Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

tülvent

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

tülvent tarafından postalanan herşey

  1. Elbette toplumumuzun her daim kanayan yarası; varlıkları görüldüğü, bilindiği halde görmezden gelinen ''SOKAK ÇOCUKLARI'' na sahip çıkalım. Onlar ki; hayatta kalabilme savaşı veren içleri acı ve öfkeyle dolu, hepimizin çocukları... Fakat şu an yasallaşacak olan bir kanun değişikliği tasarısı gündemde. Sokak çocukları konusu bundan daha önemlidir diye es geçemeyiz. Can taşıyan her şey önemlidir, korunmalıdır, gereği neyse yapılmalıdır sevgili Oğuz Kaan
  2. Ahh Radya' m ah, ben de öyle duymuş sevinçten ağlamıştım ama baksana; 2 saat önce... TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya, Hayvanları Koruma Kanunu'nda değişiklik yapan yasa tasarısının geri çekildiğine yönelik haberlerin doğru olmadığını söyledi. Kaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tasarının TBMM Başkanlığı tarafından Komisyona sevkedildiğini hatırlatarak, tali komisyonların düzenleme üzerindeki çalışmalarını tamamlamasının ardından kendilerinin de gündeme alacaklarını bildirdi. Tasarının geri çekildiği yönündeki haberlerin doğru olmadığını ifade eden Kaya, 'Böyle bir şey yok. Süreç, sivil toplum kuruluşları ve diğer kurumlarımızın katılımıyla olgunlaşıp devam edecek' dedi. AA
  3. Tüketmek için bunca acele ettiğiniz, takvim yapraklarına… Onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara… İçine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz? “Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz? Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine…. Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen.. Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye… Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan ötesi yalan… Can Dündar
  4. Aydın'da Hayvanları Koruma Kanunu tasarısına karşı çıkan yüzlerce kişi, hayvan hakları için yürüdü. Aydın'da Hayvanları Koruma Kanunu tasarısına karşı çıkan yüzlerce kişi, hayvan hakları için yürüdü. Yürüyüşte kortejin en ön sırasında yer alan hayvanlar renkli görüntüler oluşturdu. Tbmm'ye sunulan Hayvanları Koruma Kanunu tasarısına Türkiye'nin farklı birçok ilinde olduğu gibi Aydın'da da hayvan severleri harekete geçirdi. 5199 sayılı kanunda yapılacak değişiklikler arasında geçen "uyutma" kelimesiyle ve sokak hayvanlarının toplanarak doğal yaşam parklarına götürülmesine tepki gösteren hayvan severler, kanun tasarısına tepki gösterdi. Aydın merkez Zafer Meydanı'nda toplanan yüzlerce kişilik kalabalık ellerinde pankartlar ve sloganlar eşliğinde İstasyon Meydanı'na kadar yürüdü. Kortejin en ön sırasında yer alan hayvanlar, renkli görüntüler oluşturdu. Sahipleri tarafından Bebek arabasında taşınan iki köpek ile bir bacağı kesilmiş olan diğer bir köpek, yürüyüşün en çok ilgi gören kahramanları oldu. Kalabalık grup 'Kanlı yasaya hayır', 'Hayvan katliamına hayır', 'Ölüm yasasını istemiyoruz', 'Uyumayın ki; uyumasınlar. Sokakları cansız bırakmasınlar', 'Yaşam onlarında hakkı', 'Katil değiliz hayvan severiz' ve 'Sessiz kalma, suça ortak olma' gibi pankartlar açıp, sloganlar ve alkışlar eşliğinde yürüdü. Sulupark önünde toplanan kalabalık adına konuşan Aydın Hayvanları Koruma Derneği Başkanı ve İl Hayvan Koruma Kurulu üyesi Şenay Tekinbaş, "Sahipli ve sahipsiz hayvanların belediye sınırları içinde ve dışında başıboş bırakılmaması demek köpeklerin yalnızlığa itilmesi demektir. Ayrıca Türkiye'de 35 bin köy vardır. 5199 sayılı kanunda yapılacak değişiklikler arasında geçen 'uyutma' kelimesi ve sokak hayvanlarının toplanarak doğal yaşam parklarına götürülecektir. Bu yeni yasa teklifi ile çok açık bir şekilde dışarıda hiç kedi-köpek kalmamasını hükme bağlamıştır. Sokaklarda, köylerde, çiftliklerde, beldelerde, yaylalarda milyonlarca kedi ve köpek var. Belediyelerin bunları canlı olarak toplama ekipleri yok, toplanan hayvanlara bakım ve tedavi imkanları ise hiç yok. Dolayısıyla bu hayvanların hepsi toplama adı altında öldürülecektir. Bu yasa teklifi kedi ve köpekler için hazırlanmıştır ve bu bir katliam yasası olacaktır. Lütfen bu kanun geri çekilsin" dedi. Düzenlemeyle evlerde bakılan hayvanların sayısına kısıtlama getirildiğini savunan Tekinbaş, "Meclis'e giden 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu değişikliği yasa tasarısı sahipli sahipsiz bütün hayvanları felaketin eşiğine getirmiştir. 5199 sayılı Yasanın 4a maddesi der ki 'Her hayvan eşit doğar ve yaşama hakkına sahiptir' ama geldiğimiz nokta hayvanların yaşam hakları ellerinden alınmak üzeredir. Gelin hayvanların haklarını elinden almayalım. "Üretimi yasak olmasına rağmen denetim altına alınamayan, dövüştürülmesine engel olunamayan bu ırklara ait köpeklerin 3 ay içinde barınaklara teslim edilmesi öngörülmektedir. Bu kadar ağır bir hayvan katliamına yol ve yön açacağı kuvvetle muhtemel bir tasarının Tbmm'den geri döneceğine inanıyoruz" şeklinde konuştu. Tbmm'ye sunulan Hayvanları Koruma Kanunu tasarısını ıslık ve düdükler protesto eden hayvan severler daha sonra olaysız bir şekilde dağıldı. AYDIN
  5. Hayvan Hakları için Yürüdüler Galatasaray'da toplanan binlerce hayvan hakları savunucusu, Hayvan Hakları Koruma Kanunu'nda yapılması planlanan değişikliği protesto etti. Aralarında spor ve sanat dünyasından tanınmış kişilerin de bulunduğu eylemciler, renkli görüntüler oluşturdu. İstanbul/Antalya/Adana- Hayvan Haklari Aktivistleri (HAYVİST) önderliğinde sivil toplum kuruluşları, sanatçılar ve binlerce yurttaş, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu tasarısını Galatasaray Lisesi önünden Taksim Meydanı’na yürüyerek, alkışlarla protesto etti. “Ölüm Yasasına Hayır” diyen ve eyleme hayvanlarıyla katılan topluluk, sokakta yaşayan hayvanlara “yaşam hakkı” istedi. Galatasaray Meydanı’nda toplanan çok sayıda hayvansever “Ölüm Yasasına Hayır”, “Yaşamak onların da hakkı”, “Her eve 3 Kedi” dövizleri taşıdı, “Katil bir yasa istemiyoruz”, “Hayvanlar değil, katiller hapse”, “Tayyip İstifa” sloganları attı. Taksim Meydanı’nda şehitler için 1 dakikalık saygı duruşu gerçekleştiren grup İstiklal Marşı’nı okudu. Hayvanseverlerin bazıları eyleme köpekleriyle birlikte katıldı. Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’nın da destek verdiği eylemde bir grup hayvansever, kedi ve köpek kuklaları taşıdı. Ressam Bedri Baykam, sanatçı Nejat Yavaşoğulları, Lale Mansur, Özge Özder’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçının da destek verdiği eylemde, hayvanseverler adına basın açıklamasını HAYVİST Yönetim Kurulu Başkanı Asude Ustaoğlu yaptı. 1 temmuz 2004 yılında çıkarılan 5199 yasa ve 2006 yılında çıkarılan yönetmelik gereğince yerel yönetimlerin bu yasanın uygulayıcısı olduğunu anımsatan Ustaoğlu, “Aradan geçen 8 yıl boyunca yasanın yerel yönetimlerle ilgili birimlerince uygulanmaması neticesinde tüm Türkiye’de sokak hayvanlarının kaderine hep ölüm düşmüştür. Meclis’e sunulan yasa teklifiyle 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik yasa tasarısı, sahipli sahipsiz bütün hayvanlarımızı felaketin eşiğine getirmiştir. 2004 çıkarılan 5199 sayılı yasanın hükümlerini 8 yıldır yerine getiremeyen yerel yönetimler bu yasa tasarısı ile aklanacaktır” diye konuştu. Meclis’teki 550 milletvekiline seslenen Ustaoğlu, şöyle devam etti: “Önce vicdanınızı dinleyin, sonra bizi. Meclis’teki yasa tasarısı da cazip görünen bir ifadeyle ‘doğal hayat park’ları oluşturulacağı ve hayvanların buralarda yaşayacağı belirtiliyor. Kediler ve köpekler evcil hayvanlardır, binlerce yıldır insanlarla yaşamıştır. Lütfen yasayı geri çekin.” Antalya'da hayvanlarıyla birlikte yürüdüler Antalya'da 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, yaklaşık bin kişinin katıldığı yürüyüşle protesto edildi. Antalya Hayvan Dostları Derneği, Türkiye Hayvanları Koruma Derneği ve Antalya Veteriner Hekimler Odası tarafından organize edilen yürüyüş, Kazım Özalp Caddesi'nden Attalos Heykeli'ne kadar yapıldı. Ellerinde 5199 sayılı Yasa'da değişiklik yapılmasına yönelik tasarıyı protesto eden dövizler taşıyan hayvan severler, yasa karşıtı sloganlar attı. Yürüyüş sırasında yüzlerine renkli kalemlerle hayvan desenleri çizen minikler dikkati çekti. Hayvanseverler yürüyüşe evcil hayvanlarıyla birlikte katıldı. Yürüyüşü Antalya'da tatilini geçiren yabancı turistler de ilgiyle izledi. Veteriner hekimler yürüyüşe beyaz önlükleriyle katılırken, çeşitli kulüplere üye bisikletliler de yürüyüşteki yerini aldı. Adana'da hayvanseverlerden hayvan kostümlü tepki Adana'da bazı hayvanseverler, ''Hayvan Koruma Kanunu''nda yapılacak değişiklikleri protesto etti. Doğayı Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği (DOHAYKO) üyesi Fatoş Tekbaş, Uğur Mumcu Meydanı'nda yaptığı açıklamada, Bakanlar Kurulu'ndan geçen ve Meclis'in onayına sunulan yasanın Veteriner Hekimler Odası ve Baro Hayvan Hakları Koruma Komisyonu gibi ilgili yerlerden görüş alınmadan hazırlandığını savundu. Kanun teklifine konan ''Sahipli ve sahipsiz hayvanları belediye sınırları içinde veya dışında başıboş bırakmak yasaktır'' maddesiyle sokakların köpeklerden arındırılacağını belirten Tekbaş şunları kaydetti: ''Türkiye'de 35 bin köy var. Bu köylerde hayvancılık ile uğraşan vatandaşların koyunlarını güden on binlerce köpek var. Bu yasa teklifini hazırlayanlar bu ibareyi koyarak köylünün köpeklerini de kapsama altına almıştır. Sokaklarda, köylerde, çiftliklerde, beldelerde, yaylalarda milyonlarca kedi ve köpek var. Belediyelerin bunları canlı olarak toplayacak bir ekibi yok. Toplanan hayvanların bakım ve tedavi imkanları yok. Dolayısıyla kedi ve köpeklerin hepsi 'toplama' adı altında öldürülecektir.'' Sokaktaki kedi ve köpeklerin toplanmasının ekolojik dengeyi altüst edeceğini ileri süren Tekbaş, ''Hiç bir hayvan türü tehlikeli olarak tanımlanmamalı, onları yaşamları da tıpkı diğerleri gibi güvence altına alınmalı, ceza ve yaptırımlar hayvana değil onları bu şeklide eğiten sahiplerine uygulanmalıdır'' dedi. Açıklamanın ardından Hatay, Niğde, Kayseri, Mersin ve Osmaniye'den gelen hayvanseverlerin oluşturduğu yaklaşık bin kişilik gurup, yürüyüşe geçti. Sloganlar atarak ilerleyen hayvanseverler, Atatürk Parkı'ndaki Atatürk Anıtı önüne gelerek saygı duruşunda bulunup İstiklal Marşı okudu. Bazı hayvanseverlerin hayvan kostümü giydiği grup, daha sonra dağıldı. Bursa Bursa Kent Meydanı'nda toplanan bir grup hayvansever, sloganlar eşliğinde Şehreküstü Meydanı'na yürüdü. Kedi ve köpekleriyle birlikte yürüyüşe katılan hayvanseverler, meydanda oturma eylemi ve çeşitli gösteriler yaptı. Protestoya evcil hayvanları ve çocuklarıyla destek veren hayvanseverler renkli görüntülere sahne oldu. Grup adına basın açıklaması yapan İlknur Haskal, hiç bir dernek ya da kuruluştan destek almadan, sadece 3 kişiyle sosyal paylaşım sitesinde grup kurarak bu organizasyonu gerçekleştirdiklerini söyledi. Haskal, ''Can dostumuz olarak gördüğümüz hayvanlarımızın yaşamımızdan sökülüp alınmasına, uyutularak öldürülmesine, canlı olarak deneylerde kullanılmasına, kadavralarının mama ve derilerinin sanayilerde kullanılmasına, dağlara, ormanlara sürülmesine ve yok edilmesine sonuna kadar karşıyız'' dedi. Çanakkale Hayvan Severler Derneği (HAYSEV) ile Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) tarafından düzenlenen ''Sokaklarımızı Can'sız Bırakmayacağız'' mitinginde, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı protesto edildi. Hayvan hakları savunucularından bir bölümü köpekleriyle mitingin düzenlendiği Cumhuriyet Meydanı'na geldi. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan ile Belediye Meclis Üyeleri Celal Karakaş ve Muzaffer Özgen'in de katılarak destek verdiği mitingde katılımcılar hazırladıkları birbirinden ilginç pankartlarla yasa tasarısının geri çekilmesi için seslerini duyurmaya çalıştı. Hayvan Severler Derneği (HAYSEV) Çanakkale Şube Başkanı Esen Öztürk, burada yaptığı konuşmada, Türkiye'de, başta sokak köpekleri olmak üzere binlerce hayvanın yok edileceği bir sürecin başlatıldığını öne sürdü. Mitinge katılanlar, daha sonra yasa tasarısını eleştiren sloganlar atarak kordon boyundaki Truva Atı'na doğru yürüdü. Eskişehir Eskişehir ve çevre illerden gelen hayvanseverler, Adalar Caddesi'nde toplandı. CHP Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt ve Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç'ta eyleme katılarak, tasarıya karşı toplanan imza kampanyasına destek verdi. ''Sokaklarda kedi görmek istiyoruz'', ''Hayvanlar candır öldürülemez'' sloganlarının atıldığı, bazı hayvansevenlerin köpekleriyle katıldığı eylemde, bir eylemcinin hayvan kılığında kafese girmesi, bazılarının da yüzlerini kedi şeklinde boyaması ve taşınan renkli pankartlar dikkat çekti. Edirne Edirne'de ellerinde 5199 sayılı yasada değişiklik yapılmasına yönelik tasarıyı protesto eden dövizler taşıyan hayvanseverler, Saraçlar Caddesi'nde toplanarak kanun tasarısı aleyhine slogan attı. Burada grup adına basın açıklaması yapan Nilüfer Umut Köylüoğlu, hazırlanan yasa tasarısı ile beslenen evcil hayvan sayısına kısıtlama getirileceğini öne sürerek, yasa tasarısının kabul edilmemesi için mücadele edeceklerini söyledi. Köylüoğlu, ''En yakın sadık dostlarımızın, kurulacak doğal hayat parklarına gönderilmesini istemiyoruz. Bugün ya onları koruyacağız ya da ölümlerini seyredeceğiz. Bugün dostlarımız için kanun tasarısına 'hayır' diyoruz'' şeklinde konuştu. Bolu Bolu Hükümet Meydanı'nda toplanan bir grup da hayvan haklarını ön plana çıkaran pankart ve dövizler taşıyıp kanun tasarısına tepki gösterdi. Grup adına açıklama yapan Zafer Akkaya, ''Hayvanları koruma kanunu ile kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısında yer alan bazı hükümleri hayvan hakları açısından uygun bulmuyoruz'' ifadelerini kullandı. Hayvan öldürme işleminin ''uyutma'' adı altında meşrulaştırılmaya çalıştığını öne süren Akkaya, ''İnsani bir seçenek, çözüm olarak sunulan, 'uyutma' diye bilinen, solunumu durdurucu iğne ile öldürme yöntemi, bir hak değil, aksine yaşam hakkının sonlandırılmasıdır'' dedi. Tekirdağ Ellerinde 5199 sayılı yasada değişiklik yapılmasına yönelik tasarıyı protesto eden dövizler taşıyan hayvanseverler, Üç Kemaller Meydanı'nda toplanarak düşünülen yasa tasarısı karşıtı slogan attı. Grup adına basın açıklaması yapan Cansel Bahadır, yaşayan bütün canlılara saygı duyulması gerektiğini belirterek, tasarıyla hayvanseverlerle sokak hayvanlarının birbirlerinden koparılacağını öne sürdü. Bahadır, ''Ötekileştirmek, hiç bir vicdana, inanca, yönetim şekline, bakış açısına sığmayan bir yaptırımdır. Ötekileştirmek, insan egemen toplumun yüz karasıdır. Bugün sokaklarda beraber yaşadığımız hayvanlarımız, hayatlarımızdan koparılmak isteniyor. Yeni yasada hayvan hastaneleri ve doğal yaşam parkları kurulacağı yer alıyor. Ama bunu yapmayan belediyeler için nasıl bir adli ve idari işlem uygulanacağı, yaptırımların neler olacağı yasada yer almıyor. Bu yasa teklifinde, dışarıda kedi ve köpek kalması tamamen yasaklanmış'' diye konuştu. Gruplar, basın açıklamalarının ardından olaysız bir şekilde dağıldı. İstanbul Haber Servisi/AA
  6. İşte Ölüm Yasası! Kedi ve köpekleri ''Doğal Yaşam Parkı'' adı altında 'DOĞAL ÖLÜM PARKLARI' na dolduracak, Hayvanlarımızın ölüm fermanı olan Yeni yasaya HAYIR! Lütfen Okuyun! http://www.blognatur...olum-yasas.html
  7. "Eylül! öyle bir ay ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekir.eylül, esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp üzülür, özlem çeker... Hava, yine o hararet ve rengin üzerine simdi gayr-i mahsus bir tül çekilmis gibi ketum bir gölgeye, hararet hafif bir revnake ancak his olunan bir ılık nefhaya munkalib olmus, ziya sade bir anakas(yansima)? halinde intisar idiyor, denizin laciverd gözleri sanki bulanarak sinesinden nihan eden o keskin bahar râihasıyla beykoz koyu’na dogru sokuldukça kararıyordu. Çayırı bütün bütün tenha buldular, agaçların gölgeleri, nim bulutlu sema altındaki çayır soluk, melül idi. yalnız son yagmurların ve dünkü günesin verdigi bir tazelik ile mahzun bir yesillik vardı; onlar çayırın bu rengindeki güzellikten bahsederlerken suad çınarlardan sarı, kuru düsen yaprakların kapladıgı yollarda yagmurla ıslanarak hasıl ettikleri çamura, bu çürümüs yapraklara bakarak “iste!” diyordu... Necib etrafına bakınarak: -havanın rengi iyice soluyor, dedi. ve bastonuyla karsıdan agır agır yükselen bulut sürülerini gösterdi. süreyya: —ey ne olacak? dedi, geçenki havaları düsünsene... ne idi o yagmur, o rüzgâr?.. —amma dün, evvelki gün ne kadar parlaktı. bir yaz günü gibi.. —ey sonbahar bu... artık bu kadar letafet ve hararet verdikten sonra! eylülden daha ne beklenir. eylül malûm a. hüzün ve matem ayıdır. O zaman suat'a da hayatının su devresi kendi ömrünün, kendi kadınlık hayatının eylülü gibi geldi. eylül... birkaç gün hava ne kadar güzel olsa bu kadarcık fâni bir güzellige bile minnettar olmak lâzım gelen bir ay; içine birkaç günlük kıs hücumundan acı düstügü için, o güzel havaların, devamlı yazın artık nasıl geçmis, sade bir mazi olmus oldugunu hissettiren bir esef ve hasret ayı... onun hayatı da böyle degilidi? Son günlerin letafet ile birebir, simdi yine imkânsızlıga, yine hüzün ve kasvet düsmemis miydi? tıpkı simdi düsündügü gibi, nasıl yaz elindeki saadetten bihaber kaçıp yaz da farkına bile varmadan, nasıl elinden saadeti kaçıp ilk kıs hücumuyla teessüf ederse, o da demin anlamamıs eski günlerin tahassür etmemis miydi? tekrar hayatına baslamak arzusu, bugün tekrar yaz olmak emeli gibi bir sey degil miydi? bir senedir onu harap eden endiselerin, melâllerin ne oldugunu artık iyice kavrıyor: “iste benim eylülüm!” diyordu. Eylül!... Henüz renk ve râiha bitmemis, fakat baharın bol renkleri o kadar gayr-i mahsus bir surette çekilmis, o kadar tekrar avdet etmemin hirmân ile avdet eder gibi görünse bile, hemen yine sulub(?) kararan hırçın bos arzulara o kadar acı acı çekilmis ki bir güven iste ruh-u tabiat birden uyanıp görüyor; yapraklarının nasıl sararmıs, bir çoklarının düsüp çamurlar içinde çürümüs oldugunu görüyor; ve simdi, hava ne kadar güzel olsa, o bir iki günün verdigi (çekici?)acilkle bu güzel havaların ne kadar fani, ne renk ve râihanın , ne vefasiz ne artık ele kaçmaz elde iken kiymeti bilinmemis öylece istihdan edilmis bir hazine oldugunu acı acı görüyordu; iste artık ne bir çiçek, ne bir râiha kalmıs...artık onlara tahammül bile kalmamıs, hepsi çürümüs... evvelden yagmur yaga bile lakayıd kalırlardı, belki daha teravet daha hayat gelirdi. simdi...simdi iste yagmur, iste kıs hepsini çürütüyordu; her seyi çürütüyordu, her seyi... Evet her sey çürüyor, her sey...insanlar da çürümeyecekler mi? eylülde, sanki bahara tahassür eden bir tarâvet-i melûle, sanki üzerine çöken kısın, kendini mahvetmek istiyen hazana ragmen pây-dâr kalmak, tekrar bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç oldugu seylerden mahrum olduktan baska ve kendisinde de mukavemet kalmamıs ve tabiat bunu anlamıs gibi acı bir melal ve tefekkürle; üzerine çöken tenhalıgın, matemin hatmi harareti ile düsünüyor; sanki ne kadar ugrasırsa ugrassın, ne kadar mukavemet ederse etsin kısın galibi edecegi, artık her seyin, her ümidin bittigini buna tahammül lâzım geldigini anlamaktan mütevellid bir fütûr ile aglar... ne renk, ne de râiha... iste yapraklar ölüyor... rüzgâr insafsız, yagmur mmnd(inatçı?); her sey çürüyor, oh, her sey çürüyor. O zaman eylül kendine, tabiatta ilk fütûr ayı, faniligi ilk his ayı, ilk mücadele-i almiye ve gayr-i mesmure arzusu gibi, hayatın ne oldugunu anlayıp, bihaber geçen güzel mazinin tahassürüyle ilk boynu bükülen ay gibi göründü; ayaklarının altında çamurlanmıs çürük yapraklara bakarak: “evet her sey çürüyor. demek biz de çürüyecegiz?” diye düsündü. demek ki çürüyecekti, o da çürüyecekti; böyle, hiç bir saadet gelmeden, daha henüz beklerken, bahsus hayatının nasıl ****** geçmis oldugunu anladıktan sonra, artık bir sey de yapmak kabul olmamadıgını görerek böyle çürümek bitmek ona pek insafsızca, pek acı geliyordu. Halbuki işte onda yasamak için daha siddetli bir arzu, saadetten mahrum olmamak, hayatını kaçırmamak için derin bir ihtiyaç, ihbab ederse mücadele kabiliyeti vardı; fakat her sey bos degil mi? ne olsa ne yapılsa kıs gelmeyecek mi? ya gelinceye kadar... hiç mi hiç mi bir sey yapılamaz? böyle, görerek, anlayarak bile bile hayat ve saadetten feragate tecmilden baska bir sey mümkün degil mi? Derin bir düsünce içinde bu melahatelerden ****** konusan süreyya ile necibe baktı; süreyya necibe bir seyler anlatıyordu; eliyle ileriyi göstererek söylerken necib de suad’a bakıyordu: o zaman, gözler arasında, bugün ilk defa vehdi, atesin bir tassadım oldu; necib bu bakısta ne kadar derin acı bir sesnayat ve istimdad gördüyse, suad da onun gözlerinde o kadar derin o kadar samimi bir mehbat, bir mücadeleye hazır, her tecrübeye memaruz, ölümlere kadar surecek bir rabıta görüyorum zannetti. ve bu ona bu çaresizlik, kimsesizlik hislerini içinde atim bir teselliti mevcub oldu; o kadar ki ona baktıkça devam edebilen bu hissi idame için baktı. gözlerine hakim kaçamayarak onların bakmasına müsaade etti; böyle birbirlerine bir müddet baktılar. sanki gözler uzun müddet birbirinden kaçan ruhların artık mukavemetsizligiyle zayıf ve hasta, bir mücadele-i almiye ile mashar, bitap idiler. Fakat bunda kuvvet veren bir hal vardı; mebhum ve uzak, uzak bir selamet umudu gibi bir sey, sanki o öksüz ve biçare ruhlar için birbirinin olmak intarında bitmis hayatlarının tedavisi var gibi bir sey, iste bunun için, gözler bir an dalıp birbirinden ayrıldıkları zaman tekrar o semaya kosup yine kesb umud ve kuvvet etmenin ihtiyacı baki kalmıstı. bunu bilmeyerek gibi, düsünmeyerek, artık itaat etmeyen bir sevk-i tabii ile yapıyorlardı; o kadar ki bütün o sersemlik içinde aksama kadar üç dört defa daha bu nazarlar tekrar etti. fakat bu bir çok arzulardan, arzuların bir çogunun cesaret ve mukavemeti neticesinde fiile müncir olmasından sonra mümkün oluyordu. Nihayet aksam olup son vapurla rumeli’ye geçerlerken süreyya necib’i götürmek isteyip de o reddettigi zaman nazarlar tekrar birbirlerini aradılar; ve bu sefer o ilk bir telaki ilk mesut kaldılar ki bu sanki uzun bir hisbihal oldu; necib bütün mahrumiyetlerin tesellisi ile mahmur ve medhus, suad bir bilememezlik, bir mukavemet edememezlik ile bitap, sanki birebir olamamalarının acısını ne kadar birbirleri için yasadıklarını anlatarak çıkarmak için nazarlar derin derin bakıstılar. '' Eylül - Mehmet Rauf
  8. Neşet Ertaş Hep dinledik onu… Ama, türkülerini dinledik. Ne dediğine kulak vermedik. Söz’lerini dinlemedik. * Senelerce “kendim ettim kendim buldum, gül gibi sarardım soldum, eyvahh” diye haykırdı… İktidar tercihlerimizin nakaratını bundan daha güzel özetleyen var mıydı? * “Dane dane benleri var yüzünde, dünyada yârden datlı var m’ola”yı bilirsin… Buram buram Anadolu kokar ve şöyle devam eder: “Küpeleri ağır düşer kulaktan, zülüfleri tel tel etmiş yanaktan…” E hani türban? * Rakı’ya bira’ya karşıysan… “Aman yârim gez de gel, sarhoşum ben çözemem, düğmelerin çöz de gel”i nerenle dinledin birader? “Atım araptır benim, yüküm şaraptır benim”i Fransızlara mı söyledi? * “Doyulur mu doyulur mu, canana kıyılır mı, cananına kıyanlar, hak’kın kulu sayılır mı”yı anlasaydı bu memleket, kadın cinayetleri olur muydu? * “Seviştiğimde mutlu olurum, sevgisiz imanı nasıl bulurum, böyle inandım böyle bilirim, sevişmek ibadettir sevgi imandır” diyordu mesela… El ele tutuşup, parkta oturan gençlere bile fuhuş diyorsun hâlâ. * “Nedeceksin bu kadar malı… İşte görünüyor dünyanın halı.” Kime diyordu bunu sence? * “Aman, kader kader derler de… Bu nasıl kader?” Kime soruyordu? * Alt kültürüz, üst kültürüz, etnik kökeniz, aynı sazın teliyiz filan da… “Türkü söyler dillerimiz, ne güzeldir ellerimiz, bağlamada tellerimiz, türkü sever, türkü söyler, Türk’üm diyen” demiyor muydu? * “Atı olan el atına biner mi… Yigid olan ikrarından döner mi?” A liboş. * “Zeki Müren, halk müziğimizi nakış nakış işlemişti, telifini ödeyip, Aşık Ali İzzet’in Mühür Gözlüm şiirini satın almış, aranjman olarak okumuştu, şarkıyı Zeki Müren’in filminde seyrettim, sazı alıp, köylü yüreğimle ezgiledim, köy düğünlerinde söyledim, bi zaman geçti, son model bi araba geldi, Zeki Müren seni İzmir Fuarı’na çağırıyor dedi, gittim, bir ay çaldım, telif hakları bana ait olan şarkıyı nasıl çalarsın diye tek kelime etmedi, bi gün biri geldi, Zeki Müren seni çağırıyor dedi, gittim, gazino patronuyla aynı masada oturuyor, ayağa kalkıp, ağabey hoş geldin dedi, önünde viski var, ne içersin dedi, rakı dedim, türküye başladı, tarif etmem imkânsız, ikinci dörtlüğü yakaladım, devam ettim, gene ayağa kalktı, olamaz böyle ses diyerek, başını duvarlara vurdu, rahmetliye çok şey borçluyum…” * Biri “yüreğim köylü” diyen, mahcup bozkır çocuğu… Öbürü, sözde erkeklerin kıvır kıvır kıvırdığı ülkemde, cinsel kimliğini saklamadan, sahneye apartman topuk, mini etekle çıkma cesaretini gösteren “mangal yürek” şehirli… Türkülerini dinlediğinizden eminim de, emin misiniz Neşet Ertaş’ı kavradığınızdan? * Açılım maçılım ayaklarıyla, kendilerine destek veren halk ozanı gibi göstermeye çalıştılar onu, kendilerine oy vermeyenlerin panzehiri olarak sunmaya çalıştılar. Rahatsız edilmesin, polemiklere maruz kalmasın diye, rahmetli olana kadar, bugüne dek, satır yazmadım… İzmirli olmuştu. * Ömrünün 30 senesini yurtdışında geçirip, neden 16 sene önce İzmir’den ev aldığını, neden 3 sene önce İzmir’e yerleştiğini… Çoğunuzun ilk kez okuyacağı, şu şiirinde anlatmıştı. * Gezdim tüm dünyayı gördüm Güzel İzmir sana geldim Benim şirin güzel yurdum Güzel İzmir sana geldim Güzelsin asil duruşlu Medenisin hoşgörülü Olduğun gibi içli dışlı Güzel İzmir sana geldim Gönüllere ışık saçan Unutamaz görüp geçen Gariplere kucak açan Güzel İzmir sana geldim Kimdir necidir sormayan Kimseyi hakir görmeyen İnsanlıktan ödün vermeyen Güzel İzmir sana geldim Nice yıllar çok uzağım Seni seviyor yüreğim Güzel yurdum, son durağım… Güzel İzmir sana geldim * Dedim ya… Anlamazdın. Y. ÖZDİL
  9. Hedef neden TSK? Aslında bana kalırsa bu soruyu sormak “abesle işti­gal”değil mi? Balyoz davası acaba sadece hukuk dev­letinin yok sayılması anlamına mı geliyor, yoksa bu ka­rarın altındaki imzalar 88 yıllık Türkiye Cumhuriye­ti Ulus Devleti’nin ortadan kaldırılması için mi atıldı? Bağımsız bir ulus devletinin dışişleri bakanı nereden cesaret alarak ya da hangi uluslararası projenin uy­gulanmasında ‘Ulusalcılarla ve ulus devletle uğraşmanın zamanının geldiğini” söyleyebilir. Sayın Dışişleri Ba­kanı artık beyninin arkasındaki gerçek fikri söylüyor; ulus devleti yıkacaklar, ulusalcıları yok edecekler ve federasyona geçecekler. Bundan kim memnun ola­cak? - Elbette önce federasyon fikrini savunan ve bu ne­denle PKK terörünü kucağında büyüten ABD. - Sonra yıllarca önce Sayın Demirel başbakanken ve Bay Kohl’un Demirde söylediği gibi “ Şu ulusalcılıktan ve üniter yapıdan vazgeçip ille de federatif sis­teme geçilmesini öneren” Almanya’nın da içinde bu­lunduğu federasyon aşığı AB ülkeleri. Yıllar önceki bir diyalog Sizlerin kafasında var olduğunu bildiğim önemli bir soruya bir anıyla başlamak istiyorum. Sayın 9. Cumhurbaşkanı Demirel ile Washing­ton da bulunuyorduk. Demirel Beyaz Saray’da baş­kan Clinton’la konuşmuş ve oteline dönmüştü. Cumhurbaşkanının Amerikan Başkan’ın bütün ıs­rarlarına rağmen; “İran’ı terör ihraç eden ülke olarak ilan etmekle kanıt istemesi üzerine toplantı Clinton için pek verimli geçmemişti.” O akşam Demirel’in kaldığı otelde Rahmi Turan, ben, Sebahattin Önkibar, Türk ve Amerikan diplomatlarıyla konuşuyorduk. Ortaya şöyle bir soru attım: “ABD acaba TSK’yi Or­tadoğu’nun bekçisi ve kendi askeri gibi kullanmak mı istiyor?” Şaşırdılar ve şöyle dediler: “ Bunu da nere­den çıkardınız? Bu Beyaz Saray’ın aklından geçmez!” Önce Lozan sonra Montreux Balyoz davasında mahkûm olanlara bir bakınız. Ço­ğu TSK’nin bağımsızlıktan yana generalleri, Dahası çoklukla deniz kuvvetlerinin yetenekli subayları. Ne­den aklınıza “niçin denizciler” sorusu gelmez ki? ABD işin başından beri -Montreux’yü yok sayarak- Rusya’nın da hoşuna gideceği umuduyla boğazlarımızın ar­dına kadar açılmasını ister. Deniz Kuvvetleri komu­tanı rahmetli i Oramiral Güven Erkaya’dan beri Türk Deniz Kuvvetleri bu düşünceye karşıdır hatta Irak Harekâtı sırasında Amerikan gemilerinin boğazlan kul­lanarak İstanbul üzerinden Karadeniz’e çıkmasını ön­lemişlerdir ve Montreux Lozan gibi delik deşik edi­lememiştir. Deniz Kuvvetlerinin vatansever mensupları tepeden tırnağa bu vatan görevini sürdürüyordu. Peki, bunların böylece karasularımızı ve boğazlan koru­masına daha ne kadar izin verilecekti? 2008 yılında başlayan Ergenekon operasyonu gerisindeki BOP’dan güç alarak paçaları sıvadı. 21 Eylül 2012′de açıkla­nan Balyoz karan bırakın hukuki ya da siyasi olma­yı açıktan görünen bir “teslimiyet” kanıtıdır. Artık Lozan’ı deldirdik, hiç değilse Montreux’yü deldirmemek için ulus olarak harekete geçmenin ve demokratik direnme hakkını kullanmanın zamanı değil mi? K. ALTUĞ
  10. Erdoğan’ın 16 yıl önceki TSK planı!.. “Balyoz davası’nda kamu vicda­nını yaralayan kararlar tartışılır­ken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) tamamen çökertilmek istendiğine ilişkin tartışmalar da bü­yüyor… Çünkü “Balyoz” denilen da­vada yargılanan 324 muvazzaf ve emekli askerin büyük bölümü çok ağır cezalara çarptırıldı… Hem de “terörist” suçlamasıyla!.. Bu karar; Milli Görüş zihniye­tinin, Cumhuriyet’i kuranlardan rövanş almak için TSK üzerinde baskı yaptığına ilişkin toplumdaki yaygın kanaati ne yazık ki daha da güçlendirdi… İşte tam da “Balyoz” kararının “hukuki garabet” olarak tartı­şıldığı şu günlerde, çok ilginç bir video, internette izlenme rekorla- n kırıyor… Siz de Google’da, “Tayyip Erdoğan orduyu tasfiye edeceğiz” diye yazarsanız videoya ulaşabilir­siniz… O şaşırtıcı videoyu izleyen herkes aslında TSK ile ilgili tasfi­ye planı ve hedeflerinin çok eski­lere dayandığını bir kez daha anlı­yor… Bu video, 1996 yılında Ah­met Altan ile Neşe Düzel’in Kanal 6′da hazırlayıp sunduğu “Dina­mit” adlı tartışma programındaki çok çarpıcı bir bölümü içeriyor… Biliyorsunuz, Neşe Düzel ne kadar tartışmalı ve tuhaf şahsiyet varsa onlara mikrofon uzatıp rö­portajlar yapıyor… Konuştuğu ki­şiler de genelde Cumhuriyete, Atatürk’e, laikliğe, rejime saldın- yor!.. Ahmet Altan ise Cumhuri­yet’le ilgili ne varsa hepsine savaş açmakla yükümlü gazetesini yö­netiyor… Ne ilginçtir ki Altan, bir zamanlar yere göğe sığdıramadığı AKP’yi bugünlerde “baskıcı bir statüko partisi” diye tanımlıyor!.. İşte Altan-Düzel ikilisinin sun­duğu o Programın konuğu döne­min İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile eski RP milletvekili Hasan Hü­seyin Ceylan… Konuklardan biri de şimdiki AKP milletvekili Meh­met Metiner… ‘İktidara geldiğimizde!..’ Bakınız; paylaşım rekordan kıran videoda, Başbakan Erdoğan ikti­dara geldiklerinde orduyla ilgili ya­pacaklarını tam 16 yıl önce nasıl anlatmış: “Bir gerçeği ortaya koymak istiyorum; aslında orduyla ilgili ka­naatleri, ordunun şu arıdaki at­mosferi içerisinde etüt edersek bir yanlışın içerisine gireriz. Ayaklarımızın yere değmesi lazım. Ordudakilerin hepsini buna katmıyo­rum. Bizim Refah Partisi olarak orduya bakışımız bu; yani biz or­duyu Demoklesin Kılıcı gibi hür iradenin tepesinde sallanır olarak görmeyeceğiz ve geldiğimizde de göstermeyeceğiz… Çünkü bu ülkede hür irade hakim olacaktır, silah değil.” Ne kadar ilginç değil mi?.. “Demoklesin Kılıcı” diye nitele­nen orduya bu ilginç konuşmadan tam 16 yıl sonra “balyoz” darbesi vuruldu… Tayyip Erdoğan doğrusu, ka­fasına koyduğunu yapan büyük bir siyasetçi!!!.. Hatta askerden, siyasetçiden gazeteciden, köşe ya­zarından bile çok daha öngörülü. Baksanıza Erdoğan sözünde nasıl da durdu!!!.. Tam 16 yıl ön­ce TSK ile ilgili kafasına koyduğu plan, büyük ölçüde, adım adım nasıl da gerçekleşti!!!… Hem de herkesin gözleri önünde!!!.. Haaaa!!! “Hak hakim” oldu ” mu işte o çok ama çok tartışma­lı!!!.. M FARAÇ
  11. Zahidem Kurbanım... Bir ozan öldüğünde sevdası nereye gider?.. Bir piyanist öldüğünde parmaklarındaki hüner?.. Bir ressam öldüğünde yüreğindeki renkler?.. Bir heykeltıraşın okşayışı… Bir mimarın hayal gücü… Bir hesap adamı öldüğünde, beynindeki rakamlar?.. Bir anne öldüğünde, içindeki şefkat?.. Bir baba öldüğünde sarılma duygusu?.. Bir sevdalı öldüğünde acılarına ne olur?.. Yerde kar vardı… Soğuk Ankara gecesinde neredeyse sabaha karşı, müzisyen arkadaşlarımla birlikte Samanpazarı yokuşunu çıkıp deveci hanlarından birisine girdik… Alt kata develeri koymuşlardı… Tahta merdivenlerden çıktık… Tahtaların aralıklarından develerin kulakları gözüküyordu… Üst katta geniş bir odaydı, dört bir yanında halı örtülü divanlarla, eski bir bey konağıydı sanki… Odanın baş köşesinde sadece tek başına bir adam, üzerine paltosunu almış, köşeye büzülmüş uyuyordu… Yanında sazı vardı… Üniversitenin henüz birinci sınıfındaydım, gurbete alışamadığım, burnuma çok uzaktaki evimizden yemek kokularının geldiği günlerdi… Müzisyen olarak çalıştığım barın yetişkin müzisyenlerinin peşine takılmıştım… Bir evliyayı ziyarete gider gibiydiler… Odaya girip köşedeki adamın uyuduğunu görünce, birbirlerine “susun” işareti yaptılar… Kapının hemen girişine sıralanıp sessizce oturduk… Ben öksürdüm… Dört bir yandan “sus” işaretleri geldi… Bir daha öksürdüm… Köşedeki adam uyandı, gelenler olduğunu görünce telaşla toparlandı, elini göğsüne koyarak “Hoş geldiniz beyler ağalar” dedi… Biraz sonra sazını aldı… Ve söyledi: “Zahidem kurbanım nolacak halim?..” * O sesi hiç unutmadım… Canım yandığında… Hani yüreği alev aldığında insanın… Ankara sokaklarında gözlerimi silerek çaresiz kendimi aradığımda… İçimde o türküyü söyledi bana… Köşedeki adam… Dün Neşet Ertaş öldü… Ozan öldüğünde sevdası nereye gider?.. Deve hanından girdim içeri yine… Dört bir yanı halı örtülü divanlar… Köşedeki adam gözlerini açıp elini göğsüne bastırarak selam verdi… Ben sormadım bu kez… O söyledi: “Zahidem kurbanım nolacak halim?..” B. Coşkun
  12. Ruhuma İyi Geldiler
  13. Tarihin Gözleri Vardır “Tarihin gözleri var surlarda delik delik” diyen şair bir gerçeğe vurgu yapmaktadır. Bu sözler insanlara geçmişin kendisini izlediğini söyler. Ancak tarihin gözleri yalnız surlarda değildir. Okumasını bilenler ile görmesini becerebilenler için tarih her yerdedir. Her toplum ve insan gerçekte tarihin muhassalasıdır. Tarih yalnız surun, kalenin, devletin, milletin dününü şekillendirmez idrake, kimliğe, fikre ve zihniyete de sızarak toplumların geleceğini de biçimlendirir. Geçmiş bugünün hem öznesi hem de gölgesidir. Nietzsche, “İnsan unutmayı bir türlü öğrenemez. Hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine. İstediği kadar yürüsün, zinciri ile birlikte yürür” derken işte bunu kasteder. Şair, “Sizin hiç babanız öldü mü?” diye sorar, ardından da “Benim bir kere öldü kör oldum” diye hüzünlenir. Bir Kazakça Türkü “Anam öldü, yaşlandığımı öğrendim” der. Aslında anaların ölümü yaşlanmayı hatırlatır ama ana babalar gerçekte hiçbir zaman ölmez! Onlar gerçekte evlatlarıyla ve evlatlarında yaşar. Çünkü canlar ölümü tadar, ama ruhlar ölümlü değildir. Atalar yalnız biçimde, fizikte, görüntüde değil aynı zamanda ruhta, meşrepte, mizaçta da yaşarlar. Tarihi süreç içinde hiç kimse ebe ecdadını değiştirme imkânına sahip olamamıştır. Kuşkusuz insanların hangi ana babanın çocukları olduğu önemlidir ama hangi tarihin çocukları oldukları ondan da önemlidir. Her şeyin dün olmadığı da bir gerçektir. Bugünü, dünün rahmi mayalar, ama bugün bütün yönleriyle dünden ibaret de değildir. İnsan geçmişini bilir, farkında olur ama hiçbir zaman geçmişte yaşayamaz. Sonuçta geçmiş geçmiştir. Geçmişte yaşanamaz ve geçmiş yönetilemez. Bu yüzden geçmişe saplanıp kalmak ya da geçmişi kutsamak, her şeyi geçmişin prangasında görmek gibi bir sonuç doğurmamalıdır. Geçmişin ya da zamanın olgular üzerindeki etkileri yönünden dünün, bugünün ve yarının eksiğinin de fazlasının da girdabına kapılmak doğru değildir. Dünü ya da bugünü silip atmak da bütünüyle düne ya da bugüne saplanıp kalmak da mümkün olmuyor. Ancak tümüyle düne iltica etmek de ondan kaçınmak da yeterince açıklayıcı olmuyor. Geçmiş insan hafızasının biriktirmelerinin bir armağanıdır. Tıpkı bireysel insanın yaşanmışlıklarının “bellenmesi” ile oluşan geçmişi gibi, toplumların da yazılı ve yazılı olmayan “bellekleri” ile oluşan bir “geçmişi” vardır. Yaşananları yok saymak ya da geçmişi unutulmuş sanmak, yanılgıların en büyüğü olur. Bugününü ve geleceğini, dünün prangalarından kurtararak düşündüğünü ya da özgürleştiğini sananlar, gerçekte geçmişin prangaları altında yaşadığını anlayamayanlardır. Bu yüzden insanlar yalnız anne ve babalarını değil, geçmişlerini de değiştiremezler. Oscar Wilde’ın dediği gibi; “Kimse geçmişini geri satın alabilecek kadar zengin değildir”. Tarih, sanıldığı gibi bir sonuç değil süreçtir. Tarih, geçmişle ilgili olup bir zaman dilimini anlatır. Ancak tarih hiç bir zaman tümüyle geçmiş değildir. Aksine tarihi olguların “zaman” içinde aldığı biçimi anlatır. Bu düşüncenin ilk çağrışımı, geçmişe dönük bir bakışın, “olmuş bitmiş ve şu anla bağı kesilmiş” olana yönelik bir bakış olmadığıdır. Bundan öte, şu anda da akmakta olan bir “oluş” ırmağının kaynağından başlayarak, bugüne dek izlendiği yollara yönelik bir bakış olduğudur. Düşünür “Halen yaşayan insanların ölülere yeterince ilgi” göstermediklerinden söz eder. Yeni nesillerin eskilere göre daha az tarih bilgisine ve dolayısıyla daha az tarih bilincine sahip olduğunu söyler. Buna kötü tarih kitapları ve kötü tarih algılarının neden olduğu tespitinde bulunur. Geçmiş geçmiştir, ama gelecek de bir gün geçmiş olacaktır. Ö. Yeniçeri
  14. NEREDESİN SEN Şu garip halimden bilen işveli nazlı Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyo Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen... EVVELİM SENSİN Cahildim dünyanın rengine kandım Hayale aldandım boşuna yandım Seni ilelebet benimsin sandım Ölürüm sevdiğim zehirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Sözüm yok şu benden kırıldığına idip başka dala sarıldığıma Gönülüm inanmıyor ayrıldığına Gözyaşım sen oldun kahirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Garibim can yıkıp gönül kırmadım Senden ayrı ben bir mekan kurmadım Daha bir gönüle ikrar vermedim Batınım sen oldun zahirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin
  15. Bir hazinemizi daha kaybettik, milletçe başımız sağ olsun. Nurlar içinde uyu büyük usta!
  16. Türkçedeki en hüzünlü, en romantik ve en melankolik kelime… Eylül! Fikrimin ince ayı. Bir ay değil, beşinci mevsimdir Eylül. "Sevgilim, işte eylül ve işte senin usul usul seğiren yüzün. zaman ki sonsuzdur bitmemiş şiirler gibidir. bazı hüzünleri bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir. biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık (isteğin bulanık kıyısında). bundan değil midir bizim aşkımızda sürekli bir akşam hüznü vardır*" İlhan BERK "Eylül'dü... di' li geçmiş bir zamandı yaşadığımız. Adımlarımızın kısalığı bundandı, Bundandı gözlerimin durgunluğu. Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan, ellerin kadar ıssız, sen kadar zamansız molalar veriyordum.. Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz; Eylül' dü..." Cemal SÜREYA Bahçe yasta çiçeklere yağmur iniyor serince yaz titremekte sessizce kendi sonuna doğru altın damlıyor yapraktan yaprağa o yüksek akasya ağacından aşağıya yaz gülümsüyor şaşırmış ve sönük ölmekte olan bahçe rüyasına uzunca süre duruyor, güllerin yanında sessizliği özlüyor usulca kapatıyor sonra o büyük yorgun gözlerini... Hermann Hesse Eylül! daha çocukluğumdan beri size bakardım ben bir yazın azalmakta olan sözcüklerinden nasıl da ansızın sökülürdünüz bahçelerle ve kül dolardı içim...eylül! eylül! kırılgan mevsim! cam hançeri güzün dağılırdı kalbimde birden gecenin ve gündüzün perdesiyle örtülürdünüz tenhâyla ve tül dolardı içim...eylül! eylül! unuttum sizi dağ kızarır yol sararırdı ve ben dönüşlere bakardım o amanvermez belleğin paramparça güldüğüydünüz aynalarla ve gül dolardı içim...eylül! hilmi yavuz
  17. "sevgilim, işte eylül ve işte senin usul usul seğiren yüzün. zaman ki sonsuzdur bitmemiş şiirler gibidir. bazı hüzünleri bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir. biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık (isteğin bulanık kıyısında). bundan değil midir bizim aşkımızda sürekli bir akşam hüznü vardır*" İlhan BERK "Eylül'dü... di' li geçmiş bir zamandı yaşadığımız. Adımlarımızın kısalığı bundandı, Bundandı gözlerimin durgunluğu. Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan, ellerin kadar ıssız, sen kadar zamansız molalar veriyordum.. Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz; Eylül' dü..." Cemal SÜREYA Bahçe yasta çiçeklere yağmur iniyor serince yaz titremekte sessizce kendi sonuna doğru altın damlıyor yapraktan yaprağa o yüksek akasya ağacından aşağıya yaz gülümsüyor şaşırmış ve sönük ölmekte olan bahçe rüyasına uzunca süre duruyor, güllerin yanında sessizliği özlüyor usulca kapatıyor sonra o büyük yorgun gözlerini... hermann hesse eylül! daha çocukluğumdan beri size bakardım ben bir yazın azalmakta olan sözcüklerinden nasıl da ansızın sökülürdünüz bahçelerle ve kül dolardı içim...eylül! eylül! kırılgan mevsim! cam hançeri güzün dağılırdı kalbimde birden gecenin ve gündüzün perdesiyle örtülürdünüz tenhâyla ve tül dolardı içim...eylül! eylül! unuttum sizi dağ kızarır yol sararırdı ve ben dönüşlere bakardım o amanvermez belleğin paramparça güldüğüydünüz aynalarla ve gül dolardı içim...eylül! hilmi yavuz
  18. Bir Zamanlar... Karşıyaka Minübüsü

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.