Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ateist aile müslüman olmaya karar verdi


altinci

Önerilen İletiler

Bana gore ABD pragmatisttir. Yani kendi isine geldigince dusunur ve davranir.

Yani; “ ABD seküler değildir “ demek oluyor bu. original.gif 

 

 

Basta devletin bireysel bilincli olmasi gerekir. Sosyal devlet bireysel bilinci ve bireyler arasi sosyo-etik farklari algilamis ve kucaklamis devlettir.

Bireyler arasi sosyo-etik farklari algilamis devlet, eğer sosyal devletse ( yukarıdaki tanıma göre seküler devlet ) birey bilinci olmayanı kurda kuşa yem etmez.

 

 

T.C. tarihi

Konuyu bulandırma ve başka konuya kaydırma çabası. Devrim süreci ile oturmuş bir devrim sonrası demokrasisi bilerek karıştırılıyor, üstelik kendi devrinden bağımsız ele alınarak. Anlaşılan birileri yabancı statüsünden BB milliyetçisi olmuş.original.gif 

 

 

Kendi ulkesi icin olmak zorundadir. Cunku olmaz ise ulkesinde huzuru barisi saglayamayacaginin bilincinde ve farkindadir. Iste ayni bilinc buna sahip olmayan ulkeleri karistirir ve kendisine emperyalist cikar saglar.

O halde sekülerlik sömürü yoluyla sermaye birikimine ve dolayısıyla emperyalizme bağlıdır denmiş.

 

 

Bunun bireysel bilinc ile bagini kuramadim.

Birey bilincine sahip olmayan halka ait devlet nasıl birey bilincine sahip yöneticiler çıkarabilsin ve ötekileştirmeyen bir devlet olsun ? aptalkafam.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 


Yani; “ ABD seküler değildir “ demek oluyor bu. :original:

 

Bana gore oyle.

 

 

 

 

Bireyler arasi sosyo-etik farklari algilamis devlet, eğer sosyal devletse ( yukarıdaki tanıma göre seküler devlet ) birey bilinci olmayanı kurda kuşa yem etmez.

 

"Bireysel bilinc olmama" diye bir algi yoktur. Cunku devlet ve kurumlar bireysel bilinc vererek yetistirir. Soyle dusun, devlet bir kiza gidip "ailewn seni zorla mi evlendiriyor?" sorusuna "hayir" yaniti aldiginda, "yok senin bireysel bilincin yok, sen ne dedigini bilmiyorsun, ailenin baskisi altindasin" v.s. deyip; kizin "evet" demis gibi devletin hareketi, kizin dedigine ters dusmek ve hak ve ozgurluk ihlalidir.

 

 

 

Konuyu bulandırma ve başka konuya kaydırma çabası. Devrim süreci ile oturmuş bir devrim sonrası demokrasisi bilerek karıştırılıyor, üstelik kendi devrinden bağımsız ele alınarak. Anlaşılan birileri yabancı statüsünden BB milliyetçisi olmuş.:original:

 

Eski hastalik nuksetmis yine. Ustelik yazilanlardan hic bir sey algilanmamiscasina milliyetcilik yaftasi vurularak ve niyet okunarak. Sen milliyetciligin de anlamini bilmiyormussun, meger.

 

 

 

O halde sekülerlik sömürü yoluyla sermaye birikimine ve dolayısıyla emperyalizme bağlıdır denmiş.

 

Bu da niyet okuma ve senin soylemin. Baska kimse soylemedi.

 

 

 

Birey bilincine sahip olmayan halka ait devlet nasıl birey bilincine sahip yöneticiler çıkarabilsin ve ötekileştirmeyen bir devlet olsun ? :aptalkafam:

Evet, mantiken olamiyor. Bir kisi once bir seyin bilincine kendi varacak ki, sonra onu baskasina iletsin.

 

Iste oyuzden T.C.Devleti ne bireysel bilinc, ne sosyo-etik bilinc ne de sosyo-psikolojik bilinc sahibi degildir. 

 

Belki gezi parki halk direnisi onlara bir rahatsizlik verir de; ezberlerini bozarlar ve beyinde yer etmis kohnelesmis seyleri sorgularlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana gore oyle.

original.gif O halde neden soruma bu şekilde cevap verilmişti. ABD’de Katoliklik mi yaygın ?

 

Protestanlığın yaygın olduğu ülkelerin devletleri neden Laik değil de Seküler olarak adlandırılır ?

 

Cunku devlet sosyal bir devlettir, toplumun tum sosyo-etik farkini kucaklar ve devletin dini yoktur. Ya da devlet bireyi adina tum dinlere yonelik adildir hak ve ozgurlukcudur.

 

 

 

 

"Bireysel bilinc olmama" diye bir algi yoktur. Cunku devlet ve kurumlar bireysel bilinc vererek yetistirir. Soyle dusun, devlet bir kiza gidip "ailewn seni zorla mi evlendiriyor?" sorusuna "hayir" yaniti aldiginda, "yok senin bireysel bilincin yok, sen ne dedigini bilmiyorsun, ailenin baskisi altindasin" v.s. deyip; kizin "evet" demis gibi devletin hareketi, kizin dedigine ters dusmek ve hak ve ozgurluk ihlalidir.

O halde, BB bireyler arasi sosyo-etik farklari algilamamis devlettir dolayısıyla Seküler bir devlet değildir. original.gif 

 

 

milliyetciligin de anlami

Neymiş Milliyetçilik ? Kimin arabasına binilirse onun türküsünü çağırmanın başka adı.

 

 

Bu da niyet okuma

Öyle mi ? 150 yıl önce BB seküler miydi ?

 

 

Evet, mantiken olamiyor.

E olamıyorsa demek ki İrlanda’lı ve İskoçları hakir gören halk birey bilincine sahip değildir. original.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

original.gif O halde neden soruma bu şekilde cevap verilmişti. ABD’de Katoliklik mi yaygın ?

 

Ben katoliklik ile ilgili bir soruya yanit verdigimi dusunmuyorum. Yalniz sunu soyleyeyim, evrim ve bilimsel egitim ikinci planda.

 

 

 


 

 

O halde, BB bireyler arasi sosyo-etik farklari algilamamis devlettir dolayısıyla Seküler bir devlet değildir. original.gif

 

Boyle bir yorumu ben cikarmam. Cunku bu aristo mantigidir. Konu hak ve ozgurlukler ve bunun bireysel bilinc ile olan bagidir. Bireysel bilinc yok ise hak ve ozgurluk talebi de yoktur. O yuzden iki sey yapilir, ya zorla hak ve ozgurluge zorlanir ki bunu zaten emperyalist zihniyet politika ve ekonomik cikar olarak O.D. da yapmaktadir. Yani "Ulkelerin kendi kaderlerini kendi tayin hakki" ni "ulkelerin kaderlerini ben tayin ederim" e donusturmek.

 

Ya da devlet bireysel bilinc verir. B.B.'da da bu bilinc en az 300 yildir verilmektedir. Dolayisi ile bireysel bilinc almamis kisi de eger B.B.'de dogdu ise ya da yasiyorsa, ister istemez bundan etkilenecek ve kendi talebi adina sesini yukseltecektir. Ya da birileri ona bu ses yukseltme de yasrdimci olacaktir. Yoksa devlet ailelerin nasil cocuk yetistirdigine karisamaz ve mudahele edemez. Bu hak ve ozgurluk ihlalidir.


 

 

Neymiş Milliyetçilik ? Kimin arabasına binilirse onun türküsünü çağırmanın başka adı.

 

Dogrudur boyle algi senin algi duzeyindir.


 

 

Öyle mi ? 150 yıl önce BB seküler miydi ?

 

Devletini mi soruyorsun?


 

 

E olamıyorsa demek ki İrlanda’lı ve İskoçları hakir gören halk birey bilincine sahip değildir. original.gif

 

"Hakir gormek" bir algidir ve bakis acisidir. Bunu yapan ya soyo-etik bilince sahip degildir, ya da sahiptir de boyle yapmak ta politik bir cikari vardir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben katoliklik ile ilgili bir soruya yanit verdigimi dusunmuyorum. Yalniz sunu soyleyeyim, evrim ve bilimsel egitim ikinci planda.

Evet işte, soru Katoliklikle değil, Protestanlıkla ilgiliydi. Seküler olmayışı Evangelizmden kaynaklanıyor herhalde.

 

 

O yuzden iki sey yapilir, ya zorla hak ve ozgurluge zorlanir ki bunu zaten emperyalist zihniyet politika ve ekonomik cikar olarak O.D. da yapmaktadir. Yani "Ulkelerin kendi kaderlerini kendi tayin hakki" ni "ulkelerin kaderlerini ben tayin ederim" e donusturmek.

Hegelci Mantıkla ( !), ABD-BB elele O.D’ya demokrasi getiriyorlar denmiş.

 

 

devlet ailelerin nasil cocuk yetistirdigine karisamaz ve mudahele edemez. Bu hak ve ozgurluk ihlalidir.

Çocuğunu döven ebeveynden devlet zorla almaz mı ?

 

 

Dogrudur boyle algi senin algi duzeyindir.

Emperyalist politikalara mazeret bulmak nedir ?

 

 

Devletini mi soruyorsun?

 

original.gif Coğrafya seküler olamayacağına göre devlet. Halk olsa sekülerler miydi diye sorulur ?

 

 

"Hakir gormek" bir algidir ve bakis acisidir. Bunu yapan ya soyo-etik bilince sahip degildir, ya da sahiptir de boyle yapmak ta politik bir cikari vardir.

İşte, Sosyo-Etik bilince sahip olamayanların devleti nasıl Sosyo-Etik bilince sahip olsun ve dolayısıyla Seküler olsun ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

Evet işte, soru Katoliklikle değil, Protestanlıkla ilgiliydi. Seküler olmayışı Evangelizmden kaynaklanıyor herhalde.
 

Hegelci Mantıkla ( !), ABD-BB elele O.D’ya demokrasi getiriyorlar denmiş.


 

Evet boyle gorenler liberallerdir. Aslinda olan emperyalist cikarin "demokrasi" kisvesi altinda uyguladigi insanlikdisi baski ve saldiridir.

 

Çocuğunu döven ebeveynden devlet zorla almaz mı ?

 

Bu ispatlanirsa ve ortayacikarilirsa, evet.


 

Emperyalist politikalara mazeret bulmak nedir ?

 

Emperyalizmin iki yuzlulugunu algilayamayanlara soracaksin.

 

 

 

 

original.gif Coğrafya seküler olamayacağına göre devlet. Halk olsa sekülerler miydi diye sorulur ?

 

150 yil once, sene 1863'ler. Tarihi tam bilmiyorum, oturup arastirmak lazim.


 

 

İşte, Sosyo-Etik bilince sahip olamayanların devleti nasıl Sosyo-Etik bilince sahip olsun ve dolayısıyla Seküler olsun ?

 

Turkiye ve O.Dogu'nun olamadigi ortada. Batida da genelde pragmatisizm hakim. Boyle bir talep olmazsa, zaten olmaz.

 

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu ispatlanirsa ve ortayacikarilirsa, evet.

Demek ki, BB devleti çocukların yetiştirilişine karışıyormuş.

 

 

150 yil once, sene 1863'ler. Tarihi tam bilmiyorum, oturup arastirmak lazim.

Seküler değilse, 3.dünyayı sömürü ve sermaye birikimi sayesinde Seküler olmuşlar demektir.

 

Çünkü, gerçek demokrasi için tam bağımsızlık ve güçlü bir ekonomi ön şartlardır.

 

Seküler ise, işte o zaman yukarıda verilen tanım yanlıştır.

 

 

Turkiye ve O.Dogu'nun olamadigi ortada. Batida da genelde pragmatisizm hakim. Boyle bir talep olmazsa, zaten olmaz.

Türkiye ve Ortadoğu’nun Seküler olması gerekmiyor şu aşamada zaten, Laik olması gerekiyor. Çünkü, devlet üzerinde hak iddia eden din anlayışları yaygın. O nedenle devlet her dine eşit durmaması gerekir. Bazı din anlayışlarını kontrol ve revize etmeli ki, Seküler devlete hazır olunsun.

 

Anlaşılan ABD de bunu yapamamış.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

Demek ki, BB devleti çocukların yetiştirilişine karışıyormuş.

Okarismak degil, hakkini korumaktir.

 

 

 

Seküler değilse, 3.dünyayı sömürü ve sermaye birikimi sayesinde Seküler olmuşlar demektir.

 

Çünkü, gerçek demokrasi için tam bağımsızlık ve güçlü bir ekonomi ön şartlardır.

 

Seküler ise, işte o zaman yukarıda verilen tanım yanlıştır.

Sekulerlik ile demokrasi ayni seyler degildir. Kendine sekuler olmak ile, sekulerligi tanimak ayni sey degildir. Buradaki demokrasi sekuler olmayanin da hakkini korumaktir.

 

 

 

Türkiye ve Ortadoğu’nun Seküler olması gerekmiyor şu aşamada zaten, Laik olması gerekiyor. Çünkü, devlet üzerinde hak iddia eden din anlayışları yaygın. O nedenle devlet her dine eşit durmaması gerekir. Bazı din anlayışlarını kontrol ve revize etmeli ki, Seküler devlete hazır olunsun.

 

Anlaşılan ABD de bunu yapamamış.

 

 

Dini ikinci plana almak ve onun yerine milli degeri one cikarmak, laiklik degildir. En basta devletin iktidarin politikasindan bagimsizligi gerekir. Bu Turkiye'de bugune kadar mumkun olmamistir. Devlet ve hukumet hep iktidarin hizmetine girmistir.

 

Devletin din ile bagi, dini olmamasi ve hem dinli hem farkli dinli hem de dinsize esit mesafede olmasidir. Demokrasi budur.

 

Buradaki "kontrol ve revize" dine karisarak degil; dinin getirdigi hak ve ozgurluk ihlalini onlemek icin olabilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Okarismak degil, hakkini korumaktir.

original.gif Korumak da bir karışma çeşitidir.

 

 

Sekulerlik ile demokrasi ayni seyler degildir. Kendine sekuler olmak ile, sekulerligi tanimak ayni sey degildir. Buradaki demokrasi sekuler olmayanin da hakkini korumaktir.

“ Toplumunun her turlu sosyo-etik farkinin farkinda olarak toplumun her bir bireyinin evrensel hukuk ve insan haklari temelindeki sosyo-etik hak ve ozgurlugunu koruyan kollayan bir devlet “ demokrasi ile yönetilen bir devlet değil midir ?

 

 

Dini ikinci plana almak ve onun yerine milli degeri one cikarmak, laiklik degildir.

Milli değer, etnik değer değildir.

 

 

En basta devletin iktidarin politikasindan bagimsizligi gerekir. Bu Turkiye'de bugune kadar mumkun olmamistir. Devlet ve hukumet hep iktidarin hizmetine girmistir.

Türkiye’de 1960 ile 2001 hatta 2010 bile diyebiliriz, devletin iktidarin politikasindan bagimsizlığı vardı. Çünkü, ASKERİ VESAYET VARDI.

 

 

Devletin din ile bagi, dini olmamasi ve hem dinli hem farkli dinli hem de dinsize esit mesafede olmasidir. Demokrasi budur.

TC’de devletin dini 1980’e kadar yoktur. 1980’den sonra fiilen olmaya başlamıştır.

 

 

Buradaki "kontrol ve revize" dine karisarak degil; dinin getirdigi hak ve ozgurluk ihlalini onlemek icin olabilir.

Karışmadan o nasıl olacak ? ABD’deki bir köy nüfusu kadar olan Amishlerden söz etmiyoruz. <img data-cke-saved-src="http://www.turkish-media.com/forum//public/style_emoticons/default/original.gif" src="http://www.turkish-media.com/forum//public/style_emoticons/default/original.gif" title=":<img data-cke-saved-src=" http:="" www.turkish-media.com="" forum="" public="" style_emoticons="" default="" original.gif"="" class="bbc_emoticon"> alt="original.gif">

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

original.gif Korumak da bir karışma çeşitidir.

Karisma karsi tarafin algisidir. Zaten senin korumani istemiyorsa, karisiyorsun demektir.

 

 

“ Toplumunun her turlu sosyo-etik farkinin farkinda olarak toplumun her bir bireyinin evrensel hukuk ve insan haklari temelindeki sosyo-etik hak ve ozgurlugunu koruyan kollayan bir devlet “ demokrasi ile yönetilen bir devlet değil midir ?

Demokrasi de tanimak ve temsil de vardir. Yani sadece bireyi korumaz, ona kendini tanitma ve temsil hakki da verir. Bu yoksa demokrasi yoktur. Devlet sosyal olabilir, ama demokrasi bu farki tasir.

 

 

 

Milli değer, etnik değer değildir.

Milli deger etik degerdir. Din de etik degerdir.

 

 

 

Türkiye’de 1960 ile 2001 hatta 2010 bile diyebiliriz, devletin iktidarin politikasindan bagimsizlığı vardı. Çünkü, ASKERİ VESAYET VARDI.

Iktidar askeri vesayetti. Devlet askerin elindeydi.

 

 

 

TC’de devletin dini 1980’e kadar yoktur. 1980’den sonra fiilen olmaya başlamıştır.

O yuzden mi dogana islam yazilir din dersinde sadece sunni degerler verilir, cem evlerine izin verilmez. Sen bana musluman olmadigini aciklayabilen ya da olmayan bir iktidar soyle. Ya da devlet yetkilisi. Bir basin kurulusu ya da medya. Devlet direk sunniligi destekler. Tabi mki bir teokrasi yoktur. O da 80 ile adim atildi ve getirilmeye calisiliyor.

 

 

 

Karışmadan o nasıl olacak ? ABD’deki bir köy nüfusu kadar olan Amishlerden söz etmiyoruz.

Dine karismak derken, din adina konusmak anlaminda. Bu zaten taraflilik olur. Iste belki de inancsal/uygulamali islam ile ideolojik/politik islam farki da bu.

 

Linkle gulucuk vermek te yeni bir moda mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

TC’de devletin dini 1980’e kadar yoktur. 1980’den sonra fiilen olmaya başlamıştır.

 

Siz Diyanet İşleri Başkanlığıni duydunuzmu? 1924 tarihinde  kuruldu. İslam dininin inançları  ile ilgili işleri  yönetmekle görevli kurumdur. Turkiyede 80.000 Civarinda Camiler var. Bunlarin Imamlarini, Muezzinlerini kim kontrol ediyor? Kim Tayin ediyor? Kim maaslarini veriyor?  Kim camilerin tamiratlarini yapiyor?  Devlet. Halktan vergi alip, Devletin dinini isletiyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Karisma karsi tarafin algisidir. Zaten senin korumani istemiyorsa, karisiyorsun demektir.

original.gif Yok devlet tarafının algısı mı olacak ? Elbette karşı tarafın olacak. Bu durumda şu yazılanlar da güme gitti demektir.

 

devlet ailelerin nasil cocuk yetistirdigine karisamaz ve mudahele edemez. Bu hak ve ozgurluk ihlalidir.

 

Demokrasi de tanimak ve temsil de vardir. Yani sadece bireyi korumaz, ona kendini tanitma ve temsil hakki da verir. Bu yoksa demokrasi yoktur. Devlet sosyal olabilir, ama demokrasi bu farki tasir.

BB 150 yıl önce Seküler değildiyse, demek ki sömürü ve emperyalizm sayesinde önce demokrasiye ondan sonra seküler ve sosyal devlete sahip olmuş demektir.

 

Yok, 150 yıl önce Seküler ise, Sekülerliğin veya Sosyalliğin buradaki tanımı yanlış.

 

 

Milli deger etik degerdir. Din de etik degerdir.

Etnik dedim, Etik değil. Milli değer etnik değer değildir. Milli değeri öne çıkarmak Laiklikle çelişmez.

 

 

Iktidar askeri vesayetti. Devlet askerin elindeydi.

Demek ki devletin iktidarın politikasından bağımsızlığı varmış.

 

Bu da güme gitmiş:

 

En basta devletin iktidarin politikasindan bagimsizligi gerekir. Bu Turkiye'de bugune kadar mumkun olmamistir. Devlet ve hukumet hep iktidarin hizmetine girmistir.

 

O yuzden mi dogana islam yazilir din dersinde sadece sunni degerler verilir, cem evlerine izin verilmez. Sen bana musluman olmadigini aciklayabilen ya da olmayan bir iktidar soyle. Ya da devlet yetkilisi. Bir basin kurulusu ya da medya. Devlet direk sunniligi destekler. Tabi mki bir teokrasi yoktur. O da 80 ile adim atildi ve getirilmeye calisiliyor.

Din dersinde yalnız Sünni değerler verilmesi 80 sonrasıdır. Nüfus cüzdanına din hanesi ve İslam yazılması artık çoktan kaldırılması gereken, önemi kalmamış Lozan temelli bir uygulamadır. Ona bakılırsa isimden de belli olabilir.

 

Devlet, hükümet, medya vs. ‘nin eğer öyleyse, Müslüman olmadığını açıklayamaması toplumsal baskılar yüzündendir. Bu Sünniliği desteklemek değildir. Aziz Nesin açıklayınca olanları devlet değil, halk yapmıştır.

 

 

Dine karismak derken, din adina konusmak anlaminda. Bu zaten taraflilik olur. Iste belki de inancsal/uygulamali islam ile ideolojik/politik islam farki da bu.

Cümle bu :“ Buradaki "kontrol ve revize" dine karisarak degil; dinin getirdigi hak ve ozgurluk ihlalini onlemek icin olabilir. “

 

dinin getirdigi hak ve ozgurluk ihlalini onlemek için karışmadan “ kontrol ve revize “ nasıl olacak ?

 

 

Bu arada O.D., TC denilerek konu saptırılmış( BB Milliyetçiliği devreye girmiş ) .

 

İşte, Sosyo-Etik bilince sahip olamayanların devleti nasıl Sosyo-Etik bilince sahip olsun ve dolayısıyla Seküler olsun ?

 

Demek ki, BB de o kadar seküler değilmiş. original.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Siz Diyanet İşleri Başkanlığıni duydunuzmu? 1924 tarihinde  kuruldu. İslam dininin inançları  ile ilgili işleri  yönetmekle görevli kurumdur. Turkiyede 80.000 Civarinda Camiler var. Bunlarin Imamlarini, Muezzinlerini kim kontrol ediyor? Kim Tayin ediyor? Kim maaslarini veriyor?  Kim camilerin tamiratlarini yapiyor?  Devlet. Halktan vergi alip, Devletin dinini isletiyor.

 

Aslında Diyanet camilerden siyaseti uzak tutmak ve dinde reformizasyon amacıyla kurulmuştur. Fransa da İhtilalden sonra Katolik kilisesini kontrol altına aldı hatta bu dolaylı yoldan reformizasyona da yol açtı; yani Fransızca ayin yapılabilir oldu.

 

Devrim tamamlanamamış, bugünkü haksız ve garip durum, yani; hizmetse yalnızca sünnilere hizmet veren, sünni siyasetin kullandığı bir kurum olmuş, son dönemde bir fetva makamına dönüşmüştür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

original.gif Yok devlet tarafının algısı mı olacak ? Elbette karşı tarafın olacak. Bu durumda şu yazılanlar da güme gitti demektir.

 

 

BB 150 yıl önce Seküler değildiyse, demek ki sömürü ve emperyalizm sayesinde önce demokrasiye ondan sonra seküler ve sosyal devlete sahip olmuş demektir.

 

Yok, 150 yıl önce Seküler ise, Sekülerliğin veya Sosyalliğin buradaki tanımı yanlış.

 

 

Etnik dedim, Etik değil. Milli değer etnik değer değildir. Milli değeri öne çıkarmak Laiklikle çelişmez.

 

 

Demek ki devletin iktidarın politikasından bağımsızlığı varmış.

 

Bu da güme gitmiş:

 

 

Din dersinde yalnız Sünni değerler verilmesi 80 sonrasıdır. Nüfus cüzdanına din hanesi ve İslam yazılması artık çoktan kaldırılması gereken, önemi kalmamış Lozan temelli bir uygulamadır. Ona bakılırsa isimden de belli olabilir.

 

Devlet, hükümet, medya vs. ‘nin eğer öyleyse, Müslüman olmadığını açıklayamaması toplumsal baskılar yüzündendir. Bu Sünniliği desteklemek değildir. Aziz Nesin açıklayınca olanları devlet değil, halk yapmıştır.

 

 

Cümle bu :“ Buradaki "kontrol ve revize" dine karisarak degil; dinin getirdigi hak ve ozgurluk ihlalini onlemek icin olabilir. “

 

dinin getirdigi hak ve ozgurluk ihlalini onlemek için karışmadan “ kontrol ve revize “ nasıl olacak ?

 

 

Bu arada O.D., TC denilerek konu saptırılmış( BB Milliyetçiliği devreye girmiş ) .

 

 

Demek ki, BB de o kadar seküler değilmiş. original.gif

Herzaman yaptigin gibi yazilanlari kendince carptiriyorsun ve sirf kendi dogrunu oertaya koyma adina yazilanlari algilamiyorsun, ne yazilsa kendi dogruna yontuyorsun boylece kendi celiskini kendin ortaya koyuyorsun.

 

O yuzden su an benim bu konuda sana yazacaklarim bitmistir. Ne zaman verildigi gibi algilar ve tekrar bilgi ve dusunce paylasimina donersen bakariz.

 

Bakalim kendi dogrularin ve carpitmalarin ile karsi tarafla bilgi ve dusunce paylasmak yerine sadece "karsidakinin kendi carpitmalarinla kendince 'acigini' aramak" huyundan ne zaman vaz gececeksin?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu demek oluyor ki, kısaca; " Cevap veremiyorum. Gösterilen çelişkilerimi algılayamadığım gibi, iddia ettiğim çarpıtmaların neler olduğunu da ortaya koyamıyorum. Ama yine de karşı tarafı suçlayarak haklı gibi görünebilirim. "

Hayir, bu demek oluyor ki "verilen algilanamiyor ve verilene celiski onu kendi dogrulari ile yorumlayan tarafindan veriliyor" Gosterilen celiskiler verilende degil; verilene kendi subjektif yorumunu ekleyende ve bu yorum ile degerlendirendedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi, algısızlıktan söz edebilmek için, öncelikle, " bakıp da görülmeyen " 97.  ve 98. iletilerden haberdar olmak gerekir. original.gif

Ilkel Dinlerin Dogusu ve Yayilmasi

İlk çağlardaki neolitik, mezolitik ve paleolitik devirlerindeki inanışlar

 

Tek tanrılı dinlerden önce insanlar çok tanrılı inanışlara sahipti. İlkel insanlar doğada gördükleri ama açıklayamadıkları güçlere tanrılık atfettiler. Gökyüzü, yıldızlar, ateş, Güneş ya da onları etkileyen herhangi bir doğa gücü onlar için tanrısaldı. Bilinen en eski inançlardan biri "ana tanrıça" kültüdür. Doğurganlığı, bolluğu ve bereketi temsil eden ana tanrıça fikri, isimleri bölgelere göre değişse de aynıydı. Kibele, Artemis, İştar, Astoreth ya da İnanna, ana tanrıçanın isimlerinden yalnızca birkaçı. Çok tanrılı inanışların en çok bilinen örnekleri Eski Mısır ve Eski Yunanda karşımıza çıkıyor. Doğa güçlerinin kişileştirildiği bu dinlerde her tanrı ya da tanrıça ayrı bir gücü simgeliyordu. Eski Mısırda Osiris, İsis, Seth, Hathor, Ra, Amon gibi büyük tanrıların yanında firavunların da tanrı olduğuna inanılırdı. Eski Yunandaki belli başlı tanrıçalar ve tanrılarsa Zeus, Hera, Apollon, Poseidon, Hades, Afrodit, Hermes idi. Benzeri çoktanrılı inanışlar farklı tanrı ya da tanrıça isimleriyle dünyanın her yerinde görülür. Eski Türklerse şamanist inanca sahipti. Buna göre iyiliğin temsilcisi, en büyük tanrı olan Gök Tanrıydı. Kötülükse, yer altında yaşayan Erlik Han adıyla kişileştirilmişti.

 

Tek tanrı inancının yerleşip yaygınlaşmasıyla bu dinler terkedildi.

 

Gökhan Tok

 

Kaynak: Tübitak

 

İLKEL DİNLER

 

 

Dinlerin özü sayılan kutsal fikrinin kök ve kaynağı hakkında 4 teori vardır: Ruhçuluk (animisme), Tabiatçılık (naturisme), Totemcilik (totemisme) ve Vahiycilik (Revelationisme). İlk üç sistem üç ilkel dini karşılar. Dördüncüsü evrensel ve göksel dinlerin ayırt edici niteliğidir. Bu sonuncusu kelam (theologie) konusu olduğundan incelenmesi oraya düşer. İlk üç teori dinler tarihinin konusudur. Fakat kök ve nedenlerinin araştırılması aynı zamanda din sosyolojisini ilgilendirir. Her üçü de ilkel din kadrosu içinde olmakla beraber bunlardan hangisinin daha eski olduğu sosyologları düşündürmüştür. Bu araştırmaya başlamadan önce en ilkel dinden ne anlaşıldığını belirtmek yerinde olur. En ilkel dine yalınçlık bakımından en aşağı basamakta yer alan bir toplumda rastlanır. Böyle bir dinin başka bir niteliği de kendinden önceki bir dinin tarifine başvurulmadan açıklanabilmesidir. Bu kısa ön sözden sonra sırasıyla ruhçuluk, tabiatçılık ve totemciliği inceleyelim.

 

A) RUHÇULUK (Animisme):

 

Ruhçuluk teorisine göre kutsal fikrinin esası, insanlardan tabiat ve eşyaya aktarılan eş (ruh)’tur. İyi ve kötü ruhlar vardır. iyilerin yardımını sağlamak ve kötülerden korunmak için dua etmek, törenler yapmak, adaklar adamak gerekir. İnanç tören ve tapınmaların bir bütünü olan dinlerin böylelikle doğdukları ileri sürülmektedir.

 

Terimin, felsefe, sosyoloji ve dinler tarihindeki anlamları başka başkadır. Felsefede animizm, ruhu, hayatın başlangıcı sayan bir sistemi gösterir.

Sosyolojide ruhçuluk, toplumun, insan iradesine benzeyen ruhların iradeleriyle yönetildiğini benimseyen sistemdir. Dinler tarihinde Ruhçuluk ilkel bir din olarak ele alınır. Bununla, dinler tarihi bilgilerinden Edward Burnette Tylor etraflıca uğraşmıştır. Bu yazara göre animizm ilkel kavimlerin en eski dinidir. Ölüm ve rüya olayları, ilkel insanda ruh fikrini doğurmuştur. İlkel insanlar kendilerinde gövdeden ayrı bir başlangıcın varlığını fark etmişlerdir. Can çekişen bir insanda ölümü gösteren belirti soluğun kesilmesi olduğundan ilkel insan, ruhun gövdeden ayrı soluk, hava ve benzeri türden bir şey olduğu kanısına varmıştır. Bugün bir inançta Amerika, Avustralya ve Afrika’nın bir çok bölgelerinde sayısı milyonları aşan insan vardır.

 

İlkel insanların ruhu beden dışında tasavvur ettikleri doğru ise buna vermekte oldukları anlam başka başkadır.

 

Mesela bazıları ruhları yiyen, içen ara sıra gövdeden ayrılarak uçan, avlanan, uçtuklarında insanlara duyuracak derecede ses çıkaran varlıklar olarak anlarlar. Bazları da yine aynı niteliklerde olmakla beraber bunların akışkan bir şey olduklarına inanırlar. Başkaları da gölgenin insanın yanında yürümesi, insan hayalinin duru suda görülmesi, sesin aksetmesi ve benzeri olaylara bakarak ruhu hafif buğu türünden bir şey olarak tasavvur ederler. Fakat genel olarak ilkel insanların ruhu son derece inc bir madde olarak tasarlandıkları her dilde buna verilen adlardan anlaşılmaktadır. Fransızca ruh anlamındaki (esprit) kelimesi Latincede solunmak anlamına gelen (Spiritus) sözünden gelmektedir. İngilizcede aynı anlamda (Soul) veya (Spirit) sözü kullanılır. Eski Yunanda Psukhe sanskritçede ruh anlamına gelen (Atman) kelimesi aynızamanda rüzgar, hava, nefes dmektir. Farsça’daki (revan) sözü bu anlamda kullanılır ki bu da yürümekle ve rüzgarla ilgilidir. Arapça’daki ruh kelimesinin rüzgar anlamındaki (riyh) koku anlamındaki rahiyadan geldiği herkesçe bilinmektedir. İbrani dilinde nefes sözü de yine solumak anlamındadır. İnsanlık alemi hayatın sonu olan ölüm olayını soluğun kesilmesi şeklinde görerek ruhu hava gibi bir şey sanmıştı. Rüya olayı karşısında da ruh bağımsız ve duyularla farkına varılmayan bir cevher sanılmıştı. Ölüm, olayı ruhun bir soluk, rüya ise bu ruhun gövdeden ayrı bir cevher olduğu kanısını vermiştir. Bu duruma göre ruhun iki niteliği ortaya çıkmış demektir. bu da ruhun soluk veya nesef oluşu ve gövdeden ayrı bir cevherden meydana gelişidir.

 

Bu konu ile başta Tylor olmak üzere Dawson, Roth, Parker, Strehlow gibi bilginler uğraşmışlardır.

 

İlkel kavimlere göre düş, eşlerin geçici olarak gövdeden ayrılıp başıboş dolaşması, ölüm ise bu eşin sonsuz olarak gövdede ayrılmasıdır. Hayalet, cadı, hortlak masalları kaynaklarını buradan almışlardır. Tylor, filozof Hume’un ortaya attığı iyi ruhlar (ervahı tayyibe-Esprits bienveillants) kötü ruhlar (ervahı habise-leseprist hostiles) tasnifinden yararlanmıştır.

 

İlkel toplumlar ata ruhlarını iyi ruhlardan sayarak onlardan yardım dilemişler; nedeni bilinmeyen çıldırma, delirme ve çarpılma gibi durumları kötü ruhların varlığına yormuşlardır. Bunun bir sonucu olmak üzere ilkel toplumlardaki Atalara Tapınma (Cute des Abcetres) fetişizm, büyücülük, cincilik, bakıcılık gibi inançların animizmden doğmuş olduğu ileri sürülebilir. İlkel insanlara göre ruh i’e ervah birbirinden ayrıdır. Ruh gövdeye bağlıdır. Ruhların bulunduğu yer gövde olmakla beraber istediği zaman gövdeden ayrılan ruhlar geçirdikleri değişiklik dolayısıyla ervah olmuşlardır. Ölen bir kimsenin ruhu bir ervaha karışarak insan toplumlarından ayrı bir ruhlar alemi meydana gelmiştir. Bu konudaki fikirlerin incelenmesiyle şöyle bir durum ortaya çıkar: Ervah insanların arasına karışarak ya onları nezih, kibar, şanslı yapar yahut deli, nöbetli, saralı, çarpık hasta eder. Bundan dolayı insana benzetilen ruhların öfkesini gidermek üzere adaklar adanır, kurbanlar kesilir ve dini törenler yapılırdı. Davranışlarına göre ruhların kimisine iyi kimisine kötü denmiş ve sonunda iyiler tanrılara, kötüler ise şeytan ve cinlere dönmüştür. Tylor bu açıklama ile ilk dinin animizm olduğu sonucuna varmıştır. Bu yazara göre ilk törenler, cenaze törenleri, ilk adaklar ölülere sunulan yiyecekler ve ilk tapınaklar ise ataların mezarbaşı olmuştur. Tylor’a göre din, atalara tapıunma ile başlamış ve tabiata tapınma yoluna gitmiştir. İnsanlardaki ruhu veya benzerinin hayvan, bitki ve canmsızlarda olduğu sanılmış ve bunların öfkelerini gidermek için gerçek anlamı yakınlık olan kurbanlar (Kurbiyet’ten gelir) kesilmiş, törenler yapılmış ve adaklar adanmıştır. O halde natürizm diye bilinen tabiata tapınma animizmin bir devamı ve ikinci bir aşaması olmuştur.

Herbert Spencer, Tylor nazariyesinde atalara tapınma kısmını kabul etmiş, fakat tabiatatapınmanın atalara tapınmadan daha ileri bir şekil olduğunu reddetmiş.

 

TABİATÇILIK (Naturisme ou animatisme)

 

Bu teori, kısaca fizik çevrede rastlanan kuvvet vevarlıkların kişileştirilme ve tanrılaştırılması demektir. insanlar gök gürültüsü, yabardağ, yıldırım, fırtına, kasırga, ay, yıldız, karanlık, güneş, güneş tutulması, ateş, deniz ve ırmak gibi büyük tabiat olayları karşısında hayret, korku ve saygı duymuşlar ve onlara tapınmağa başlamışlar. Tabiatçılığa göre din buradan çıkmıştır.

Natürizme tabiat dini diyenler de vardır. eskiler naturizm ile natuealizmi birbirinden ayırt etmek için Natürizme Teb’aniye, Naturalizme tabiiye demişlerdir. Sosyolojide naturizmö dinin kaynağını tabii kuvvet ve varlıkları tanrılaştırmada bulan bir sistemin adıdır. Teori, Hindin kutsal kitabı olan Vedaların (Las Vegas) bulunması sonunda olağanüstü bir önem kaanmıştır. Bu öğreti son devirlerde Max Müller tarafından düzgün bir sistem haline getirilmiştir. Durkheim’in pek çok hırpaladığı bu teorinin esası şöyledir:

İlk olarak dünyayı görmeğe başlayan insanoğlunun gözünü amaştıran, dikkatini çeken ve ponu hayrette bırakan şey tabiat olayları olmuştur. Tabiat, ilkel insanı gözünde en büyük bir yaşama etkeni, en güçlü bir dehşet nedeni ve sonsuz harikalar alemi olarak görülmüştür. Tabiatın gözlere sunduğu çeşitli görünüşler ruhlarda çabucak din fikrini uyandırmış, böylece naturizm denilen inanç sistemi doğmuştur. İnsanların olağanüstü olaylarla dolu olan bu alemdeki varlıkları tabii karşılaması için uzun yıllar geçmiş ve sonunda insanoğlu tekrarlanan bu tabii olayları önceden görebilmek sırrına ermiştir. Max Müller bu nazariyesini Hind’in Vedalar'ından çıkarmıştır. Vedalar, Hindi-Avrupai bir dille yazılmıştı. Burada tanrı adları tabiat güçleini gösteriyordu. Örneğin en önemli tanrılardan birinin adı Agni’dir. Agni, ateş demektir. Hindi-Avrupai dillerde bunun karşılığı vardır. Latince’de İhniş, İngilizce’de İgnition türevleri Agni ile ilgilidir. Bu ise Max Müller ögretisini (teorisini) doğrulamaktadır. Bunun gibi Sanskrit dilince parlak gök anlamında olan Dyaus, Yunanca’ya Zeus, Latinceye Jovis, İtalyanca’ya Dio, Fransızca’ya Dieu, İspanyolca’ya Dios olarak geçmişti. Bu nazariyeden yana olanlara göre ilk tanrıların tabiata vetabiat güçlerine bağlı bulunması, ilk dinlerin tabiatçılık olduğunu gösterir. Söz, dikrin hem dış kalıbı hem de onun iç çemberidir. Bu bakımdan denilebilir ki kelimeler yardımıyla fikirle rdoğmuştur. Az sonra tabiat güçleri insanlara benzetilmiş kişiselleştirilmiş ve böylece maddi aleme bir de ruhi alem eklenmiştir. Bu görüşe, Emile Durkheim takışmıştır. En son buluşlara göre ne naturizm ne de animizm en eski ve en ilkel bir din olarak alınamaz. Fakat işin gerçek yönü her ikisinin de insanlık inançlarını yöneten ilkel dinlerden olmasıdır.

 

C) TOTEMCİLİK (Totemisme)

 

Totem bazı ilkel kılanların atası sayılan ve bu sıfatla kutsal tanınan hayvan, bitki ve cansıza verilen bir addır. Kelimenin Kuzey Amerika’daki Algonkin (Algonquins) kabilesinden alındığını bir çok yazarlar söylemişlerse de Prof Hz. Ülken bunun Arunta kabilelerinden Ojivayların kendi kılanlarına verdikleri ad olduğunu ve terim olarak bütün bu türlü amblemler için kullanıldıüını bildirmektedir. Bazıları asıl deyimin Otam olduğunu, ileri sürerler. Reinach’a göre otam veya totem yukarıda sözü geçen kabilenin dilinde belirti, (alamet) veya işaret demektir. etnoğrafyanın en ilkel topluluk olmak üzere gösterdiği ilk örnek klandır. Klan üyeleri, kendilerinin bir hayvan veya bitkiden geldiklerini sanar ve o hayvan veya bitkiyi kutsal sayarlardır. Toplumların en ilkel şekli olan klanın din ve toplum teşkilatına kısaca totemizm denir.

Totemizmde ayırt edici nitelikler, üyelerin ana tarafından akraba olmaları, dış evlenme, totem inanı, mantık öncesi zihniyet ortaklaşa mülkiyet ve parazit ekonomi olarak özetlenir. Bir klanda hekes birbirinin akrabasıdır. Buakrabalık kandaşlığa dayanırsa da bu gerçek değil, saymacıdır. Diğer bir nitelikte her klanın taşıdığı ad, o klanın sıkıca ilgili bulunduğu eşya, bitki vehayvandan birisinin adı olmasıdır. Klan üyeleri ile bu eşya, bitki veya hayvan arasında bir akrabalık varsayılır. Bir klanı diğerinden ayıran o kılanın totemidir.

Klanın totemi üyelerden her birinin totemidir. Klan büyük çapta bir aile sayılabilir. Burada inceleme konusu ikidir: Biri, bu en küçük toplumun, toplumsal, öteki ise dini durumudur. Fakat bu iki hal birbirinden ayırt edilemeyeceğinden her ikisi de bir arada incelemek yerinde olur.

Klan üyeleri kendilerinin bir totemden geldişklerine inanırlar. Bu ise her klanın toptemini kutsal saymasının bir sonucudur. Totem kadar klan üyeleri de kutsal sayıldığından bunların birbirleri ile evlenmeleri yasaktır. Bundan dolayı dış evlenme kuralı klanın temelli bir niteliğidir. Totem yenmez; çünkü kutsaldır. Totem, totemin tasviri olan şuringa ve klan üyeleri (her üçü de) kutsaldır. Şuringa (Churinga), totemin taş veya tahta parçalarından yapılmış bir sembolüdür ve kutsaldır. Klan üyeleri de kutsaldır. Durkheim, bütün dinlerin totemizmden çıktığını iddia etmekte ve bu dinlerde totem yerine tanrıyı koyunca yeni dinler için bir açıklama şekli bulunacağını ileri sürmektedir.

Totemizm etrafında toplanan insanlar, eylem ve eşyayı kutsal ve kutsal dışı diye ikiye ayırır. Bu ise totemizmdir, bir din olduğunda hiçbir şüphe bırakmaz. İddia edildiğine göre totemizm bugün bilinen dinlerin en ilkel şeklidir. Nasıl klan ilkel bir toplum şekli ise, totemizm de buna bağlı ilkel bir dindir. Totemi olmayan kılan yoktur, nerede kılan varsa orada totemcilik vardır. dış evlenme dolayısıyla kılan teşkilatı iki kılanın varlığını gerektirir.

 

Başta Durkheim olmak üzere bir çok bilginler totemizm hakkında nazariyeler kurmuşlardır. Durkheim’ı bir yana bırakırsak bunlar totemizmi en ilkel din olarak kabul etmezler.

 

Totemizm sanıldığı gibi hayvana tapma değildir. Totem hayvanı, tapınılan tek bir varlık değildir. Kılan üyeleri de totem kadar kutsaldır. Totemizm bitkiye tapma da değildir. Totemizm biri kişiye ötekisi kılana bağlı olmak üzere iki türlüdür. Kişisel totemizm totem dininin ferdi bir görünüşüdür. Totemizmin ilki, kişisel totemizm olup kılana bağlı totemizm bundan çıkmıştır. Bu duruma göre din ferdin vicdanından doğmuş demektir. kılana bağlı totem ise ortaklaşa bir totemdir. Kılan totemi, gerçekte yavaş yavaş genelleşmiş kişisel totemden başka bir şey değildir. Frazer, totemizmi bir sihirler dizisi olarak görür. Bu görüş yanlıştır. Çünkü totemizmde kutsal ile kutsal-dışı ayrımı vardır. bu ayrımı yapan sistem ise bir dindir. Burada kutsal olan totem denilen nesne, hayvan veya bitki değil, fakat bunlarda gizli olduğu sanılan mana gücüdür. Buna siukslar Vakan, Urukvalılar ve Malenazyalılar mana adını verirler. Türkler buna Kut, Ziya Gökalp ise Altın Işık demektedir. Bu güç, kişisel değil ölümsüzdür. Yani kendinde mana gücü olan bitki ya da hayvan yok olduktan sonra da mana devam eder. Totem birbirinden farklı iki şeyi gösterir. Bir kere mana, totem, mabut veya hayat prensibi denilen şeyin duyulara çarpan dış görünüşüdür. Öte yandan kılanın bir sembolüdür. Totem, bir kılanı ötekinden ayırt etmeye yarayan bir belirtidir.

 

Devrinin en büyük sosyoloğu olan Durkheim, bütün varlıkları kutsal, kutsal-dışı diye ikiye ayırmıştır. Tanrı ve ona bağlı olan her şey kutsaldır. Bunun dışında kalan kutsal değildir. Bu duruma göre dinin temel şartı, kutsal dışı olanların kutsal olanlara yaklaşmasını yasak etmektir. Tapınmanın iç yüzü ise kutsal olmayan (Zenim) insanın kutsal olan tanrıya yaklaşmasıdır. Bu sebepten ibadetin yapılabilmesi için yaratığın yaratana yaklaşması gerekir; bu ise ibadet edecek kimsenin kişisel duygudan kurtulması ile mümkündür. Çünkü ibadet eden kimse içten ve dıştan temizlenerek kutsallaşmalıdır ki aslında kutsal olan Tanrı’ya yaklaşabilsin. Bu sebeple Durkheim, ibadeti iki devreye ayırmaktadır.

 

Din, insanın kutsal saydığı gerçeklikle ilişkisi; bu ilişkinin çerçevesini oluşturan inançlar, öğretiler, diğer yargıları,m davranış kuralları, tapınma biçimleri, ve kuramsal yapılar. Dinlerin temelini kutsal gerçekliğin olağanüstü ya da kişileşmiş bir varlığın “tanrı” biçimde tasarımlanması zorunlu değildir; bütün bir “tanrı” kavramını bütünüyle ya da büyük ölçüde dışlayan dinler de vardır.Kaynakwh:

 

Dinlerin Temel Amacı:

Dünyayı açıklamak değil, somut yaşantılardan esinlenerek dünyaya anlam kazandırmak, insanın çevreyle baş edebilmesini, kendi varoluşunu omuzlayabilmesini, başkalarıyla birlikte yaşayabilmesini sağlamaktır.

 

Dinin Kökeni:

 

Dinlerin gelişmesini açıklama çabası İlkçağ düşünürleriyle başladı. Sofist filozof Keoslu Kritos’a göre din, insanları ahlak ve adalete yöneltebilmek için onları korkutmak amacıyla uydurulmuştu. Politeia (Devlet, 1942, 1946) adlı yapıtında, yönetenlerin yönetilenlere devlet yararına bazı “güzel yalanlar” söylemesini gerekli sayan Platon da bir bakıma bu açıklamadan esinlenmişti. Sonraki Yunan düşünürleri arsında Euhomeros (İ.Ö 330 y. 260) tanrıların, tanrılaştırılmış birer insan olduğu yönündeki öğretisiyle özellikle çok tanrılı dinlerin yorumlanmasında uzun sürecek bir etki uyandırdı. Putperestliği açıklamaya çalışan Kilise Babaları, Euhomeros’un görüşlerinden büyük ölçüde yararlandı.

 

Felsefi düşünceye tekrarlayıcı dinlerin egemen olduğu ortaçağda ise çoktanrılı dinleri insanın Tanrı’ya başkaldırarak kendi özündeki tektanrıcı inançtan uzaklaşmasıyla açıklayan yaklaşım sürüldü. Ama bütün insanların, tanrı bilgisine us aracılığıyla ulaşma yetisini doğuştan taşıdığı yönündeki öğreti, öteki dinlerde de bir doğruluk payı olabileceği düşüncesini giderek olgunlaştırdı. Böylece Rönesans ile birlikte dinleri karşılaştırmalı yöntemlerle inceleme doğrultusunda gelişen eğitimde temelleri atılmış oldu.

Yeni çağda dinleri evrimci bir bakış açısıyla açıklamaya yönelik ilk önemli girişimlerden biri Giambattista Vico’dan (1668-1774) geldi. Vico’ya göre Eski Yunan dini önde doğanın, sonra insanın denetlemeyi başardığı güçlerin (Örn: ateş ve ürün) ardından kurumların (evlilik) tanrılaştırıldığı aşamalardan geçmişti. 18. Yy’da deneyci düşünür David Hume insanlık tarihinin başlangıcında yer alan çoktan tanrıcılık, doğal olayları saf bir antropomorfizmle açıklama çabasının ürünü olduğunu savundu. Özellikle tanrıların öfkesini yatıştırmaya yönelik tapınma biçimleri tek, sonsuz bir tanrısal varlığın yüceltilmesine yol açmıştı. Voltaire ve Denis gibi aydınlanma dönemi düşünürleri, putperestliğe ve dogmacı Hıristiyanlığa karşı çıkarken toplum düzenini sürdürmek için gene de bir “Tanrı”nın bir “doğal din”in varlığını zorunlu görmüşlerdir.

 

Onlara göre çok tanrılı dinleri yaratan rahiplerdir.

 

19. yy’da dinleri antropolojik ve arkeolojik verilere dayanarak incelemeye girişen ilk bilim adamlarından John Lubback’ın (1834-1913) önerdiği evrim şemasına göre de insanlık tarihinin başlangıcında ateizm yer alıyordu; bu bile ilk aşamayı sırasıyla fetişizm, doğaya tapınma ve totemcilik, şamanizm, antropomorfizm, tek tanrı inancı ve son olarak da etik tek tanrıcılık izlemişti. Çağdaş antropolojinin kurucularından sayılan İngiliz etnolog Edward B. Taylor ise en eski ve en temel di biçiminin animizm olduğunu savunuyordu, bu temelde fetişizm, cinlere inanma ve çok tanrıcılık gelişmişti. Tylor’a göre tek tanrıcılık, çok tanrıcı bir çerçeve içinde, örneğin gök-tanrı gibi büyük bir tanrının yönetilmesi sonucunda doğmuştu. Herbert Spencer ise animizmin değil, atalara tapınmanın temel din biçimi olduğunu öne sürüyordu. Buna karşılık Andrew Log ve Wilhelm Schmidt gibi araştırmacıları bulguları, bazı ilkel toplumlarda “öncü tek tanrıcılık” adı verilebilecek bir tür yüce tanrı inancının da görüldüğünü ortaya koydu.

 

Uzakdoğu’nun bazı bölgelerinde nüfusun çoğunluğu birden çok dine bağlıdır. Çin, Kore, Vietnam dinleri Mahyana Budacılığı, Taoculuk, Konfüçyüsçülük ve halk dinlerini içerir. Japon dinleri Şinta dini ile Mahyana Budacılığıdır.

Dinsel konular Roma İmparatorluğu’nun yıkılışıyla 14. Yy’da başlayan Rönesans arasında yer alan ortaçağda Resim ve Heykel’in yanı sıra Mozaik, İkona, İllüstrasyon ve kitap resimleri de görülürken, Rönesansta başlayarak en çok Hz. İsa, Meryem Ana ve Azizler’in yaşamına ve Hıristiyanlığa ilişkin konu (kutsal aile, kutsal konuşma vb.) ve söylenceler ele alınmıştır.

Hıristiyanlığın dışında Doğu’da Budacı sanat ile Mısır, Mezopotamya ve Hitit başta olmak üzere çeşitli uygarlıklar Mitozolerine dayalı yapıtlar da bu bağlamda değerlendirilir. İslam ise Minyatürlerdeki örneklerin dışında dinsel konuların betimlenmesi yerine Müslümanlık ile ilgili Hayat Ağacı gibi simgesel anlamlı örneklere yer verilmiştir.

 

Üçlü Bir Tek Tanrıcılık:

 

Hıristiyanlar yavaş yavaş Baba’dan Oğul’dan ve kutsal Ruh’tan oluşan tek bir tanrı anlayışını geliştirdi.

 

Hıristiyanlar tanrı gerçeğinin sırrına yavaş yavaş vardılar. Petrus’un İsa Peygamber’in gerçekte Mesih olduğuna gözleriyle görüp inanmasından ve Thomas’ın İsa Peygamber’in dirildiğine inanışından yola çıkan harariler ve halefleri zamanla herkesin anlayabileceği akılcı bir doktrin geliştirdiler. Teslis, yani İsa Peygamberin 3 ayrı kişiliğinde tek bir Tanrı’ya olan inanç, O’nun yaşadığı bazı olaylara doğar; vaftizi ve öldükten sonra Tablan dağında 3 harariye görünmesi İsa’nın güçlü kişiliği son olarak İstanbul konsilinde onaylanır.

 

“Tanrının tek oğlu gerçek Tanrı’nın doğmuş fakat doğurulmamıştır ve Ruhülkudüs babada askar ve baba oğul ile birlikte tapılır”.

 

İslam sanatı daima soyuta yönelmiştir. Bu yüzden geometrik unsurları tercih etmiş, tabiattan aldıklarını adeta “tabiatsızlaştırarak” almıştır. Bu durum sadece süsleme sanatını değil, minyatür sanatını açıklamak için de bize ipucu vermektedir. Kaligrafi, arabesk ve minyatür sanat kollarının gelişmesini sadece “tasvir yasağı” gibi puta tapmayı önleme gayesini güde bir tedbire bağlamak doğru değildir. Aslında İslam dünyasında tasvir, çok yaygın olmamasına rağmen, daima varolmuştur. Soyuta yönelişin arkasındaki itici güç, kanaatimizce, yukarıda temas ettiğimiz tevhid ve tenzih prensipleri olmuştur. Ve bu prensipler “dini sanat”ta da “din-dışı sanat”ta büyük bir ciddiyetle gözetilmiştir.

 

Sözü buraya getirmişken “dini sanat” hakkında bir noktaya işaret etmemiz yerinde olacaktır. Hemen belirtelim ki, İslam’da bir “dinin sanat”ın olup olmadığı hala tartışma konusudur. Hatta sanatın “dini olan” ve “dini olmayan” şeklinde ayrımının genel geçerliliği üzerinde bile görüş birliği yoktur. Bununla beraber, ayırımın pratik yararlar sağladığı da ortadadır. İnancın gereğini yerine getirme açısından bakıldığında, bir hamam ile bir cami aynı değildir; buna rağmen, bir hamamın mimari yapısı, tezyinatı vs.sinde sanatkarın (bir mü’min olarak) psikolojisi birinci derecede rol oynamış olabilir. bir eserin “dini” veya “sivil” olması, sanatkarın psikolojisi açısından değil, eserin fonksiyonu açısından bir anlam ifade eder. Biz, “İslam sanatı” derken genellikle şunu anlıyoruz.

 

a) Dini bir görevin yerine getirilmesi gayesiyle ortaya konan eserler.

Dini düşünce, inanış ve duyguları anlatan söz, yazı, sembol, hareket, yapı v.s.

 

Her iki gruba giren sanat varlıklarının estetik açıdan idrak ve taktir edilme imkanını, eserlerin muhtevalarından bağımsız olarak düşünebiliriz.

İslam sanatının bazı özellikleri hakkında yaptığımız bu açıklamaların gayesi, dini inancın sanat üzerindeki etkisine işaret etmektir. Her ikisi arasındaki ilişki, elbette zorunluluk ifade eden bir ilişki değildir. Sanat İslam’dan önce de vardı. Yine, kaligrafi, hüsn-ü hat vs. olmadan da İslam’ın inanç sistemi eksiksiz olarak mevcuttu. Ama bu durum, ne estetik hayatın inanç hayatı istikametinde ilerleyebildiği veya insanın iman tecrübesini takviye ettiği gerçeğini, ne de bazen sanatın inanca göre şekil ve muhteva kazandığı gerçeğini görmezlikten gelmemizi gerektirir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

original.gif Evet, algısızlık devam etmiş.
 

Dualist Mantığın aşılabilmesi, Hegelci Diyalektik Mantığa ulaşılabilmesi için öncelikle Dualist Mantığın iyi kavranması gerekir. Bunun için de öncelikle altyapı ( zeka )ya sahip olunması gerekir.

Zira, ilkel kabilelerde din yoktur demediğimin, ilkel kabilelerde ırkçılık vardır demediğimin, ırkçılık dincilikten öncedir demediğimin anlaşılabilmesi için bu şarttır. Anlaşılamıyorsa bu bir yoksunluk belirtisidir.

İlkel kabileler ilkel din için savaşmamıştır demek sebeplere etkisi açısından ilkel dini dışlamak, ilkel dinin savaş nedeni üzerindeki etkisini göz ardı etmek değil, ana nedenin din olmadığını, kan bağı ve akrabalık ( ırk ) olduğunu söylemektir.

İşte, dünyada bugün veya geçmişte herhangi bir coğrafyada herhangi bir ilkel kabilenin din için savaştığına bir örnek verilememesinin nedeni böyle bir şeyin olmamasıdır ( gözlem vermemiş ve vermemektedir :)smile.png.


İnsanlar ilk olarak kan bağı, akrabalık esaslı siyasi birliktelikler kurmuştur. Kabileler böyledir.

“Meta”’nın ortaya çıkışıyla birlikte sınıflar ( aristokrasi, köleler ) ve buna bağlı siyasi sistem ( Kölecilik ), Meta’nın doğası gereği Aristokrasinin tekelleşmesi ile birlikte tek tanrılı dinler ve din ortaklığına bağlı siyasi sistemler ( Feodalite ) kurulmuştur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.