüyasına giren silüetler, kulaklarında çınlayan çığlıklar, Sakarya’dan gelen bir fısıltıyla yerini huzura bırakıyordu. Ahmet’i fısıldıyordu kulaklarına. “Babam, biliniz ki, biz burada özgür vatan toprağının altında çok mutluyuz. Ay yıldızlı bayrağımıza iyi bakın, o bayrak ki dünyada yok eşi..." Gözyaşları sel olmuş Murtaza, artık mutlu ve gururluydu. Her karış toprağını bir asırdan beri gözyaşlarımıza karışan şehit kanlarıyla suladığımız ey aziz yurt. Dağlarına şimdi bahar geldi. Yüz bin Ahmet’im daha olsa, feda olsun sana…Yüz bin Mehmet…Yüz bin Emine... Haydi İzmir’e! ** Kaynak 1: Bornova Karaçam Köyünden Fatma Erkoç 1922’de Türk askerinin önünden kaçarak çekilen Yunan ordusu, çekilme güzergahındaki yerleşim yerlerinde insanlıkla bağdaşmayan zalimlikler yaptılar. Sivil halka katliamlar yapıp, arkalarında günlerce söndürülemeyen yangınlar bıraktılar. Benim dedem bu katliam sırasında yanarak ölmüştür. Öyle ki, bir çok yerde Mehmetçik can kurtarmakla uğraşmaktan düşmanın peşine düşemedi. İşte katliamların gerçekleştirildiği o yerleşimlerden biri de, İzmir Manisa arasında yer alan, Bornova’ya bağlı Karaçam köyüdür. Köyde bu gün hala birçok mahal, bu katliamdaki anıların adlarıyla anılmaktadır. Gavur Öldü, Hacaloğlu Çeşmesi gibi. Dipçe: Söz konusu öykü tarihi kaynaklardan yararlanılarak kaleme alınmış olup; kurguda yer alan isimler aziz şehitlerimiz ve vatanın bölünmez bütünlüğü için mücadele veren halkımıza adanmıştır. Sinan Meydan ve Fahrettin Dokak'a teşekkürlerimle... Kaynak 2: Fahrettin Dokak 1923 yılında Bornova’ya bağlanan köyün diğer adı da Çamiçi’dir. Nilgün Baştuğ
  8. tülvent şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Sen "9 EYLÜL," dersin iki kelime Ben değişen yazgı anlarım, Özgürlük anlarım, bağımsızlık anlarım... Sen "İZMİR" dersin iki heceyle, Ben sevinçten ağlarım… Tarihin başı mı dönmüş Şimşek hızı geldiklerinde? Şaşırmış mı toprak Ayakları yere değmeyen atlar geçerken? Önce deniz mi görmüş Kavruk yüzlü neferleri? Bugün 9 EYLÜL, Tam sırasıdır canlandırmanın hatıraları... Sen "9 eylül" dersin iki kelime, Ben onurlu bir halk anlarım Rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım... Sen "İZMİR" dersin iki hece Ben saygıyla ayağa kalkarım. H. Işık
  9. tülvent şurada yorum gönderdi Radya'nın blog başlığı içinde RA'NIN RUH SESİ
    Fena oldum!
  10. tülvent şurada yorum gönderdi Radya'nın blog başlığı içinde RA'NIN RUH SESİ
    Bu şarkıyı da ne severim. Taa içime içime işler. ( '' Sanki hiç gitmemiş hep var gibi Bir sırrı herkesten saklar gibi Sessizce sokulup ağlar gibi yanımdasın ''
  11. tülvent şurada yorum gönderdi Radya'nın blog başlığı içinde RA'NIN RUH SESİ
    Sen kahkaha atmayı, ben de seni özledim biliyor musun... Sen kahkaha atmasan da her dem içi gülen gözlerin yeter!
  12. Keşke kuşaklar boyu okulda ezberletiln memleket manzarası doğru olsaydı. Şırıl şırıl akan dereler, uzak da olsa hep bizim olan köyler ve birleşen dost eller... Bugün dereler kurumu,ş uzaktaki köyler unutulmuş, halkın acıyı bal eylemesi kar etmemiş. Bugün mutsuzuz her gün acı haberlerle yaralarımız kanıyor. Bu soruyu ben de çok soruyorum sevgili Radya' m; BU ÜLKE MUTLU SABAHLARA UYANAMAYACAK MI?
  13. 06 Eylül 2012 Perşembe Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 130'uncu ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 13'üncü maddeleri uyarınca, Yükseköğretim Kurulu'nun önerdiği adaylar arasından 23 üniversiteye rektör atadı. İşte o liste: - Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. İrfan ASLAN’ı, - Ardahan Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Ramazan KORKMAZ’ı, - Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Mehmet DUMAN’ı, - Bartın Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Ramazan KAPLAN’ı, - Batman Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Abdüsselam ULUÇAM’ı, - Bayburt Üniversitesi Rektörlüğüne Prof.Dr. Gökhan BUDAK’ı, - Bingöl Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Gıyasettin BAYDAŞ’ı, - Bitlis Eren Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Mahmut DOĞRU’yu, - Çankırı Karatekin Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Ali İbrahim SAVAŞ’ı, - Gümüşhane Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. İhsan GÜNAYDIN’ı, - Hakkari Üniversitesi Rektörlüğüne Prof.Dr. Ebubekir CEYLAN’ı, - Iğdır Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. İbrahim Hakkı YILMAZ’ı, - Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Sabri GÖKMEN’i, - Kırklareli Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Mustafa AYKAÇ’ı, - Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. İsmail GÜVENÇ’i, - Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Serdar Bedii OMAY’ı, - Muş Alparslan Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Nihat İNANÇ’ı, - Nevşehir Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Filiz KILIÇ’ı, - Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Orhan BÜYÜKALACA’yı, - Siirt Üniversitesi Rektörlüğüne Prof.Dr. Murat ERMAN’ı, - Şırnak Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Ali AKMAZ’ı, - Tunceli Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Durmuş BOZTUĞ’u, - Yalova Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof.Dr. Mehmet Niyazi ERUSLU’yu, atadı.
  14. '' ... " Bir yanım ........ ama bir yanım da ........" formülüyle birçok insan kendini tek cümlede özetleyebiliyor. Son yılların en gözde kendini özetleme kalıbı galiba bu. Formüldeki noktalı yerlere iki zıt tavrı yerleştirmek yeterli. İlk boşluğa sakin, evcimen gibi çıtı pıtı, sümüksü bir davranış biçimi; ikinci boşluğaysa çılgın, deli gibi kabına sığmaz ve görece ayımsı bir davranış biçimi yerleştirmek gerekiyor. Kabına sığmayan davranışları 2. boşluğa yerleştirmek önemli; çünkü çılgın, delidolu gibi holivud' tan sekans çalan davranış stillerinin finalde kullanılması daha etkili. ........... Sabah kalktığımda kafamın bütün yanları ağrıyordu. 'üşengeç yanım' kalkmayı reddediyordu. 'dayanıklı yanım' ın yardımıyla kalkıp işe gitmek için hazırlandım. Yolda 'politik yanım' bir gazete ve 'acıkan yanım' bir simit aldı. 'sabırlı yanım',"çayla içeriz bekle" dedi, 'sabırsız yanım' ı ufak bir ısırıkla yatıştırdım. Bütün yanlarımla bir güruh halinde işyerime vardım. Sabırlı yanım haklı çıkmanın sevinciyle bir çay söyledi. Gazeteyi açtık ve o haberi gördük. Dün gece kurduğum 'yanlar teorisi' nin bu kadar kısa sürede karşıma çıkacağını tahmin etmiyordum. Haberde bir manken şöyle diyordu: "bir yanım süt liman, ama bir yanım da fırtınalar kopuyor; bir yanım uysal, ama bir yanım uçuk kaçık; bir yanım sevecen, ama bir yanım da kedi gibidir." Okuyunca istemeden " ayyyyyy! " diye bir ses çıkardım (feminen yanım). Manken tek cümlede altılı yapmıştı. İçinde kedi bile vardı. 'yanlar rekoru' kırmıştı. Daha önce böyle bir dizaynla karşılaşmadığım için şaşırdım. Bütün yanlarım birbirine karıştı. Sonra " aferin " dedim içimden. Ne kadar yan varsa hepsini bünyesinde toplamıştı. Hayatında açık bir yan bırakmamıştı. Her şey olmuştu. Haberi tekrar okudum. Önce tüylerim sonra bütün yanlarım ayağa kalktı. Deliler gibi alkışladık, ama bir yanım var ki hiç ayağa kalkmıyor, öyle oturup pis pis bakıyor. İsmi: g.tümün yanı! (küfreden yanım içim özür dilerim.) Fırat Budacı - Kendimi Durduracak Değilim
  15. * " Eğer insan bir ciçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insanı mutlu etmeye yeter. Çünkü insan kendi kendine 'işte, benim çiçeğim oralarda bir yerde' diyebilir." * " Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin.." * " Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. Ben gülüyor olacağım bir tanesinde… " * " Ve üzüntün hafiflediğinde (zaman bütün acıları hafifletir) beni tanımış olmak hep seni mutlu edecek, dostum olarak kalacaksın. Benimle gülmek isteyeceksin. Bunun için de arada bir pencereni açacaksın... Dostların gökyüzüne bakıp bakıp güldüğünü görünce çok şaşıracaklar! Onlara 'yıldızlar hep güldürür beni!' diyeceksin. Deli olduğunu düşünecekler. Olsun! Sana nasıl bir oyun oynadığımı görüyorsun..." * '' İnsanın kendini yargılaması başkasını yargılamasından daha zordur. İyi yargılamayı başarırsan, gerçek bilge olduğunu kanıtlamış olursun. '' * Küçük prens " gerçek şu ki " diye sürdürdü sözlerini, "bir şeyi anlamaya çalışırken neyi dikkate almam gerektiğini bilmiyordum. sözlere değil, yapılanlara bakmalıydım. güzel kokularıyla beni öyle büyülemişti ki...ondan uzaklaşmamalıydım...onun bana yaptığı o küçük numaraların arkasında yatan sevgiyi anlamalıydım. çiçekler çok tutarsız oluyorlar. ama onu nasıl sevmem gerektiğini bilemeyecek kadar küçüktüm..." * '' ... eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı: - yaşamım çok monotondur. ben tavukları avlarım, avcılar da beni. Bütün tavuklar birbirine benzer, bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum, ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım, ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. - Senden rica ediyorum, lütfen beni evcilleştir!” - Elbette dedi ,küçük prens. '' ama pek fazla vaktim yok. yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.'' - Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin dedi tilki. '' insanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur, her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni! - Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens. - Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar, ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin. * ..... Ertesi gün küçük prens yine geldi. - Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mautlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. mutluluğun bedelini öğrenirim. Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır. '' gelenek nedir? '' diye sordu, Küçük Prens... - Bu da çok sık unutulan bir şeydir, dedi tilki. '' Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim, ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım. '' '* ' Senin yaşadığın yerdeki insanlar,bir bahçenin içinde binlerce gül yetistiriyorlar ve yine de aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradikları şeyi tek bir gülde, ya da bir avuç suda bulabilirlerdi. Ama gözler göremez. İnsanın kalbiyle bakması gerekir... '' Kalbimizden başka birşeyle iyi göremeyiz, çünkü gerçekler gözlerimiz için saklıdır...'' * " Bir gün," demiştin bana, "günbatımını tam kırk dört kez izledim!" Sonra da, "biliyor musun," diye ekledin. "insan günbatımını çok üzgün olduğunda seviyor." " insan acı çektiğinde, güneşin batışını aşka türlü sever..." * "... İncedir çiçekler. Tümü çocuksudur. Kötülüğe başkaldırırlar ellerinden geldiğince. hem onlar dikenleriyle güçlü olduklarını sanırlar..." * " Unutma, dedi tilki, gülün için harcadığın zamandır gülünü bu kadar önemli yapan! - Ben gülüme bu kadar çok zaman harcadığım için.. dedi Küçük Prens, unutmamak için... - İnsanlar bu gerçegi unuttular, dedi tilki. ama sen unutmamalısın. - Evcillestirdigin kim olursa olsun, sen ondan sorumlusundur artık. Sen simdi gülünden sorumlusun. - Ben, simdi gülümden sorumluyum, diye tekrarladı küçük prens, unutmamak için. * '' … Beş yüz bir milyon tane olan nedir? İş adamı bu sorudan kurtulamayacağını anlamıştı. - gökyüzünde gördüğün şu küçük nesneler. - sinekler mi? “ - hayır, parıldayan küçük nesneler. - ah, anladım, yıldızlardan söz ediyorsunuz.” - evet yıldızlar. - peki yıldızlara sahip olmak sizin ne işinize yarıyor? - beni zengin yapıyor. - peki zengin olunca ne oluyor? - bana aitler, çünkü bu fikir ilk benden çıktı. - bunu düşünmüş olmak onlara sahip olmak için yeterli bir neden mi? - elbette. kimseye ait olmayan bir elmas bulduğunda, o senindir. Bu cevap Küçük Prens' i tatmin etmemişti. '' eğer ipek bir atkım varsa, onu boynuma dolar ve yanımda götürürüm. bir çiçeğim varsa, onu koparır ve yanıma alırım. ama siz yıldızları koparamazsınız! '' '' Büyükler, '' dedi... '' Kesinlikle çok tuhaflar. '' * Çiçek fısıldar Küçük Prens' e: '' insanların kökleri yok, bu yüzden rüzgar estikçe sürüklenirler.'' * " Neden buraya geldin? " dedi, yılan; - Bir çiçekle bazi sorunlarım oldu, diye yanıtladı, Küçük Prens. - Peki insanlar nerede? insan kendisini çölde çok yalnız hissediyor... - İnsanlarin içinde de öyle hissedersin, dedi yılan, " arada pek fark yoktur." Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupéry
  16. " Tıpkı ne olduğuna tam karar verilemeyen bu ara renk gibi, ara durumlar, ara duygular, belirsizlikler, bulanıklıklar yok mudur herkesin içinde, hayatında, seçimlerinde? İnsan kendine bile tanımını tam yapamadığı, çoğu kez istese de yapamayacağı duygular, durumlarla iç içe yaşamaz mı? Her şeyin niyesini, nasılını o kadar bilerek mi yaşıyoruz sanki? " " Emin olmak ne demekti? Bir kadın ne zaman emin olurdu? Zaman en çok ne zaman bilinebilirdi? " " Annesi, arada bir, "hayatla romanları ayırt edemeyeceğini bilseydim, zamanında 'oku kızım, oku kızım,' diye başının etini yemezdim," diye uyarırdı. Hayatla karıştırılmayacaksa romanlar niye okunsundu ki? " " Aşkını unutmayana değil, aşktan adını unutana mecnun derler. " " Sanki aşka zahmet etmemişti kalbi; yükü olan şeylerden uzak durmayı bilmişti." " Zaman, yalnızca zaman bazen içini sızlatıyordu insanın " " Bazı sabahlar ayna karşısında kendinize yabancı gözlerle başka türlü bakarsınız." " Bazı anlar kendiliğinden uzar " " Dünyayla yarışıp itişen kadınlardan değildi " " Bazı şeylerin görülebilmesi için ışık değişikliği gerekir " " Hiçbir şeyin memnun etmediği bu adamları ille de mutlu etmeye ömrünü adamış kadınları, onların beyhude gayretlerini düşünüyor." "Ama artık ne önemi var, her şey gelip geçtikten sonra, ne önemi var? Bu yüzden fazla dönüp bakmam geçmişe " " Bir insan kendinde keşfetmediği bir şeyi nasıl bilebilir? " " İçini bir yabancılık kaplıyor. Bu çeşit anlarda kapıldığı, "kendini herkese uzak ve yabancı hissettiren" bu tatsız duygunun kelimelerini tam bilemiyor " " İnsanın içinin zaman zaman bir şeylerle barışması iyi geliyordu. Bir şeyler onarılıyordu sanki, sökük dikiliyor, yürek arınıyor, hayat kolaylık kazanıyordu. " Kadından Kentler - M. MUNGAN
  17. tülvent şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bayram mesajım niyeyse ulaşmamış ben de yeniliyorum...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.