Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

fetullah gülenin kaderi inkarı


kursat

Önerilen İletiler

Fetullah Gülen’in Kader adlı kitabının detaylı incelemesi:

__Kaderin lugat ve istılah manası:

_“Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)’ın yaratmasının mukârenet ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübâşeret edip, iradesiyle o işin içinde bulunur ve Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, ezelî ve sonsuz ilmiyle eşyâyı olmadan evvel bilen Allah (cc)’ın yine olacakları daha olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.”

__Kader inancının getirdikleri:

 

_”Bizim her türlü fiilimizi yaratan Allah’tır. Yememiz, içmemiz, yatmamız, kalkmamız, düşünmemiz ve konuşmamız hep Allah tarafından yaratılmaktadır. Aslında yaratılmış olarak ne varsa hepsi Allah’ın mahlûkudur.”

 

_Yorum: Düşünmemizin Allah tarafından yaratıldığını söylüyor, bununla beraber ilerde göreceğimiz gibi cüzi iradenin ise yaratılmadığını ifade ediyor. Halbuki cüzi irademizde sonuçta düşüncedir.

 

_“İnsan kendisinden sadır olan güzellikleri sahiplenemez. Çünkü bütün o güzellikler Cenâb-ı Hakk’ın plânıdır. Aksi halde, gizli bir şirk içine girilmiş olunur. Çünkü güzellikleri veren doğrudan doğruya Allah’tır”

 

_“Kötülüğü isteyen ise nefistir. Öyleyse kötülüğe ait mes’ûliyet tamamen nefse aittir. İşte âyet, bu iki ana esası birleştirir ve şöyle buyurur: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır, her kötülük de nefsindendir” (Nisa, 4/79)”

 

_Yorum: Burada çok kitapta sergilenen bir tavırı görüyoruz, bu tavır şudur: Nisa 79. ayeti verirler ancak bir önceki ayetten bahsetmezler.

 

_“Günahlara gelince, onların yaratılmasında senin cüz’î ihtiyarın bir şartı âdidir. Öyle ise mes’ûliyet senin nefsine aittir. Zira sen neye meyletmiş, ne yapmayı düşünmüş veya meylinde nasıl tasarruf yapmışsan Cenâb-ı Hakk da onu yaratmıştır.”

 

_Yorum: Evet bu kitapta çok defa ifade edilen anlayış budur. Ancak dikkat edin bu meyilin Allah tarafından yaratıldığını söylemiyor ve ilerde göreceğimiz gibi yaratılmamış olduğunu ifade ediyor. Bu onların temel görüşleridir.

 

__Kader ile irade birbirine zıt değildir:

_“İlâhî takdirin ma’nâsına gelince; sanki Cenâb-ı Hakk, insana şöyle demektedir: “Ben, şu zamanda, iradeni şu istikamette kullanacağını biliyorum. Onun için de senin hakkında bu işi o şekilde takdir buyuruyorum.” İşte bu, iradeyi te’yid etmek demektir.Evet, eşyayı yaratan Allah’tır. Ancak insan iradesinin söz konusu olduğu yerde, yapılan takdirde, insan iradesinin hangi tarafa sarfedileceği Cenâb-ı Hakk tarafından bilinmekte ve takdir ona göre yapılmaktadır. Öyle ise kader, insan iradesini te’yid ediyor, ibtal etmiyor. Yani, bir bakıma kader, insan iradesini de içine alıp kuşatıyor, ihata ediyor. Bu ise iradeyi te’yid etmek demektir; ibtal etmek, nefyetmek değildir...”

__Kader ilim nevindendir:

_“Kader, Cenâb-ı Hakk’ın ilminde eşyaya biçilen bir plân ve projedir. Birşeyi bilmek ise o şeyi vücuda getirmek, demek değildir. Meselâ, siz kafanızda bin tane binanın plânını tutsanız, yüzlerce fabrikanın fizibilitesini tasarlasanız bunlardan hiçbiri sırf kafanızda tuttuğunuzdan dolayı vücuda gelmez. Onların vücuda gelmesi için, irâde ve kudrete ihtiyaç vardır. Aksi halde, kafanızda tasarladığınız bina veya fabrikayı sadece siz bilirsiniz. Hayalen onun içinde dolaşır durursunuz ve hayalinizdeki en küçük bir kesinti de o fabrika veya o binayı ortadan kaldırıverir. Hatta, muhayyileniz yardımını kestiğinden dolayı hiç düşünmemiş ve tasarlamamış gibi olursunuz. Bir kere daha hatırlatalım ki, kader ilim nev’indendir. İlim ise daima ma’lûma tâbidir. Yani birşey nasılsa ve nasıl olacaksa öyle bilinir. Yoksa, ma’lûm ilme tâbi değildir. Durum böyle olunca, bizim ne yapacağımızı, iradelerimizi nasıl kullanacağımızı Cenâb-ı Hakk biliyor ve takdirini de bildiği istikamette yapıyor. O’nun ilmi muhittir, herşeyi kuşatmıştır. “Cenâb-ı Hakk’ın ilmine tâbidir” şeklinde bir ifade kullanmak sû-i edeptir. Biz bu tâbiri sadece meseleyi akla ve anlayışımıza yaklaştırmak için kullanıyoruz. Bir tren düşünelim. Bu trenin iki istasyon arasında katedeceği mesafe, zamanlama açısından bellidir. İnce hesaplarla hesaplanmış bu netice, trenin hareketinden çok önce bilinir ve bazen de bu ma’lûmat matbû hâle getirilir. İşte bu bilinen netice bir plân ve projedir. Mes’eleyi, mevzûmuza teşmil ve kıyas edecek olursak biz buna “Kader” deriz. Şu kadar var ki, elimizdeki bu ma’lûmat ve kader, treni harekete geçiren cebrî bir güç değildir. Yani tren bu plân ve projeden dolayı, denilen saatte, denilen istasyona gitmiyor, belki tren o vakitlerde oralara gideceği için bu plân ve projede, yani trenin kaderinde bu böyle yazılıp kaydediliyor. Çünkü ilim malûma tâbidir. Nasıl olacaksa öyle bilinmekte ve hakkındaki takdir ona göre yapılmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın ilmi, manzarı a’lâdan (çok yüksek bir nokta) olmuş ve olacak bütün eşyaya bir anda ve bir noktaya baktığı gibi bakar. O’nun ilminde, sebep-netice, illet-ma’lûl, başlangıç ve sonuç iç içedir ve hepsi tek noktanın içine sıkıştırılmıştır. O’nun için orada evvel-âhir, önce ve sonra diye birşey yoktur. Yani Cenâb-ı Hakk’ın ilmi herşeyi, bütün yönleriyle kuşatmıştır. Takdirini de bu ilmiyle yapmaktadır. Öyleyse bu takdir, iradî fiillerde, irade devre dışı tutularak yapılmamıştır. İnsanın bütün yaptıkları, daha önce Levh-i Mahfuz’a kaydedilmiş şeylerdir. Daha sonra onun boynuna takılan kader bu Levh-i Mahfuz’dan istinsah edilmiştir. “Her insanın amelini boynuna doladık.” (İsra, 17/13) âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır. Evet, insanın yapacağı herşey önceden yazılmıştır. İnsan yaptıklarıyla sadece kendi hakkında yazılmış olanı yerine getirmektedir. Ancak bu yazılma, insanın yapacakları önceden bilindiği içindir. Yoksa insanı zorlayıcı bir güç ve kuvvet değildir. İnsanın boynuna asılan bu defterle, insanın fiillerinin melekler tarafından yazıldığı defter yan yana getirildiğinde görülecektir ki, insan teker teker kendisi için daha önce yazılandan başka birşey yapmamıştır. Sonra Cenâb-ı Hakk, bu defteri insana okutacak ve hesabı da bu deftere göre görecektir.”

_Yorum: Burada ısrarla “ilim maluma tabidir” anlayışını aktarıyor. Ancak görüldüğü üzere hadis olan ilimle yani bizim ilmimizle, kadim ilmi kıyaslıyor ki yanlıştır.

__İradenin fonksiyonu:

“Biz, insan iradesine mevcud nazarıyla bakmıyoruz. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dediğimiz ve Müslümanların, itikadî meselelerde ekseriyetini temsil eden görüşe göre bu böyledir. Varlığımızı meydana getiren bütün uzuvları teker teker sayarak onların mevcud olduğunu ve Allah tarafından yaratılmış bulunduklarını kabul ederiz. Meselâ, benim bir başım vardır, bu bir mevcuddur ve Allah tarafından yaratılmıştır. Bir burnum var, o da Allah tarafından yaratılmıştır. Ayaklarım var, kollarım var, gözlerim var ve bütün bunlar Allah tarafından yaratılmıştır. Ancak irade için aynı cümleyi tekrar edemeyiz. İrademiz vardır; fakat hâricî bir vücudu olmadığı için yaratılmış değildir. Onun için biz irademize mevcud nazarıyla bakamayız. Mevcud olmayan şeyler yaratılmayan şeylerdir ama bütün bunlar da Allah tarafından bilinir. Yani ilmî plânda onların da bir vücudu vardır. Fakat onlara irade ve kudret taalluk etmemiştir. Eğer aksi bahis mevzûu olsaydı, yani irademiz de diğer uzviyatımız gibi haricî vücud noktasında var ve yaratılmış olsaydı işte o zaman araya cebir girerdi. Nasıl Cenâb-ı Hakk, bizi yaratırken cebrî olarak yarattı. Bizi bize sormadı. Onun gibi irademiz de böyle yaratılmış olsaydı, işlenenlerin hiçbirinden mes’ul olma gibi bir durum söz konusu edilemezdi. Tabiî ki hiç kimse yaptığı hasenâta mukabil mükâfat da talep edemezdi. Çünkü ne iyiliği ne de kötülüğü yapan başka türlü yapmaya muktedir olamazdı. Halbuki burada durum böyle değildir. İnsan iradesi bizzat mevcud olarak yaratılmamıştır. Belki ona itibarî bir vücud verilmiştir. Hendesedeki itibarî ve farazî hatlar gibi, irade ve cüz’-i ihtiyarînin de itibarî ve farazî bir vücudu vardır. Böyle bir varlığı ve böyle bir vücudu ise, herhangi bir tartı ve ölçü ile değerlendirmek mümkün değildir. İşte irade, hiçbir ağırlığı olmayan böyle izafî bir vücuda sahiptir. Şu kadar var ki o, Cenâb-ı Hakk’ın icraat ve yaratmasına bir şart-ı âdîdir. Yani o kendine düşeni yaptığı zaman -ki bu ya meyelandır ya da meyelandaki tasarruftur- Cenâb-ı Hakk onun istediği fiili yaratır. Demek oluyor ki, ister meyelan, isterse meyelandaki tasarruf, haddizâtında haricî bir vücuda sahip olmamakla beraber, yaratma işi bu meyelan veya meyelandaki tasarrufa bağlı kılındığı içindir ki, irade apayrı bir değer ve kıymet kazanmaktadır.”

_Yorum: Burada ise en temel mantık kaideleri ihlal edilmektedir. Cüzi iradeye mevcut nazarıyla bakmıyoruz diyor. O halde o mevcut değilse yok demektir ve sonra diyor ki: “bu cüzi iradenin, meyli ile fiiller yaratılır”. “Meyil şartı adidir” diyor. Bakın olmayan bir şey nasıl başka bir şeyin şartı olur ki? Yukarıda düşüncelerimizi Allahın yarattığını beyan etmişti, burada ise cüzi iradenin yaratılmadığını söylüyor. Cüzi irade ise şu demektir: Bir hareketi yapmadan önce yapmayı istemektir. Yani açıkça düşüncedir.

_“Esasen kader mevzûunun en mu’dil mes’elelerinden birine girmiş olduk. Onun için mevzûu birkaç misâlle anlatmaya çalışalım: Siz büyük bir elektrik mekanizmasının düğmesine dokunuyorsunuz. Halbuki bu büyük mekanizmayı hazırlayan başkasıdır. O, öyle bir sistem kurmuştur ki, siz düğmeye dokunur dokunmaz âdeta bütün cihanı ışığa boğuyorsunuz. Yaptığınız bu küçük işle meydana gelen bu büyük netice arasında ma’kul bir münasebet görülmüyor. Sebep ve netice arasında hiçbir tenasüp ve uygunluk yok. Bu bir bakıma peygamberin mucizeleri gibi...”

_Yorum: Yine burada düğmeye dokunmayı cüzi iradeye örnek olarak veriyor. Işığın yanmasını da fiillerimizin yaratılmasına kıyas ediyor. Yani sizin meyelanınız aslında küçük bir şey ama sonuçta büyük şeyi etkiliyor diyor, yani Allahın fiillerimizi yaratmasını kasdediyor.

_“İnsanın yaptığı işlerde kendine ait hiçbir fonksiyon yoktur düşüncesi de Cebriye mezhebine aittir. Halbuki yukarıda da ısrarla üzerinde durduğumuz gibi, bu görüş de doğru değildir. Ehl-i Sünnet mezhebi ise her ikisinden aldığı hakikatla orta yolu temsil eder. Bu yol ifrat ve tefritten korunmuş yoldur. Fiilimizi yaratan Allah’tır, fakat isteyen, talep eden bizleriz. Öyle ise mes’uliyet bize aittir. İşte Ehl-i Sünnet görüşü de budur..!”

_Yorum: Burada ise Ehli sünneti Cebriyye dışında gösteriyor, ancak bilindiği üzere ehli sünnet denince Maturidi ve Eşari mezhepleri anlaşılır. Evvelden gösterdiğimiz gibi Eşari mezhebi Cebriyyedendir, yani cebircidir ancak yazar bu mezheplerden hiç bahis açmıyor zaten yazarın bu konuların inceliklerinden pek haberi yoktur.

__Ayet ve hadislerin aydınlatıcı tayfları altında kader:

_“Cenâb-ı Hakk, bizi kötü yolun encamından muhafaza buyursun ve bizleri cennet ehlinin amellerine muvaffak eylesin.. teçhiz buyursun.(Amin!)”

_Yorum: O halde kötü yollara düşenleri korumadı mı?

_“Ve böyle bir kader anlayışında ne cebrin ne de Mutezilî düşüncenin yeri yoktur. Yani, irademizi alâkadar eden bütün fiiller, aynen bizim irademizle hiçbir yakınlığı olmayan diğer fiiller gibi doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk tarafından bilinip, takdir ve tayin edilmiştir. Ama iradî fiillerde, -çapı ne olursa olsun- mutlaka irade veya meyelan hesaba katılmış ve yapılan takdirler ona göre yapılmıştır.”

_“İnsan iradesi, haricî vücudu olmamasına rağmen, Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasına bir şart olması dolayısıyla işlenen hatalara mercidir. “Sana isabet eden bütün hayırlar Allah’tan; bütün şerler ise senin nefsindendir”(Nisa, 4/79) âyeti bize bu ölçüyü veriyor. Fakat meselenin diğer tarafında da “Meşîet-i İlahî” vardır. İnsan Allah’ın dilediğinden başka hiçbir şey dileyemez. İşte: “Siz ancak Allah’ın dilediğini dileyebilirsiniz”(İnsan,76/30) âyeti de bize bu dersi vermektedir.”

_Yorum: Yine Nisa 79. ayeti veriyor ama Nisa 78. ayeti vermiyor. Bunu çoğu yapar.

_“İmam Gazali, “Ben yapmıyorum; fakat diliyorum” diyenlere şu cevabı verir: “Peki, dilemeyi veren kim?”

“Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Fakat O’nun hayra rızası var, şerre rızası yoktur. Şerri isteyen insandır. Allah insanın şer işlemesini istemez. Fakat insan şerri isteyince, O da yaratır.”

_Yorum: “Allah insanın şer işlemesini istemez” diyor. O halde dünyada Allahın dilemesinin dışında birşey mi oluyor?

 

Kitabet açısından kaza ve kader :

_“Bir millet azizken, Allah onları zelil kılmaz. Bir millet başlara tâc iken, Allah onları ayaklar altında çiğnetmez. Ama millet kendi özünde değişikliğe uğrarsa, Allah da onları değiştirir.”

_Yorum: Peki onların özündeki değişimleri Allah varetmiyor mu?

__Meşiet-i ilahi açısından kader:

_“Öyle ise, yapmak istediğin hemen her işinde, evvela meşîet-i ilâhîyi esas tutmalı ve yapacağın işi, Cenâb-ı Hakk’ın dilemesine bağlamalısın. Zaten O dilemedikten sonra senin bir şey yapman da mümkün değildir.”

_Yorum: Cüzi iradem de, meyelanım da buna dahil mi?

_“Evet insan kat’iyen inanmalıdır ki, Allah dilemedikten sonra hiç kimse hiçbir şey yapma güç ve kuvvetine malik değildir. Eşya ve hadiselerin ledünniyatına vakıf olan ve kendi iç âlemini dinlemesini bilen bir insan bu gerçeğe, hem de aksine zerre kadar ihtimal vermeyecek şekilde inanır, inanmalıdır da.”

_“Hatta bazen bir iş için bütün mukaddemeleri hazırlar, enine boyuna etraflıca düşünür, plânlar ve bize göre bütün şartlar tamam, deriz; ama bir de bakarız ki, belirli belirsiz bir yerde küçük bir ihtimal, bir sızıntı her şeyi berbat edivermiş. Hatta her şey tamam. Ancak meşîet-i ilâhî bizim istediğimiz gibi taalluk etmediği için veya Allah (cc) o işi bizim istediğimiz istikamette dilemediği için, o iş tahakkuk etmemiştir ve böylece bizim plânlarımız altüst olmuş. Zaten âyet de bunu anlatmıyor mu? “Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz” (İnsan, 76/30) dileseniz de O istemezse, sizin gayretleriniz bir şey ifade etmez. O dilemedikçe, her türlü sa’y ve gayret boşunadır. Ne var ki, O çok defa âdet-i sübhanisiyle esbap ve sizin iradelerinizi birer dua kabul edip lütufta bulunabilir. İşte meşîet-i ilâhînin eşya ve hâdiselere taalluku herşeyle bu kadar iç içedir.”

_“Allah’ın meşîeti olmasaydı siz hiçbir şey yapamayacaktınız. Meselâ, eğer Allah dileseydi, siz aranızda mukatele yapmayacaktınız. Ama yapıyorsunuz. Öyle ise sizin müsbet veya menfî mükatele hayatınız, sizin leh veya aleyhinize olması yönüyle tamamen Allah’ın dileme ve meşîetine bağlıdır. Allah neyi murad buyurursa onu yapar. O yaptığını ve yapacağını hiç kimseye sormaz. Zaten: “Allah ne dilerse o olur. O’nun dilemediği ise asla olmaz” hadîsi bir kaide-i mukarreredir. Allah neyi dilerse o keynunet kazanır, oluverir. Neyi dilemezse, yani neyin olmamasını dilerse o da olmaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. O da Cenâb-ı Hakk’ın meşîetinin adem ve yok’a da taalluk etmesi meselesidir. Durum böyle olunca, Allah (cc) neyin olmasını murad eder ve dilerse o olur. Neyin de olmamasını dilerse o da olmaz. Evet meşîet-i ilâhî yok’a da var’a da taalluk eder. Yoksa, bazılarının dediği gibi, “meşîet-i ilâhi taalluk ederse o şey olur, taalluk etmezse olmaz”, gibi bir düşünce doğru değildir. Yani meşîet-i ilâhinin taalluk etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü, yokluk da aynen varlık gibi meşîetin elinde yoğrulmaktadır.”

_“Devletlerin hakimiyeti, hakimiyetlerinin devamı ve bu devletlere hâkim olan ve onları temsil eden şahısların el değiştirip durması da tamamen ilâhî dilemeye ve meşiete bağlıdır. Bunu gösteren âyet ise şöyle: “Eğer siz (Uhud’da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. Böylece Biz, Allah’ın gerçek mü’minleri ortaya çıkarması ve içinizden şahidler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah zulmedenleri sevmez.” (Al-i İmran, 3/140) âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır. Her ne kadar bu âyette, meşiet ifade eden kelime yoksa da, yine de meşieti ifade ediyor. Çünkü “Biz bu günleri evirir çeviririz” diyor. İnsanların değişip duran çeşitli durum ve hâlleri doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın elindedir. Günler O’nun kudret elinde tesbih taneleri gibi evrilip çevrilmektedir. Şimdi bütün bunları söylerken insan iradesi nefyedilmiş mi oluyor? Hayır! Şimdilik o hususa temas etmeyeceğiz; zira burada sadece kaderin meşiet-i ilâhi ile alâkalı yönünü inceliyoruz. “

_“Buraya kadar naklettiğimiz âyetlerde gördük ve anladık ki, meşiet bütün hayatı çepeçevre sarmış ve ihata etmiştir. Evet, O’nun dilemesi ve meşieti her şeyi kuşatmıştır. Yokluk dahi O'nun meşietinin, o yönde tecelli etmesine bağlıdır. (Hud, 11/107; Bürûc, 85/16) yani istediğini yapan tek hâkimdir. O’nun dilemesi olmadan hiçbir şey olamaz.”

_“Ben kendime ne zarar ne de fayda getirebilirim. Değil başkasına faydalı veya zararlı olmak, kendi öz nefsime dahi fayda veya zararım söz konusu değildir. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın dilediği müstesna. Yani her işte olduğu gibi, benim kendime fayda veya zarar getirmemde de esas olan Allah’ın meşietidir... Allah Rasulü, meşiet-i İlâhîye o kadar teslimdir ki, bir gün şöyle buyurur: “Hiç kimse kendi ameliyle kurtulamaz.” Sahabi sorar: “Sen de mi Ya Rasulallah!” Cevap verir: “Evet, ben de; ancak; Rabbim’in beni rahmetiyle kucaklaması ve her tarafımı rahmetiyle sarması neticesinde kurtulabilirim.”

_”Zira, Cenab-ı Hakk’ın meşîeti, herşeyi zahir ve batınıyla kuşatıp içine almıştır. O’nun meşîeti haricinde birşey düşünmek imkânsızdır.”

_”Bu hâdise ve hadîsden de anlıyoruz ki, meşiet-i ilâhi esastır ve bu mevzuda ona hiç kimse ortak tutulamaz. Hatta bunu kasıtlı yapmak küfürdür ve şirktir.”

_”Meleklerin ibadetleri, amelleri, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve dilemesiyledir. Peygamberlerin yaptıkları da öyledir. Salih kulların sâlihât dediğimiz amelleri de aynı şekildedir. Ve bütün bunlardan Cenâb-ı Hakk, hoşnuttur, râzıdır.. Fakat öyle işler de vardır ki, temellerinde Cenâb-ı Hakk’ın meşiet ve dilemesi olmasına rağmen onlara rızası yoktur. Küfür, isyan ve günahın her çeşidi bu cümledendir.”

_Yorum: Bu ifadeye göre demek ki küfür de Allahın iradesiyle mevcut oluyor. Bu anlayış cebr değil mi?

_”Allah (cc) fesadı yaratır. Yaratması meşietinin taalluku ile olur. Fakat O’nun fesâda rızası yoktur. Diğer bütün günah çeşitlerinde de durum aynıdır.”

_Yorum: Yani diyor ki: “Bütün şerler Allahın iradesiyle meydana gelir.”

_”Onun için her iki emri de çok iyi anlamak gerekiyor. Cebriye mezhebi, bu iki emri, yani emr-i tekvînî ile emr-i şer’îyi birbirine karıştırdığı için iradeyi inkar etmiş ve sapık bir yola düşmüştür. Mu’tezile de iradeyi esas alarak, “kul kendi fiilini kendisi yaratır” dediği için ayrı bir yanılgı ile sapıtmıştır.”

_Yorum: Yani, ne şiş yansın ne kebap misali “biz ne öyleyiz, ne de böyleyiz” diyor. Aklınca bir çıkış bulduğuna inanıyor. Halbuki bu iki yolun dışında kader mevzuunda başka yol yoktur.

_”Hidayet ve dalâlet de Cenâb-ı Hakk’ın meşietine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim birçok âyetiyle bu hususu tavzih etmektedir: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyete açar. Kimi de sapıttırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece kâfirleri küfür bataklığı içinde bırakır.”(En’am, 6/125).”

_”Demek ki, hidayet meselesi veya dalâlet mezelleti;sebebiyet noktasında istidat ve kabiliyetle veya irade gücüyle çok da alâkalı değil. Bunlar, doğrudan doğruya ilâhî meşietin hikmet yüklü bir eseridir.”

_Yorum: Hidayetin ve dalaletin esasen ilahi iradeyle irtibatlı olduğunu, insan iradesinin gücüyle çok da alakası olmadığını bildiriyor.

_”Evet, Cenâb-ı Hakk bir şeyi dilemeden onu meydana getirmek bizim için mümkün değildir. Mümkün görünen şeyleri bazen gayr-i mümkün kılan; gayr-i mümkün görünenleri de imkan sahasına sokan yegane kuvvet O’dur. O’nun güç ve kuvveti zâtındandır. Onun için de biz O’na, kuvvetin tâ kendisi olarak bakıyoruz. Bize iş yapma gücünü O verdiği gibi, irademizi o yönde kullanma meylini de veren O’dur. Evet, gerçi bize bir irade vermiştir; ancak meşiet ve dileme sadece O’nun hakkıdır. Hidayet ve dalalet hususunda da durum aynıdır. Hâdî ve Mudill sadece ve sadece Allah’tır.”

_Yorum: İrademizi o yönde kullanma meylini bize verenin Allah olduğunu söylüyor. halbuki yukarıda bu meyilin, yani cüzi iradenin mevcut olmadığını ve yaratılmadığını söylemişti.

_”O’dur ki, bir zaman Ömer’in içine Allah Rasulü’nü öldürme duygusunu vermiş sonra da onu yola salıvermiştir ve dıştan dalâlete gidiş gibi görünen bu yolculuk Hz. Ömer’i hidayetin kucağına çekmiştir.”

_ Yorum:Ömerin içine bu duyguyu Allah vermişse Ömer bu düşünceyi düşünmek zorundaydı demektir ve bunu düşünmemeye kudreti yoktur. O halde Ömerin burada hür iradesi nerededir?

_”Allah kimin de dalâletini murad buyurmuşsa, onun kalbini daracık ve sımsıkı kılıverir. Artık o, İslâmî hiçbir teklife evet diyemez. Nasihatten, aslandan kaçan yaban eşekleri gibi kaçar (Müddessir, 74/48-51) ve her adımı onu İslâm’dan daha da uzaklaştırır. Ancak, bütün bunların üzerinde kesilip biçildiği bir şart-ı âdi vardır. O da insanın iradesidir. Birşey yapma veya yapmamaya karar verme duygusu.. esasen insanın kendisini vicdanen hür kabul etmesi de bunu gösterir. Dolayısıyla da vicdanen kendisini mes’ul sayar. İrade, yapılan şeylere temel taşı vazifesi görmektedir. Cenâb-ı Hakk yaratacağı herşeyi bu temel üzerinde yaratmaktadır.”

 

_”Meselâ, diyelim ki siz, şu eğri dünya düzenini değiştirmek istiyorsunuz. Onu değiştirme istikametinde, vicdanınızda mevcudiyetini duyduğunuz iradenizi bir yere kadar kullandınız? Servet ve sâmânınızı o istikamette harcadınız. Herşeyinizi o yolda sarfettiniz ve sizi hedefe ulaştıracak bütün yolları denediniz, öyle ki dizinizin dermanı kesildi ve imkânlarınızın dibi göründü.. ve daha bunlar gibi bir sürü esbabı kurcaladınız.. yani iradeden beklenen herşeyi ortaya koydunuz. İşte o zaman Cenâb-ı Hakk’ın irade ve meşieti imdadınıza yetişecek ve size arzu ettiğiniz imkânları bahşedecektir. Evet sizin o mahiyeti meçhul iradenize daha nice büyük neticeler lütfedecektir. Bu ilahî bir kanundur ve asla değişmeyecektir.”

_Yorum: Dikkat edilirse “siz elinizden geleni yaptığınızda Allahın iradesi imdadınıza yetişecek” gibi ifadeler kullanıyor ki bunlar yazarın ne kadar bu konuların cahili olduğunu gösteriyor. Zira yazara göre Allahın iradesi ezelidir. Ancak bu ifadelerinden çıkan anlam ise Allahın iradesinin hadis olduğu şeklinde bir anlatımı vardır. Bakın bu şahıslar ne dediklerini bilmiyorlar, ezeli irade kabul ediyorlar ve sonra insanın iradesini hadis kabul ediyorlar ve ondan sonra Allahın ezeli iradesi hadis olan yani sonradan olan insan iradesine tabidir gibi manalar içeren ifadeler kullanıyorlar. Detaylı açıklamasını ilim mevzuunda yaptığımız tabi olma ve tabi olunma meselesinde zikrettiğimiz gibi ezeli irade nasıl hadis olan iradaye tabi olur? Tabi olmak zaten sonradan olanın özelliğidir. Yani çok basit anlatımlar kullanıyor yazar ve buna rağmen insanların büyük çoğunluğu bu gibi basit hatalarla dolu yazıları hüccet olarak kabul ediyorlar. Said nursinin bu konudaki yazıları da çok basittir. Onlar bu konuları detaylı bilmemelerine rağmen kendilerine çok güveniyorlar ve biliyormuş edasıyle ahkam kesiyorlar. Zaten dünda da yaygın görüş maturidilik olduğundan pek kimse itiraz da etmiyor, bu böyle yüzyıllardır sürüp gidiyor. Ara sıra Cebri düşünceyi anlatan olmuşsada onlar fazla etkili olamadılar bu konuda. Mesela Said Nursiyle aynı dönemde yaşayan Mustafa Sabri, kader ile ilgili kitabında açıktan açığa Maturidi mezhebinin iç yüzünü delilleriyle anlattığı halde bu görüşleri toplumda pek etkili olmadı.

_”Siz cüz’î iradenizi en son noktasına kadar kullanacaksınız; işte o zaman Küllî İrade kendine düşeni yapacaktır.”

_Yorum: Burada yine Allahın iradesinin hadis olduğunu akla getiren ifadeler kullanıyor.

_”Cenâb-ı Hakk, herşeyi kuşatan ilmiyle, ilerde bizim iradelerimizle yapacağımız herşeyi biliyor ve bildiklerini de tayin ve takdir ediyor.. sonra da bunları birer plân halin de Levh-i Mahfuza kaydediyor, daha sonra da melekler bizim hakkımızda bir defter tutup bütün amellerimizi yazıyor böylece her iki defter de birbirinin aynı oluyor. Tabiî bunların hepsinde Cenâb-ı Hakk’ın dilemesi esas oluyor. Zira biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak, Allah dilerse birşey olur, Allah birşeyin olmamasını murâd buyurursa o şey de olmaz kanaat ve inancını taşıyoruz.”

__Yaratma açısından kaza ve kader:

_”Bir taş veya bir mermer mi yontuyorsunuz? Sizi de yaptığınız o işi de yaratan Allah’tır. Size düşünme melekesini veren, sonra sizi düşündüren ve bir merhale ötede, düşündüklerinizi ifade ettiren yine Allah’tır. Öyle ise bizim irademize düşen nedir? Böyle bir meselede irade nasıl bir paya sahiptir? İrade dediğimiz şey o kadar küçüktür ki, bakışlarınız ne kadar derin ve görüş ufkunuz ne kadar geniş olursa olsun yine onu göremez ve onu belirleyemezsiniz; çünkü onun hariçte hiçbir vücudu yoktur. O kadar küçüktür ki, ona terettüp eden işlerle onun arasında “tenâsüb-ü illiyet” prensibine göre bir nisbet bulmak mümkün değildir. Evet, irademiz ne ölçüde küçük ise, yanıbaşımızda duran ilâhî lütuflar da o kadar büyüktür.”

_Yorum: “Hariçte hiçbir vücudu yoktur” diyor. Buifade direkt olarak “yoktur” manasına gelmiyor mu? Eğer cüzi iradenin etkisini kabul ediyorlarsa ki kabul ediyorlar, o halde soruyorum: Olmayan bir şey etki edebilir mi?

_”Görüldüğü gibi, Allah’ın verdiği hükmü ve Allah’ın kazasını hiç kimse geriye çeviremeyeceği bu duada talim edilmiş bulunuyor. Öyle ise, bize düşen sadece bir meyildir ve bir yöneliştir.”

_”Allah kime hidâyet murad ederse, onun gönlüne hidayet şuaları akar ve sonra da o gönülde karar kılar. Kimi de sapıklığa sürüklemek murad ederse, bütün vâiz ve hatipler onu kurtarmak için bir araya gelseler, onun imdadına koşsalar, ona anlatılacak herşeyi anlatsalar, tebliğ sevabını alsalar bile, o şahsın sapıtmasını önleme adına hiçbir şey yapamazlar. Çünkü onun hidâyete erme liyâkatı selbolmuştur. Artık ne yapılırsa yapılsın hiçbir faydası yoktur. Günümüzün umumî manzarası, bunu göstermeye yeter ve artar zannediyorum. Ancak burada şu hususu da nazardan uzak tutmamak gerekmektedir. Hidâyet ve dalâleti Allah yaratır; ancak itibari dahi olsa, onları mevcud iradenin istek ve talebi üzerine yaratır. Kul ister, Hâdî ve Mudill isimleriyle müsemma olan Allah (cc) da, hidâyet ve dalâleti yaratıverir. Dolayısıyla sapıtanın kendisi yine bizzat kul olur. Onun içindir ki biz, kıldığımız her namazda, Fatiha suresini okurken Cenâb-ı Hakk’a dua edip yalvarır ve: “Allah’ım bizi mağdub ve dâllînin yoluna sürükleme”(Fatiha, 1/7) deriz. Efendimiz de bir hadislerinde “Üzerlerine Allah’ın gadabı olanlar Yahudilerdir, sapık olanlar da Hristiyanlardır” buyurmuşlardır. Mevzuyu bu noktaya getirdikten sonra, burada hidâyetin mertebeleri üzerinde durmak icap etmektedir. Tâ ki, çeşitli yanlış anlamalara meydan verilmiş olmasın!”

__İnsan iradesinin nazara alındığı hidayet:

_”Evet, hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir nebi zuhur etmesin. Bu itibarla her ümmete mutlaka nebi gelecek, mübeşşir ve münzir olarak onlara hakikatleri tebliğ edecek ve ardından da iradeleriyle onları dinleyenler hakkında Allah (cc) hidâyetini yaratacaktır. Sapıklığı tercih edenler ise dalâlette kalacaktır ki, bu da onlar için de Cenâb-ı Hakk, dalâlet murad etmiş olacaktır.”

_”Bununla beraber, Cenâb-ı Hakk, ayrıca kemâl-i kereminden her asrın başında birer müceddit gönderdi.”

_Yorum: O halde bu anlayışa göre, gönderilen şahsın bu işte özgür iradesi yoktur. Zira Allah onu gönderdiyse o işini bu yönde yapmak zorundadır.

_”Yâni, Cenâb-ı Hakk, hidâyete götürücü vesile ve vasıtaları yaratarak hidâyeti yaratmayı kulun istemesine bağladı. Bu bölümde cebrî bir hidâyet söz konusu değildir.”

_Yorum: Yazara göre Allahın yaratması, iradesiyle olur. O halde şu sonuç çıkar: “Allahın iradesi de kulun iradesine bağlı.” İşte böyle bir sonuç çıkıyor, halbuki yazar Allahın iradesinin ezeli olduğunu kabul ediyor.

_”Cenâb-ı Hakk, çeşitli vesileleri kullanarak insanları hidâyete, sırat-ı müstakime davet eder. Ancak, hidâyete gelince, onu bizzat kendi meşietine bağlar. Dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır. Meselenin bir küçük yönü insana aittir. O Allah’ın davetine icabet eder ve hidâyet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder ve onu hidâyete erdirir. Kur’an-ı Kerim bir hidâyet kaynağıdır. Ondan ancak Allah’ın diledikleri istifade edebilir ve Kur’an sadece onlar için bir hidâyet vesilesi olur.”

_Yorum: “Hidayet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder” şeklinde bir ifade kullanıyor ki, bu söz de yine Allahın iradesinin hadis olduğunu ima edici bir izahtır ve Allahın iradesinin kulun iradesine tabi olduğunu kabul eden bir anlayıştır.

_”Ve yine Allah (cc), peygamberine hitaben: “Ey Habibim! İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil’i gönderdik. Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki, işler sonunda Allah’a döner.” (Şûra, 42/52-53) İşte bu âyette de anlatıldığı gibi, hidâyette iki mertebe görüyoruz. Birinci mertebede sadece vesile ve vasıtalık var ki, Kur’ân-ı Kerim bu vesile ve vasıtalığı da bazen hidâyete erdirme olarak vasıflandırmaktadır. Esasen bu tür hidâyete erdirme vesilelikten öteye de geçmez. Hidayetin ikinci mertebesine gelince bu Cenâb-ı Hakk’ın insan gönlünde hidâyeti yaratmasıdır. Bu yaratmayı Cenâb-ı Hakk, vesilelerle yaptığı gibi doğrudan doğruya da yapmaktadır. O’nun bu tür hidâyete erdirmesi ise, sırf bir lütuftur. Büyüklerimiz buna “Cebr-i Lütfî” demişlerdir. Rabbimizden niyazımız, bizleri de böyle cebrî bir lütuf ile hidâyete erdirmesidir.”

__Kaderle ilgili sorular ve cevaplar:

_”Kâinatta olup biten herşeyi Allah yaratır. Bu soruda “küllî îrade” diye geçen şey de işte budur. Hatta, “Sizi de, işinizi de, Allah yarattı.”(Saffât, 23/96) Yani sizin de, sizden sâdır olan ef’âlin de hâlikı yalnız Allah’tır. Meselâ: Siz taksi yapsanız, veya bir ev inşa etseniz, bu işleri yaratan Allah’tır. Siz ve ef’aliniz, Allah’a aitsiniz. Ama ortaya gelen bütün bu işlerde, size ait bir husus vardır ki, o da bir kesb ve bir beşerî mübâşerettir. Bu ise âdî bir şart ve temâyül gibi bir şeydir. Tıpkı dünyaları aydınlatacak olan bir elektrik şebekesinin düğmesine dokunmak gibi.. Bu durumda “Sizin hiçbir şeyiniz, hiçbir müdâhaleniz yok” denemeyeceği gibi, işin tamamen size ait olduğu da söylenemez. İş tamamıyla Allah’a aittir. Fakat, Allah size ait bu işleri yaratırken, sizin cüz’î müdâhalenizi de âdi şart olarak kabûl etmiş ve yapacağı her şeyi onun üzerine inşa buyurmuştur. Meselâ: Şu câminin içindeki elektrik mekanizmasını, Allah kurmuş; işler ve çalışır hale getirmiştir. Yeniden bunu tenvir etme işi, ameliyesi de Allah’a aittir. Elektron akımlarından bir ışık meydana getirme, câmiyi tenvir etme birer fiildir. Ve bunlar da “Nuru’n-Nûr, Münevviru’n-Nûr, Musavviru’n-Nûr” olan Hz. Allah (cc)’a aittir. Ama bu câminin aydınlanması mevzuunda, sizin de bir mübaşeretiniz vardır; o da Allah’ın kurduğu bu mekanizmada, Allah’ın ayarladığı düğmeye sadece dokunmanızdır. Sizin irâde ve tâkatinizin çok fevkinde, o mekanizmanın, tenvir vazifesini yapması ise tamamen Allah’a aittir.”

_”Müsaade buyurulursa biraz daha açayım: Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır. Camiye gelme, nasihat dinleme, fikren tenevvür etme hidayetin yollarıdır. Kur’an-ı Kerim’i dinleme, ma’nâsını tedkik ve derinliklerine nüfuz etme, hidâyet yollarındandır. Rasul-ü Ekrem’in (sav) Huzur-u Risâletpenâhîlerine gitme, rahle-i tedrîsi önünde oturma, O’nu can kulağı ile dinleme, O’nun gönülden ifâde edilen sözlerine kulak verme ve O’ndan gelen tecellilere gönlünü ma’kes yapmak, hidâyet yollarından birer yoldur. İnsan bu yollarla, hidâyete mübâşeret eder. Evet, câmiye geliş küçük bir mübâşerettir. Ama, Allah (cc), camiye gelişi hidâyete vesile kılar. Hidâyet eden Allah’tır; fakat, bu hidayete ermede Allah’ın kapısını, “kesb” ünvanıyla döven kuldur.”

_Yorum: Ancak yazara göre camiye gelme, nasihat dinleme fiilleri de ve kesb adı verdikleri de Allahın iradesiyle mevcut bulur.

_”İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur. Allah da murad buyurursa onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz. Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüz’î birşey vardır ki, bu ne hidayeti ne de dalâleti asla meydana getiremez. Demek oluyor ki; hidâyet eden de, dalâleti veren de Allah’tır (cc). Ama bir kimse dalâletin yoluna girdiyse, Allah (cc) da binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi-, sonra da insanı, dalâlete meyil ettirir. O arzusundan ötürü de ya cezalandırır veya afveder.”

_Yorum: ”İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur. Allah da murad buyurursa onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz.” diyor yazar. Bu ifadeden de “kul ne yaparsa yapsın sonuç itibarıyla iş Allahın iradesi doğrultusunda meydana gelir” görüşü anlatılıyor. O halde iki insan var; ikisi de sapmak için meylediyor diyelim, bu görüşe göre “Allah istediğini saptırıyor, yani onda sapma fiilini yaratıyor; istediğini ise, o şahıs dilediği kadar sapmaya meyletse de onu saptırmak istemezse saptırmıyor” görüşü savunuluyor. Bu görüşe göre nasıl imtihandan bahsedilebilir. Ancak yazar bu dünyanın imtihan olduğunu ifade ediyor.

_”Kimin, hangi istikametde, nasıl bir temâyülü olacak ve kim âdî bir şart ve sebebden ibaret olan irâdesini, hangi yönde kullanacaksa, bütün bunlar, önceden bilindiği için; o sebeblere göre meydana gelecek neticeleri takdîr ve tesbit etmek, insan irâdesini ne bağlamakta ne de zorlamaktadır. Aksine, onun meyilleri hesaba katılarak hakkında bu takdirler yapıldığı için, irâdesi kabûl edilmekte ve ona değer verilmektedir. Nitekim, bir büyük zât, hizmetçilerine; “Sizler öksürüğünüzü tutduğunuz zaman, şahâne hediyeler elde edeceksiniz; sebepsiz öksürdüğünüz takdirde de, hediyeleri kaybetmekle beraber, bir de itab göreceksiniz” dese, onların irâdesini kabûl etmiş ve desteklemiş olur. Aynen öyle de, Yüce Yaratıcı kullarından birine: “Sen şu istikâmette bir meyil gösterecek olursan, ben de, senin meyil gösterdiğin o şeyi yaratacağım. Ve, işte senin o temâyülüne göre de, şimdiden onu belirlemiş bulunuyorum” diye ferman etse, onun irâdesine ehemmiyet atfetmiş ve kıymet vermiş olur.”

_”Mevzumuzla alâkası ise atânın kaza ve kader ile alâkalı yönüdür. İnsan, şerri talep ederse, Cenab-ı Hak da onun için o şerri takdir buyurur. Zaten insan hakkında yapılan takdirler onun iradesi hesaba katılarak yapılmaktadır. Mesela: Benim elimi kaldırmam daha ben elimi kaldırmadan önce hakkımda takdir edilmişse; Cenab-ı Hak bunu benim irademi veya meylimi o istikamette sarfedeceğimi bildiğinden dolayı takdir etmiştir. Zira Cenab-ı Hakk’ın ilim sıfatı bütün eşyayı -olmuşu ve olmamışı-, kendi zâtı da dahil herşeyi içine almaktadır. Binaenaleyh O, benim yapacağım işleri de biliyor ve ona göre takdirde bulunuyor; “Falan kulum elini kaldırmaya meyledecek ben de onu yaratacağım” veya “Ben bunu böyle yazdım” diyor. İşte bu kaderdir. Yani, bunun böyle yazılması kaderdir. Vakti gelip de benim elimi kaldırmam ise kazadır. O da hakkımda yapılan takdirin yerine getirilmesi demektir.”

 

***(İnancın gölgesinde 1) Fetullah Gülen’in kitabı:

_a) Allah (cc), irâdemizle nasıl davranacağımızı önceden bildiği için kaderimizi öyle yazmıştır: Önceden izah edildiği gibi, kader insanı belli bir istikamette davranmaya zorlamaz; bilakis, kulun neyi nasıl yapacağı önceden Allah (cc) tarafından bilindiği için, kaderi de öyle tesbit edilir. Yani, kader ilim nev’inden olup, irâde ve kudret nev’inden değildir; ilim ise malûma tâbîdir. Ancak, Allah'ın ilmi için tâbî demek doğru da olmayabilir. Kaderin ilim nev’inden olması demek, herşeyin Allah (cc)’ın ilminde kesilip biçilmesi ve tayin, tesbit ve sonra da bir plân ve proje haline getirilmesi demektir. Bilmek ayrı, bilineni yapmak, yani dış âlemde tezahür ettirmek ayrıdır. Zihnimizde ne kadar plân, proje çizersek çizelim, bunlar hiç bir zaman, meselâ bir fabrika veya bir ev olmayacaktır. İlmin malûma tabi olması da, bir tasarı veya plânın dışta, yani pratikte alacağı şekle bağlı olması demektir. -Lâ teşbih vela temsîl- Allah (cc)’ın ilminin bir ünvanı olan kader de, böyle bir plân ve proje gibidir ki, bu plân veya proje pratikte insanın irâdesiyle yapacağı fiillerle şekil ve hüviyete ulaşır. Bu, kâğıt üzerinde görülmeyen yazıların, o kâğıda kudret ve irâde eczasının sürülmesiyle vücut bulması gibidir. İnsan, cüz’î irâdesiyle teşebbüsde bulununca, Allah (cc)’da, kağıttaki görünmez yazılara Kudret ve İrâdesiyle tecelli eder ve böylece kağıttaki yazılar dışta bir vücud ve şekil alır. Şu kadar ki, Allah (cc), insanın irâdesiyle neler yapacağını önceden bildiğinden, hepsini önceden tek tek defterine yazmış bulunmaktadır. İzmir-Ankara arasında çalışan bir tren düşünün. Bu trenin hangi saatlerde hangi istasyonlarda olacağı dakikası dakikasına tesbit edilip, bir vakit cetveli halinde asılmıştır. Tren, bu vakit cetvelinde yazılı olan saatleri hiç şaşırmadan varacağı istasyonlara varır. Halbuki trenin hızı, üzerinde gideceği demiryolunun çeşitli hususiyetleri, trenin ne kadar yolcu veya yük alabileceği, yani taşıma kapasitesi, yol boyunca bulunan istasyonlar ve hattâ mevsimler ve hava durumu trenin seyahatına tesir eden faktörler olup, bütün bu faktörler de, vakit cetvelini hazırlayan ilgili büro tarafından bilinmektedir. Şimdi tren, vakit cetvelini hazırlayan büro yazdığı için mi belli saatlerde belli istasyonlara varmaktadır; yoksa, sözünü ettiğimiz bürodan bağımsız faktörlere göre mi trenin seyahatı düzenlenmiştir? İşte, irâdenin durumu da böyledir.. ve o, kaderin mutlak mahkûmiyeti altında değildir. Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir.

_Yorum: Bakın ben ezeli ilim ile ilgili bu kitapta detaylı açıklamalar yaptım. “İlim maluma tabidir” ifadesinin ne manaya geldiğini anlattım. Ancak burada şunu ifade edeyim ki; özellikle piyasadaki özgür iradeyi savunan kitaplarda genelde bu güneş tutulması örneği verilir. Ben burada şunu açıklayacağım, burada dikkat edilirse Allahın ilmi ile insanların ilimleri arasında bir kıyas yapılıyor ve oradan sonuca ulaşılmaya çalışılıyor. Ancak burada yapılan hata şudur: Ezeli ilim ile hadis (sonradan) olan kulların ilminin kıyas edilmesi olayıdır. Bu iş şunun için yanlıştır, İnsanların güneş tutulmasını takvimlere önceden yazması şöyle olur: Bu insanlar bakarlar ki güneş denen bir şey var ve sonra anlarlar ki bu güneşin doğup batması belli zaman aralıklarında oluyor ve düzenli bir sistem içinde oluyor. Ondan sonra yani bu düzeni insanlar anladıktan sonra bu takvimi yapıyorlar. İşte bu dediğim insanların hadis olan ilmidir yani etkilenen ilimdir. İnsanın güneşi bilmesi için önce güneşin varlığı lazım gelir, ondan sonra o güneşi anlar bilir. Yani etkilenen bir ilimdir insanlarınki; ancak Allahın ezeli ilmi ise etkilenen olmayıp tersine etkileyen, etkin bir ilimdir. Allahın güneşi bilmesi için önce güneşim var olması gerekmez. Allah güneşi olmadan önce de bilir; işte bu ince farktır. Ben zaten “İlim maluma tabidir” ve benzeri laf oyunlarıyla ne denmek istediğini ve bunlara karşı detaylı cevapları bu kitapta zikrettim. Detayları oradan okuyun.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

dedi:Meyl Matüridice emr-i itibaridir(var olmadığı halde var kabul edilir)

cevap: bunu maturidiler demez bunu said nursi der. ancak buda bize sökmez çünkü cüzi irade eğer varsayılan bişeyse yok anlamına gelir. halbuki nursi hür iradeyi savunur eğer hür iradeyi savunuyorsa cüzi irade var demelidir. çünkü varsayılan yok demekten başka bişe değildir. çünkü bişe ya vardır veya yoktur.üçüncü şık yoktur. peki bunu nursi ve benzerleri neden yaptı. yani cüzi iradeye varsayılan bişe dediler şundan dolayı: özgür iradeyi savunmanın yollarıından biri de cüzi iradenin allah tarafından yaratılmadını sölemektir zaten sonradan gelen maturidiler bunu söledi. ama nursi ve benzerleri bunu diyemedi çünkü "herşeyi yaratan allahtır" ayetini görmezden gelemediler. bu sefer bir yol buldular oda şuydu: yani öle bişe yapacaklardı ki hem cüzi iradeyi allah yaratmaz hem de insan da yaratmaz diceklerdi. buna şöle bi formül buldular. bu cüzi iradenin aslında varlığı yok demeye getirdiler bunu şunun için yaptılar: çünkü "her varlığı allah yaratmaz mı" sorusuna muhattap olmamak için cüzi iradenin varlık olmadını sölemeye getirdiler. bunun için bazı örnekler verdiler mesela ekvator çizgisi. dediler ki: ya ekvator çizgisi var mı yok mu millet dedi ki yok ya dediler yani bu varsayılan demi millet evet dedi yaaaaaaaaaaa dediler işte cüzi irade de böle dediler. allahın yaratmasına gerek yok ki. ona yok da denebilir dediler okey mi. halbuki bu çok zayıf bi yoldu. üç kağıt açıktı ancak bunu söleyen kişilerin namlı oluşları ve onların topluma sanki peygambermiş gibi lanse edilmeleri milletin gözünü kör etti. halbuki ekvator çizgisi üç kağıdının iç yüzü şuydu: ekvator çizgisi gerçek anlamda yok ama düşünce yönüyle vardır.

gerisini anlatcam ama duha lütfen nursinin dediklerini maturidiler diyo zannetme. hepsini demezler. onlar açıkça cüzi iradeye var der ve bunu allah yaratmaz ama kulda yaratmaz derler. imanı da alah yaratmaz derler.(halbuki mezhep imamları imanı allah yaratır demişti) rica ederim beni yalanlamadan evvel kelam kitaplarının kader bahsine bak gör.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BİR KERE başlığın dahi yanlış said nursi hz. ile fethullah gülenin ne alakası var ikiside ayrı ayrı kişiler hizmetleri dehi ayrı daha öncede dediğim gibi ön yargılı düşünüyosun kardeş, bir insanın dediklerini anlamak yerine o konuyu anlamamada inad ediyosun ,bu kader ve cüz-i irade meselesini sadece ben biliyorum diyosun ama bilmiyorsun ki ,yanlış yoldasın.said nursi hz. nin kader mevzusunu okumuşsun belli ama sadece okumuşsun tıpkı diğer kitapları da okuduğun gibi (gazete gibi önemsiz olarak) okumuşsun.

Saadece okumakla olmaz mütalaa etmek gerekir diyelimki okudum diyorsun ama orayı bile yanlış okumuşsun.Zaten senin bizlere kaderi ispatlamanda imkansız çünkü sen bütün imamlar yalacı veya kadere inanmıyorlar diyorsun ama bilmiyosunki yokluğu ispat edemezsin ama bilmiyosun yine yanlış yoldasın...

 

YANLIŞ 1: Meyl Matüridice emr-i itibaridir(var olmadığı halde var kabul edilir)bunu MATURİDİ SÖLER

 

YANLIŞ 2:Üstad hiçbir yerde cüz-i irade yok dememiştir.iyi okuyamamışsın

 

YANLIŞ 3:Cüz-i iradeyi ne ALLAH YARATIR,nede İNSAN demişsin.HAYIR CÜZ-İ İRADEYİ ALLAH KULLARI İÇİN YARATMIŞTIR İNSANLAR İÇİN

 

YARATMIŞTIR TAKİ KULUMUN BENİM VERDİĞİM İYİLİKLERİ VEYA KENDİ İŞLEYEBİLECEĞİ KÖTÜLÜKLERİ SEÇEBİLME HAKKI OLSUN DİYE VERİLMİŞTİR.

 

YANLIŞ 4:mesela ekvator çizgisi. dediler ki: ya ekvator çizgisi var mı yok mu millet dedi ki yok ya dediler yani bu varsayılan demi millet evet dedi

 

yaaaaaaaaaaa dediler işte cüzi irade de böle dediler. allahın yaratmasına gerek yok ki. ona yok da denebilir dediler DEMİŞSİN HAYIR YANLIŞ DUYMUŞSUN

 

CÜZ-İ İARADE ÖYLE TANIMLANIR AMA (ALLAH'IN YARATMASINA GEREK YOKTUR ) İBARESİ YOKTUR HERŞEYİ YARATAN YALNIZ VE YALNIZ ALLAHTIR VE

 

BAŞKASIDA OLAMAZ BU ARADA BİLİMİŞ OL EKVATOR ÇİZGİLERİ OLMASA BİLE BUNU DÜŞÜNEN VE BU TEZİ ORTAYA SÜREN İNSANIN BEYNİDİR VE BUNUDA

 

YARATAN YİNE ALLAHTIR ALLAH İSTEMESE İDİ O VARSAAYILAN ÇİZGİLER BİLE OLMAZDI hiçbir kulun aklına böyle bir tez gelmezdi... ama sen bilimiyosun ve

 

yine yanlış yoldasın..

 

YANLIŞ 5:''nursinin dediklerini maturidiler diyo zannetme. hepsini demezler. onlar açıkça cüzi iradeye var der ve bunu allah yaratmaz ama kulda

 

yaratmaz derler. imanı da alah yaratmaz derler.'' demişsssiiiiin ÜSTAD MATURİDİNİN SÖYLEDİĞİNİDE SÖYLE EŞARİNİNDE SADECE MATURİDİ DEMEZ

 

ÜSTAD HER KONUDA MATURİDİDE HEMFİKİR DEĞİLDİR ÜSTADA GÖRE İMANIDA ALLAH TAN BAŞKASI YARATAMAZ

 

BENDEN SANA ABİ TAVSİYESİ BİRAZ DAHA KİTAP OKU BELLİKİ OKUMUŞSUN AMA BOŞ KİTAPLARI OKUMUŞSUN VEYA OKUDUĞUNU BOŞ OKUMUŞSUN

 

İYİ MÜTALAAAA ET BU SANA EN GÜZEL TAVSİYEMDİR KİMSE BOŞ İNSANLARIN ARDINDAN KOŞMAZ ÖRNEK ÜSTAD BOŞ DEĞİLDİR KOŞANI ÇOK

 

AMA SENİN ARDINDAN KOŞANIN HİÇ YOOOOOOOOOOOOOOOOOK

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...

Kimden : Pir Gerçek Veli (Bay, 34)

Kime : Grup: Kahrolsun Ateizm...Yaşasın Alevizm...

Tarih : 19.8.2007 13:05 (GMT +2:00)

 

 

Konu : Dabbet-ü'l-Arz Kimdir?

 

 

Dabbetü'l-Arz'ın kim olduğunu söyleyecek olursak kıyamet kopar...Ama ben yinede söyleyeyim ister kopsun ister kopmasın...Dabbetü'l-Arz Mehdi'nin ta kendisidir...Niye diyeceksiniz...Mehdi hakkında yaklaşık olarak üçyüz hadis vardır...Ve ne enterasandır ki; bu üçyüz hadis'de Mehdi kıyametin alameti kabul edilen her faktörle alakalandırılmış fakat dabbetü'l-arz'a gelince hiçbir alakalandırma söz konusu değildir...Yani örneğin Mehdi ve Deccal...Mehdi ve İsa...Mehdi ve Ümmet...Mehdi ve Kıyamet...Mehdi ve Mekke...Mehdi ve Medine...Mehdi ve Kudüs...Vesaire gidiyor...Ama hiçbir alim fark edemiyor ki; Mehdi hiç Dabbetü'l-Arz ile alakalandırılmamıştır...Peki bunun sırrı nedir öyleyse...Bu bir eksiklikmi yoksa bağdaştırmada veya dolaylı mantık ilminden yoksunluk mu? O zaman nedir bunun aslı...Bu kadar tesadüf olamaz...Sanki Mehdi'nin bulunduğu sahnede üstelik ayet-i kerime ile haber verilen Dabbetü'l-Arz olmasın...Hayır bu bir eksiklik veya yanlışlık değil...Aslını söylüyoruz...Mehdi'nin bulunduğu sahnede Dabbetü'l-Arz yok çünki Mehdi Dabbetü'l-Arz'ın ta kendiside o yüzden...Bakın Kur'an'da nasıl bahsediliyor...Neml Suresi 82.ayet:'O söz başlarına geldiğinde biz yerden bir Dabbe çıkarırız...Ve o bütün insanlara bizim ayetlerimize tam iman etmediklerini söyler...' Yorum: Şimdi birincisi *O söz* deniyor...Nedir o sözden kasdedilen...Tabiki kıyamet öylemi...Bazıları o sözden kasdedilenin İsa Mesih olduğunu söylüyor...Ve bu durumda'da Dabbe'nin Deccal olduğu kanatine varılıyor...Peki bu doğrumu! .. Hayır çünki bu olamaz kıyametin on alametlerinden bahsedilirken Dabbetü'l-Arz ile Deccal ayrı ayrı zikrediliyor...Yani ikisi ayrı bir mahluk...Ve ayrı bir alamet...*Ve o bütün insanlara bizim ayetlerimize tam iman etmediklerini söyler...* Birincisi o bütün insanlara deniyor...Önce burdaki hikmeti anlayalım...Diyelim ki; zamanımız bunca teknolojinin hakim olduğu değilde hala televizyon büyüklüğünde bölgesel yayın frekansı olan radyolar olsaydı...Ve Dabbe'de hiç bilmediğimiz ve haberini dahi alamıyacağımız bir yerde çıksaydı...Peki burdan bütün insanlara nasıl ulaşacaktı...İşte burda bir hikmet var...Demek ki çağımız bugün bütün insanlara bu haberi ulaştıracak konumda...Örneğin Mehdi istanbulda zuhur etti kabul edelim...Hemen televizyonlar son dakka haberi verecek,veya canlı yayın aracı ile olay mahallini gösterecek...Sağırıda,dilsizide,körüde haberdar olacaktır...Ve gelelim insanların ayetlere tam iman getirmemiş olmalarına...Zaten İmanda kıyametin bir alametidir...Hani derler ki; Allah ismi hiç anılmadığı bir zamanda kıyamet kopacak...Hayır bu doğru değil...Çünki Cami minarelerinin şerefelerinden ezan okunurken gürül gürül Allah-u Ekber diye yeri göğü inletiyor...Bunu susturmayada hiç kimsenin gücü yetmez evelallah...Peki haber verilen nedir öyleyse...Haber verilen dilde Allah denilmesi değil kalbde Allah'ın zikredilmemesidir vesselam...Zira şeytanın hakim olduğu bir ahir-i zaman'da Allah'ı kalbde zikretmek ve bunu zahirine tecelli ettirmek her babayiğidin işi olmasa gerektir...Ve ne anlamalıyız o zaman burda...Dabbetü'l-Arz bunu bize söyleyeceğine göre bizzat kendisi çok kuvvetli bir imana sahip olacak demektir...İşte tezimizin can alıcı noktası ve kırılma aşaması burasıdır...Çünki Mehdi Hadi kökünden gelir...Allah'ın Hadi sıfatının anlamı şudur...*Karanlıktan aydınlığa çıkaran ve dalaletten hidayete erdiren...* Ve zaten bu Mehdi için tasarlanmış ve yalnız ona nasip olacak bir iştir...Nitekim Resulullah (savs) onun için şöyle demiştir...*O hiç kimsenin bilmediği bir duruma kılavuzlandığı için ona Mehdi denmiştir...* veya *Mehdi bizden Ehl-i Beyt'imiz'dendir...Allah onun hallerini bir gecede yoluna sokacaktır...* buyurulmaktadır...Yani ayetin neresini incelerseniz inceleyin Dabbetü'l-Arzın ve Mehdi'nin aynı kişi olduğuna delalet sunar...Son olarak Muhyiddin İbnü'l Arabi'nin şu haberiyle sizleri başbaşa bırakıyorum...

 

*Bilin ki, Mehdi mutlaka çıkacaktır. Ancak yeryüzü zulüm ve işkence ile dolmadıkça; çıkmayacaktır. İşte o da böyle bir zamanda çıkacak, dünyayı doğruluk ve adalet ile dolduracaktır. Hatta dünyada tek bir gün kalsa, Allah o günü uzatacak, taki o halife gelsin.* 'Futuhat-El Mekkiye'

 

 

Ve Mehdi diyor ki:

 

 

Sağımda Cebrail

Solumda Mikail

Önümde İsrafil

Ardımda Azrail

Üstümde Kırklar

Üstünde Sekizler

Üstünde Arş

Üstünde Rahman

Ey Yüceler Yücesi Yüce Rahman

Ey Güzeller Güzeli Güzel Sultan

Sen Halıksın Ben Mahlukum

Sen Hadisin Ben Mehdiyim...

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Pir Gerçek Veli (Bay, 34)

Kime : Grup: Kahrolsun Ateizm...Yaşasın Alevizm...

Tarih : 19.8.2007 13:05 (GMT +2:00)

.

.

.

 

*Bilin ki, Mehdi mutlaka çıkacaktır. Ancak yeryüzü zulüm ve işkence ile dolmadıkça; çıkmayacaktır. İşte o da böyle bir zamanda çıkacak, dünyayı doğruluk ve adalet ile dolduracaktır. Hatta dünyada tek bir gün kalsa, Allah o günü uzatacak, taki o halife gelsin.* 'Futuhat-El Mekkiye'

Ve Mehdi diyor ki:

Sağımda Cebrail

Solumda Mikail

Önümde İsrafil

Ardımda Azrail

Üstümde Kırklar

Üstünde Sekizler

Üstünde Arş

Üstünde Rahman

Ey Yüceler Yücesi Yüce Rahman

Ey Güzeller Güzeli Güzel Sultan

Sen Halıksın Ben Mahlukum

Sen Hadisin Ben Mehdiyim...

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Mehdinin gelecek olmasi isa aleyhisselamin gelecek olmasina baglidir.

Kuranda isa aleyhisselamin gelecegine daair bir ayet bile yoktur,

Dolayisi ile Mehdide gelmeyecektir.

Kiyametin alametlerine gelince.

Kiyametin en buyuk alameti Muhammed aleyhisselamla, son vahiy kuranin gelmis olmasidir.

iste size bu konuda ayet.Hemde Muhammed suuresinde.>[047.018] [DI] Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar. Şüphesiz onun alametleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?

 

Evet Dabbetul arzin cikip kendilerine haber vermeleri onlarin Hic bir isine yaramayacak.

Senin bahsettigin neml suresindeki ilgili ayeti siyak sibahiyla inceleyelim.

[027.081] [DI] Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara sen duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır.

[027.082] [DI] Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit hayvan çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkların söyler.

[027.083] [DI] O gün her ümmetin ayetlerimizi yalanlayanlarını toplarız. Onlar bir arada tutulup, hesap yerine sevkedilirler.

[027.084] [DI] Geldikleri zaman Allah: «Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa yaptığınız neydi?» der.

[027.085] [DI] Haksızlıklarından ötürü, söylenilen söz başlarına gelir. Artık konuşamaz olurlar.

 

Demek sizin mantiginiza gore, Peygamber Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremeyecek, fakat senin dabbetul arz dedigin Mehdi donderecek oylemi.?

Dabbetul arz dedigin, yaratigin ilerde, yapacagi,Kafirlerin Allahin Ayetlerine inamadigina sahitlik etmesinden baska bir sey degil.

Bu aynen Furkan suresi 30. ayette gecen su soze benziyor.>[025.030] [DI] Peygamber: «Ey Rabbim! Doğrusu milletim bu Kuran'ı terketmişti» der.

Sizin dabbetul arz , a, yaptiginiz yoruma bende su yorumu yapsam mubalaga etmismi olurum sizce.

Benim yorumuma gorede, Dabbetul arz, Muhammed aleyhisselamdir.

Furkan suresindeki 30. ayetle neml suresindeki 82 ayeti birlikte okursak mesele anlasilir diye dusunuyorum.

Ama benimkisi saadece bir yorum, En dogrusunu Allah bilir.

Haa unutmadan size belirteyimki.

Ben hadisleri delil olarak kabul etmiyorum.

Hele hele. gelecekle ilgili konularda.

selam ve dua ile.

Allaha emanet olunuz.

Evren.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Pir Gerçek Veli (Bay, 34)

Kime : Grup: Alevi Kıyamı Hak-Mehdî Zuhuru Hak...

Tarih : 3.9.2007 12:56 (GMT +2:00)

 

 

Konu : Alevilerin Üç Atatürk'ü...

 

 

Alevilerin Atatürk'ten önce de Atatürkleri vardı: İlk Atatürkleri Hoca (Koja) Ahmet YESEVİ'dir...Aynı zaman'da kendisine ünvan olarak Pir-i Türkistan denir...İkinci Atatürkleri Ulu Pir,Yüce Gerçek,Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli'dir...Ve Hünkar içinde ünvan olarak Pir-i Horasan denmiştir...Üçüncü Atatürk'e gelince,zamanın ve mekanın şartlarıda göz önünde bulundurularaktan Mustafa Kemal ATATÜRK'tür...Ama bir farkla tabi ki: O fark Atatürkten önce bulunan her Ulu kişilerinde hem zahir hem de batın gözleri çok netti? ne yazık ki; zamanın ve mekanın talihsiz şartları üçüncüsü olan Atatürk'ün batın gözünü âmâ etmişti...Atatürk'ün şu sözü bu gerçeği ortaya koymaktadır: *Biz ilhamımızı gökten geldiği zannedilen ayetlerden değil...Bizzat hayatın gerçeklerinden alıyoruz...* Aslında burda söylenmesi gerekeni söylemiştir...Zahirin hakim olduğu zaman ancak bunu mecbur kılıyordu...Artık batını herkes kaldıramazdı...Zira zaman ahir-i zaman'dı...Hoca Ahmet YESEVİ diyor ki: *Başına sarık sarar...İlmi yok neye yarar...Oku yok yayı kurar...Ahir-i zaman şeyhleri...* Yani o zaman bulunduğumuz zaman gerçekten böyledir...Ve daha başlangıcında üstün zekasıyla Atatürk bunu anlamış ve önlemini almış kurduğu Cumhuriyeti Laikleştirmiştir...Ve eklemiş: *Türkiye Cumhuriyyeti şeyhler ve dervişler Cumhuriyyeti olamaz...* demiştir...Burada not düşmek gerek...Atatürk'ün batın gözünün âmâ oluşunun nedeni şudur...Atatürk diyor ki: *Din birleştiricidir derler...Hayır birleştirici değil bölücüdür...Bakın İslam ülkelerine hepsi param parçadır...* Atatürk burda yanılıyor...Her zaman aklını imanının yerine koyan bu adam bir kez olsun imanını aklının yerine koyup gerçeği derinlemesine algılayamamış ve o yüzden kendinden emin olmadığı için de,*Ben gerçeğin aşığıyım...O gerçek benim aleyhime dahi olsa...* demiştir...Peki gerçekten Din daha doğrusu İslam dini kendi Ümmeti için bölücümüdür...Haşa...Şu ayetleri okuyun siz karar verin bakalım bölücümü birleştiricimi...

 

 

AL-İ İMRAN SURESİ:

 

 

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla...

 

 

103. Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.

 

104. İçinizden hayra çağıran, doğruluk ve güzelliği belirlenene özendiren, kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındıran bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere erenler işte onlardır.

 

105. Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır.

 

 

BAKARA SURESİ:

 

 

208. Ey iman sahipleri! Hepiniz toptan barış içine girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

 

 

ENAM SURESİ:

 

 

159. Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.

 

 

Sadakallahül-Azim...

 

 

Oysa ki:bölücü olan din değil tarikat ve mezhep anşlayışları olmuştur vesselam...Atatürk en azından bunu anlayıpta tevhid-i islam'ı sağlasaydı yine biz kazanmış olacaktık...Ama ne yazık ki buda olmadı...Çünki burda'da hataya düşüldü...Örneğin Muhammed Hamdi YAZIR'a Kur'an-ı Kerim'in türkçe mealini teklif ettiği zaman Hamdi Yazır uzunca düşünmüş ve tereddütlerden sonra şu teklifi yapmıştır...*Ben bu meali bir şartla yazarım...Ancak Hanefi mezhebine ve onun muamelatı ve içtihatlarına uygun olmak şartıyla...* Ve burda cesur yürek susmuş çaresizlik içerisinde kabul etmiştir...Ve belki orda demeli idi ki:*Yahu İslam ilk geldiği zaman mezhep varmı idi...O zamanlar içtihatlar ve mezhepler Kur'an'a göre oluşurdu ve yazılırdı...Şimdilerde Kur'an içtihatlara ve mezheplere göre yazılıyor ve tefsir ediliyor...* ve ne acıdır ki; yıllar sonra bunun ceremesini bir Alevi Dede'si Halil ÖZTOPRAK çekmiş...Gusül abdestinin Hamdi Yazırda ki: mezhep yorumu ayetten sanılıp Halil Öz toprağın salt mealin türkçe yorumunun bunu demediğini (Guslün ayete göre sadece yıkanmak olduğu) söylemesi üzerine kıyamet kopmuş ancak CHP'nin bir komisyon oluşturup el-ezhere heyet gönderip işin aslının ortaya çıkmasıyla adamcağız idamdan son anda kurtarılmıştır...Bir çok hatalar vardır...Hala düzeltilmeyi beklemektedir...Ta ki; Mehdi zuhur edede düzele vesselam...Biz yine Atatürk'e dönersek...Diğer yandan devrimler gerçekleşirken Atatürk'ün İslam'a ve kurumlarına saldırıyor izlenimleri bazı sahte şeyhleri örneğin şeyh said ve said nursileri rahatsız etmiş olmalı ki; genç said (nursi) onun yaptıkları karşısında kendisinin *Deccal* olduğunu söyleyecek cesareti kendisinde bulmuştur...Öyle ki; Atatürk kendine göre *Deccal* olunca hiç kuşku götürmez ki; kendiside *Mehdi* oluyordu...Nitekim olan oldu ve Derviş Mehmed denen cani (Nakşibendiyyenin Halidiyye kolundan) daha hızlı davranıp İzmir Menemende kendisinin *Mehdi* olduğunu ilan edip taraftarlarını sokağa dökerek isyan başlattı...İsyan haberini alan genç ve onurlu türk subayı teğmen Kubilay (Allah Rahmet Eylesin...) hemen olay yerine intikal etti...Genç subay kan dökülmeden bitsin diye blöf yaparak bunların üzerine kuru sıkı mermi attırdı...Tesadüf o ki; bu durum Şeytanın maskarası sahte mehdi derviş mehmetin işine yaradı...*Bakın bize kurşun işlemiyor...Ben Mehdi'yim...Ben Mehdi'yim...Allah-u Ekber...La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah...* diyen bağırmaya başladı...Galeyana gelen halk askerleri püskürtüp Kubilayın yalnız kalmasını sağlayınca...Derviş Mehmed denilen cani...Üstelik yaralı Camiye sığınmış birinin oracıkta mübarek başını keserek sözde sancağın ucuna takarak halka teşhir etti...Olay hemen Atatürk'e ulaştı...Paşa çok üzüldü...Ve üzüntüsünü şöyle ifade etti...*Arkadaşlar Derviş Mehmet denen bir nakşibendi meczubu teğmen kubilayın kafasını kesmiş...* Bir rivayete göre Atatürk şöyle demiştir...*Menemeni haritadan silin...Biz onların namusu için düşman ile harb ederken şunların yaptıklarına bakın...* Elbette ki o şeytanın maskarası olan sünni irtica yanlısı yobaz *Mehdi* değil di...Ve zaten bu gibi yobazların her seferinde ben Mehdi'yim diye ortaya çıkması Alevileri tümden Mehdi inancından uzaklaştırdı...Oysa ki; Aleviler Mehdi stratejisinin bir parçası olarak ortaya çıkmış... Allah'ın ahir-i zaman'da Mehdi ile birlikte ortaya çıkaracağı stratejik toplumuydu...Ama Alevilerde bir yanlışa düştü ve Osmanlı devletinin Atatürk ve silah arkadaşları için idam fermanı çıkarması üzerine Atatürk'e sahip çıkmak adına kendisini *MEHDİ* ilan ettiler...ŞİMDİ DURUM ORTADA...ALEVİLER BİLMESEDE SÜREÇ DEVAM EDİYOR...ALEVİLERİN KIYAMI YAKINDIR...MEHDİ'NİN ZUHURU YAKINDIR...ALLAH'IN İLMİ VE RAHMETİ MEHDİ'NİN VE ASHABININ ÜZERLERİNE OLSUN...AMİN SADAKALLAHÜL-AZİM...

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk bir din adamı değildiki şeyhler, dervişler bilmem neler gibi hareket etsin o asker, devlet adamı, bilim adamı gibi bir sürü vasfı olan bir dahiydi. insanları dinlere bakışı ile anlamaya çalışmak ahmaklık. dinlerin amacı bölmekmidir bilmem ama birleştirmediği ortada. hangi din hangi topluluğu birleştirmiş göstermek imkansız. üstelik aksine kimse kimsenin dinini beğenmiyor yada dini uygulamasını. herkes bir diğerinin inancına yaşam tarzına laf atıyor.

 

çok görüyoruz (dindar adam) yada (o zaten dinsiz) dediklerini. aynı dinden olsalar bile biri diğerini beğenmiyor yada aksine tapınma derecesinde beğeniyor. insanları anlamak zor, dini anlamak çok daha zor.

 

mehdi meselesinede ancak gülüyorum artık bu çağda hala mehdi bekleyenlere yazık diyorum. ne olacak mehdi gelecek hepimizi kurtaracakmı? ya mehdiyede yazık olur bu insanlar onuda kesmek isterler. hele hele işlerine gelmeyen şeyler söylerse çarmıha gerer olmadı asarlar. düşünüyorumda mehdi geliyormuş ve bu şeyhlerin, hocaların, tarikatçıların, akpcilerin hepsini düşman ilan ediyormuş aman aman. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden: Ayhan Aytaç (Bay, 34)

Kime: Grup: Hür İslam Halk Hareketi.

Tarih: 22.01.2007 13:58 (GMT +2:00)

 

 

Konu: Tanrı'nın oğlu meselesi üzerine:

 

 

 

İsa Mesih bir sabi olarak yahudi halka gösterildiğinde bazı cahiller onun bir sabi olarak konuşmasına şahit olarak şöyle söylediler:'Bu insanoğluna benzemiyor konuşuyor...Biz ilk defa bir sabinin konuştuğuna şahit oluyoruz...Bu insanoğlu değil olsa olsa Tanrı'nın oğlu olabilir...' Ve o dönemler yunan mitolojisinden kalma kesişik kavramlar cahil halkın dilinde dolanıyordu...Yılanoğlu,Tanrıoğlu,Eros,Afrodit,Tanrıça,vesaire...Eğer bizler din tarihi keşfi yapmamız için İslam öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmamız lazımdır...Ancak gerçekler bu kural üzerine bizlere ulaşır...Yani İslam Tanrıoğlu kavramını elbette kabul etmez ama Hıristiyanlarda ille gerçek manada bunu demek istemezler veya söylediklerini tefsir edemezler...Tıpkı Aleviler gibi! onlarda bir çok kavram dillerinde dolandırırlar ama batın manasını bir türlü tarif edemezler...Yani siz kıbleye dönmüş namaz kılan bir müslümana sen kabeye mi secde ediyorsun deseniz o ısrarla hayır ben Allah'a secde ediyorum diyerek yorum getirir...Keza bir Hıristiyana da sorsanız ki,yahu İsa Mesih gerçekten Allah'ın oğlumudur diye onlarda hayır canım biz onu ruhumuzun babası manasında hepimiz için kullanırız...Nitekim İsa Mesih için tenasül tabiat manasında Tanrı'nın oğlu denmediği de mutlaka aşikardır...Yani biz bunun mantığını yoklayacak olsak ve kabul etsek ki,ruhun babası anası diye o zaman İsa Mesih'in öz babasının Cebrail olması gerekirdi...Neden çünki bütün incil başlangıcında Meryem o ruha gebe kaldı tabiri kullanılıyor...Yanlış bir tabir ama neyse...Bakın bu Hıristiyanlar bir şey diyor ama batın manasını bilmiyor...İsa Mesih kısaca diyor ki; 'Gökteki babanız ne kadar kusursuz ise sizde onun gibi kusursuz olun...' bunun Kur'an'da ki karşılığı Allah'ın boyasına boyanın yani 99 sıfatından nasip alıp zıllerini tecellilerini cihana yansıtın...Rab meseleside vardır mesela benim Rab den anladığım özellikle Resul Pavlos bunu Rab İsa derken 'Efendimiz İsa' manasında kullanılır...Tıpkı bizim Resulullah Efendimiz dememiz gibi...Nitekim onun ismine bağlı olması ben onu örnek alıyorum sizde beni örnek alınız gibi kavramlar kullanmasının yine Kur'an'da 'O elçi sizin için en güzel örnektir' manasına tekabül eder...Yani Resul Pavlos bizim zamanımızın insanı olsaydı bizim gibi olacaktı...Yine de onlar gelen peygambere en güzel şekilde sahip çıkmış gerçeği tasdik etmişlerdir...Allah'ın ilmi ve rahmeti üzerlerine olsun...Bakın şeytanın bütün bu konular üzerinde büyük oyunları vardır...Nasıl ki,şeytan bizi Kur'an dan uzaklaştırdığı gibi aynı zamanda geçmişte olup bitenlerden ve gerçeklerden habersiz olmamız için elinden geleni yapmış türlü kavram kargaşalarıyla bizleri tevrattan zeburdan ve incilden de uzaklaştırmıştır...Ben bizzat şahit oldum ki,bir arkadaşım bana ben kutsal kitabı okuyamıyorum korkuyorum imanımdan olurum diye uzaklaşıyorum demiştir...Ne hikmettir ki,sanki bu işi bir bizler yani Aleviler ve Bektaşiler başarmış ve zafere erişmiştir...Onun içindir ki,dört kapı kırk makam gerçeğini bu ilkeler ışığında kabul etmişiz...Bir de şu varki bizler söz de değil öz de dört kitap haktır demiş ve ona göre hareket etmişiz...Devam ediyorum söylenmedik bir şey kalmasın diye...Benim yanılmıyorsam bir yerde okuduğum Hz.Ali'ye ait sözde şöyle yazıyordu...'Allah sırrı hakikatini dört kitap'a serpiştirmiştir...' bu şu demek bir fotoğraf düşünün dörde bölünmüş her parçası bir yerde...Her parçası başka yerde olduğundan sadece o parça ile birilieri mana çıkarmış...Hiçbiride doğru manayı bulamamış...Ve Allah nasip etmiş sırrı hakikate vakıf olanlar bu dört parçayı Allah'ın inayetiyle bir araya getirip resmi net olarak görmüştür...Adam diyor ki Aleviler yehova şahidi olmuş...Bende sordum ne yapıyorlar...Efendim üç kutsal kitabı okuyorlar Kur'an'ı kabul etmiyorlar...Bende diyorum ki,onlar yehova şahitliğini değil öz inançları olan Aleviliği öğreniyorlar gerçeği anlayıp yüzü yerde özü darda dergaha gelip yüz sürecekler...Çünki bir yehova şahidi bana getirmiş kutsal kitabı önüme koymuş işte gerçek burda diyor...Bende üstüne Kur'an'ı'da ekleyip işte şimdi gerçek burda diyorum...Bu işler çok karışık dostlar şeytan gerçekten işleri çok karıştırmış ama şu kesin ki gerçekler cem olmuş Alevi ve Bektaşi külliyatında beklemektedir...Ta ki,Mehdi zuhur edede siz bu gerçeklere vakıf olasınız...Ne mutlu Rabbinin sözünü işitip itaat edenlere yazacaklarım bu kadar iğce merak ettiğiniz bir konu olursa çekinmeden benimle irtibat kurun ve hep birlikte gerçeği ortaya çıkaralım...Çünkü zaman gizliliklerin ortaya çıktığı ahir zamandır...Benden herkese selam olsun...Allah bizi gerçeğinde buluştursun...O bize değil biz ona muhtacız vesselam...

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Pir Gerçek Veli (Bay, 34)

Kime : Grup: Alevi Kıyamı Hak-Mehdî Zuhuru Hak...

Tarih : 6.9.2007 12:16 (GMT +2:00)

 

 

Konu : PİR ANA KADINCIK...

 

 

Hacı Bektaş Veli, Suluca Karahöyük'e geldiğinde, Kadıncık Ana ile Karahöyük'ün yanında bugün de su akan derede çamaşır yıkarken karşılaşır. Uzun yollardan gelmiştir. Karnı da çok acıkmıştır. Derede taşlar üstünde çamaşır yıkayan Kadıncık Ana'ya yaklaşır, selam verdikten sonra:'Bacım, karnım acıktı. Hak rızası için bir lokma verir misin? 'der.

 

O yıllarda Sulucahöyük'te kuraklık ve yoksulluk vardı. Halk nafakasını zor karşılamaktaydı. Kadıncık Ana, dervişin bu isteğinden sıkıntıya düşmüş, ama içinden de: 'Bu dervişin yüzüne karşı yok diyemem', diye içinden söylenerek, yanında oyun oynayan kız çocuğunu çağırıp; 'Dervişin dediğini duydun, git bakalım, teknede ekmek varsa al gel! ',der.

 

Çocuk, koşa koşa eve gider. Bir bakar ki, kileri, yiyecek konan kapları, sandıklar vs. yiyecekle dolup taşıyor. Daha önce evde nafakasının zor bulunduğunu bilen çocuk, şaşkınlıkla sevinç karışımı bir halde Kadıncık Ana'ya:

 

'Ana doluuu! Ana doluuu! ' diye bağıra bağıra koşar. İşte Anadolu adının, bu 'Ana doluuu' ifadesinden geldiğine bugün bile inanılır.

 

O, Anadolu'ya insanlığa hizmet için bir görevli olarak gelir. Hacıbektaş'ta açtığı mütevazi dergahında tüm insanlığı kucaklar. Sade bir yaşam sürdürür. Gün olur hayvanları güder, çobanlık yapar. Gün olur dergahında 72 milleti aydınlatır.

 

13.yüzyıl Anadolu'su bir toplumsal karışıklık dönemini yaşıyordu. O insan sevgisi ve sınırsız hoşgörü anlayışı ile tüm insanları dostluğa, kardeşliğe yöneltmeye çalıştı.

 

*

Hz. Hünkâr Anadolu'ya yaklaştığında mânâ aleminden Anadolu erenlerine: (Esselamünaleykum Anadolu Erenleri ve Kardeşleri) dedi.

Bu sırada Anadolu Erenleri 'Hak, Muhammed, Ali' hakikatler yolu olan cemde idiler. Bu cemin göz-cüsü de Karacaahmet Sultan'dı. Hz. Pir Hünkârın selâmı cemde bulunan ve gözcü Karacaahmet Sultan'ın bacısı olan (Fatma-Nurİye Kadıncık Ana'ya) malum oldu.

Aynı zamanda Sivrihisar'da meftun Seyit Nurettin'in kızı,. İdris Hocanın hanımı idi. (Bk. Miratül Makasid s. 183) Kadıncık Ana; ayağa kalkıp, elini göğsüne koyup üç defa (Aleykümselam) dedi ve edeb erkân oldu.

-Erenler, kimin selamını alırsın? Ya Kadıncık ana!

- Kadıncık Ana: Anadolu'ya bir er geliyor, sizlere selâm verdi, onun selâmını aldım dedi.

- Erenler: Dediğin er nereden geliyor?

- Fatma Nuriye Ana: Kendisi Horasan erlerindenolup. Necef den geliyor dedi.

 

*

Aşıkpaşazade'ye göre, Hacı Bektaş Veli kendinden geçmiş bir meczub idi. Tarikatı ve müridleri yoktu. Hacı Bektaş Veli'nin; Aşıkpaşazade'nin Hatun Ana dediği (Vilayetnamede Kutlu Melek- Fatma Ana- Kadıncık Ana isimleri ile anılan) , manevi bir kızı olduğunu; tasavvuf öğretisini ve kerametlerini ona emanet ettiğini; Hatun Ana'nın da bunları Abdal Musa'ya aktardığını, Aşıkpaşazade'den öğreniyoruz. Bu bilgiyi, Abdal Musa Vilayetnamesi de doğrulamaktadır. Bu bilgiler, o çağdaki 'kadının', erkek müridi olacak kadar, yüksek bir statüye sahip olduğunu göstermektedir. Vilayetname'deki anlatımlar da, İslami dönemdeki kısıtlamalardan önce, kadının sosyal yaşamda etkin bir yerde olduğunu ortaya koymaktadır. Meclislerde erkeklerin yanında yer almakta ve yabancı konuklara hoş geldin diyebilmektedirler.

 

*

BALIM EVİ (Kadıncık Ana Evi) :

 

 

Karahöyük'ün eteğinde, tarihi Akpınar Çeşmesi'nin arkasında bulunan Balım Evi'ne Kadıncık Ana Evi'de denmektedir. İdris Hoca'nın evi olduğu ve Hacı Bektaş Veli'yi bu evde konuk ettiği bilinmektedir. Hacıbektaş'ın en eski yapılarından olan bu ev Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore ettirilmiştir.

 

Ev birbirine ekli üç odadan oluşmaktadır. Birinci oda tek kemerli olup, üç küçük penceresi vardır. Odanın sol tarafındaki eğri duvar, yıkılmak üzere iken Hacı Bektaş Veli'nin eli ile yıkılmasını engellediği rivayet edilen duvardır. Giriş kapısının karşısındaki sol köşede, Kadıncık Ana'nın içinde gizlendiği söylenen tandır yeri bulunmaktadır. İkinci ve üçüncü odalara ayrı kapılardan girilir. Üçüncü odanın tavanı kemerli olup, her iki odanın da aydınlatma pencereleri vardır.

 

*

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde

Hakkın yarattığı her şey, yerli yerinde

Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok.

Noksanlık da eksiklik de, senin görüşlerinde

 

Hacı Bektaş Veli

 

 

Alevi ve Bektaşi toplumlarında kadının konumunun önde olması Alevi ve Bektaşi öğretilerinin eseridir. Hacı Bektaş Veli’nin yarattığı Kadıncık Ana’dan günümüze gelen kadınların yaşamlarında hep mücadele egemendir. Alevi ve Bektaşi kadınlarının yollarını açan Alevi öğretisidir. Çünkü Alevi öğretisinde kadın dünyadır, doğurandır. Onu yaratan, doğurgan yaratmıştır. O nedenledir ki; Alevi inancında kadın erkek yaşamın her alanında yan yanadır. Ceme birlikte katılırlar, semahta yan yana dururlar. Kadınlarda erkeklerle kanat çırparlar. Cemde demi kadınlar sunmaz, onlar lokmacıdır. Semah sonunda erkek kadının ayağına değil omuzuna niyaz eyler.

 

Kadın seherde ses

 

Kadın sevdada saz

 

Kadın semahta niyaz

 

Kadın sevgide sabırdır

 

Yaşar Seyman

 

*

Yeniceriler askeri bir orgutlenme idi. Yani askerlik zanaatini yerine getirirlerdi. O donemlerde hatırlarsanız bir de Ahi teskilatlanması vardı. Meslek kurulusu seklinde. Usta-çırak ilişkisi içinde ve kendi ilke ve yöntemleriyle mesleği öğrettikleri, mesleği icra kurallarının oluşturulduğu ve işletildiği muhteşem bir sistem. Iste Bektaşilik Ahilik ile çok yakın ilişki içinde gelişti. Neden mi? Bunda Kadıncık Ana’nın rolu büyüktür. Kadıncık Ana, Baciyan-ı Rum’un başıydı. Yani Anadolu Kadınlar Teşkilatının. Kadıncık Ana, Hacı Bektaş Veli’nin yol evladıydı. Makalat’ta bu acikca bildirilir. O’nu kız edindi diye… Himmetini de ona birakir. Yani gercekte Haci Bektaş Veli’nin irsad ederek, kurduğu sistemi emanet ettigi kisi bir kadındır. Ama, su sıralar ataerkil bir toplum olarak yaşamakta olduğumuz için bu gerceği goz ardi ediyoruz ve onu atlayarak bir sonraki kisiye geciyoruz. Oysa Abdal Musa’yi bile yetistiren odur.

 

*

Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük’e geldiğinde, henüz küçük bir yerleşim olan bu köyde, kendisine sahip çıkan Kutlu Melek ile kocası İdris’in evine yerleşir[1]. Var olan bütün servetini dervişe yani Hacı Bektaş’a harcayan Kutlu Melek, evli ve o güne kadar çocuk sahibi olmamasına karşın, mücerred yaşayan Hacı Bektaş’tan çocuk sahibi olur, durumun açıklaması

 

 

“(...) Bir gün Hünkâr abdest alırken Hünkâr’ın burnu kanadı. Kadıncık’a ‘bu suyu ayak değmiyecek bir yere dök’ dedi. Kadıncık leğeni alıp götürürken, ‘şimdiye kadar o tertemiz suyu içerdim’, diye düşündü ve leğeni kaldırıp içti: boş leğeni tekrar Hünkâr’ın önüne getirdi. Bu durum Hünkâr’a malum oldu. Kadıncık’ın yüzüne baktı ‘kadıncık, bu suyu içtin mi’ dedi. Kadıncık ‘Erenlere ne malum değil ki; erenlerden artanın bir yudumunu bile dökecek yer bulamadım; ancak, karnımı buldum’, diye cevapladı. ‘Kadıncık, bizden umduğun nasibi aldın; senden iki oğlumuz gelecek; onlar, yurdumuzun oğlu olacak; halkımızın yetmiş yaşındakileri onların yedi yaşında olanlarının elini öpsünler. Dünya bozulsa da sırtları yere gelmesin, hiç zahmet görmesinler’, dedi. Kadıncık’ın üç oğlu oldu; bunlardan biri Hünkâr’ın sağlığında öldü, ikisi kaldı; onların soyu sürdü. (...) ”[2] şeklinde yapılır.

 

*

Aşıkpaşaoğlu Tarihi’nde Abdal Musa’ya ilişkin bilgiler vardır. Aşıkpaşaoğlu, Abdal Musa’yı Hacı Bektaş’ın “müridi”, Hatun Ana(Kadıncık Ana) ’nınsa “muhibi” olarak gösterir. Abdal Musa Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş’ın yatırının başında bir süre kalmış, büyük bir olasılıkla Hacı Bektaş Degahı’nı Kadıncık Ana ile birlikte o kurmuş, Orhan Bey döneminde savaşlara katılmış, özellikle Bursa’nın alınmasında(1326) bulunmuş, bir asker üsküfünü başına koyarak geri geldiğinden Bektaşiler’in “Elifi tac”ı böylece onunla gelenekleşmiştir.

 

*

Kadıncık Ana, Kadıncık obasından olan ana ya da Kadıncık obasının anası anlamında bir addır.

 

Vilayetname’ye göre Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş’ı ilk görenlerin arasında Kadıncık Ana adlı birisi vardı. İdris’in karısı olan Kadıncık Ana, Hacı Bektaş’a yardım edenlerin başında geliyordu. Hacı Bektaş zamanla, ara sıra Kadıncık Ana’nın evinde kalmaya başlamıştı. Yine Vilayetname’ye göre Kadıncık Ana’nın asıl adı Kutlu Melek’ti. Halk, sevgi ifadesi olarak ona Kadıncık Ana diye hitap ederdi. Hacı Bektaş’ın Kadıncık Ana’dan –nefes yoluyla– çocukları olmuştu.[53]

 

Kadıncık Ana’nın türbesi Hacıbektaş kasabasındadır. Ayrıca, Eskişehir’in Seyitgazi yöresindeki Karacaali’de Kadıncık Ana adlı bir türbe vardır.[54]

 

Vilayetname’deki olaylar konumuz kapsamında değildir. Vilayetname’den aktardığımız bu bilgiler, hangi düzeyde olursa olsun Hacı Bektaş ile Kadıncık Ana adlı birisinin aynı ortamda yaşadığını göstermektedir. Kadıncık Ana, Vilayetname’de de belirtildiği gibi, bireysel bir ad değildir. Kadıncık Ana, Kadıncık obasından olan ana ya da Kadıncık obasının anası anlamında bir addır. Öyleyse, Türkmenlerde Kadıncık adlı bir oba var mı, sorusunun yanıtını aramak gerekiyor.

 

*

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Mehdî (Bay, 34)

Kime : Grup: Alevi Uyan...Mehdî Geldi...

Tarih : 7.9.2007 11:46 (GMT +2:00)

 

 

Konu : Mehdi şöyle söyledi? ..

 

 

'Ne zaman Bediüzzaman Said Nursi'den ve onun sözde Kur'an tefsiri kabul edilen Risale-i Nurlardan bahsedilse benim hemen aklıma Bakara suresi:79.ayet-i kerimesi gelir...Ve hiç kimse bu adamın İmam-ı Gazali'nin,Muhyiddin İbnu'l Arabi'nin,Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin,ve son olarakta yüksek marifet sahibi İmam-ı Rabbani'nin kötü birer taklitçisi olduğunu anlıyamaz...Doğrusu ben bu yüksek marifetle bunları çok rahatlıkla anlamaktayım...'

 

Ve Hazret-i Mehdi'nin bahsettiği malum ayet-i kerimeyi sizlerle paylaşıyoruz...Allah hepimize hidayet nasip etsin...

 

Bakara suresi:

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

 

79. Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, 'İşte bu, Allah katındandır! ' derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden! ..(Sadakallahül Azim...)

 

 

MEHDİ DEVAM ETTİ VE ŞÖYLE SÖYLEDİ:

 

 

\'SÖZDE BEDİÜZZAMAN OLDUĞU SÖYLENEN SAİD NURSİ (KÜRDİ) VE SÖZDE HATEMÜ\'L EVLİYA OLDUĞU SÖYLENEN ÖMER ÖNGÜT OLMAK ÜZERE HER İKİSİ ASLINDA HAZRET-İ AHMED FARUKİ SERHENDİ İMAM-I RABBANİ MÜCEDDİD-İ ELF-İ SANİ KUDDİSE SİRREHÜL AZİZ\'İN BASİT ASALAKLARIDIR...VE SÖZDE ZAMANIN MÜCDEHİDİ OLDUĞU SÖYLENEN FETHULLAH GÜLEN VE HY MÜSTEAR İSMİYLE ZİKREDİLEN ADNAN OKTAR OLMAK ÜZERE HER İKİSİDE ASLINDA SAİD NURSİNİN PİS PARAZİTLERİDİRLER... MÜJDELİ HABERLE BİLDİRİLDİ Kİ; MEHDİ FARUKA MERHAMET EDER...BU FARUĞUN KİM OLDUĞU KONUSUNDA MEHDİ DÜŞÜNMÜŞ ÖNCE BU KİMSENİN PROF.DR.FARUK BEŞER OLDUĞU SANILMIŞ FAKAT İLİMDE DERİNLEŞİP MESELE DAHA DERİNLERE İNİNCE BU KİMSENİN ASLINSA (SILA) İSMİ İLE HADİSLE MÜJDELENMİŞ OLAN HAZRET-İ AHMED FARUKİ OLDUĞU MEHDİ TARAFINDAN KESİN OLARAK SAPTANMIŞTIR...

 

 

\'HER ŞEY ALLAH İÇİN VE İSLAM\'IN HÜRRİYETİ İÇİN...\'

 

 

******HÜR İSLAM HALK HAREKETİ******

 

___________________________

BAKİ GERÇEKLER DEMİNE HU DOST ALLAH EYVALLAH...

GERÇEĞE HU MÜ'MİNE YA ALİ YA MEHDİ SAHİB-İ ZAMAN...

 

Bu mesaja cevap yazmak için tıklayın

 

 

Bu mesaja yazılan cevaplar:

 

 

msli (rumuz)

 

merhaba sayın mehdi

bakıyorum da bir kaç isminiz var grup yönetiminde,

sizin heyecanınız güzel de, yalnız hatırlatayım daha mehdi değilsiniz,

bence biraz acele ettiniz, itiraf edin ki acele ettiniz mehdi olmaya karar verirken..

yalnız bu konuda kafanız çok karışık,

bu kafa karışıklığını görünce yardım etmek istedim, beni hızır olarak görebilirsiniz..yoksa çok acı çekersiniz, çünkü görünüyor her tarafın.

çekeceğiniz acılarla bir yere varamazsınız ve başkasına da huzur veremezsiniz.

yapacağınız şey kafanızdaki karışıklık gidinceye kadar sesinizi çıkartmamanızdır..

siz 'mehdi olmaya karar verdim' diyorsunuz. diyorum ki mehdi olmak için

kendi kendinize karar veremezsiniz, mehdi karar verilip de olunacak bir mekanizma değildir..

said-i nursiye de hakaret ettiniz, halbu ki o ' ben mehdinin pişdarıyım, öncüsüyüm ' demiş, gafilliğinden onu küçümsediniz,,

bir daha yazmayabilirim,

sana büyük iyliğim olsun boş ver bu mehdiliği,, yapabileceğin bir şey değil,,

senin her kelimen yapamayacağını haykırıyor.

etrafta çevrende mahçup olman güzel bir şey değil..

seni seviyoruz

selamlar

 

 

seyid_bilal (rumuz)

 

Allah yolunda cihad eden insanlara sövmeyin...sonra ateş size dokunur...

haddinizi aşmayın...zira Allah haddi aşanları sevmez....

size ne oluyor ki, kendi ayıplarınız dururken, Allahın sevgili kullarını tenkid ediyor ve onları incitiyorsunuz...

ateşe girmek için; Allahın sevgili kullarını tekfir etmek yeterlidir...

yalan yere iftira eden, bizden değildir...

mümin kullara buğz eden, bizden değildir...

kalbinde zerre miktar kibir bulunan cennete giremez..

..........

Allah seni ıslah etsin... dilin uzun, kalbin bozuk, aklın kısa, edebin noksan, saplantıların acınacak halde, tevbe etmezsen büyük bir mesuliyettesin...

 

sana acıyorum... sözlerine müşteri bulamayınca, din adına bişeyler yapmaya çalışanları eleştirmeyi maharet zannediyorsun...senin islamiyetten nasibin bu kadar...

senin için üzülüyoruz... zira tevbe etmezsen, pişman olacaksın... hem de; nedameti şerrun...yevmel ahirah...sırrınca, en büyük pişmanlık olan, ahiretteki şerli pişmanlıkla karşı karşıya kalacaksın... kork! cenab-ı hakkın ateşinden....

 

 

beyinakademisi (rumuz)

 

*Ahmed Faruki hazretlerini ismini kullanarak müslümanların arasına nifak sokmaya çalıştığın için,

*Kendini ya da bağlandığın birisini 'mehdi' diye insanlara yutturmaya çalıştığın için,

*Bediüzzaman Said Nursi'nin 'Risale-i Nur' isimli eserini okumadan, ön yargılı bir şekilde hakaret ettiğin için...

*M. Fetullah Gülen ve HY'nın yaptığı hizmetleri göremeyecek kadar kör olan kalp ve kafa gözlerinizin bulanık bakışlarından südûr eden şaşılık hezeyanıyla insanların başını ağrıttığınız için,

SİZİ MERHAMETİ SONSUZ ALLAH'A HAVALE EDİYORUM.

ALLAH SİZE LAYIK OLDUĞUNUZ GİBİ DAVRANSIN...

EĞER HİDAYETİNİZ HAYIRLI İSE HİDAYET VERSİN.

YOK HELAKETİNİZ HAYIRLIYSA O DA ALLAH'IN TAKDİRİ...BİRŞEY DİYEMEYİZ.

 

 

erk@m (rumuz)

 

akıl yetmezliği, belahet, denilik, ukalalık, haddini aşmak, Allahın ayetlerini çarpıtmak, din adına kendi ihtiraslarını beyan etmek, samimiyetsizlik, yalancılık, riyakarlık, maddi menfaat, hubb-u cah, şöhret-perestlik, gurur, kibir, öfke, nefret, keşmakeşlik, nasipsizlik, edepsizlik, terbiyeden nasibi olmamak ve daha sayabileceğim bir sürü adi hasleti sizin yazınızda ve sizde görmek mümkün...

....

Allah selamet versin....

 

 

€F|@tunSu|T@n (rumuz)

 

Sen bu yazıyı islamın hürriyeti için yazdıysan ben de ne olayım. Bir kere hangi hakla Said Nursi'ye hakaret ediyorsun? Düşünceni insan gibi açıklayamıyor musun? Bir de hangi akla hizmet o ayeti Said Nursi'ye layık görüyorsun? Galiba sen Said Nursi'nin ömrünün yarısını hapishanelerde geçirdiğini ve o kitaplarıda kibrit kutularının üstüne yazdığını bilmiyorsun. O kibrit kutularının üzerine yazılan kitapları, onun öğrencileri tek tek elle yazarak çoğaltıp bu günlere getirdiler, sen o ayetle Said Nursi'nin sağlayacağı hangi çıkardan bahsediyorsun be? Yahu adam davası uğruna evlenmedi bile, bırak evlenmeyi, bir gün adam gibi bir insan yatağına uzanıp rahatça uyumadı bile. Sen neye dayanarak, onun hangi sözlerini örnek göstererek, hangi hareketine vurgu yaparak bunları söylüyorsun? Sıkıysa cevap versene, bir tane adam akıllı 'delil' gösterip insanların biraz da 'mantıklarını' tatmin etmeye çalışsana. Böyle deli saçması laflara karnımız tok ciğerim.

 

 

_TAKLAMAKAN_ (rumuz)

 

Biri birinin asalağı ve o asalakların parazitleri ve o parazitlerin tufeylileri.

güzeldi kardeşim.

bunların hakkından siz geleceksiniz.

bizi dinlemiyorlar.

 

 

asii_melek (rumuz)

 

ya sen kendini mehdimi sanıyosun? saçmalamayı bırak artık lütfen.mehdi; kelime olarak arapça he-de-ye kökünden ismi mef'ul olup hidayete ermiş; hidayet bulmuş kişi anlamını taşır.ama sen gördüğüm kadarıyla hidayete ermek yerine dalalete düşmüşsün.said nursi çok büyük bir zattır.Kendini Kuran hizmetine adamıştır.we zaten divan-ı salihinde ona kitap yazmak görewi werilmiştir.Mehdinin ismi faruk olması konusunda bişe diyemem çünkü; künyesi Ebü'l Faruktur..Mehdi konusunda sana daha çok şey söylemek isterdim; düştüğün bu durumdan kurtul diye.ne yazıkki şimdilik sadece bunları söyleyebilirim.ama sen mehdi deilsin..RABBİM tezzamanda sana hidayet kapılarını açsın..we töwbe kapıları kapanmadan töwbe etmeyi nasip etsin inşallah..yoksa ALLAH korusun bu sapık fikrinle kaybedenlerden olacaksın..Bende bir İmamı Rabbani ewladı olarak hidayete kawuşmanı tüm kalbimle diliyorum..

 

 

**ENE*L-MEHDİ** (rumuz)

 

Mehdi merak etti...! ! ! ...Diyor ki; bu kızı sevdim...Benim hakkımda daha başka neler söyleyebilirmiş acaba...Ama ben ona nasıl hidayete erdiğimi 'kendini tanıtmak için yazdığı not' bölümünde yazdıklarımı okusun ve bana bühtan etmesin diyorum...Ve bu vesileyle birde bize biat ederse hiçde fena olmaz...En azından ilk biat edenler sırasında yer alır, buda kendisine bir iffet ve haysiyet kazandırır...Allah iyiliğini ve güzelliğini artırsın...İffetini ve haysiyetini ona bağışlasın...Amin Sadakallahül Azim...

 

 

Zikr-i hakikatimizdir...! ! ! ...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Mehdî (Bay, 34)

Kime : Grup: Dört Kapı Kırk Makam

Tarih : 7.9.2007 12:37 (GMT +2:00)

 

 

Konu : İMANIN SIRRI HAKİKAT NİŞANINI AÇIYORUZ...

 

 

İman öyle bir kudreddir ki,onun gücüne vakıf olmak neredeyse hiç mümkün değildir...Bizler iman denince hep bir dine iman edip mensubu olmak ve diğer dinleri dışlamak olduğunu anlarız...Oysa imanın özü şudur ki,iman gerçek ise,her din kalıbına girmesiyle kendini gösterir ve hak olanda karar kılar...Yani gerçek bir iman sahibi,diyelim ki yahudilerin kitabını okuyacak olsa o kitabı tıpkı bir yahudi gibi okumalıdır...Yine hıristiyanların kitabını okuyacak olsa o kitabı bir hıristiyan gibi okumalıdır...Ve iman özgür bırakılarak evrimini tamamlaması için izin verilmelidir...Ve son olarak bu gerçek iman sahibi islamın hiç kuşku götürmez hak olan kutsal kitabını okuyup imanı kamil olmalıdır...Aslında hiçbir din haksız yere ortaya çıkmamış gereklilikleri yüzünden tezahür etmiştir...Yine hakikatte iman kendi başına bir mucizedir ve bilinen bilinmeyen her türlü dinlerin kapılarını mucizevi bir şekilde açan mükemmel anahtardır...Nasıl ki,her ilmin birinci şartı o ilme inanmak olduğu gibi tüm inanılması gereken dinlerin ve kutsal kitaplerında birinci şartıdır...Ama hiç kimse düşünmez ki,zaten iman ettikten sonra insanın kalbi tüm dinlere açıktır...İşte bu yüzden gerçek olan iman asla hurafelere ve batıl düşüncelere iman etmez...Doğrusu tüm hurafeler ve batıl düşünceler şeytanın gücünün alameti farikası olan illüzyonlardır...Ve onun becerisi ile bu hurafe ve batıl düşünceler bize süslü ve güzel görünür...Aldatılmamızın sebebi bu tür illüzyonlardır vesselam...Şunuda bildirmek gerekirki bunu ancak ehli olanlar bilir,bazı hikmetler ve hakikatlerde vardır sonra anlaşılan ama yinede gerçek iman ehli kendisine verilen furkan (ölçüt) sayesinde neye inanacağını iyi bilir...En dorusunu Allah bilir.Bizler yalnızca onun öğrettiklerini biliriz...Baki gerçekler demine hu dost Allah Eyvallah...

 

Ey güzel dostum gel seninle bir anlaşma yapalım...

Ben senin anlattıklarını can kulağıyla dinleyip her anlattığına harfiyen iman edeyim,

sende benim anlattıklarımı can kulağıyla dinleyip her anlattığıma harfiyen iman et...

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Mehdî (Bay, 34)

Kime : Grup: Dört Kapı Kırk Makam

Tarih : 8.9.2007 13:21 (GMT +2:00)

 

 

Konu : HZ.LOKMAN'IN OĞLUNA ÖĞÜTLERİ:

 

 

1) Ölü kalbleri dirlitmelisin...

 

2) Fakirlerle,kimsesizlerle oturmalısın,onlara dostluk yüzünü göstermelisin...

 

3) Hükümdarların,büyük liderlerin meclislerinden uzak durmalısın...

 

4) Halk tarafından küçümsenen kimselere sevgi ile yönelmelisin...

 

5) Köleleri hürriyetine kavuşturmalısın...

 

6) Garipleri konuklamalısın...

 

7) Fakirleri,imkanlarının el verdiğince fakirlikten kurtarmalısın...

 

8) Şerefli kimselerin şerefini korumalısın...

 

9) Şahsiyetli kişilerin büyüklüğüne saygı göstermelisin...

 

10) Hiçbir yerde Allah'ı unutmamalısın...

 

___________________________

 

Hazret-i Ali diyor ki:

 

*En iyi ibadet,sabır sükut ve kurtuluşu beklemektir...*

 

Hazret-i Mehdi diyor ki:

 

*En büyük ibadet,hiç kuşkusuz Allah'ı zikretmektir...*

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Kimden : Pir Gerçek Veli (Bay, 34)

Kime : Grup: Alevi Uyan...Mehdî Geldi...

Tarih : 8.10.2007 15:03 (GMT +2:00)

 

 

Konu : SEYYİD RIZA KİMDİR?

 

 

“Biz Seyyid Rıza'yı aldık. Otomobil' de benimle polis müdürü İbrahim'in arasına oturdu. Jeep Jandarma Karakolunun yanında ki meydanda durdu. Seyyid Rıza sehpaları görünce durumu anladı.”

 

- Asacaksınız, dedi ve bana döndü.

 

- Sen, Ankara'dan beni asmak için mi geldin?

 

Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü.

 

Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk.

 

- Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz. Dedi.

 

Bu sırada Fındık Hafiz asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben, Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız'ın idamı bitti...

 

Seyyid Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Seyyid Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti:

 

“EVLADI KERBELAYIK! ... BÎHATAYIK. AYIPTIR. ZULÜMDÜR! .. CÎNAYETTÎR! ...,, dedi.

 

Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingene'yi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayaği ile bir tekme vurdu. İnfazını gerçekleştirdi... »

 

________________________________________________________________

 

 

SEYYİD RIZA KİMDİR?

 

İSMAİL ONARLI

 

1. GİRİŞ:

 

Alevi tarihinde; Şeyh Hasan Ocağı Rehber Dedesi (ya da “küçük” Şeyh Hasan Ocağı Dedesi) olan Seyyid Rıza, önemli bir kişilik ve önderdir. Seyyid Rıza'nın kişiliği, görüş ve düşünceleri konusunda çok şey anlatılır. Belgelere göre, 1908-İkinci Meşrutiyet ile birlikte siyasi fikirleri netleşen büyük dava adamıdır.

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti önderlerinden, Arapkir kökenli Dr. Abdullah Cevdet (1869-1932) ile siyasi bağı olan; Alevi-yoluna serini koyan yurtsever bir devrimcidir.

 

23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra, İttihat’çılar Alevi örgütlenmesini organize ederler. Seyyid Rıza'nın bu piramidal örgütlenmeye ve yeniden yapılanmaya bölgesinde ön ayak olur, fiili ve düşünsel katkılarda bulunur.

 

Ruslara yönelik olarak, Şafi Kürtler’den oluşturulan Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmazlar; daha çok eşkiyalık yaparlar. Ermeni ve Alevi köylerine, baskınlar düzenleyip çapulculuk yaparlar. Şafi Kürt Aşiret Alaylarına karşı, Seyyid Rıza'nın alınacak önlemler konusunda, fikir ve eylem düzeyinde önemli yardımları olur. Hamidiye Alaylarının olumsuzluklarına karşı; Dersimli oymaklar, Şeyh Hasanlı, Hormek, Lolan gibi Alevi aşiretleri, birlikte hareket ederek, yerel karşı taarruz-muharebe, köy ve mezralarda barikat savaşları yaparlar...

 

Seyit Rıza; 1914/18 arası yılarda, Şeyh Hasanlı ve Dersim Aşiretinden oluşturduğu milis güçleriyle, vatanı savunmak için, Ruslara ve Ermeni Komitecilere karşı, Doğu Anadolu’da ve cephesinde savaşmıştır. Seyit Rıza; I. Dünya Savaşı sırasında büyük yararlılıklar göstermiştir. İstiklal Savaşı’nda ve Cumhuriyetin kuruluş döneminde de çeşitli şekillerde yardımları görülmektedir...

 

________________________________________________________________

 

 

Ercan06.08.2005, 12:49

Dinleyici:Sizlere başarılar dilerim. İsmail Hocamıza, bir sorumuz olacak. İsmail Bey, Seyit Rıza Türktür diyor. Bunun belgeleri var mı.Türk olduğunu nereden biliyor?

 

İ.O.:Yavuz Bey, biraz evvel de açıkladığım gibi elimizde 1204 yılına ait belgeler var. Secereler, damgalar, vakfıyelerimiz var. Devlet Arşivleri var. Sovyet arşivleri, Kazakistan arşivleri, Türk arşivleri var. Bunları anlattım.

 

C.Ş.:Sevgili dinleyiciler, Sayın İsmail Onarlı birinci yarıda Aleviliğin genel olarak İslam içindeki yerine, Orta Asya bağlantısına ve arkasından da Anadolu’daki Alevi Ocaklarına değindi. Kendisinin araştırma konusu ve kendi mensubu olduğu için Şeyh Hasan Ocağı’nın soy kütüğünü bize anlatmaya çalıştı. Şüphesiz ki kısa bir radyo programında bu kadar kapsamlı konuların işlenmesi elbette zor. Ama dilimiz döndüğünce programı devam ettirmeye çalışacağız. İsmail Bey Şeyh Hasan Ocağının Türk olduğunu Anadolu’ya geldikten sonra Tunceli ya da Dersim denen yöreye yerleştiklerini, Zazaca ya da Kurmançcayı da daha sonra öğrendiklerini düşünüyorlar. Ben İsmail Bey’e bu bağlamda Teslim Dede, Diyap Ağa ve Mustafa Kemal ilişkisini sormak istiyorum. Bu üçlü arasındaki tarihsel, sosyolojik ilişkiyi anlatırlarsa seviniriz.

 

İ.O.:Bizim soydan gelen Şeyh Hasan köyünden gelen Teslim Dede 1920-21 yıllarında Malatya çarşısında Mehmet Bey Kızılbaşlara küfrettiği için onu vuruyor. Cumhuriyetin yeni kurulduğu dönem. Diyap Ağa da Meclis’te. Akrabalar hemen Diyab Ağa’ya haber veriyorlar. Teslim Dede ben vurdum, diye teslim oluyor. Ve vurma gerekçesini de anlatıyor. Diyab Ağa Şeyh Hasan köyüne geliyor. Bizim secerelerin bir bölümünü alıp Atatük’e götürüyor. Paşam diyor, bu bizim dedemiz, pirimiz, mürşidimiz. Bu kızılbaşlara küfrettiği için vurdu diye itiraf etti. Yalan da söylemez, diyor. O zaman Malatya Valisi “Ben vurmadım” de senin yerine başkasını tutuklayalım diyorlar. Fakat Teslim Dede bunu kabul etimyor. Ben vurdum, cezasını da ben çekerim, diyor.

 

Secereleri götürüyor Atatürk’e inceliyor. Muhammet soyundan ve Şeyh Hasan Ocağı’ndan olduğunu görüyor. Ve bundan dolayı özel bir kararnameyle hapisten çıkarıyorlar. Meşru müdafaadan dolayı, nefsi müdafaadan dolayı Teslim Dede’yi hapisten çıkarıyorlar. Bunu şunun için anlattım. Seyit Rıza olayı...

 

C.Ş.: Tam secereden bahsetmişken, Seyit Rıza’nın yakalanması sırasında bir secereden bahsediliyor.

 

İ.O.:Evet, işte tam bunu anlatmaya çalışıyorum, yeri gelmişken. Bu belgeler Seyit Rıza’ya o zamanlar veriliyor. Diyap Ağa’nın Atatürk’e verdiği belgeler, Seyit Rıza’dan veriliyor. El Yazması, Kuran, Orta Asya’dan gelen belgeler vs. var. Bu belgeler Seyit Rıza’da o zamanlar. Seyit Rıza yakalandığı zaman bu belgeleri o zaman orada bulunan komutana teslim ediyor. 1937 yıllarında. Bunun yanında Seyit Rıza’nın teslim ettiği İmam Rıza’nın bir küçük altın, küçük bir kutuda Yezit tarafından kesilen parmağı var. Mühür. Eskiden mühürler parmakta taşındığı için o parmak ta mühürde var. Seyit Rıza’nın teslim etitği. Şimdi bu belgelerden benim burada ismini vermeyeceğim bir dostum bu belgelerin devletin ilgili yetkili kurumlarında olduğunu bana söylemişti. Bizim Türk olduğumuza ilişkin vb. tüm bu belgeler devletin elinde. Devletin yetkili kurumları bunu açıklasınlar. Ben onları burda açıklamaya davet ediyorum. Seyit Rıza yakalandığı zaman ele geçirilen tüm eşya ve belgeler açıklansın. Neden açıklamıyorlar, bence şundan. Türkmen soyu olduğu için. Devlet Türk katliamına girdiği için. Seyit Rıza yakalandığı zaman, Kürt olduğu için değil beni Alevi olduğum için idam ediyorsunuz, diyor.

 

C.Ş.:Evet, “Bi hatayık, evladı Kerbelayık” diyor.

 

İ.O.: Evet, öyle diyor. Yani idama gittiği zaman, Alevi felsefesini savunduğu için gidiyor. Bence o dönemde orada bulunan ajan provakatörlerle bilikte o devrin faşist devlet yöneticilerinin ortaklığıyla Seyit Rıza idam edilmiştir. O belgeler ortaya çıktığı takdirde Türk müdür, Kürt müdür daha iyi anlaşılacaktır. Bence oradaki Kürt isyanı değil, bir Alevi direnişiydi. Ama belgeler çıkınca bu daha iyi anlaşılır. Bunu devletin kendisinin açıklaması gerekir. Dinleyicim bana bu soruyu soruyor:Ben ancak Osmanlı arşivlerinden, Selçuklu arşivlerindeki belgelerden yola çıkıyorum. Seyit Rıza’yla aynı soydan olduğumuz için, aynı kökten geldiğimiz için biliyorum. Seyit Rıza’nın elindeki 1530’lu yıllardaki Bodik secerelerinden şunu çıkarıyorum. Seyit Rıza 1515 sonrası 1530’da Ağdad’a gidiyorlar. Bodik köyüne yerleşiyorlar. Elimdeki belgelerden konuşuyorum. Bunlar Türkmen boyu. Şeyh Hasan Köyü’nden gitmeler Seyit Rızalar.

 

C.Ş.: Sevgili dinleyiciler, konuğumuz İsmail Onarlı, her kesimin ilgiyle izlediği “Alevilerin Etnik Kimliği”ne ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunuyor. Ve bunu Osmanlı arşivi, Rus belgeleri ve daha pek çok belgeye dayandırıyor. Sayın Onarlı bugüne kadar tabu sayılan Alevilerin Etnik Kimliği’ne ilişkin yıllardır süren araştırmalarının sonuçlarını söylüyor. O açıdan da her kesimin dikkatle izlemesi gereken şeyler söylüyor. Örneğin 1937-38 yılında Seyit Rıza yakalandığında geçmişlerine ilişkin elinde secerelerinin bulunduğu ciddi belgelerin varlığını vurguluyor. Gerçekten Türkiye’deki siyasi coğrafyayı, Türkiye’nin yapısını yakından bilenler buna çok tanık olmuşlardır. Aleviler’in etnik kimliği tartışma konusu olduğunda Alevilik biliyorsunuz dinsel bir ayrım. Ama, Türklük, Kürtlük, Arnavutluk bunlar etnik bir ayırım. Farklı etnik kesimler bir dini benimseyebilir, benimsemez. Örneğin Alevilik, Sünnilik, Hristiyanlık bunlar dinsel ayrım. Türklük, Kürtlük, Fransızlık bunlar ırksal ayrım. İnsanlar nasıl Hristiyan olup Katolik, Protestan, Anglikan vb olabilirse, Türk olup Sünniliği Aleviliği ya da Hristiyanlığı ya da Museviliği de tercih edebilir. Ama ne yazık ki Türkiye’de bu konular yakın zamana kadar tartışılmıyordu. Bizim yaşlılar, özellikle Zazaca ya da Kurmançca konuşan Alevi yaşlıları kendi etnik kimliklerini ifade ederlerken, biz Zazaca konuşmamıza rağmen ya da Kurmançca konuşmamıza rağmen biz Türküz dediklerinde onlara çoğu kesim gülüp geçiyordu. Bizde gençliğimizde öyle davranıyorduk. Asimile olmuşlar, ya da Kemalizm etkilemiş diyorduk. Halbuki durumun bunun tam tersi olduğunu Kürt tarihini Türk tarihini inceleyince anladık.

 

C.Ş.:Sevgili dinleyiciler, Kolbay Gökdemir bir soru sormuş telefonda. Diyorlar ki; Ardahan, Kars, Erzincan,... halkı var. Bunların dili Türkçeydi. Fakat şimdi Kürtçe konuşuyorlarmış. Çok enteresan. Urfa’da Karakeçili aşiretinin yarısı Türkçe yarısı da Kürtçe konuşuyor. Bu nasıl olmuştur? Dilleri nasıl değişmiştir diyor. Ben bir iki şey ifade edeyim. Arkasından açıklaması için İsmail Bey’e bırakacağım mikrofonu.

 

Kolbay Gökdemir’in sorusu çok enteresan ve tam da konumuzla ilgili. Bunlar... şu anda da Kürtçe konuşuyorlar diyor. Gerçekten Ziya Gökalp Kürtleşen aşiretleri anlatırken bunlardan birisinin de Karakeçili aşireti olduğunu yazıyor. Türkan aşireti olduğunu söylüyor. Nitekim Karakeçili aşiretinin Urfa’dakiler Şafii ve Kürtçe konuşuyorlar. Orta Anadolu’dakiler Bektaşiliğe yakın Türkçe konuşuyorlar. Karakeçili kasabası var, Kırıkkale’de, Eskişehir civarından Karakeçili aşireti var onlar ise bir tek kelime Kürtçe bilmiyorlar. Türkçe konuşuyorlar ve Hanefi’liği benimsemişler.

 

Orta Asya’dan gelen Karakeçili aşireti üç coğrafi yöreye dağılmış ve üç farklı özellik kazanmış. Halbuki kökü aynı Orta Asya. Ve bunlar zaman zaman Söğüt’te bir araya gelip şölenlerde yapıyorlar. Yani aynı aşiretin mensupları bir kısmı Kürtçe bilmiyor, Türkçe konuşuyor. Bir kısmı Türkçe bilmiyor, sadece Kürtçe konuşuyor. Bunlar nasıl olur. Bunlar süreç içinde olur. Örneğin; bugün Almanya’ya giden işçilerimiz, yurttaşlarımız var. İkinci, üçüncü kuşak neredeyse Türkçe’yi unutmuş durumda. O nedenle din süreç içerisinde gerçekten değişebiliyor. Osmanlı’nın da 1400-1500’lerde Türkler’in ya da Aleviler’in Kürt bölgesine gittiğini düşünürsek gerçekten 500-600 yıl gibi bir sürecin geçtiğini, bu nedenle de dilin öğrenilmesinin de kaçınılmaz olduğunu anlarız.

 

Bir telefonumuz var. Onu da alalım. İsmail Bey’e söz vereceğim.

 

Dinleyici:Cemal Bey, selamlarımı sunarım.

 

C.Ş. Buyrun, Hüseyin Bey.

 

Dinleyici:Konuşmalarınızı tebrik ederim. İsmail Onarlı’yı da. Ben Hüseyin Aydın. Sizi sevgiyle dinliyorum. Şimdi İsmail Bey’in konuşmuş olduğu Şeyh Hasan Aşireti dışında bir de Seyidan aşireti var.

 

İ.O.:Onu da belirttik.

 

Dinleyici:Seyidan aşireti, Baluşağı, Keçeluşağı, Biran uşağı, Abbas uşağı. Bunlar tamamen Türktür.

 

C.Ş. Hüseyin Bey, Tunceli’li misiniz?

 

Dinleyici:Tabii ben Bal uşaklıyım. Siz benim kirvemsiniz.

 

İsmail Bey sizi ben tebrik ediyorum. Sizin konuşmuş olduğunuz aşiretler Türktür ve Horasan’ın Nişabur ilinden gelmedir. Bunu da bizim seceremiz belirtiyor.

 

İ.O.:Hüseyin Bey, 24 boyu şimdi birden girersek zaman yetmez.

 

C.Ş.:Hüseyin Bey zamanımız kalmadı. Aradığınız için çok teşekkür ediyoruz.

 

Dinleyici:Bu hususta Türk milleti adına tebrik ediyorum.

 

C.Ş.İ.O: Teşekkür ederiz.

 

C.Ş.:Sevgili dinleyiciler zamanımız kalmadı. İsmail Bey’in son bir iki cümlesini alıp size veda edelim.

 

İ.O:Şimdi arkadaşın gönderdiği not doğru. Bizim Şeyh Hasan’ın yerleşim bölgelerinin ta Bulgaristan’a kadar giden başlıca oymaklar vardı. Bunlar Türkçe konuşuyorlar. Bunlar Toroslar’da da vardır. Balıkesir’de vardır. 9 köy, Şeyh Hasanlı, Dersim bölgesinde Zazaca ya da Kürtçe diyelim Guyma, Amasya’nın Guyama, köyü vardır. Krimotik köyü vardır. Şeyh Hasan aşiretinden oymaklar, benim akrabalarım. Bunların bir kısmı Kürtçe konuşuyor. Şimdi yöreye özgü dil değişiyor. Bunların bir kısmı da Yavuz döneminde katliamdan kurtulmak için kendilerini Kürtleştirmişlerdir. Kürt dilini Zaza dilini benimsemişlerdir. Yani 1515 sonrası Yavuz’un kestirdiği bu 40 binle-70 bin arasındaki katliam sonucu, hatta bunu belki 100 binlerle de ifade edebiliriz.

 

C.Ş. (Cemal Şener)

 

İ.O. (İsmail Onarlı)

 

2.11.1999 tarihli söyleşi.

 

Karacaahmet.com

 

________________________________________________________________

 

 

Hür oğlu hürüm ben,

Yezitten korkum yoktur benim! ..

 

Hür oğlu hürüm ben,

Mervandan korkum yoktur benim! ..

 

Hür oğlu hürüm ben,

İblisten korkum yoktur benim! ..

 

Hür oğlu hürüm ben,

Şeytandan korkum yoktur benim! ..

 

Önüm arkam sağım solum şeytan sobe! ..

 

Önümde yezit arkamda mervan sağımda iblis solumda şeytan...

Haydar-ı Kerrar, Şah- ı merdan,

Zuhur edecek Mehdi Sahib-i zaman...

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Allahın selamı üzerinize olsun.

Değerli kardeşlerim iman konularında mü'minin çok hassas davranması gerekir!

Zira küfür ile iman çizgisinin hep iman tarafında kalmayabilir.Allah korusun dinden çıkıvverir ki bir ömür boyu yapılan ibadet ve taat boşa gider.

Ben burada bu konuların yazmakla çözümleneceğine inanmıyorum.Fakat bu konularda temel bilgi almışsak konular çözümlenebilir.

Bu konuda filanca şunu dedi bunu dedi şeklinde yapılan eleştiriler bu sahada uzman olmuş İslam alimlerine düşer.

Çünkü toplumu aydınlatmak ve doğru olanı yani KUR'ANa ve sünnete uygun olan cevabı vermek onların işidir.Bu konuları okumakla anlayamadığımız zaman ehli sünnet üzere yaşayan alimlerimize bizzat sorarak öğrenmeliyiz!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimden : Pir Gerçek Veli (Bay, 34)

Kime : Grup: Alevi Uyan...Mehdî Geldi...

Tarih : 12.11.2007 10:40 (GMT +2:00)

 

 

Konu : Uyan,ey uykuda olan sen!

 

 

Neler oldu? Bugün dünyada büyük bir sessizlik var,büyük bir sessizlik ve yalnızlık...Büyük bir sessizlik,çünkü Kral uyuyor: toprak şaşırıp kalmıştır,suskunluk içindedir...Çünkü beden olan Tanrı uykuya dalmıştır ve yüzyıllardan beri uyumakta olanları uyandırmıştır...Tanrı bedenen ölmüştür ve ölüler diyarını sarsmaya inmiştir...Muhakkak ki,kaybolan kuzu gibi,ilk babayı aramaya gidiyor...Karanlıklarda ve ölümün gölgesinde oturanları ziyaret etmek için oraya inmek istiyor...Tanrı ve Oğul,hapiste bulunan Adem ile Havva'yı acılardan kurtarmaya gidiyor...

Haç'ın zaferler kazanmış olan silahlarını taşıyarak,Rab Yanlarına girdi...İlk ata,Adem,onu görür görmez,şaşkınlıktan göğsünü yumruklayarak,herkese seslendi ve 'Rabbim herkesle olsun' diye bağırdı...Mesih,Adem'e yanıt vererek,'Ve ruhunla da' dedi...Ve elinden tutarak sarstı ve dedi ki: 'Uyan,sen ki uyuyorsun,ölülerin arasından diril ve Mesih seni aydınlatacaktır...'Ben,senin için oğlun olan Tanrın'ım: şimdi ve senden kaynaklanmış olan bunlar için konuşuyorum ve gücümle hapiste olanlara emrediyorum: Çıkın! Karanlıkta olanlara: Aydınlatılmış olun! Ölenlere: Dirilin! Sana da emrediyorum: Uyan,ey uykuda olan sen! Ölüler diyarında tutuklu kalman için yaratmadım seni...Ölülerin arasından diril...

Ben ölülerin yaşamıyım...Diril,ellerimin ürünü! Diril,imgeme göre yapılmış resmim! Diril,çıkalım buradan! Sen bende ve ben sende gerçekten tek ve ayrılmaz bir doğayız...Senin için,Tanrı olan ben,oğul oldum...Senin için,Rab olan ben,hizmetkar doğasını giydim...Göklerin üstünde olan ben,senin için dünyaya ve dünyanın altına geldim...Senin için,insan,insanların güçsüzlüğünü paylaştım,sonra da ölülerin arasında özgür oldum...Cennetin bahçesinden çıkmış olan senin için bir bahçede ihanete uğradım ve Yahudilere teslim edildim ve başka bir bahçede çarmıh'a çakıldım...Senin için,sana o ilk yaşam soluğunu iade edebilmek için,bana atılan tükürüklerin izlerini gör...Senin yitirilen güzelliğini imgeme uygun olarak yeniden yaratabilmem için yediğim tokatları yanaklarımda gör...

Omuzlarını günahlarının yükünden kurtarmak için katlandığım kırbaçları sırtımda gör...Bir zamanlar ellerini kötüce ağaca doğru uzatmış olan senin için haç'a çivilenen ellerime bak...Çarmıhda öldüm ve mızrak böğrüme saplandı...Cennette uykuya dalan ve kaburgandan Havva'yı çıkaran senin için böğrüm kaburgalarının acısını dindirdi...Uykum seni cehennemin uykusundan kurtaracaktır...Mızrağım sana karşı çevrilen mızrağı durdurdu...Kalk,uzaklaşalım buradan...Düşman seni cennetin topraklarından çıkarttı...Bense artık seni o bahçeye koymam,fakat göksel tahta yerleştiririm...

Yaşamın simgesel ağacına el sürmen yasaklanmıştı; oysa yaşam olan ben kim olduğumu sana açıklıyorum...Hizmetçiler gibi seni koruyacak melekler yerleştirmiştim...Şimdi ise meleklerin,Tanrı olmasan da Tanrı'ya yakın şekilde tapmalarını gerçekleştiriyorum...Göksel taht hazırdır,taşıyıcılar da hazırdır ve emir bekliyorlar,salon düzenlenmiştir...Başka bir deyimle,göklerin kırallığı,yüzyıllardan beri senin için hazırlanmıştır...

 

 

BÜTÜN BENLİKLER BENDEDİR

BULMUŞAM BEN BENDE ADEMİ

CÜMLE ALEM ARAR KENDİNİ

BULMUŞAM BEN BENDE ADEMİ

 

HAKKIN NAZARINDAN UZAK

NİYAZIM HAKKA BENDEN YAKIN

DOSDOĞRUDUR HAKKA AKIN

BULMUŞAM BEN BENDE ADEMİ

 

MEHDİ'YEM HAKKIN OL DEDİĞİ

MELEKLERE SECDE KIL DEDİĞİ

NEFSİNİ ŞEYTANA KUL ETTİĞİ

BULMUŞAM BEN BENDE ADEMİ

 

BULMUŞAM BEN BENDE BENİ

OL BEN BENDEN İÇERİ BENDEN ZİYADE

OL BEN RUHU ADEM-İ İSA-YI RUHULLAH...

 

BULMUŞAM BEN BENDE BENİ

OL BEN BENDEN DIŞARI BENDEN ZİYADE

OL BEN NEFSİ ADEM-İ ADEM-İ SAFİYULLAH...

 

 

Zikr-i Hakikatimizdir...

______________________

Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kimden : Fârûk el FURKAN (Bay, 34)

Kime : Grup: Dört Kapı Kırk Makam

Tarih : 25.11.2007 12:03 (GMT +2:00)

 

 

Konu : Nefsini temizleyen kurtulmuştur...(Şems:9)

 

 

 

Nefis her iyiliğe engel olmak isteyen, her kötülüğün kapısını açan arkadaştır. Kişinin bu dünyada da arkadaşıdır, kabirde de arkadaşıdır, mahşerde de arkadaşıdır, cennette ve cehennemde de arkadaşıdır.

 

Nefsin arzu ettiğini yapmamakla muvaffak olunur. Nefsin arzusu ile Hakk yoluna giderken dahi, kişinin arkadaşı nefistir ve şeytandır.

 

Nefis nuru çamurla örtmek ister. Uykudan uyanınca, çamur kalkınca kendisini görür.

 

Nefsin tabiatında şehvete, günaha ve kötülüğe meyil vardır. Gücünü hep o yönde kullanır. Onun özelliği böyle olduğu için, insanoğlu sırf kendi nefsine kalırsa, her türlü fenalığa sürüklenir.

 

Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

 

'Vallahi ben, vefatımdan sonra Allah'a şirk koşmanızdan korkmuyorum, fakat nefislerinize uymanızdan korkuyorum.' (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 661)

 

Nefis yedi başlı bir ejderdir. Haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, yalancılık... gibi hayvânî sıfatlardan hangi sıfatta kişiyi yakalarsa, onu alır cehennemin ortasına kadar götürür. Tahribatı dış düşmandan daha büyüktür. Eğer dizginlenmezse Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları aşar, gayesine ulaşır. Bu hudutları aşan kimse, kendisini uçurumdan attı demektir.

 

Bir Hadis-i kudsî'de:

 

'Nefsine düşman ol. Çünkü o bana karşı düşmanlık ve harp ilân etmiştir.' buyuruluyor.

 

Kişi onun hakkını ona vermeli ve yoluna devam etmelidir. Ve fakat onun arzusuna kapılmamalıdır.

 

Gerçekte insanın nefsini temizlemeye çalışması, nefsin arzularına karşı kendini tutma hususunda sabretmesi ve kendini buna zorlaması; sonunda faydası kendisine âit olan bir vazifedir.

 

Allah-u Teâlâ müminlerin en önce kendi nefislerini düzeltmek için uğraşmalarının gerektiğine dâir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

 

'Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz.' (Mâide: 105)

 

Size düşen kendinizi düzeltmektir ve nefsinizi ıslah etme yükümlülüğünüzü yerine getirmektir. İsyanlara dalmaktan, ısrarla günah işlemekten korunun. Nefislerinizi ıslah yolundan ayrılmayın. Size hidayet erişince, sapıklığa düşenlerin sapıklıkları size zarar vermez. Onların zarar ve mesuliyetleri sırf kendilerine âit kalır.

 

Nefsin esaretinden kurtulamayan insan, yaşayan ölü gibidir. Dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilemez. İki günlük ömründe sermaye toplayamadan gider.

 

İnsan, tuzaktaki daneyi görüp ona yaklaşan kuşa benzer. Kuş danenin arkasında kendisini bekleyen tehlikeyi görmediği için tuzağa düşer. İnsan nefsinin arzularına uyarsa, sürüklenmekte olduğu cehennemi göremez.

 

Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

 

'Cennet sizin her birinize ayakkabısının bağından daha yakındır. Cehennem de böyledir.' (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2036)

 

Nefsinin her isteğini yapan kimse cehenneme düşer. Nefsin istemediği kulluk ve fedakârlıkta bulunanlar ise cennete girerler.

 

'Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verecektir.' (Mâide: 105)

 

Bu ilâhî beyan doğru yolu bulanlara bir mükâfat sözü, sapıklığı tercih edenlere bir tehdittir.

 

Nefsini günahlardan temizleyip takvâ ile terbiye etmek suretiyle feyizlendiren kimseler gerçek kurtuluşa ermişlerdir.

 

 

Zikr-i hakikatimizdir...

______________________

Bakî Gerçekler Demine Hû,Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hû Mü'mine Yâ Alî Yâ Mehdî Sahib-î zaman...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

arkadaşlar deccal ,mehti ve hz İsanın tekrar dünyaya ğelişi konularıyla ilgili yaklaşık 6 video izledim.Bilmiyorum düşüncelerim için ne diyeceksiniz ama

 

aşağıdaki düşünceler bende oluştu.videolar genelde şunu sölüyo deccal butun insanları etkisi altına alacak ,iyiyi kotu ,kötüyü iyi diye lanse edecek tüm kitle

 

iletişim araçlarını kullanıp her eve girecek .bu sanki bi insan değil yani deccal bir tek kişi değil sanki daha çok hani şeytan varya insanı yanlışa sürüklemek

 

için elinden geleni yapar ama insanlara gözükmez ama her tarafta insan ları etkiler sanki onun gibi birşey .yani insanın nefsini ele geçirmek isteyen onu

 

kötü yola sürükleyen kan savaş vs. çıkmasına sebep olan şeytandan daha hileli bize gözükmeyen bi varlık gibi.mesela kitle iletişim araçlarını kullanıp herkesi

 

etkileyeceği söleniyo videoda. bi örnek, ***** filimler çevriliyo. internette böle bi çok site var. insan nefsine yenik düşerek bunları izliyo bunlarda etkileni Allahın emirlerini

 

unutuyo .veya nasıl hırsızlık yapılır nasil cinayet işlenir nasıl sahtekarlık yapılır buna benzer bi sürü internette sayfalar var.buda sanki deccalın bir kişi değil

şeytan gibi bizim göremediğimiz ama şeytanın arkadaşı iş birlikçisi ondan daha etkieyici bi varlık gibi algıladım.

 

mehtiye gelince oda deccalın bu oyunlarına karşılık yine insanların göremediği ama ruhlarında hisettiği güzel ahlakıyla insanları doğru yola çevirmeye çalışan bi varlık gibi algıladım.

 

videolarda Hz isanın deccalın karşısına çıkıp onu bi tuz gibi eriteceği ni sölüyo ama bu söylem sanki iki gerçek insanın yani(gözle görünen dokunabilen

 

değilde) ,

 

insanlar tarafından görünemeyen hz İsa ve deccalın kavgası gibi olacak .yani videolarda şunu demiyo deccalın ordusuyla hz İsa nın ordusu yani müminler

 

savaşacak demiyo burdanda deccal mehti Hz isa gerçek olarak değilde yani gözle görülen dokunulabilen kişiler olarak, dünyada gözükmeyeklerini algılıyom

siz ne düşünüyorsunuz

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Fetullah Gülen’in Kader adlı kitabının detaylı incelemesi:

__Kaderin lugat ve istılah manası:

_“Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)’ın yaratmasının mukârenet ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübâşeret edip, iradesiyle o işin içinde bulunur ve Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, ezelî ve sonsuz ilmiyle eşyâyı olmadan evvel bilen Allah (cc)’ın yine olacakları daha olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.”

.

.

 

 

 

uzun bir yazı olmuş Fethullah Gülenin iradeyi kebul etmediğini detaylı olarak anlatmışsınız bu çalışmanızdan dolayı size teşekkür etmek lazım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

uzun bir yazı olmuş Fethullah Gülenin iradeyi kebul etmediğini detaylı olarak anlatmışsınız bu çalışmanızdan dolayı size teşekkür etmek lazım.

 

 

Ben bu şahsın bolca kitabını okudum.Ve hiçbirisinde de iradeyi yok sayan bir kelime veya onu ima eden birşey söylemedi.

Ne güzel de anlatmış bakın:

 

İzmir-Ankara arasında çalışan bir tren düşünün. Bu trenin hangi saatlerde hangi istasyonlarda olacağı dakikası dakikasına tesbit edilip, bir vakit cetveli halinde asılmıştır. Tren, bu vakit cetvelinde yazılı olan saatleri hiç şaşırmadan varacağı istasyonlara varır. Halbuki trenin hızı, üzerinde gideceği demiryolunun çeşitli hususiyetleri, trenin ne kadar yolcu veya yük alabileceği, yani taşıma kapasitesi, yol boyunca bulunan istasyonlar ve hattâ mevsimler ve hava durumu trenin seyahatına tesir eden faktörler olup, bütün bu faktörler de, vakit cetvelini hazırlayan ilgili büro tarafından bilinmektedir. Şimdi tren, vakit cetvelini hazırlayan büro yazdığı için mi belli saatlerde belli istasyonlara varmaktadır; yoksa, sözünü ettiğimiz bürodan bağımsız faktörlere göre mi trenin seyahatı düzenlenmiştir? İşte, irâdenin durumu da böyledir.. ve o, kaderin mutlak mahkûmiyeti altında değildir.

 

 

Burda Allah'ın ilmiyle insanın ilmini karşılaştırma meselesi söz konusu değil.

Neden birşeyi anlamayı bu kadar zorlaştırıyorsunuz?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Netice iradenin inkarıysa değiştirir.

 

Buyrun bakın başka bir örnek.İradeyi inkarın yanından bile geçmiyor.Ve (bana göre) tatmin edici bir örnek veriyor.İrade hakkında.

 

 

Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir.

 

Burda yaptıklarını Allah'ın yaptırdığını zannedenlere cevap vardır.İradeyi de anlatmıştır.Anlamak isteyene..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Netice iradenin inkarıysa değiştirir.

 

Buyrun bakın başka bir örnek.İradeyi inkarın yanından bile geçmiyor.Ve (bana göre) tatmin edici bir örnek veriyor.İrade hakkında.

 

 

Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir.

 

Burda yaptıklarını Allah'ın yaptırdığını zannedenlere cevap vardır.İradeyi de anlatmıştır.Anlamak isteyene..

 

güneş ve ayında iradesimi var onu mu söylüyor fethullah hoca güneşi ve ayı insana benzeterek. kader konusunda bulanık bir durum var sizin düşüncenizde. fethullah gülende izah edemiyor ayrıca bizim seçimlerimizde Allah tarafından daha önceden tespit edilmiş diyor bu da Allahın iradesi dışında bir şey yapılmaz demek. biz kendimizi aldatıyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

Netice iradenin inkarıysa değiştirir.

 

Buyrun bakın başka bir örnek.İradeyi inkarın yanından bile geçmiyor.Ve (bana göre) tatmin edici bir örnek veriyor.İrade hakkında.

 

 

Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir.

 

Burda yaptıklarını Allah'ın yaptırdığını zannedenlere cevap vardır.İradeyi de anlatmıştır.Anlamak isteyene..

 

bilim adamları güneş ve ay tutulmalarını tahminini yapar bildiğim kadarıyla.

yani bir kesinlik yok öyle dakikası dakikasına diye.

tren olayındada vakitleri düzenleyen ilgili büro içinde aynı şey geçerli. tren vakitleride tahmini olarak yazılır japonyadaki hızlı trenler olsa neyse.

normal trenler hava şartları, yük, yolcu durumu, çeşitli faktörler sebebi ile rötar yapabilir.

fethullah gülenin benzetmelerine göre, Allah insanın yapacaklarını da tahmini kader olarak yazmış oluyor. yani kaderde yazılan gerçekleşmeyebilir iç ve dış faktörler yüzünden.fethullah gülende kaderi inkar etmiş olur.yada doğru anlamıyla kader interaktif bir hadise: malum külli irade-cüzi irade olayı.Allah zamandan münezzeh olduğundan bu mümkün.

yok hızlı trenler örneğindeki gibi düşünmüşse, o trenler salise şaşmıyor... ee o zamanda, bu başlık yanlış olmuş, kaderi değil, insanın iradesini inkar etmiş oluyor fethullah gülen.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.