Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tutku ( İftiharla Sunarım )


bozan

Önerilen İletiler

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan

artık bu yaşa erdirdin beni,anladım

gençken almadın canımı,bilmedim

demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş

çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer

çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış

insanın insana raptolduğu cevher.

 

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster,kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

 

İsmet Özel

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

şiiriniz hayatın akışı gibi... sürüklüyor.

tutkularımız yüreğimizden, gözlerimizden, bazen sesimiz bazen yazılarımızdan

sızarak karışıyor hayatın akışına.

tutkusuz biz, bizsiz hayat olmuyor.

hayatınız rengarek, tutkularınız sonsuz olsun.

ruhunuzu sevdim.

buralarda çok yeniyim, bugün geldim.

sizi izleyeceğim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

şiiriniz hayatın akışı gibi... sürüklüyor.

tutkularımız yüreğimizden, gözlerimizden, bazen sesimiz bazen yazılarımızdan

sızarak karışıyor hayatın akışına.

tutkusuz biz, bizsiz hayat olmuyor.

hayatınız rengarek, tutkularınız sonsuz olsun.

ruhunuzu sevdim.

buralarda çok yeniyim, bugün geldim.

sizi izleyeceğim.

 

 

 

Kimdir bu terütaze, nergîs kokan,

eteklerinde kırmızı çiçekler,

Öyle bir şetafet ki incecikten,

şuh bir eda’dır kendine çeker...

 

bozan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Mukaddime

 

Ellerinin bıraktığı yerdeyim,

Yeniden düşlüyorum gökleri,

 

 

Öyle mukavim, öyle biperva,

Yenilmez ordunun erleri,

Ebede doğru koşuyorlardı,

Bir yanında sen vardın,

Bir mahpus kadar özgür,

Bir kuyu kadar yüce,

Bir deli kadar bilgin,

Bir yanında olan Akdeniz,

Yor bu düşlerimi !!!

 

Neden sonra sen oldu heryer.

Çöllerde yüzdük, Kırlara tırmandık,

Nasılsa saracak biri bulunur bu mabedi,

Turuncu damlalar bu şehrin üstünde,

Yeryüzü döndü eknafımızda,

Böylece uyandım.

Düşlerinle otandım, sağaldım.

Öyleyse yor bu düşlerimi.

 

Çön ; Gitmek mi ? daha ölmedim !

Kırılmak mı ? Bağımız bu kadar güçlüyken mi ?

Nerede miyim ? Ellerine bak !!

 

Bozan

 

Bozan bunu çok beğendim... :):clover:

çok güzel ifadeler bunlar yüreğine sağlık... hele son mısra -_-:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 8 ay sonra...

Dün geçtiğim rüyalardan arınmalı,

Yürüdüğüm kozlu yollardaki aklım,

Benim en güzel başımın rüzgarları,

Böyle artukça bakıyordu ıraklara,

Dallarında yapraklar oynamalı,

Mutluluğu bin defa yıkamalı,

Saçlarının en uzak şulesinden,

Şu karşı çardakta gün ışımalı,

Dün geçtiğim rüyalardan arınmalı…

 

Kuyular vardı bir de pencereler,

Pancurları maviyle boyanmalı,

Serpile serpile salınır perdeler,

Başucumda kornişlerin nakaratları,

Uyku uyku uyanmalı, damla damla yağmurda,

Dün geçtiğim rüyalardan arınmalı…

 

Şu söğütler eğri eğri dalları,

Köligesinde çocuklar oynamalı,

Belki kimlerden kalma bir masalı,

Umacılar tekrar tekrar anlatmalı,

Karıştığım yalanları unutarak,

Sır verdiğim kelimeleri düşürerek,

Aradığım şu balığı yitirerek,

Ezberlediğim heceleri söyleyerek,

Dün geçtiğim rüyalardan arınmalı…

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kaybetmenin kitabında olmadığı kişilerden değilim, öyle bir kitap var mı ya da öyle bir kişi bilmiyorum, bildiğim zaman zaman kazandığım çoğu defa kaybettiğim kimileyin de mahv olduğum. Çok kaybeden çok ararmış, doğrudur, şimdi bu altında Cengiz Han’ın dolaştığı gökyüzünde, üzerinde Akdeniz’in dalgalandığı yeryüzünde yürüyen bir adam var, yürümek en mühim sanatlardan biridir O’nca.

Demek burada durmak lâzım geldi, CeNeRe’nin tomofil parkında başını en uzak göğe çevirmiş bir adam. Bu arada beklemiş olan birinin saçlarına değen bir rüzgarın parçası peşinde, hakikat bu rüzgarda parçalanır, zaman da.

Şimdi sen ‘’benim aklım senin hülyalarını kabul etmeyecek kadar bilimlidir’’diyebilirsin, nihayetinde bir kişi bir yerde görünmüyorsa o kişi orada mevcut değildir diyebilirsin, ama ben yine de Poe’nin o görkemli ithafını hatırlatacağım sana ‘’bu kitabı düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanlara adıyorum’’.

Delilik üzerinde gülünecek bir şey değil oysa. Delilik daha ziyade akılla alakalı hatta şunu hatırlatayım yeterince akıllı olmayan asla deliremez, daha da akıllı olanlar ise muhakkak yeniden akıllanır delirdikten sonra.

Bu yüzden deli demen bana çokça bir övgüyü ifade eder ancak, belki de gurur duyulabilecek bir sıfatı, yine de sen bilirisin, deli de diyebilirsin.

 

Uyan bu rüyalardan diyenlere ise sakın uyma! Uyudukça ayılıyorum, rüyalara daldıkça daha gerçek oluyor her şey ve uyandıkça kayboluyorum onların bilimli memleketlerinde.

 

Yasak koymanın, kapatmanın ve sana tutkun olmanın alışkanlık olduğu bu memlekette tutacak en iyi yolun seni aramaya devam etmek olduğunu görüyorum, bazı rüyalar gerçek olurmuş ya benim bazı gerçeklerim rüya oluyor, düş oluyor başkalarının zihninde.

Sonra sen, bir şekerpare olarak akıldan bu kadar ıraklara taşınmanın zararı üzerine uzunca bir izahat yapabilirsin fakat şekerpare muhakeme etmek biraz da muhamere etmek gibi mania içermez mi? Öyledir, öyle olmaza bu kadar etimoloji neye yarar?

 

Mühim olan müskiratın aklın neresini örttüğü değil mi? Şimdi şekerpare akıllarının sen tarafını örtmedikçe her türlü içkiyi içebilir insanlar. Yeter ki sana mani olmasın!

 

Dediğim gibi çok da kazanan bir adam değilim ben, Mevlana idim Şems’i yitirdim, Nietzsche’e oldum Aklımı kaybettim, Abdulhamit oldum Tahtımı kaybettim şimdi ise çok endişeliyim sence şekerpare bende kaybetmek artık bir haslet mi oldu?

 

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

''Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen.''

Şeyh Gâlib.

 

 

Dairenin keyfe mail tarafında mısın bilmiyorum, ben gayet sabit’im. Öyle ki hiç yaşamayacakmışım gibi hazırım gitmeye, bağlayacak bir şey de bulamadım kendimi, onların hudutsuzca merbut oldukları dünyalarında. Lakin sen hoşça bak zatına.

 

Muhakkak ki ben değildim muallakatu’s-seb’ayı Kabe’nin duvarına asan, ben değildim Hayyam’ın şarap dolu sarhoş dizelerini söyleyen ve ben değildim denizin ufuklarında kovalanan ziya-yı kamer.

İki insan iki ayrı parmak iki yüzük ellerini doladılar parmaklarına, aynı maksada müteallik alınmış ayrı yüzükler, ne şekilleri benziyor biri birilerine ne de aynı yerden iştira olunmuşlar, hasılı farklı hülyalardan farklı ızdıraplara konmuşlar, düşlerin en makbulü en kısa olanı dermiş bir derviş, zaten düşler en güzel yerlerde bitermiş.

 

Şimdi bir meczub-ı müellim ve mükedder, nücûm ile yeryüzüne iner, şimdi azab-ı mukaddes vardır raflarda, yalnızlığın karşıt anlamını arayan bir derviş vardır lügatlerde…

 

Bu kadar takip edenimiz var, kaçıyoruz durmadan, ahhh bilseler ne kadar ızdırap vericidir, halimiz, ne kadar felakate ve helakete uğramış yüreğimiz ahhh bilseler bırakırlar mı peşimizi dersin Reng-i mâî’m?

Öykündükleri, gizli gizli ardımıza düştükleri, biz bîçarelerin ne perişan bir vaziyette olduğumuzu bilseler yine de takip ederler miydi bizi? Bilemiyorum fakat sen hoşça bak zâtına…

 

Sonsuz ziyada ışığın manası bilinemezmiş, illa bir karanlık bir zulmet icap edermiş aydınlığı kavramak için, bu yüzdenmiş o mâîlerin deryayı fark edemeyişi, zatını tanıdıkça fark ediyorum ben de kendimi, işte bununçün akşamları batarken güneş, sabahları deniz, rüzgarları getirdiğinde düşlü gözlerine, mavileri doladığında saçlarına, hiç değilse benimçin hoşça bak zatına… Olur mu benim Reng-i Mâî’m…?

 

 

bozan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

tatilde;

kafilelerle uzun yollardan dönerek,

bitmesin tutkumuz diye mavilenerek,

''ara-bozan bir gölge var mıdır?''

gözleri en uzak göğe dikilmiş,

bir derviş misali endişelenerek,

rücû ettim dersaâdet'e....

 

makam-ı sükütta çün vardır bir hikayet,

kimi anlatır deva bulur derdhânelerde,

kimi mektûb gibi mazmûnunu saklar derinlerde,

kimi dilinde bir figan-ı nâlân-ı şikâyet,

kiminde bir pîşmânlıkla nedâmet,

çün vardır her bir sükûtta bir hikâyet...

 

tarîkte;

pür-endîşe, pür-dikkat yollardan geçerek,

ara-bozan gölgeden havf-ederek,

''haşyetle başlarmış firâkın ayak sesleri,

beklemeden gelirmiş ölüm çoğu zaman,''

diyen bir dervişi dinleyerek,

avdet ettim dersâdet'e

 

 

bozan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ayıran!

 

Ruhumu alıp gitmeseydin öyleyse,

Her sisten sonra yağmur doğmuyor pencereme bilsen!

Çokça karışıyor dilleri yabancıların,

Dönmeyeceğini bilmek gerçekse,

Sorulmayacaksa emanet ettiğin sancıların,

Akşamları müzeyyen bir tablo yapan gözlerin,

Sabahları mesut bir rüyaya açılmayacaksa gözlerim,

Daha yakınsa Afrika’nın çığlığı,

Daha soğuksa zemherileri Asya’nın,

Izdıraba daha yakınsa yüreğimiz,

Terk edip gitmeyecektin öyleyse!

 

Ara-bozan bir gölgedir ardımızdaki,

Her dilimizi bozuyor kelimeleri,

Mavinin en siyah lehçesiyle doldurduğu ağzı,

Kapanmayacak bir fücuru söyleyen türküsü,

Kilitliyor kapılarımızı ardına kadar….

 

Bir ‘’ya leyl’’ çeker,

Çölde hüzünle ilerleyen bir adam,

Her yer ıssız her yer karanlık,

Her yer siyah lehçenin kelimeleriyle dolu,

Bizi Akdeniz ayırdı Afrika’dan

Başakların boyunlarını bükmeleri bundanmış,

Karanfillerin siyaha dolanması bundan,

Büyütürken tutkularını usanmadan bir adam

Bizi siyah bir lehçe ayırdı sevdadan…

 

 

bozan.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

düştü...

 

Ayaklarım göklerden yerlere,

Gözlerim seni getiren yollara,

Ve bizi Afrika’dan ayıran Akdeniz’e,

Bir Nazenîn-i nâlânı çağırmak,

Ara-bozan siyah lehçeli bir adama, düştü….

 

Böylece karardı sema,

Âteş-gedelerin söndü nuru,

Nâr-ı hicrân firâkla kül oldu,

Kime düşer ellerini aramak yeryüzünde,

Seni kimin kelimeleri böyle üzdü?

Çağırmak şimdi siyah lehçeli bir adama düştü…

 

Meçhul,

Gittiğin göklerin merdivenleri bize,

Metruk,

Şimdi başka rüzgarların gezindiği taraçalar,

Gerçi merd-i Kıptî şecaat arz-ederken sirkatin söyledi,

Lakin,

Mefcur,

Reziletlerle dolu kelam etti diye,

Seni çağırmak düştü bir kara lehçeliye…….

 

 

bozan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tutkumuza bir fâsıla,

peşimizdekileri bir hâtıra....

 

 

Nökerler;

 

İster ki nâhûş olmasın,

Mücadele-yi kutsî

İki mefruk yed, recmediyorsa,

Bir şecere-i mübareki…

 

Zira ki;

Üç güzelden ancak bir hüsün çıkar,

Biri Ay biri Güneş biri dahi Yıldızlar…

 

Ne semânın lambaları yanar Necm olmadan,

Ne sabâhın tadı çıkar Şems olmadan,

Ne de şiirlerin kâfiyesi uyar Mâh olmadan…

 

Maksudumuz şuydu oysa ki;

Biz ki düşüp birbirimize mahv olmadan,

Çağırsa bir âdem de gelse Nurumuz,

Bizler meftâ olmadan…..

 

zeyl ; a thing is nothing, nothing is a thing.

 

bozan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

baktım göğe masmavi, bastığım yer hâki

gördüğüm diyar çok, görmediğimse gani gani

nefes alıp veren bu can da çaresiz kalınca

özlemim büyük, yolum uzun, ben de bir karınca

yanan gönül akan suda, o yolun en sonunda

dostum bende solur, eğer dostum benle kalırsa

dostun senle yaşar, dostun eğer senle ölürse

bir çiçek olup açar belki tekrardan doğunca

her açan senin gülün, hergünse benim günüm

gözyaşı insan külüyse, her yakan insan sözü

kıvılcım sözün özüyse, ayrılık yakar gözü

tek gören gönül gözüyse, kelamım gönül sözüm

yalnızlıktan galip çıkmaktır irfan hiç olmadan

irfan çıktığın her seferden dönmek hasret ekmeden

ektiysen de ders almaktır hasret filizlenmeden

ekmediysen gönül almaktır seferin bitmeden

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yakamızı bırak dedi güneş aya,

Sen benim damenimde bir lem’asın,

Sen benim deryamda bir katre,

sen olmadan düştü suya cemre,

yoktun dolanırken saçaklarda biz,

yoktun defne kokarken dillerimiz,

terkedip yıldızlar gitti diye,

bırak yakamızı dedi güneş…

 

bu kadar meftundun öyleyse,

sabah neden yok oldu ziya’n,

başka yıldızlara olan aşkından mı?

Kaybolup gittin bunca zaman.

 

Geriye kalan zamanda bir karanlık senden,

Siyah, daha siyah, en siyah kelimelerle gelen,

Olmamış bir meyve gibi kekredir tadın,

Dünyamızı zindana çeviren,

Zindanlar ki duvarlara küskün,

Menfezler ki yıldızlarımdır benim,

Işığını ayaklarıma seren…

Zamanda karanlıktır kalan senden…

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kaybetmenin kitabında olmadığı kişilerden değilim, öyle bir kitap var mı ya da öyle bir kişi bilmiyorum, bildiğim zaman zaman kazandığım çoğu defa kaybettiğim kimileyin de mahv olduğum. Çok kaybeden çok ararmış, doğrudur, şimdi bu altında Cengiz Han’ın dolaştığı gökyüzünde, üzerinde Akdeniz’in dalgalandığı yeryüzünde yürüyen bir adam var, yürümek en mühim sanatlardan biridir O’nca.

Demek burada durmak lâzım geldi, CeNeRe’nin tomofil parkında başını en uzak göğe çevirmiş bir adam. Bu arada beklemiş olan birinin saçlarına değen bir rüzgarın parçası peşinde, hakikat bu rüzgarda parçalanır, zaman da.

Şimdi sen ‘’benim aklım senin hülyalarını kabul etmeyecek kadar bilimlidir’’diyebilirsin, nihayetinde bir kişi bir yerde görünmüyorsa o kişi orada mevcut değildir diyebilirsin, ama ben yine de Poe’nin o görkemli ithafını hatırlatacağım sana ‘’bu kitabı düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanlara adıyorum’’.

Delilik üzerinde gülünecek bir şey değil oysa. Delilik daha ziyade akılla alakalı hatta şunu hatırlatayım yeterince akıllı olmayan asla deliremez, daha da akıllı olanlar ise muhakkak yeniden akıllanır delirdikten sonra.

Bu yüzden deli demen bana çokça bir övgüyü ifade eder ancak, belki de gurur duyulabilecek bir sıfatı, yine de sen bilirisin, deli de diyebilirsin.

 

Uyan bu rüyalardan diyenlere ise sakın uyma! Uyudukça ayılıyorum, rüyalara daldıkça daha gerçek oluyor her şey ve uyandıkça kayboluyorum onların bilimli memleketlerinde.

 

Yasak koymanın, kapatmanın ve sana tutkun olmanın alışkanlık olduğu bu memlekette tutacak en iyi yolun seni aramaya devam etmek olduğunu görüyorum, bazı rüyalar gerçek olurmuş ya benim bazı gerçeklerim rüya oluyor, düş oluyor başkalarının zihninde.

Sonra sen, bir şekerpare olarak akıldan bu kadar ıraklara taşınmanın zararı üzerine uzunca bir izahat yapabilirsin fakat şekerpare muhakeme etmek biraz da muhamere etmek gibi mania içermez mi? Öyledir, öyle olmaza bu kadar etimoloji neye yarar?

 

Mühim olan müskiratın aklın neresini örttüğü değil mi? Şimdi şekerpare akıllarının sen tarafını örtmedikçe her türlü içkiyi içebilir insanlar. Yeter ki sana mani olmasın!

 

Dediğim gibi çok da kazanan bir adam değilim ben, Mevlana idim Şems’i yitirdim, Nietzsche’e oldum Aklımı kaybettim, Abdulhamit oldum Tahtımı kaybettim şimdi ise çok endişeliyim sence şekerpare bende kaybetmek artık bir haslet mi oldu?

 

 

b.

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben'den Ben'e I

 

 

Hiçbir ben bir başka ben değildir.

 

 

1. Zamanın üzerimizdeki tesiriyle dökülürken gün gün, saçlarımız öyle coşkulu dağılmıyorsa rüzgara bugün ve dün geçtiğim yollar bugün uzun geliyorsa ayaklarıma ben dünkü ben değilim, şimdi başka bir ben var bende, dünden kalmış, zamanın izleri üstüne sinmiş, sevinçleri perişan, mutluluğu parçalı, endişeleri derin bir ben.

 

2. Çocuk olmayı özlemek daha çok artıyor yaşlarımız biriktikçe. Daha güzel geliyor mutluluğu kovaladığımız gençliğimizin deli rüzgarlı günlerini hatırlamak.Mesuliyetten uzak bir hayata bakmak.

 

3. Zekasına sınır koymuş böylece yaşamayı dert edinmiş, basitleşikçe gündelik heveslere dalmış, sıradanlaştıkça mutluluğa doymuş yığınlarla mücadele edemiyorum artık.

 

4. Bırakın, yaklaşmayın demek istiyor bir ben ve o ben dünkü beni asıyor her akşam.Her akşam güneşe sarılmış mütekallis halatı kendi boynuna doluyor lakin nafile zira hayat ''ben seni yok edinceye kadar bırakmayacağım'' diyor ''belki ölmeyeceksin lakin bu eziyeti kemiklerinin ve ruhunun her yanında hissedeceksin.''

 

5. Onların derdi, çok başarılı olmak, çok para kazanmak ki para kazanınca zeki sayıyorlar kendilerini. Oysa ben sessizce, hiçbirşeysiz, kimseyi rahatsız etmeden geçip gitmek istiyorum, bir yaprağa bile zararım olması, başka hevesim yok inan. Ve bu ben dünkü ben değil inan....

 

6. Dünkü ben boş bir hayalin peşinde koşmuş, mutlu olmak gibi ve hatta başkalarını mutlu edebilmek gibi terbiye dışı bir iddiası varmış, dünyaya söyleyeceğim şiirler var diyormuş işte o dünya, şiirlerini tomar tomar ezmiş, umutlarını kırmış geçirmiş. Sinmiş şimdi o ben durun diyor ben sizinle uğraşmayacağım artık.

 

7.Şimdi benin tek bir ricası kalmış, lütfen sessizce olsun sonum diyor, lütfen hatırlamasın beni hiçkimse, lütfen diyor benzemesin hiçbir ben ben'e.

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

?

 

 

şimdi özleminden bahsetmenin tam da yeridir,

daha mavi olurmuydu bu deniz bilmem,

daha güçlü sararmıydı rüzgarlar bedenimi,

daha hevesli açarmıydı çiçekler,

bahar bu kadar dokunurmuydu yüreğime,

seni düşlediğim günden beridir...

 

özlem mi ağlatıyor gökleri aman!

özlem midir servileri bu kadar uzatan,

özlemindir yıldızları ardından koşturan,

şimdi senle düşe yatmanın tam da yeridir...

 

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Tutku kertmeleri I

 

 

Zeytinli bahçenin ihtişamını hatırlamak gibi bir faikıyeti etrafımızda dönen zehirli adımlara hatırlatıyoruz, siz bize erişemezsiniz, erişilebilir mi? Hayır.

 

Niteliklere ulaşmak öyle çok say u gayretle olmuyor çünkü, çünkünün ucun ki ile münasebetini çok eski bir kitapta bulabilirler raflarda tozlu kalmış, kalan yalnızca bir yerde bekleyen değildir bir de bunu nereden anlayacaklar ki, öyleyse üzülmene hiçbir sebep yok portakal çiçeği kokusunda uyanmayı başarmış ey kişi, kişilerin en kişisi, yürümeyi en çok alışkanlık haline getiren iyi yürüyücülerin, yürüklerin ki sen bir yürüksün benim gibi öyleyse biz etrafına bakmadan yürümeyi de en iyi bilenler değil miyiz? Öyle miyiz? Evet öyleyiz.

 

Zaten üzümlerin tadını, asma yapraklarını koklamayanlar bilemez, şimdi ömründe gözlerini Akdeniz’e açmamış bir bahtsıza üzümden bahsetsek ne ki, bahsetmesek daha iyi değil mi? Evet daha iyi.

 

İyi demişken sen de çok iyi biliyorsun ki cehalet Akdeniz’i bilmemekle başlar, başkaları sincap diyor biz kalle diyoruz teyin diyoruz, cevizlerimizi aşıranlara, onların arsız takiplerini hecelere bölüp okunmayacak diktatör şiirlerinin altına ekliyoruz, böylece zamanda yok olup gidiyorlar biz de yolumuza devam ediyoruz, ediyor muyuz? Evet ediyoruz.

 

Öğrenmekle kendilerini yetiştireceklerini sanıyorlar, oysa bildikçe cehaletleri artıyor, sızlanıyor, oflanıyor, kahırlanıyor ve belki de ileniyorlar, ileniyorlar mı? Evet ileniyorlar.

 

Önce altında gölgelendikleri çınarları şimdi meyve vermeyince durmaksızın taşlıyorlar fakat sen zaten çınarın meyve vermeyeceğini bildiğin için ki onun meyvesi gölgesidir taşlarını cahillerin bitmeyen iradesizliklerine fırlatıyorsun, sanki şimdi yer yarılacak da onları içine alacak, sessizlik muhtemel midir karanlık dünyanın yakışıksız kurallarında mümkün müdür ıslı bahçelere biline görüle sokulabilmek? Evet mümkündür.

 

Balkonlarda dolaşmak da kabildir, pencerelere dolanmak da bu deriçe de olsa çok bir şey değişmez biliyorum zira zamanı daha önceki bir hale tebdil edebilecek gücümüz var bizim, var mı? Evet var.

 

Nihavendi dinlemek de bir ayrı kemalat ister, terci-i bendi okumak da her yazılanı herkes okusaydı kim bilir ne kadar deli çıkardı meydana neyse ki her okuduğunu da kimse anlamıyor, anlamıyor mu? Evet anlamıyor.

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Aksak Zaman Geçitleri

 

 

 

kızıl bir hançer ilişiyor bedrin on dördüne.kisra’nın on dördüncü sütununun altında cebelleşiyor âfil dimağlar.dördüncü katında nihan bir avaze feleğin.petrus üçüncü inkarında...yuda ,yanaklarından öpmeye yelteniyor isa’nın.yılanlar taşıyor kadehlerden.kleopatra sırıtıyor karşısında üryan bir mir’at.henriette ‘’seninle ölmeye varım!’’ diyor kleist’e.İki kere iki küstahlık ediyor dostoyevski’nin kaleminde ve bela-yı aşk ile aşina kılınıyor fuzuli.mihri hatun’un ilenci dönüyor kendine.yusuf’un gömleğinde kan lekesi,kenan’da bekleyiş çilesi...ipince eğiriyor ipliğini meryem.yazgısına al al düşüyor ‘sır’.

 

 

savruk düşler ten perdesinde,mavi bir yangın ölüm talebinde...havva’nın ahdinden miras bana yalnızlık.iki kaşımın çıkmazında süveyda.nirvana’da yağmur,’yok’ta ‘var/lık’ risalesi…hayatın izdüşümü ellerimde:kan! werther’in sızısının yankısıdır gözlerim! lime lime edilmiş ‘söz’ün kor nağmeleri.

 

 

siccin’in kapısında sarı karanlık…veyl yolunda merdut bir sevda.irem’e adım atarken helak oluyor şeddat.sumnat’ta son hediyesunuluyor şiva’ya ve bir kadının külleri savruluyor ganj’a.bir pervane ‘ilme’l yakîn’ halinde.zühal’in yasına aldırmıyor merih.zühre ,ism-i azamı fısıldıyor arzın kalbine.aşk duyuyor bunu , yükseliyor göğe!

 

 

 

gazaba uğruyor baharımda mahpus sevda. ilenç olup taşıyor sözlerim kanlı yaraya.kuytu vadilere dökülen yıldızların ardından koşuşturuyorum canhıraş bir mısra düşsün diye yüreğime.(bir mısra düşmeli bu yüreğe!)yorgunum…recm edilsin bütün şairler.ilk taşı atacak,yol verilsin aşk’a!

 

 

 

dağların bilge delikanlısı koşuyor ayet ayet sükûn’a.sözsüz,nefessiz tüketiyor zamanı.idris yamıyor bir köşede mintanını.şerha şerha bulutlar...nur fışkırıyor avuçlarından seher’in.intihara gebe ikindilerde okunuyor eylülün esamisi.dört elif miktarı susmak düşüyor paya.hiçliğin kılcallarında azad edilmiş nergis/im…

 

 

 

çirkef bir düşe uyuyor aşk’ a kıyanlar ve ölüme uyanıyor göğün suskun yediler’i… hiçbir yerde olmuyor yüreğim varken her yerde! mavi uçurtmalar yapıyorum alaz almış zamana inat sevgili!

 

 

 

isa’ya adanmış bir kalp manastırda. hayatın simyasının peşinde münzevi guathama. luksar’da ümit/sizlik hat safhada.tûti’nin kaybolmuş aynası...tozlu bir hayatın karmaşasında âh pembe düşlerim!soğuk bir ateş uzanıyor şeceresine gecenin.

 

 

 

titrek aksanımla koşuyorum geceye. münkesir yollar,girdap umutlar…sürgün naraları yankılanıyor sevdaların avucumda.andolsun aşkın doyumsuz rengine!

 

 

 

Bu kalem hep muhalif benle.’bahar’diyorum, ‘eylül’diyor.’sus!’diyoru m, feryad ediyor.’sevda’diyorum ,‘siyah’diyor./nevası yükselirken duvağı açılan seherin kırarım bilekçem./yüreğimi aklıyor ismailce tevekkül ve sığınıyorum hira’dan sızan nur’a.şühûd olsun kalem!

 

 

 

uzza

pa

ram

par

ça…..

 

 

 

 

ömer’in gözlerinde amansız sancılar, hallac’ın bileğinde tecrid edilmiş arzular…misk-i amber soluyor paslı çivileri ölümün .şibli’nin elinde kan sunan gül!gül ki ,hallac’ı ağlatan kan!

 

 

 

sidretü’l münteha’da koşuşturuyor cebrail.aşk’ı meshediyor mekana hükmeden.yeşil rüzgar uğultusu refref.isrâ’ya adak gece;gece isrâ’ya konak!

 

 

 

ışıklar söndü.söndü de ışıklar dinmedi içimdeki mahşer.şimdi,hangi tûfan avutur beni?nuh’un ayak bileklerinde ihanet kemendi ,yüreğimde kızıl mürekkep lekesi…nuh’un bile görmediği bir tufan içim!

 

 

 

kaknüs’ün üç yüz altmışıncı deliğinde sancı!cüz cüz sabrı hatmediyor kerem.güneşin gölgesinde yüreğim!şairin göğsünde bin kırbaç darbesi.yezid’in soluğunda sapkın dilekçe.me’mun’un salyası damlıyor siyaha.kitapların sîreti dicle’de sükûn...artmıyor aşk’ın değeri gam çekmeyince!yanıyorum.yanmalıyı m!ateş istiyorum sevgili,ateş!suyla yanmak,suyu yakmak…

 

 

 

hatlarda kalıyor yesari’nin parmak izi.mermerde açıyor sinan laleleri.(laleye değer düşürür Allah’ın ebcedi!)nesim’le helalleşiyor yitik ramazanlar.bir evliyanın sinesinde tomurcuklanıyor yasin gülleri.hira sessiz okuyor mersiyesini...hüseynî sadalar yankılanıyor uhud’dan.ateş gülistan oluyor ibrahim’e,nemrut’a azap!bin erle giden geliyor on erle;fakat zaferle…!

 

 

 

iki yanından kavrıyor güneşi iki eliyle iskender.iki yüzlü insanları sevmeye başlıyor akif tanıdıkça yirmi üç yüzlü insanlar.adem kılıyor kendini insan.kapanıyor melekût aleminin dizlerine…

 

 

 

cem’in kadehindeki yedinci hattın bağrında kor beste…gölgesi düşüyor hûma kuşunun kalbimin üzerine.mürşit bilip bağlanıyorum gözlerine!

 

 

 

harut ve marut düçar azaba dünyada.şahit kılınıyor sevgilinin yüzüne ve’d –duhâ...sıcak su sunuluyor demir kancalı kapta ,isyanın küfre çaldığı zamanlarda.bolonya ışıldamıyor gecemde...susmuyor vicdanımın sesi:çile!azabın katranında yanık masallar serpiyorum hüznün tenhalığına.susuyorum ağlayarak;ağlıyorum susarak…

 

 

 

bir şair cinnet geçiriyor!mısralardan yeni çarmıhlar kuruyor bak!nûn…kaleme ve yazdıklarına and içene hamd olsun ki ‘kaf’ta hem gül’ü hem kül’ü gördük ve bulandık aşk’ın her rengine...artık elini bulaştır şiire suskun kalem!yaklaşma ey kays,gökyüzü basacak ellerini!

 

 

 

kuzeyli bir kızı intihara sürüklüyor sahte sevda sözleri.boğazımda pörsümüş yılan derileri…yeminim var efendiler!son damlasına kadar ziftleneceğim geceyi…gece anlamaz öyle herkesin dilinden!gece konuşur soğuk kara iklimlerden…

 

 

 

 

nietzsche ağladığında oluyor cinnet cennet bana!nisan yağmuru dönüşmüyor inciye içimde.(ücra bir okyanustum oysa,aşkı yağmurla besleyen…)canımı alıyor her kar tanesi,canıma can katıyor infilak sevda!çarmıh ne yana düşer,aşk ne yana…?kefaretimdir aşka ölüm!

 

 

 

hüdhüd kayıplarda!cinlerin utancıdır gözlerindeki kör akis.leyla’nın düşlerinde göçmen kuşların sunağıdır aşk’a elem.gözyaşıyla bağlıyor saçlarını züleyha.uçurumlarda tozlanıyor gelinciklerin telli duvaklı rüyaları.ihanetin kanlı gölgesinde mi kaldı sözlerin?bir şair gül’e bakıyor…bakışında bir efsaneye gebe şair!

 

 

 

osman gazi’nin rüyasından hakikat düşüyor çınara.mercan’da serinliyor cennet erenleri.echo’ya aldırmıyor nergis.renklerin kralları siyahı maktul kılıyor beyaza.hayatın nabzı kamçılıyor rüzgarın dehlizini.yılların kahrı eylül bakışlı sevdaların nakşında.abandıkça kelimelerin ellerine,sağnak düşler boşalıyor suskumun göğüne!

 

 

 

ah’ım savruluyor fırat’ın kollarına...menderes’in başı kanıyor,su perileri yasta!kızılırmak mezar oluyor bağrı yanık anaya.kara yağız özlemlerim kınından çekiliyor,saplanıyor kırlangıçların yüreğine!bu yüzdendir yanmam kırlangıçlara,susmalarım bu yüzden…!

 

 

 

abas’ın kalkanında kertenkele ceseti,eyyüb’ün sabrında akrep geçitleri…kaeria miletos’un suya bulanmış toprak hayali.ins’in güncesinde zamana adanan sözler…kanı çekiliyor ayak bileklerimin.asyalı kalbimde toprak kokusu…ellerimde yıllanmış körpe dua!düşüyorum harlı perçeminden kalemin...

 

 

 

sevinci yaşanmamış doğumlar kadar acıtmıyor içimi intihar.benim her şeyi lekeleyen!sokrat arıyor bütünün parçalarını.spartaküs türküleri taşıyor dilimden.bahar hep geç geliyor şairin kentine.terkibimde yağmalanmış hüzün...zamanın çarkında çürüyen bulutların ağıdı.kalbimde:gözyaşı vardiyası!

 

 

 

sevr’in koynunda yatıyor tarih.bütün yollar aşk’a çıkıyor.kuşluk vakti göveriyor yetim ahdimdeki öfke!kaybedip kaybedip buluyorum kendimi.cebimden düşmüş kara bakışlı hayat!yılların imbiğinde solgun feryadın mührü.rüzgar, hayat üfürüyor tomurcuğa öksürerek.takâti kesilmiş sözler boğuyor rüyaları.kelimelerle yaşlanıyorum,kelimelerle ölüyor…

 

 

 

göç vaktidir ey deli gönlüm çağlar öncesine…

 

 

 

gülün yanağında göz izleri,dudağında pişmanlık serzenişleri…ilişmeyin yarama!aşk kaydındayım henüz…mevlevi ayinlerden kopup geliyor ‘hû’,yerleşiyor aşk’ın nefesine!gül alıyor guslünü yangının çiğ tanesiyle.haydi ey gül,kurulan ve giy al fistanını!(rahman boyasıdır bu,silemez gözyaşı.)süleyman anlıyor bülbülün ağıdındaki mor nağmeyi.bülbülün ezberinde ibrahim duası:’’hasbiyallah ve ni’mel vekil!’’

son ayeti indi aşk’ın efendiler!

derlemeye ömer gerek!

 

Bu yazıyı nette gezinirken buldum,okuyunca bir hazine bulmuş gibi sevindim kelimeler ruhumu titretti..ilk önce kendi blogıma eklemeyi düşündüm sonra benim gibi kelimelere tutkun ve kelimeleri en az bu kadar iyi kullanan birinin sayfasına daha çok yakışacağını karar verdim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tutku kertmeleri I

 

 

Zeytinli bahçenin ihtişamını hatırlamak gibi bir faikıyeti etrafımızda dönen zehirli adımlara hatırlatıyoruz, siz bize erişemezsiniz, erişilebilir mi? Hayır.

 

Niteliklere ulaşmak öyle çok say u gayretle olmuyor çünkü, çünkünün ucun ki ile münasebetini çok eski bir kitapta bulabilirler raflarda tozlu kalmış, kalan yalnızca bir yerde bekleyen değildir bir de bunu nereden anlayacaklar ki, öyleyse üzülmene hiçbir sebep yok portakal çiçeği kokusunda uyanmayı başarmış ey kişi, kişilerin en kişisi, yürümeyi en çok alışkanlık haline getiren iyi yürüyücülerin, yürüklerin ki sen bir yürüksün benim gibi öyleyse biz etrafına bakmadan yürümeyi de en iyi bilenler değil miyiz? Öyle miyiz? Evet öyleyiz.

 

Zaten üzümlerin tadını, asma yapraklarını koklamayanlar bilemez, şimdi ömründe gözlerini Akdeniz’e açmamış bir bahtsıza üzümden bahsetsek ne ki, bahsetmesek daha iyi değil mi? Evet daha iyi.

 

İyi demişken sen de çok iyi biliyorsun ki cehalet Akdeniz’i bilmemekle başlar, başkaları sincap diyor biz kalle diyoruz teyin diyoruz, cevizlerimizi aşıranlara, onların arsız takiplerini hecelere bölüp okunmayacak diktatör şiirlerinin altına ekliyoruz, böylece zamanda yok olup gidiyorlar biz de yolumuza devam ediyoruz, ediyor muyuz? Evet ediyoruz.

 

Öğrenmekle kendilerini yetiştireceklerini sanıyorlar, oysa bildikçe cehaletleri artıyor, sızlanıyor, oflanıyor, kahırlanıyor ve belki de ileniyorlar, ileniyorlar mı? Evet ileniyorlar.

 

Önce altında gölgelendikleri çınarları şimdi meyve vermeyince durmaksızın taşlıyorlar fakat sen zaten çınarın meyve vermeyeceğini bildiğin için ki onun meyvesi gölgesidir taşlarını cahillerin bitmeyen iradesizliklerine fırlatıyorsun, sanki şimdi yer yarılacak da onları içine alacak, sessizlik muhtemel midir karanlık dünyanın yakışıksız kurallarında mümkün müdür ıslı bahçelere biline görüle sokulabilmek? Evet mümkündür.

 

Balkonlarda dolaşmak da kabildir, pencerelere dolanmak da bu deriçe de olsa çok bir şey değişmez biliyorum zira zamanı daha önceki bir hale tebdil edebilecek gücümüz var bizim, var mı? Evet var.

 

Nihavendi dinlemek de bir ayrı kemalat ister, terci-i bendi okumak da her yazılanı herkes okusaydı kim bilir ne kadar deli çıkardı meydana neyse ki her okuduğunu da kimse anlamıyor, anlamıyor mu? Evet anlamıyor.

 

b.

 

 

Anlamayanlar için bir defa daha yazıyoruz.

Bu katatonik cümleleri bir kişi bilsin ötesi silinsin gitsin,

yağmuru anlamak için illa da ingiliz olmak gerekmiyor, bir dulda-yı müphemin ardından yitmek için de illa güneş batmasın. Şimdi soruyorlar Şems neden gitmiş diye, rahat bırakmadınız ki adamı, bari gidenleri rahat bırakın ki şems olsun. Ben kaç köşede kaç bucak yazdım değil mi? Yazmadım mı yoksa siz mi okumak bilmediniz demedim mi ardımızdaki gölgeler bıraksın ellerimizi? Ama nafile on and on the raining fall, keşke birazcık kırılgan olsalar keşke biraz uzakta kalsalar, hafakanlarını, terzilerini, çarşılarını, seslerini, sislerini alıp öte taşınsalar. Merkeze kendini koydukça kaybolur insan, dünya senin etrafında dönmüyor ki bu ne cüret! Bu ne Ayaş bu ne Baymış peki ya bu minyatür kim diye sormadı mı Cinüçen? Sordu ya madem o kadar biliyordun deseydin ya o zaman şan ve zafer diye! Hem ben daha önce de yazmadım mı, köşelerden bakarken demedim mi rahat bırakın şu ağacı, siz taşladıkça meyve düşecek zannediyorsunuz hâlbuki kırdığınız dalları, incitmeyin ki incinmeyin demedim mi? Anlatmadım mı gölgesinden istifade etmekle iktifa edin diye. Günah işlememek için illa da ölmek mi gerekiyor?

Bırakın adam arasın panthera pardus tulliana'yı isterse nesli on bin kerre tükenmiş olsun, siz adamdan ne istiyorsunuz bırakın arasın, yeter ki arasına girmeyin hiçbir canlının bu tufeyli de olsa hayvanattan, zümrüt de olsa cemadattan bırakın kendi başlarına demedim mi?

Peki, o servilerle uzanan yollardan ne istediniz. Evet, biliyorum siz istekli bir güruhsunuz, istiyorsunuz ki her şey sizin olsun, bildiğiniz bütün çiçekler sizin olsun, bütün renklere dolanmak istiyorsunuz, bütün maviler bizim olsun, bütün leyliler bizim olsun diyorsunuz ama ben demedim mi sizin ki göz açıklığı, gönül açıklığı değil diye? Gönlü aç olan kalbi tok olandır, gözü aç olana dünyayı verseler Venüs’ü ister demedim mi? Heyhat ya ben söyleyemedim beklemenin erdemini ya gölgeler anlamadı dünya cennetini...

Yunus da mı okumadınız gölgeler? ''bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz'' demedi mi Yunus? Peki ya okudunuz neden köşesinde hakkın vaki olmasını bekleyen bu adamı cennetinden çıkarıyorsunuz, tamulara yuvarlıyorsunuz?

Eylülde susmadılar sarıydı oysaki beti benzi eşcarın, şimdi kapıda beyaz köpük, ellerimizde eldivenler, gözlerimizde merdivenler, şu dama çıkacağız müsaade etseler, lakin! aralıkda da susmadılar, kaldırıp cüsselerini bir kale gibi aramıza koydular.

Geçmişte tabışkan avlardı avcı büyücüler, bugün dünden ibaret yarın bugünden keşke çocukken daha çok ip çekmece oynasaydı gölgeler belki o zaman anlarlardı çektikçe ipi, inatlaştıkça hayatla, sorguladıkça şemsi daha çok kaybederlerdi cordoba pansion’u. Ben sessizlik daha güzeldir demedim mi, bu yüzden star benim için hep sitaredir demedim mi? Yok sen illa ahter benim dersen o ayrı o zaman kendi gezegeninin çevresini ışıldat. Bak ben benden aldığın ziyayı hesaba katmıyorum o kadar cömertim bilsen, yeter ki benden aldığını bana gönderme ne olur. Daha da mı delirsin, daha da mı bunalsın, daha da mı sıkışsın, daha da mı ezilsin siz biraz daha ışık göresiniz diye. Gökyüzüne bakın gölgeler kamer siz istiyorsunuz diye mi tenvir ediyor semayı yoksa güneş istiyor diye mi?

 

Elhasıl düşmesin başımız yere, bırakın ateşgahta küllenelim sessizce, dilinize elinize, sözünüze gözünüze, aklınıza gönlünüze, cebinize cepkeninize, dolamayın şemsi, bırakın kendi başına yansın kendi başına kül olsun. Bırakın istediği rüzgar alıp istediği diyara savursun küllerini…ricalar, lütfenler, affenler içinde temennimi arz ederim, lütfen çekilin, mümkünse silinin….

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Bir başka fotoğraf...

 

Genciz daha, bitmemiş tabiatın bahara olan amansız coşkusu, daha doymamış saçlarımız rüzgara, daha görecek o kadar deniz var ki içimizde, toprak daha doymamış yağmurlara, salıncak kurulacak o kadar dal var ki bahçemizde....

 

Şimdi yağmur dinmiş, güneş kırk ikindidir bize görünmek için bulutlarla mücadele ediyor ve toprak o kadar güzel kokuyor ki başımızı döndürüyor derinlerde...

 

Bu küçük evin, sofasında teyinlerin oynadığı, bu küçük evin, mavi boyalı deriçesinde bir hayal kadar güzel suretin var, beklemek en çok sana yakışıyor çünkü...

 

Üç şey var ki yıllandıkça değere biniyor, biri tutkumuz, biri sen ve biri imkansızla muharebe eden hülyalarımız...

 

İşte şu yokuşu çıkınca karşımıza çıkan küçük ev, işte penceredeki suret, ellerimde yeni topladığım defne yaprakları....

 

İşte sen...

 

 

b..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

8380narcicegi.jpg

 

 

Narçiçeği…

 

Yazı boyunca bir yandan Cinuçen Tanrıkorur bestesi Feyzi Halıcı güftesi olan Günaydınım şarkısı çalmalıdır. Zira Günaydınım şarkısı bir kürdîlihicazkâr fantezi olup içerisinde Narçiçeği kelimesini en güzel bir şekilde barındırmaktadır. Aslında buraya kadar her şey olağan tuhaf olan vakt-i zamanında bu şarkıyı Alpay adlı şarkıcımızın da seslendirmiş olması…

 

Nar çok eski ve köklü ağaçlarda biri olup lezzeti maruf, rayihası matluptur. Hakkında çarşıdan alındığı vakit yalnızca bir adet olduğu eve getirildiğinde ise bin tane olduğu gibi basit bir düşünceyle bilmeceler de düzenlenmiştir. Oysaki ben Narı bu kadar basite indirgeyemiyorum, senin el becerilerinin bir mamulü olan irmik helvasını da..

 

Çılgın Türklerin her yıl ‘’param var öyleyse ben de giderim fikriyatıyla’’ denizine koştuğu Side’nin de ‘’Nar’’ anlamına geldiğini Çılgın takipçilerimize hatırlatalım…

 

Bir de şirin bir ilçemiz var bizim adı ‘’Gülnar’’. Gülnar da ‘’narçiçeği’’ demek aslında..Farsça ‘’Golnâr’’. İşte bu şirin ilçemiz de tatilden ziyade taşrada bir toprağımız olsa manasına daha çok denk düşüyor…

 

Değil mi?

 

Günaydınım,

Narçiçeğim,

Sevdiğim….

 

 

 

bozan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

8946flowers_everywhere.jpg

 

 

tazement

 

Yağmurlu ve karanlık. Hakikatte hava yağmur bahis mevzuu olduğu her şartta karanlık değildir. Bunun kırk ikindi yağmurlu tarzı daha kuvvetli bir mekan tutuyor hafızamızda, fakat şimdi yağmurlu ve karanlık. Acele ile yola düşen bir karaltı aklında yeni bulduğu bir hayat membaı süratle geçiyordu yollardan. Daha fabrikalar kapılarını açmadan, henüz tütün saran o kız, mavi otobüse binmeden ve yeryüzüne güneşin ışıkları inmeden ilerliyordu bir gölge hızlı, düşünceli ve karışık hislerle memlu. Yeni bir nefesi tanımanın, yeni bir helecana kapılmanın verdiği tazelik ve bir de erkek sesli o kadının yıllar evvel söylediği şarkının yüksek volümlü eşliğinde engürü yolunda ilerliyordu bir adam.

 

Sizi unuttum tüm eski tazelerim, şimdi dalında salınacak başka bir ağaç buldum, daha taze daha gizemli daha bir davetkâr.

 

Üstünde birkaç damla yağmur düşmüş diye bir pencerenin muhakkak kapatılması gerektiğine inanmayacak kadar cesur,

Her gün yenilebilmesi için bir yemeğin, farklı tat ve renklerle süslenmesi gerektiğinin farkında,

Başkaları için değil yalnız kendisi için de yaşamak gerektiğinin bilincinde,

Hem kadın hem de çocuk olabilmek gibi az bulunan çok aranan bir hususiyete sahip,

Hem gökyüzüne hem de yeryüzüne uzanmasını bilen saçlarını türlü şekillere sokarak birden fazla nehir gibi akmasını bilen ve akarken etrafına geçici ya da kalıcı bir rahatsızlık vermeyecek kadar sakin,

Misafirlerine bütün mağaralarını açacak kadar cömert bir dağ misali engin,

Yazın serin kışın sıcak bir ev gibi,

Az konuşan, gözlerini az kırpan bir nev-inci…

 

Yol bitti…

 

b.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.