Zıplanacak içerik

tülvent

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

tülvent tarafından postalanan herşey

  1. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe, son yolculuğuna uğurlandı. ANKA İstanbul- Sakarya'nın Akyazı ilçesi yakınlarında meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybeden Adatepe'nin, Türk bayrağına sarılı naaşı, cenaze namazı için ikindi vakti sıralarında Teşvikiye Camii'ne getirildi. Cenaze törenine Adatepe'nin oğulu Ahmet Kemal Doğançay'ın yanı sıra, Adatepe'nin yakınları ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı. Kazada yaralanan ve Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavisi devam eden Adatepe'nin eşi Emin Öke Adatepe ise cenaze törenine katılamadı. Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Ülkü Adatepe'nin naaşı, omuzlara alınarak defnedilmek üzere Zincirlukuyu Mezarlığı'na götürüldü. Diğer taraftan, Teşvikiye Camii'nin bulunduğu caddeye, Şişli Belediyesi tarafından, Ülkü Adatepe'nin, Atatürk ile birlikte çocukken çekilen fotoğrafının bulunduğu, "Atamız'ın yadigarı Ülkü Adatepe'yi kaybettik, başımız sağolsun" yazılı bir afiş asıldı. Ülkü Adatepe'nin oğlu Doğançay, cenaze töreninde gazetecilerin kazaya ilişkin sorularını yanıtlarken annesinin aracını kullanan şoförün dikkatli gitmesi gerektiğini ifade etti. "Düz yolda o kazanın o şekilde olması normal değil" diyen Doğançay, "Bu şundan olur. Ya şoför uyumuştur, ya da aşırı sürat vardır. Annem kolu kırıktı, tedavisi yapılmıştı. Hasta bir kadın taşıyorsun. Türkiye'nin büyük bir değerini taşıyorsun. Bu insanı taşırken değerini bileceksin. Bu çok önemli bir mesuliyettir. Yavaş gidilmesi, dikkat edilmesi gerekirdi" dedi. Doğançay, şoförün hatalı olup olmadığına ise bilir kişinin karar vereceğini, ancak böyle bir süratin olmaması gerektiğini belirterek, "Eğer ortada bir şey yokken araç kendi devrilmişse her şey apaçık ortadadır" ifadelerini kullandı. Doğançay, gazetecilerin, aracı kullanan şoförden şikayetçi olup olmayacaklarına yönelik soruları üzerine, "Buna daha sonra karar vereceğiz. Şu anda acımızı yaşıyoruz" dedi.
  2. Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve çamlıca gazozu dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hala hiçbir şeyde bulamıyorum. Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit oyuncak getiriyordu Avrupa'dan. Ama o zamanın çocukları bile bir tuhaftı, ben mahalledekilerle paylaşmayınca o oyuncaktan da zevk almıyordum. Hala gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO'larına benzeyen şeyler yapıyordum. Dokuztaş, misket, kukalı saklambaç, hele o "en de tura bir iki üç güzellik", unutulur gibi değildi. İnşaatlardan sökülen paslı çivilerle oynanan toprağa çivi saplamaca gibi tamamen yokluğun tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok, oyuncak yoktu, olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence yaratıcılığımıza kalmıştı. Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. "Sokağa Çıkmak"diye bir deyim vardı. Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında vurulmuştum. Net hatırladığım bir sahne var: AdıYalın. Babası ona iki tekerlekli bisiklet almış ve bana "Yarın seni de bindireceğim" diye söz vermişti. Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar mahallemizden. İkinci aşkım, alt katımızda oturuyordu. Bir gün incir toplayacağız diye, Çengelköy sırtlarında kaybolmuştuk birlikte. Diyarbakırlı Kürt bir karpuzcumuz vardı. Salı Cuma karpuz, kavun getirirdi kamyonla. "Kavun ye bal ye" diye bağırırdı. Hakikaten de o kavun bal gibiydi. Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı, değil apartman mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek neredeyse bir gün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. Şimdi çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor. Belki de o yüzden ne tadı var ne de kokusu. Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler -ki kalemtıraş kullanmak israftı, sınıflardaki çöp kovası onu kalem açma kuyruklarını unutan var mı? Plastik ilkel beslenme çantaları ve okula götürülmesi yasak olan muz. Hele iç içe gecen halkalardan oluşan ve her zaman akıtan o plastik bardaklar, kâbusumdu benim. Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını. Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı. O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar, zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar, bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar. O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkâna rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçurtmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar. Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü. Kâğıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kâğıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor. Hiç dut silkelemediler, bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine. Mutlular mı? Umarım öyleler. Peki, çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı? Umarım ... (Alıntı)
  3. ‘’… Bir balık ve bir kuş birbirlerine aşık olmuş ama nerede yaşayacaklarını bilememişler, ifadesindeki gibi bu ikilemi çözmenin yolunu beraberce çıktığımız seyahatlerde bulmuş, ben dalabilen kuşken Felipe de uçabilen bir balık olmuştu. … Sen ve ben nerede uyuyacağız? Yıldızlar bizi saracak kadar engin mi? sen ve ben nerede uyuyacağız? Eğer şu dünyada en çok sevdiğin kişiye veda etmek için sadece iki dakikalık zamana sahipsen çok şey söylemek istersin ama doğru kelimeleri bulmak çoğu zaman kolay olmaz. …”Bilmedikleri neredeyse insanlığın tüm bildiklerini içermektedir. Ama bulmaca onun nee bildiğini bulmaktır.” Bir erkek, yanındaki kadını aşkla sevmediği sürece onunla çok mutlu olur. “Oscar Wilde” Romantik aşk, evrensel bir deneyimdir. İhtiras kalıntıları dünyanın her bir köşesinde yer almaktadır. İnsanların kalpleri sosyal topluluk, din, cinsiyet, yaş ve kültürel sınırlar olmaksızın kırılabilir. “Beklenti eken, hayal kırıklığı biçer” … Hayat zor bir iştir ve tabi ki evliliğin zor iş olduğu konusunda da hemfikir olacaklarına eminim. Ama evlilik nasıl zor bir iş haline gelebilir ? İşte açıklaması: Mutluluk beklentilerinizi tamamen tek bir kişinin ellerine döktüğünüz anda evlilik zor bir iş haline gelmektedir. Ve bunu sürdürebilmekte zor bir iştir. Evlilik sonsuz bir mutluluk değilse o zaman anlamı ne olabilir ki? … Anlaşıldığı üzere aşka dayalı evlilikler aşkın kendisi kadar kırılgandır. “Bazen hayat yalnız olunamayacak kadar zordur ve bazen de hayat yalnız olunamayacak kadar güzeldir “ … Sinir edici bir tanımlamayla, nasıl kalp kendine has gizemli nedenlerden dolayıbir seçim yapıp ve yine kendine has nedenlerden dolayıseçiminden vazgeçiyorsa, paylaşılan cennet bir anda cehenneme de dönüşebiliyor. “Savaşa gitmeden önce bir kez, denize girmeden önce iki kez, evlenmeden önce üç kez dua et,” der eski bir Polonya atasözü. “Biraz seviyor olsan bile hiç olmadığın kadar dikkatli ol.” … Acı çeken tüm insanların arzularına mıhlanmış olduğunu öğretir. Hepimiz bunun doğru olduğunu bilmiyor muyuz? … Delicesine aşık olma duygusu içimizi sardığı anda gerçeklik gitmektedir ve bizler aklıbaşında bir durumdayken belki de asla yapmayı düşünmediğimiz şeyleri yaparken buluruz kendimizi. … ”Mutluluk” ölçülebilecek birşey değildi ve bazen en olumsuz şartlarda mutlu olunurken, her şeye sahip çiftler mulu olmayı beceremiyordu. … Ne kadar önlem alırsan al, almadığın tek bir önlem bile olsa seni ****** avlayacaktır. … Her halükarda geçmişte yaptığımız hatalar bize en derin acıları veriyor olsa da, onlarla savaşmaktan vazgeçmek zorundayız ve hayatımıza devam etmeliyiz. Ama en büyük acılar bile büyük mutluluklara gebedir. …”Tufan” olarak nitelendirdiği duruma denk geliyordu. Yani aklımızın öfkeye kapıldığı (ve öfke tarafından kandırıldığımızı) noktaya gelecek kadar yorgun ve hayal kırıklığı yaşıyor olmamız durumu. Tartışmalarınızda “her zaman” veya “asla” kelimelerini kullanmaya başladığımızda, “tufan” belirtileri göstermeye başlarız. Aşk, doğası gereği sınırlar getiriyor, daraltıyor ve sınırlar çiziyordu. … Zaten hayatın kendisi dağınıklık ve becerisizliklerin toplamı değil miydi? Kalbim Bir Kez Sevdi - Emily Giffin
  4. tülvent şurada cevap verdi: tülvent başlık Şiir Forumu
    Müsveddeler “Tekirdir tekerlenir bir saranı bulunmaz” diyen o adama.... 1- Anlatarak bitiriyorum hayatımı Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat Bir çiçek çizdim bu akşam avcuma İsmini herşey koydum. Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan. Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım Yıldızlı bir gecenin. Yıl 2000 Tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin Tombul güvercinler dolaşırdı kiremit çatısında Bulutlar akardı paçalarından, uğuldarlardı. Kuşların şarkılarından anlarım. Kimse hayra yormaz beni Kuşbaz ve uçmaya meraklı, Ütüsüz giyerim karabasanlarımı Sakarım, sık sık çarpar deviririm yazgımı İçimdeki suyu döktükten sonra işte, ondan sonra Şikayetim yok, rahatım. Taşralı ve safım. Yağmurda unutulmuş bir Tanrı’yla ahbabım Balkonda asılı kalır günlerce gökkuşağım, Deterjan reklamına çıkacağız biz ikimiz Tanrı’yla Ben böğürtlen lekeli çocuğu oynayacağım, O kirli beyaz gömleğim. Ah bir de şu gömleğe, göynek diyecek kadar Cesur olaydım. Teyzem öldü. Kırkı yeni çıktı En iyi hikayeleri ölüler anlatır Ölülerin anlattığı hikayeler İnşirah suresi gibi insanı ayartır Kırmızı günleriyim ben takvimlerin Okullar tatil oluyor ben söz konusu olduğumda Şeker istemeye geliyor çocuklar. Oyun oynuyoruz, Sağlam bir halatla çekiyorum acıyı kendime doğru. Siyah iş günleri müdahale ediyor hayatıma Mor bir köşe yastığı gibi isyankar oturmak istiyorum, Ben oysa divanın en ucunda. Çorba pişirmek istiyorum, Sonra kalkıp ekmek kızartmak, Bıçağın ucuyla kazımak aşkı fazla kızardığında. Söyleyin ateşe, Ruhunu üflemesin benden gayrısına. Çiçek silindi bu sabah ellerimi yıkadığımda “Ellerim bomboş...” Kötü şiirlerden koru beni Tanrım Amin! 2- Bir şaşkınlık şarkısı olarak besteliyorum aşkı Kaprisli notalar, huysuz sololarla Bekçisi olmayan geceler denk geliyor bana, Çaresiz bekliyorum, Düdük çalıyorum, İki el ateş ediyorum havaya. Gecenin bir yarısı oturup ağlıyorum bir çocuk parkında Ulumak gibi ağlıyorum Köpekler koşuyor sağımda solumda Tanrım! Diyorum sadece Başka bir şey diyemiyorum zaten o an. İyi niyetli ve sevimli bir kızdan kalanlar Sallanıyor durmadan boş salıncaklarda “Üzgünüm” diyor, Bir mutluluk şiiri yazamam bu saatten sonra! Yoksul çocuğuydun sen benim 23 Nisan sabahımın Şiir okutmadım sana, folklor oynatmadım. Yoksulluk diyorum, O an, Ucuz lafların çalılarına takılıyor şiirimin elbiseleri. Sen tuz ol en iyisi sevgilim Ben ekmekle duruma müdahale edeyim. Bırak hazır soyunmuşken Kuru öksürüğüne elma kabuğu ve tarçın tavsiye edeyim. Tasfiye ettiler beni kediler aralarından Yar olmaz bundan sonra sarmandan sana. Beni tasfiye ve tavsiye arasındaki karışıklıkta Müsait bir yerde bırak sevgilim. Hem otuzumu geçtim azıcık Gerisini ben yürürüm artık. Çizgili olsun, buruşsun yüzü, Şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım. Yokuş aşağı şarkımı söylerdim, sarhoş “Kanatlarım vardır benim uçarım” Koşup kaşe kabanından yakalardın uyduruk şarkılarımı Ne çok ısıttın beni, Ne çok ısıttım seni, Buruştu ve kirlendi 23 Nisan’da takılan simli ve tül kanatlarım Kurtulamadım, üstümde kaldı. Ben sevgilim... Bir çocuk bayramı gibi yaşamak isterdim her aşkı Cezaya kaldım. Bir mutluluk şiiri yazamamaktan dolayı İmlamı iyice bozsam da farketmez artık. Kime ne “de-da”ları ayırmasam? Noktalarda durmasam, Bir ünleme koşsam yalnızca, Sonu uçmak olan çığlığa. Kime ne anlatarak bitirsem hayatımı? Ölümüme de bir şiir yamar nasıl olsa birileri artık. 3- Bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından Yaşlanıyorum pencereden her bakışımda Anna Karenina’yı taklit ediyor zaman, Atıyor kendini raylara. Neden her aşk Bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka. Sevdiğim adamlar çarpıyor camlarıma Bir kelebek gibi kocaman, kara Pervazlarımda kuruyorlar sonra Begonya tozlanıyor, Unutmanın gözyaşları sanki bu tozlar. Annemin temizlik günleri gibiyim Yorgun, solgun ve beyaz. Kardeşim ayağını sallıyor sevdiği şarkılarda Birini çok sevmek gibiyim Sütle siliyor tozlarımı kardeşim. Kestane pişiririz diyoruz sobada Hayallerimiz çatlıyor sonra, çıtırdıyor, kızarıyoruz. Bu şiirden bir bölümü attım Kilometrelerce uzağa Tavşanlı pijamalarımla balkona çıkıp el salladım ardından Havaya uçuracaktı şiirimi az daha, Attım. Lokum getirmişti ve kitap, Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa. Onu da tam buradan attım. Ben ne de olsa yakıp yıkanlar listesinde Ölü yada diri arananlardanım. Bir Doğuş şarkısı söyletiyorum bazen hayatıma: “Aramızda uçurumlar söz konusuyken” Uçurumlarda tenzilat varken hazır Uçalım, hadi uçalım Ben nasıl olsa Bu müsveddelerin ortasında yalnızım. Didem Madak
  5. RUHUMA ÇOK İYİ GELDİ!
  6. Ömrünüz Don Yıkamakla Geçecek, Haberiniz Olsun! Anladın ki iki dakika içinde ölüyorsun. Aklına ilk ne gelir? Hay Allah, gördün mü yatağı toplamadım! Heey! Ölüyorsun, duymadın herhalde? Ortalık da çok dağınık... Bu mudur akla gelecek olan? Akşamdan kalan bulaşıklar öylece duruyor. En önemlisi, daha donumu değiştiremedim. • Var mı böyle bir şey? Var! Vallahi de var, billahi de var. Ölümü nasıl karşılayacağımız bile öğretildi. "El alem ne der!" Elalemle doğduk, el alemle ölüyoruz. • Kızım yatağını toplamadan sakın dışarı çıkma. Neden anne? Ne olur, ne olmaz, bir gören olur. Kızım donunu değiştirmeden yola çıkma? Neden anne? Ne olur, ne olmaz bir gören olur? Ya, anne kim gelir de yolda benim donuma bakar? Ya bir kaza geçirirsen, hastaneye kaldırırlarsa, Allah gecinden versin daha beteri olursa... Ee olsun! Ama el alem ne der? Koskoca Rukiye Hanım kızına bir yatak yapmayı öğretememiş demezler mi? Doğru ya, derler. • İnsanlar gerçekten bunu derler mi? Yeni ölmüş birinin yatağının dağınıklığını görüp "vay paçoz vay" der misiniz? Donuna bakıp, "bilmezdim senin böyle sidikli olduğunu" da der misiniz? Siz demeseniz bile size denmesinden korkarsınız. İşte her şeyin özü bu! Başkalarıyla yaşıyoruz. Başkalarıyla doğup, başkalarıyla ölüyoruz. Onların düşünceleri bizim aklımızı esir alıyor. Düşüncelerimizi, duygularımızı birileri kodlayıp içimize yerleştiriyor. Sen sen olmaktan çıkıp, Ölüm anında donuna kilitlenmiş bir paronayak olup çıkıyorsun piyasaya. Tez elden, birilerinin ürünü olma halinden çıkıp, Aklımıza sahip çıkmamız lazım. Yoksa ömrünüz don yıkamakla geçecek, haberiniz olsun! Muzaffer Abla
  7. ÜLKÜ ADATEPE İLE YAPILAN BiR RÖPORTAJ: Başbakan Erdoğan geçtiğimiz hafta, CHP’yi Atatürk’ün manevi kızı Ülkü’yle ilgili vasiyetine uymamakla suçladı biliyorsunuz. 74 yaşındaki Ülkü Adatepe’yi geç de olsa tanımak istedim. Hayatının ilk beş yılını Atatürk ile birlikte geçiren Ülkü’nün hatıraları silik olmalıydı. Bunlara okuyup duyduklarını ekleyerek Türk milletine anlatmayı kendisine vazife edindi. Bunun ardındaki asıl ihtiyaç Atatürk ölünce unutulan küçük Ülkü’yü diriltmekti. Büyük Ülkü, beş yaşına kadar bir dediği iki edilmeyen küçüğünü özlemişti. Yıllarca geri planda kalmak canına tak etmişti. Bugün “Bana araba almaya mecbursunuz.” diyordu. Büyümemek hakkıydı. Mütevazılık ona yakışmazdı. Psikolojisinin adını milleti koysundu... - Beş yaşındasınız, Ankara Palas’ta artistlerden önce sahneye çıkıp dans ediyorsunuz. Sizin deyiminizle Atatürkçüğünüz ve devlet ricali pür dikkat sizi seyrediyor, alkışlanıyorsunuz. Hayatınız boyunca bu ilgiyi mi aradınız? Gayet tabii. Ben çok büyük bir sevgi ve ilgiyle büyüdüm. İşte bakın bütün resimleri görüyorsunuz; her yerde elimden tutuyor, gece gündüz onunlayım. Öldüğünde çok ufak olmama rağmen bunalıma girdim. Ve hayat boyu o sevgiyi, o ilgiyi hiçbir yerde bulamadım. Annem, babam son derece dürüst insanlardı. Hiç kimseden bir şey istemediler. Atatürk düşündü ki Türk devleti bana sahip çıkacak. Maalesef çıkılmadı. Atatürk öldü, Ülkü unutuldu. Annem babam beni çok iyi yetiştirmek istiyorlardı. Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne verdiler. Atatürk’ün akrabalarından Bülent Hanım’ın okul ücretini azaltmasıyla okuyabildim ancak. - Ben okuyamadınız diye biliyorum. Okulu bitiremedim. Annem babam fazla üstüme geldi. Ben zorla bir şey istendiği zaman onu yapmam. Bana devamlı, Atatürk’ün kızısın, okuyacaksın, diyorlardı. - Yani anneniz babanız size okuman lazım, dediği için mi okumadınız? Tabii, yani bir yere de bırakmıyorlardı. Sağa bakamazsın, sola bakamazsın. Tırnağını uzatamazsın. Ben large bir hayata alışmıştım Atatürk’le. Gittiğim yerde daha bir onurlanıyordum. O gidince hayat tamamen değişti. - Koleje başladığınızda 15 yaşında olmalısınız. Atatürk’ü kaybedeli aradan on yıl geçmiş. Ama hâlâ o türbülanstan... Kurtulamadım evet. - Herkes size Atatürk gibi ilgi göstersin istiyorsunuz. Tabii tabii. Çok da meraklı değilim popüler olmaya; ama sevgi isterim. Bir de rahat yaşamak. Annem babam daha mütevazı insanlardı. Ben daha eğlenceyi seven bir tipim. Atatürk, hanımların makyaj yapmasını hiç sevmezmiş. Ama ben çok meraklıymışım makyaja. Bir seferinde paratifo geçirmişim, komadan çıkıyorum. Atatürk soruyor, ne istersin diye. Ruj, allık isterim, diyorum. Gece 12’de dükkânlar açılıyor, bana ruj, allık geliyor. - E tabii bu kadar kaprise alışınca, ailenizi Atatürk ile kıyaslayıp üzüldünüz tabii. Kıyaslamadım da Atatürk’ü çok aradım, komplekse girdim. - Kendinizi bir hiç gibi mi gördünüz? Olabilir. O zaman İnönü benle daha çok alakadar olsaydı, keşke çağırsaydı. Ona göre hayat şartlarım daha değişik olsaydı. Daha mütevazı şekilde yaşıyorduk tabii. - Belki de kader o aşırı ilgiyle şımaran yanınızı dengelemeye çalışıyordu. Benim karakterim şımarmayan bir karakter. Ama sevgi ve alakayı da bekliyorum yani. Hâlâ öyleyim. - Okulu bırakıp çok erken yaşta ilk evliliğinizi yaptınız. Kızlar çoğu kez eşlerinde babalarını ararlar. Siz de eşinizde Atatürk’ü aramış olabilir misiniz? Atatürk’ü aramış olabilirim. Kendi babamı değil ama. Ben anne babama karakter olarak benzemiyorum. Yani annem ile babamla bağdaşmıyorum. Onları çok seviyorum. Ama onlar daha sakin, daha mazbutlar. Ben daha canlı bir hayatı severim. - Rol modeliniz Atatürk olduysa, imkânsızı isteyerek kendinizi mutsuzluğa mahkûm etmişsiniz... Tabii tabii. - İlk eşinizde Atatürk’ten hangi izleri buldunuz? Valla kibar olması cazip geldi bana o an için. Annem babam beni evlendirmek istemiyorlardı çok küçük olduğum için. Ama ben razı ettim. Mani olamadılar bana. Karakterim çok baskındır benim. Hiçbir zaman ‘Atatürk’ün kızıyım’ diye ortaya çıkmadım. Kimse bilmiyordu beni. Dikkat ederseniz 15 senedir Atatürk’ün kızıyım diye çıkıyorum ortaya ve onu anlatıyorum. Bunu da kendime vazife edindim. - Yıllarca geri planda kalmanın getirdiği o boşluğu doldurmak istediniz. Evet. Yani buna ihtiyaç duydum. Atatürk’ü anlatmak benim vazifem dedim. Çünkü kalmadı kimse. Atatürk maalesef yanlış tanınıyor. Diktatör tanınıyor. Demokrasiyi getirmek için bazı yerlerde diktatör de olmak şarttı. - Ama madalyonun öbür yüzünde sizin yeniden küçük Ülkü olma ihtiyacınız vardı. Çünkü yıllardır geri planda kalmıştınız. Kaldım. İsteseydim ön plana çıkabilirdim. Eğer siyasete giriyorsanız bazı şeylere çok dikkat etmeniz lazım. Ama geri planda kalıp, hiçbir şeyden istifade etmiyorsanız kimse size karışamaz. Her şeyin bir bedeli var. Bu bedeli ödememek için kaçtım. - 60 yaşındayken yeniden ortaya çıktınız ama... Bu da bir Rotary okulundan aldığım davetle başladı. ‘Atatürk’ü anlatır mısınız?’ dediler. Anlattım. Ondan sonra duyuldu. O okul çağırdı. Bu okul çağırdı. Çocukların gözlerindeki o pırıltı beni mutlu etti. Kendimi yeniden küçük Ülkü olarak görmeye başladım. - O kaybolan kızı ortaya çıkarttınız. Çıkarttım. Ve bu beni çok mutlu etti. - Kendinizi tedavi ettiniz bir anlamda. Tabii. Atatürk’ün manevî kızıysam, bazı haklarım olmalı, dedim. Sabiha Gökçen harika bir insandı; ama sosyal değildi. Ne bileyim resepsiyonlara gitsin, gezsin hoşlanmazdı. Belki çok küçük yaşta Atatürk beni gezdirdi, etti, bunların da tesiri olabilir. Ama karakterim de olabilir. Ben yaşamayı seviyorum. - İlk eşinizden iki oğlunuz var. İkincisinden? İstemedim çocuk. Onun da üç kızı vardı. - Öke Bey ne iş yapıyor? Gıda pazarlama işinde. Fakat işleri iki senedir bozuldu. Şu anda bekliyor. Bazı işler yapacak. - Eşlerinizden de size küçük Ülkü gibi davranmalarını istediniz mi? Olabilir. 74’üme bastım. Kendimi hiç bu yaşta hissetmiyorum. Yani ruhumda bir çocuksuluk var. Arkadaşlarım hep gençtir. Kendi yaşımdakilerle pek görüşmüyorum. Yine gece hayatını, seyahati çok seviyorum. Çocuksu bir karakterim var. Bana ‘Küçük Ülkü’ denmesinden hoşlanıyorum. - Yani çocuk olduğunuza göre size hayır denmemeli. İstekleriniz hemen yerine mi getirilmeli? Evet, biraz öyleyim. İstediğimi mutlaka yapmak isterim. Tek çocuğum ben. Annem de babam da tek çocuktular. Hiçbir akrabam yok. Yani çok yalnız bir insanım esasında. Çocuklarım da Amerika’dalar. Orada ticaret yapıyorlar. Kristal ihraç ediyorlar. - Aileden bir şey kaldı mı size; arsa, ev.. Ev kaldı ama tabii ben onları hep sattım çocuklar okurken. Devletten hiçbir zaman yardım istemedim. - Başbakan’a mektup yazıp araba ve koruma isteyinceye kadar... Yani Japon imparatorluğuna mı yazacaktım? Validen istedik ilk önce. Sonra İş Bankası’ndan istedik. Maaşımın artırılması için Başbakan’a mektup yazmadım ben. Benim maaşımı devlet vermiyor zaten. - İş Bankası ve CHP’den maaşınızın artırılması talebiniz oldu mu? Hayır. Her sene onlar artırıyorlar zaten. Para ile ilgili en ufacık bir istekte bulunmadım kimseye. Atatürk’ün vasiyeti var. O da kendi parası. Devletin değil. - 1938’de 200 liraydı değil mi? Evet. O 200 lira, senelerce artmadı. İlk Ecevit’in zamanında artırıldı. Ben hiç müracaat etmeden 200 lirayı 800 lira yaptı Ecevit. Kıbrıs Harekatı günleriydi. Ondan sonra bu âdet oldu ve her sene arttı, 5 milyara çıktı. - Bu 200’ün bugünkü karşılığı nedir? 15 milyar filan. Beş milyarı da dört aydır alıyorum. Ondan evvel üç buçuk alıyordum. Hep üç yüz, dört yüz artırıyorlardı, bu sene fazla artırdılar. Yani bu beş milyar fazla gibi geliyor; ama düşünün benim sosyal hayatımı. Oraya gidiyorum, buraya gidiyorum. Bir taksi 30 milyona gidiyor havaalanına. Evde temizlik için kadın ihtiyacınız var. Sekretere ihtiyacınız var. Bakın ben artık başa çıkamıyorum. Bu yaşa geldim. Yani beni başkalarıyla mukayese etmemeleri lazım. - Oğullarınızdan yardım alma imkânınız yok mu? Oğullarımın da işleri bozuk. - Sizin hiçbir CHP’nin toplantısına çağrıldığınızı duymadım. Baykal görüşme talebinize de yanıt vermedi. Nedeni ne olabilir? Kimsenin aleyhinde konuşmak istemiyorum. Sadece şunu söylüyorum. Benim bir arabaya ihtiyacım var. Artık bunu CHP mi, İş Bankası mı verir, bilemem. Ben bunu hak olarak görüyorum. Bana bunu vermek mecburiyetindeler. Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden Atatürk’ün manevî kızına bir arabayı çok görüyorlarsa yazıklar olsun. Duyuyorum, işadamları diyorlar ki: ‘Birleşelim, Ülkü Hanım’a bir araba verelim. Bu bizim emanetimizdir diye.’ Ben şiddetle bir araba istiyorum. Çünkü kar oluyor, kış oluyor. Taksi bulamıyorum. Eşimin işleri iyiyken sekreterimiz de vardı, arabamız da. O zaman istemedim. Ama şu anda yaşım ve durumum münasebetiyle arabaya şiddetle ihtiyacım var. Çünkü bir resepsiyona gidiyorsunuz, Amerikan konsolosluğu çağırabiliyor. Gece oradan çıkıyorsunuz. Araba bulamıyorsunuz. Mesela bilmem nereyi güzelleştirme derneği çağırıyor. Çağdaş Yaşam Derneği çağırıyor. Gelin diyorlar Swissotel’e. Arabanız yok. Ne diyeceksiniz onlara? Tabii hususi ihtiyaçlarım da var. Terziye gideceğim. Berbere gideceğim, saçımı yaptıracağım. Ben de bir insanım. - Peki “Yaptığım tek iş hatıra anlatmak olmamalıydı, bir mesleğim olmalıydı” diyor musunuz? Tabii, hayat şartları değişik olsaydı, avukat olmak isterdim. Yani balerin olmak isterdim. Atatürk’ü anlatmayı bir meslek olarak seçtim. Zaten ‘hoca hanım’ diyorlar bana. Onu büyük bir onurla çocuklara anlatmak benim boynumun borcu. Halktan büyük bir sevgi görüyorum. Yollarda bazen çevirip öpüyorlar. - Sizin şahsınızı mı seviyorlar, Atatürk’ü mü? Atatürk sevgisini bende gideriyorlar. Onu seven beni seviyor zaten. Bundan gurur duyuyorum. - Bir söyleşinizde “benim şık giyinmem lazım” demiştiniz... Atatürk beni hep şık giydirirmiş. Bu da bende alışkanlık haline gelmiş. Bazı insan daha mütevazı giyinir, ben şık giyinmeyi severim. Atatürk milletine son derece kıymet verirdi. Kıymet verdiğiniz bir yere gidiyorsanız şık giyinirsiniz. - Daha mütevazı bir yaşama razı olsanız daha huzurlu olmaz mıydınız acaba? Kaç tane konsolosluk var. Balolar oluyor. Davet ediyorlar. Ne yapacaksınız, oraya mütevazı mı gideceksiniz? Atatürk’ün manevî kızı geliyor demeyecekler mi? Ben lüks giyinmiyorum. Ucuz ve değişik giyinmesini severim. Ben Atatürk’ün yadigârıyım. İster küçük Ülkü olayım, ister büyük Ülkü olayım. Eşimin dostumun cenazesine, düğününe veyahut bütün kulüplerin davetlerine, resepsiyonlarına arabasız nasıl gideceğim? Siz olsanız ne yaparsınız? - Ben olsam daha mütevazı bir hayatı seçerim. Ama niye yani? Atatürk’ün kızı olarak niye mütevazı yaşayayım? Onlar orada paraları götürüyorlar, çalıyorlar, çırpıyorlar. Bana mecburlar bir araba almaya. Fazla bir şey istemiyorum ki sadece bir araba. Gidin dünya liderlerinin yakınlarının yaşantılarını alın. 74 yılda bir araba istedim diye ortalık birbirine girdi ya. İnönü’nün kızları Pembe Köşk’ü kullanıyor. Oraya kondular, müze diye kullanıyorlar. Fakat ev olarak kullanıyorlar, çok zengin olmalarına rağmen. Ben paraya ehemmiyet verseydim, Atatürk’ten kalan eşyaları müzelere bağışlamaz, satardım. NURİYE AKMAN
  8. Ata'nın kızını kaybettik Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe, trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. İstanbul- TEM Otoyolu İstanbul istikametine seyir halindeki Adnan Selçuk'un kullandığı 34 YUY 65 plakalı otomobil, sürücüsünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu yol kenarındaki bariyerlere çarptı. Kazada, araç içinde bulunanlardan Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe, çarpmanın etkisiyle araçtan fırlayarak yola savruldu. Adatepe olay yerinde hayatını kaybederken, yaralanan araç sürücüsü Selçuk, Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne, Emin Öke Adatepe de Tototasa Acil Yardım Hastanesi'ne kaldırıldı. * Ülkü Adatepe kimdir? 27 Kasım 1932'de doğdu. Atatürk’ün en küçük manevi kızı. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın evlatlık kızı Vasfiye Hanım ile Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin Çukurluoğlu’nun kızıdır. Zübeyde Hanım’ın küçük yaştan itibaren yetiştirdiği Selanikli Vasfiye Hanım, Zübeyde Hanım’ın ölümünden sonra bir süre Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’la kalmış, Atatürk kendisini Gazi Orman Çiftliği’nde istasyon şefliği yapan Mehmet Tahsin Bey’le evlendirmişti. Vasfiye Hanım ile Mehmet Bey’in çocukları olacağını öğrendiğinde ister kız, ister erkek olsun Ülkü isminin verilmesini isteyen Atatürk, 9 aylıkken Ülkü’yü Çankaya Köşkü’ne aldırdı ve biraz büyüdüğünde onu yurt gezilerine götürmeye başladı. Atatürk öldüğünde Ülkü altı yaşındaydı. Üsküdar Amerikan Lisesi’nde başladığı öğrenimini maddi sıkıntılar nedeniyle tamamlayamadı ve genç yaşta evlendi. İlk evliliğini Sabiha Gökçen'in amcasının oğlu Üsteğmen Fethi Doğançay ile yaptı. On üç yıl süren bu evliliğinden iki oğlu oldu. İkinci evliliğini ise işadamı Öke Adatepe ile yaptı. Cumhuriyet Haber Portalı
  9. Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit Üç arkadaşın hikâyesi bu. Biraz da Beyoğlu'nun hikâyesi. Beyoğlu'nun karmaşasının, kalabalıkların arasına gizlenen sırların hikâyesi. Sokakların, binaların, bildiğimiz bilmediğimiz köşelerin, ama en çok insanların hikâyesi. Çocukluktan başlayan, mekânı yine Beyoğlu olan bir dostluğun bugünü anlatılıyor Beyoğlu Rapsodisi'nde. Üç farklı kişiliğin, üç farklı yaşam tarzının birleştiği bir nokta bu dostluk. Önce onları tanıyoruz, hayatlarına tanık oluyoruz. Sanıyoruz ki, herşey hep böyle doğal gidecek. Sanıyoruz ki, hayat normal seyrini sürdürecek. Ama gün geliyor, bir fotoğraf sergisi hayatlarını değiştiriyor. Önce bir kadın giriyor bu üçlünün arasına, bir Rus. Sonra cinayet fikri hayatlarının bir parçası oluyor. Soruşturmalar, sorular... Ve sırlar geliyor ardından. Ahmet Ümit bu son romanında polisiye gerilim edebiyatının sınırlarını aşmayı deniyor. Okuyucusunu sürpriz bir sonla ödüllendirmenin yanı sıra ölümsüzlük üzerine, dostluk üzerine, aile üzerine, sahip olma duygusu üzerine düşündürüyor. Ahmet Ümit'ten heyecan dozu yüksek bir polisiye roman bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmayacak, ama yazarın daha geniş sularda da keyfince yelken açtığını kanıtlayan bir kitap Beyoğlu Rapsodisi. Adım adım Beyoğlu ve her yönüyle insan var bu romanda. (Arka Kapak) "... Evet kirli, eksiklikleri var, düzensiz, tehlikeli, yorgun, yaşlı... İşte tam da bu nedenle, yani tüm kötü koşullara rağmen hala çekiciliğini koruyabildiği için istanbul, yer yüzünün bütün şehirlerinden daha güzel..." Beyoğlu Rapsodisi Okuması zevkli ve çabuk ilerleyen bir roman...
  10. RUHUMA İYİ GELDİLER
  11. '' Sevdiğin birinden ayrılınca '' zamanla acın geçer '' derler ya, o YALAN! Bazen geçmiyor, bir gram bile azalmıyor, ilk gününde nasılsa öyle kalıyor. Kocaman bir delik kalbinin orta yerinde duruyor, sen onunla yaşayıp gidiyorsun.'' Hande Altaylı - Maraz * " Güzel kalan yaralar vardır... Sen de benim bazen zamansız bir dokunuş, bazense mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın. " Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum - Küşat Başar * ''... Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız. Kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına? Boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban meyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir! Kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir? Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız, hayalleri dik tutmak gerekir...'' Arka Bahçe- Birhan Keskin * "Birini sevmen için elle tutulur bir neden bulamıyorsan onu sahiden seviyorsun demektir..." Başucumda Müzik - K. Başar
  12. Bora Mesut PALAS ‏ @borastronaut cam silmek için kullanılan bir ürüne "camsil" adını veren yüzeysel bir firmanın tuvalet kağıdına vereceği ismi düşünmek bile istemiyorum. Kuş Beyinli ‏ Madem adı "ölüm döşeği" yatma, git yatağında yat, sonra yok efem öldüm, ölürsün tabi. kutup zencisi ‏ @kutup_zencisi +hocam sizi sevmeyenler varmış, ne diyorsunuz? / fethullah gülen: -olsun, "ZAMAN"la severler... Adonis Soyadonis ‏ @adonisliyazar bazı insanların kalbi gece klübü gibi , bi arkadaşa bak çık o kadar kalabalık Hz.Pîr ‏ @HzPir Kalbinizle yaptığınız her şey size geri dönecektir.. #MevleviSözü Tekerleklibavul OooO ‏ @tekerleklibavul Yatsı ile sabah namazı arasında çok boşluk var. Sen bak da araya bi tane sıkıştırıvermesinler. PopulerTwitler ‏ "Baktıkça güzelleşiyorsa, gittikçe seviyorsun.." Samet AKAR ‏ @sametakar13 İnsanlar eğlenebildikleriyle arkadaş olurlar, anlatabildikleriyle dost, ağlayabildikleriyle kardeş.. Syelkenci (Suskun!) ‏ @Sedat_Yelkenci Sen, susuyordun... Ben, susarken bile seni konuşuyordum... Engin Çelik ‏ @iceridekiadam Televizyon izlerken "Haydi çocuklar uykuya" yazısını görüp uyumaya giden çocuğum olursa onu çöpe atarım. Tunc Cavcav ‏ @tcavcav Arapca bir ata sozu der ki;“Dostunuz bal bile olsa, hepsini yalamayin” Doctor Kaan ‏ @Doctorkaan +Genelde ne dinlersin? -Kafamı dinlerim.+Peki hangi spor dalı ile ilgilenirsin? -Beyin Jimnastiği +Tamam bye agırtwıt ‏ @eypdmr08 "daglar istedigi kadar kar dolsun sen yuregini sicak tuttugun surece erimeye mahkumdur" Ozan Türkoğlu ‏ @Hidrojan Asik oldugun sehirde, asik oldugun insan yok ise; Zamanla farketmeden birinden uzaklasiyorsun. Özlem ‏ @anoranzayen ıssız adaya düşsem yanıma imdat çekici alırdım valla kesin bir işe yarar inanıyom Edebi Alıntılar ‏ @edebialintilar ''Hayata karşı ilk küskünlüğümüz; yanımızda sandığımız kişileri, karşımızda görmemizle başlar..!'' (Anton Çehov) Edebi Alıntılar ‏ @edebialintilar ''Para her kapıyı açar lakin kilitleyemez..!'' (Friedrich Engels) Mizah&Kitapcümleleri ‏ @Kitapcumlelerii Ne kadar acıdır başkasının gözüyle bakmak mutluluğa.. ' Shakespeare ' PopulerTwitler ‏ @PopulerTwitler "Alışmaktan korktuğun için; dokunmaktan vazgeçtiğin insanlar vardır..." (La fille sur Le pont) Çok Özel Sözler ‏ @CokOzelSozler ''Tebessüm bedavadır; vereni üzmez alanı mutlu eder." - Şems-i Tebrizi Düşünen Adam™ ‏ @DusunenAdam Hayat bazen kırmadan önce ne kadar bükebileceğini görmek istiyor.
  13. tülvent şurada cevap verdi: Smyrna başlık Yemek Tarifleri
    Çorbayı hiç sevmem, amaaa... Bazen tarhana ve yayla!
  14. tülvent şurada galeri fotoğrafı gönderdi: Üye Fotoğraf Galerileri

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.