Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

bu nedir ya ? bu kadar basit şeyi de anlatamıyorsam daha ne anlatacam

ya, bakın bunlar demiyo mu mesela şu anda saat mesela 14: 16 okeymi ha anladınız mı : bunlar diyo ki bu, 14: 16 dan önce sonsuz sayıda olaylar zinciri geçti ve bu şu andaki yaşadığımız olay şu an yaşanmakta diyolar tamam mı?, okeymi ya : halbuki çok basit bi mantık hatası var ya o da şu: sonsuz sayıda olaylar zincirinin sonuna varılabilir mi ya, etmeyin ya, varılamaz değil mi ha, okey mi? ama bunlar ne diyo: varılabilir diyo ve varılmıştır diyo şu anı yaşıyoz diyo ya. ama bundan önce sonsuz sayıda olaylar zinciri vardı onlar sona erdi diyolar ya, etmeyin olur mu bu ya, olamaz demi ha: eeeeeeeeee sonuç olarak, madem şu an ki olayı yaşıyoz demek ki, evvelden geçen olaylar zinciri sona erdi değil mi? okey mi ya, hemi : bak şimdi madem önceki olaylar zinciri sona erdi ve bu olay yani şu anki olay yaşanıyo demek ki geçmişteki olaylar zinciri sonsuza kadar gitmiyo demektir. sonsuza kadar gitmiyosa demek ki sonludur okey mi ya, etmeyin ya : bu olaylar sonlu olunca sonlu bir silsileden bahsedersek sonlu olması için bu silsilenin hem başının hem sonunun belli olması gerekir, sonuna 14: 16 dedik ya, ama başına da sonlu dediğiniz için onun da başının belli olması lazım yani başlangıcı olması lazım okey mi etmeyin ya: başlangıcı olunca da başlatıcısı lazım ya etmeyin ya, o başlatıcı ise allahtır .

bu kadar mı zor ya, ya ben dahiyim bana bu kadar kolay gelen delili kimse anlamıyo yani , yada ben yanılıyom demektir, a şıkkı diyom abi o zaman.

sevgili arkadaşım teorin en baştan yanlış bi kere olaylar değil zaman sonsuzdur bütün maddelerin bir somu olduğundan maddelerin her hali birgün yaşamış tekrar yaşanmaya devam edecektir olaylar değil zaman sonsuzdur ve her olay sonsuz kere tekrar edecektir içinde bulunduğun zaman diliminde yaçadıkların sonsuzun bir parçası madem yaptıklarında sonsuzdan oluşacak demektir öylemi, bu durumda yaşadıklarını aslında yaşamadığını söylersin o zaman da olduğu kesin olan olayları reddetmiş olursun zamanın snsuzluğuyla olayların sonsuzluğunu karıştırma sonsuzlukğun parçası madem her olay o zaman sonsuz olmalı dediğine göre ama saçmalıkta burda işte her olayın bir sonu var ve sonsuz zamanda bütün alternatifler bittikten sonra herşey yeniden yaşanacak en mantıklısı budur

  • Cevaplar 193
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

selam arkadaşlar size bir sorum olacak eğer bu sorunun cevabını verebilen birisi çıkarsa kabül edicemki Allah yoktur(haşa) ama eğer bana bu sorunun cevabını bulamıyorsanız inadınızdanda vaz geçin ona yönelinki o da size yönelsin.

soru: bana olmayan bir şey söyleyin? hayalde,maddede, olmayan bişey olsun bu öyle bişey olsunki hiç kimsenin daha önce algılamadığı bişey olsun.

inançsızlar "Allah" yok derken aslında onun varlığına şahadet ederlerde bilmezler.

eğer tamam ama mahihiyeti söyledir böyledir derseniz o zaman varlığını kabül etmiş olursunuz ama sıfatlarında hataya düşersiniz o yüce Allah bize kendini nasıl tanıttı ise biz onu öyle tanırız mahiyeti anlaşılmaya çalışılabilir ama tartışma konusu olamaz.Akıl sahipleri için herşeyde Allah'ı gösteren deliller vardır.

Gönderi tarihi:

Selam arkadaşlar. Tartışılan konu hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Zaman falan diyoruz da önce şu zamanı bir tanımlayalım. Duvarlarımızda ya da kolumuzda duran o mekanik saatlerin bizi güzel bir şekilde yanıltabileceği taa 1905 te sevgili hocamız, ciğerparemiz Profesör Einstein tarafından kanıtlandı. ee o zaman bu bahsedilen olaylar zincirinin nerede ne zaman gerçekleştiğini bilmek söz konusu değil. Sonuçta bir nötron yıldızının yanına gittiğimizde varolan kuvvet dünyadaki kuvvetten fazladır. Bu da orada geçen süreyi dünyadakine oranla azaltır. O zaman göreli olan birşeyin gerçekliğini tartışmaya gerek yok. En iyisi biz zaman dediğimiz o şeyi mekanın üzerine yapıştırarak adını ''değişim'' koyalım. Öyle ya! Şimdi zamanı mekanın üzerine yapıştırdık, e mekan olmasa zaman yani değişimde olmayacak.

Şimdi biraz geçmişe, büyük patlamaya inelim. Ne vardı o zaman? tabi ki bir madde vardı. küçük çok küçük bir madde Ceviz kadar birşey ama içi dolu!!! Şu anki evreni oluşturabilecek kadar yoğunluğa sahip. Çok küçük olduğundan hep yoktan varolan bir şeymiş gibi göründü ama çok kısa zaman alan bir formül sayesinde 0.0000000000001 saniyeden bu başlangıcın gerçekleştiği belirlendi. E şimdi bir sıfır noktasını kaldırdık. Bir tantıya ihtiyacımız da kalmadı! ee zaman-mekan dedik; zamanın sonsuzdan gelmediğini de gördük. Ne olacak? Arkadaşlar. tanrıyı doğada arayıp, onu ıspatlamaya gerek yok. Daha içlerde arayalım ki raslantılara karışmasın. Ben daha farklı şeyler arıyorum...Sonucu olmayan işlerin başlangıcı da bulunamaz. ee nereden başladık da nereye ulaşıyoruz?

Gönderi tarihi:

merabayın....ben acizane birşeyler söylemk istiyorum bu konuyla alakalı.eğer yanlş şeyler söylersem ltfen düseltin.herneyse şimdi ateistler dini açıdan hiçbirçeye tapmayan inanmayan insanlar deiller mii ya bunu aklım almıyo yaratıcı bir gücün olduğuna nasıl inanılmaz ki..peki nasıl meydana geldik.tamm meydana gelmemisde bir wesile war ama onun da onun da onunda öncesinde hangi wesile wardı.tabi burasını fazla kurcalamamak lazım.herneyse birşey sorucam en basitinden bir insan kendi kendini nasıl yok edebiir.ya da tam anlamıyla bir insan oluşturulabilir mi.tamamen insan fonksiyonlarında olan bir warlık.imkansız deil mi düşünmesi bile imkansız yane.ee bunları bile bile yaratıcı yüce bir warlık olan Allah nasıl yok sayılır anlamıyorum..biraz çömezce yorumlar yaptım farkındayım ama acelem war da yine de kayıtsız kalmak istemedim...herkese slmlaaaarrr eywalaaaaaaa

Gönderi tarihi:

selam arkadaşlar size bir sorum olacak eğer bu sorunun cevabını verebilen birisi çıkarsa kabül edicemki Allah yoktur(haşa) ama eğer bana bu sorunun cevabını bulamıyorsanız inadınızdanda vaz geçin ona yönelinki o da size yönelsin.

soru: bana olmayan bir şey söyleyin? hayalde,maddede, olmayan bişey olsun bu öyle bişey olsunki hiç kimsenin daha önce algılamadığı bişey olsun.

inançsızlar "Allah" yok derken aslında onun varlığına şahadet ederlerde bilmezler.

eğer tamam ama mahihiyeti söyledir böyledir derseniz o zaman varlığını kabül etmiş olursunuz ama sıfatlarında hataya düşersiniz o yüce Allah bize kendini nasıl tanıttı ise biz onu öyle tanırız mahiyeti anlaşılmaya çalışılabilir ama tartışma konusu olamaz.Akıl sahipleri için herşeyde Allah'ı gösteren deliller vardır.

esselam aleykum anlad1g1m kadar1yla arkeologsunuz sizin alan1n1z ile alakal1 bir soru KURAN-I KERiM'de geçen bu helag edilen kavimler ile ilgili ilmi bir teyit varm1d1r vesselam "iKRA"

 

Sen bize ilk olarak yokluk nasıl bir şey onu anlat ki varlığın nasıl başladığını anlıyalım.

esselam aleykum senin tarz1n ile yaklas1rsam sen yok oldugunu kan1tlasana varl1g1 kan1tlamak çoooook kolayd1r ancak yok olan1 kan1tlamak :excl:

Gönderi tarihi:

esselam aleykum anlad1g1m kadar1yla arkeologsunuz sizin alan1n1z ile alakal1 bir soru KURAN-I KERiM'de geçen bu helag edilen kavimler ile ilgili ilmi bir teyit varm1d1r vesselam "iKRA"

esselam aleykum senin tarz1n ile yaklas1rsam sen yok oldugunu kan1tlasana varl1g1 kan1tlamak çoooook kolayd1r ancak yok olan1 kan1tlamak :excl:

 

Arkeolojik Veriler Bağlamında Kur'ân

 

Kıssalarının Fiilen Gerçekleşmemiş

 

Hadiseler Olduklarına Dair

 

Bahattin Dartma*

 

(AKADEMİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ AĞUSTOS/EKİM 2003 SAYI:18)

 

Giriş

 

Kur'ân'ın, hacim itibariyle önemli bir bölümünü kıssalar oluşturmaktadır. Onun kıssalara bu kadar geniş yer vermesinin sebebi, insanların ibret ve öğüt alarak,' hidâyette olmayanların hidâyete gelmelerini, hidâyette olanların ise hidâyete daha fazla sarılmalarını sağlamaktır. Ve Kur'ân, bu en güzel kıssaları,2 tarihte fiilen olmuş birer hâdise olarak sunmaktadır: "Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz..."3

 

Ancak, Kur'ân'da yer alan kıssalar hakkında, "bu olayların (kıssaların), insanların öğüt ve ibret almaları için uydurulmuş (üstûre/masal) edebî metinler/ürünler olup, tarihte fiilen meydana gelmemiş/gerçek hayattan alınmamış oldukları"4 şeklinde özetleyebileceğimiz, Kur'ân'ın sıhhatini ve orijinalliğini zedelemeye yönelik bir takım iddialar ortaya atılmaktadır. Hatta kimileri, bazı peygamberlerin tarihî varlığından bile şüphe etmektedirler.5

 

'Kur'ân kıssalarının, edebî metinler oldukları, insanların öğüt ve ibret almaları için anlatıldıkları' doğrudur. Yanlış olan taraf, 'onların, uydurulmuş (Ustûre/masal), tarihte fiilen vuku bulmamış oldukları' şeklinde, târihî hakikatlere ve arkeolojik verilere tamamen aykırı olan iddia ve kabullerdir.

 

Şimdi, bu küçük çaplı etüdümüzde, hem üzerinde durmak istediğimiz asıl konu olmadığı ve hem de ilgili eserlerde yeterince bilgi verildiği kanaatini taşıdığımız için "kıssa" kelimesinin kökü, lügat ve terim anlamları ve faydalan gibi hususları bir tarafa bırakıp,6 Kur'ân kıssaları hakkında ileri sürülen bu vb. maksatlı görüşlerin, tarihî gerçeklere ters düştüğünü, daha açık bir ifade ederek, kıssalarda anlatılan olayların tarihte fiilen gerçekleştiklerini somut delillerle kısaca ortaya koymaya çalışacağız. Bunun için de arkeolojinin bulgularından istifadeyle, Nuh, Hûd, Salih, İbrâhîm ve Mûsâ(as)'ın peygamber olarak gönderildiği dönemlere ait bir takım kesit ve pasajlar sunup bazı mukayeseler yapacağız.

 

I. Nuh (as):

 

Nuh (as), peygamber olarak gönderildiği kavmine, duyurmakla mükellef olduğu ilâhî mesajı tebliğ etmiştir: "Andolsun Nuh'u kavmine gönderdik: Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben size büyük bir günün azabının inmesinden korkuyorum."7

 

"Andolsun biz Nuh'u da kavmine gönderdik: Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım, Allah'tan başkasına tapmayın. Gerçekten ben, sizin acı bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, dedi."8

 

Ancak kavmi onun tebliğ ettiği bu mesajı kabul etmemiştir:

 

"Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve 'cinlenmiştir' dediler. Ve ona çeşitli eziyetler yapılarak tebliğden menedildi."9

 

Bu sebeple de onlar, suda boğulmak suretiyle tarih sahnesinden silinmişlerdir: "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık... ve âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk..."10

 

Kur'ân, bunları ortadan kaldıran tufan manzarasını şöyle tasvir etmektedir: Biz de nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık, su[lar] takdir edilmiş bir işin olması için birleşti. Nuh'u da tahtalar ve çiviler[le yapılmış gemi] üzerinde taşıdık.""

 

"(Nihayet) ey yer suyunu yut! ve ey gök (suyunu) tut! denildi. Su çekildi; iş bitirildi; gemi de Cûdî üzerine oturdu."12

 

Tufanın, hem 'göğün kapılarının açılması', yani kesintisiz bir şekilde yağan sağnak yağmur sularıyla ve hem de 'topraktan gözelerin/kaynakların fışkırması' yani tektonik hareketler sonucu karanın yarılarak yerden fışkıran suların birleşmesiyle meydana geldiği13 bildirilmektedir. Bu arada o çevrede bulunan nehirlerin (Fırat, Dicle vb.) de taştığı, Hint okyanusu yüksek basınç merkezinden Basra körfezi alçak basınç merkezine doğru şiddetli hava akımlarının (antisiklon) tesiriyle denizin kabardığı14 da ileri sürülmektedir.

 

Konuyla ilgili İngiliz arkeolog Sir Leonard Woolley ve ekibi, 1922-1934 yılları arasında Mezopotamya'nın târihî şehirlerinden Ur'da uzun süre kazılar yapmış; MÖ IV bin yıldan kalma kral mezarlarını ortaya çıkarmış; tufandan önceki kral listesini içeren kil tabletleri bulmuştur.15

 

Woolley'in Ur şehrinde yaptığı bu kazılarda:

 

Birinci tabakada kral mezarlarına tesadüf edilmiş;

 

İkinci tabakada modern usullerle döndürülerek imâl edilmiş çanak ve çömlek kalıntıları bulunmuş;

 

Üçüncü tabakada 3 ile 3.70 m. arasında değişen kalınlıkta tufandan geriye kalan kurumuş çamur tabakası görülmüştür. Daha sonra, bu çamur tabakasından alınan örneklerle Fırat nehir suyundan alınan çamur örnekleri laboratuarda incelenmiş ve yapılan analizler sonucu numunelerin aynı elementleri ihtiva ettiği görülmüştür.

 

İşte söz konusu tesbit, mil tabakasının tufan esnasında oluştuğunu gösterdiğine ve ayrıca tufan sırasında, Kur'ân'ın "yeryüzünde kaynaklar fışkırttık"16 ifadesinden, 'Fırat nehrinin de taşmış' olduğuna dair kuvvetli bir işaret olarak kabul edilebilecek niteliktedir. Çamur katmanının altındaki

 

Dördüncü tabakada ise tekrar basit bir şekilde elle yapılmış çanak-çömlek kalıntılarına rastlanmıştır.17

 

Böylece Kur'ân'da anlatılan tarihî bir olay, arkeoloji disiplini tarafından da aynen doğrulanmış olmaktadır.

 

II. Hûd (as):

 

Kur'ân'da zikredilen ve MÖ 2800-2280 târihleri arasında yaşadığı18 bildirilen Ad kavmi, Nuh kavminden sonra gelmiş ve fizik olarak da onlardan daha üstün özelliklerde yaratılmışlardır : "... Düşünün ki Allah sizi, Nuh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı. Üstelik yaratılışta size irilik ver-di..."19

 

Allah onlara geniş bir servet vermiş ve paha biçilmez-nimetler bahsetmiştir: "Onlara size vermediğimiz servet ve kuvveti vermiştik..."20

 

Onlar da bu sayede şu geçici dünyada ebedî kalacakları zehabına kapılarak inşaat alanında fevkalâde bir ilerleme kaydetmişlerdir : "Belki ebedî yaşarsınız diye köşkler (ve müstahkem kaleler) ediniyorsunuz?"21

 

Hatta kurdukları İrem şehrinin bir benzeri olmadığı bizzat Kur'ân tarafından zikredilmiştir: "Görmedin mi Rabb'in ne yaptı Ad kavmine? Sütunlu İrem'e? Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı."22

 

Konuya ilişkin olarak, 1837 yılında James R. Wellested tarafından Hısn-ı Gurâb yakınında, II. Ad kavmine ait, MÖ 1800 yıllarında yazıldığı bildirilen ve üzerinde, Hz. Hûd'un adının ve Kur'ân'ın bu kavmin maddî zenginliği hakkında verdiği bilgilere paralel bilgiler veren arkeolojik bir kalıntıdaki şu ifadeler dikkate değer görünmektedir : "Bu kalenin içinde, uzun bir zaman son derece rahat ve müreffeh bir hayat yaşadık. Öyle ki, yaşantımız her türlü sıkıntı ve ızdırabtan uzaktı. Kanallarımız her zaman su ile dolu idi... Hükümdarlarımız ise her türlü kötü düşünce, ard niyet ve ahlaksızlıktan uzak asîl krallardı. Onlar kötü kişi ve bozgunculara çok sert davranırlardı. Bizi Hz. Hûd'un kanunlarına göre idare ederlerdi. Bütün önemli kararları bir kitaba yazarlardı. Mucizelere ve ölümden sonraki hayata inanırdık."23

 

Görüldüğü gibi Ad kavmi hakkında Kur'ân'da verilen bilgilerle arkeolojik kalıntıdaki bilgiler kayda değer bir paralellik arzetmektedir.

 

III. Salih (as):

 

Kur'ân, kendilerine peygamber olarak Sâlih(as)'ın gönderildiği Semûd kavminin, Ad kavminden sonra geldiklerini, Hicr denilen yerde yaşadıklarını ve peygamberleri yalanladıklarını haber vermektedir: "Düşünün ki Allah, Âd'dan sonra sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi..."24 "Andolsun Hicr halkı (Semûd) da peygamberleri yalanladılar."25 Onların Hicr'de yaşadıkları hadîslerde de yer almaktadır.26 Ayrıca Asurlulara ait bir kitabede (MÖ 715) Semûd kavminin Hicr'de yaşadığı belirtilmekte; Yunan tarihçileri de Hz. isa'nın doğduğu yıllarda Thamudeni' dedikleri Semûdluların, Hicr'de oturduğunu söylemektedirler.27

 

Öte yandan Arab tarihinde Nûh(as)'dan sonra gelen Ad ve Semûd kavimlerine, helak olmuş anlamında 'el-Arabu'1-Bâ'ide' denmektedir.28

 

Bütün bunlar, vaktiyle Ad ve Semûd adlı kavimlerin yaşadıklarını gösteren arkeolojik ve târihî delillerdir.

 

Şimdi, Semûd kavminin yaşadığı yerlerden biri olan Hicr'in coğrafî konumunu tesbit ettikten sonra biraz da burada bulunan arkeolojik kalıntılardan bahsedelim. Hicr, Arabistan'ın kuzeybatısında Hicaz (Medîne) ile Şam arasında,29 Teymâ'nm yaklaşık olarak 110 km. güneybatısında, bu günkü Alâ'nın 15 km. kuzeyinde bulunan bir yerdir.30 27° derece kuzey, 38° derece güney meridyenleri arasında bulunmaktadır.31 Halen Medîne-Tebük demiryolu üzerinde bir istasyon olan 'Medâ'in-i Salih' adıyla anılmaktadır.32

 

Semûd kavmi, oturdukları bölgelerin dağlarında evler yontmuşlar, ovalarında da saraylar yapmışlardır: "... Onun düzlüklerinde saraylar yapıyor, dağlarında evler yontuyorsunuz..."33

 

Onların kayaları/merdivenleri ilk yontan millet oldukları ve Vâdî'l-Kurâ'da (köy/şehir olarak) bütünüyle taştan yapılmış 1700 yerleşim birimi kurdukları34 söylenmektedir. Yaz günlerinde ovalardaki saraylarında, kış günlerinde de dağlardaki evlerinde35 lüks bir hayat yaşamışlardır. Mimaride, özellikle de dağları/kayaları oyarak ev ve saray yapımında çok maharet,36 toprağı işlemede de bir hayli başarı elde etmişlerdir.37

 

Oldukça müreffeh bir hayat Semûd kavmi, olumsuz düşünce ve davranışlarından vazgeçerek hidâyete gelmemeleri nedeniyle helak olmuşlardır.38 Onlardan geriye ibret nişanesi olarak ıssız evlerinden başka bir şey kalmamıştır:

 

"İşte şunlar zulümleri yüzünden çökmüş ıssız kalmış evleridir. Şüphesiz bunda bilen kavim için bir ibret vardır." 39

 

Bu gün bunlardan hala ayakta duranlar vardır.

 

İbn Batûta ( 770/1367), hicrî sekizinci yüzyılda el-Ûlâ'ya uğradığında burası hakkında şu ifadelere yer vermektedir : "Semûd kavminin ikâmetgâhları anılan yerde kırmızı taştan dağlar içinde oyulmuş olup eşikleri nakışlarla süslüdür. Gören yeni yapılmış zanneder. Bu kavmin çürümüş kemiklerini bahsedilen evlerde görmek mümkündür."40 İstahrî (v. 340/951) ise Semûd evlerini şöyle tasvîr etmektedir : "Semûd kavminin dağlar içinde (taştan yapılmış bu) evlerinin bizim evler gibi olduğunu gördüm. Uzaktan bakıldığında bunlar birbirine bitişik zannedilir. Aralarına girildiğinde ise ayrı oldukları görülür. Kumluk olan çevresi dolaşılabilir. Fakat yukarısına güçlükle çıkılabilir."41 Evliya Çelebi'nin de kayda değer niteliktedir : "Bu dağları öyle mağara mağara, yâr yâr edip saraylar yapmışlar ki, kayaları peynir gibi kesmişler. Kayalara pencereler, kapılar açmışlar, oymalar yapmışlar. Birbirlerine yollar açmışlar. Köşkler, divanhaneler, yer altı odaları var ki her birine bin-iki bin adam sığar..."42

 

İbn Batûta (770/1367)'nın el-Ûlâ hakkında bilgi verirken söylediği, "Sâlih(as)'ın nâka[deve]sının çöktüğü yer dahi orada iki dağ arasındadır. Bunların arasında bir mescid kalıntısı olup halk orada namaz kılar. Hicr ile Ûlâ'nın arası yarım günlük veya daha az bir mesafedir"43 sözleri de bu bilgileri te'yîd etmektedir.

 

Anlaşılan o ki, Semûd kavminden günümüze kadar gelen bu eserler, söz konusu kavim hakkında Kur'ân'ın verdiği bilgilerin doğruluğunu yeterince ortaya koymaktadır.

 

IV. Ibrâhîm (as):

 

İbrâhîm (as), kavmini tevhide çağırmıştır. Başta ailesi olmak üzere, çevresine ve devrin idarecilerine, tevhid ilkesini benimsetmek için var gücüyle gayret etmiştir: "Onlara ibrahim'in haberini de oku : Babasına ve kavmine : Neye tapıyorsunuz? Demişti. Putlara tapıyoruz, onların önünde ibadete duruyoruz, dediler. Peki dedi, siz dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük, dediler. İşte gördünüz mü neye tapıyorsunuz? dedi."44

 

"Babasına demişti ki, babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere niçin tapıyorsun?"45

 

Bir türlü tevhidi benimsemeyen kavmi, bu yüzden onu ortadan kaldırma teşebbüsünde bile bulunmuştur: "Kavminin ibrahim'e cevabı, sadece : Onu öldürün yahut yakın demeleri oldu. Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda inanan toplum için ibretler vardır."46

 

Hz. İbrahim'in MÖ yaklaşık olarak 1940 yıllarında,47 yani bronz çağında48 Irak'ın, bugünkü Nâsıriye şehrinin 10 km. kadar güneyinde, Bağdat'ın 300 km. güneydoğusunda ve Fırat nehrine 18 km. uzaklıkta yer alan Ur (Tel el-Mukayyer/Muğîr/Muquayyar) şehrinde dünyaya geldiği; Mukayyer'in İbrahim'in kavmi diye tanıtılan Keldânîlerin49 eski Ur şehri olduğu, 1854'te Kırım savaşı esnasında British Museum adına, J. G. Taylor tarafından burada ilk kazıya başlandığı zaman Ravvlinson tarafından bir tümülüste bulunan belgelerden tespit edildiği50 bildirilmektedir. Ayrıca Ur ve çevresinde yapılan kazılar esnasında iki belge daha daha ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan birincisi "Tarah oğlu Abraham" yazılı olan bir tablettir. Bu tablette sadece bu isim yazılıdır, başka bir kayıt yoktur. İkinci belgede ise Ur peygamberinin yakalanması için Acbor oğlu Elnathan'ın aldığı tedbirler yazılıdır. Bu belgeyi teyîd eden bazı Sabi'î kaynakları da mevcuttur. Söz konusu kaynaklarda Hz. İbrâhîm'in zamanın me-lîki tarafından takibat altına alındığı ve tutuklandığı kaydedilmektedir.51

 

• • •

 

İbrâhîm, bir kıtlık nedeniyle 12. sülâle52 (veya Hiksoslar53 (2214-170354) döneminde Mısır'a gitmiştir:

 

"Peygamber İbrâhîm (as) üç yalandan başka hiç yalan söylememiştir. (Bunların) ikisi Allah'ın zâtına aittir. Biri 'ben gerçekten hastayım', diğeri 'belki bu işi büyükleri olan şu put yapmıştır' demesidir. Bir tanesi de Sâre hakkındadır. İbrâhîm yanında Sâre olduğu halde bir cebbarın55 memleketine gelmişti. O (Sâre) insanların en güzeli idi. İbrâhîm ona : Bu cebbar senin benim karım olduğunu bilirse, senin için bana galebe çalar. Bina'enaleyh sana sorarsa kendinin kız kardeşim olduğunu haber ver. Çünkü sen İslâm'da benim dîn kardeşimsin. Zîrâ yeryüzünde seninle benden başka müslüman bilmiyorum, dedi. Cebbarın ülkesine girdiği zaman onun bir adamı Sâre'yi gördü. Cebbara vararak : Gerçekten senin ülkene öyle bir kadın geldi ki, o kadının senden başkasının olması uygun olmaz. Cebbar hemen Sâre'ye haber göndererek onu getirtti. İbrahim (as) namaza kalktı. Sâre cebbarın yanına girince cebbar elini ona uzatmaktan kendini alamadı. Fakat şiddetli bir şekilde eli tutuldu. Bunun üzerine cebbar ona : Allah'a ducâ et de elimi salsın, sana bir zarar vermeyeceğim, dedi. O da bunu yaptı. Fakat (o yine) aynı hareketi tekrarladı. Eli ilk defakinden daha şiddetli olarak tutuldu. Cebbar Sâre'ye az öncekinin aynısını söyledi. O da onu tekrarladı. Fakat cebbar aynı hareketi yine yaptı. Bu defa eli ilk ikisinden daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Artık cebbar, Allah'a ducâ et, elimi salıversin. Allah şahidim olsun sana bir zarar vermeyeceğim, dedi. O da bunu tekrar yaptı ve cebbarın eli salındı. (Bu sefer) Cebbar, Sâre'yi getiren adamı çağırarak : Sen bana insan değil, ancak bir şeytan getirmişsin! Bunu hemen ülkemden çıkar, Hacer'i de ona ver, dedi."56

 

Bu hâdise, Lût Gölü yakınındaki Kumran mağaralarında bulunan ve MÖ 50 - MS 50 yılları arasına tarihle[nebil]en ceylan derisine yazılmış tarihî bir vesikada da aynen geçmektedir. Söz konusu belgede olay şöyle anlatılmaktadır: "Onun yüzüne bakınca, o ne kadar güzel, başındaki saçlar ne ince, gözleri ne kadar güzel, burnu ne hoş! Bütün ışıltılar onun yüzünde, göğsü nasıl güzel! Beyazlığı ne sevimli! Kollarının görünüşü ne biçimli. Elleri ne kadar uygun. Avuçları ne hoş, parmakları uzun ve ince. Bacakları ne güzel! Kalçaları kusursuz. Bütün kızların ve gelinlerin hiçbiri onun kadar güzel değil. Hepsinin üstünde, o çok akıllı bir kadın. Ve kral, Horkanoş'un ve onun iki arkadaşının bu sözlerini duydu. Üçü de tek adam gibi konuşuyorlardı. Kral onu çok görmek istedi, onu getirmeleri için adanı gönderdi. Onun güzelliğine hayran kaldı ve onu karılığa aldı ve beni öldürmek istedi. Sâre, krala, "o benim erkek kardeşimdir" dedi. Ben Abram'ı kurtardı ve beni öldürtmedi.

 

Bu benim için iyi idi (böyle söylemesi bana uygun geldi) ve ben Abram, Sâre'nin benden zorla alındığı gece büyük bir acı ve üzüntü ile ağlarken kardeşimin oğlu Lût da benimle ağladı.

 

Önce büyük bir üzüntü ile gözlerimden yaşlar akarak dua ettim : "Bütün dünyanın Efendisi, Sen ey Yüce Tanrı; bütün kulların, bütün beylerin efendisi ve onları yargılayan Sen kutsal, dinle şimdi! Mısır firavunu Zoan, -bu isim kıral adı değil, Mısır'da Nü deltasında bir şehir adıdır (deniyor)-benim karımı elimden aldığı için önünde ağlıyorum. Onu benim için yargıla. Senin güçlü elini onun ve evindekilerin üzerine indir ve bu gece karımla beraber olmasın. İnsanlar, Senin yeryüzü krallarının efendisi olduğunu bilsinler" ve ben ağlıyorum, acı içindeyim. O gece Yüce Tanrı, ona ve evine bulaşıcı bir hastalık getiren bir rüzgar gönderdi ve rüzgar çok fena idi.

 

Kralı ve bütün evini yakaladı ve iki yıl kadının yanına yaklaşamadı. İki yıl konraya kadar bu hastalık daha güçlendi ve daha acıklı hal aldı. O Mısır'ın bütün bilginlerini, sihirbazlarını, doktorlarını çağırdı, fakat hiç biri iyileştiremedi. Rüzgar onları da vurdu ve kaçırdı. Sonra Harkanoş, bana geldi ve Kral'ı için dua etmeni, elimi onun üzerine koyarak yaşatmam için bana yalvardı. Lût, ona dedi ki: "Abram benim amcamdır, karısı Sâre kralla olduğundan kral için dua edemez. Git, krala, karısını kocasına göndermesini söyle, o zaman o dua edecek ve kral da yaşayacak."

 

Horkanoş, Lût'un söylediklerini duyunca krala giderek: "Kralını, beyimin başına gelen bütün bu felaket Abram'ın karısı Sâre'nin yüzünden, Sâre'yi kocası Abram'a geri ver, bütün bu bela başından gidecek ve sen yaşayacaksın!"

 

Kral bana: "Sâre'nin uğuruna bana neler yaptın? Sen bana onun için 'kız kardeşim' dedin. Onun için ben onu karı olarak aldım. Karını al. Mısır ülkesinden çıkıp git ve şimdi benim için dua et. Evimden ve benden bu felaket uzaklaşsın." Ben dua ettim, elimi başına koydum ve onun üzerinden bela ayrıldı, fena rüzgar gitti ve o yaşadı ve kral bana bunun bozulmayacağına yemin ettirdi. Kral bana ince keten elbiselikleri ve Hâcer'i verdi ve beni götürecek insanları da belirledi ve ben Abram, bol sığırlar, gümüş ve altınla zengin oldum ve Mısır'dan ayrıldım. Kardeşimin oğlu Lût da benimle idi. Lût'un da büyük malları vardı ve oradan bir de karı aldı."57

 

Böylece, tarihî varlığından bile şüphe edilen îbrâhîm(as)'ın,58 hem fizikî olarak varlığı ve hem de tebliğ sürecinde yaşadığı olaylar, tarihî ve arkeolojik bulgu ve belgeler tarafından da ortaya konmuş olmaktadır.

 

V. Musa (a.s):

 

Tiran insan Firavun İsrâiloğullarına, kız çocuklarına dokunmaksızın erkek çocuklarını boğazlayıp öldürmek suretiyle bir soy kırım siyaseti uygulamıştır: ".Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık. Hani (onlar), size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı ve bunda sizin için Rabb'ınızdan büyük bir imtihan vardı."59

 

1896 yılında yapılan arkeolojik kazılarda, Hz. Musa dönemi Firavunlarından olan Mineptah'ın kahramanlık ve kazandığı zaferlerden bahseden, MÖ 1207 tarihli bir levhadaki şu ifadeler de bu hususu doğrulamaktadır: "İsrailliler imha edilmiştir/silinip süpürülmüştür. Ve onların yeniden türemeleri için geride hiçbir tohum bırakılmamıştır."60 Bu bilgiler, "sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık. Hani (onlar), size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı" âyetine uygunluğu bakımından son derece önemlidir. Kur'ân'ın, yaklaşık olarak MÖ 13. asırda -ki bu Hz. Musa dönemidir- vukûc bulmuş bir olayı harfiyyen aktarması oldukça anlamlı olsa gerektir.61 Ayrıca ilgili belgedeki "tohum/sperma" kelimesinin, âyette geçtiği gibi kız çocuklarının değil, erkek çocuklarının öldürüldüğüne dair kuvvetli bir işaret olarak görünmektedir.

 

• • •

 

________________________________________________________________

yazının tamamı ve dipnotları aşağıda linkini verdiğim sitede.

http://64.233.179.104/search?q=cache:oqY7-...tr&ct=clnk&cd=2

*

Gönderi tarihi:

BİRAZDAN YAZACAKLARIM VARSAYIMLARA DAYANIR, KİMSE ALINMASIN...

Semavi dinlerin varlığının kutsallığını bir süre için kabul edelim. Şimdi çok eskilere, yahudilerin babil öncesi dönemine, dinin kuruluş aşamasına gidelim. Öncelikle belirtmeliyim ki üç kitap da birbiriyle aşırı şekilde benzeşiyor.( buna Zerdüşt'ün kitabını da ekleyebiliriz.)

O zamanlar çok tanrılı dinlerin hüküm sürdüğü bir dünya vardı. Peki 1000 yıl içinde yaşatılan üç baş tanrının isimlerini verelim. Enlil, Marduk, Samas. Bu üç tanrıya adanmış bazı yazılara bakıldığında üçüne de aynı korku, hayranlık ve sığınma duygusu beslendiği görülür. daha ilginci yazıtlarda biraz daha göz gezdirildiğinde bu üç büyük tanrının şu anki tanrı anlayışındaki çoğu sıfatı aldığı görülür. ''Koruyan, gözleyen, karar veren, en büyük, emirleri tartışılmaz, herşeyi yaratan ve herşeyi bilen, dünyadaki herkese yazgı dağıtan, ışığını tüm evrene ulaştıran...''. Ne kadar da benzer.. neyse bir başka ince ayrıntı da ''şeytan'' kavramında ortaya çıkıyor. Mısır tanrısı ''Set''; yılan ve kötülük tanrısı( ayrıca o zamanlar saygı duyulan ve sevilen bir tanrıydı ). Bu Set ifadesi değişikliğe uğrayarak dilin evrim aşamalarını geçirmiş. Önce ''Settah'', sonra ''Sattah'' ve sonunda latincedeki özünü ''Satan'' ı bulmuş. Ne kadar ilginç. devam edelim!

Şimdi eski ahid teki birkaç cümleye değinmek isterim. Bahsedilen şey yahudilerin Mısırdan ayrılırken yanlarına ''Set''in kabartmalarını almaları. ''...Ve o zaman yaradan dedi ki; İşte ben sizin tanrınız Yahve'yim. Diğer tanrılardan daha kıskancım, o yüzden bana itaat edin. Ve Yahve Musa'ya uygulanması imkansız bir din verdi''... Sorun şurada; ''uygulanması imkansız bir din'' bir ceza değilmidir. Peki bu kavim tanrıya göre hata sayılan bir davranışı sergilemeseydi semavi dinler olacak mıydı? Peki niye insanlar bir kavmin hatasını çekmek zorundalar. Bu ayrı bir olgu, aklıma şu an geldi ben de ekledim.

Asıl anlatmak istediğim şey dinin de herşey gibi evrim geçirip bu hale geldiği. Etkileşim sürekli. Etkileşerek büyüyen ve yok olan ya da eriyen dinler var tarihte. İnsanın genetik özelliği olan inanma isteği sürekliliğe sahip. Yani herşey insanda bitiyor. Focus dergisinin hatırlamadığım bir sayısında bir makalede ''inanç geninden'' bahsediliyor. Soyut bir şey arayanlara söylüyorum; tanrı herşeyden daha somut!!! bunu kabullenememek insani bir zayıflık. Evet inanmak insanı rahatlatır, korkularını gizler ama ben bir parça çamurdan yaratılmadım. Bir tanrının kibiri altında ezilmiyorum. Aptalca mucizelere inanmıyorum. Ben yaşama inanıyorum. Yolun sonu geldiğinde ölümü yaşamak istiyorum. Son nefesimi verirken arapça birşeyler mırıldanmak istemiyorum. Birşey beni bana sormadan yarattı diye ona itaat etmek zorunda hissetmiyorum. Gerçekle yüzleşmek kolay değil. Gerçeği kabullenmek ayrı bir zorluk. Ama gerçek oralarda bir yerde havalarda-ya da hangi lanet yerdeyse orada uçuşan melekler, cinler falan değil. İnsanlık böyle acizlikleri böyle mantıksızlıkları görmezden geliyor. Neden kendi kendimize burada olduğumuza inanamıyoruz. Hazmedilmesi çok mu zor. Dinin ahlaki yönünü eleştirmiyorum, belki anarşizmin bir numaralı düşmanı ama tamamen sahtelik üzerine kurulmuş

Neden düzeni sürekli büyük bir gücün yarattığı düşünülüyor. ya kendiliğinden olduysa? ya bir similasyonun içinde sıkışmışsak? pekala bilgisayarlar kusursuzlaştırılıyor... Hiç kimse bir şeyi ıspatlayamayacak, herşey hiçbirşeydir diyen bir kişiye karşı savvunu ne olabir ki? '' bak düzene bak! ne güzel dimi?'' diyemeyiz. Asıl düzenden korkmalıyız. Herşeyin çok düzenli olduğu bir yerde mutlaka bir sorun vardır. Yaşamın gerçek dışılığı tanrının işaretinden çok sorunun işaretine benziyor. Neyse ya tribe girdim iyice...

Gönderi tarihi:

birşey daha. muhammed'in şizofren olmadığını nereden bilelim? pekala zaten temelleri atılmış ve evrimle gelmiş dinsel bir yapının üzerine birşeyler ekleyebilir. Bu arada bir sosyopat olup kapandığı mağarasında galipten sesler duyabilir. Zaten inanmaya susamış ve o zamanki düzenden ezilmiş insanları kolaylıkla kendi yanına çekebilir. imkansız değil. Muhammed'in okumayı bilmediğini nasıl ıspatlayabiliriz? Emini ki basit bir çoban değildi.

Al sana din! İyi bir tanrı. İnananlar da onun gibi iyi. İnanmayanlara cevap hazır! ''Şeytanın oyununa geliyorsun evlat!!'' boooommm!!! bittik biz!! Sonra sevgi şevkat hoşgörü falan filan.....masumiyetmiş!!! yok öyle birşey. Yeni doğan kız çocuğu bile babasına tamamen içgüdüsel olan cinsel bir iple bağlanıyor, erkek de aynı şekilde annesine.... arkadaşlık mı? sadece menfaat! sosyal düzenin gerektirdiği konuşma arzusu ve eksiklik. Hepsi aldım verdim...... Bir şeyler sun ki arasın.... Din de masum değil. Tanrıyı kullanıyorlar... dua edip ondan birşeyler istiyorlar ve bunun için belli davranışlar izliyorlar. sonra ölümsüz bir hayat vadedilmiş. Tanrının en büyük özelliklerinden biri ne? ölümsüzlük. o zaman kendimizi tanrılaştırıyoruz. insani bir ütopyayı cennet yapmışız gidiyoruz.... aşık oluyoruz. Lee'nin aşk kuramı!! kişilik bozukluğu ve cinsle dürtüler.. Bir kaç hormaon ve amigdala!! başka birşey değil. Neyse çok konuştum bugün....

Gönderi tarihi:

ya bu millet anlamıyo ki basit mi bu işler kader konusu bu konunun yanında çok basit kalır

 

bak şimdi bu millet ekseri ne diyor: allah vardı hiçbirşey yoktu, sonradan allah alemi ( allahtan başka herşey ) yarattı demiyomu? he ehli sünnetde böyle demiyomu? iyi bak şimdi bu konuyu 6 aydır inceliyom en derin kitapları okuyom, anladım ve şunu gördüm: "allah alemi ( allahtan başka herşey ) sonradan yarattı" diyenlere soruyom: allah alemden önce de varlıktamıydı? "evet" derler. tekrar soruyom: peki sonlu mu yoksa sonsuz süre öncemiydi? adam dese ki: "sonsuz süre" bu olmaz çünkü sonsuz sürenin sonuna varılamaz ve alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. bu sefer mecbur "sonlu süre önceydi" diyecekler ama burada onların aklına gelmeyen bir sorun var o da şu: böyle diyen allahın varlığının başlangıcını savunmuş olmaktadır. çünkü sonlu süre demek; başı ve sonu belli olan süre demektir ve bunlara göre alem sonradan yaratıldığı için bir başlangıcı vardır ve bu başlangıcı olan andan sonlu süre geri gittiğimizde ne olur? şu olur ki: allah alemden sonlu süre önceydi ama daha önce değil manası çıkar. ve bu allahın varlığının başlangıcını savunmak olur. ama onlar bunu anlamıyordu. kendilerine ne denmişse aynen tekrar ediyorlardı.

mesela gazali ehli sünnetin içinde bu konuyu en iyi bilen birisidir. kitabını okudum "tefahafüt el flelasife" yani "filozofların tutarsızlıkları" orada rezil oldu ve şöyle bir hata yaptı. dedi ki: allah zamanı yarattı ama allah zamanı sonradan yarattı dedi, bakın bu hatadır. alemle beraber zamanı yarattı dedi. yani alemden önce zaman yoktu dedi. soruyom: madem alemden önce zaman yok, o halde neden bunlar aleme sonradandır diyor. çünkü sonradan demek için öncelik olaması lazım. ve öncelikte zaman kavramıdır.

Gönderi tarihi:

zaman olarak.

çünkü bugün dediğin zaman dünü kabul ettin demektir. zaman olarak dün vardır. ama dersen ki varlık olarak sordum; o vakit şu cevap verilir: bedensel olarak dünyaya gelme olarak dünü yok. ama ruh olarak bakarsan o mesele kuranda kapalı anlatılıyor. yani kuranın zahirinden anlaşılan, bedenden önce de ruhumuzun varlıkta olmasıdır. o bakımdan yani ruh bakımından dünü vardı denebilir

Gönderi tarihi:

buraya kadar güzel beden sel olarak dünü yoktur peki şu kainatında bedensel olarak dünü yoktur senin ifadenden bu çıkıyor kainatın bedeni olsun insanın bedeni olsun her ikisininde yokluğunda sonlu zaman diye bişey olurmu?olmaz çünkü zaman diye bişey olmaz

Gönderi tarihi:

İyi de bunu nereden bilebilirsin ki? herhangi başlangıcın olduğuna dair bir delilin var mı? kozmoloji mutlak sıfıra indi mi? evet haklı olabili,rsin ama ben de olabilirim. İnsanlar sağduyularıyla hareket ederler. evet bir döngünün olması sağduyuya aykırı ama gerçeğe değil. veri yetersizliği var zaten. istediğimiz kadar boğaz patlatalım sonuçta aynı yere çıkıyoruz. bu ''peki başlangıç ne?'' sorusu. Bak burada bile döngüye giriyoruz. Bence bu döngü mevzusunun oluru var...tabi olmazı da var. yeteri kadar kanıt bulamadan şu şudur diyemeyiz. ancak bir düşünce olur. Bu da çürük olur...

Gönderi tarihi:

Valla kozmoloji derken evreni kastediyorsun, biz bunun evveliyatına bakalım evrende oluşan bir durum, nasıl mekanı varki devamlı genişliyor bu mekan bence döngü teorisini desteklemez gibi geliyor bana.

Gönderi tarihi:

Valla kozmoloji derken evreni kastediyorsun, biz bunun evveliyatına bakalım evrende oluşan bir durum, nasıl mekanı varki devamlı genişliyor bu mekan bence döngü teorisini desteklemez gibi geliyor bana.

 

 

 

haklısınız yaratıcımız dışındaki herşeyin başlangıcı vardır.

Gönderi tarihi:

Valla kozmoloji derken evreni kastediyorsun, biz bunun evveliyatına bakalım evrende oluşan bir durum, nasıl mekanı varki devamlı genişliyor bu mekan bence döngü teorisini desteklemez gibi geliyor bana.

ya haklısın aslında....ama hani şu paralel evren olayı falan var ya....mutlaka duymuşsundur...şimdi tut ki bir uzay düzlemi içinde bir sürü evren var. bu evrenler zeminden enerji alarak besleniyorlar. biri sönerken diğeri şişmeye başlıyor. bu mantıklı...şimdi neden diye sorarsan...söyleyim; zamanın şekli armut gibi aslında...(bunun için HAWKİNG,S.,CEVİZ KABUĞUNDA EVREN,BÖLÜM İKİ; ZAMANIN ŞEKLİ' ne bakabilirsin) Şimdi buradan evrene bakan gözlemci aldığı ışınları 2.7 derece sıcaklıkta görür. Bu da daha önce bu ısıyı kesmiş ve yarı geçirgen olan, çok geniş bir tabakadan geçtiğini gösterir. Bu tabaka daha sonra galaksiler,gezegenler.....vesaireye dönüşecek olan bir ışınım topluluğu. Önemli olan bu ışınımdan öncesi.Işınım öncesine baktığımızda bir tekilliğe doğru gidilir.(sonuçta evren şuanda genişliyorsa daha önce herşey birbirine daha yakındı) ancak iş bu tekillikte değişiyor. Mutlak 0 a inilemiyor. bu yüzden diyorum ben. eğer mutlak sıfıra inilemiyorsa, yani evren yoktan varolmamışsa bir düzleme bağlı olması çok mantıklı. İşte bu düzlem kendi içinde döngüyü yaratıyor. Şimdi soru eee o zaman düzlem nasıl oluştu ve kim oluşturdu? gerçekten bilmiyorum. ama bizim evren için konuşursak bence bir döngüden bahsedebiliriz.. Ya karışık oldu biraz kusura bakma...

Gönderi tarihi:

Bizim even için en garantili kanıt ilk patladığı anın ses kayıdını yapan makina, bu makina volsvagen büyüklüğünde 2-3 sene evvel güvercin pisliklerini temizleyip tekrar çalıştırdılar ses aynı bir çizgi kaybı dahi yok, bu ses aynı sac tenekeyi yırtığın andaki çıkan ses gibi.

Tazzikle bir patlama olduğuna göre ardında çok kuvvetli enerji formu var bu nasıl bir şey hayel edemiyoruz, mutlak sıfır noktası ise iki kutup oluşturmuş ki işlem olan tetiklenme başlamış, bu iki ters kutup nasıl oluşmuş mutlak sıfırda buda bilim adamlarının teorilerine ihtiyaç vardır.

Gönderi tarihi:

Bizim even için en garantili kanıt ilk patladığı anın ses kayıdını yapan makina, bu makina volsvagen büyüklüğünde 2-3 sene evvel güvercin pisliklerini temizleyip tekrar çalıştırdılar ses aynı bir çizgi kaybı dahi yok, bu ses aynı sac tenekeyi yırtığın andaki çıkan ses gibi.

Tazzikle bir patlama olduğuna göre ardında çok kuvvetli enerji formu var bu nasıl bir şey hayel edemiyoruz, mutlak sıfır noktası ise iki kutup oluşturmuş ki işlem olan tetiklenme başlamış, bu iki ters kutup nasıl oluşmuş mutlak sıfırda buda bilim adamlarının teorilerine ihtiyaç vardır.

bU SES KAYDI KONUSUNDA BİR BİLGİM YOK AMA ENTERESAN OLSA GEREK. EVRENİMİZ İÇİNDE KARADELİKLER VAR BİLİYORSUN. BUNLARDAN IŞIK BİLE KAÇAMIYOR. BUNLAR EİNSTEİN'IN GÖRELİLİĞİNİN BİTTİ YERLER. YANİ ZAMAN MEKANIN SON BULDUĞU SONSUZ YOĞUNLUKTAKİ SİSEMLER. İŞTE EVRENİN İLK HALİ DE BU ŞEKİLDEYDİ. SONSUZ BİR YOĞUNLUKTA. ZAMAN MEKAN OLMASA BİLE BİR ŞEKİLDE BİR ENERJİ HAPSEDİLMİŞTİ İÇİNE. SONUÇTA BİR YERLERDEN BESLENİYORDU. BEN DE BUNU BİR UZAY DÜZLEMİ OLARAK GÖRÜYORUM. BİR DÜŞÜNCEM DAHA BAŞKA BİR EVRENİN İÇİNDE KARADELİK GİBİ BİR TEKİLLİKTEN DOĞMAMIZ. GERÇİ BU PEK DESTEKLİ DEĞİL AMA BİR DÜŞÜNCE SONUÇTA.

GEÇEN YAZ ŞU EGE ÜNİVERSİTESİNİN AÇTIĞI KOZMOLOJİ KAMPINA GİTMİŞTİM. ATEŞBAŞI MUHABBETLERİNDEN BİRİNDE BİR HOCAMIZ, EVRENİN YAŞINDAN DAHA UZAK BİR IŞIK YILINDA GÖRÜNEN BİR YILDIZIN SAPTANDIĞINI VE BUNUN HUBBLE KAYITLARINDA OLDUĞUNU SÖYLEDİ. O ZAMAN? TEK EVREN BİZİMKİ DEĞİL? BAK BU DA YARI YARIYA BİR ISPAT SAYILIR. AYRICA SESLERİN KAYDI NASIL YAPILDI ONU DA ANLAMIYORUM. ZATEN TAYFLAR BULUNDUĞUMUZ YERE ZAR ZOR ULAŞIYOR. SES DALGALARI NASIL ULAŞABİLİR? ULAŞTIĞINI VARSAYALIM....YILDIZ ÇÖKMELERİNDE DEVASA SESLERİN ÇIKMASI GEREKİYOR. BİG BANG İ KAYDEDEN ONLARI DA KAYDEDER.. ANCAK ÖYLE BİR KAYIT YOK.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.