tülvent tarafından postalanan herşey
-
Vayyy ne yüksekmişş
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Bayılırız kapalı yerleri
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Deli bunlar
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Ben çıktım, hadi sıra sende!
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Tırmanma duvarımız da vaaarrr
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Selam
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Yemeğimiz de beraber
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Tersten bakalım bi de dünyaya
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Pozcuuuu
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Kalk yaa..
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Güzel gözlüm
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Üçüzler
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Oynaşalım hadi
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
ahhhh
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Samimiyet
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Güreşiriz de...
Şu albümden: tülvent'in Minikleri
-
Yorumsuz
- Yorumsuz
- Didem Madak
Kedilerin Alışkanlıkları Kayboluşumun beşiğini sallıyorum bu akşam Büyüyor yavaş yavaş Sırtında parmak izleriyle zamanın Bir tekir kedi ile beraber Seyrediyorum hayatı: O meleklerin cebinden düşen anahtardı, Son zikrin halkası Allah’ın son hatırası O bizim kaçırdığımız fırsattı Uğurböcekleriyle parmak uçlarında Küçümserdi hep ona olan aşkımı Gözünün yaşına bakmadan şimdi ben Kovuyorum ihtiyarı Ardımda kırık bir ayna Üvey anneleri hayatımın. Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu... Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı. Hüzün neydi sanki o zaman Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma. Ölüm neydi sanki o zaman Bir önseziden başka. Evden kaçabilirsin artık çocuk, ama kaderden asla! Babam Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan Kader neydi sanki o zaman, Masada açık unutulmuş Turuncu kulaklı bir makastan başka. Bir ağaca bakıyorum şimdi Başladığı yerde bitiyor dünya Alışıyor dil şimdi Azı dişin bıraktığı boşluğa. Bastırıldı nihayet hayatın kadife kalesinde çıkan isyan. Söküyorum şimdi sözleri birer birer Kalpten kalbe giden yolu kapayan Kalbim, anlatılmaktan usanmış, Yıldızı sönmüş bir komedyendir artık, Dilencinin önünde kahkahalar atıyor, Kirli bir mendille çıkınlanmış şimdi dünya. Hayretle bakıyorum kedinin gözlerindeki çapağa, Geri vermiş hayata çaldığı şiirleri, Ne zaman aşkı tersinden okusam Anlıyorum kediler bile meğer alışmış bu yokluğa Sallayıp duruyorum bu akşam kayboluşumun beşiğini, Gönüllü hemşire birinci sigarasına. Sarhoşum kadehlerde biriken tozla Çekil diyorum kağıda, çekil, İçer ve zehirlenir Ne zaman gözlerimden mürekkep damlasa. Kalbime dokunuyorum bir kelebeğe dokunur gibi Yetmez mi acaba bu dökülen pullar aşka? Yoksa şu sızıyı Sobası tüten evin şiirinde mi saklasam? Şu sardunyanın kırmızı çiçek açışına Yetmez mi acaba ah kör olmuş bir Türk filminde ağlasam? Ne zaman sorsam, Anlıyorum kediler bile meğer alışmış zamana. Dünyayı bir salyangozun izlerinde dolaşsam, Elimde parlak bir harita Hiçbir atlasta henüz yer almamış. Ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam Yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba? Didem Madak- Didem Madak
Canım benim, seni üzeceğimi düşünmeliydim. Hay aksi! Canımsın! Allah sana çook uzun ömürler versin ve gözlerinde hep mutluluk yaşları olsun.- tülvent' in Dağarcığı
Radya, tatlım biliyor musun o kucağımdaki MİA... Ve beni alıp Mia' yla tanışmaya götürdüğün o gün!- Satır Araları
'' .................. Üniversiteye hazırlanıyordum. Dershanedeydim. Durumum vasat olmasına rağmen torpille en iyi sınıfa yerleştirilmiştim. Parmaklar hep havadaydı. Hoca ne sorsa, cevabı kafalarının içinde sinsice bekleyen çocukların arasındaydım. Her şeyi bilen bu çalışkan çocuklara, hayatta bilmemekte vardır ı ispatlamak için bu sınıfa gönderilmiş gibiydim. Bazen, soruyu cevaplamak için kalkan parmaklarını kötü filmlerin simgesel sahnesine yakışan bir mizansenle bana doğru döndürecekler, sonrada hep bir ağızdan '' işte bu! '' diyecekler gibi geliyordu. Çoğu zaman tahtaya yazılan soruyu bile okumuyordum. Daha soru bitmeden havaya kalkıp araba sileceği gibi hareket eden parmaklara dalıyordum. Biri tahtaya çıkıp, diğerlerinin de bildiği soruyu çözüyordu. Evet, resmen cevap çözüyordu bu '' parmaklar sınıfı ''. Sonsuz sıkılıyordum. Ezildiğimi hissediyordum. Tebeşirin tahtada ara sıra çıkardığı '' cıyyk '' sesiydim. Hoca başımda durmuş '' olmuyor mu? '' diyordu. Kafalar bana dönüyor, başka bir hayatı görüyor, parmaksız bir çocuğa bakıyordu. En çok da geometri dahisi dörtgen kafalı o çocuk bakıyordu. bakarken sırıtıyordu. Bir deneme sınavı sonrası, kimya hocası sınıfa girer girmez, '' evet, 5 netin altına düşen yok herhalde bu sınıfta '' demişti. Bana ilk defa parmak kaldırma şansı doğmuştu, yapamadım. Şimdiki aklım olsa kaldırırdım, '' evet 3 '' derdim. Biyoloji hocasına '' 2 '' , matematikçiye '' 7 '' ... Soruları akıldan çözen, çok hızlı parmak çeken dahi bir öğrenci gibi haykırırdım sayıları. Yıllar sonra parmaklar sınıfının dörtgen kafalı geometri dâhisini bir kafe de gördüm. Biraz konuştuk, daha doğrusu o, parmaklar sınıfından başlayıp Kanada’ ya uzanan başarı öyküsünü anlattı. Ukalalığı nefes aldırmıyordu. Bilgisayar programcılığına hâkimiyeti, onu, tüm hayatı alt edebileceğini sanan bir ukalaya çevirmişti. Yazık ki Kanada’dan aldığı, önünde 44 yazan ve dizlerine kadar uzanan '' ergen zenci tişörtü '' onu ele veriyordu. Kendine göre, yurt dışından estirdiği bir rüzgârla bizim '' woow '' diyeceğimizi sandığı bir hava getirmişti ülkemize. Bu düşüncem, gevrek gevrek gülerek '' kızlarla aran nasıl? '' dediğinde iyice pekişti. Kulaklarıma inanamadım, '' kızlar '' , '' ara '' … bunlar, gençlere, genç olmayan, çalışan, 40 yaş üstü adamların kullandığı kelimelerdi. Dörtgen bey, mesleki başarılarla dolu yaşamına kısa bir tatille mola verdiği bu günlerde, sosyal yaşama abanarak tescilli dâhiliğinin yanına haşarı sıfatını da eklemek istiyordu. Dahi ama birazda haşarı bey, barometre, sıcaklık ölçer, nem ölçer gibi bütün doğa olaylarına hâkim kocaman saatine bakıp '' woov saat 14:36 olmuş, ben topuk… '' dediğinde, '' uyyy '' dedim içimden. Dershanede aynı dijital sesle derse kaç salise kaldığını casio saatine bakarak haber verdiği günler geldi aklıma. Ot gibi yaşamları ebeveynlerin gözünde '' çok başarılı, çok düzenli '' ye dönüşen ve bizlere zamanında '' filancanın çocuğu '' olarak örnek gösterilen adam buydu işte! Nedense bir sıkıntı çöktü içime. Parmaklar sınıfında '' olmuyor mu? '' kategorisinde benden sonra ikinci sırada, can arkadaşım Uğur yer alıyordu. Aslında ikimizde vasat bir sınıfta olsak rahatça parmak sallayabilirdik, ama Tübitak' a el ense çeken sorular çözen ve '' sayı soruları '' ile dalga geçen integral kafalıların yer aldığı bu sınıfta, bizim parmaklar ancak sıra kazımaya yarıyordu. O günler, sıraya hararetle '' now one a young boy '' cümlesini kazıyorduk. Sanırım Lee Cooper’ ın reklâm müziğinde geçiyordu bu söz. Kazı çalışmalarımızdan rahatsız olan hoca, bir pazar sabahı, sınıfa yeni gelen zeki ve meme çatalı gözüken bir kızı, beni kaldırıp Uğur' un yanına oturtunca, konumum daha da belirginleşti. Artık neresi boşsa oraya oturuyordum. '' Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır '' diyen bir sorunun cevabıydım, bedbahtım, yalnızdım. Hoca her derste, '' bugün nereye oturdun, piyon gibi adamsın vallahi... '' benzeri '' öğrenci güldüren esprileri '' ni tekrarladıkça dörtgen kafa neşeleniyordu. Bir deneme sınavı sonrası, dörtgen kafanın, '' hocam ilk 5 soru neydi öyle, kalem oynatmadım vallaha he he...'' sırnaşmasına, hocanın nedense bana yan göz atarak, '' arkadaşlar herkes sizin gibi değil, o soruları çözerken kalemi bitenler var '' demesi ve bütün '' parmak sallayanların '' bu ********* gösteriye gülmesi bardağı taşıran son damla oldu. İntegral kafalılar, ilk beş soruyu kalem kullanarak çözmeye çalışanların üzerlerine basa basa zekalarını kutluyorlardı. O an uğur, meme çatalından sıyrılarak '' n’oluyo lan! '' dercesine bana baktı, resmen geri zekalılar sınıfındaydık. O andan itibaren çalışkan sever hocalara da, dörtgen kafaya da, ilk beş soruyu kalem kullanarak çözemeye çalışanların parasıyla dönen bu dershaneye de, nice çimdikler görmüş kulaklarımı tıkadım. Kendime rakip olarak sınavlarda bana yakın puanlar aldığını listelerden gördüğüm Tennure isminde tanımadığım birini seçtim. Onunla yarıştım. Sınavı kazandım. Buradan hocalarıma ve parmak sallayan sınıfın sakinlerine seslenecek falan değilim. Yalnız Tennure' ye teşekkür etmek istiyorum: Teşekkürler Tennure. Umarım sınavı sen de kazanmışsındır. '' Fırat Budacı - Kendimi Durduracak Değilim- tülvent' in Dağarcığı
- Satır Araları
Sevgili Bebek, Bu sana yazdığım ilk mektup. Bebeklerin annelerini seçtiklerine dair bir yazı okumuştum vaktiyle bir dergide. Gülüp geçmiştim o zamanlar. Ama artık pekala mümkün geliyor bu fikir. Gökyüzünde melekler yan yana oturup kainatın koca kataloğundan anneni seçerken düşlüyorum seni. Önünde kocaman bir kitap açık duruyor. İçinde renk renk fotoğraflar. Her bir fotoğrafın altında kısa tanıtım bilgileri. Melekler sabırla çeviriyor sayfaları. Sen alıcı gözle bakıyorsun tek tek tüm adaylara. '' Bu değil... '' diyorsun. '' Yok, bu da değil. '' Ne doktorlar, ne mühendisler, ne ev hanımları, ne iş kadınları geçiyor gözünün önünden. Geçit töreni gibi. Hiçbirine alaka duymuyorsun. Oysa oldukça iddialı anne adayları var içlerinde. İşini iyi yapan, sevgi dolu ve hayli marifetli kadınlar bunlar. Sen gene de oralı olmuyorsun. Derken yeni bir sayfa açıyor yanındaki tombul melek ve benim resmim çıkıyor karşına. İyi bir fotoğrafım değil bu. Saçlarımı beceriksizce toplamışım. Makyajım da çalakalem, bir gözüme bir gözümden daha çok far sürmüş, gene taşırmışım. Üzerimde kat kat soğan kıyafetlerim. Altında tanıtım bilgilerim. Muhtemelen şöyle yazıyor: "Kafası karışık, hayatı düzensiz, henüz tam olarak kendini bulamamış, arayış halinde. Yazar… Edebiyatçı." Sen minicik parmağını benim resmime doğru sallayarak, '' Hah, bak bu eğlenceli olabilir '' diyorsun meleğe. '' Şuna biraz yakından bakayım.'' Nasıl ve niye kâinatın onca başarılı anne adayı arasından beni seçtiğini bilmiyorum. Belki de çılgın bir kızsın sen. Dört dörtlük bir anneyi sıkıcı buluyorsun. Ya da beni benden iyi tanıyorsun şimdiden. Bendeki potansiyeli görüyorsun. Eksiklerimi, zaaflarımı aşmama, hatalarımı düzeltmeme yardım edersin. Rehberim olursun, en güzel öğretmenim. Dedim ya, niye nasıl beni seçtiğini bilemiyorum. Ama bir şeyi bilmeni istiyorum: Sana müteşekkirim. Seçiminle onurlandım. Gururlandım. İnşallah hayatta hiçbir zaman, '' Ulan o koskoca katalogdan bula bula bunu mu bulmuşum. Başka birini seçseydim keşke... '' dedirtmem sana. Seni mahcup ederim diye ödüm patlıyor. Sabırsızlıkla gelişini bekleyen annen Elif. Elif Şafak - Siyah Süt- tülvent' in Dağarcığı
İki Kedi Şu iki kedi kadar olamadık be! Yan, yana şöyle bir dolaşamadık sokaklarda Öylesine umursamaz öylesine tatlılar ki İnsanlar varmış arabalar geçiyormuş hiç takmıyolar bile Şimdi bankta oturmuş onları izliyorum Araba çarpacak diye ödüm kopuyor Şu iki kedi kadar olamadık be Çimenlerin üstünde kelebek kovalıyorlar Bazen de yanlışlıkla ağaca çarpıyorlar Öylesine mutlular ki dünya gözlerinde değil Onları izleyince çocukluğum aklıma geliyor Unutuyorum her şeyi ah keşke diyorum Yanımda olabilseydin yoksun biliyorum Şu iki kedi kadar olamadık ona yanıyorum Simit aldım onlara vermek için yuvarlanmaktan oyun oynamaktan belkı acılığının bile farkında değiller öylesine dalmışlar ki kendi dünyalarına kıskandım doğrusu Dedim ya biz şu iki kedi kadar olamadık be Oturup koklaşamadık gülerek kaynaşamadık Sevgiyle tebessüm edip bakışamadık Kini nefreti bir kenara atıp barışamadık Şu iki kedi gibi bile olamadık be! A. Ayşe - Yorumsuz
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.