Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Bir Rüya gördü hayatı değişti

 

Said Nursi... İstanbul'a gelişi, Kurtuluş Savaşı günleri, Meclis'te törenle karşılanışı... İşte bugünkü Nur hareketini başlatan kişi, Said Nursi. Nurslu Said'in hayatı....

 

Usta kalem Emre Aköz, Said Nursi'den Fethullah Güven'e 75 yıllık Nur hareketini yazıyor.

 

- Bitlis'in Nurs köyünde 1876'da doğdu.

- Bir gün rüyasında pergamberi gördü. Çok etkilendi, şevkle dinini öğrenmeye sarıldı.

- Siirtli Molla Fethullah Efendi, üstün becerisi karşısında ona Bediüzzaman (Zamanın Güzeli) demeye başladı.

- Musevi olan İstanbul vekili Karasso'ya 'Beni az daha Müslüman yapacaktı' dedirtecek kadar iyi bir hatipti...

 

Not:Rivayet

Rüyasında Hz.Muhammed (sas) ona ilmini vewreceğini ancak kendisisnin hiç kimseye sorusormamasını istedi.

Oda öyle yaptı ve bir tabela hazırladı her türlü soruya cevap verilir soru sorulmaz.

 

Olağanüstü ve sıradışı bir hayat yaşadı

 

Milyonların ilgi duyduğu Nur hareketini başlatan Bediüzzaman Said Nursi 1876-1960) olağanüstü bir hayat yaşadı Fotografik hafızasıyla tuğla gibi kitapları aklında tutan Said Nursi hiç evlenmedi, kadınlardan daima uzak durdu.

 

Emre Aköz den bir anı

 

Geçen gün İstanbul Beşiktaş'taki Kabalcı Kitapevi'nde dolaşıyordum. Gözüme bir kitap çarptı: 'Atatürk, Din ve Din Adamları.' Yazan: Prof. Ali Sarıkoyuncu. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları'ndan çıkan kitap dört baskı yapmış. Nur hareketi üzerine dizi hazırlıklarımız sürdüğü için merak ettim tabii. Kitabı karıştırdım. Said Nursi'yle ilgili bir bölüm göremedim. Bunun üzerine 'dizin' kısmına baktım. İbare şuydu: "Said-i Kürdi (Nursi): 123." Hemen 123'üncü sayfayı çevirdim. Said Nursi'nin adının geçtiği cümle şöyleydi: "İlk adı Cemiyet-i Müderrisin (Medrese Öğretmenleri Derneği) olan Teali-i İslam Cemiyeti'nin yönetim kurulunda, Mustafa Sabri (Başkan), İskilipli Mehmet Atıf (İkinci Başkan), Said-i Kürdi (Nursi) - İttihat ve Muhammediye Cemiyeti önderlerinden - bulunuyordu."

 

RESMİ TARİH YOK SAYIYOR

Ardından da şu cümle: "Teali-i İslam Cemiyeti, Kuva-yı Milliye aleyhinde bildiriler yayınlamıştır." Nasıl yani? Bu kadar mı? Bitti mi? Bunu okuyan herhangi bir kişi şöyle düşünür: "Haa, demek ki Said Nursi, Kurtuluş Savaşı'na karşıydı." Peki o zaman nasıl oldu da 1922 sonbaharında Said Nursi, ısrarla Ankara'ya davet edildi? Nasıl oldu da Millet Meclisi'nde Said Nursi için resmi bir 'hoş geldiniz' töreni düzenlendi? Bu bir çelişki değil mi? Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkan bir din adamı niye Ankara'ya davet edilsin? Niye Meclis'te törenle karşılansın? Ve bir soru daha: Böyle bir dini kişilik nasıl olur da Atatürk'ün din adamlarıyla olan ilişkilerini anlatan bir kitapta yer almaz? Çok tuhaf! Said Nursi üzerine sohbet ettiğim çoğu kişi bu Ankara ve Meclis olayını bilmiyordu. Her duyan, "Ciddi misin, gerçekten böyle bir şey olmuş mu? Peki sonra ne olmuş da Said Nursi, 'Cumhuriyet düşmanı gerici' ilan edilmiş" diye soruyordu. 81 yıllık Türkiye tarihinin bu ilginç kişiliğini anlamamız için daha gerilere gitmemiz gerekiyor... Taa 1876 yılına...

 

BİR RÜYA HAYATINI DEĞİŞTİRDİ Said Nursi, Bitlis'in Hizan kazasına bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Annesinin adı Nuriye, babasının adı Mirza'ydı. Kürt kökenli bu ailede tam yedi çocuk vardı: Dürriye, Hanım, Abdullah, Said, Mehmed, Abdülmecid, Mercan... Küçük Said gayet zeki, kendisine söyleneni olduğu gibi kabul etmeyen, sorular soran, zihnine takılan bir şeyin cevabını yıllar sonra bile arayan bir çocuktu. O dönemde TV, radyo yoktu. Köylere gazete gitmezdi. Müslüman halkın fikir ve inanç ihtiyacını dini sohbetler, Nakşi şeyhlerin dersleri karşılıyordu. Hocalar 'medrese' adı verilen bir organizasyonla gençleri eğitiyordu. 'Medrese' deyince aklınıza bugünkü okullar gelmesin. Okumaya, öğrenmeye eğilimi olan meraklı gençler bir hocanın kurduğu, çoğu bir camiye yaslanan, küçük çaplı dershanelerde bir araya geliyor... Burada yiyor, içiyor, eğitim görüyor, medresenin ve hocanın çeşitli işleriyle uğraşıyordu.

 

Said Nursi de aynı yoldan gitti. 6 yaşındayken Molla Mehmed Efendi'nin medresesine devam etti. Ardından abisi Abdullah'tan dersler aldı. Bir başka eğitim ocağı Tağ medresesiydi. Küçük Said'in kabiliyeti hocalarının dikkatini çekiyordu. Ancak Said henüz ne yapacağını bilemiyordu. Derken bir gün rüyasında peygamberi gördü. Bu rüya onu derinden etkiledi. 1888 yılında büyük bir şevkle din eğitimine yöneldi. Bitlis'teki Şeyh Emin Efendi medresesine gitti. Ardından diğerlerine... Daha sonra onu Erzurum'un Bayezit (bugün Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesi) kasabasındaki Şeyh Mehmed Celali medresesinde görüyoruz. Burada Said'in becerisi, azmi, zekası daha da belirgin hale geldi. Dönemin medreselerinde öğretilen tüm kitapları üç ay gibi çok kısa bir sürede okudu. Aslında bu mucizevi bir beceriydi. Çünkü diğer öğrenciler o kitapları kavramak için uzun yıllar çaba gösteriyordu. Bu becerinin ardında iki temel nokta vardı:

 

* Said kitaplarda yer alan, bugünkü dille 'not' (şerh ve haşiye) bölümlerini atlamış, ayrıntılara girmeden doğrudan ana metinleri okumuştu.

 

* Kısacık bir dönemde 80 kadar önemli kitabı 'kavrayarak' okuyabilmesinin bir başka nedeni de müthiş hafızasıydı. Benim anladığım kadarıyla Said Nursi olağanüstü bir 'fotografik hafıza'ya sahipti. Ancak fotografik hafıza geçicidir. Öğrenilenler bir süre sonra unutulur. Said Nursi daha sonra göreceğimiz gibi kitapları ara ara okuyarak hafızasını tazeliyordu. Dönemin din bilginleri defalarca Molla Said'i sınava çektiler. Bu sınavlarda hem okuduğu kitaplardan bölümler soruldu, hem de bunları yorumlaması istendi. Genç yaşına rağmen Said zorluğun üstesinden geldi; olaya şahit olanlar şaşırıp kaldı.

 

'BEDİÜZZAMAN' NE DEMEK?

Onun bilgisini sorgulayanlardan birisi de Siirt'teki ünlü Molla Fethullah Efendi'ydi. Said'in üstün becerisi karşısında hayran kalan hocası, Said'e 'Bediüzzaman' demeye başladı. Çünkü onu eski din alimlerinden Bediüzzaman-ı Hemadani'ye benzetmişti. 'Bedii' kelimesinin 'güzellik ölçülerine uyan', 'gözü ve gönlü okşayan', 'beğenilen' ve 'estetik' gibi anlamları vardır. O halde Bediüzzaman; 'Zamanın güzeli', 'Dönemin harikası' demektir. Din eğitimi alan öğrenciler neticede birer gençti. Aralarında kıskançlıklar, gruplaşmalar oluyordu. Bir keresinde Molla Said küçük yaşına rağmen tartışmalardan galip çıkınca bazı talebeler üstüne yürümüş, onu dövmeye çalışmışlardı. O günden sonra Said yanında bir hançer taşır oldu. Ona 'Said-i Meşhur' diyenler de vardı. Böylece Said Nursi toplum hayatında önemli bir kişi olarak ortaya çıkmaya başlıyordu.

 

VALİNİN KIZLARINA YÜZ YOK

Nasıl Batı'da zengin ve güç sahibi kişiler sanatçıları himaye ederse... TV'nin olmadığı dönemlerde nasıl çeşitli konularda paneller, geceler, tartışma seansları düzenlenirse... Bunların bir benzeri Osmanlı toplumunda da oluyordu. Said Nursi bir medreseden diğerine geçiyor, bir kentten diğerine seyahat ediyor... Oralarda karşılaştığı din alimleriyle tartışıyordu... Mesela dönemin Bitlis valisi Ömer Paşa'nın konağında kaldığını biliyoruz. Burada kendisine bir oda tahsis edildi. 20 yaşlarındaki Said Nursi vaktini kitap okumakla geçiriyordu. Hem de ne okuma! Kitapları hafızasına kaydediyordu. Bir kitabı ezberliyor, üç ay sonra tekrar ona dönüp ezberini tazeliyordu. Eşi vefat etmiş olan Ömer Paşa'nın altı kızı vardır. Said bu kızlarla ister istemez karşılaşır. Hatta bazen kızlardan biri odasına girmek ister.

 

DEDİKODULAR BOŞA ÇIKTI

Bu arada kentte dedikodu çıkarılır: Nasıl olur da Ömer Paşa, Said gibi bir delikanlıyı, bakire kızlarıyla yalnız bırakmaktadır? Olacak iş midir?" Kızlar ise bambaşka bir hikaye anlatmaktadır babalarına: "Bu Said ne biçim bir adam? Bizi odasından kovuyor. Karşılaştığımızda yüzümüze dahi bakmıyor!" Bu durum iki yıl boyunca sürer. İki yılın sonunda Said hâlâ altı kızı birbirinden ayırt edecek durumda değildir! Bu temayı daha sonra da göreceğiz: Said Nursi hiç evlenmemiş ve ömrü boyunca kadınlardan uzak durmuştur. O halde bir soruyla bugünü bitirelim: Bugün Nur cemaatinin önde gelenleri arasında hiç kadın olmamasının bir nedeni de Said Nursi'nin hayat biçimi olabilir mi?

 

Kaynak:Emre Aksöz

 

Biiznillah devam edecek

fazla uzun olursa çirkin gözükebilir

  • Cevaplar 123
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Tımarhaneye yollandı

 

Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi" kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı.

 

Said Nursi, İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu.

Saray bu talebi hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk etti.

 

 

 

'Eğer Said deliyse bu alemde akıllı adam yok'

 

Said Nursi 1907'de İstanbul'a gelip "Doğu'da büyük bir üniversite kurulsun" talebinde bulundu. Saray ise onu akıl hastanesine gönderdi. Hakkındaki rapor övgülerle doluydu!.

 

Bir Özet

 

Said Nursi, yedi çocuklu bir Kürt ailenin dördüncü çocuğu olarak 1876 yılında Bitlis'in Nurs köyünde doğdu. Kısa bir süre içinde zekâsının ve hafızasının çok güçlü olduğu ortaya çıktı. Dönemin 'medrese' adı verilen yerel eğitim kuruluşlarına devam etti. Medreselerde esas olarak dini bilgiler veriliyordu. Genç Said 'fotografik' hafızası sayesinde yıllar sürecek bir eğitim dönemini çok kısa bir sürede tamamladı. Deyim yerindeyse didişmekten hoşlanan, ateşli ve atılgan bir kişiliği vardı. En çok sevdiği şeylerden biri diğer mollalarla tartışmaktı. Delikanlı Said kendini dine ve bilime vermişti; kadınlarla hiç ilgilenmiyordu.

 

Dizinin dünkü bölümünde genç Said'i, Van Valisi Ömer Paşa'- nın konağında bırakmıştık. Daha sonra onu İşkodralı Tahir Paşa'nın konağında görüyoruz... Said zekasını ve üstün hafıza gücünü sadece dini kitaplara yöneltmiyordu. Ne bulursa okuyordu: Tarih, matematik, fizik, astronomi... Tartışmalarda kendi fikrinin doğru olduğunu göstermek için gerektiğinde bir coğrafya kitabını 24 saat içinde ezberine alıyordu! Artık 'Bediüzzaman' kelimesi, sadece eski hocasının taktığı bir isim olmaktan çıkmıştı. Çevreye yayılıyordu. Bu arada Said'in ilgisi siyasi konulara doğru kayıyordu. Mesela Van'dayken bir gazetede İngiliz Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone'un şöyle dediğini okumuştu: "Kuran ellerinde olduğu sürece Müslümanlar'a hakim olamayız. Ya Kuran'ı ortadan kaldırmalıyız ya da Müslümanlar'ı ondan soğutmalıyız." Bu ve benzeri haberler genç Said'i sinir ediyordu. Dinin inançla sınırlı kalmadığını, siyasi ve ekonomik bağlantılarının da olduğunu düşünmeye başlamıştı.

 

BATI'DAN FARKIMIZ NE? Şimdi Said Nursi'nin hikayesine biraz ara verelim ve dönemin şartlarına kısaca bir göz atalım. 19'uncu yüzyıl başta İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin dünyaya yayıldığı, Afrika'dan Asya'ya sömürgeler oluşturduğu bir çağdı. Osmanlı İmparatorluğu girdiği savaşların çoğunu yitiriyor, sürekli geriliyordu. Devlette yapılan reformlar bu gerileyişi durduramıyordu. Birçok düşünen kişi şöyle bir mantık yürütmeye başlamıştı: Bizim Batı'dan farkımız ne? Esas nokta din farkı olamaz, çünkü o hep vardı. Batılılar bizi üstün silah gücü ve teçhizatla yeniyor. Peki bu silahlar bizde niye yok? Onlardaki fabrikalar bizde niye yok? Ve hepsinden önemlisi Batı'nın bilimi bizde niye yok? Uyanık zihinler gerileyişin ardındaki bilimsel, teknolojik, ekonomik nedenleri görebiliyordu.

 

MEDRESEDE FEN DERSİ Yukarıda sözünü ettiğimiz bakış açısı Said'de de uyanmaya başlamıştı: "İmanımızı koruyalım, daha da güçlendirelim ama pozitif bilimleri de öğrenip uygulayalım." Peki bu nasıl yapılacaktı? Hele hele İmparatorluğun Doğu bölgeleri nasıl kalkınacaktı? Said, İstanbul'a gitmeye karar vermişti: Padişahın huzuruna çıkacak ve ona okullarda din dersi, medreselerde ise fen dersi okutulmasını teklif edecektir. Dediğini de yaptı. 1907'de, yani Meşrutiyet'in ilanından bir yıl önce İstanbul'a geldi. Bu seyahati destekleyen Bitlis Valisi Tahir Paşa, İkinci Abdülhamid'e bir mektup yazarak Said'in ülkesine, dinine bağlı, üstün meziyetleri olan bir kişi olduğunu bildirmişti. Delifişek Said, İstanbul sokaklarında yerel kıyafetiyle dolaşmakta, şivesiyle, belindeki hançeriyle ilgi çekmekteydi. Dönemin din alimlerini tartışmaya davet ederek... Ve bu tartışmalarda rakiplerini zor durumda bırakarak İstanbullular'ı şaşırtmıştı.

 

DOĞU'YA ÜNİVERSİTE

O vakitler insanların soyadı olmadığı için ona 'Said-i Kürdi' deniyordu. Yani: Kürt Said. Diğer bir lakabı da 'Said-i Meşhur'du. Said kafasına koyduğunu yaptı ve padişaha bir dilekçeyle başvurdu. Talepleri özetle şöyleydi: "Doğu geri kalmıştır... Anadolu'nun bu geri bölgesinde okullar açılmalı, buralarda dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmelidir." Bu dilekçede Said Nursi'nin büyük hayali olan bir 'Büyük Doğu Üniversitesi' fikrini görmekteyiz. Ancak Saray bu talebi ve davranışı hoş karşılamadı: "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" Gözaltına alınan Said Nursi, Üsküdar'daki Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk edildi! Ruh doktorunun sorularına Said kapsamlı bir cevap verdi. Niye öyle giyindiğini, niye böyle davrandığını, amacının ne olduğunu gayet net ve mantıklı bir biçimde açıkladı. Doktor Said Nursi'de hiçbir bozukluk bulamadı ve raporuna şöyle yazdı: "Eğer bu adam akıl hastasıysa, dünyada akıllı insan yoktur.

 

MEŞRUTİYET'E DESTEK

Bu arada aylar geçmişti. Dönemin aydınları, özellikle de modern okullarda yetişen subaylar, İkinci Abdülhamit'i Meşrutiyet'i ilan etmeye zorlamaktaydı. Nihayet 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Said Nursi de Meşrutiyet'ten yanaydı. Selanik'e giden Said, ünlü 'Hürriyet Meydanı'nda Meşrutiyet'i destekleyen bir nutuk atmıştı. Meşrutiyet'i İslam'a uygun buluyordu. Bu etkili nutuk 1910 yılında İstanbul'daki İkbal-i Millet Matbaası'nda basılmıştı. Said, İstanbul'da kaldığı sürede hem dini tartışmalara devam etti, hem de siyasetle yakından ilgilendi. Siyasetle dinin kesiştiği, sınırlarının belirsizleştiği en önemli olay '31 Mart Vakası'ydı. 'Tarih hızlanıyordu'! 31 Mart'ı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstanbul'un işgali ve Kurtuluş Savaşı gibi çağ değiştiren olaylar takip edecekti.

Gönderi tarihi:

Hem molla hem cengaver!

 

'Fahri Kaymakam' Said Nursi, Birinci Dünya Harbi sırasında 4 bin gönüllüyle Ruslar'a karşı savaştı. Esir düştü. Kaçtı ve Almanya üzerinden İstanbul'a döndü.

 

 

Said Nursi bir süre İstanbul'- da bulunduktan sonra 1910 yılında Doğu'ya döndü. Konakladığı, kısa ya da uzun süre kaldığı, kâh dini ve siyasi tartışmalar yaptığı, kâh ders ve konferanslar verdiği yerler arasında İnebolu, Tiflis, Van, Diyarbakır, Urfa ve Birecik vardı. 1911 Said Nursi'nin hayatında önemli bir yıl oldu. Güneye doğru indi. Hedefi Mısır'a giderek, hayalini kurduğu Büyük Doğu Üniversitesi için ünlü Ezher Üniversitesi'ni yerinde görmekti. Geçerken Şam'a uğradı. Israrlar üzerine kentteki görkemli Emeviye Camii'nde kalabalık bir topluluğa karşı konuştu. Sadece sıradan insanlar değil, din alimleri de onu diliyordu.

 

SULTAN'LA YOLCULUK

Bu etkili söylev daha sonra 'Hutbe- i Şammiye' adıyla İstanbul'da kitap haline getirildi. Ebuzziya Matbaası'nda basılan eserin kapağında şöyle bir ibare yer alıyordu: "Tamamını dikkatlice okumayan almasın!" Said Nursi, Şam'dan sonra yön değiştirdi. Beyrut'a geçti ve gemiyle İstanbul'a geldi. Kafasında yine üniversite fikri vardı. Bu üniversitenin adını bulmuştu: "Medresetü'z-Zehra". Bu okul Mısır'daki Ezher'in adeta 'kız kardeşi' olacaktı. Ancak kader ağlarını tersten örüyordu! Doğuda değil de, batıdaki bir üniversitenin temel atılışında bulundu. Sultan Mehmed Reşat, 1911'in haziran ayında Barbaros zırhlısı ile İstanbul'dan hareket ettti. Heyette doğu vilayetlerini temsil eden Said Nursi de vardı. Selanik üzerinden Üsküp'e gidildi. Üsküp'te kurulmasına karar verilen üniversitesinin temeli atıldı. Bu arada Said Nursi, "Asıl üniversiteyi doğuda açmalıyız" deyip duruyordu. Neticede Sultan Reşad'ı ve İttihatçı yöneticileri ikna etti. Üç haftalık gezi bittiğinde Sadi Nursi projesi için '19 bin altın' sözü almıştı.

KÜLAHLI SAVAŞÇILAR

Sevinçle Van'a dönen Sadi Nursi, gölün hemen kıyısındaki Edremit'te hayalindeki üniversitenin temelini attı. Bunda Van Valisi Tahsin Bey'in büyük katkısı olmuştu. Valinin bu çabasının tek sebebi 'eğitim' değildi elbette. Doğu Anadolu'daki Müslüman Kürtler arasında İran'den esen Şii rüzgârı etkili oluyordu. Üniversite buna karşı bir tedbir olarak da düşünülmüştü. Ne var ki büyük savaşın çıkışı projeyi kadük bıraktı. Birinci Dünya Savaşı 1914'te başladı. Bütün ülke savaş için seferber olmuştu. O sırada Van'da bulunan Bediüzzaman, İstanbul'a gittiğinde tanıştığı Enver Paşa'nın emriyle gönüllülerden oluşan bir milis alayı kurdu. Artık iki görevi birden yerine getiriyordu: Hem din hocası, hem asker! Ayağı çizmeli, beli kamalı, eli kırbaçlı; sert adımlarla yürüyen, sağa sola emirler yağdıran, at mahmuzlayan, odası silah ve kitap dolu bir hoca... Said Nursi'nin yönettiği milis alayının 4 bin kişiden oluştuğu tahmin ediliyor. Onlara 'Keçe Külahlılar' adı takılmıştı. Said Nursi savaşta kahramanlıklar gösterdi. Madalya aldı. Ancak 3 Mart 1916'da Bitlis'i savunurken kırık bir ayak ve vücudunda üç kurşun yarasıyla Ruslar'a esir düştü.

 

İDAMA BEŞ KALA

Savaş esiri Said Nursi, Tiflis Hastanesi'ne yatırıldı. Uzunca bir süre tedavi edildi. Adeta 'hatırlı' bir esirdi. Onun için İstanbul'dan bakım parası gönderilmişti! Ardından da St. Petersburg'un (daha sonra Leningrad) Güney batısında bulunan Kosturma'- daki esir kampına götürüldü. Said Nursi'nin esir kampı hayatı da gayet ilginçti. Mesela bir keresinde, kampı Kafkas Komutanı, Rus Çarı'nın dayısı Nikola Nikolaviç teftiş ediyordu. Ancak Bediüzzaman o geldiğinde ayağa kalkmamıştı. Sebebi sorulduğunda özetle "Benim inancım budur" demişti. Tabii hemen mahkeme kurulmuş ve Said Nursi, Rus Ordusu'na hakaretten idama mahkedilmişti.

 

MİKROPOLİTİK SAİD

Bu kararı umursamazlıkla, hatta sevinerek karşılaması herkesi şaşırtmıştı. Daha sonra tavrının, hakaret amaçlı olmadığı gerçekten inancından dolayı yaptığına kanaat getirilip affedildi. Bediüzzaman idam mangasının önünden dönmüştü. Said Nursi'nin, 'mikropolitik' diye adlandırılabilecek bir düşünce biçimi vardı. Mesela kamptaki bunaltıcı hayat yüzünden esirler tartışmaya giriyorlardı. Herkes kendisinin haklı olduğunu söylüyordu. Said Nursi yine böyle bir olay çıktığında, kendisine bağlı olanlara şöyle demişti: "Koşun ve haksız olana yardım edin." Adamları şaşırmışlardı. Sürekli haktan, hukuktan söz eden Bediüzzaman nasıl olur da haksız konumdaki bir kişiye yardım edilmesini isterdi? Said Nursi sebebini şöyle açıklamıştı: "Haklı adam insaflı olur. Bir dirhem hakkını toplumun yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle bencil olur, feda etmez, gürültü çoğalır."

 

FAHRİ KAYMAKAM Zaman geçiyordu. 1917'de Rusya'da devrim olmuş, ortalık birbirine girmişti. Said Nursi karışıklıktan yararlanarak kamptan kaçtı. Petersburg'a geldi. Oradan Varşova'ya geçti. Almanya'ya vardı. Burada iki ay kadar kaldı. Sonra da Viyana üzerinden, Sofya'dan geçip 25 Haziran 1918'de İstanbul'a döndü. Sofya'daki ataşemiliterlik ona verdiği 'vatana dönüş' belgesine, "Rütbesi: Fahri Kaymakam... Kıtası: Gönüllü Kürt Süvari Alayı... Tabiiyeti: Osmanlı" diye yazmıştı. Said Nursi'nin maceralı hayatı devam ediyordu.

Gönderi tarihi:

Meclis'te dua eden molla

 

Kurtuluş Savaşı destekçisi Said Nursi'ye Meclis'te tören yapıldı.

 

Mustafa Kemal Said Nursi'yi Ankara'ya davet etti. 1922'de Meclis'te özel törenle karşılandı. Kürsüye çıkarak Anadolu gazilerini kutladı, zafere ulaşmaları için dua etti Bediüzzaman, bir süre sonra dini değerlere ilgisizlik oluştuğuna inanarak yöneticileri dine davet eden bir bildiri yayınladı. Mustafa Kemal Paşa, Said Nursi'ye çıkıştı

 

 

 

Meclis kürsüsünde bir molla

 

1922'de Ankara'ya giden Said Nursi için Millet Meclisi'nde 'hoş geldiniz' töreni yapıldı.

 

Said Nursi'nin Rusya'daki esir kampından kaçıp Almanya üzerinden İstanbul'a dönüşünü 25 Haziran 1918 tarihli Tanin gazetesi okurlarına şöyle duyurmuştu: "Kürdistan ulemasından olup talebeleriyle beraber Kafkasya cephesinde muharebeye iştirak eylemiş ve Ruslar'a esir düşmüş olan Bediüzzaman Said Kürdi Efendi ahiren şehrimize muvasalat (ulaşma) eylemiştir." Enver Paşa başta olmak üzere askeri ve dini çevreler Said Nursi ile konuşuyorlardı. Ona yeni görevler vermek isteyenler vardı. Ancak Said çok yorgundu. Hem bedenen, hem de zihnen...

 

RİSALELER'İN FATİHASI

Onun en büyük isteği, savaştığı sırada kaleme aldığı tefsir kitabını bastırmaktı. Enver Paşa buna katkıda bulunmak istiyordu. Öyle mi yapalım, böyle mi yapalım derken neticede kitabın kağıdını Enver Paşa sağladı ve İşaratü'l-İ'caz basıldı. Sonraki yıllarda Said Nursi bu kitabını 'Risale-i Nur' külliyatının 'fatihası' olarak niteleyecekti. Ama yine de 'Nur Hareketi'nin başlamasına daha çok vardı. Savaş Bakanı Enver Paşa'nın yüklemek istediği görevleri kabul etmeyen Said Nursi'ye hizmetlerinden dolayı yüz elli lira ve madalya verilmişti.

 

İNGİLİZLER'E TÜKÜRÜN

Bu arada Darü'l-Hikmeti'l-İslami açılmıştı. Bu bir tür İslam akademisiydi. Kuruluşun üyeleri arasında, daha sonra İstiklal Marşı'nın sözlerini yazacak olan Mehmet Akif (Ersoy), İzmirli İsmail Hakkı, Kuran tefsiri hâlâ yaygın biçimde okunan Elmalılı Hamdi (Yazır) da vardı. Kendi talep etmemesine karşın Said Nursi de 'akademiye' üye yazılmıştı. Ancak hastalığı yüzünden bu görevini yerine getiremiyordu. Bu arada savaş kaybedilmiş, İstanbul işgal edilmişti. İmparatorluk dağılmaktaydı. Said Nursi işgalcilere karşı 'Hutuvat-ı Sitte' adlı bir kitap yazmıştı. Kitap gizlice basıldı ve el altından dağıtıldı. Said Nursi gazetelerde "İngiliz'in yüzüne tükürün" diye yazılar kaleme almaktaydı. İngiliz yanlıları onu ihbar etmişti. İşgal kuvvetleri peşindeydi.

 

ONLAR ASİ DEĞİL

Mütareke döneminde Bediüzzman'ın en büyük, en önemli çıkışı Anadolu'da, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde yürütülen Kurtuluş Şavaşı'na verdiği destekti. 11 Nisan 1920 tarihinde dönemin şeyhülislamı, Dürrizade Abdullah Efendi, Kuva-yı Milliye'nin aleyhine bir fetva yayınladı. Ortalık birbirine girmişti. Bazı müftüler ve din alimleri harekete geçip 'karşı fetva'lar verdiler. Şeyhülislam'ın fetvasına karşı çıkanlar arasında Said Nursi de vardı. Özetle şöyle diyordu: "Bu fetva geçersizdir. Çünkü İngilizler'in emri ve baskısı altında yayınlanmıştır. Düşman işgaline karşı savaşanlar asi değildir." Bu tavır Said Nursi'ye büyük prestij kazandırmıştı.

 

Türk'e kılıç çektirmem

 

Şeyh Said destek istediğinde, Said Nursi şöyle demişti: "Türk milleti asırlarca İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Onlara karşı kılıç çekilmesine izin vermem..

 

Said Nursi 1923'ün mayıs ayında sadece Ankara'yı değil eski yaşamını da geride bırakarak Van'a gelmişti. Artık yeni bir Said olacaktı. İki yıl boyunca yazları Van'ın Çoravanis köyünde ve Erek dağındaki bir manastır harabesinde geçirdi. Kış aylarında Van'da oturan kardeşi Abdülmecid'in yanına gidiyordu. Kendini dini düşünceye ve derslerine vakfetmişti. Savaş arkadaşı Ali Çavuş ve Molla Hamid ona hem talebelik ediyor, hem de yardımcı oluyordu.

 

SİYASET YAKASINI BIRAKMADI

Molla Hamid o günlerle ilgili anılarını anlatırken birkaç ilginç noktaya değinmiştir. Mesela bir keresinde hocası şöyle demişti: "İstanbul'dayken arkadaşlarım beni takip etmiş. 'Bakalım söylediği gibi mi davranıyor' diye... Sonunda benim özü sözü bir insan olduğumu anlamışlar. İstanbul'da onca sene kaldım, bir kere dahi kadınlara bakmadım." Bir başka gün ise Van gölündeki Akdamar adasına uzun uzun bakmış ve kendinden emin bir biçimde, "Şu adada 10 yıl boyunca 50 talebe yetiştirsem, İslam'ı bütün dünyaya yayabilirim" demişti. Bu iki olayı birbirine bağladığımızda şunu görüyoruz: Said Nursi dünyevi zevklerden uzak durarak, bütün enerjisini kendi İslam yorumuna verecekti. Zaten öyle de oldu. Said Nursi içine kapanmıştı ama tarih devam ediyordu. 3 Mart 1924'te Hilafet kaldırılmıştı. Din yerine milliyetçiliği öne çıkaran, laikliğe doğru ilerleyen yeni rejim Kürt grupların hoşuna gitmiyordu. İsyan hazırlıkları vardı. Günün birinde Kürt aşiret ağalarından, zamanında İkinci Abdülhamid'in kurduğu Hamidiye Alayları'nda görev yapmış olan Kör Hüseyin Paşa kapısını çaldı.

 

"TÜRK İLE KÜRT KARDEŞTİR"

Said Nursi'ye para getirmişti. "Adamlar ve silahlar hazır; emrini bekliyoruz" diyordu. Niçin? "Mustafa Kemal ile savaşmak için!" Bediüzzaman köpürmüştü: "Asker vatanın evladıdır. Senin benim akrabamdır. Müslüman Müslüman'a silah çeker mi?" Kör Hüseyin Paşa fena halde bozulmuştu. "İtibarımı beş para ettin" diye söyleniyordu. Said Nursi geri adım atmıyordu: "Kullar arasında beş para ol. Allah katında makbul ol." Ayaklanmaya hazırlanan Kürt gruplar Said Nursi'nin manevi gücünü arkalarına almak istiyordu. Derken Şeyh Said'den bir mektup geldi. Özetle "İsyanımızda bize yardım edin" diyordu. Said Nursi yine bir mektupla ona cevap verdi: "Türk milleti asırlardan beri İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Bu yolda çok şehit vermiştir. Böyle bir milletin torununa kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Türk-Kürt birdir, kardeştir. Bizim asıl büyük düşmanımız cehalettir. Teşebbüsünüz bir işe yaramaz. Olan masum insanlara olur." Tabii Şeyh Said, adaşına kulak asmadı. Dini temalarla, Ağlasun Çeltikçi İstanbul Isparta Ankara Yakaören temalarla, Kürtçülük temalarının iç içe geçtiği ayaklanma 13 Şubat 1925'te başladı. Asiler Elazığ kentini ele geçirdi. Ardından Diyarbakır'a doğru indiler. Ankara hükümeti olayın 'yerel' olduğunu düşünüyordu. Ancak isyan yayıldı. Bunun üzerine Fethi Okyar başbakanlıktan gitti, yerine İsmet İnönü geldi. Takrir- i SükKanunu devreye girdi. Devlet bir yandan bütün gücüyle Şeyh Said'in üstüne giderken, diğer yandan ülkenin diğer bölgelerindeki, özellikle de İstanbul'daki muhalefeti susturdu. Sonuçta Şeyh Said yakalandı ve idam edildi. Said Nursi açısından tarih tekerrür ediyordu. Hem Kürt'tü, hem de din adamı. Aynı 31 Mart'taki gibi, değil isyana katılmak, tersine engellemeye çalışmasına rağmen hükümetin kararı ona da uygulandı: Diğer Kürt ileri gelenleri gibi o da Batı'ya gönderilecekti. 1926'nın şubat ayında askerlerin eşliğinde yola çıktı. Önce Erzurum'a, sonra da Trabzon'a geldiler. Gemi ile İstanbul'a vardılar. Said Nursi bir süre İstanbul'da kaldı. Sonra tekrar gemiye binip İzmir'e, ardından da Antalya'ya ulaştı. Yedi ayı burada yaşadı. Ardından Burdur'a götürüldü.

 

MAREŞAL KORUMAYA ÇALIŞTI

Bu dönemde Said Nursi siyasetten uzaktı. Sadece okuyor, düşünüyor, ibadet ediyor ve dersler veriyordu. Ancak bu kadarı da yönetimde rahatsızlık uyandırıyordu. Mesela Burdur valisi, Bediüzzaman'ı Mareşal Fevzi Çakmak'a şikâyet etmişti: "Bizi dinlemiyor, din dersleri veriyor." Mareşal "Ona ilişmeyin, bir zararı olmaz" demişti ama devletin kuşkusu devam etmekteydi. Sonunda Said Nursi, Burdur'dan alındı ve Isparta'nın Eğirdir ilçesine götürüldü. Burada jandarma eşliğinde Eğirdir gölü yelkenli bir kayıkla geçildi ve Barla'ya ulaşıldı. Bediüzzaman, Barla'ya vardığında bir elinde içinde çay demliği, iki üç bardak, bir seccade bulunan bir sepet; diğer elinde ise bir Kuran vardı. Bir de parmağında gümüş yüzük... Tüm eşyası bundan ibaretti. Artık zorunlu olarak burada oturacaktı. Takvimler 1927'nin mart ayını gösteriyordu. Barla'da, Said Nursi'ye bağlı olan kişilerden biri de marangoz Mustafa Çavuş'tu. Bediüzzaman için bir ağacın üstüne küçücük bir kulübe yaptı. Said Nursi burada hem ibadet ediyor, hem de tefekküre dalıyordu. Said Nursi yıllarca Barla'da kaldı. Fikirlerini kah kendi kaleme alıyor, kah Şamlı Hafız Tevfik, Hafız Halit, Muallim Galip Bey gibi talebelerine yazdırıyordu. Önce 'Sözler' isimli kitabını tamamladı. Ve ilk kez çalışmalarına 'Risale-i Nur' adını koydu. (Ara notu: Risale kelimesinin iki anlamı vardır: 1. Mektup, 2. Küçük kitap. Her iki anlam da bu yazılar için geçerlidir. Çünkü Said Nursi sadece 'kitap' değil, 'mektup'lar da yazmıştır ve külliyata tümü dahildir.)

 

12 SAATTE 150 SAYFALIK KİTAP

Risale-i Nur'un yazılış süreci de ilginçti. Mesela Hz. Muhammed'in ortaya koyduğu 'mucize'yi anlattığı 19'uncu Mektup, 12 saatte yazılmıştı. Said Nursi talebeleriyle birlikte dağda bayırda dolaşıyordu. Yağmur yağdığında bir şemsiyenin altına sığınıyorlardı. Hoca söylüyor, talebeleri bunu kayda geçiriyordu. Bediüzzaman sıra dışı hafızasıyla, hiçbir kitaba başvurmadan 'alıntıları' belleğinden yazdırıyordu. Böylece ortaya 150 sayfalık bir kitap çıkmıştı. Daha sonra Said Nursi yazılanları okuyup düzeltiyordu. Ayrıca kendisine gönderilen mektuplarda sorular oluyordu. Said Nursi bunlara da cevap veriyordu. Böylece Barla'da, bugün 'Nur Hareketi' diyeceğimiz oluşum başlamış oldu.

Gönderi tarihi:

Nur postacıları

 

Devlet baskısı artınca Nur postacısı denilen gönüllü kuryeler risaleleri kentten kente, köyden köye gizli gizli taşımaya başlamıştı.

 

 

Bak Nur postacısı geliyor!

 

Takvimler 1935'in bahar aylarını gösteriyordu. Savcının suçlamalarını tahmin etmek kolaydı: Gizli cemiyet kurmak... İrticai faaliyette bulunmak... Rejimi yıkmayı amaçlamak ve benzeri... Neticede Said Nursi'ye 11 ay hapis cezası verildi. 15 yakın talebesi 6'şar ayla cezalandırılmış, diğerleri ise beraat etmişti. Hem tutukluluk döneminde, hem de verilen cezayı çekerken Bediüzzaman risalelerini yazdırmaya devam ediyordu.

Ara notu: Burada ilginç bir nokta daha var. Bu noktayı Türkiye 1970'lerde sol gruplarda, 1980'lerin başında ise PKK'da görecektir: Cezaevleri bir okul, bir eğitim merkezi haline geliyordu. Nur Hareketi de benzeri bir süreçten geçmişti. Muhalifler inançlarına daha da yoğun bir biçimde sarılmış ve diğer mahkumları da etkilemişlerdir. Hapisteki birçok kişi İslam'a dönmüş, bazısı Nur cemaatine katılmıştı.

 

 

Not:Üstadın girdiği genelde koğuşlarda en azılı suçlular en kötü ahlaklılar vardı ancak bu ceza evini gül bahçesi yapmaya engel olmuyordu.(yazara ait değildir kendi cümlem)

 

NURUN İSKELE MEMURU!

Said Nursi 11 aylık cezasını çektikten sonra hapisten çıktı. Tabii kendi haline bırakılmadı. Bu kez Kastamonu'ya götürüldü. Ciddi biçimde mimlenmişti. Kastamonu'da karakolun karşısındaki eve yerleştirildi. Artık hayatı polis kontrolünde geçecekti. Bediüzzaman ve talebeleri çalışmalarına devam ediyordu. Bu arada devletin açık ya da gizli baskısını enselerinde hissediyorlardı. Bu şartlar altında 'Nur postacıları' ortaya çıkmıştı. Postacılar Said Nursi'nin risalelerini il il dağıtıyorlardı. Bir risaleyi alan Nur talebesi hemen bunu çoğaltıyordu. Çoğaltma işine bazıları öylesine kendini kaptırmıştı ki yıllarca evinden çıkmadan yüzlerce kopya çıkartanlar oluyordu. Bu 'yatay' organizasyonda kilit isimler vardı. Mesela Isparta'daki Bedre köyünün imamı Tahiri Mutlu bunlardanbiriydi. Bir risale önce ona gelirdi. İmam Tahiri bunu hemen çoğaltır ve diğer köylere ve illere gönderirdi. İmam Tahiri'ye bu kilit rolü sebebiyle 'Nur Santralı' denirdi. Bir başka lakabı da 'Nur İskele Memuru'ydu!

 

ÇIĞIR AÇAN ÇALIŞMA

Bu noktada Said Nursi'nin hayat hikâyesine ara verelim. Ve ortaya bir soru atalım: Devletin baskısına, mahkemelere, soruşturmalara, hapislere rağmen nasıl oluyordu da bir sürü insan Nur Hareketi'ne katılıyordu? Dertleri, amaçları neydi? Bediüzzaman onların hangi ihtiyacına cevap veriyordu? Nur tarihini hazırlarken yararlandığımız kaynakları dizinin sonunda belirteceğiz. Bunlardan biri de Türkiye'nin en önemli sosyal bilimcilerinden biri olan Prof. Şerif Mardin'in "Bediüzzaman Said Nursi: Modern Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişim" adlı kitabıdır. 'Dışarıdan' bir gözle Nur Hareketi'nin doğuşunu ve gelişmesini anlatan kitap önce İngilizce kaleme alınmış, daha sonra İletişim Yayınları tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.

 

BATILILIK NEREYE KADAR?

Hem Prof. Mardin'i, hem de diğer incelemeleri okuduğumuzda üç aşağı beş yukarı şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz:

 

Cumhuriyet rejimi Hilafet'i 1924'te kaldırmış, 30 Kasım 1925'te de tekke ve zaviyeleri kapamış, tarikat faaliyetine son vermişti. Bu kurumlar sıradan halkın sadece dini değil, diğer konulardaki taleplerini de yönetime iletmelerinin bir aracıydı. Artık bu imkândan mahrum kalmışlardı.

 

Halkın çoğunluğu Müslümanlar'dan oluşuyordu. Bunların dinsel ihtiyaçları Cumhuriyet yönetimi tarafından dikkate alınmıyordu. Çünkü tehdit olarak görülüyordu.

 

Ülkeyi hızla modernleştirmek isteyen Cumhuriyet yönetimi laik eğitimin yapıldığı okullara ağırlık veriyordu. Sıradan vatandaşlar için bu yetersizdi.

 

Batılılaşma hareketiMüslüman halkı tedirgin ediyordu. Yeni iletişim araçlarıyla ve Batı'dan gelen seküler değerlerle nasıl baş edeceğini, onları kendi anlam dünyasına nasıl oturtacağını bilemiyordu. Kökeni Hıristiyan Batı olan bilime, teknolojiye, modern değerlere toptan mı karşı çıkmalıydı; yoksa bunların bir kısmı İslam ile uyuşabilir miydi?

 

BÜYÜK MANEVİ BOŞLUK

Yukarıda saydıklarımıza başka maddeler de eklenebilir. Ama neticede halkın önemli bir bölümünde bir ruhsal boşluk, bir tedirginlik oluşmuştu. Bu manevi eksikliği gidermek, kendi değerlerinden hareketle ama onlardan taviz vermeden modernleşmeye ayak uydurmak gerekiyordu... Ama nasıl? Sözünü ettiğimiz manevi boşluk özellikle Anadolu'nun orta ve alt sınıflarından insanları bir arayışa yöneltmişti. Bunlar yeni rejimde kendilerine yer bulamayan, kâh itilip kakılan, kâh önemsenmeyen kişilerdi. Kulakları kirişteydi: Sanki birisi gelecek, kapılarını çalacak, "Hadi yürü gidelim" diyecekti. Ancak mekanizma tersine işledi: Onlar aradıklarına gittiler!

 

Said Nursi'ye bağlanan birçok talebede benzeri bir hikâye ortaya çıkıyor: "Bediüzzaman'ın bir risalesini okudum... Sarsıldım... Onu tanımak için yola koyuldum." Bunlardan biri de dün dizi sayfasında yer alan Mustafa Sungur'dur. Prof. Şerif Mardin'in kitabında onun şu sözlerinden alıntı yapar: "Yıl 1946... Köy Enstitüsü'nden 18 ay önce mezun olmuştum. Bana Ayet-ül Kübra'dan, daktilo ile yazılmış, 20 sayfalık bir forma vermişlerdi. Berberde oturup okumaya başladım. Okuduğum satırlar bende şimşekler çaktırıyordu. İlk defa okuduğum bu satırlardan mis gibi kokular ruhuma ulaşıyordu." Geleneksel İslami 'zaman' kavramının alt üst olduğu bir çağda yolunu yitiren Sungur, risalelerin etkisiyle kendineyeni bir 'zaman' bulmuştur. Okulda öğrendiği seküler 'zaman' yerine, Allah'la başlayıp, Allah'la biten başka bir zaman anlayışı Sungur'un rahatsızlığına ilaç olmuştur. Artık ilk fırsatta Said Nursi'ye ulaşmaya çalışacaktı.

 

'BEN ŞEYH DEĞİLİM'

Prof. Mardin'in hikâye ettiği bir başka kişi ise 1895 doğumlu İbrahim Hulusi Yahyagil'dir. 1929 yılında Eğirdir'de kıdemli yüzbaşı rütbesiyle orduya hizmet vermektedir. Hulusi Bey çeşitli sebeplerden dolayı kendini yalnız, arka plana atılmış, 'marjinal' hissetmektedir. Bu sebeplerden biri Çanakkale'de yaralanmış sadık bir asker olmasına rağmen, Kürt kökenli olduğu için özellikle Şeyh Said isyanından sonra kendisine kuşkuyla bakılmasıdır. Derken Barla'da bir 'tarikat şeyhi' olduğunu işitir. Bir at bulup Sadi Nursi'nin yanına gelir. Konuşurlar. Said Nursi ısrarla şeyh olmadığını, tarikat kurmadığını, sadece bir imam (cemaat lideri) olduğunu söyler. Hulusi Bey'e, kendisine (Said Nursi'ye) değil, risalelere bağlanması, onları yürekten kavraması gerektiğini belirtir. Yani mesaj 'insan'da değil 'metin'dedir. O günden sonra Hulusi Yahyagil, Bediüzzaman'ın talebesi olur.

 

MÜHENDİS NURCULAR

Tekrar hikâyemize dönmeden önce ortaya bir soru daha atalım: Prof. Mardin'i izleyerek, Nur Hareketi'ne ilk katılanların çoğunlukla orta ve alt sınıflardan insanlar olduğunu söyledik. Peki mesela mühendis ve doktor gibi hem pozitif bilimlerle uğraşan, hem de sistemden daha fazla yararlanan insanları Risale-i Nur'a çeken neydi? Yarın kendisine başvuran Kastamonu Lisesi öğrencilerine Bediüzzaman'ın verdiği son derece önemli cevabı konu edineceğiz. Sanırım o zaman bu sosyolojik meselenin özü aydınlanmış olacak.

  • 3 ay sonra...
Misafir €L€KTRO_777
Gönderi tarihi:

Ülkemize zarar vermeye yönelik çaba sarfettiği söylenen bu iki insanın kendilerine bile hayırları olmadı ki...!

dine-imana yararları olsun.. tam tersi samimi müslümanlar bunların yüzünden sıkıntı çekmekte.

 

birşey bilmeden konuşuyorsun arkadaşım :angry:

tek bir görüşün var o kadar.

bakış açın çok kısıtlı ki nasıl yorum yapıyosun anlamıyorum?

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Ülkemize zarar vermeye yönelik çaba sarfettiği söylenen bu iki insanın kendilerine bile hayırları olmadı ki...!

dine-imana yararları olsun.. tam tersi samimi müslümanlar bunların yüzünden sıkıntı çekmekte.

bir "söylenen" diyorsun oysa söylentilerle yola çıkılmaz

iki"kendine hayrı olmayan"diyorsun sence bir insanın kendine hayrı nasıl olur?

ki ewt onların hayırları kendilerinden çok insanlığa dokunmuştur,hani nazım hikmet diyorya,senin imzan yani

ben yanmasam diye başlayan imzan

işte onlar kendilerini vatana millete insanlığa adamış nur fedaileridir,insanlık için yanmışlardır onlar ,karanlıklar aydınlığa çıksın diye kendi heva-i nefslerini bir kenara ititp dönüp bakmamışlardır onlar..

senin faydadan kastın bir kadınsa bir çocuksa buda cüzi bir fayda nefsani bir faydalanma durumu olmazmı?zaman ve şartlar müsait değilmiş hem.

ayrıca kadın ve çocuk yeri gelince fitneden başka birşey olmaz insan için.allahın her emrine baş kaldıranlar yeri gelince bu seve seve yerine getirdikleri evlilik mevzuunu birde dinin emri allahın emri diye süslelmezlermi,en çokta o güldürür beni.

hangi müslümanlar niçin sıkıntı çekiyor merak etttim?r.nur okuyan bir insan sıkıntı çekmez,bilakis sıkıntılarına şifa bulur

sanada tavsiyem önce bir risale-i nuru oku,bir fikrin olsun,böyle boş boş karalama

yiğitseniz o mualla hakikatlere laf söyleyinde görelim

Gönderi tarihi:

Bir Rüya gördü hayatı değişti

 

Said Nursi... İstanbul'a gelişi, Kurtuluş Savaşı günleri, Meclis'te törenle karşılanışı... İşte bugünkü Nur hareketini başlatan kişi, Said Nursi. Nurslu Said'in hayatı....

.

.

.

Kaynak:Emre Aksöz

 

Biiznillah devam edecek

fazla uzun olursa çirkin gözükebilir

--Uydurulan yalanlara birde yüce peygamberi ilave edip sözde iddianizi güclendirmeye clismaktasiniz.Saidi nursinin ve Fetullah Gülenin artik ne olduklari herkesce bilinmektedir.Vatan hainlerini aklama senaryonuzu artik sona erdirin cünkü cekilmiyorsunuz.Islam dininin anlasilmayacak hicbir yani yoktur,kitap okumasini bilen her insan Islamiyeti ögrenir ve kendince Allahina ibadet eder,Saidi nursilere Fetullah Gülenlere ihtiyac yoktur,Allah ve peygamberden baskasina ihtiyac duyanlarin inanclarindan süphe edilmelidir.

saygilarla

 

....Hürriyet ve Itilaf partisinin ihmal edilmeyecek bir diger ismide Seyhülislam Mustafa Sabri efendidir.*Mesrutiyet devrinin Mebusan Meclisinde uzun nutuklariyla ve hazir cevapliligi ile taninan bu din adami,dini sifatini gecim ve söhret icin ustaca kullanmasini bilmistir.Damat Ferit pasa hükümetlerinde Seyhülislamlik yapmis,Ferit pasanin parise gittigi bir dönemde kendisine Sadrazam vekilligi görevi verilmistir.Anadolu harekatini eskiya harekati,bu harekatin önderi MUSTAFA KEMAL pasayida eskiya basi olarak gören Mustafa Sabri,düsmanin Izmirden denize dökülmesi üzerine,Ermeni ve Rumlardan mütesekkil bir kuvvetle Türk ordusunun karsisina cikilmasini Vahdettine teklif edecek kadar ulusal harekete düsmandi.Bu arada onun,ulusal bagimsizlik savasimizda Milli varliga düsman cemiyetlerden TEAL'I ISLAM'IN kurucularindan olduguda unutulmammalidir.Ilk adi Cemiyet'i Müderrisin(Medrese ögretmenleri dernegi)olan Teal'i Islam cemiyetinin yönetim kurulunda Mustafa Sabri(baskan)Iskilipli Mehmet Atif(ikinci baskan)Said'i kürdi-Nursu-Ittihat ve Muhammediye Cemiyeti önderlerinden-bulunuordu.Teal'i Islam cemiyeti,Kuvay'i Milli<e aleyhinde bildiriler yayinlamistir.Bildirilerden 16 Eylül 1919 tarihli *IKDAM* gazetesinde yayinlanan cok etkili olmus Anadoluda yer yer isyanlar cikmistir.Bu bildiri incelendiginde,Teal'i Islam cemiyetinin milli varliga ne denli düsman oldugu daha iyi anlasilacaktir.

Bu isimlere ilave edilecek din adamlari listesi cok uzundur,buna gerek duymuyorum.yalniz burada birilerinin cikip vatan hainlerini katiksiz müslüman diye satmalari birde Islamin Yüce peygamberinide onlarin melanetlerine ortak etmelerini ben maksadi asmis hezeyanlar olarak görmekteyim.

saygilarla

 

Kaynak:Prof.Dr.Ali SARIKOYUNCU

ATATÜRK din ve din adamlari

TÜRKIYE diyanet vakfi Yayinlari

 

Tarihi

Nur postacıları

 

Devlet baskısı artınca Nur postacısı denilen gönüllü kuryeler risaleleri kentten kente, köyden köye gizli gizli taşımaya başlamıştı.

Bak Nur postacısı geliyor!

 

Takvimler 1935'in bahar aylarını gösteriyordu. Savcının suçlamalarını tahmin etmek kolaydı: Gizli cemiyet kurmak... İrticai faaliyette bulunmak... Rejimi yıkmayı amaçlamak ve benzeri... Neticede Said Nursi'ye 11 ay hapis cezası verildi. 15 yakın talebesi 6'şar ayla cezalandırılmış, diğerleri ise beraat etmişti. Hem tutukluluk döneminde, hem de verilen cezayı çekerken Bediüzzaman risalelerini yazdırmaya devam ediyordu. .

.

.

MÜHENDİS NURCULAR

Tekrar hikâyemize dönmeden önce ortaya bir soru daha atalım: Prof. Mardin'i izleyerek, Nur Hareketi'ne ilk katılanların çoğunlukla orta ve alt sınıflardan insanlar olduğunu söyledik. Peki mesela mühendis ve doktor gibi hem pozitif bilimlerle uğraşan, hem de sistemden daha fazla yararlanan insanları Risale-i Nur'a çeken neydi? Yarın kendisine başvuran Kastamonu Lisesi öğrencilerine Bediüzzaman'ın verdiği son derece önemli cevabı konu edineceğiz. Sanırım o zaman bu sosyolojik meselenin özü aydınlanmış olacak.

Tarihi bimeden yazi yazanlar nasilda kendilerini ele verebiliyorlar.Tarikat ve Tekkeler iclei bosaldigi ihtiyaclara cevap eremedikleri icin taa Osmanli döneminde kapatilmaya baslanmistir.Cumhuriyette bunu devam ettirmistir.ya bilerek yazin yada iddialarinizda gercekci olmayi deneyin siz kazanirsiniz.

saygilarla

Gönderi tarihi:

Türkiyede Islamcilar arasinda *ÜSTAD*kelimesi son zamanlarda sikca kullanilmaktadir,Örnegin Said-i kürdi=nursi ye yandaslari üstad diye sifat takmislardir.bunun nedenini bilmiyoruz(Aksiyon dergisi,6 subat 2006)Bilindigi kadari ile *Üstad*ünvani Masonlara aittir.hal böyle iken bu ünvan Türkiyede Islam terminolojisine ne zaman kim tarafindan ve nicin sokulmustur.

saygilarla

Gönderi tarihi:

Türkiyede Islamcilar arasinda *ÜSTAD*kelimesi son zamanlarda sikca kullanilmaktadir,Örnegin Said-i kürdi=nursi ye yandaslari üstad diye sifat takmislardir.bunun nedenini bilmiyoruz(Aksiyon dergisi,6 subat 2006)Bilindigi kadari ile *Üstad*ünvani Masonlara aittir.hal böyle iken bu ünvan Türkiyede Islam terminolojisine ne zaman kim tarafindan ve nicin sokulmustur.

saygilarla

sayın politika biraz arapça bilseydin şu yazdığın yazıyı yazmazdın

çünkü "üstad"arpça bir kelime ve "hoca" anlamına gelir.yani öğretici demek.said nursiyi bir masonlarla eşleştirmediğiniz kalmıştı onuda yaptınızya,daha nasıl iflah olursunuz bilmiyorum.bakın sizin üslubunuza bir isim koydum,"gözünü kapayıp saldırma üslubu".

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Said-iKürdi icin hep kafkas cephesinde savasti cengaverlikler yapti,alttan girdi üstten cikti derler,ama hickimse gercek olarak onun ne yaptigini yazmaz,düsmana tek bir kursun dahi sikmadigini yazmazlar,var yok onu neredeyse hasa Allah'in sözünden dönüp ya birde su Said-i göndereyeyim diye düsünüp dünyaya gönderdigi bir peygamber yerine koyarlar.

Said-i nursi,Kafkas cephesinde yazdigi (Isaratül Icaz)inda Hristiyanlara,Kur'an size dininizi bütün bütün terketmenizi emretmiyor diye yaziyor.Bkz.Isaratül Icaz-s.55

Kur'anin insanlara neyi emrettigini ilkokula giden bir cocuk dahi bildigine göre Said-i Kurdinin bu cevhere nereden ulastigini ve Hristiyanlarin yüzde kac müslüman olmalari veya söyle yazayim yüzde kac dinlerini teketmeleri gerektigini cok merak ediyorum.

Said-i kürdi,Birinci dünya savasinda Müslümanlarla savasip ölen Hristiyanlar icin söyledigi,"Kafirde olsalar onlar hakkinda Rahmet-i Ilahiyenin mükafatlari vardir" öngörüsü yenilir yutulur cinsten birseymidir Allahaskina.

Yine ayni sekilde,Risale-i Nur talebelerine hitaben,Askere gitmek yerine Kur'an calismak suretiyle zamanlarini daha iyi degerlendireceklerdir.Bkn.Lema'lar100 demesi onun yolundan giden gencleri Peygamber ocagi Askerlige karsi yönlendirmek degilmidir.Yoksa malum kesimdeki Ordu karsitliginin altinda yatan nedenlerin basinda bu söylem gelmiyormu?

Tevbe suresi 9.ayet ilimle ugrasanlarin savasa katilmayabileceklerini söylüyor,ama ilimle ugrasanlar yani ilim adami olanlardan bahsediyor ve onuda katiyet olarak degilde katilmayabilirler diye dolayli olarak günün sartlarina bagliyor.ve

Bakara suresi 2.ayette de Sizinle savasanlarla savasin diye katiyet koyup ayirim yapmiyor.

Said-i Kürdinin kafirde olsalar dedigi saldirganlara gögüs geren din adamlari 1.Dünya ve Kurtulus savaslarinda suffi alaylari diye anilan savascilardi.

Gercek din alimlerine insanlara Allah'in yolunu gercek anlamiyla gösterenlere herkes saygi duyar,Nur cemaat mensuplarinin yazdigi tarihlerle ancak Said-I kürdi gibi olanlar kaharaman ilan edilir.Gercek kahramanlar bu Vatan icin gögüslerini kalkan yapanlardir,Anafartalarda Dumlupinarda Canakkalede Sarikamista (Gazi)Antepte,Marasta tarihimiz kahramanlarin kimler olduklarini gercekleriyle anlatmaktadir.

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
politika

 

Said-i nursi,Kafkas cephesinde yazdigi (Isaratül Icaz)inda Hristiyanlara,Kur'an size dininizi bütün bütün terketmenizi emretmiyor diye yaziyor.Bkz.Isaratül Icaz-s.55

Kur'anin insanlara neyi emrettigini ilkokula giden bir cocuk dahi bildigine göre Said-i Kurdinin bu cevhere nereden ulastigini ve Hristiyanlarin yüzde kac müslüman olmalari veya söyle yazayim yüzde kac dinlerini teketmeleri gerektigini cok merak ediyorum.

 

sizin iddia ettiğinizin tamamen tersini beyan eden ifadeleri okuyun bakalım ne yazıyor.lütfen konuyu merak eden herkes okusun bahsi edilen yazının bir kesitini aldım tamamını okumak isteyenlerde bakabilirler.

 

 

-http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=IsaratulIcaz&Page=52-

 

 

 

lütefen bir yazının öncesi vardır sonrası vardır bir yerlerinin makaslanıp aktarılması işini ne kadar kendinize yakıştırıyorsunuz.bektaşiden farkınız kalır mı yoksa?diğerlerinide sırayla açıklayacağım.

 

Ey ehl-i kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur’an’a da iman ediniz. Zira onlar, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’an’da ve Hazret-i Muhammed’de (a.s.m.) bulunmuştur. Öyleyse, Kur’an Allah’ın kelamı ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) de resulü olduğunu tarik-i evla ile kabul ediniz ve etmelisiniz."

3. Zaman-ı Saadette Kur’an’dan neş’et eden İslamiyet, sanki bir şeceredir. Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın ab-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak alem-i beşere maddi ve manevi semereleri yetiştiriyor.

Evet, İslamiyet, mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.

4. Kur’an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:

"Ey ehl-i kitap! İslamiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’an, bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tadil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekanın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda akli ve mantıki olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkam-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer’i hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç, bir şahsa deva iken, şahs-ı ahere da’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’an, fer’i hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir."

b314.gif *

Kur’an’da hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münasebettar olmasın veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet, Kur’an’ın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tac-ı zerrin gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle, b315.gif kelimesine bak. Bu ayetin her tarafından uçup bu kelimenin başına konan letaifi gör. Zira bu ayet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet meselesinde beş maksat vardır. Bu maksatlar, beş nükte ve letaifden in’ikas etmiştir. Bu beş letaif, b316.gif ’nin sadefindedir. Maksatlar ise:

 

1. Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam, resuldür.

2. Ekmelü’r-Rusüldür.

3. Hatemü’l-Enbiyadır.

4. Risaleti, ammedir.

5. Şeriati, sair şeriatlerin mehasinini cem ile onların nasihidir

Gönderi tarihi:
Yine ayni sekilde,Risale-i Nur talebelerine hitaben,Askere gitmek yerine Kur'an calismak suretiyle zamanlarini daha iyi degerlendireceklerdir.Bkn.Lema'lar100 demesi onun yolundan giden gencleri Peygamber ocagi Askerlige karsi yönlendirmek degilmidir.Yoksa malum kesimdeki Ordu karsitliginin altinda yatan nedenlerin basinda bu söylem gelmiyormu?

 

 

bu sözün nekadar batıl olduğuna bakalım;

 

arkadaşımızın yazdıkları yukarda duruyor okuyun .üstad hazretlerine yapılan ithamı yine arkadaşımızın bkn lemalar100 diyerek verdiği kaynağı aynen alıyorum birlikte okuyalım;

 

 

ÜÇÜNCÜ MERAKLI SUAL

Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükümete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükümetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin membaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükümetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.

Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.

Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur’âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi’nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi.

Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.

 

Dikkatle okunduğunda görülecektir ki üstad askerden kaçmayı teşvikten bahsetmiyor bilakis savaşı isteyenlere ben savaş karşıtıyım savaş işimize yaramıyor demekle ilme verdiği kıymeti anlatıyor.malumdurki savaşta işe yaramaz insanlarla birlikte ilim ehlide heba olmaktadır.hatta kuranın kitap haline getirilmesini sağlayan hz. ebubekr toplandığı heyetle istişare ederken,savaşlarda hafızların şehit düştüğünü ve kuranın bir an evvel yazısal olarak toplanması gerektiğini konuşmuşlardır.demekki savaş ehli ilme büyük darbeler vuruyor ilmi yok ediyor.

 

şimdi Türk silahlı kuvvetlerinde de uygulanan bir kaide vardırki askere alınan kişi yeteneğine göre istihdam edilir. bana kaç kişi iyi bir hekimin sırtına silah verilip cepheye yollanmasını savunabilir.

 

sonuç olarak tenkit eğer akıllıca yapılacaksa dinlenir yok laf kalabalığı olsun diye yapılan tenkit tenkit değil tamamen ortamı bulandırmaktır.

 

saygılarımla...

 

Gönderi tarihi:
Ben de farklı açıdan bir katkıda bulunmak isterim:

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...=si&img=551

 

 

 

 

Bunları söyleyenler birde bu nur yüzlü radiyallahü anh hazretlerine nursuz diye iftira ediyorlar. Edep yahu!!

 

arkadaşım o resim üstad hezretlerinin haberi olmadan çekilmiş bir resimdir.müsade etmediğinden resim çekilirken yüzünü ani bir hareketle örtmeye çalışmış orda.acaba sizinde böyle gayri ihtiyari boş bulunduğunuz bir anda resminiz çekilseydi ne pozlar verirdiniz objektiflere düşünmek bile istemiyorum.acaba nasıl... :stuart:

 

böyle bir eleştiri mantığınada ilk defa şahit oluyorum.bu eleştiri eleştiriyi yapanın seviyesini pek güzel yansıtan bir eleştri olmuş bence.

 

NOT:Bedüzzeman hazretleri kendisini ziyarete gelenlere benimle görüşmek isteyen nurları ( risalei nur külliyatı) okusun. diyerek şahsını arka plana itmiş ve ilmi ön pılana çıkarmıştır. resim meselesiyle ve bazı sözüm ona alim zatların :devil: ( ! ) yakıştırmaları ne derce boştur hesap edin artık.

Gönderi tarihi:

bi de şu açıdan baksak:

 

allah ile kul arasına kimsa giremez..... Said Nursi ve Fettullah Gülen zaten bunun çabası içinde değil..yazdıklarını ve söylemlerini okudunuz mu hiç.ben hiç birinde dini saptırıcı ve din dışından veya allah kelamında yazılandan farklı bilgiler ve beyanlar okumadım...hani deniyorya insan kendi aklıylada araştırır öğrenir ve anlar onlara ne gerek var. ..artık günümüzde bu böle değil..çokları hazır bilgilerin peşinde ve araştırmadan tasdik etme peşinde ..bu tiplere ışık tutmak isteyen insanlardan ne isteniyor anlamıyorum... biliyormusunuz dili arapça diye kutsal kitabımızı okumayan okadar çok insan varki...anlamıyoruz diyolar ve bi kenara çekiliyolar işte bu sırada devreye giriyor risaleler ve ya kitaplar arapça okuyamıyormusunz alın o zaman türkçeleşmi hali şimdide anlamıyoruz deyin der gibi.. bu insanlığa bi hizmet değildir de nedir acaba ...bi kerede kişi adlarına takılıp kalmadan yaptıkları işleri göz önüne alarak insanları yargılasak olmazmı..ne hareketleri varda onlara vatan haini diye hitap ediyorsunuz ki.. ülkemizdeki bazıları gibi vatanımı sattılar, ülkeyimi dolandırdılar,casuslukmu yaptılar,cumhuriyeti mi devirmeye çalıştılar, terörist mi beslediler,yolsuzluk mu yaptılar...ne yaptılar söyleyeyim.dinimizi yaymaya çalıştılar her kesimin anlayacağı dilden,islamiyetin ne olduğunu anlatmaya çalıştılar dünyaya türkün adını duyurdular açtıkları okullar la bayrağımızı ve istiklal marşımızı tanıttılar yabancılara...güya gerçek müslümanlar onlar yüzünden kötü duruma düşüyomuş..niyeki bu başörtüsünü onlarmı getirdi gündeme,sözde şeyhleri onlar mı yetiştirdi,saplantılı insanlar onlardan mı çıktı,islami terörrü onlar mı yaydı...Onlara sempati besleyen hiç bir insan ne onları peygamber olarak görüyo nede o sıfatı yakıştırıyo..(ki bu nerden çıktı anlamadım) dinini yaymakla meşgul ilim adamı onlar...ve şu unutulmamalıdır peygamberler dışında her insanın irili ufaklı hataları MUTLAKA vardır...bu kavrama aklınıza gelebilecek her kahraman dahildir..

 

sevgiler :clover:

Gönderi tarihi:
bi de şu açıdan baksak:

 

allah ile kul arasına kimsa giremez..... Said Nursi ve Fettullah Gülen zaten bunun çabası içinde değil.

 

..

 

..

 

ve şu unutulmamalıdır peygamberler dışında her insanın irili ufaklı hataları MUTLAKA vardır...bu kavrama aklınıza gelebilecek her kahraman dahildir..

sevgiler :clover:

 

sevgili katre_a şimdi birisi çıkıp :devil: , şu kırmızıyla işretlediğim yazını cımbızlayıp alsa ve deseki bakın peygamberle bir tutuyorlar üstadı yemin ederim hiç şaşırmıyacağım. :P

sevgiler saygılar

Gönderi tarihi:
:( eğer öle bişi olursa okuma yazma bildiklerinden veya akıllarından şüphe etmye başlarım ^_^
Gönderi tarihi:
:( eğer öle bişi olursa okuma yazma bildiklerinden veya akıllarından şüphe etmye başlarım ^_^

 

sevgili katre_e şüphe etmeye başlamadın mı?. :)

 

ben artık emin oldum.ohooo senin yol uzun desene.

 

neler yazıldı buralara ve hala neler yazılıyor.

Gönderi tarihi:

Şimdi Evliyalar, Nurcular ve Said'i Nursi'nin Evliyalığı yada Kutub'luğu hakkında bir iki şey söylemek istiyorum. Aslında Nucuların arasındakeyken, kendi gördüklerimi yazsam daha yerinde olur diye düşünüyorum...

 

Bu Nurcuların Atatürk sevmezliği falan ortadadır, kendisine Deccal diye atfederler... Kaldı ki bu Nursi denen şahsın yaşadıkları falan bir yana, asıl önemli oaln konu misyonudur. Şimdi bu adam, benim aralarında gördüğüm ve bildiğim kadarıyla (ki herkes bildiği kadar konuşur) Türk Milliyetçilğine, Atatürkçülüğe karşıt bir yapılanma içinde, şöyle ki size sadece beni aralarına almak için sarfettikleri o inanılmaz önem arz eden noktaları yazayım:

 

Deyiş 1= "Türkçülük nedir ki? Müslümanın Milleti olmaz. Bak Allah Kürtten Evliya çıkarmış, onun yolundan mı gidersin, Deccal'in yolundan mı?" (burada Deccal, Atatürk oluyor, yolu'da Türk Milliyetçiliği)

 

*Said Nursi, yaşadığı zamanda Kürtlerin temsilcisi olarak görülmüş, ancak nedense hiç bir Kürt ayaklanmasına engel ol(a)mamıştır. Doğu-Anadoluda üniversite açılması isteğini ise üniversitedeki dilin Arapça ve Kürtçe olması şartıyla istemiştir... O yüzden Abdülhamit, son derece haklı olarak bunun çıldırdığını anlamış ve tımarhaneye tıkmıştır bunu. Türkçülüğü etkisiz kılmak için bun Nucular, Müslümanların dini duygularını kullanıp Nurcu yapmaktadırlar. Ben içlerinde gördüm bu olayı, şahsen yaşadım. Türkçülüğe demedikleri laf kalmıyor bunların. En baba laflarıda yukarıdaki laflarıdır... Deccal dedikleri de Atatürk ya tabi... öyle korkuuyorlar adamı. önce Deccal'in nasıl bişey olduğunu anlatıyorlar, sonra "Atatürk onun bir Tezahürü" diyorlar... bizim saf Müslümanda kokuyor tabi, inanıyoru, Atatürk'ten tiksiniyor.

 

Deyiş 2= "Bak, her dönemde, her yüzyılda bir gavs, kutub gönderilir, en son kutub Nursidir. Ondan başka var mı İslamı çok iyi bilen? Evliyadır o, her sözü Hikmettir."

 

*En büyük yalanlarından biriside budur. şimdi şöyle ki, Anadolu ve Türk Milleti bağrından onlarca evliya çıkarmıştır. ve şu var ki Evliyalık Kurumu Müslümanları birleştiricidir. Türk Milleti öyle bir Din-i vicdaniyeye sahip ki, Evliya ile Sahtekarı birbirinden çok rahat ayırabiliyor (zaman zaman kansa da). Bakın Yunus Emre olsun, Mevlana olsun, Nasreddin Hoca olsun... bu Millet tüm evliyaları bilmiş, tanıyabilmiş ve bağrına şüphe etmeden basmıştır. Ancak Nursi'ye baktığımızda, nedense öteki Evliyaların o Birleştiriciliklerini görememekteyiz. Bağrından onlarca evliya çıkarmış Türk Milleti, bu adamı sindirememektedir. Bu adam nedense diğer Evliyalar gibi, tüm Müslümanlara hitap edememektedir... Ayrıca Kürt Sait, diğer evliyalar gibi Birleştirici de olamamıştır. Nedense Kürtlerin temsilcisi olmuş ama Kürt ayaklanmalarını önle(ye)memiştir.

=peki önlememişse niçin Önlememiştir: önleme çabası sadece perdedir ve öyle bir çabası yoktur.

=yada önleyememişse niçin Önleyememiştir: ya bu adam Evliya diil mi? İsyan etmeyin dediyse ve Kürt Sait olarak Kürtleri temsil ettiyse, bunu dinlemeleri gerekmez mi? ama adamı sallamıyorlar ki? çünkü o dönemde Kürt Said kimsenin umrunda değil... Evliya olarak görünmeyi bırakın, sadece basit bir din görevlisi bu adam. sadece biraz sivrilmiş o kadar. Sivrilmesinin nedeni de dini çok iyi bilmesinden değil, bu adam İttihat ve Terakki kadrosundaki bir şahıstır, ilk kuruluşundan beri o örgüttedir. Bildiğiniz gibi Atatürk, İttihatçılar yeniden Temmuz devrimi gibi bi devrim yaparlar diye, İzmir Suikastinin vesile olmasıyla bir çok ittihatçıyı ortadan kaldırdı. Bunun gibi adamlar kaldı ve zıtlaşmaları o yüzdendir. eski bir anlaşmazlıkları vardır Atatürkle İttihatçıların ve Said Nursi ile büyük oranda bu yüzden anlaşamazlar. Hiç bir İtthatçı, Atatürk'ün önder olmasını sindirememiş ve hep kendilerini ön plana atmak, bir önder konumuna gelmek için çeşitli yollar denemişlerdir. Mesela Enver Paşa, Yeşil ordu kurmuş ama Türkiye'den umudu kesince, yalın kılıç rus ordusu üzerine taarruz edip şehit olmuştur... Said'de Dinsel bir kimlikle kendini ön plana çıkarmak istemiş ama Atatürk yaşarken bunu yapamamıştır... Atatürk uçmağa varınca da yani vefat edince de insanlar yada dış mihraklar bakıyor ki Atatürk karşısında dikilebilecek alternatif bir unsur yok. Ata'dan sonra yaşayan en önemli ve eski ittihatçı bu adam kalmış. Hemen bir propagandayla bu adam yüceltiliyor. Atatürkçülüğün karşısında bir İslamcılık yaratılıyor ve bu adam Türkçülük karşısında sadece misyonu kullanılan bir maşa olmaktan öteye gidemiyor. Fethullah Gülen'e, yani Nursi'nin öğrencisine bakın, bunun iç yüzünü çok iyi görürsünüz. bide girin aralarına, bir kaç sohbetlerine katılın, zaten kendileri itiraf dahi edebilirler. bunların Abileri var böyle kademe kademe... akıl hocaları var. onlar her şeyi biliyolar. Türk Kültürüne bizzat düşmandırlar. neyse ipucunu verdikten sonra 3üncü yaşantımıza geçelim."

 

Deyiş 3= Bir gün bu Nurcuların bi düğün(?)lerine gittim, yav ne düğünü? adamlar kaset koymuşlar, sadece ilahi falan... ya ilahiye falan karşı değiliz, şükür Allah'a Müslümanız da... şimdi be egeliyim; zeybek, harmandalı falan görmek isterim düğünde, gelenek bu di mi?... nerde diye sorunca cevap çok ilginç: "Eğlencenin abartılısı haramdır. insanı zevke sürükler ve günahtır. şöyledir böyledir..." düğünde harmandalı falan çalana kadar bu adam iki saat bana ipe sapa gelmez açıklama yaptı düğün bitti zaten...

 

"Şimdi diyorum ya, bu adamlar Türkçülüğe düşmandır. Türkçülük olduğu gibi, bu adamlar Türk Kültürüne de düşman. Yok efendim eğlenmek harammış, yok fazla sefa günahmış... cart curt... hikaye gırla... o adamlar öyle inanmış ama, İslam'da düğünün falan yasaklanmışlığı yok! kardeşim bu oyunları oynamak, toy=düğün düzenlemek benim kültürüm yaa... benim özüm bu? dinin bununla ne alakası var? ama amaç başka... yabancılaştırmak... bana gelmiş eğlencenin günahlığından bahsediyo. kardeşim eğlence diil bu yaa... kutlama... gelenek... görenek... ben onları yapmayınca nerde kaldı benim Türklüğüm... bana Arap adetini getirmiş, İslam budur diyor... değil kardeşim, İslam bu değil... Sen at gözlüğü takmışsın, Nurcuyum diyosun... Adam cübbe giyiyo, sakal bırakıyo, misvak taşıyo cebinde; diyor ki "Bunlar peygamberin sünneti..." yav kardeşim, diç macunu icat edilmiş olsa, peygamber misvağı aazına sürmezdi... hem madem o kadar sünnet meraklısısın, yani peygamberin her yaptığı, giydiği, adım attığı falan sünnet (ki sünnet o diildir aslında), e peygamber saçını da uzatmış omuzlarına kadar? sen niye uzatmıyon? uzatana da, hakemlere yakıştırılan küfrü ediyosun? çelişki diil mi? tüm peygamberler de uzun saçlıymış hem? yani öyle olduklarına inanılıyor, napcaz şimdi? e ben söyliim niye böyle, adamın işine gelmiyo çünkü... yani bu tür adamların tek derdi Arapçılıktır, başka bişii diil. Üniversitedeyken (ki okuduğum il hakkaten bunlarla doluydu) hocamızın verdiği tez için bi kişiyle görüşmeye gittik. Gittiğimiz adam, Osmanlı Devletinin varisleri ile ilgili kendi çapında önemsiz bir kitap yazmış bir kimsedir. Neyse, adamın bulunduğu yere gittik ve mekanına gireceğiz. içerisi halılar döşeli, adamın odasında fesler falan. önemli olan adamın Türk Yasalarının yasakladığı giysilerle dolaşıyor olması değil, duvardaki bilmem kimin resimleri falan da değil. Adamın yanındaki bazı kimselerin, sırf Meclis zabıtlarında geçsin diye Nursi'den bahsettiklerini söylemeleri ve ağızlarından kaçırdıkları bu konuda arkadaşımızı "yok canım bunlardan zarar gelmez" diyerek göz dağı vermeleri... İslam'da Tehdit sevap mı artık bilemem ama... artık domuz bağı mı yapar yoksa kellemizi mi vurur valla orasını da hiç bilemem... neyse, uzatmayalım, bu adamların iç yüzü Türk Kültürünü de sindirememiş olmalarıdır. Hala Misvakla bilmem neyle dolaşan var yaa... Cübbe giyiyolar. İslam'da cübbenin emredildiği bi ayet yada hadis hatırlamıyorum oysa ki..."

 

Deyiş 4= "İslamı en iyi yorumlayan kişidir Said Nursi'dir. Çağımızda, onun kadar İslamı anlayan kişi yoktur ve bundan sonra gelmesi zor zaten."

 

"Gidin okuyun Nur Külliyatlarını. Hz. Peygamberin sadece hadislerini okusanız eminim kat ve kat daha çok bilgi edinirsiniz. Kaldı ki, İslam Nursi denen adamın açıklamasına ihtiyaç duymamaktadır. İslamı Hz. Muhammed ve zamanında gelen Evliyalar son derece net bir şekilde açıklamışlar zaten. Nursi kim oluyorda İslamı anlayıp açıklıyor. Ondan önceki Mevlana, Yunus Emre, Akşemseddin, Ahmed Yesevi, Taptuk Emre ne oluyo? gidin Yunus Emre divanını okuyun, Said Nursi onun eline su dökemez... Bu kadar mı açık olur bir divan. bu kadar mı güzel anlatır İslamı, Tasavvufu... Muhiyiddin Arabi okuyun yada... onları okuyan bir insan Nursinin külliyatına vakit ayırdığına pişman bile olabilir. Çünkü ancak çok kötü bir tekrardan ibaret bunun kitapları. inanmayan gitsin okusun, baksın... herşey elinizin altında... ama şu var ki, Koskoca Peygamberin ve her Müslümanın şüphesiz inandıkları Evliyalar dururken, Nurcular Türkleri bırakın diğer Arap yada Farsi Müslümanların bile sallamadığı, evliya olarak görmediği bu adamın külliyatını her şeyden üstün tutuyorlar ve ne sorsanız ondan cevap veriyorlar. ya aralarında Kur'an-ı okumayıpta Külliyatları ezberleyen adam var yaa... Adam Kur'an-ın Fatihasını bile açıp Kur'an-dan okumamış... o derece yani... bu adam Avrupalıların "Kur'an-ın Özünü Aldık, Posasını Müslümanlara Bıraktık" düzenlerinin bir maşasıdır yaa... bunun Külliyatı öyle abartılıyor ki, Adam Kur'an-ı sadece evine asıyor ama bu adamın o külliyatını kelimesi kelimesine biliyor ve komik tarafı çok önemli sanıyor... bunun örneği şudur ki; ömrü boyunca mağaranın duvarından başka bişey görmeyen zincirli adamlar, o duvardaki gölgelerini gerçek sanırlarmış ya. bunlar da öyle, başka bir şey görmedikleri için o külliyatları gerçek sanıyorlar. oysa ki adı üstünde; "Kül-liyat". başka bişey değil... şimdiye kadar külliyatdan başka ne Yunus Emre Divanını okumuş, ne Mesnevi'yi okumuş bir Nurcuya rastlamadım... oysa ki o kitaplar kat ve kat daha önemlidir... ama bilmezler ki, sadece onlar için Külliyar fazladır bile... yazık... Peygamberin hadislerini bile okumazlar belki, çünkü varsa yoksa Külliyat... herşey vardır onda... yuh artık... Öncelike Peygambere, sonra da Diğer gerçek Evliyaların eserlerine çok büyük haksızlıktır bu... insafsızlıktır bu... bu gibi insanlar yüzünden Nasreddin Hoca, Akşehirde yaşamış bir Komedyen sanılıyor... Eşeğe ters binmiş, komik bir adam sanılıyor koskoca evliya... niye? çünkü Nursi gibi sahte Evliyalar, o gerçek Evliyaları perdeliyor... Yunuz Emre basit bir Şair gibi görülüyor... Mevlana ise çağınn "İnsan Hakları Savunucusu" olmaktan öteye gidemiyor nedense... çok büyük haksızlık yaa... gördüğüm hiç bir Nurcu; Mevlananın eserinin adını bilmiyodu kardeşim... nasıl Müslümansın sen yaa... hakkaten çok büyük haksızlıktır bu, çok büyük bir gaflettir...

 

Deyiş 5= "Atatürk bununla karşılaşmış, bu Atatürk'ü tehdit etmiş. Atatürk ayaklarıyla halıyla oynayacak kadar yerin dibinie girmiş ve Atatürk'ün gözüne iki parmağını işaret ederek o ünlü lafını söylemiş -paşa paşa, ....... vs vs vs- herkesin bildiği o tehdit lafları işte..."

 

Deyiş 6= "Atatürk Nursi sayesinde bi ara İmana geldi ama ne yazık ki sonra yine yolunu şaşırdı. Öyle ki İçkiden öldü zaten. hem Toprak ta kabul etmedi Atatürk'ü, o yüzden betona gömdüler. Anıt Kabri'de o yüzden yaptılar zaten..."

 

"yani şimdi bu olayı kimin aktardığı çok merak konusu, acaba Atatürk mü anlattı mecliste "Ulan adam beni bir tehdit etti, hakkaten korktum haa... sağlam adammış, tırstırdı beni" mi dedi? yoksa kendisi ve yardakçıları mı uydurdu böyle bir şeyi? ama bunlar çok şey uydurabilme yeteneğine sahip... 6ncı deyişlerindeki gibi mesela... Bi kere Atatürk'ün imana gelip gelmemesi kimsenin meşguliyeti değildir, isterse Atatürk Ateist olsun, kimseyi alakadar etmez. ancak şu var ki, Atatürk'ün öğrenciliği ve gençliği boyunca Mevlevihanelerden çıkmadığını düşünürsek (tabi yaz aylarında ve tatillerde, Selanikteyken= Andrew Mango), Atatürk'ün en az Nursi kadar din bilgisine sahip olduğunu anlayabiliriz... bunu geçelim... İçkiden öldüğü iddiası ise; şu sıralar kanıtlanmıştır ki Atatürk İçkiden değil; Sıtma hastalığında kendisine fazlaca Kinin verilmesi nedeni ile (Adnan Menderes'te zamanında Kinin tedavisi görmüş sıtma için ama iyileşmemiş o) karaciğeri İflas etmiş ve hastalık Siroz'a çevirmiştir ve bu yüzden ölmüştür... Ayrıca bir insanın içki yüzünden siroz olabilmesi için en azından 10 yıl boyunca her gün rakı içmesi gerekir, bu bilimsel bir tesbittir. Ama buna cevapları da hazır bu şahısların "İçiyodu zaten" derler... niye, çünkü çokta espri anlayışları vardır. e şimdi Atatürk'ün içkiden ölmediği kanıtlandııııı? noldu? Nursi demek ki yalancıymış... Atatürk'ün Topraktan cesedinin atılması mevzuusu vardır ki, son derece gülünesi bir vakadır ve Nur toplantılarında falan böyle kişisel konuşmalarda Atatürk'ten konu açtığınızda, size anlatılacak ilk olay budur... "Zaten Toprak bile kabul etmemiş onu" demeleri işten bile değildir... bu saçmalıklar bir yana, Fethullha'ın mucizeleri vardır size anlatacakarı. yok efendim bu adamın bi komşusu varmış, tavuk yüzünden mi ne bi anlaşmazlıkları olmuş. Fethullah bi dua etmiş, bi tek o adamın bahçesine, sel alcak kadar yağmur yağmış, telef olmuş adamın erzağı falan... bi ton böyle hikaye var... He y Allah'ın yaa... bunlarıda gördüm ya, gülüyorum şimdi..."

 

"Neyse, işte benim gördüklerin KISACA bunlar. yani, üniversitede geçirdiğim 4 seneyi düşünürsek eğer bunlar az bile o gördüğüm saçmalıklar yanında... sonuçta şu var ki, Said Nursi, Atatürk yaşarken pek önem arz etmeyen, güya temsil ettiği Kürtler tarafınca iplenmeyen, Evliyalığını! kimsenin sallamadığı ufak bi kişilikti. ama Atatürk öldükten sonra buna öyle bir misyon yüklendi ki... adam bir anda Evliya oldu nedense... kendisi de gaza gelmiş ve buna inanmış Atatürk'e Deccak diyecek kadar küçülmüştür... yani öyledir ki, Nursiyi seven bir kimse Atatürk'ü sevemez, Atatürk'ü seven bir kimse de Nursi'yi sevemez... bu budur... ve alternatifi yoktur... Çünkü en başta Nursi'nin kendisi Atatürk'ü sindiremez... Bunun bi tespiti var, işte Atatürk daha Cumhuriyeti kurmadan önce bi kitap yazmış bu Nursi, işte o yazıkları taa Atatürk tarihte sivrilmeden önce yazılmış ama aynen Atatürk'ü anlatıyomuş... işte o yüzden Nursi ileriyi gören bir Kutub'muş... neyse, mahkeme savunması da böyle bunun "Siz Atatürk'e hakaret ettiğim için beni yargılıyosunuz ama, benim o kitabı yazdığım sıralarda M. Kemal ortalarda yoktu, nasıl olurda yazarım" gibisinden zırvalamış... bu konunun geçtiği kitaplardan birisi "M. Kemal'e Karşı Çıkanlar" adlı bi kitap, yazarı Nurcudur... şimdi öncelikle olay, Atatürk hakkında yazdığı saçmalıklar değildir zaten, o bahanedir. Olay bu adamın misyonudur aslında... yargılanmasının nedeni bunun Kürtleri falan temsil ettiği ama nedense ayaklanmaları önlemediğidir... ama şahıs bunu idrak edemicek kadar aydın birisi işte... neyse, zaten Eskişehir Savunması var bunun (Bahsettiğim kitapta aynen anlatılır), orada "Çarşaf ve Peçe Allah'ın emridir, aksi yönde bir şey diyemem, dersem şirk olur" gibisinden laflar edebilen bir insanın Kur'an-dan zerre kadar anlamadığını ve etrafındaki olayları ne kadar algılayabildiğini düşünmek zor olmasa gerek. Zira ben Kur'an-ın hiç bir yerinde Çarşaf ve peçe'nin emredildiğine dair bi ayete rastlamadım... sadece örtünmekle ilgili bir ayet var, Allah muhafaza inkar edemem ama Çarşaf ve Peçenin reddi nasıl oluyoda şirk oluyo, anlamış değilim hala... Nursi işte, naparsın... ha eğer benim gözümden kaçmışsa, öyle ki, yüzyıllardır peçeye girmemiş, çarşaf bürünmemiş Türk (Yörük) Müslüman köylü kadınlar, yüzyıllardır günah ve şirk içindedirler... Zira ben Ege yörüğüyüm ve bizim köylerde çarşafmış, peçeymiş hayatta bilmezler... Ne ilginçtir Yarabbim... bu adamın hayatını okudumça tiksiniyorum yaa...

haa,ama şu var ki, Nurcuların arasına giripte, inancında çok samimi olan adamlarda yok mu? var tabii ki... tamam belki kandırılmış ama... onlarında doğru yolu bulmasını diliyorum...

Ha Said Nursi hakkında ne mi düşünüyorum? kendisinin diğer Evliyalar yanında hiç önemi olmadığını düşünüyorum... Kendisini suçlu da görmüyorum pek... sadece kullanıldığını düşünüyorum... yaani hayatından edindiğim şeylere bakınca, bende bu izlenim oluştu... bence kendisi sakin durup dururken, birilerinin!!! gazına gelmiş ve bi şekilde önderlik isteği duymuş... zaten eski İttihatçıların hepsinde bu azim görülmüştür... yani ben kendisini suçlamak istemiyorum aslında ama pek te değerli bir kimse olduğunu sanmıyorum... ondan önce nice değerli evliyalar var diye düşünüyorum... kendisi, onların kötü bir tekrarı bence... diyorum ya, kendisinin ve fikrinin kullanıldığını düşünüyorum ben... öyle abartılcak derecede de İslam'da çığır açacak fikirler ortaya koyduğu izlenimi uyandırmadı bende Külliyatı nedense... Yunus'u falan okuyunca daha çok tatmin oluyorum... tabi Nursi ile tatmin olanlarda beni ilgilendirmiyor aslında. Nurculuğun ise tamamen art niyetli bir oluşum olduğunu düşünüyorum ve güvenmiyorum hiç... Bence (ki herkes bildiğince konuşur) kendilerine Atatürk karşısında bir güdüm arayanlar, bu adamı yaratmışlar... bu güdüm arayanlarda tabi art niyetli kimseler... bu da, garibim bişiiler söylemiş ve oluşturduğu bilgi birikimi, Atatürk göçtükten ve Nursi öldükten sonra sistemli bir şekilde başkalarınca kullanılır olmuş yani Nursi bir şekilde kullanılmış... Fethullah Gülen'i görünce daha çok anlıyorum...

Benim gördüklerim bunlar... tabi, her yerin Nurcusu aynı olcak diye bişey yok... belki son derece Atatürkçü Nurcular falanda vardır, bilemiyorum, ama benim Nurcu diye biliğim adamlardan gördüğüm şeyler bunlar. kimse de "Hayır, bunlar yalan" diyemez... çünkü bizzat yaşadım ben bunları... Ha anlattıklarım tüm Nurcuları kapsar mı? bilemem... çünkü Türkiye genelindeki Tüm Nurcuları görmüş değilim... hama şu ana kadar da gördüğüm hiç bir Nurcu'yu, bundan başka bir anlayışta görmüş değilim... genelleme yapmak yanlış aslında, tüm nurcular böyle demek hata olur belki, bilmiyorum, kimsenin günahını almak istemem... ama Nurculuğun ana hedefi ve düşmanı konusunda eminim ya da emin olduğumu düşünüyorum, onu da söyleyeyim... ama dürüst olmak gerekirse Nursi'yi, peygamberle eşdeğer tutan birisine dahi rastlamadım... Yukarda Allah var... Aksini iddia etmek yalan olur... ama diyorum ya... belki de ben hep kötü Nurculara denk gelmişimdir... Belki de ben Yanlış Anlamışımdır... olabilir yani, insanım bende... hatalarım mutlaka var... ama ne biliim, bana iyi bir izlenip uyandırmadılar... her Nurcunun aynı olmadığını düşünüyorum, umarım haklıyımdır... Atatürk'e dil uzatanları ve Mevlana ve Yunus gibi Evliyaları göz ardı edenleri kaldıramıyorum ben napiim? kimse beni, Nurcular hakkında gördüklerimden dolayı yargılayamaz... çünkü ben bunları uydurmuyorum, ben bunları gördüm... bu açıklamayı niçin yapıyorum: kimse ile taraf olmamak için yapıyorum... yani Nursi'yi seven kimselerle yada tarafsız kalan kimselerle veya nefret eden kimselerle taraf olmak istemiyorum bu konuda... Benim İslam konusundaki düşüncelerim az çok bilinir, ilk defa bir konuda sadece yaşadıklarımı, gördüklerimi yazıyorum, hata ettiysem affola

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Küçük İnsanlar Kişilerle, Büyük İnsanlar Fikirlerle Uğraşır" (Kim Söyledi Bilmiyom Ama Çok Severim)pantheaa

senin büyüklüğünü de gördük bu yazıyla bravo..sana cevap verirdim ama bir fikir sunmamışsınki,gözünü kapatmış karalamışsın,o 4 sene içinde anlaşılan hiç risale-i nur okumamış nurcu kardeşlerinle bol bol şiir dinlemişsin.kimsenin hatası hatta cemaatin hatası dahi o mualla hakikatlere söz söyleme hakkını vermez kimseye.hadi hodri meydan varsa bir sözünüz nurlara söyleyinde görelim..said nursinin afif tertemiz nezihane yaşantısını herkes biliyor ve bütün türk halkı ona sahip çıkıyor onuda merak etme,bazı çiçekler biraz geç açar ama açtığı zaman cemalinden göz kamaştırır.sizde göreceksiniz inşaallah..

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.