Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Bu günlerde düşündüğüm şeyler arasında en yoğun olanı, son yüzyılda yeni bir düşünce, yeni bir felsefe, yeni bir edebi kalitenin neden varolamadığıdır. Yozlaşmanın hızla geliştiği günlerde felsefeci yetiştiremez oldu dünya, hala 600-700 yıl önce hatta daha önceden oluşan felsefi düşünceler üzerine düşünüyoruz. Üzerine yeni bir fikir ekleyemiyoruz. Bu sıkıntı değil midir? Türklerin yetiştirdiği felsefecileri örnek alıyoruz ve hala bir Mevlana, bir Yunus Emre....v.s. ve hatta Atatürk gibi düşünemiyoruz. Ne mutlu bu millete ki böyle değerlere sahip olmuşuz ama onların fikirlerini ezberlemekten başka ne yapıyoruz? Son yüzyılda bence edebi kalitesi yüksek eserler ortaya çıkarılamadı. Bundan 1000 yıl önce insanlar daha fazla edebi ve felsefik eserler ortaya çıkarıyorlardı. Günümüz meselelerinin en başında yozlaşma geliyor. Antik zamanlardan kalma tiyatroları birer tarihi eser olarak görmekten başka bir şey yapmıyoruz. Yeni eserler yapamıyoruz. Popüler kültür bütün değerlerin yozlaşmasına sebeb oluyor ve bu bir kanser gibi tüm toplumları zehirliyor. 1000'lerce yıl önce daha fazla tiyatro gösterileri vardı günümüzde tiyatrolar kapatılıyor. O zaman ortaya atılan fikir inşasının üzerine yeni bir tuğla koyamıyoruz. Günümüzde daha fazla insan kitap yazar oldu ama edebi değeri yok pek çoğunun. İki kelimeyi bir araya getirebilenler hemen kitap yazar oldu ama içleri boş... Bu konu üzerine biz neler yapabilirizi tartışmak sanırım güzel olacak. Hatta bütün arkadaşların kendilerince edebi buldukları eserlerden örnekler vermeleri ve bunun üzerine tartışmalar yapmayı umuyorum. Yozlaşmanın önüne geçilebilir mi, geçilerse nasıl? 6,5 milyar insanın yaşadığı dünyada artan nüfusa rağmen edebi değerler, neden ve nasıl yok oluyor? Selamlar Alıntı
Φ VAKANA Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 . Yozlaşmanın önüne geçilebilir mi, geçilerse nasıl? 6,5 milyar insanın yaşadığı dünyada artan nüfusa rağmen edebi değerler, neden ve nasıl yok oluyor? Selamlar kısaca...geçilemez... çünkü;yeni dünya düzeni,bu vahşi kapitalizm ve sınır tanımayan emperyalizm cahillikten beslenir... daha çok satış için,daha fazla kar için,daha çok ülkeye girip enerji kaynaklarını elde etmek için,daha çok ap_tal ve cahil insana ihtiyaç vardır.... yıllar sonra antik eserlerden bahseden bir nesil bile özlenecek hale gelecek... karamsarmıyım????? değilim... iyimsermisiniz????? sebep???? Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 sayın vakana malesef haklısınız, malesef yeni dünya düzeni yozlaşma kültürü. neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Selamlar Alıntı
Φ gugukcuk Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Sevgili vakana'ya katılıyorum.Kültür yozlaşması globelleştirilmek zorundadır.Kültürel seviyenin yüksek olduğu bir toplumda anlayışlar,tevazuu,saygı,kültürel kimliklere sahip çıkma,yokolmuş kültürleri yeniden yaşama geçirme,çevrecilik gibi konular ön plana çıkar. Böyle bir tarz elbetteki zamanımızdaki politik tarza pek uymaz. Egemenlik arayan emperyal ülkelerin en güzel kozları bunlardır. Heran kaşınabilecek ve sonuç alınabilecek noktalardır. Kültürel üretkenlik için zamanımızda yeterli bir zaman bırakılmamıştır. Kentsel seviyeler, çıkarlar için taşralaştırılmıştır. Bilişim kültürüne dogru yöneliş,kültürel kuşatmanın yeni dünya düzenidir. İktisadi depremlerin birey üzerindeki yansımaları,kısıntı yada tasarruf fikrini gazete,kitap,tiyatro'ya yonlendirmiş sigara-içki-kahve kısmı muaf tutulmuştur. Milyonlarcası yazılabilir.Ama yeni nesil bunları zaten anlayamayacaktır. Onlar için chat,hack,asalak yaşama tarzı,kopyacılık her zaman popülerliğini koruyan stiller olarak kalacaktır. Tüketilmeyen kültür yokolmak zorundadır sevgili sardunyam. sevgılerımle, Alıntı
Misafir Marcus Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Dünyada üretilecek yeni bir düşünce sistemi kalmadı sevgili sardunyam.Üretilecek yeni felsefi konjoktürün uygulanılabilirliği,tümden yerleşik olan kapitalist=emperyalist hegomonyanın çelişkilerinin sonunu hazırlama süreciyle ilintilidir.Bu güzel sorularınızın cevabı henüz aralık duran kapıların ardına kadar açılmasına bağlı. Bir kudurmuşluk,bir acımasız tüketim (tabiatı) yazılacak her kar hanesinde kendisine vücut buluyor. Hadi ütopik falandı (!) sosyalist sistemi geçtik. Daha hala şeyhler ve şıhların söz sahibi olduğu bir toplumsal portre var önümüzde. İnsanlık bir Türkiyeye Atatürkün meramını anlatamadı.Bunları henüz hazmetmeden nasıl bunun ötesine geçebiliriz. Güzel temennileriniz katılmakla beraber,sanırım sadece temenni olarak kalacak.Çünkü dünyanın gidişatıda gidişat değil.Batıda hortlayan fundemantalizm bize geleceği daha aydınlık göstermiyor. Aşılabilirlikleri aşabilsek sorun değil.Ama daha bir yüzyıl ödenmemiş bedenler üzerine don biçileceğini sanmıyorum sevgilerimle Alıntı
Φ Anakonda Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Ancak kendi tarihini ve kültürel değerlerini mümkün oldukça çok ve objektif kaynaklardan öğrenebilirsen ve yaşamına uyarlayabilirsen(ki maalesef bazı zihniyetler seni hemen gerici olmakla itham edecektir) yozlaşmanın önüne geçebilirsin. Bu değişime kapalı olmak anlamına gelmez. Yararlı olanı almak ve sahip olduklarında doğru bir biçimde sentez yapabilmek.. Bu noktada ülkenin gerçek "aydın" larına ve yöneticilerine ve sivil toplum örgütlerine ve eğitimcilerine büyük görevler düşüyor. Benim kast ettiğim "Aydın" kavramı günümüzde kendileri için kullanılar birtakım ne idiü belirsizleri kapsamıyor. Maalesef günümüzde ayaklar baş ediliyor.... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Herkesin kendi dünya görüşüne göre "aydın" olarak gördüğü kişiler değişiyor. Bence "aydın" hangi inanca mensup olursa olsun, tek ideali insan hayatına çeşitli değerler ve edebi eserler kazandırabilendir. Bu bakımdan hoşgörüyü özümsemiş, takıntısız ve komlekssiz, her hangi bir tarafa mensup olmayan, objektif, çıkar kavgası gütmeyen insanlardır aydın olanlar. Gelenekçilik te göreceli bir kavram ülkemizde etnik farklılık gösteren toplulukların birbirinden farklı gelenekleri var. Birde Türk toplumunun genel bir gelenekçi anlayışı var. Yapılması gerekenlerden biri de bence yetişen nesile ahlaki değerlerimizi özümsetebilmektir. Konu yozlaşma olunca ayrıntılar çok fazla oluyor. Arkadaşlarımın hepsinin tespitleri doğru emperyalizmin gücü de insanın bir "kör tüketici" olmasından geçiyor. Sokaklar birbirine saygısı olmayan dünyanın kendi eksenleri etrafında döndüğünü sananlarla dolu... Bencillikte yüzyılımızın yükselen değeri...... Bütün iyi temennilerimin temenni olarak kalacağını üzülerek söyleyen arkadaşım. Haklısınız bu kötü gidişi düzeltmenin çok imkanlı bir şey olmadığını bende görüyorum ama yinede iyi niyette bulunmak gerektiğine inanıyorum. Selamlar Alıntı
Φ siosteran Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 1946'dan beri ayakların başedildiğini düşünürsek,toplumsal sınıf bilincinin yok edildiğini de söyleyebiliriz.Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu,din adamlarının zengin ve aristokrat kesimden gelmesinin daha uygun olacağını ve böylece dinde şekilciliğin minimale indirileceğini belirtmiş.Buna katılmıyorum. Düşünün bir,kırsal ve fakir bölgede doğan,büyüyen ve daha sonra eğitimiyle kendini yetiştiren biri,genellikle ileride çok varlıklı biri olabilir mi?Olamaz.Böyle biri din adamı olsa,görgü ve göreneği kırsal düzeyde kalacağı için insanlara ne kadar faydalı olabilir?Pek az! İçinde ne kadar hırs olursa olsun,genellikle böyle bir insanın erişebileceği toplumsal konum bellidir;en fazla burjuvaya dahil olabilir,aristokrat olmaya çalışması halinde dışlanır. Bir de kentsel ve zengin bir ortamda doğan,büyüyen insanı ele alalım.Böyle birisi genellikle,zaten aileden gelen servetine güvendiği için,içinde hırs yoktur,eğitimine önem vermez;serseri bir yaşantıyı tercih eder.Bu kişinin din adamı olması zor olasılıktır;olsa bile insanları din kisvesiyle sömürmeyi kendine amaç edinir. Özetle bu sınıflara mensup insanlardan bilim,kültür,sanat ve felsefe adına katkı yapabilecek insanlar fazla çıkmaz. Kanaatimce,ne çok zengin ne de çok fakir olduğunun bilincinde olan burjuva sınıfına mensup insanlar, topluma faydalı olabilecek uğraşılara daha eğilimlidirler. Son söz olarak şunu söyleyeyim;gelir pastasının aynı kaldığı,ancak bu pastanın paylaşımının zenginler lehine daha fazla olduğu bir ortamda,sırf maddi sebeplerden dolayı kaliteli düşünce insanlarının yetişmesi zor görünüyor. Sevgi ve Saygılarımla, Alıntı
Φ figgaro Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 geçmiş ve günümüz insanları.. aslına bakarsan temelde çokta değişiklikler yok ama..kapitalizm yada yeni dünya düzeni..(endüstri falan filan..) insanlar farkında yada farkındasız kendi yarattıklarına tapınır oldular..(para gibi..mal,mülk gibi..).öyle tırmanışa geçtiki bu psikoloji, sanki bunlarsız hayat, hayatsızlıkmış gibi ithaf edilmeye başlandı..insanın yaşamı para kazanma çabası olmamalı..bu doğamıza aykırı esasen..günümüz sanat -edebiyat alanlarına da baktığında kapital kaygısı güdülmeyen hiçbirşey kalmamış gibi..kirlenmişlik ve kendini, özünü yok etme diz boyu.. iktisat: kelime anlamı, sınırlı olan doğa kaynaklarıyla sınırsız olan insan ihtiyaçları arasında dengeyi sağlamaktır..denge menge de kalmadı..önümüzdeki yılların büyük savaşları su ve yicekler yüzünden olacağı söyleniyor..katledilmiş bir doğa...ve katlettiğimiz kendi (insan) doğamız.. geçmişin insanları doğayla daha haşır neşir oldukları için..alimler..düşünürler yetiştirmiştir..ayrıca günümüz canavar ayartıcılarda yoktu o zamanlar ,şimdiki gibi ne medya..ne reklam..ne teşhir..seni senden uzaklaştıracak her neyse.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 İnsana mutluluk veren şey ne taht, ne şan, ne şöhret, ne de servet... İnsan ancak kendi özüyle mutlu özünü dinleyen onun kendisini nereye götüreceğini bilir. Vicdan terazisini bir kenara bırakanlar, öz benliklerini dışlayanlar insan dahi olamazlar. Bütün insanlar doğayı sever ya da sever gözükür ama doğaya en büyük zararı veren de yine insandır. Kendi yaşamımızı tehlikeye atıyoruz gelecek nesillerimize kirli bir dünya bırakıyoruz. Tabiki geleceğin savaşları su ve yiyecek savaşları olacaktır. Şimdi bunlar bol olduğundan insanlar ancak dünyaya hakim olmak için çıkar savaşları yapıyorlar. Oysa yaşamak için suya ve yiyeceğe ihtiyacı var. Aslında burada insana verilen çok önemli bir mesaj var "ne kadar paran olsa da eğer satın alacağın su ve yiyecek yoksa bu para bir işe yaramaz" Ama bunlara rağmen insanların bu "en güçlü, en zengin, en bişey..." olma sevdasından vazgeçmeyecekleri kesin. Bu bedavacılık ve kolaycılık ta yükselen yeni tarz. O yüzden bozulan değerlerin onarılması çok güç. Korkarım o yüzden bu gidişe dur denecek ve insanlığa bir "format" atılacak. Bir söz var çok basit ama çok derin. "kimse hiç kimseye, iyilik ya da kötülük yapamaz, herkes ne yaparsa ancak kendine yapar. İşte insanlar bunu bilselerdi, iyilikten başka birşey düşünmezlerdi" Selamlar Alıntı
Φ nerro Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 TDK Başkanı: Dilde yozlaşma var! Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, dilde yozlaşma ve yabancılaşma bulunduğunu ve bunun sadece buzdağının su üstünde kalan kısmı olduğunu kaydetti. Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunun 72. yıldönümünde konuşan TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, dilde yozlaşma ve yabancılaşma bulunduğunu, ancak bunun buzdağının suyun üstünde kalan kısmı olduğunu belirterek, “Dildeki kadar hayatımızın diğer alanlarında da bir yozlaşma ve yabancılaşma var” dedi. Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan ile yönetim kurulu üyeleri, TDK’nın kuruluşunun 72. yıldönümü dolayısıyla Başkan Akalın’ı kurumdaki makam odasında ziyaret ederek bir süre görüştü. TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın, görüşmede yaptığı konuşmada, kuruluş yasasında birkaç madde eksik olduğu için 2 yıldan bu yana üyesiz çalıştıklarını söyledi. Aslında TDK’nın 40 kişilik bir bilim kurulu bulunduğunu, ancak gerekli yasal düzenleme yapılmadığı için bilim kurulunun görev yapamadığını anlatan Akalın, hükümetin yasayı gündemine almasının sevindirici olduğunu söyledi. Akalın, bu yasal düzenlemenin bir an önce yapılması gerektiğini, buna büyük ihtiyaç duyduklarını kaydetti. “Türkçe, bizim en önemli kültür değerimiz” diyen Akalın, insanı insan, kültürü kültür yapan değerlerin başında dilin geldiğini, dil olmazsa ne insan ne millet ne de uygarlık olabileceğini ifade etti. Dil konusunun üzerinde sadece TDK’nın değil bütün devlet kurumlarının, vatandaşların ve bu dili konuşan herkesin hassasiyetle durması gerektiğini vurgulayan Akalın, Atatürk’ün de çeşitli konuşmalarında buna işaret ettiğini söyledi. “ÇOK YÖNLÜ KÜLTÜR ETKİLENMESİ YAŞIYORUZ” Akalın, dilde ciddi bir yozlaşma ve yabancılaşma olduğunu, tabelalarda bunun en açık şekilde görülebileceğini söyledi. Dilde görülen yozlaşma ve yabancılaşmanın buzdağının suyun üstünde kalan kısmı olduğunu belirten Akalın, dildeki kadar hayatın diğer alanlarında da ciddi bir yozlaşma ve yabancılaşma bulunduğuna işaret etti. Buna değişen alışveriş alışkanlıklarını örnek olarak gösteren Akalın, “Bütün bunlar çok yönlü bir kültür etkilenmesi yaşadığımızı gösteriyor” diye konuştu. Akalın, bir gazetecinin dildeki yozlaşmaya karşı TDK’nın neler yaptığını sorması üzerine, kurumun çalışmaları hakkında kısa bilgiler verdi. Akalın, çeşitli sözlük çalışmalarının yanı sıra Türkçe’nin 600 binlik söz varlığını ortaya koymak üzere “Türkçe’nin Temel Söz Varlığı Veri Tabanı” hazırlamak için çalıştıklarını belirterek, bunun tamamlanmasından sonra görevin, kültür adamları, kitle iletişim araçları ve bilimadamlarının bu zenginliği ortaya koyacak çalışmalarına kalacağını söyledi. Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 tarihin sonu:postmodernizm,daha ne olsun... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2006 tarihin sonu:postmodernizm,daha ne olsun... Daha çok şey olsun peki bu gidiş değişmezmi, yozlaşmadan kurtuluş yok mu? sokaktaki insanlara sorduğumuzda hepsi bu durumdan şikayet ediyor ama hiç kimse kendi üzerinde bir sorumluluk hissetmiyor. yozlaşan bizlermiyiz yoksa hayat mı? Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2006 peki bu gidiş değişmezmi, yozlaşmadan kurtuluş yok mu? sokaktaki insanlara sorduğumuzda hepsi bu durumdan şikayet ediyor ama hiç kimse kendi üzerinde bir sorumluluk hissetmiyor. yozlaşan bizlermiyiz yoksa hayat mı? "" Her türlü otorite (yozlaştırcı)alçaltıcıdır. Otoriteyi kullananları da, üzerinde otorite uygulananları da (yozlaştırır) alçaltır... Belli bir sevecenlikle ve bazı ödüller ve karşılıklarla birlikte uygulandığında insanı ürkütücü derecede ahlaksızlaştırır. Bu durumda insanlar üzerinde korkunç baskının daha az bilincine varırlar ve böylece yaşamlarını, evcil hayvanlar gibi, herhalde başka insanların düşüncelerini yansıttıklarının bile farkına varmaksızın, başka insanların standartlarına göre yaşayarak, pratikte sanki başka insanların giymekten vazgeçtikleri eski elbiselerini giyermiş gibi ve tek bir an için dahi kendileri olmayarak, tatsız tuzsuz bir rahatlık içinde sürdürürler. Değerli bir düşünür, ‘özgür olacak insan uyumsuz” olmalıdır’ der. Ve insanlara rüşvet vererek uyum göstermelerini sağlayan otorite de aramızda dolaşan aşırı besili bir barbarlık türüdür. "" Oscar Wilde "" Sınırsız gücün ve otoritenin insan elinde daima kötüye kullanılabileceğini söylemek her dönem için mümkündür. "" Sınırsız güç, Oscar Wilde’in anlattığı şekilde ürkütücü derecede insanı ahlaksızlaştırır, kurumları yozlaştırır. sosyal yaşamını, toplumsal algılamalarını ve nihayet inançlarına dair,İnsana dair her kavramı yozlaştırır... yukarıdaki Oscar Wilde’ın bu ünlü deyişinin "yozlaşan bizlermiyiz yoksa hayat mı? "sorusuna bir yönüyle yanıt olabileceğini düşünüyorum... Çözüm elbette insanı ve onun yaşamın güçsüzleştirecek bir yaklaşım olamaz. İyi bir sosyal düzende yaşamak istiyorsak gücü etkili bir şekilde sınırlandırmaktadır çözüm... Çözüm, sınırsız gücü, sınırlamaktır, sınırsız gücün olduğu her alana sınırlamalar getirmemiz gerekir. Gücü sınırlamak üzerinde düşünürken gücü elinde tutan kesimleri öncelikle doğru tanımlamak gerekir... Günümüz demokrasilerinde güç genellikle belirli kesimler elinde toplanmıştır. Bunlar; 1- Siyasal güç odağı: Siyasal iktidar (hükümet) ve siyasal iktidarın emrinde olan, bilgi ve teknokrasi gücünü elinde tutan bürokrasi, 2- Parasal güç odağı: Büyük zenginler ve onların oluşturdukları sivi örgütelenmeler dernekler ve birlikler... 3- Silahlı güç odağı: Ordu, polis.. 4- Çalışan kesimin emeğin gücünü temsil eden işçi sendikaları, 5- İletişim ve kamuoyunu etkileme gücünü elinde bulunduran medya (özellikle, gazeteler ve televizyon), Günümüz demokrasilerinde gerçekte bu güç odaklarının hakimiyeti geçerlidir... "halkın gücü", "Seçim Sandıkaları", " Hakimiyet milletindir" deyişleri laftan öteye gitmeyen.., Oscar Wilde’in vurguladığı gibi... Başka insanların düşüncelerini yansıttıklarının bile farkına varmaksızın, tek bir an için dahi kendileri olmayarak, evcil hayvanlar gibi yaşamaktan, tatsız tuzsuz bir rahatlık içinde sürdürülen bağımlı ve uyumlu bir yaşamdan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Bence İyi bir sosyal düzende yaşamak ve yozlaşmamak istiyorsak her anlamda Özgür olmak, İnsanların Düşünsel yeteneklerini, Düşüncelerindeki uyumsuzluklarını özgür bırakmak ... Güçü ve Otoriteyi Sınırlandırabilmek gereklidir... Çünkü sınırsız güç tehlikelidir... *tna Alıntı
Φ KesKiNkAleM Gönderi tarihi: 14 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 14 Ekim , 2006 Yozlaşmayan pek birşey kalmadı bütün değerler bütün aneneler yozlaşıyor kültürel gelişim yerini postmodernizme bıraktı, hızlı tüketen ama üretemeyen topluluklar olduk. sadece bizim ülkemizde değil bütün dünya hızla yozlaşıyor avrupa ve amerika en başta. özellikle yabancı klipleri izlediğimizde (şimdi bizimkilerde özendi) kliplerin pornografiden ileri gidemediğini görüyoruz. hayatı seks ile sınırlıyorlar, reklamlar, filmler, klipler cinsellik içermezse ilgi görmüyor. sanırım cinsel kültürde yozlaşmanın son aşamasına geldi. tabi bu gidişle tatmin olamayan ama sürekli seksten bahseden zavallı tipler olacağız. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2006 Bütün değerler yozlaşıyor, dini, ahlaki, sanatsal, insani bütün değerler. Hiç bir değer kalmadı ki içinde kolaya kaçma olmasın. Gerçek bir sanat eseri çıkmıyor artık, tiyatrolar bile gişeye oynar oldu. Sinema para getirecek ama sanatsal bir değer içermeyen filmlerden oluşur oldu. Napolyon boşuna dememiş "para, para, para" diye herşey satılık arkadaşlar. Bütün insanca yaşanası değerler satılık. Üstelik çok ucuza. Selamlar Alıntı
Φ jhonywalker Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2006 Napolyana cevaben.. ''Parasız olsan da Kitapsız olma'' derim.. SayGıLAr.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 15 Kasım , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 15 Kasım , 2006 edep ve haya timsallerinden günümüzün hastalığı yozlaşmaya çareler... ilaçlar... eyy insanoğlu tefekkür et, sen bir hayvan değilsin.... nasıl ve neden bu hale geldin... susmaktasın bütün olan bitene, kayıptasın ama görmezsin... bilmezsinde akıbetini... sen sükut etmekten, koyun gibi güdülmeyi mi anlarsın? nedir çaresi bu duyarsızlığın, edepsizliğin, utanmazlığın, hırsızlığın, uğursuzluğun, riyanın, seni sen yapan bütün değerlerini yitirdikten sonra mı varacaksın farkına... çok geç olmasın........... *********************************************************************************** Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan; hırstan ayıptan adamakıllı temizlendi. Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir. Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrak edebilirim?" Ehl-i Keremin vaatleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaatleri ise gönül azabıdır. Diri aşk, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur, durur. O dirinin aşkını seç ki; bakidir ve canına can katan içkiden sana sakilik eder. Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalple halisi, mihenge vurmadıkça tahmini olarak bilemezsin. Allah kimin ruhuna mihenk korsa ancak o kişi, yakini şüpheden ayırt edebilir. Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir. Sûret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sûreti o vesile yüzenden daha uzağa atar. Gönül, kendisine sır vereni; ok kendisini uzağa atanı görmedikçe. Güle aşık, halbuki esasen gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta. (mevlanadan) Alıntı
Φ KesKiNkAleM Gönderi tarihi: 17 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 17 Kasım , 2006 Göl, ay tutulacak diye korkuya kapılırken ağırlaşan dağlar esnerdi. İçinde nergis saklı şiirleri vardı dağların. Yolcuları yoldan çıkaran dağ çiçekleri vardı. Sessiz ama gururlu bir yalnızlıkta aya açarlardı sırlarını. Yeni bir hayata merhaba diyeceğim sadece bu andı işte. Dağların sırrının çözüldüğü an... Kaç dolunay sığarsa ömrüme, o kadar hayat yaşadığımı itiraf etsem, bana ne diyeceklerini çok iyi biliyorum!.. Varsın beklenmedik davranışlara gebe olsun gönlüm! Geçmişle gelecek arasında bir mengenede sıkışıp kalmaktansa, nerede, ne zaman, ne yapacağım bilinmesin. Korksun benden şehir plancıları! Balıkçılar erken dönsün evlerine! Amansız bir tufandır gözlerimde saklanan. Yarın geç olabilir rıhtımlara tutunmak için Bakın yeni bir ay doğuyor gölün gecesine Öyleyse susmalı küçük dere. Kalemini kırmalı yargıç. Göle bakıyorum sadece. Ağaçlar da benim yaptığımı yapıyor. Kuş tüyünden hafif olduğuma göre, şarkıların vakti gelmiş olmalı. Fakat sessizlik uzuyor. Sıra bende mi acaba? Hem öylesine yenilendi ki hafızam, bir şarkıyı bitiremeyecek kadar acemiyim. Üstelik kostümlerimi de unutmuştum bu akşam. Beyaz pantolon ve keten gömleğim bir mazeret olabilir sahneye çıkmama... Böylece kıyafetimin arkasına gizlenip bu sihirli güzelliği resmedebilirim yenilenen belleğime. Ve bu manzarayla dolaşırım meçhul şehirlerde. Kayıp ilanlarına karışır gözlerimdeki yağmur. Sırrını verecek bir gül arar, sesi kısılmış yaz akşamlarında. Uzaklarda, çok uzaklarda Ayışığı Sonatı çalınıyor. Notalarla birlikte bir sandal turuna çıkıyor gölde ay. Ardınca yeryüzü de... Ne güzel çalıyor piyanoyu Ah o parmaklar! Tümü hüzünle dolu olmalı Merak ediyorum onları, hayat verişini notalara. Geceyi böylesine büyülediğine göre. Şu anımı ölümsüzleştirecek tek iksir bekli de onlardır. Bir dolunay kaç ömür eder ey sevgili? -Artık sen de sus şairim.- İndirsin peçesini ay! Aydınlansın beton yansımalarda paslanan yüzümüz! Bırakıyorum öyleyse kendimi yakamozlara İşte şimdi bir söğüt dalından farkım yok, kopmuşum zamanın gövdesinden. Baştan aşağı ay ışığı giymişim. Beni görmelerine imkan yok! alıntıdır/yozlaşan kültüre inat yazılar... Alıntı
Φ y/k Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2006 Arkadaşlar 12.yy. hatırlarsak eğer, yani Bizans zulmü ve Moğol istilasını. O dönemlerde halkın kurtuluşu nasıl olmuştur. Siyasetle mi? Tabii ki hayır. Başta Mevlana olmak üzere Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş-i Veli gibi gönül erleri sayesinde kurtulmadımı? O dönemlerde ki kültür misyonerlerini de unutmamak lazım. O kültür misyonerlerine en güzel cevabı; Türk kültürü nün bağlılığı ve beraberliği, dil-din bütünlüğü vermişdir. Günümüze baktığımızda ne görüyoruz; İstiklal Marşı'nı anlayamayan bir yığın insan, kendi kültüründen bi haber yaşayan insan. Ama neden böyle? İnsanlar kendilerimi istedi yoksa farkında olmadan mı kendi kültürlerinden uzaklaştırıldılar? Önümüzde 2007 Mevlana yılı var. Kim ne yapacak? İstanbul 2010 da kültür başkenti olacak. İstanbul Kültürü kaldımı? Çıkış yolu aslında çok basit. Sadece bu ülkeyi yönetenlerin ağızlarından çıkacak bir iki kelimeye bakıyor. Ama çıkmıyor o kelimeler işte. Birde anlamadıkları bişey var. Bu ülkenin kurtuluş yolu asla siyasi değil kültüreldir! Alıntı
Φ Asfalt Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 19 Kasım , 2006 Arkadaşlar 12.yy. hatırlarsak eğer, yani Bizans zulmü ve Moğol istilasını. O dönemlerde halkın kurtuluşu nasıl olmuştur. Siyasetle mi? Tabii ki hayır. Başta Mevlana olmak üzere Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş-i Veli gibi gönül erleri sayesinde kurtulmadımı? O dönemlerde ki kültür misyonerlerini de unutmamak lazım. O kültür misyonerlerine en güzel cevabı; Türk kültürü nün bağlılığı ve beraberliği, dil-din bütünlüğü vermişdir. Günümüze baktığımızda ne görüyoruz; İstiklal Marşı'nı anlayamayan bir yığın insan, kendi kültüründen bi haber yaşayan insan. Ama neden böyle? İnsanlar kendilerimi istedi yoksa farkında olmadan mı kendi kültürlerinden uzaklaştırıldılar? Önümüzde 2007 Mevlana yılı var. Kim ne yapacak? İstanbul 2010 da kültür başkenti olacak. İstanbul Kültürü kaldımı? Çıkış yolu aslında çok basit. Sadece bu ülkeyi yönetenlerin ağızlarından çıkacak bir iki kelimeye bakıyor. Ama çıkmıyor o kelimeler işte. Birde anlamadıkları bişey var. Bu ülkenin kurtuluş yolu asla siyasi değil kültüreldir! düşüncelerine katılıyorum sevgili y/k.Ancak bir şey varki onu atlıyorsun.Kültürü oluşturacak olan yegane gerçeğin yolu siyasetin tam orta yerinden geçmekte.Atatürkün kültür devrimini siyasetin dışında tutabilirmisin.Yada rönesansı gerçekleştiren avrupayı siyaset olgusundan uzak tutabilirmisn.Bunun gibi yüzlerce örnek vermek mümkündür.Ancak bir insan ait olduğu toprağın insanını koşulsuz sevecek. Bir insan ülkesinin insanlarını sevmiyorsa,o insan ne anasını ne babasını nede kendisini sevebilir. Siz 2010 da istanbulun kültür başkentliğinden bahsetmişsiniz.Ve lafıda gediğine (size göre) koymuşsunuz. Size soruyorum bu ülkede ve bu şehirde var olan kültür dünyanın başka neresinde var??? Alıntı
Φ y/k Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2006 düşüncelerine katılıyorum sevgili y/k.Ancak bir şey varki onu atlıyorsun.Kültürü oluşturacak olan yegane gerçeğin yolu siyasetin tam orta yerinden geçmekte.Atatürkün kültür devrimini siyasetin dışında tutabilirmisin.Yada rönesansı gerçekleştiren avrupayı siyaset olgusundan uzak tutabilirmisn.Bunun gibi yüzlerce örnek vermek mümkündür.Ancak bir insan ait olduğu toprağın insanını koşulsuz sevecek. Bir insan ülkesinin insanlarını sevmiyorsa,o insan ne anasını ne babasını nede kendisini sevebilir. Siz 2010 da istanbulun kültür başkentliğinden bahsetmişsiniz.Ve lafıda gediğine (size göre) koymuşsunuz. Size soruyorum bu ülkede ve bu şehirde var olan kültür dünyanın başka neresinde var??? Sevgili Asfalt, verdiğin örnek gayet güzel ama şunu da hatırlamak lazım. O zaman ki siyaset anlayışı bugünküyle bir değil. Günümüz siyasetçileri siyasi çıkarları uğruna klendi kültürünü, özünü, geleneklerini satılığa çıkarmadı mı? Bu ülkeyi sevmek için koşullara şartlara gerek yok! Bu ülke bilhassa İstanbul yüzyıllar boyunca değişik dil, din ve ırktaki insanlarla birlikte yaşadı. Ama günümüzde ne haldeyiz? Elbetteki bu ülkede olan kültür mirası başka bir ülkede yoktur. Ama sahip çıkabildik mi? İstanbul'un hangi kültürü kaldı? Ermeni ve Yahudilerin oturduğu evlerin çoğu neden önce yakıldı sonra otopark oldu. Hani nerde yüzyıllarca yaşanmışlık geçen mekanlar evler? İstanbulun denizine sahip çıkabildik mi? Haliç nasıl bilinirdi şimdi nasıl biliniyor? Ve daha yer yer çoğaltabileceğimiz bir dünya örnek var ama eski fotoğraflarda, kitaplarda... Çok köklü bir kültüre sahip olduğumuz gerçek ama o kültüre sahip çıkmadığımız da bir gerçek! Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2006 yozlaşma,en insani ahlaki kuralların tükenişi,kokuşmanın her yanı sarması tarihi olarak sadece bu zamana ait bir durummuş gibi düşünmek yanıltıcı olsa gerek...geçmiş tarihin belirli zaman dilimlerinde de bu tür yozlaşma ve kokuşma mevcutur, daha mı azdı yada daha mı çoktu gibi tartışmalar bence yersiz...insanın oldugu her yer ve zamanda yozlaşmada,ahlakın tükenişide ve her türlü çirkeflikde bulunabilir...tabi bunun terside geçerlidir,az ama çok her zaman her yerde insana,dogaya yada hayvanata her zaman hakkını verenler de bulunur, bu yozlaşmış bir toplumun içinde de bulunabilir yaşamın kuralı budur ...yani işin özü insan bazı zaman ve yerde melekler gibi hatta daha yüce aynı zaman ve yerde şeytanın kaçtıgı bir ucube olabiliyor...zamanın ve mekanın bunda o kadar da etkisi olmasa gerekir.... Alıntı
Φ ÇINAR Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 21 Kasım , 2006 zamanın ve mekanın önemi olmayabilir ancak insan nüfusunun çoğalması ve çoğunluğa verilen ahlaki ve edebi değerler yetersiz kalıyor. tüketim toplumu haline geliyor herşey satınalınabilir sanılıyor. kuşkusuz azda olsa değerli sanatçılar ve yazarlar mevcut ancak herşeyin hızla tüketildiği ve görsel medyada herşeyin ayaklar altına alındığı bir dönemde bunlar yetersiz kalıyor prim yapmıyor. ülkemizin okur yazar oranı düşük ve kitap okumaya teşvik edilmiyor okullarda öğretim var ancak eğitim tam manasıyla verilemiyor. ezberci bir nesil yetişiyor. Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2006 sizde '' egitim şart abi'' diyenlerdensiniz heralde ama bunun inanın pek önemi yok bunda 20 yıl evvelden daha çok kişi okuma yazma biliyor...insan nufusunun çogalmasından dolayı verilen ahlaki degerlerin yetersiz kalması yanlış anlamadıysam ekmek dagıtımı gibi kaçmış....ozur yanlış anlamış olabilirim ,dogru olan ahlaki bir ilke bütün insanlara yeter ....kitap okuma işini bende önemsiyorum bu dogru ama nasıl bir okuma burda insanlar farklılaşıyor....şu anda dünya ya hakim olan yaşam tarzının iflas ettigini söyleye bilirmiyiz beraberce....zaman ve mekan insanın elinde birer araçtır çekip çeviren gene insanogludur... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.