Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ŞERİATIN KESTİĞİ YÜREK... (Ayşe Hanım ile Kübra’nın yaşadıkları gerçek olaylar... "İnanılmaz bir Şeriat uygulaması.." Hak ve hukukun bulunmadığı yer.)


DİPNOT

Önerilen İletiler

Şeriatın kestiği yürek...

 

Ayşe Hanım orta hallinin altında bir Türk ailesinin annesi. Üç cocuğu var. Eşi terzi, ama kumarbaz. Bu yüzden ailenin iki yakası bir araya gelmiyor.

Ancak Ayşe Hanım güçlü bir kadın. Ailesini perişan olmaktan, evlere temizliğe giderek, mantı yapıp satarak kurtarıyor.

İstanbul Avcılar’da bir ev alıp düzenlerini kuruyorlar. Hatta 1.5 kilo da altın biriktiriyorlar.

 

Ayşe Hanım inançlı bir insan. Zor günlerde dincilerin ağına düşüyor ve kara çarşafa giriyor.

Bir gün Ayşe Hanım’ın evine hırsız giriyor ve bütün birikimleri olan altını çalıyor.

Aile bir kez daha yıkılıyor.

Ayşe Hanım’ın büyük kızı Kübra, kocası Mehmet ile Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde yaşıyor.

Bir Suudlu ile evli olan Mehmet’in kız kardeşi onları da oraya aldırmış.

Damadı Mehmet Riyad’da mobilya, kızı Kübra da kuaför dükkánı işletiyor.

Olayı öğrenen Kübra annesine Riyad’a gelip morali düzelene kadar yanında kalmasını öneriyor.

Ayşe Hanım kutsal topraklarda huzur bulmak umuduyla Riyad’a gidiyor.

Bir süre dinlendikten sonra iş bulduğu lüks restoranda Türk yemekleri yapıyor.

Zengin Araplar Ayşe’nin yemeklerini çok beğendikleri için ona özel siparişler veriyorlar.

Ayşe Hanım çok para kazanmaya başlıyor.

 

Bu arada Kübra, kirayı artırmak isteyen dükkán sahibi ile sert bir şekilde tartışıyor.

Dükkán sahibi kadın Kübra’ya "Fal bakıyor, büyü yapıyor" diye iftira atıyor ve din polisi "mutavva"ya şikáyet ediyor.

Mutavva, Kübra’nın evini basıyor, anne-kızı "Fal bakıp, büyü yaparak Allah’a şirk koşmak" suçundan tutuklayarak cezaevine atıyor.

Günler sonra "Kadı"nın huzuruna çıkarılıyorlar.

Kadı, soru bile sormadan anne kıza 6 ay hapis, 180 sopa cezası veriyor.

 

Anne-kız akla gelebilecek her türlü ahlaksızlığın, rezilliğin hüküm sürdüğü cezaevinde bin bir işkence çekerek cezalarını tamamlıyorlar.

Serbest kalacakları gün kadı, 4’er ay hapis, 80’er sopa cezası daha veriyor.

Şeriata inanan Ayşe ve kızı Kübra her türlü pisliği, rezilliği yaşadıkları bu sisteme isyan ediyorlar ama çaresiz cezalarını çekiyorlar.

 

10 ay sonunda cezaevinden çıkarılıp havaalanına götürülerek sınır dışı ediliyorlar.

Böylece hak, hukuk ve insanlığın olmadığı bir düzende çektikleri işkence sona eriyor.

Laik demokratik bir ülkede yaşamanın değerini anlayarak İstanbul’da yeni bir yaşam kuruyorlar.

Ayşe Hanım ile Kübra’nın yaşadıkları gerçek olaylar Murat İde’nin "Birharf Yayınları"ndan çıkan "Şeriatın Kestiği Yürek" kitabında çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.

Gerçek bir öyküye dayanan bu kitap keşke şeriat düzenine özenenlere okutulabilse...

Onlar da Ayşe Hanım’la kızı Kübra gibi laik demokratik cumhuriyetin değerini anlarlar.

.

ortadoguvahit18hf4.jpg

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/498196...d=39&gid=61

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALINTI

Gerçek bir öyküye dayanan bu kitap keşke şeriat düzenine özenenlere okutulabilse...

Onlar da Ayşe Hanım’la kızı Kübra gibi laik demokratik cumhuriyetin değerini anlarlar...

 

 

Şeriat düzenine özenenlerin okusalar bile,laik demokratik cumhuriyetin değerini anlayacaklarını sanmıyorum.

Anlayabilmeleri için, Ayşe hanım gibi olayları yaşamaları gerekir.

Zira beyinlere yerleştirilen saçmalıkları,çıkarıp atmak kolay değildir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALINTI

Gerçek bir öyküye dayanan bu kitap keşke şeriat düzenine özenenlere okutulabilse...

Onlar da Ayşe Hanım’la kızı Kübra gibi laik demokratik cumhuriyetin değerini anlarlar...

Şeriat düzenine özenenlerin okusalar bile,laik demokratik cumhuriyetin değerini anlayacaklarını sanmıyorum.

Anlayabilmeleri için, Ayşe hanım gibi olayları yaşamaları gerekir.

Zira beyinlere yerleştirilen saçmalıkları,çıkarıp atmak kolay değildir.

 

Sevgili seyrekler...

Yorum ve düşüncelerinizi keyifle takip ediyor,

Sevgi ve saygılar sunuyorum...

 

Dediğiniz gibi bağzı şeyleri çıkarıp atmak gerçekten kolay olmayabilir...

Ama atılamaz değil..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

oooof, of, nerden başlasam ki..

Sevgili Dipnot, eğer önyargılı bir insan değilsen, şunu anlamaya çalış:

Herşeyden önce, bunu anlatan kitap, muhtemelen zaten insanlarda bu tarz etki uyandırması için tek taraflı yazılmış bir kitaptır. Bunların onlarca örneği var. Belki bu insanlar, gerçekten de o ülkede yasaklanmış olan fiilleri işlemiştir, iftira olduğunu nereden biliyorsun, kitap zaten olaylara tek taraflı bakıyordur. Hem sonra Suudi rejiminin İslamı ve şeriatı temsil ettiğini nereden çıkartıyorsun. Eskiler ''sui misal emsal olmaz.'' demişler. Yani kötü örnekler, misal teşkil etmez. Suudilerin uyguladıkları, şeriatin suyunun suyudur. Gölgesi bile değildir. Nasıl ki Seyrekler'in mailindeki Nazım SSCB'ye gidince kominizm'in teorisi ve kötü pratiği arasındaki farkı anlayıp, sürekli gözetlenmişse, Suudiler de, İslam ve Şeriatin kötü pratiğinin en güzel örneğidir. Uygulayandan kaynaklanan yanlışlıklar, uygulamanın aslına zarar vermez.

Ayrıca dipnotunda belirttiğin ''Aydınlanma'' nın ve tabiatıyla Hümanizm'in kaynaklarını iyi araştırırsan, önde gelen isimlerinin çoğunun ***** ve gizli tarikat üyesi olduğunu görürsün. Olayı aydınlıkla karanlığın savaşı olarak görme eğilimindeysen, inanki bende böyle düşünüyorum, ama tam tersi yönünden. Başkalarının demokrasi ve özgürlük nutukları atıp, insanların başına neler açtığını unutma.. Bu iş sloganlarla yürümez..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:) kusura bakma ama yazdiklarin bir avuc safsatadan bisey degil be kardesim... Şeriatte gercegi ögrenmek Farzdir gercek ögrenmeden hüküm verilmez eger gercegi görmeden bilmeden birsisi hüküm verirse o makamdan alinip yerine baskasi getirilir ve digeri cezalandirilir sen ilk önce şeriat esalarini ögren :D sizin Laikliginizide biliriz kadinlarimizi soyup onlardan yaralanmaya calisan bir avuc ...... zekali.
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:) kusura bakma ama yazdiklarin bir avuc safsatadan bisey degil be kardesim... Şeriatte gercegi ögrenmek Farzdir gercek ögrenmeden hüküm verilmez eger gercegi görmeden bilmeden birsisi hüküm verirse o makamdan alinip yerine baskasi getirilir ve digeri cezalandirilir sen ilk önce şeriat esalarini ögren :D sizin Laikliginizide biliriz kadinlarimizi soyup onlardan yaralanmaya calisan bir avuc ...... zekali.

Şeriatin gerçeğini birde sizden dinleyelim sevgili ihgg..

Üstelik burası demokratik bir ülke ve insanlar düşüncelerinden, düşüncelerin yayımından ve bunu görsel ve yazılı basından yararlanarak ifade etme hakkının hakaret ve şiddete olmamak kaydıyla anayasal bir haktır...

Lütfen anlatın şu şeriat gerçeğini...

Birde bizim laiklimizi bilirmiş..

kadınları soymakmış laiklik..

Ve onlardan yararlamaya çalışan bir avuş.... zekalıymışız...

Ve sizde müslümansınız öylemi..

Pekala...

Birde şeriatin kadını anlatın burada bakalım..

Çünkü bunların yüzlece şeklini ifade etti birçok arkadaşlarımız...

Birde sizden dinlemek bizi mutlu edecektir..

Sevgiyle kalın..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben anlatmadan önce sen kaç yerde ve kaç kitapda şeriat konusunu okudun onu ögremeyi isterim kardesim bana okuduklarini getir de sonra ben kendi şeriat bilgilerimi sana söylüyeyim.. demokrasi dememk bas örtülü okula girememk mi? demokrasi demek Cammiye gidenin fislenmesi mi? öyle ise ben bu demokrasiye bas kaldiriyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben anlatmadan önce sen kaç yerde ve kaç kitapda şeriat konusunu okudun onu ögremeyi isterim kardesim bana okuduklarini getir de sonra ben kendi şeriat bilgilerimi sana söylüyeyim.. demokrasi dememk bas örtülü okula girememk mi? demokrasi demek Cammiye gidenin fislenmesi mi? öyle ise ben bu demokrasiye bas kaldiriyorum...

 

 

Sistemi eleştirmek başka bir konu,

Rejimi eleştirmek başka,

Kılık kıyafet yine başka..

Tabiki bunları da tartışırız fakat bunlarla ilgili başka topic'ler açılmış bu forumda bir göz atarsanız bulursunuz..

Bence siz gelin şu şeriat'ı bir anlatın gerçekten ve bizi sabırsız bırakmayın lütfen segili ihgg..

Sevgiyle kalın...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ŞERÎAT

İnsanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol. İlâhî emir ve yasaklar toplamı. Âyet, hadis ve icmâa dayanan ilâhî kanun. Din, dinin amele ilişkin hükümlerinin bütünü. Dinin dışa yansıyan görüntüsü ve dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı. Şerîatla eş anlamlı olan "şer” kelimesi yalnız "İslâm şerîatı" anlamında kullanılırken, şerîat kelimesi diğer kanunlar için de kullanılabilir. "Musa'nın şerîatı", "Zerdüşt şerîatı" gibi. Şer' kelimesinin çoğulu kullanılmaz. Şerîat'ın çoğulu "şerâyi” dir. Şerîat'ın eş anlamlısı olan "Şir'a" da sözlükte; yol, mezhep, metot, âdet, benzer, tek, suya giden yol, anlamlarına gelir. Ancak şerîat sözcüğü diğerlerine göre daha çok şöhret kazanmış, bütün emir ve yasakları ve diğer hükümleriyle "İslâm dini" karşılığında kullanılmıştır. Buna göre, İslâm şerîatı denildiği zaman daima, Allah'ın Hz. Muhammed (s.a.s) aracılığı ile insanlara gönderdiği İslâm dini ve onun özellikle amele ilişkin hükümleri anlaşılır. Şâri'; Şeriât koyan, teşrî' ise; Şerîat koymak, kanun çıkarmak demektir. Kelimenin terim anlamı Mekke'de inen şu âyette görülür: "Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma" (el-Câsiye, 45/18). Yine Mekke'de inen şu âyette İslâm'ın önceki şerîatların devamı olduğu belirtilir. "Allah dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şerîat olarak koydu” (eş-Şûrâ, 42/13). Aynı sûrenin 21. âyetinde de inançtan yoksun olanlara hitaben; "Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği hususlarda kendileri için dinden şerîat koyan ortakları mı var?" buyurulmuştur.

Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi şerîat ve eş anlamlısı olan kelimeler Allah'ın insanlar için koyduğu bütün hükümleri kapsamaktadır. Bu hükümleri vazedenin bizzat Allah olması itibarıyla O'na "Şâri-i Hâkim" veya "Şâri-i Mübîn" denildiği gibi, aynı isimler Hz. Peygamber için de kullanılır. Çünkü o da bir peygamber olarak, yeni hükümler koymuş veya Kur'an'ın hükümlerini tamamlayıcı esaslar getirmiştir. Bu yüzden Hz. Muhammed de "Şâri” dir. Ancak O'nun koyduğu hükümler vahyin kontrolü altındadır. O'ndan vahye aykırı bir söz, fiil veya takrir zuhur ederse, Allah bunu düzeltir. Yanlış olan veya değişmesi gereken hükmün yerini vahiy alır. Kur'an'da şöyle buyurulur: "O, kendi arzu ve hevasından konuşmaz. Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir" (en-Necm, 53/3,4)

İslâm Şerîatı temelde Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas delillerine dayanır. Bir hükmün İslâmî nitelik taşıması bu kaynaklardan birisine dayanmasına bağlıdır. Kur'an, Hz. Peygamber'in 12 yıl Mekke, 10 yıl da Medine dönemi olmak üzere toplam 22 yıl ve birkaç aylık peygamberlik süresinde tamamlanmıştır. "Bugün size dininizi tamamladım. Size olan nimetimi de tamamladım ve sizin için İslâm'ı din olarak seçtim” (el-Mâide, 5/3).

Bu dinin tamamlanması iki devrede olmuştur. Mekke'de Müslümanların sayısı az ve henüz kendilerini savunacak düzenli bir güce sahip olmadıkları için, bu devrede şerîatın dünyaya ve devlet düzenine ait hükümlerini uygulama imkânı yoktu. Bu yüzden Mekke'de inen sûrelerde daha çok inanç, ibadet, ahlâk ve fazîlet konuları yer almış ve geçmiş milletlere ait ibret verici kıssalar anlatılmıştır. Medine döneminde ise artık evlilik, boşanma, nafaka, miras, ticaret, tarım, cihad, ceza hukuku müeyyideleri gibi devlet düzeni içinde yaşayan bir toplum için gerekli olacak bütün şer'î hükümler gelmiştir. Bunların bir bölümü Kur'an'da, daha geniş bölümü de hadislerde yer almıştır. Artık Müslümanların Şer'i hükümlerin uygulanmasını gerektiğinde zor kullanarak sağlayabilecek bir güce kavuştukları, Bedir, Uhud, Hendek gazveleri gibi düşmanla yapılan savaşlarda kendilerini savunabildikleri, ya da düşmanı yenilgiye uğrattıkları görülür. Böylece şer'î hükümler ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal bir sistem olarak bir bütünlük içinde uygulanmaya başlanmıştır. Bu arada ekonomik alanda faiz, karaborsacılık, aldatmaya dayalı fâhiş kâr yasaklanırken mufâvaza, inan, mudârabe, vücuh ve sanâyi şirketi gibi "kâr ortaklıkları" yoluyla sermaye piyasası düzenlemeleri getirilmiştir. Altın, gümüş gibi ölçü ya da tartı ile satılan standart malların kendi cinsleriyle eşit ve peşin, farklı cinsle peşin olarak mübadele edilmesi prensibinin getirilmesi, özellikle altın ve gümüş paranın enflasyona karşı satın alma gücünü korumasını sağlamıştır. Çünkü faiz yasağı altın ve gümüş çeşidini kendi içinde ağırlık olarak (veznen) birbirine eşitlemiştir. Yani 10 gr.22 ayar altın bilezik ile 100 gr. 22 ayar altın para satın alma gücü bakımından eş değer sayılmıştır. Bütün altın ve gümüş stoklarını eşitleyen bu prensip sağlam bir para anlayışını ortaya çıkarmıştır .

İslâm'ın amele yönelik esaslarını kapsayan şerîat hükümlerini klâsik fıkıh kaynakları üç ana bölüm içinde incelemiştir. İbadetler, muâmeleler ve ceza hukuku.

1- İbadetler: İbadet genel anlamda Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit ameli kapsamına alır. Özel anlamda ise, âyet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetler kastedilir. Namaz, oruç, hac, zekât, cihat ve kurban ibadete örnek verilebilir. İbadetler Müslüman'ın ruh ve mana zenginliği kazanarak olgunlaşmasını sağlar. Namaz mü'minin miracı, gönüllerin sevinci, rükû ve secdeleriyle kulluğun görüntüsüdür. Oruç, bedeni ve ruhu açlıkta eğitme, nefsi sabra alıştırma, yoksulun halini anlama, yasaklara uyma melekesi kazanma eğitimidir.

Hac, varlıklı mü'minlerin yeryüzünden her yıl tek kutsal bölgede toplanarak ırk, renk, dil, soy, devlet, ülke, belde farklarını kaldırarak bütün mü'minleri tek safta ve aynı çizgide birleştiren kökenleri ilk peygambere kadar uzanan Hz. İbrahim ve oğlu İsmail'le sembolleşen büyük bir ibadettir. Zekât da zenginle yoksul arasında köprü vazifesi gören önemli bir sosyal güvenlik müessesesidir. Bir İslâm ülkesinde zenginlik sınırları içinde bulunan Müslümanların altın, gümüş, nakit para, döviz ve ticaret mallarının % 2,5'u hayvancılık sektörünün zekâtı, tarım ürünlerinden alınacak onda bir veya sulama yapılan yerden yirmide bir, madenlerden beşte bir oranında alınacak zekât yoksul kesimin mesken problemi dahil bütün ekonomik sıkıntılarını çözecek güçtedir.

2- Muâmeleler: İnsanlar arasında medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal bütün ilişkileri, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. İslâm doğumdan ölüme kadar evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesâyet, miras, nafaka, alış-veriş gibi toplum hayatının gereği olan tüm medenî muâmelelere ait hükümler getirmiştir. Hatta sofra âdâbından tuvalet âdâbına, komşuluk âdâbından, komşu ülkelerle yapılacak savaş ve barış hükümlerine kadar her alanla ilgili düzenlemeler yapmıştır. Avrupa ülkelerinin devletler hukuku alanında çok gerilerde olduğu bir dönemde âyet ve hadislerde bu konuda yer alan önemli savaş-barış ve ikili ilişkilerle ilgili hükümler burada zikredilebilir.

3- Ceza hukuku: Bir İslâm ülkesinde İslâm emir ve yasaklara uymayan ve toplum düzenini bozmaya çalışanlara karşı bedenî, mâlî veya caydırıcı bir takım ceza hükümleri getirilmiştir. Kısas, recm, celde, kazf, hapis, diyet, erş, hükümetü'l-adl gibi cezalar bunlar arasında sayılabilir ("Ukûbât" "Kısas", "Kazf", "Diyet” maddeleri).

İslâm Şeratının Kaynakları

Şerîat hükümleri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastan başka fer'î deliller adı verilen istihsan, maslahat, örf, önceki şeratlar, sahabe kavli, istishab gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem halinde açıklanmıştır. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Şâfiî (ö. 204/819), Mâlik b. Enes (ö.179/795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'in temsil ettiği fıkıh ekolleri şer'î hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirdiler. Ana prensipler ortak olmakla birlikte ayrıntılarda farklı yaklaşım, tefsir ve teviller İslâm hukukuna esneklik kazandırdı. Böylece çeşitli ülke, yöre ve kültür yapısı içinde yaşayan mü'minler bu esnekliklerden yararlanarak tercih ettikleri yönde İslâm'ı yaşama ve uygulama imkânı buldular. Ayrıntıdaki bu yorum zenginliği İslam'ın her asra intibakında da önemli rol oynadı. II. yüzyıldan itibaren bu mezhep oluşumları yaşanırken Ca'feriye-İmamiye ekolü de gerek akîde ve gerekse şer'î hükümlerin bazısını yorumlamada çoğunluktan ayrıldı. Ehl-i beyt dışındaki râviler aracılığı ile gelen tüm hadislere karşı itimatsızlığını ortaya koydu. Böylece "ehl-i sünnet" adı verilen çoğunluk tarafı ile "şîa" denilen bu ekol arasında hadis delili farklı kapsam kazandı. Bir imama inanıp bağlanmayı inanç esası haline getiren şîa, kendine özgü farklı bir İslâm toplumu oluşturdu. Ehl-i sünnet tarafıyla delillerin tartışılmasına, müzakere ve münakaşasına girmedikleri için de çoğu zaman gizli, kapalı devre ve tek yanlı kaynaklara dayalı akide ve fıkıh ekolü oluşturdular. Bu arada ehl-i sünnetin mensuh saydığı "mut'a nikâhı" gibi hükümleri meşrû sayarken, içlerinden "gulât-ı şîa" denilen aşırıları Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r. anhüm) gibi en önde gelen sahabe büyüklerine sövecek derecede ehl-i sünnete karşı bir muhalefet içindedirler.

Şeriat hükümlerinin dayandığı aslî ve tal delillerin bilimsel münakaşası yapılarak, İslâm dünyasındaki yorum farkından kaynaklanan görüş ayrılıkları giderilebilir. Çünkü Kur'an, İslâm toplumuna en sağlam yolu gösterir, yüce Allah âyet ve hadisleri ihlâsla ve iyi niyetle yorumlamaya çalışanların idrak, anlayış ve ufuklarını açar. Vahiy ve sünnete bozguncu ve kötü te'vl amacıyla yaklaşanları da saptırır, ufuklarını daraltır (bk. el-İsrâ', 17/9; el-Kasas, 28/56; Al İmrân, 3/7, 8; el-A'râf, 7/146).

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Yukarıdaki hikayeyi zevkleokudum yoksa masal mı desem "Eşi terzi, ama kumarbaz. Bu yüzden ailenin iki yakası bir araya gelmiyor.

Ancak Ayşe evlere temizliğe giderek, mantı yapıp satarak kurtarıyor.

İstanbul Avcılar’da bir ev alıp düzenlerini kuruyorlar. Hatta 1.5 kilo da altın biriktiriyorlar." hemde İstanbul da ha 1.5 kilo altın ha vaybe mantı yapmaya ve temizliğemi başlasak.

Birde şunu yazayım İslam hukukunda hiç bir suça 180 sopa ceza verilemez bilmeyenler bilsin diye yazdım...

Nedense işimize gelen yazıları üzerinde hiç kafa yormadan kabul ediveriyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Birde şunu yazayım İslam hukukunda hiç bir suça 180 sopa ceza verilemez bilmeyenler bilsin diye yazdım...

Nedense işimize gelen yazıları üzerinde hiç kafa yormadan kabul ediveriyoruz.

 

 

Kur'anda yazmasına gerek yok...

Bugün artık her ülke şeriatı kendi kurallarına göre yazıyor ve yaşıyor...

Mesela.. NİJERYA'da Hamile kadına 180 sopa cezası Nijerya'nınkuzeyindeki bir şeriat mahkemesi, evlilik öncesi ilişkiye giren 17 yaşındaki hamile bir kıza önce 180 sopa ve doğum sonrası da halka açık kırbaç cezası verdi. Ülkenin şeriata geçen ilk eyaleti olan Zamfara'da, şeriat mahkemesi, 17 yaşındaki Bariya Magazu'yu evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmekten suçlu buldu. Ceza olarak önden 180 sopa atılacak olan Magazu, doğum yaptıktan 40 gün sonra da halk tarafından kırbaçlanacak. Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında gerginliğin başgösterdiği Nijerya'da 8 eyalette şeriat uygulanıyor.

 

Kaynak: http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2000/0...nya/dunya8.html

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

((: bak Dip Not söle sölim konustuktca batiyorsun.. yav kardesim Islam Şeriatıni degistiren kisi sence Müslümanim demekte ne kadar dogru söylemis olur? hane hrisitiyanlarda Hz. İsa yi severiz derler ya .. o mesele Allah Kur'an da diyor benim koydugum kurallari degistirenin vay haline. ve üstelik evlilik öncesi iliskiye girmek 180 sopa degildir kadinada erkegege 80 sopa ve ikisininde sürgün edilmesidir. ilk önce seriati anlada sonra cikip konus.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sistemi eleştirmek başka bir konu,

Rejimi eleştirmek başka,

Kılık kıyafet yine başka..

Tabiki bunları da tartışırız fakat bunlarla ilgili başka topic'ler açılmış bu forumda bir göz atarsanız bulursunuz..

Bence siz gelin şu şeriat'ı bir anlatın gerçekten ve bizi sabırsız bırakmayın lütfen segili ihgg..

Sevgiyle kalın...

 

Şeriatte hiç bir suç şahitsiz karara bağlanmaz dipnot üstelik bir değil iki değil tam üç şahit gereklidir suçun sabit kılınması için bilginize.....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

peki siz ne zaman laikliği anlayıp ona göre konuşacaksınız...

Laikligi söylüyeyim sana Laiklik bugun üniversiteye binlerce bacimizin kazandigi halde girememesidir Laiklik bir sapka takilmadigi için binlerce kisinin idam edilmesidir. Laiklik aç kurtlar gibi kadinlarimizi soyup onlardan istifade etmeye calisan kisilerin oyunudur. ha unutmadan laikligi cikran ülke bile laikligi savunmuyor artik nedendir bilinmez bizim türkler hala savunuyor :unsure:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Laikligi söylüyeyim sana Laiklik bugun üniversiteye binlerce bacimizin kazandigi halde girememesidir Laiklik bir sapka takilmadigi için binlerce kisinin idam edilmesidir. Laiklik aç kurtlar gibi kadinlarimizi soyup onlardan istifade etmeye calisan kisilerin oyunudur. ha unutmadan laikligi cikran ülke bile laikligi savunmuyor artik nedendir bilinmez bizim türkler hala savunuyor :unsure:

 

Şimdi yukarıdaki bu düşünceyi bir analiz edelim..

Bakın ne diyor sevgili kardeşimiz...

Varan 1- Laiklik; Şapka takılmadığı için binlerce kişinin idam edilmesi...

Varan 2- Kadınlarımızı soyup onlardan istifade etmeye çalışan kişilerin oyunudur...

Varan 3- Laikliği çıkaran ülke bile laikliği savunmuyor artık nedendir bizim türkler hala savunuyor...

 

Şimdi soruyorum;

1- Şapka takılmadığı için Cumhuriyet tarihinde nerede ve ne zaman binlerce kişi idam edilmiştir..

2- Kadınları soyup onlardan istifade etmeye çalışan kişilerin oyunumudur laiklik. Evet namusundan, onurundan, kişiliğinden, inancından hiçbirşey kaybetmeyen başı açık, çağdaş, modern Türk kadın ve analarımız bu talihsiz açıklama karşısından ben söyleyecek birşey bulamıyorum çünkü ciddi bulmuyorum. Sizer neler söylersiniz...

3- Laikliği çıkaran ülke bile laikliği savunmuyor ve biz hala savunuyormuşuz da falan filen... İlginç... Ama şunu söylemekte yarar var laklik ve bölünmezlik bizin olmazsa olmazlarımızdandır ve bu ülkenin var olma sebeplerindendir ve üstelik şu ülke bu ülke değil, Burası Türkiye ve kendine özgü koşulları ve farklı konjüktürel yapısı olan benzersiz bir Ülkedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

(((: Doguda ki ayaklanmalari okumani isterim özelilke SEYH SAIT ayaklanmasi sonradan bunu carpitip bir ingiliz ayaklanmasi diye yutturmaya kalktırlar o tutmayıncada kürtcülerin ayaklanmasi diye halka yutturmaya kalktilar

 

ikincisi inancindan birsey kaybetmedi dogru ama basini acinca içinden kan agliyor istemeyerek ve bu sisteme lanet ederek basini acmak zorunda kaliyor.

 

bu ülkenin bölünmesine etkende laiklik oldu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Şimdi yukarıdaki bu düşünceyi bir analiz edelim..

Bakın ne diyor sevgili kardeşimiz...

Varan 1- Laiklik; Şapka takılmadığı için binlerce kişinin idam edilmesi...

Varan 2- Kadınlarımızı soyup onlardan istifade etmeye çalışan kişilerin oyunudur...

Varan 3- Laikliği çıkaran ülke bile laikliği savunmuyor artık nedendir bizim türkler hala savunuyor...

 

Şimdi soruyorum;

1- Şapka takılmadığı için Cumhuriyet tarihinde nerede ve ne zaman binlerce kişi idam edilmiştir..

2- Kadınları soyup onlardan istifade etmeye çalışan kişilerin oyunumudur laiklik. Evet namusundan, onurundan, kişiliğinden, inancından hiçbirşey kaybetmeyen başı açık, çağdaş, modern Türk kadın ve analarımız bu talihsiz açıklama karşısından ben söyleyecek birşey bulamıyorum çünkü ciddi bulmuyorum. Sizer neler söylersiniz...

3- Laikliği çıkaran ülke bile laikliği savunmuyor ve biz hala savunuyormuşuz da falan filen... İlginç... Ama şunu söylemekte yarar var laklik ve bölünmezlik bizin olmazsa olmazlarımızdandır ve bu ülkenin var olma sebeplerindendir ve üstelik şu ülke bu ülke değil, Burası Türkiye ve kendine özgü koşulları ve farklı konjüktürel yapısı olan benzersiz bir Ülkedir.

aç bacaklarını kolarını dekolte bir kıyafet ile birsürü insanın gözleri önünde .herkese "bir yolunu bulsamda şu kadınla birlikte olsam "diye düşündürt ,sonra namuslu ol.mümkünmü?namus kanun demek düzen demek.bunlar ise bu halleriyle düzene kastediyorlar.saçları açık olanları kastetmiyorum.ama bir sürü gençte dikkat dağınıklığı yapan ve toplumsal düzene derin bir darbe vuran açıklıkta ifrata kaçmış hanımlardan bahsediyorum,sonrada masum oluverirler,bir şeye sebep olan onu yapan gibidir.bu bir kaidedir.kadınlar en güzel yeri islamla elde etmişlerdir.yalnız dünyevi heva ve zevklerin tatmini için düşünürsen belki değil evet,ama onların değerleri evlerinde ,zinetleri temizlikleri,güzellikleri şefkatleri,oyun ve eğlenceleri evlatları,hülasa tüm değerini islam vermiştir kadına,çünkü azınca önüne geçilmiyor ve çirkin oluyor çirkinleştiriyor,değersiz oluyor ve değersizleştiriyor.bir toplumun bozulup bozulmadğını ilk kadına bakarak anlarsın,çünkü en önce kadınlar bozulur,hassas ve narin oldukları için.kadın toplumun en temel yapı taşlarından biridir.onu değiştirdiğimizde toplumda değişir vesselam..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ey Guzel KArdeslerim,

Her gecen gun kendimizi biraz daha bataga sapliyoruz eger farkindaysaniz.

Yuce Islam'in nurunu kendi ellerimizle beceriksizce sivamaya kalkmak ne buyuk tehlike, ne buyuk yanilgi. Kapanmak, kulun Allah korkusundan yaptigi bir eylemdir. Bunu ilk gerceklestiren de Hz. Muhammed dir(ilk vahiy geldiginde evine gidip yorganlara burunmustur. 2. gelen ayet "Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)" 74:1 bunu bize acik secik bildiriyor. Sonradan da kadina " ziynetlerini ortmesi" tavsiyesinde bulunmustur ve bunun kul icin daha hayirli oldugu bildirilmistir. Laik likte kadin 'acilip sacilacak' veya 'kapanacak' gibi bir anlayis yoktur.KAdinin acilip sacilmasinin laiklikle hicbir ilgisi olmayip bu tamamen bizzat o kulun kendi dusuk yasam anlayisindan kaynaklanmaktadir. Ayni prensip, tam tersi icinde gecerlidir, yani kulun basini ortmesi, veya kapanmasi bizzat o kulun Allah korkusundan kaynaklanmalidir. Eger bir kisim insanlar, Kitap taki seriat anlasini kendilerine gore yorumlayip, kadini zorla (sozlu veya fiili) kapattirmaya ugrasirsa bu Islam'in guzellik anlayisina ters duser. Hele bunu devletin herhangi bir makaminda oturan kisi bu tip hareketleri tesvik ederse, onun adi Irtica ci olur-yani devleti din temeline oturtmaya calismaktir bunun adi, ve buyuk gunahtir. Biliyoruz ki bugun yuzbinlerce kadinimiz, gecim sikintilari icinde kivranirken kapanmasin karsilik maddi yardim gormekte. Boyle mi saglayacagiz huzuru, boyle mi yerlestirecegiz insanlarin kalbine Islam'i. Seriat' i para karsiliginda satin almis olmuyor muyuz? Cok exterem bir orne k verecegim ama, para karsiligi fuhus yapan bir kadinla, yine para karsiligi kapanan kadin arasindaki dusunce ve ruh hali farkini aciklar misiniz???

 

Ey adinin hic onemi olmayan akimlarin icinde kosusturan gencler,

Beyinlerinizdeki enerjiyi, guzelliklere harcayin. 'Kapanmayan kadin inancsizdir, kapanan kadin iyi muslumandir' etiketleri yapistirmak ve bu amacla insanlari ayristirmaya calismak hicbir kulun hakki degildir. Laiklikle kimsenin muslimanligi eksilmez, aksine Islam i daha huzurlu ve bilincli yasama ortami hazirlar. O universitelere giremeyen kadinlarin lanet ettikleri "sistem" laiklik degil, ama maalesef o sistemin icinde bizzat "seriat" naralari atan bizler variz. (bizler diyorum, cunku ayni topraklarin icinde yasiyorum sizinle) Biraz sistemi rahat biraksak, hersey zamanla yerli yerine oturur; Maalesef yurdumuzun icinde ve disinda dusmanimiz cok, bunlarla mucadele etmek gerek.

 

Allah'in sevgili kullarindan Ataturk, Kur'an i en az Seyh Sait kadar iyi biliyordu. Hicbir sozu, davranisi Kitap'in ona verdigi ilim disinda degildir. sayh sait le aralarindaki fark seyh sait in Emperyalistlere satilmis bit usak olmasidir. Yoksa onun isyani Allah adina degil, tamamen maddi cikar ugrunadir. YAzik ki onu ornek alanlar var.

 

Allah Kul'a Furkan'i vermis; yani dogru ile yanlisi ayirt edebilme yetenegini. Bunun rehberi de Kur'an dir; birtakim seyhlerin, ulemalarin yazdiklari degildir. Yuce Kul Hz. Muhammed'in yaptigi, soyledigi hicbirsey yoktur ki Kur'an da yazili olmasin. Inancimiza, Allah'a olan kulluk gorevimizi yerine getirmede araya birtakim insanlari sokmak, en buyuk sirk tir-es kosmaktir, cahilliktir. Laikligin tam anlamida, bunu ortadan kaldirmaktir.

.."O, sana Kitab'ı indirendir. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir(aciktir), onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir(anlamlari kapalidir). Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır" derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar."3:7

Arkadaslar, Yuce Islam'i kucuk konularla tuketmeye kalkarsak, cok yaniliriz. Birakin insanlar Din lerini kendileri yasasinlar. Kimsenin kimseyi hidayete-dogru yola erdirmeye gucu yoktur, Allah'in dilemesi haric.

 

Allah'in barisi ve ilmi kalplerinize akillariniza olsun,

Selametle..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
Şimdi yukarıdaki bu düşünceyi bir analiz edelim..

Bakın ne diyor sevgili kardeşimiz...

Varan 1- Laiklik; Şapka takılmadığı için binlerce kişinin idam edilmesi...

Varan 2- Kadınlarımızı soyup onlardan istifade etmeye çalışan kişilerin oyunudur...

Varan 3- Laikliği çıkaran ülke bile laikliği savunmuyor artık nedendir bizim türkler hala savunuyor...

 

Şimdi soruyorum;

1- Şapka takılmadığı için Cumhuriyet tarihinde nerede ve ne zaman binlerce kişi idam edilmiştir..

2- Kadınları soyup onlardan istifade etmeye çalışan kişilerin oyunumudur laiklik. Evet namusundan, onurundan, kişiliğinden, inancından hiçbirşey kaybetmeyen başı açık, çağdaş, modern Türk kadın ve analarımız bu talihsiz açıklama karşısından ben söyleyecek birşey bulamıyorum çünkü ciddi bulmuyorum. Sizer neler söylersiniz...

3- Laikliği çıkaran ülke bile laikliği savunmuyor ve biz hala savunuyormuşuz da falan filen... İlginç... Ama şunu söylemekte yarar var laklik ve bölünmezlik bizin olmazsa olmazlarımızdandır ve bu ülkenin var olma sebeplerindendir ve üstelik şu ülke bu ülke değil, Burası Türkiye ve kendine özgü koşulları ve farklı konjüktürel yapısı olan benzersiz bir Ülkedir.

saygın dipnot sordugun sorulardan anlaşılıyor ki pek bihabersin coğu seyden.. 1.soruna yanıt vermek isterim ki şapka takılmadığı için ne yazıkki cumhurıyet tarihinde pek cok insan idam edilmiştir.konunun doğruluğuyla birlikte 1.şıkkın ve diğerlerinin laiklikle kesinlikle alakası olmadığı düşünmekteyim doğrusuda bu.. bir sistemdir laiklik bu düzende olmasıda gerekli ama onu getirmeye calışanlar nedense laikliğin içermediği kurallarla hareket etmiştir.. insanların sapka takmak istemedıklerı için asdırılması gıbı..örtüleriyle okumak isteyenlerin yada hastahanede diş - için kanal tedavisi görmek isteyenlerin (haberlerde cıkmıştır) çarşaflı oldugu için tedavi edilmemesi gibi.. kadınlarsa yazıkki kapitalizmin kurbanı olmaktadırlar-reklam gereği bedenlerını kullananları kastedıyom- laiklıkle alaksızdır.. sorun laikleşmek isteyen insanlar tarafından muslumanlara gelen kırıcı *****yıcı ve engelleyıcı tavırlardır.. arkadasda heralde onları kastetmek ıstemıstır.. laiklik bir sistem olup din ve devlet işlerinin birbirine karısmasını engeller kişinin din hayatını yasamasını degıl, elbetteki olmalıdır ama onu uygulayan kişilerde laikliğin hassas peygamberleri olmalıdırlar öyle degılmı..işte insanlar guzel bır duzende hata yapınca tum duzenı etkılemekte oysa aslını bılıyoruz kı o dogru bır sıstemdır ama gosterılen farkılı nedense...

işte islam şeriatı da bir düzen kendi içinde oldukca farklı ama insan müsvettelerının yanlıs uygulaması yuzunden nasıl kotu goruluyorsa öcü gibi aslı oyle olmasa bile laik düzende onu dogru yansıtamayanlar yuzunden kaldırılamaz gelmekte..oysa ıkısıde farkılı kavramlar ..

ayrıca recmin yapılmasını geçerlı kılan tek şart zina yapılması yada 4 sahıtın olması degıl,lutfen buna cok dıkat edınız,zina yapan kişinin kendisine recm yapılmasını istemesidir.. eger o istemeden bunu yapıyorsanız bunun adı serıatta adam oldurmektır...lutfen yargıladıgınız seylerı aslından tekrar okuyunuz duz tutarak ve gozlerınız acık..

peygamber aksini men etmıştır,soyledıgınınz ornek islamda mevcut degıldır baska bıryer arayın ona..

aa ayrıca 1.şıkka ornek iskilipli atıf hoca 4 subat 1926..hatta onlar için iadei itibar davsı acılmış-dindar olmayan bır avukat tarafından- ve güzel tepkiler almıştır toplumun herkesımınden ve düşünce sucundan yargılananlarıda berabrınde kapsamakla bırlıkte atıf hoca içiin bir sonuc vermemiştir.

sanki birileri özenle hazırlamış şeriat ve laiklik kavgalarını genclığin onune dıyorum ki iki taraf soluk aılp bır baksa ne söylendiğine dogma yargılardan uzak..

lakin bir millet ki bölünemezse bilek gücüyle

vardır fikir savaşlarında bir bit yeniği..

elbet günün sonunda herkese kendi doğruları kalacak.

saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...
  • 1 ay sonra...

“ŞERİATSIZ DİN” YA DA “ALLAHSIZ İSLAM”

 

Gallup, "şeriat" araştırması yapmış ve Türkiye'de "şeriat" isteyenlerin oranı oldukça yüksek çıkmış. Özellikle de kadınlarda! Aslında araştırmanın amacı “İslam ve demokrasi” Gallub “Türkiye, Filistin, Mısır ve Lübnan’da dini geçmişe sahip iktidarların oluşması sonrasında İslam ve demokrasinin birbirine uygun olup olmadığını incelemek istemişler.. Türkiye, Mısır, Lübnan, Bangladeş, İran, Ürdün, Pakistan, Mısır, Endonezya ve Fas’tan oluşan 10 ülkede 100 bin kişiyle yapılan ankete göre, Türkiye’de şeriatın yasalarda bir şekilde yer almasını isteyenlerin oranı yüzde 32 !“Şeriat tek yasa kaynağı olmalı” diyenlerin oranı yüzde 9 olarak belirlenirken, ankete katılan Türklerin yüzde 11’i bu konuda ’kararsız’ kalmış.

 

Türkiye ile ilgili diğer sonuçlar şöyle: İslam ülkelerinde şeriata en çok karşı çıkan ülke de Türkiyeymiş. Oran %57. Türkiye’de halkın yüzde 88’i anayasada düşünce özgürlüğünün bulunması gerektiğine inanıyormuş. Gerisi ne istiyormuş aceba.. Türkler’in yüzde 86’sı, “Din, günlük hayatımda önemli bir yere sahip” diyormuş.. Buyurun şimdi. %86 böyle diyor, %57si ise Şeriata karşı. Bundan nasıl bir sonuç çıkar: Bu insanlar ne dediklerini bilmiyorlar.

 

Türkler’in yüzde 24’ü dini liderlerin, anayasa oluşturulması sırasında doğrudan ya da danışman olarak rol alması gerektiğini söylüyormuş. Zengin ve eğitimli olan Müslümanlar radikal olmaya çok daha yatkınlarmış ve Kadınlar erkeklere göre daha çok şeriat istiyormuş.. Kadınların çoğunluğu, yasalarda şeriatın mutlaka yer alması gerektiğini düşünüyor, ancak aynı zamanda kadın haklarına da inanıyormuş.Terörle savaş Müslüman dünyasında radikalleşmeyi artırdı ve Amerikan karşıtlığının çok yüksek seviyelere tırmanmasına sebep olduğu da bir başka gerçek.Gallubçuların mı kafası karışık, yoksa vatandaşın mı bilmiyorum ama, bu işi bizim mediamızın ve aydınlarımızın anlamadığı çok açık..

 

A benim yurdumun canım aydıncıkları, şeriatsız din olur mu kardeşim..Önce şeriat ne demek. Siz bunu ne anlamda soruyorsunuz, karşınızdaki ne anlıyor? Şeriat, etimolojik açıdan geniş yok, pınarın gözü / Pınarın gözüne giden yol anlamına geliyor.. Teknik anlamda ise Şeriat Hukuk, meşruiyetin kaynağı demek. Yani “Gayrimeşru” dediğiniz zaman “ Şeriata uygun değil” demiş olursunuz. Teolojik anlamda ise bir dinin emir ve yasakları demektir. Yani dini anlamda meşruiyeti ifade eder. Bir Müslümanın şeriata karşı çıkması, “ben Türkiye vatandaşıyım ama bu ülkenin hukuk düzenine inanmıyor ve güvenmiyorum”demektir.. Müslümanım dediğiniz zaman, İslam şeriatına şeksiz şüphesiz iman ve ona uygun yaşama sözü vermiş olursunuz.. Yani içki içmekle bir Müslüman dinden çıkmaz ama, bu iş vejeteryan olduğunu söyleyip arkasından da köfteye bayıldığını söyleyip arkadaşlarını köfte partisine davet etmeye benzer. Sosyalist olduğunu söyleyip tefecilik yapan adamın durumuna düşer sonra kişi. İnek kasaplığı yapan Hindudan (İneğe tapan kişi) ne farkı kalır insanın o zaman..Laiklikle kafasını bozmuş birileri, şeriatı, herkesi belli bir dinin, hatta belli bir mezhebin elinde, onun ruhbanları tarafından topluma dayatılan, karşı çıkanların acımasızca cezalandırıldıkları, ellerinin kollarının kesildiği bir düzen gibi, diktatörlük gibi göstermeye çalışıyor. Kendi ideolojileri İslamdan daha yüce, Allah(cc)den daha merhametliler (haşa)!Yani din devleti olacak, herkes belli bir dinin politikacılar tarafından yorumlanan ve din adamları kadrosu tarafından oluşturulacak bir yönetim mekanizması olarak görmeye/göstermeye çalışıyor.. Burada asırlardır Hristiyanların ve Yahudilerin, Sabiilerin, hatta Ezidilerin (Şeytana farklı bir misyon yükleyen inanç topluluğu), Mecusilerin yaşadığını unutuyorlar.. Müslümanlar asırlarca Hindistanı, İspanyayı, Balkanları, Afrikayı yönetti, ne oldu?

 

Ermeni meselesini çıkartanlar dindar insanlar değil, aksine seküler tiplerdi. İttihat Terakkiciler değil mi idi onlar.. Biz tabiri caizse şeytanı kutsayanlarla birlikte bin yıldır burada, İslam geleneği ve toplumu içinde barış içinde bir arada yaşamadık mı? Bunlar Cumhuriyeti de, Demokrasiyi de, Laikliği de bilmiyorlar. Tarihten de haberleri yok. İslamı da bilmiyorlar.. Benim yıllar önce yayınlanan “Yaşasın şeriat” diye bir kitabım vardı. Belki de onu yeniden yayınlamak gerekiyor. Namık Kemale baksınlar, Saidi Nursi’ye, Eşref Edibe, baksınlar, isterlerse İncile, Tevrada baksınlar ya da Türk Tarih Deyimleri sözlüğüne baksınlar bakalım Şeriat neymiş..Bir Müslümana “şeriat istiyormusun” diye sorulur mu? Bunun Hinduya “inek eti yiyor musunuz“ diye sormaktan ne farkı var. Ya da bir erkeğe “hamilemisiniz” diye sorulur mu? İnek eti yiyen hindu, ya Hindu değildir, ya da dinine ihanet ediyordur. Dinine ihanet eden biri ise kimse sadık olabilir!.. Ya da çifte standartı, iki yüzlü, münafık biridir ki, münafık kafirden eşeddir.. Böyle bir yanlış içinde olan kişi günahkar kabul edilir..O kadar. Yani siz günahkarların oranını bulmuş olursunuz böyle bir anketle... Şeriattan yana değilse ve “Müslümanım” diyorsa ya İslamı, ya da Şeriatı bilmiyordur, ya da sizden korktuğu için aklı karışmıştır zavallının.. Böyle bir kamu oyu araştırması sosyolojik yapıyı değil, cahilli ve korkuyu gösterebilir ancak.. Eski Ahid (Tevrat), Süleymanın meselleri 28/9 da “Kim şeriatı dinlemekten kulağını çevirirse, onun duası da mekruktur (Kerihtir / Pistir)” der. Kur’an-ı Kerimde “Dualarınız olmasaydı, ne işe yarardınız ki” der. Dinde böylesine önemli bir yeri olan dua konusunda, kulağını şeriattan çeviren biri için Tevratın dediği budur.. Şeriatsız bir din, Allahsız bir İslam olmaz.. Halksız demokrasi isteyenler kutsalı olmayan bir din dayatmak istiyorlar bize. Dinimizi, kendi ideolojik ve politik standartlarına indirgemek istiyorlar.. Bize İlahlık (Hüküm koyucu) ve Rablik (Terbiye edici) taslıyorlar.. Bize din biçmeye kalkıyorlar.. Devlet, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyeti, birey ve toplulukların temel hak ve hürriyetlerini korumak olması gerekirken, bizzat bu yapıları korumaları gereken bir değere karşı tehdit olarak yorumlayan bir anlayışla, dini potansiyel bir risk ve tehdit olarak göstermeye çalışıyorlar..Soru da yanlış, cevap da. Zırva te’vil götürmüyor sonunda. Veri yanlış olunca yorum da yanlış oluyor sonunda..Her Müslüman şeriatçıdır ve şeriat sizin sandığınız gibi (şeriatı tehdit olarak görenlere söylüyorum) bir şey değildir.. Abdurrahman DİLİPAK ( 2007-02-25 )

 

Ş E R İ A T

"Biz bu sayıda 'Kahrolsun' ve 'Yaşasın' sloganlarıyla duygularımızın,korkularımızın, inancımızın,inkarımızın konusu olagelen 'Şeriat'ı düşüncenin konusu yapmayı amaçladık." İşte bu iddiadan yola çıkarak, son sayısını, özel bir 'dosya' halinde,hayli netameli bir konuya ayırmış İslamiyat dergisi : Şeriat.

Gerçekten de, bu ülkede şeriat, toplumsal bir antagonizmanın konusu haline gelmiş, daha doğrusu getirilmiştir. Şeriat Dosyası editörü, bu olguyu şu cümleyle vermeyi uygun bulmuş: "Bir tarafta Şeriat için canını vermeye hazır insanlar,diğer tarafta Şeriat'a karşı mücadele etmenin 'sevap' olduğu fetvasını veren savcılar, hukukçular…"

Osmanlı'nın Yeniçerileri "Şeriat isterük!" diye ayaklanırken, gerçekte istedikleri şeyin ne kadar cahiliyseler, Cumhuriyet'in Yeniçerileri de "Kahrolsun Şeriat!"diye koro halinde tempo tutarken, düşmanı oldukları şeyin o kadar cahiliydiler.Cehalete dayalı dostlukla cehalete dayalı düşmanlığın, "cehalet" zemininde aynı gözede buluşması demeye gelen bu tavırların çıkardığı toz-duman arasında Şeriat, hep bir düş kuşu, hep bir Simurg olmayı sürdürdü.

Şeriat, etimolojik olarak "suyun kaynağına varmak amacıyla, suya muhtaç canlılar tarafından oluşturulan işlek yol" anlamına geliyordu. Kur'an'da, ikisi "Şeria(t)"formunda olmak üzere, "Ş-r-a" kökünden türetilmiş dört kelime yer alıyordu. Bu kullanımlardan yola çıkılarak yapılan şu tesbit önemli: "Buradaki istiarenin suyun kaynağına değil de,kaynağa giden yola yapılması calib-i dikkattir. Dinî bağlamda bunun anlamı şudur: Şeria(t),ed-dîn'den tarihin her hangi bir anında bir topluma, bir peygamber(vahiy/kitap) aracılığıyla açılan yoldur; yani Şeriat, 'din' değil 'tedeyyün'dür. Lugat anlamında Şeria(t); canlıları hayat kaynağı olan suya götürürken; dinî anlamda Şeria(t) insanları ilahi hakikate bağlamaktadır."

Peki, problem nerede yaşanmaktadır? Garaudy'e kulak verecek olursak,problem, suyun kaynağına sadık kalmak yerine, eskilerin kendi zamanlarında kaynağa ulaşmak için kullandıkları yola-yordama sadık kalmaya çalışmaktan kaynaklanmaktadır. Oysa ki, bugün dün değildir.Garaudy'yi dinleyelim:

"Şeriat, kokmuş su çekmek için gidilen durgun bir su birikintisi değildir. Böyle bir şey yeni susuzlara yalan söylemek olurdu. Şeriat,pırıl pırıl parıldayan ve akarken kıyılarını verimli kılan güzel bir nehirdir."

Garaudy, geçmişi ve batıyı taklit batağına saplanmış cümle ölü canlara şunları söyler: "şeriat'ın gerçek anlamda uygulanmasının tembel bir lafızcılıkla hiçbir ilgisi yoktur. Gerçek bir uygulama, Kur'an ya da Sünnet'in koymuş olduğuher hükmün gerisinde, onun varlık nedeninin, onu hazırlayan ilkenin,uygulanmış olduğu tarihi şartların yeniden bulunmasını gerektirir... Şeriat, Kur'an'ın, tamamını açıklamış olduğu Allah iradesi tarafından emredilmiş olan fiillerimizin her biridir. O halde, Allah'ın rızası,her hangi bir ayeti, onu Kur'an'ın bütünselliğinden ve ona anlamını veren tarihi bağlamdan koparan lafzi bir okuma ile belirlenemez."

Fas'ın yetiştirdiği cins bir kafa olan Muhammed Abid Cabiri de,Şatıbî'den söz ederken şöyle der: "Bu metodolojik yeniden yapılanma,kıyas veya nassların lafzi anlamları üzerinde yoğunlaşarak onlardan hükümler üretme yerine,Şeriat'ın genel amaçlarının anlaşılmasını gerektirmektedir." Gerek Garaudy gerekCabiri, bu noktada aynı gözede buluşuyorlar. İkisi de, Şeriat'ın hırsızlık için öngördüğü "kat-ı yed" cezasını, önerdikleri yöntem çerçevesinde yeniden okumaya tabi tutuyorlar. Buraya kadar güzel.

Fakat, çıkış noktaları birbirinden tamamen farklı. Benim de asıl vurgulamak istediğim nokta burası. Garaudy'nin hareket noktası, "Bencil yararlarının savunulması üzerine" kurulan, "köleleştirici" Batı uygarlığının tek alternatifinin İslam olduğu gerçeğidir: "Başlangıç dönemlerindeki yaratıcı atılıma sadık olan bir islam, yeniden insani ve ilahi inanç birliğinin bir mayası ve gerçek bir modernitenin yaratıcısı olabilir." Cabiri'nin hareket noktası ise, Garaudy'nin tersine "öyle bir tedvin çağı ki, hareket noktası sürekli içtihad ve çağdaş hayata ayak uydurmaktır." (s.36)Cabiri'nin "tecdit" teklifinin eksenini "mevcut gelişmişlik düzeyineayak uydurabilecek yeni metodolojik çerçeveyi ortaya çıkarabilecek yöntemsel prensipleri yöneltmek" (s.42)oluşturmaktadır.

Bir çuval inciri berbat eden de, Doğu'lu Müslüman aydının Batı karşısında duyduğu,işte bu aşağılık kompleksidir.

 

"Şeriat yaşasın" , fakat nasıl?

 

Tevhid, insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan "islam"ın tüm ilkelerinin kendisinden neş'et ettiği temel değerdir. Tevhid, epistemik anlamda hakikatin kaynağının tek olduğunu, kozmik anlamda var olan

hiçbir şeyin bu kaynaktan bağımsız düşünülemeyeceğini, sosyolojik anlamda insanların birbirleriyle ontolojik eşitliğini (vahdet) ve dolayısıyla kula ve eşyaya kulluğun, sömürünün, zulmün dışlandığını (adalet) ifade eder.

Tevhid'in, bütün unsurlarıyla gerçekleşmesi, insanın Allah'ın iradesi karşısında gösterdiği tavra bağlıdır. İslam, Kur'anî anlamda, insanın Allah'a karşı duruşunu ifade eder; yani, insanın, varoluşunu Allah'tan bağımsız anlamlandıramayacağını ve anlayamayacağını farkederek, hayat tasavvurunun merkezine Allah'ı yerleştirmesidir. Bu da, insanın, gönüllü olarak tüm yaşamı boyunca eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi,sorumsuz davranmaması anlamına gelir.

Allah, 'yaratma'yı kendisine meslek edinen (Hallâk), her an görev başında bir yaratıcı olarak (kulle yavmin huve fi-şe'n) aktiftir ve zamana, olaylara ve eşyaya müdahildir. İnsanlık tarihi boyunca gönderilen peygamberler ve onların taşıdığı vahiy, işte bu ilahi müdahalenin eseridir.Allah'ın tarihe müdahalelerinin hiç biri,zamandan, olaylardan ve olgudan bağımsız gerçekleşmemiştir. Aslında, bu müdahalelerin gerekçesi dahi, bizzat o zamanda ve mekanda yaşayanlar ve yaşananlardır.

Şu durumda, Allah'ın hayata müdahalesinin iki boyutu inkar edilemez biçimde ortaya çıkıyor:

1. Tüm ilahi müdahalelerde hiç değişmeyen ve hep aynı kalan temel nedenler,amaçlar ve ilkelerdir; ki, "Bugün size dininizi tamamladım"(5:3) ayeti bunu ifade ediyor. Bu ayetten sonra da "Şer'î hüküm" bildiren ayetler (Kelale ayeti gibi) inmeye devam ettiğine göre, bu ayette tamamlandığı ifade edilen "ilkeler"dir.

2. Bu sabit ilkelerin farklı zaman ve zeminlere uygun ve uyarlanmış olarak 'teklif edilen' özel yol,pratik uygulamalar ve yöntemlerdir. İşte Kur'an'daki "Sizden her nebi için bir şeriat açıkladık" (5:48) ibaresi bu anlamı ifade ediyor.

Şeriat'ın etimolojik anlamı, "canlıları suyun kaynağına götüren işlek ve geniş yol" olduğuna göre, 'şimdi ve burada' yaşayan insanları, yaşadıkları çağdan suyun kaynağına götüren yol nasıl bulunmalı? Çünkü,dünkü yol, dün yaşayan insanların kendi yaşadıkları zaman ve zeminden,yani onların 'şimdi ve burada'sından kaynağa giden yoldu. Bu gün o gün olmadığına göre, ne yapmalı?

Farklı bir ifadeyle:İlahi kelamın lafzı "suyun" karşılığıdır. O lafızların ahlaki hedefleri ise o suyun "kaynağıdır". O kaynağa giden "yol" ise, tabiatıyla "sudan" daha fazla, "suyun kaynağıyla" yani "ahlaki hedeflerle "ilgili hükümlerdir. Söz konusu "ahlaki hedefler" ise, Allah'ın "ne dediğinden "daha çok "ne demek istediğini" tesbitle ilgilidir ve yapılacak en önemli görev budur: Allah'ın ne dediğinden yola çıkarak ne demek istediğini, yani muradını tesbit etmek.

Ben, kendi payıma,Fazlur Rahman'ın şu sorusunu önemsiyorum:"Allah, toplumsal değişmeyi bütün vahiy tarihi boyunca, hatta Kur'an indirilirken bile dikkate alırken, Kur'an'ı tamamlarken bu tutumundan vaz mı geçti? Yoksa toplumsal değişme mi durdu? Zemahşeri'nin dediği gibi tarih boyu toplumsal değişmeye bağlı olarak değişen maslahatları gerçekleştirmek için yeni hükümler koyan Allah, 7. Miladi asırdaki bir toplumun maslahatlarının kıyamete kadar bütün insanlar için değişmeyeceğine mi karar verdi?"

Bugün, Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olan her ilim sahibi, bu sorunun cevabını aramak durumundadır. Bugün, "düşünsel" bir cihada, bu ümmetin geçmişten çok daha fazla ihtiyacı var. Bilmediğinin düşmanı olan aldatılmış cahil yığınları bir yana bırakacak olursak, "Yaşasın menfaatlerimiz!" diyemedikleri için "Kahrolsun Şeriat!" diye tempo tutanları "insanın mutluluğu" önünde ciddi bir engel olarak görmüyorum; benim asıl endişem,"Yaşasın Şeriat!" diyenlerin, Allah'ın iradesine uygun yeni bir hayatın inşası için gerekli gayret, birikim ve "temsil kabiliyeti"nden yoksun olmalarından kaynaklanıyor.

 

 

Hüsrev Salimoğlu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...
Şeriatın kestiği yürek...

 

.

.

.10 ay sonunda cezaevinden çıkarılıp havaalanına götürülerek sınır dışı ediliyorlar.

Böylece hak, hukuk ve insanlığın olmadığı bir düzende çektikleri işkence sona eriyor.

Laik demokratik bir ülkede yaşamanın değerini anlayarak İstanbulâda yeni bir yaşam kuruyorlar.

Ayşe Hanım ile Kübraânın yaşadıkları gerçek olaylar Murat İdeânin "Birharf Yayınları"ndan çıkan "Şeriatın Kestiği Yürek" kitabında çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.

Gerçek bir öyküye dayanan bu kitap keşke şeriat düzenine özenenlere okutulabilse...

Onlar da Ayşe Hanımâla kızı Kübra gibi laik demokratik cumhuriyetin değerini anlarlar.[/color][/size][/font]

.

ortadoguvahit18hf4.jpg

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/498196...d=39&gid=61

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Selam.

Dunyada Kurandan Hukumlerle yonetilen ulke yok.

 

Dükkán sahibi kadın Kübraâya "Fal bakıyor, büyü yapıyor" diye iftira atıyor ve din polisi "mutavva"ya şikáyet ediyor.

Mutavva, Kübraânın evini basıyor, anne-kızı "Fal bakıp, büyü yaparak Allahâa şirk koşmak" suçundan tutuklayarak cezaevine atıyor.

Fal baktriyor diye iftira atan kadin cezalandirilmasi gerekir.

Kuranda saahidsiz hic bir sey olmaz.

sahidler yalan yere saahidlik yaparlarsa,

ona gore cezaa gorurler.

Sonra Ne suud nede Baska yer.

Hic birisi.

Allahin indirdigi Kuranla Hukmet miyor.

Turkiyeye gelince.

Soyguncuya vurguncuya, hortumcuya, hapis cezaasi yok.

Pastahaneden baklava calana hapis.

sizce adalet bu mu.?

Selam.

Allaha boyun egip.

Kitabi Kurana Teslim olanlara..

EVREN.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.