Φ yalnız ağaç Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 ABDULLAH ÇATLILAR TÜKENMEZ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ...RAHAT UYU YİGİTLER YİĞİDİ TÜRK! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! 03 Kasım 1996 yılında Susurluk karayolunda bir kamyonun şüpheli bir şekilde içinde önemli isimlerin bulunduğu Mercedes'e çarpmasıyla başlayan süreç; bir olayın tahkikinden çok, medyada çöreklenen eski tüfek marksistlerin yönlendirmeleri ve kışkırtmalarıyla 'yargısız infaz'a dönüştü.. Her ne hikmetse 10 yılı aşkın bir süredir interpolün kırmızı bültenle aradığı lakin bulamadığı REİS ABDULLAH ÇATLI kazanın üzerinden 15 dakika geçmeden deşifre edildi.. Bu yiğit insanın ölümüne neden olan kamyon sürücüsü 'insan sevgisi'nden zerrece nasip almayan şerefsizler tarafından kutsanarak omuzlarda taşındı.. Henüz cenazeler defnedilmeden, bir başka soysuz güruh ellerinde süpürgelerle ülkem sokaklarını süpürdü, 'aydınlık' (!) için bir dakika karanlık eylemine başladı... İşte bu süreçte kızıl komunistlerle kolkola giren yeşil komunistler de 'kuyruk acılarından' dolayı 'tagut' olarak niteledikleri TÜRK DEVLETİ' ni yıpratmak adına icra-i faaliyet eylediler.. Kuruldukları zaman BÖCEK YİYEN BÖCEKLER olarak tabir edilen ÖZEL HAREKAT TİMLERİ' nin üzerine gidilmeye, onların inançları, ideolojileri sorgulanmaya başlandı... Bir Güneydoğu gezisinde Şevket KAZAN, ÖZEL HAREKAT TİMLERİ' nin BOZKURT selamı verdiklerini ve çoğunun bıyıklarının hilal şeklinde olduğunu ifade ederek konuyu değişik platformlarda dile getirdi.. En nihayet SUSURLUK ARAŞTIRMA KOMİSYONU BAŞKANI Mehmet ELKATMIŞ, aradan geçen bunca yıl sonra bu ülke için herşeylerini vermiş yiğit insanların aldığı 6 yıllık hapis cezasının ardından, 'SUSURLUK HENÜZ ÇÖZÜLMEMİŞTİR, BEYİNE ULAŞILAMAMIŞTIR' türünden beyanlarla, yeşil ile kızıl komunistler arasında zerrece fark olmadığını gözler önüne serdi.. SUSURLUK NEDİR? Susurluk, TÜRK MİLLETİNİN geleceğine ipotek koymaya çalışan şer güçlerin, oyunların en büyüğünü tezgahlayarak iki yiğit insanı katlettiği yerdir. Susurluk, DEVLET-İ EBED MÜDDET ÜLKÜSÜ' ne gönül vermiş milyonların, yüreklerini gömdükleri yerdir.. Susurluk, TÜRK DEVLETİNİN, geçmişte olduğu gibi şimdi de, kendisi için çarpışan insanları YAPAYALNIZ bıraktığının resmidir. 250 Şehit pahasına CUDİ'yi, GABAR' ı, TENDÜREK' i ÇAKALLAR SÜRÜSÜNDEN temizleyen Özel Harekat Timlerinin tasfiye sürecinin başlatıldığı ortamdır.. Susurluk, ÜLKÜCÜYÜM diyenlerin kendini inkar ettikleri, hayatta iken sahip çıkamadıkları ÇATLI' ya, ölümünde de sırt çevirdikleri yerdir... ve Susurluk yıllardır ülkenin bir yarısında devam eden ADI KONULMAMIŞ SAVAŞIN şüphesiz düşman lehine sonuçlandığının acı bir resmidir SAVAŞI PKK KAZANMIŞTIR... Evet savaşı PKK kazanmış, TÜRK MİLLETİ VE DEVLETİ kaybetmiştir...Öyle ya; bugün APO DENEN ERMENİ DÖLÜ misafir edildiği İMRALI BEŞYILDIZ TATİL KÖYÜNDEN '2001 yılında uzattığımız barış eli sıkılmazsa, 2002 savaş yılı olacaktır' diyerek arsızca benim DEVLETİMİ tehdit etme cüretini gösterebiliyorsa, bunun adı ZAFER değilde nedir? Şöyle bir bakalım neydi PKK' nın görünen istekleri.. Kürt realitesinin tanınması.. Bizzat devrin cumhurbaşkanı tarafından 'kürt realitesini tanıyorum' sözleriyle ve devrin başbakanı tarafından Kürtçe Eğitim ve Televizyon vaadi ve önerisiyle bu cephenin düştüğü ortadadır.. Halen Başbakan yardımcısının, 'AB' ye giden yol DİYARBAKIR' dan geçer' (yeri gelmişken, acaba Gaffar OKKAN ve beş polis AB'NİN YOLUNUN DİYARBAKIR'DAN GEÇMEDİĞİNİ GÖSTERMEK İÇİN Mİ ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR?) sözleri, ülkenin istihbarat teşkilatının başının 'KÜRTÇE TELEVİZYON OLMALIDIR' şeklindeki maksadı aşan konuşmaları bunun açık bir göstergesi değilmidir? PKK'nın siyasallaşması... Türkiye Abdullah ÖCALAN soysuzunu kendi örgütünün tasfiye etmesi gündemde iken, adeta kurtarıcı roluyle yakalamış, Türkiye'ye getirmiş lakin hem şehit analarını hem de Türk Milletinin vicdanını rahatlatacak hiçbirşey yapmamıştır. Bilakis, 30 bin kişinin katili bu köpeği krallar gibi ağırlamaktadır... Bununla da kalmamamakta bu şerefsizin EVRENSEL ve GÜNDEM türünden gazetelere avukatları aracılığıyla demeçler vermesine gözyummaktadır.. Yıllarca PKK ' nın askerlik şubesi gibi çalışan HADEP'in faaileyetlerine halen izin vermektedir.. Kürt Devleti.. Bugün Kuzey Irak'ta, amerikan techizatlı ve ingiltere tarafından eğitimleri yaptırılan düzenli bir kürt ordusu kurulmuştur.. Bu ordu kuzey ırak'ta bulunan kürt devletinin ordusudur.. Amerikan ve ingiliz destekli bu uydu devlet ve ordunun yanıbaşımızda olanları görmemezlikten gelen Türkiye' nin geleceği için büyük bir tehlike oluşturacağı su götürmez bir gerçektir.. (Bakınız: Kürt Yahudiler) Özel Tim' in tasfiyesi PKK' ya kan kusturan özel tim, PKK' ile ağız birliği eden sözümona aydın(!) geçinen marksistler ve Fethullah ERBAŞ, Recai KUTAN, Mehmet ELKATMIŞ, Şevket KAZAN gibi YEŞİL KOMUNİSTLER' in gayretleriyle tasfiye edilmiş, bununla da kalınmamış, Özel Tim mensupları yeni görev yerlerinde de rahat bırakılmayarak, dağda terörist avlayan bu insanların, şehire uyum sağlamayamadıkları türünden haberlerle yıpratılmaya devam edilmiştir. Nihayet yıllarca hiç bir maddi karşılık beklemeden, sırf DEVLET-İ EBED MÜDDET ÜLKÜSÜ' ne gönül verdikleri için, bu soysuz güruhla göğüs göğüse çarpışan ve bunlara kan kusturan Korkut Yarbay, İbrahim ŞAHİN, bu KANCIKLAR ORDUSUNUN kara propagandaları neticesinde sanık sandelyesine oturtulmuş ve DEVLET TARAFINDAN ödüllendirilmesi gereken bu insanlar 6 yıllık hapis hayatına layık görülmüşlerdir.. İbrahim ŞAHİN ve Korkut Yarbay'ım medyanın açtığı cephede yenik düşmüşlerdir, çünkü onlar KAHPELİK, NAMERTLİK ve KANCIKLIK bilmezler.. Oysa Yahudi Medyasının tüm silahları ve stratejileri KAHPELİK,DÖNMELİK, KANCIKLIK ve NAMERTLİK üzerinedir... Buyrun beraber dinleyelim: İbrahim ŞAHİN: 'Elhamdülillah inanmış samimi bir müslümanım. Bu dünya bir imtihan yeridir. Ve bugün burada mahkeme heyetinin huzurunda bulunmak benim için kaderin bir tecellisinden başka bir şey değildir. Benim için mahkemenin vereceği karardan ziyade TÜRK MİLLETİNİN vereceği karar önem arzetmektedir. Hesap vermem gerekirse TÜRK MİLLETİ' ne hesap veririm. Eğer düşünmek bir suçsa, ben 15 yıldır Apo ve bütün PKK'lıları öldürmeyi düşünüyorum. Susurluk davasıyla 30 yıllık meslek hayatım yerle bir edildi. PKK'ya karşı yaptıklarım çete olarak yorumlanıyorsa, bu suçu kabul ediyorum. Adalet adına beraatimi istiyorum.' Korkut EKEN: 'Madem ki bizler çete suçuyla yargılanıp hüküm giydik, beni de imralı'ya apo'nun yanına koysunlar. Malum çete reisleri orada kalıyor.. Apo'yu yıllarca dağlarda bekledim karşılaşamadık, hiç değilse orada karşılaşma, tanışma fırsatımız olur.. ' Ayhan ÇARKIN: 'Verilecek kararla 'Türkiye çete devleti' denilmek isteniyor. Bu kararla yasadışı sağ ve sol radikal örgütlere Avrupa kapılarında Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı dayanak sağlanacak. Ben bu karara ortak olmak istemiyorum' Söyleyecek fazla birşey yok aslında.. 'Öcalanı pankart yapıp astınız.. Katiller sözünü yutup sustunuz ŞAHIN'e, EKEN'e, KIRCI'ya imiş kastınız Siyasi hatırat yazana döndük' vesselam velikram Alıntı
Φ ironworker Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 tamamen sacmalik bu tur katilleri halk kahramani olarak gostermek yalnis... Alıntı
Φ VATAN(* Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 MEKANLARI CENNET OLSUN. Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin. (* Alıntı
Φ AÇA Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Allah mekanlarını cennet etsin,ruhları şad olsun Alıntı
Φ yalnız ağaç Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 katil dediğiniz şehit olmasaydı bu gün bilgisayar başında yazı yazamazdınız...katil dediğiniz ABDULLAH ÇATLI ASALA TRÖR ÖRGÜTÜNÜ çökeltti ,pkk ya darbe vurdu Alıntı
Φ berker18 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 tamamen sacmalik bu tur katilleri halk kahramani olarak gostermek yalnis... sen kimi kahraman seçmişsin bi kendine ve resmine bak... rahat uyu abdullah çatlı... Alıntı
Φ fantastico Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 1 Eylül , 2006 sen kimi kahraman seçmişsin bi kendine ve resmine bak... rahat uyu abdullah çatlı... Arkadaşın avatarı ndan belli belli olmasına... Fakat bu avatar anarşizmi anımsatıyor.. bu vatan için hain damgası yemeyi bile göze alan nice kahramanlar var.Abdullah çatlı da bunlardan birisi saygı duyuyorum yalnız ağaca teşekkürler bizi aydınlattı. Saygılar.. Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 YALNIZ AĞAÇ ellerine sağlık kardeşim Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Ne kadar üzücü.. Karanlık işlere bulaşmış.. Çete mayfa işlerine karışmış.. Devletin verdiği görevi kendi çıkarlarına kullanmış böylesi insanları buralarda kahraman göstermek neye hizmettir bilmiyorum.. Ama bildiğim bir tek şey var... Bir ülkenin bütün kahramanları anılmağa değer olmalı bence... Böyle kirli işlere bulaşanlar bu ülkenin kahramanı olmayı hak edememişlerdir bence Bu ülkenin gerçek kahramanlarını halk çok iyi bilmektedir... Kalın sağlıcakla... Alıntı
Φ cecile Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Bir insan bir sey yapmak istiyorsa kendi adını lekelemeden de yapabilir Kendisini tanımam sahsen siz tanıyor musunuz Kuzum tanıdığımız insanlara bile anlamıyoruz siz adı teröriste cıkmş birini nasıl savunuyorsunuz ? Tabi ki özgürsünüz ama merak ettim doğrusu Alıntı
Φ VAKANA Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 ABDULLAH ÇATLI ASALA TRÖR ÖRGÜTÜNÜ çökeltti çökertse daha iyi olurdu sanki.... ne yazayım buraya şimdi... "çökeltmeden çıktıda çatlım...... :D.... yazık size be ......." Alıntı
Φ cerenimoo Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 çökertese daha iyi olurdu sanki.... Ne mutlu Dürkm diyene... Ayy.... Ne mutlu Türküm diyene.... Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 ABDULLAH ÇATLI gibi kendine vatana adamış insanlar hakkında yaptığınız bu suçlamaların hesabını ahirette verirsiniz tabi sizden onu savunmanızı beklemem ****** ***** ******* Alıntı
Φ cerenimoo Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Dur bakalım...Sırat köprüsünü kimlerin mülkiyetine aldığı belli mi olur.... Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 oradan geçerken görürsün ÇATLInın nerde olduğunu ama senin ki meçhul Alıntı
Φ Asfalt Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Ankara Bahçelievlerde 11 tip öğrencisinin sırf düşüncelerinden ötürü tavuk gibi boğazlanmasından sorumludur.Hertürlü yasa dışı işe bulaşmış.Sağ iktidarların derin devletinde taşeron olarak çalışmıştır. Sağ kolu haluk kırcı mahkemedeki ifadesinde tip li öğrencilerden birini boğarken havluyla çok fazla sıktığını ve bunun neticesinde boynunun kırılarak ölmüş olabileceğini söylemiştir. Susurlu kazasında gördükki sağ iktidarlar boğazına kadar bu mafya-derin devlet ilişkisi içinde halvet olmuşlardır. Alıntı
Φ cerenimoo Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Hmm...Devirdiği paraların yatırımını oraya yaptı ÇATL(D)I desene.... Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 zaten bu ülkeyi dolandıranları el üstünde tutarsınız ama ABDULLAH ÇATLI gibi yücelerin yücesi şahsiyete çamur atarsın..uyanın artık basından duyduklarınız doğru değil..bu bir politika adamı al ,ailesinden kopar ,yıllarca kullan ssonra kaza geçirsin(geçirtilsin),ardından basına çarşaf çarşaf manşet attır mafyaydı,uyuyşturucu satıyordu diye sorarım size Asalayı kim çökeltti ayrıca asfalt senin dediğin öldürülen öğrenciler yasadışı faaliyetlerde bulunduğu için yüce devletimizin emriyle temizlenmiştir.. devletimiz herşeyin iyisini bilir size iyi çamur atmalar ALLAHA EMANET OLUN(tabi inanıyorsanız) Alıntı
Φ kutsalyaratik Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 KAHROLSUN FASIZAN, IRKCI DUSUNCELER. YARINLAR INSANLAR ICINDIR. CATLI ***** ***** *******. Ben bunu derim. Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 merak etme şu an MİT te çatlı kaynıyor bu arada Çatlı faşist(italyan milliyetçisi) değil,Türkçüydü kavramları karıştırma komünizm veya türevleri ortaya çıkınca ezmek için bekliyor hepsi Alıntı
Φ Asfalt Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 zaten bu ülkeyi dolandıranları el üstünde tutarsınız ama ABDULLAH ÇATLI gibi yücelerin yücesi şahsiyete çamur atarsın..uyanın artık basından duyduklarınız doğru değil..bu bir politika adamı al ,ailesinden kopar ,yıllarca kullan ssonra kaza geçirsin(geçirtilsin),ardından basına çarşaf çarşaf manşet attır mafyaydı,uyuyşturucu satıyordu diye sorarım size Asalayı kim çökeltti ayrıca asfalt senin dediğin öldürülen öğrenciler yasadışı faaliyetlerde bulunduğu için yüce devletimizin emriyle temizlenmiştir.. devletimiz herşeyin iyisini bilir size iyi çamur atmalar ALLAHA EMANET OLUN(tabi inanıyorsanız) ... çatlıda kim? yedi düvelin emperyalizmine diz çöktürmüş bir Mustafa Kemal var. Asalayı çökertmiş ! PKK yı niye çökertememiş.! Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 DÜŞÜNCELERİM... GÖKÇEN ÇATLI Bütün dünya ülkelerinin, ortak bir sorununa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, dünyada olduğu üzere Türk siyasi hayatında da lider krizi yaşanmaktadır. Peki, doğru liderler mazide mi kaldı? Elbette ki iyiler hep geride kaldı mantalitesine sahip değilim ve bu doğrultuda, geçmişteki siyasilere de kesinlikle dönelim demiyorum. Ben hep ilerlemekten, eskiyi iyi yönleriyle geleceğe taşımaktan, dejenerasyonsuz yeniliklerden yanayım. Esas derdim şunlar: Eski liderler, sevap-günahlarıyla yönetime gelip, sevap-günahlarıyla koltuğu devrederlerdi. Günahlar, “bölgeseldi” ve şimdikilere nazaran daha az can yakmaktaydı. Öyle ki ülke, ülkeye savaş ilan ediyor; ordusu iyi savaşan, kaybettiklerinin üzüntüsünü kazandıklarıyla gideriyordu. Oysa şimdi kazanan, savaş ilan edilmeden belli. Kazanan hep aynı. Kazanan günahkar. İletişim sektörünün çağ atlamasıyla, eskiden kalma Bizans entrikalarını artık tarih, tarih olmadan öğrenme imkanlarımız mevcut. Bu sebeple, ülkeler şeffaf politikalar izlemeseler dahi, gerçekleri anında öğrenebilmek eskisi gibi espiyonaj işi değil. Buralardan hareketle ben, yeni dünya siyasi anlayışını,, insanlılğı küçük düşürdüğünü ve ahlaksal olarak değerlerle dalga geçtiği için yüz kızartıcı buluyorum. Liderlik vasıflarına sahip ve bu vasıflara, sandık sonrası bağlı kalan bir tane lider bile ne yazık ki yok. Hükümetler, halkın taleplerine sağır kesilerek, devrilen Saddam rejiminden farklı mı hareket etmiş oluyorlar. ABD’nin aylarca diline doladığı Saddam hakkında, artık tek satır kelam etmemesi ne lakayit bir siyasettir. Dünyayı, olası terör saldırısı dehşetiyle aylarca diken üstünde tutan ABD yönetiminin, şu an ki suskunluğu anlamsız gelmiyor mu hepimize. ABD’nin, karşısında telaşa kapıldığı Saddam’ın sokak arası çetelerden meğerse bir farkı yokmuş! Bu nasıl bir terör anlayışıdır ki, ani başladığı gibi aniden kesiliverdi. Bunlar bana hiç inandırıcı gelmiyor. Bir olay ancak bir manipülasyonla, bu denli popüler edilir ve aynı şekilde aniden gündemden düşürülür. Başlangıcından bu yana, iddia edilenin tersini düşündüğüm bu sahte ve kasten yaratılmış terör olaylarının insanlık tarihi açısından vebali elbette sapık yönetimlerin iktidarlarından kaynaklanmakta ama onlar hala iş başında. Yönetimlerin bu denli çirkinleşebileceğine şahit olmak utanç verici. Bir Türk olarak, yanı başımızda cereyan eden Irak açık arttırımında, Türkiye’nin bu oyuna alet olmasını ve ses çıkarmamasını görmek, ne büyük işkence. Türkiye elbette fena rezil edildi ya da kendisi rezil olmayı seçti. Daha geçen yıla kadar Türkiye’nin büyüklüğünden baseden Irak’taki aşiret başlarının, bugün ülkemize meydan okurcasına diklenmesi, ne büyük fiyasko. Bugün ekonominin iyileşmesinden yana beyanatlar veren AKP hükümeti, Türkiye’nin haysiyetine zarar veren dış politikası hakkında ne diyecek? Birileri hakkında sürekli olumsuz düşünmek, aklı selim biri için pek kolay değil ama Türk siyasi hayatının haysiyetinin kalmadığını görünce dil de, el de sivrileşiyor işte. Gönül de, dil de, el de dış politikada milli; iç politikada küresel kararlar alan bir yönetim hakkında övgüler yazmak istiyor. Bu özlemim dolayısıyla, hükümet karşıtı olduğum için aldığım devlet terbiyemden utanıyorum. -------------------------------------------------------------------------------- Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Ankara Bahçelievlerde 11 tip öğrencisinin sırf düşüncelerinden ötürü tavuk gibi boğazlanmasından sorumludur.Hertürlü yasa dışı işe bulaşmış.Sağ iktidarların derin devletinde taşeron olarak çalışmıştır. Sağ kolu haluk kırcı mahkemedeki ifadesinde tip li öğrencilerden birini boğarken havluyla çok fazla sıktığını ve bunun neticesinde boynunun kırılarak ölmüş olabileceğini söylemiştir. Susurlu kazasında gördükki sağ iktidarlar boğazına kadar bu mafya-derin devlet ilişkisi içinde halvet olmuşlardır. Maalesef sevgili Asfalt.. Bu faşist kafalara ve islamo faşistlere tarih mutlaka hak ettikleri cezayı verecektir... Bundan kimsenin şüphesi olmasın... Sevgi ve umutla kalın... Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 TÜRKLERİ KİM ADAM EDER!? GÖKÇEN ÇATLI Öncelikle adet yerini bulsun diye, yeni yıl dileğimi sunayım: Yeni nurunuz kutlu olsun, eskisini aratmasın ama unutturmasın da. Dikkatinizi şu satırlara çekmek istiyorum: ABD’de 1851’de Henry J.Raymond, George Jones, B. Wesley tarafından kurulan ve 1896’da Adolph S. Ochs tarafından satın alındıktan sonra ciddi bir yayın organı niteliği kazanan New York Times, 14 Aralık 1918’de bakınız bizler için neler yazmış: “Bize göre Türkiye’nin düzenli bir yönetime kavuşabilmesi için tek çare, ülkenin Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden derlenmiş bir yabancı yöneticiler grubunun denetimi altında yönetilmesidir. Kendi kendilerini yönetmekten aciz olduklarını ispatlayan Türk’lerin üstün bir kuvvet tarafından denetlenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.” Londra’da epeyce kulis yapan bu zihniyet, Türklerin ABD tarafından adam edilme talebiyle rafa mı kaldırıldı dersiniz? Bizim bakamadığımız, bakmaktan aciz kaldığımız ya da aciz bırakıldığımız, eskilerin deyimiyle koca imparatorluğumuzu, astığı astık kestiği kestik kudretli ulusumuzu “öteki” yönetmek istermiş... Namus anlayışımıza, var olma sebebimize, tabiatımıza aykırı gelen ne varsa “çabuk sindir” diye verilen gaddarca bir emir gibi. Dayanamıyorsan kendini uçurumdan at der gibi... Çok şükür yara bere içinde de olsa o yılları atlatabildik peki ya şimdi? Başı dik milliyetçi kardeşlerimizin verdiği mücadele örneğiyle “sindirmiyorum” “seni atmaya gücüm yok ama kendimi de uçurumdan atmıyorum” “emrini geri iade ediyorum” diyebilme cüretini gösterenler ve bu doğrultuda harekete geçenlerin de “icabına bakıldığı” bu yıllarda, delikanlılık gibi milliyetçilik de fayda etmiyor. Öyle ki devlet, milli odaklarına sırtını çevirince çağdaş; devlet millileriyle omuz omuza mücadele edince de malum damgayı yiyor. Bugün AB, İMF, Dünya Bankası gibi uluslar üstü kuruluşların, küresel pazarda Batı ve ABD’nin sözcülüğünü yapmasıyla, toplumların kaderi maddesel boyuta iyice çekilmiştir. “Paran kadar milliyetçi ol” zihniyetiyle, gelişmekte olan ülkeler tehdit edilmekte ve nazikçe budala muamelesi görmektedir. Bugün Türkiye’ye baktığımızda: elimizi sallasak koloni halinde üreyen yabancı kuruluşlara ve onların elemanı sıfatıyla hizmet veren Türk işçilere; iç politikadan ziyade dış politikanın endeksiyle karar alan bir hükümete; biz kimiz, ne sever, ne sevmeyizden ziyade onlar bizi nasıl sever, nelerin acilen reformu yapılmalı gibi teslimiyetçi bir Türkiye portresi görüyoruz. Öte yandan, tek partili bir yönetimle de küreselleşmenin bir modelini seçmiş oluyoruz: ya bu ya hiç! New York Times’in 1918’deki yazısına tekrar dönecek olursam... ABD’nin Japonya’ya attığı “Hiroşima atom bombası” ardından maddi-manevi enkaza dönen Japonya, ABD’nin görevlendirdiği Mac Arthur yönetimi sayesinde bugünlerin güçlü ülkesi haline gelebildi (!) Demek ki Batı’nın yöneticilerinde bir keramet var dersem sakın inanmayın, yalan. Kimi araştırmacı-yazar-çizer, Batı güdümüne girmenin faydalarını sıralarken, Japonya’nın ABD sayesinde nasıl bir mucize yarattığını iddia ediyor da bu sebeple konuya değindim. Bir kere Japonya, ne Batı ruhu ne de Batı yardımı yahut Batı teslimiyetçiliğiyle kalkınmıştır. Tam tersine Japon ruhunu geliştirdiği, kültürünü eğitim haline getirdiği ve ben zihniyetinden ziyade biz demeyi her türlü işte başarabildiği için enkazını onarabilmiştir. Yani Batı’nın kerameti vs. yok. Bu yalanlara aldanmayalım. Ama ne yazık ki AKP, Osmanlı İmparatorluğu yıkılma aşamasındayken Batı’ya hayranlık besleyen ve teslimiyetçi zihniyetleriyle bugün hainlikle suçlanan Damat Ferit’çilere benzer bir siyasi mantaliteyle hareket etmektedir. Ne benim için, ne de bu ülkeyi sevenler için hükümetini beğenmemek-suçlamak marifet değil. Hatta utanç verici. Ama bölgesel mevzularımızda küresel davranan; sinir yoklaması yaparcasına Kıbrıs müzakerelerinde “el çocuğu” gibi davranan; bam tellerimize hücum eden; milli hadiselerde modern; dini hadiselerde tutucu davranan bir hükümete de kimse kusura bakmasın koltuk çıkmak bana göre değil. İnanın içime sinen milli bir davranışları olsa, yine devlet terbiyesinin köleliğiyle, esas duruşa geçerim ama böyle gayri ciddi ve dalga geçercesine yönetilmek istenilince de, bizlerin 1918’de adam edilme hadisesinin hortladığını düşünmeden edemiyorum. Alıntı
Φ abdullah çatlı Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2006 KÜRESELLEŞME NAMLUSUNDA SANAL MİLLİYETÇİLİK GÖKÇEN ÇATLI Yaşamakta olduğumuz yüzyılın bu son dönemine post-modern dendiğini artık hepimiz biliyoruz. Post-modernlik, gerçeklik olarak kabul ettiğimiz herşeyin katıldığımız topluma bağımlı olduğunu ileri sürer. Saltık gerçeklik yoktur. Tersine, gerçeklik katıldığımız gruba görelidir. O halde hak, özgürlük, türe, güzellik vb. gibi kavramlar geçersizdir. Tümü göreli gerçeklerdir. Benim için hak, onun için özgürlük, senin için türe, ona göre güzel. Buraya kadar herşey güzel ama her akımın başka bir güçlüğe karşı oluştuğunu (ya da tersini) düşünürsek, post-moderlik küreselleşmeyi doğurmuştur diyemez miyiz? En azından etki, tepkiyi doğurur mantığından hareketle. Günlük hayatta çokça kullandığımız “zevkler ve renkler tartışılmaz” mantalitesine dahi aykırı olan küreselleşme, Napoléon’un ünlü “para para para” tabiriyle hortlamış olan Avrupa’lı bir canavar olamaz mı? Diyelim ki renkler de, zevkler de tartışılır ve herkes için en güzel renk beyaz, en hoş zevk de tatil yapmak olsun. Beyaz üzerine kurulmuş olan bir dünyada sürekli tatil yapan insanlar... imdat demez mi insan? Elbette bu örnek pek bir abartılı kaçtı ama Avrupa Birliği’ne üye toplumların yapılarındaki benzerlikler, yanılmalardan ibaret olamaz mı? Kişiler, toplumları oluşturuyorsa olur ama toplum yaratılarak, bireylere yön veriliyorsa olmaz. Ben kişilerin toplumları oluşturduğu fikrini benimseyenlerden olduğumdan, bir ideal yapı üzerine inşa edilmiş siyasal bir birliğin, 9 şiddetinde bir depremle çökeceğini biliyorum. Küreselleşme, benzersizliklerin birleşmesini öngördüğünden, katı surette dengeli bir yapı kuramayacaktır. Çünkü benzerlikler barışı sağlasa da, benzemeyen yönler de ayrılığın imkansız olduğunu gerektirmez. 1980’li yılların ortalarında kapitalist dünya ekonomisinin yaşadığı sorunlara Harward, Stanford, Princeton gibi ABD işletme okullarında çare bulmaya çalışanlar, küreselleşme fikrini icat etmişlerdir. Küreselleşme kavramı bugün İMF, OECD, Dünya Bankası gibi uluslar üstü finans çevrelerinin desteği ile, dünya insanlığının tek kurtuluş reçetesi olarak reklamı yapılıyor. 6 yaşındaki kuzenim bana IMF’nin nerede olduğunu sorduğunda, durumun vahimiyetini daha iyi anladım. Küçük kuzenim İMF’nin bir ülke olduğunu sanıyor olmalı. Ne acı değil mi? “Batı jargonuyla şu globalleşmeyi” biraz daha deşelim. Küreselleşme, bütün dünya ülkeleri için tek merkezciliktir. Bu da geniş bir alanda, dar bir kapsamda bir sıkışmadır. Tek kültürlü bir dünyanın sistemleştirilmesidir. Dünya Coca-Cola ve hamburger pazarı ile ekonomik olarak genişlemiş, çeşit olarak daralmıştır. Dünya tek bir pazar halini almıştır. Yani sermayenin pazarsız, işçilerin ulusal oldukları bir pazar. Buna göre kamu mülkiyetleri özelleştirilerek, devlet kavramı ortadan kaldırılmak isteniyor. Yaradılışa tezat, tarihe inat, geleceğe menfaatle bakan bir canavarın gözüyle elbette. Peki küreselleşme özetle neler yarattı: Bilgisayardaki para dolaşımı, kumarhaneciliğe dönüştü. Etnik ve bölgesel savaşlar çoğaldı. Dinsel alan yeniden güç kazandı. Cemaatçilik arttı. Mikro-milliyetçilik hareketleri, fanatiklik düzeyinde geri dönüş yaşadı. Dünya küçüldü ama yalnızlık büyüdü. Durum bu iken insanın aklına, “İnsanlık tarihi” sonuna mı geldi diye düşünmeden edemiyor. Hoş, bana göre karamsarlığa düşmemizi gerektiren küreselleşmenin IMF tarzındaki boyutları siyasette, demokraside ve serbest piyasa ekonomisinde insanlığın son evresine ulaştığını sistemleştirilmeye çalışarak, kendisini “tanrılaştırmış” böylece dünya ekonomisin çok uluslu şirketler aracılığı ile yönlendirilmesini ve ulus devletlerin etkinliğini yitirmesini dayatmış, Amerikan yaşam biçimini ve Hollywood kültürünü tüm dünya insanlığın vazgeçilmez hayat tarzı haline getirmekle, neredeyse bütün dünyayı aynılaştırarak yasal düzenlemelerle demokratik hukuk devletlerini de tehdit etmeye başlamıştır ama... Bir günde dünyada dolaşan para, Japonya’nın bir yıllık ticaret gelirinden fazla. İngiliz malı, Japon malı, Amerikan malından söz ederken aslında bu malların Kore’de üretilmiş, montajının Malezya’da tamamlanmış, Taiwan’da bir araya getirilmiş ve sonrada yapılmış olması gereken ülkeye (satışının yapıldığı yere) gönderildiğine hep birlikte şahit olmaktayız. İletişim sektörü ve medya gittikçe Amerikanlaşan bir global kültürün egemenliği altına girdi. Bu anlayış ulusal devletlerin, uluslararası mali sermaye karşısındaki pazarlık gücünü de azaltıyor. Bu süreç dışa karşı zayıf, ancak içeriden halkın taleplerini göz önüne almayan baskıcı hükümetler yarattı. Çünkü hükümetler kendilerini seçen halka, verdikleri sözlere önceliği tanımıyor, önceliği uluslararası mali sermayeye veriyorlar. Böylece yabancı sermaye cezbediliyor. Durum böyle olunca da demokrasi, seçmen ve kamuoyu denetimini-etkinliğini yitirdi. Yoksulluk ve işsizlik kronikleşerek, bireysel zenginlikler ve gösteriş çirkin boyutlara ulaştı. Bireysel zenginliklerin karşısında da güçsüzler hep kaybeder oldu. Giderek de onlara ait hiçbir şey kalmayacak. Çünkü küreselleşme ile birlikte maddiyat değerlendi. Bugün bu oluşuma karşı duranlar, 19. yüzyılın değer yargılarını taşımakla, dinozorlukla suçlansa dahi artık büyük bir çoğunluk, küreselleşmenin olumsuz etkilerini sorguluyor. Çünkü o da krize girmedi mi? Örneğin Bill Clinton’un danışmanı Benjamin Barber “Jihad versa McWorld” adlı kitabında, küreselleşmenin McWorld kavramını tüm dünya insanlığına nasıl dayattığını ve sonuçlarının endişe verici boyutlara ulaştığını açıklıyor. Coca-Cola, Levi’s, Kentucky Fried Chicken, MTV... ABD’nin kendini pazarladığı bir vitrin haline geldi. Ekonominin evrenselleşmesi bu nedenle tehlikeli boyutlara geldi. Çünkü bu tek tip kültür, yöresel farklılıkları, ulusların egemenliğini ve demokrasiyi tehdit ediyor. Bunu en net biçimde Le Monde, New York Times, Die Zeit gibi gazetelerin ekonomi sayfalarında görebiliriz. Çünkü tekeller yoğunlaşmıştır. Burada tek tip dünya vardır. Politika sayfalarına baktığımızda ise kabile, sivil, etnik savaşlarla bölünmüş bir dünya görülür. Buradan anlaşılacağı üzere küreselleşme ile birlikte yerel sorunlar çoğalmıştır. Örneğin Tokugava - Edo dönemindeki (1603-1867) Japonya, merkezi feodalite sistemindeyken, Hıristiyan misyonerlerin kendi topraklarında dini propaganda yaptıklarını anlayınca, kapılarını dış dünyaya kapatmış ancak bunun yanlışlığını, Meiji döneminde (1867 - 1912 ya da 1945) görerek, hızla endüstrileşmeye yani çağdaşlaşmaya başlayarak, Amerika’nın yardım paketi adı altında sömürüsünü reddetmiş ve mucizesini tek başına kalkınarak tüm dünyaya göstermiştir. Onlar, gelişmekte olan ülkelere acil reçete gibi önerilen İMF programlarını kabul etmeyerek, aslında küresel yardımın, yerel yardımlardan daha tehlikeli olduğunu görmüşlerdir. Aslında benim fikrimce Japonya bir mucize gerçekleştirmemiştir. Beklenmedik olanı yapmıştır. Batılılaşma yerine çağdaşlaşmıştır. Bu nedenle Japon mucizesi değil, Japon çağdaşlaşması demek doğrudur. Elbette Evren Paşa gibi kapıları dış dünyaya kapatmak çözüm değildir ama her türlü üretimden de geri kalarak düşünce fakiri olup, özenti zenginliğinin patronlarının ekmeğine de bal sürmeye lüzum yok. Çünkü küreselleşmeye çanak tutanlar trafikte mendil satanları, emeklilik kuyruğunda bekleyenleri göremezler. Bu da aslında benim çok hor gördüğüm bir davranış değildir. Erdemli bulmadığım ve erdemli olması gerektiğini düşündüğüm insana yakıştıramadığım bir davranıştır. Evet, zenginlik küreselleşirken, fakirlikte kendi kaderine terk ediliyor. Küreselleşme toplumu ikiye bölmüştür. Bir tarafta fakirliği kişinin kendi suçu sayan İngiliz felsefesi, diğer tarafta komşunun açlığını kendi kabahati sayan bir Türk Atasözü. Öyle ki küreselleşmeye göre zenginler: Az sayıdadır; mobiller yani seyahat alanları sınırsızdır çünkü onlar dünyalıdırlar; bütün imkanlarlardan yararlanabilirler çünkü parayı verip, düdüğü çalmaz çaldırtırlar. Küreselleşmeye göre zengin olmayanlar: Sayıları çoktur ve gittikçe çoğalmaktadırlar; İmmobilizedirler çünkü alanları kısıtlıdır, onlar bölgeseldir; imkanları kısıtlıdır çünkü paraları ancak gıdalarına yeter; bence en vahimi kimlik bunalımı yaşamaktadırlar. Elbette bu tür bunalımdır daha evvelden de vardı ama kronikleşmemiş boyutta idi ve orta tabaka diye bir sınıf vardı. Küreselleşme canavarının yarattığı iki uç arasındaki en büyük fark, zaman-mekan farkıdır. İnsanlığın ayrı zamanlarda, farklı mekanlarda geçirdiği bu evre bana canlı canlı katliam geliyor. Soruna kaybedenlerin yani düdüğü çalamayanların tarafından bakanlar, ucuz popülarizm ile suçlanıyorlar. Çünkü burada esas oğlan küreselleşme olduğundan, yerelleşme ile kendi kaderlerine terk edilen ikinci grubun immobilize olmaları gerekçesiyle, çölde kendini arayan zaman fukarası post-modern insanının, bu tarz yerel sorunlarla yolundan edildiği düşünülüyor. Çünkü milliyetçilik, fakir adamın haddine mi düşer o önce karnını doyursun deniliyor. Olur! Başka? Sana ne kardeşim! Git paranı say. Politika-hükümet-devlet, gittikçe zayıflamaktadır. Bunun en büyük sebebi, ekonomik çöküşe çare bulunmamasıdır. Bu nedenle çağımızda devlet evlilikleri yapılmaya başlandı: Avrupa Birliği’nin Euro yani tek parayı geçişi bu evliliğin göstergesidir. Kuması olur mu acaba? Modern bürokrasinin etik bir otorite halini aldığını, dolayısıyla insanların iyi ve kötü arasında tercih yaparken, bireysel sorumluluklardan kendilerini azad ettikleri bu zorlu çağda, kötülük öznelleşmiştir. Çünkü etik olan bu çağda yıpranmıştır.Bu noktadan hareketle bir Türk deyimini hatırlatmak isterim: “Bana dokunmayan yılan kırk yıl yaşasın” “Gemisini kurtaran kaptan” Yeni taşınan kapı komşumuzla aylarca tanışmayız; kalabalık caddelerde gözlerimizi koyu renkli güneş gözlükleri arkasına saklarız; başkalarının acılarını her gün daha çok duyar hale geliriz ama doğrudan ilgilenmeyiz; ahlaki sorumluluklar almaktan gittikçe daha çok korkar oluruz... Elbette ki hepimiz bunlardan haberdarız. Ancak bu “farkındalığımız” bizi ahlaki potansiyeli yüksek özneler haline getirmiyor. Ya da özlem duyduğumuz o yakınlığın bizden uzaklaşmasını görebilmiş olmakta çözüm oluşturmuyor. Philip Dick’in “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” romanın, beyaz perdeye uyarlanışında (Bıcak Sırtı) bir kadın şöyle der: “Ama sonra bunun sağlıksız olduğunu düşündüm. Yani yaşamın boşluğunu hissetmek... Sadece burada, bu binada değil. Her yerde. Hep tepkisiz kalmak... Fakat bu tepkisizlik eskiden bir akıl hastalığının belirtisi olarak tanımlanıyordu. Adı da geçerli tepki eksikliği idi...” Ne de doğru söylemiş. Akıl hastalığı düzeyinde tepkisiz kaldığımız bu post-modern dönemde, insanların siyasi ve ahlaki sakatlığı küreselleşmiştir. Nasıl mı? Alışveriş tutkusu ile sürekli eli boş gezinen, elinde bir kumanda ile kanal kanal vakit öldüren, nereye giderse gitsin kendini yabancı hisseden, mekansal olarak sürekli dolaşan ama gerçekte evinden ve alıştığı ilişkilerden başka yer keşi yapmayan alışkın, yaşamı riskler ve tesadüfler bütünü olarak algılayan oyuncu... Bu figürlerin hepsinde insan yalnızdır: Barda, alışverişte, kalabalık tatil mekanlarda karşılaştığımız insanlar, aslında birer yüzeyden başka bir şey değildir. Çünkü dünya kalabalıklaştıkça, biz daha az insana dokunmaktayız, daha çok yalnızlaşmaktayız. Tam buradan yola çıkarak size eğitimini aldığım bilim dalında yeni öğrendiğim ve beni oldukça umutlandıran bir gerçekten bahsetmek istiyorum. Bunca karamsarlığın içinde yeni bir ahlaki potansiyel ortaya çıkacaktır. Çünkü benlik, sorumluluktan kurtulamaz. Ötekini kendiyle düşünmek ister. Ben demekten ziyade, biz demek ister. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.