Φ suheda Gönderi tarihi: 20 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 20 Eylül , 2006 Sarışın Evliya Gökhan ÖZCAN abimin, Gerçek Hayat Dergisinin 3-9 Haziran 2005 tarihinde "KENDİ ÇOCUKLARINDAN KORKAN ÜLKE" başlıklı bir yazısı yayınlanmıştı. Ondan bazı kısımları ben buraya alıntılamak istiyorum... Bu ülkede özgüven açısından en zayıf olan unsur devletin kendisi. Tarihi boyunca kendi vatandaşlarının sürekli olarak bir fenalık ihtimali, bir potansiyel tehdit, bir kuzu postuna bürünmüş kurt olarak gören, neredeyse paranoyak bir kamusal eğilimden söz ediyorum... . . . NOT: Konu başörtüsü ve türbanla alakalı diye bu en son yazılanları aynı paralelde düşünmeyin...Herkes için diyorum. Türbanlılarda, İmam Hatiplilerde, Nazım Hikmetçilerde, Baklava çalıp tonla yıl hapis cezasına çarptırılanlarda, bir kıza aşık olup okul surunda içeri girip de polis tarafından sopalananlar da, ihtiyar sakallarından kan kırmızı yaşlar süzülen ihtiyarlar açısındanda, her yıl ideolojik yaklaşımlarla eğitim müfredatlarını değiştirdiğimiz gençler açısından da düşünün...Biz bu kadar zengin değiliz. Gençlerini heba edecek kadar hiçbir ülke zengin değildir.. sevgiler Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 21 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 21 Eylül , 2006 mevcut sistem ve avanesi tarafından, adı henüz tam olarak açıklanmamış "kamu dairesi" dahilinde bulundurulması ve kullanılması zinhar yasak olan örtünme aracı türban, ve sistemin danışma merkezi "danıştay" tarafından, cadde, sokak, mahalle, semt ve pazarı, ve ileride belkide yada büyük ihtimalle tuvalet ve benzeri yerlerede dahi yasaklanacak olan şey. . . . müslüman olan kişinin farz olarak algıladığı ve yapmak zorunda olduğu hükümdür.(ahzab-59 ve nur-31) "dünya işlerini yoluna koymak amacıyla, dininden bir nokta dahi taviz verenin başına, allah, düzeltmek istediği o işten daha belalısını verir." hz. ali(r.a) Türban=başörtüsü yasağının genişleyerek uygulanmaya konulduğu alana baktığımızda; ortaya çıkan açık bir sonuç vardır ki mesele sadece başörtüsü ile okula girme meselesi değildir. Birçok müslüman da hala bunun farkında değil. 28 Şubat'ta dine ve dindarlara karşı topyekün bir bastırma, kıstırma hareketi başlatıldı ve bu savaş ilk önce başörtüsü üzerinden uygulamaya konuldu. Ne kadar ve nasıl direneceğimizi gördüler. Ve yavaş yavaş bu savaş devam ediyor. Bu noktada başörtüsü sorununu çözmemiz ve başörtüsünde diretmemiz dinimizde diretmemiz anlamına geliyor. Sokakta dahi yasağın uygulanmaya konulmasına yol açacak Danıştay kararını biliyoruz. Dolayısıyla mesele sadece başörtüsüyle okula girme meselesi değildir... Bu meselelerden bir tanesidir ancak konu başörtüsü ve türban menseli bir konu olduğu için ben bu kadar felsefesine girmek istememiştim... Yoksa inanan bir insan olarak müslümanların rızık kaygısı taşımamaları gerektiğine rızkı Allah'ın vereceğine inanınırım. Üniversite eğitimi almazsam aç kalmam ama belki cahillikle mücadelede sorun yaşarım. Ancak bazen yüksek tahsille daha büyük cahiller de yetiştirebiliyoruz. Tabiki bunlar ayrıca tartışalabilecek şeyler. Kadının toplum içerisindeki yeri, islam nazarından yeri, eğitim ve öğrenimi gibi konular ayrıca tartışılabilir ancak meselemiz türban... Bu konuyu da iki minval üzre yürütebiliriz. 1. demokrasi ve özgürlük alanında. 2. Allah'ın emri alanında. Hiç şüphesiz Allah'ın emrini özgürlük payandasında savunmanın bir anlamı ve güzel yanı yok. Ancak Allah'ın emrini de ancak (bu ülke şartları bunu gerektiriyor...TAKİYYE SUÇLAMASINDA BULUNACAKLAR DAHA ÖNCE ANCAK DEMOKRASİ İLE İNANÇLARIMIZI YAŞAMA İMKANI BULABİLİYORUZ BİZ MÜSLÜMANLAR BELKİ EN ÇOK BU YÜZDEN DEMOKRASİ İSTİYORUZ DEDİM) bu şekilde yerine getirebiliyoruz... Katkıların için Allah razı olsun... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Bu kez de Murat MENTEŞ'ten olsun...2005 yılı 24-30 Haziran Gerçek Hayat Dergisi... "Meslek lisesi mezunlarının bilgi ve becerileri yine cezasız bırakılmadı. Bu arkadaşlarımız doğru cevabı verdikleri halde doğru puanı alamadılar. ÖSS'nin anlamını ve önemini yokeden bu uygulamadan yine vazgeçilmedi. Doğru cevabı verenler arasında ayrım yapıldı. Hak hukuk ihlali ÖSS'nin tradisyonal, pedagojik totalitarizminin başlıca pratiği olarak öne çıktı. ÖSS'ye giren özürlü [engelli, sakat, özel] kardeşlerimizin, üniversite adaylarına oranı 1'den az. Özürlü gençlerimizin pek azı üniversite öğrenimi görebiliyor. Hem meslek lisesi mezunu, hem başörtülü, hem yoksul ve hemde özürlü bir öğrenci düşünelim. Yok mudur? Vardır. O çocuğun, Babalar Günü'nde sınava gireceği salona babasıyla birlikte geldiğini tahayyül edelim. Olamaz mı? Olur. Kızımız, diyelim sağır olsun. Megafondan, başörtülü adayların sınava alınmayacağı anons ediliyor. Kız duymuyor. Babası, devletin yaptığı anonsu, çocuğuna tercüme ediyor: "Kızım...diyorlar ki..." Şimdi soralım Yukardaki cümle, en uygun nasıl tamamlanır? a) Adaylara sıra dayağı çekeceklermiş. Okula bomba konulmuş, derhal kaçmalışmışız. c) Avrupa Birliğine girmişiz, sınava gerek kalmamış. d) Puanını kırıp seni yüzüstü bırakmadan önce sertçe aşağılamak istiyorlarmış... NOT: Yazarımız 2005 yılı ÖSS sınavının babalar gününde yapıldığını konunun başında hatırlatıyor... Dört şıkta kalmış yazarın sorusunun seçenekleri. ÖSS'ye girenler 5. şıkkı bekliyor olabilirler, bunu bekleyen kendileri birşey uydursunlar. İşin kötü tarafı yazar cevap anahtarını konunun sonunda vermemiş, ben derginin sayfalarını tamamen aradım ve bulamadım. Verdiğim cevabın doğruluğunu tespit edemeyince cevap vermenin de anlamı kalmıyor. Neyse ben birkaç tane 5. şık koyayım belki yazar doğru cevabı bulmamız için mahsus böyle yapıp bize bir şık yazdırmak istemiştir. Ki herkes doğru cevabı vermiş olsun... e) Kızım bit kontrolü yapılacakmış başlarınızı açmanız gerekiyormuş. e) Kızım bakma öyle el ve kolla yaptığım hareketlere melür melür, anlıyorsun işte, çıkar at şu bez parçasını... e) Kızım müslüman olmayan devletimiz hristiyanca başını açıp da sınava girmeni isteyor? (Bu şıkka şerh yazmayın, herkes kendi şıkkını üretsin) e) Kızım yeni bir islam çıkmış, onda başörtmek yasakmış e) Kızım hadi gel köyümüze geri dönelim. e) Baba ağlamaktadır ve bu kez kız babasına dönerek; ağlama baba "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'un" der... Bu söz üzerine baba ve bekir başka cevap aramanın derdini bırakırlar... Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Tebrikler sayın bekir... Demogojinin nasıl yapılması gerektiği konusunda akademi kitaplarına girecek seçkin örnekler sunuyorsunuz.. Türbanlı, özürlü kız öğrenci ve baba... Şu soruyu yanıtlamanızı isteyeceğim ; Hristiyan kız öğrenciler de, okula üstlerinde rahibe kıyafeti, ellerinde incil ve boyunlarında da at nalı kadar bir hac ile gelmek isterlerse buna müsaade edilmeli midir? Gelecek yanıta göre bir kaç soru daha ilave edeceğim. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Tebrikler sayın bekir... Demogojinin nasıl yapılması gerektiği konusunda akademi kitaplarına girecek seçkin örnekler sunuyorsunuz.. Türbanlı, özürlü kız öğrenci ve baba... Şu soruyu yanıtlamanızı isteyeceğim ; Hristiyan kız öğrenciler de, okula üstlerinde rahibe kıyafeti, ellerinde incil ve boyunlarında da at nalı kadar bir hac ile gelmek isterlerse buna müsaade edilmeli midir? Gelecek yanıta göre bir kaç soru daha ilave edeceğim. Selamlar ile...Ben kendi halimde meselelere dahloluyorum...Kimseye bireysel olarak cevap yetiştirmek derdinde değilim...Tartışmayı yavaş yavaş keseceğimi belirtmiştim...Bu sebeple bir bu konunun üzerinde duruyorum ve bu konuyu rayından çıkarmamak için çaba harcıyorum. Konunun devamı için uğraşıyorum zira yasağın mantıki, hukuki, ahlaki, meşru bir gerekçesi yok. Aslında Meslek Lisesi sorunu ve Türban arasında fazla bir ayrıma gitme taraftarı da değilim. Sonuçta bu iki konu da birbiriyle yakından alakalı...Ancak, konunun içerisinde çokça sorular ürettim. Kimisi zaten daha önceden sorulmuştu, kimisini ben sordum, ancak bir çok sorum geçiştirildi. Birçok sorum ise arkadaşların konuyu bırakmaları nedeniyle cevapsız kaldı. Ancak konunun görüntülenme sayısı her gün biraz daha artıyordu dolayısıyla cevap vermekten imtina eden arkadaşlar konuyu sürekli takip ediyorlardı. (Başkaları da görüntülemiş olabilir ama sayın Yam Yam'ın cevabı ile konuyu kimlerin takip ettiği bir nebze olsun ortaya çıktı). Ta ki, güzel bir cevap verebileceklerini düşündükleri bir metin yazmamı görene kadar...Dolayısıyla Herkesin herkesi samimiyetsizlikle rahatlıkla suçlayabildiği bir yerde her ahval ve şerait içerisinde istisnalara oynamak artık beni yoruyor, ve işte tam da bu noktada... Özür dilerim sayın yam yam, sizin samimiyetinizden şüphe ediyorum Bu sebeple sorunuza birkaç soruyla yanıt vermeyi yeğ tutuyorum. Hristiyanlıkta rahibe olmak zorunluluğu var mıdır? Kusura bakmayın dinimin gereklerini öğrenmeye çabalamaktan bir türlü hristiyanlığa el atamadım da...Eğer herkes hristiyanlığa göre rahibe olmak zorundaysa hristiyanların nesillerini devam ettirmelerinin yolu nedir? Bir dinde, dinin kendi öğretisinde rahibe olmak gibi bir zorunluluk yoksa sorduğunuz sorunun demogoji yapmak haricinde ne anlamı vardır? Ama toplumun kadın kısmının %30'u, 40'ı rahibe gibi giyinseydi işte o zaman bir mesele olurdu ve çözümü demokratik araçlarla aranırdı. Böyle bir mesele de yok ortada. Zaten Hristiyan batı dediğimiz yer, hristiyanlığında direnç gösteren bir yer değildir. Müslüman Türkler olarak bizler ise müslümanlığımızda direnç gösteriyoruz ve bütün mesele burdan çıkıyor. Protestan bir islam inşasında ilerlemeye çalışanların hazmedemedikleri nokta da sanıyorum ki bu...Neyse, konuya protestanlıkla falan bozmamın bir anlamı yok... Haçın boyu niye at nalı kadar oluyor madem abartılı birşeyden bahsediyoruz at kadar olsun bari. Yani bu sözünüz demogoji olmuyor... Sapın odunla karıştığı noktaya mı dokundum yoksa... Bir kıyas, bir teşbih yapacaksanız benzer örnekler üzerinden yaparsınız. Şimdi siz daha uygun örnekler bulduğunuzda biz de ihtimal ki daha önce sorduğumuz sorulara yanıt vermediğiniz için cevap verme gereği duyup duymayacağımızı dikkate alacağız... Ufak bir soru: Sayın yam yam, bir konuda mezuniyetinizi sormuştum samimiyetsizliğimden dolayı cevap vermemiştiniz, acaba bir daha sorsam cevap verir misiniz.... Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Konunun devamı için uğraşıyorum zira yasağın mantıki, hukuki, ahlaki, meşru bir gerekçesi yok. Müteakip seferler yasağın meşru gerekçesini buraya taşımıştım. Ancak siz laikliğin demokratik bir tavır olmadığı yönünde ciddiye almaya değmeyecek söylemlerde bulundunuz. Aslında Meslek Lisesi sorunu ve Türban arasında fazla bir ayrıma gitme taraftarı da değilim. Sonuçta bu iki konu da birbiriyle yakından alakalı... Elbette alakalı... Konu, İmam hatip liseleri.. Şu an T.C.'nin başbakanı olan zat-ı muhterem zamanında ne demişti ? "Cumhurbaşkanı'nın imam hatip liseli olacağı günler yakındır." Aynı zamanda bu zat-ı muhterem, seçilmeden önce meydanlarda türban üzerine nutuklar atarken, seçildikten sonra arada bir provakatif söylemler dışında türbanın adını anmamaktadır. Bu iki konu da üzerinden siyaset yapmaya oldukça elverişli, birilerinin de bunlara kanmaya meyilli olduğu konulardır. Asıl sorulması gereken soru İmam Hatip Lisesi mezunlarının sorunu değil, neden bu kadar çok İmam Hatip Lisesi olduğudur. Bu sebeple sorunuza birkaç soruyla yanıt vermeyi yeğ tutuyorum. Hristiyanlıkta rahibe olmak zorunluluğu var mıdır? Kusura bakmayın dinimin gereklerini öğrenmeye çabalamaktan bir türlü hristiyanlığa el atamadım da...Eğer herkes hristiyanlığa göre rahibe olmak zorundaysa hristiyanların nesillerini devam ettirmelerinin yolu nedir? Bir dinde, dinin kendi öğretisinde rahibe olmak gibi bir zorunluluk yoksa sorduğunuz sorunun demogoji yapmak haricinde ne anlamı vardır? Ama toplumun kadın kısmının %30'u, 40'ı rahibe gibi giyinseydi işte o zaman bir mesele olurdu ve çözümü demokratik araçlarla aranırdı. Böyle bir mesele de yok ortada. Zaten Hristiyan batı dediğimiz yer, hristiyanlığında direnç gösteren bir yer değildir. Müslüman Türkler olarak bizler ise müslümanlığımızda direnç gösteriyoruz ve bütün mesele burdan çıkıyor. Protestan bir islam inşasında ilerlemeye çalışanların hazmedemedikleri nokta da sanıyorum ki bu...Neyse, konuya protestanlıkla falan bozmamın bir anlamı yok... Haçın boyu niye at nalı kadar oluyor madem abartılı birşeyden bahsediyoruz at kadar olsun bari. Yani bu sözünüz demogoji olmuyor... Sapın odunla karıştığı noktaya mı dokundum yoksa... Unutmayın ki, bugün İslam'da başörtüsünün zorunlu olup olmadığı da tartışmalıdır sayın bekir... Bir tartışmada sunacağınız argümanları özenle seçmenizi tavsiye ederim. Konu zorunluluk değildir. Konu inançtır... "Ben böyle inanıyorum. Benim inancımın gereği budur" demenin önünde de hiç bir engel yoktur. Yoksa birisi çıkar, "Falanca ayete göre başörtme zorunluluğu yoktur" der, kestirip atar. Bir kıyas, bir teşbih yapacaksanız benzer örnekler üzerinden yaparsınız. Şimdi siz daha uygun örnekler bulduğunuzda biz de ihtimal ki daha önce sorduğumuz sorulara yanıt vermediğiniz için cevap verme gereği duyup duymayacağımızı dikkate alacağız... Ben zamanında uygun örnekler de getirmiştim de, yorum alamadık.. Hani türbandan sonra inanç gereği nelerin istenebileceği hususunda... Hatırlatmama gerek yoktur sanırım... Ufak bir soru: Sayın yam yam, bir konuda mezuniyetinizi sormuştum samimiyetsizliğimden dolayı cevap vermemiştiniz, acaba bir daha sorsam cevap verir misiniz.... Madem sizin için bu kadar önemli, söyliyeyim... İşletme Fakültesi mezunuyum.. Ben de bir meslek lisesinde (Ticaret Meslek Lisesi) okudum. Ama hiç bir zaman İmam Hatipliler gibi sorun etmedim... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Müteakip seferler yasağın meşru gerekçesini buraya taşımıştım. Ancak siz laikliğin demokratik bir tavır olmadığı yönünde ciddiye almaya değmeyecek söylemlerde bulundunuz. İşletme Fakültesi mezunu olduğunuzu öğrendikten sonra ciddi ciddi konumuza dönebiliriz. Yasağın meşru gerekçesi demişsiniz. Sayın yam yam meşru nedir? Sorunun cevabı zor...Halkın inançlarına uygunluk mudur? Veya yapılan eyleme yönetilenlerce verilen değer midir? Bunları geçeyim ve ben meşruluğu hukukilikle özdeşleştireyim. Bana yasağın hukuki mantığını anlatabilir misiniz? Ben çeşitli hukukçulardan alıntılarda bulundum konu içerisinde dikkat ettiniz mi? Danıştay'ın sokakta dahi türbanı yasaklayan kararı mahkemelerimizde yer etmiş olan bir tutumu gözler önüne seriyor dedim. Verilen savaş türbana karşı verilen bir savaş değil. İrticaya karşı verilen bir savaş da değil. İrticaya karşı savaş verilecek olsaydı savaşın daha çok erkekler üzerinden yürütülmesi gerekirdi. Ve dahası irtica ile başörtüsünü bir ve aynı görmek yanlıştır. Aşağıdaki alıntıyı hatırlıyor olabilir misiniz?Bu ve buna benzer onlarca metin ve soru...Cevaplarını gördünüz mü? ALINTI-KENDİMDEN Türban kelimesi bir uydurmaca, bir göz boyama, bir kıstırma hareketinin ilk adımıdır. Nasıl ki biz islama değil, şeriate karşıyız deniliyorsa biz başörtüsüne değil türbana karşıyız adlandırması da aynı minvaldedir. Başörtüsünün tek bir modeli mi vardır? Veya başörtüsü sadece şudur ve bütün müslümanlar bu şekilde başlarını örtmek zorundadır gibi bir sınırlama mı vardır bizim bilmediğimiz, sizin bildiğiniz? Tesettürde, yüz ve ayaklar haricindeki yerlerin örtülmesi ve vücut hatlarının belli edilmemesi esastır. Bunu sağlayabilecek her tür giysi serbesttir. Köylüler öyle şehirliler böyle giyinebilir. Köylüler şalvar giyiyor diye şehirliler de şalvar giymeli midir? vs.vs.Ben size daha ileri giderek başkaca birşey sormuştum. Üniversite öğrencilerinin siyasi faaliyet gütmeleri yasak mıdır? Siyasi simge taşımaları yasak mıdır? Madem türban siyasi bir simgedir en azından üniversite de serbest olamaz mı? Türbanın tanımlanmış bir hali var mıdır? Türbanla giril/e/meyen yerlere "Köylü işi başörtüsü " ile girilmesi serbest midir? -Meclis Başkanımız türbanın ne olduğunu, şeklini belirleyin. TSE standartlarını belirlesin dedi. Yasak koyan kurumlar standartlarını belirlesin dedi. Kim çıkıp da işte şudur, şöyle şöyle bağlarsanız bu türbandır dedi. Bunun haricinde başınızı örtüp gireceğiniz yere girebilirsiniz dedi. Hiç kimse... Hiç kimse... 71 yaşındaki bir kadın, yeşilkartlı bir kadın türbandan ne anlardı da, hastaneye kartındaki resim "başörtülü" olduğu gerekçesiyle alınmayıp da ölüme terkedildi. Bu mudur türban...16 yaşındaki kardeşim, siyasetten ne anlardı da başını açmak zorunda bırakıldı. Evet türban siyasi bir simgeyse siyasi simge olmayan başörtüsünü tanımlayın, ve hadi başörtüsüyle üniversiteseye giriş serbesttir deyin, diyebiliryorsanız... Lütfen komik olmayın...Bilmezden gelmeyin. Takiyye yapmayın... Zira hemen hiçbir şey beni kırmasa da bu konuda inanılmaz şekilde bocalıyorum. Üzülüyorum. Bazı kesimler ısrarla türbanı kamusal alana sokmaya çalışmıyor. Aksine kamusal alandan çıkarmaya çalışıyor. Zira türban daha önce kamusal alanda serbestti. Cumhuriyetin ilk yıllarında dahi durum böyleydi. Sanılıyor ki, bu ülke laik olarak dünyaya geldi. Müslümanlar sonradan bu ülkeye geldi, bunlar mülteci (mürteci değil ha-siz onu da söylüyorsunuz ya neyse) ve şimdi bizim ülkemizde ............. inançlarını yaşamak istiyorlar. İslam bu ülkeye sonradan dahil olmamıştır. Laiklik bu halkın inançlarına dirençle bu ülkeye getirilmiştir. Halkın inançlarını hiçe sayarak bir laiklik uygulaması bu halka dayatılmıştır, dayatılmaktadır. Ve dahası durum hukuk ve demokrasi adı altında yapılmaktadır. Halk iradesini hiçe sayan demokratik bir anlayışla. Derdimiz laiklik değil, inançlarımızın gereğini yerine getirebilmek… Laiklikle bu yüzden bir çatışma yaşıyoruz. Nasıl ki laikliği demokrasinin teminatı olarak görüyorsak, nasıl ki hür, eşitlikçi, katılımcı bir sistem hayal ediyorsak, nasıl ki ,,, nasıl ki… Nevi şahsına münhasır demokrasimiz, halkın bir kısmını hiçe sayıp, halkın bir kısmına karşı tutunamaz. Tutunmaya çalışırsa sürekli gördüğümüz ve ülkeyi kangrenli bir uzva çeviren darbelere daha çok seyirci kalırız. Zira bu halk her seçimde dini inançlarını garanti edeceğini belirten partilere oy vermektedir. İslami hassasiyeti olduğunu varsaydığı partileri iktidara getirmektedir. Seçim sonuçlarından da görüldüğü üzere halkın dininden vazgeçme heveslisi olmadığı belli. Dine karşı, devlet zihniyetinde bir karşı duruş mevcut. Bu da sürekli olarak bir çarpışmanın olacağını gösteriyor. Dindarlar ve laikler arasında sürekli darbeler yaşanacak gibi görünüyor. Bugüne kadar darbeyi hep laikler yaptı. (12 Eylülden uzun bir hikaye.) İslamcı ******* (Hakan ALBAYRAK’ın kulakları çınlasın) bu kadar sindirildikten sonra, Allah göstermesin bir ihtilal yaparlarsa akıbet hiç kimse için hayırlı olmayabilir. Bu topraklara sonradan sokulan laikliktir, türban değildir. Kamusal alana kimse türban sokmaya çalışmıyor, zaten kamusal alanda olan türbanı kamusal alandan çıkarmaya çabalamak mevcut. Laikliğin yaptığı dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışmak. (amma da uydu ha) Ve dahası, Zira bu konuda yargı uygulamalarının haricinde yasal bir dayanak yoktu. Başörtüsünün kamusal alanda yasak olduğuna dair bir kanun metni mevcut mudur? Hayır böyle bir metin mevcut değildir. Hiç bir siyasi iktidar (halkın tercihlerini yansıtan güç) böyle bir şeye bu ülkede cesaret edemez. Ama bürokrasi cesaret edebilir zira yeri halk tarafından belirlenmemiştir. Halktan korkmasını gerektirecek birşey yoktur ve demokrasiyle işi yoktur. Elbette alakalı... Konu, İmam hatip liseleri.. Şu an T.C.'nin başbakanı olan zat-ı muhterem zamanında ne demişti ? "Cumhurbaşkanı'nın imam hatip liseli olacağı günler yakındır." Aynı zamanda bu zat-ı muhterem, seçilmeden önce meydanlarda türban üzerine nutuklar atarken, seçildikten sonra arada bir provakatif söylemler dışında türbanın adını anmamaktadır Cumhurbaşkanının lise eğitiminin imam-hatip olması niye bu kadar önemli. Zaten sadece lise mezunu birinin cumhurbaşkanı olması mümkün değil. Dahası anayasamız cumhurbaşkanının hangi üniversite mezunlarından olamayacağını da belirtmemiş. Dolayısıyla İlahiyat fakültesi mezunu dahi cumhurbaşkanı olabilir. Ve dahası Cumhurbaşkanının cumhuru teslim etmesi gerekir. Siz söyleyin, şu anki cumhurreisi bu halkı temsil ediyor mu? Ben Tayyip Erdoğan'ın türban konusundaki yaklaşımını zaten ahlaki bulmuyorum. Bu güne kadar bu sorun çözülmeliydi zira anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidar olmuş bir parti bunu yapmak için neyi bekliyor...Herhangi bir şeyi beklemiyor. (Cumhurbaşkanlığı seçimi ayrıca tartışılabilir bu konuda bazı sözlerim mevcut forumda)..Bana kalırsa bu konuyu bugüne kadar çözmeliydi. Bu iki konu da üzerinden siyaset yapmaya oldukça elverişli, birilerinin de bunlara kanmaya meyilli olduğu konulardır. Asıl sorulması gereken soru İmam Hatip Lisesi mezunlarının sorunu değil, neden bu kadar çok İmam Hatip Lisesi olduğudur. Bu siyaseti gerektiren de bu konuda yasak konulmasıdır. Bu konuda devletin seçkinlerince yasaklar konulmasaydı bu konuda sanmıyorum ki siyaset yapılabilseydi. Daha önce tekrarladım Türkiye de İmam Hatip Liseleri tam manasıyla bir meslek lisesi olarak kurulmamıştır. Ve bu işleve sahip değildir. Ve hatta imamlık aslında islam nazarında bir meslek de değildir. Türkiye de imam hatiplere öğrenci gönderen birçok veli okullara çocuklarını hem okusun ve hemde dinini öğrensin diye göndermişlerdir. Ve İmam Hatip Liselerinin artışı bu amacı gerçekleştirmek içindir. Unutmayın ki, bugün İslam'da başörtüsünün zorunlu olup olmadığı da tartışmalıdır sayın bekir... Bir tartışmada sunacağınız argümanları özenle seçmenizi tavsiye ederim. Konu zorunluluk değildir. Konu inançtır... "Ben böyle inanıyorum. Benim inancımın gereği budur" demenin önünde de hiç bir engel yoktur. Yoksa birisi çıkar, "Falanca ayete göre başörtme zorunluluğu yoktur" der, kestirip atar. Biz ayetleri defaatle yayınladık. Var mı yok mu bu bellidir. Ben bu konudaki gerekçeleri ve ayetleri incelediğim için söyledim. Dahası, bazı eklemelerde de bulundum. Bugün başıörtülü biri görüldüğünde hemen onun müslüman olduğu söylenir dedim. Dolayısıyla artık başörtüsü islamın simgesi olmuştur dedim. Tüm dünyada sanırım bir tek biz Türkler başörtüsü islamda var mı yok mu bunu tartışıyoruz. Amerikalı Neo-Conların bile aklına gelmiyordur bu konu... Ben zamanında uygun örnekler de getirmiştim de, yorum alamadık.. Hani türbandan sonra inanç gereği nelerin istenebileceği hususunda... Hatırlatmama gerek yoktur sanırım... Bu soruyu tam olarak hatırlamıyorum ama...Madem burada hatırlatmışsınız ben kısaca cevaplamaya çalışayım. İnançların gerekleri topluma çok saçma gelen, inanılmaz kötü, abuk subuk şeyler değildir. Dolayısıyla inançların gereği istenecek olan şeyler korkutucu konular değildir. Ancak, olabilecek olanlar vardır olamayacak olanlar vardır. Bugüne kadar devlet bir orta yol arayışında olmadığı için bugün bir mesele yaşanıyor. Bu meseleyi bugün devletimiz alevi vatandaşlarla da yaşamaya başladı. İnançlara destek olmak veya karşı durmak çözüm değildir. Mesele türbandan sonra ne istenebilir. Aslında siz hatırlatsanız iyi olur... Sakal bırakmak mı, haç takmak mı, namaz kılacak vakit istemek mi, cuma namazlarında izin istemek mi, bunların haricinde ne var aklınıza gelen...Benim aklıma pek fazla birşey gelmiyor, bunu ciddi ciddi söylüyorum... Madem sizin için bu kadar önemli, söyliyeyim... İşletme Fakültesi mezunuyum.. Ben de bir meslek lisesinde (Ticaret Meslek Lisesi) okudum. Ama hiç bir zaman İmam Hatipliler gibi sorun etmedim... Gelelim en son bu meseleye... Bir yerde hatırlıyor musunuz: Bu arada ben de liseyi Ticaret Lisesinde okudum. Evrim teorisini sular seller gibi biliryorsunuz, bana keşke iktisat okusaydınız, okumuş olsaydım dediklerime güleceğimi söylüyorsunuz (ben çoğu zaman dediklerime gülerim zaten). Felsefeden, siyaset biliminden, hukuktan, biyolojiden ahkam kesiyorsunuz ve sonra da beni samimiyetsiz bulduğunuzu söylüyorsunuz evrim teorisi hakkındaki sözlerim neticesinde. Vallahi ben de akademik kariyerinizi fena halde merak ettim. Hem iktisat okumu, hem biyoloji uzmanı olmuş ve hem de siyaset, felsefe hakkında hiç korkmadan hüküm verebilecek nasıl bir eğitim, nasıl bir akademik kariyer var Türkiyede. İnşallah ilkokul mezunu değilsinidir. Yanlış anlaşılmasın ilkokul mezunlarına bir dokundurmada bulunmuyorum. Ama bu kadar geniş konularda hüküm verebilecek olanlar bir onlardır bir de felsefenin 2. sınıfında olanlar. Kardeşim mezuniyetiniz nedir? Bütün konuları kapsayacak Türkiyede hangi mezuniyet vardır. Ben evrim teorisi hakkında malumat sahibi olmadığımı defaatle belirttim zaten. Eleştirilerimi kendim ortaya sererim o kadar. Kanıtlanmış, kanıtlanmamış benim işim değil. Bu sizin işiniz. böyle bir mesele olmuştu...Evrim teorisi hakkındaki sözlerimle ilgili olarak madem bu konuda bir mezuniyetiniz yok niye bu konuda konuşuyorsunuz falan demiştiniz...Tam olarak sözleri hatırlayamadım...Aranınca bulunur herhalde... Aslında mezuniyetin benim için hiçbir hükmü yoktur. Sözü mantıkla tartmaya çaba gösteririm, ancak o branşta eğitim almış birini daha dikkatli dinlerim bütün fark budur. Örneğin işletmeyle ilgili sizin söyleyeceklerinizle benimkisi arasında bir tercih sorunu yaşacak olan biri olursa mantık çerçevesinde sizin sözlerinizi daha fazla dikkate alması gerekir benim nazarımda... Mesele bunlardan ibarettir...Selamlar ile... QUOTE Denilen alıntı şeysi işe yaramıyordu böyle yapmak zorunda kaldım...Kırmızı olanlar size ait... Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 İşletme Fakültesi mezunu olduğunuzu öğrendikten sonra ciddi ciddi konumuza dönebiliriz. Yasağın meşru gerekçesi demişsiniz. Sayın yam yam meşru nedir? Sorunun cevabı zor...Halkın inançlarına uygunluk mudur? Veya yapılan eyleme yönetilenlerce verilen değer midir? Bunları geçeyim ve ben meşruluğu hukukilikle özdeşleştireyim. Bana yasağın hukuki mantığını anlatabilir misiniz? Ben çeşitli hukukçulardan alıntılarda bulundum konu içerisinde dikkat ettiniz mi? Danıştay'ın sokakta dahi türbanı yasaklayan kararı mahkemelerimizde yer etmiş olan bir tutumu gözler önüne seriyor dedim. Verilen savaş türbana karşı verilen bir savaş değil. İrticaya karşı verilen bir savaş da değil. İrticaya karşı savaş verilecek olsaydı savaşın daha çok erkekler üzerinden yürütülmesi gerekirdi. Ve dahası irtica ile başörtüsünü bir ve aynı görmek yanlıştır. Aşağıdaki alıntıyı hatırlıyor olabilir misiniz?Bu ve buna benzer onlarca metin ve soru...Cevaplarını gördünüz mü? ALINTI-KENDİMDEN Bir başka başlık altında size türban yasağının (kılık kıyafet yönetmelikleri ile yasaklanmıştır) dayanağı olan anayasa maddelerini saymıştım. Devletin bir dini olamayacağını, bağlı oldukları kurumlarda devleti temsil edenlerin de görevleri esnasında taraflığını ifşa edecek nesneleri taşıyamayacaklarını söylemiştim. Danıştay'ın sokak ile ilgili vermiş olduğu karar, devlet memurlarının işe gidip gelme esnasını kapsıyor sayın bekir. Bu kararı beğenmeyebilirsiniz. Ama bunlar üzerinden devleti din düşmanı olarak göstermeye çalışmak da abesle iştigaldir. Cumhurbaşkanının lise eğitiminin imam-hatip olması niye bu kadar önemli. Zaten sadece lise mezunu birinin cumhurbaşkanı olması mümkün değil. Dahası anayasamız cumhurbaşkanının hangi üniversite mezunlarından olamayacağını da belirtmemiş. Dolayısıyla İlahiyat fakültesi mezunu dahi cumhurbaşkanı olabilir. Ve dahası Cumhurbaşkanının cumhuru teslim etmesi gerekir. Siz söyleyin, şu anki cumhurreisi bu halkı temsil ediyor mu? Ben Tayyip Erdoğan'ın türban konusundaki yaklaşımını zaten ahlaki bulmuyorum. Bu güne kadar bu sorun çözülmeliydi zira anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidar olmuş bir parti bunu yapmak için neyi bekliyor...Herhangi bir şeyi beklemiyor. (Cumhurbaşkanlığı seçimi ayrıca tartışılabilir bu konuda bazı sözlerim mevcut forumda)..Bana kalırsa bu konuyu bugüne kadar çözmeliydi. Evet şu anki cumhurbaşkanı cumhuru temsil ediyor. İddia ediyorum ki, bugün sayın Sezer ile ilgili bir referandum yapılsa, büyük çoğunluğu Sezer'den yana olacaktır. Zira hala halkın büyük çoğunluğu cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmaktadır. Laiklik ilkesi de buna dahildir. Sizin sayınız sandığınız kadar fazla değil sayın bekir... Bu siyaseti gerektiren de bu konuda yasak konulmasıdır. Bu konuda devletin seçkinlerince yasaklar konulmasaydı bu konuda sanmıyorum ki siyaset yapılabilseydi. Daha önce tekrarladım Türkiye de İmam Hatip Liseleri tam manasıyla bir meslek lisesi olarak kurulmamıştır. Ve bu işleve sahip değildir. Ve hatta imamlık aslında islam nazarında bir meslek de değildir. Türkiye de imam hatiplere öğrenci gönderen birçok veli okullara çocuklarını hem okusun ve hemde dinini öğrensin diye göndermişlerdir. Ve İmam Hatip Liselerinin artışı bu amacı gerçekleştirmek içindir. Biz ayetleri defaatle yayınladık. Var mı yok mu bu bellidir. Ben bu konudaki gerekçeleri ve ayetleri incelediğim için söyledim. Dahası, bazı eklemelerde de bulundum. Bugün başıörtülü biri görüldüğünde hemen onun müslüman olduğu söylenir dedim. Dolayısıyla artık başörtüsü islamın simgesi olmuştur dedim. Tüm dünyada sanırım bir tek biz Türkler başörtüsü islamda var mı yok mu bunu tartışıyoruz. Amerikalı Neo-Conların bile aklına gelmiyordur bu konu... Laik bir devletin din adamı da, dini öğretmek amacıyla da okul kurması beklenemez. Ya bunu ülkedeki tüm dinler için yapacaktır, ya da hiçbiri için yapmayacaktır. Ancak "Diyanet" diye bir kurum olduğu için şu an devlet din adamı yetiştirmeye de mecburdur. Bunun dışında devletin din eğitimi veren okullar açması beklenemez. Rahibeler de hristiyanlığın simgesi olmuştur sayın bekir. Siz orada söylemek istediğimi anlayamadınız sanıyorum. Rahibeler ile ilgili verdiğim örneği "zorunluluk yoktur" gerekçesi ile geçersiz bulduğunuzu ifade ettiniz. Ben türban İslam'ı simgelemez diye bir imada dahi bulunmadım. Bu soruyu tam olarak hatırlamıyorum ama...Madem burada hatırlatmışsınız ben kısaca cevaplamaya çalışayım. İnançların gerekleri topluma çok saçma gelen, inanılmaz kötü, abuk subuk şeyler değildir. Dolayısıyla inançların gereği istenecek olan şeyler korkutucu konular değildir. Ancak, olabilecek olanlar vardır olamayacak olanlar vardır. Bugüne kadar devlet bir orta yol arayışında olmadığı için bugün bir mesele yaşanıyor. Bu meseleyi bugün devletimiz alevi vatandaşlarla da yaşamaya başladı. İnançlara destek olmak veya karşı durmak çözüm değildir. Mesele türbandan sonra ne istenebilir. Aslında siz hatırlatsanız iyi olur... Sakal bırakmak mı, haç takmak mı, namaz kılacak vakit istemek mi, cuma namazlarında izin istemek mi, bunların haricinde ne var aklınıza gelen...Benim aklıma pek fazla birşey gelmiyor, bunu ciddi ciddi söylüyorum... Memnuniyetle hatırlatırım sayın bekir... 1- Dini inanç gereği sınıfların haremlik-selamlık şeklinde ayarlanması istenebilir... 2- Eğitimcilerin, sadece hemcinslerinin derslerine girmeleri istenebilir... 3- Evrim teorisi dini inancına uygun olmadığı için derslerden bu konuların çıkarılarak dini inanca uygun olan yaradılışçı konuların konması istenebilir, ya da bu derslerden muaf tutulmak istenebilir.. 4- Ders saatlerinin namaz vakitlerine uyarlanması istenebilir... 5- "62/9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır" ayetine istinaden cuma vakitleri için muafiyet istenebilir... 6- "5/51- Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. " ayetine istinaden bu inançta olanlarla aynı sınıfta bulunmak istenmeyebilir... 7- Anatomi derslerinde incelenecek kadavraların cinsiyetlerinin, bayanlar için bayan, erkekler için erkek olması istenebilir... 8- Ders aralarında da öğrencilerin birarada bulunacakları ortamların (kantin, cafe vs) haremlik-selamlık şeklinde düzenlenmesi istenebilir. 9- Mubarek gecelerden sonraki gün yapılacak sınavların ertelenmesi istenebilir. Zira öğrenci bütün geceyi ibadet ederek geçirmeyi isteyebilir. Belki siz tüm bunların inancınız için bir zorunluluk olmadığını düşünebilirsiniz. Ama başkaları kendileri için zorunluluk olduğunu iddia edebilir. O zaman ne yapacaksınız? her inanç gereğini yerine mi getireceksiniz? Üstelik bunlar yalnızca müslümanlar için... Ya diğer dine mensup öğrencilerin dini gerekleri ne olacak? Gelelim en son bu meseleye... Bir yerde hatırlıyor musunuz: Bu arada ben de liseyi Ticaret Lisesinde okudum. böyle bir mesele olmuştu...Evrim teorisi hakkındaki sözlerimle ilgili olarak madem bu konuda bir mezuniyetiniz yok niye bu konuda konuşuyorsunuz falan demiştiniz...Tam olarak sözleri hatırlayamadım...Aranınca bulunur herhalde... Aslında mezuniyetin benim için hiçbir hükmü yoktur. Sözü mantıkla tartmaya çaba gösteririm, ancak o branşta eğitim almış birini daha dikkatli dinlerim bütün fark budur. Örneğin işletmeyle ilgili sizin söyleyeceklerinizle benimkisi arasında bir tercih sorunu yaşacak olan biri olursa mantık çerçevesinde sizin sözlerinizi daha fazla dikkate alması gerekir benim nazarımda... Mesele bunlardan ibarettir...Selamlar ile... Size konuyu hatırlatayım öyleyse sayın bekir... "Konu bilimsel bir konudur. Okullarda okutulan/okutulmaya çalışılan, öğrencilerin öğrenimini ve düşünce yapısını ilgilendiren önemli bir konudur. TÜBA'da devlet eliyle kurulan bilimsel bir akademi olarak bu konuya taraftır. Sırf dine dayandırılan bir konunun bilim diye ders kitaplarına koymaya çalışmak, ya da dine uygun olmadığı için ders kitaplarından çıkarmaya çalışmak laikliğe aykırıdır. Kusura bakmayın, bu konuda taraf ulemalar ya da müçtehitler değildir. Neyin bilimsel, neyin dine dayalı olduğuna karar verecek olan akademilerdir. TÜBA'nın yaptığı da talihsiz değil, çok yerinde bir açıklamadır. Peki, BAV'ı tanımıyorsunuz, biyoloji ya da evrim ile ilgili bir bilim dalından akademik bir kariyeriniz de yok... Hukuk eğitimi aldığınızı iddia etmiştiniz. E arkadaşım; peki neye dayanarak evrimin bilimsel olmadığını iddia edebiliyorsunuz? Kusura bakmayın, bu konuda sizi samimi bulmuyorum. Zira, sırf Kur'an'a bakarak "evrim bilimsel değildir" diyemezsiniz." http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=167745 Bahsi geçen diyalog, öncesiyle-sonrasıyla vermiş olduğum linkin altında mevcuttur sayın bekir... Herkes her konuda fikrini beyan edebilir. Aksini söylemek ukalalık olur. Ancak bahsettiğiniz konu farklıdır. Ben hiç bir zaman "bu konuda neden konuşuyrosunuz" gibi bir ahmaklık içinde olmadım. Sizin evrimin bilimsel olmadığını iddia etmenize (ya da benim o şekilde algılamama) karşılık olarak söylenmiş sözlerdir onlar. Yoksa ben de bir ilahiyatçı değilim, ya da bilim adamı değilim. Ama blogıma bakın, bilimsel derlemelerimi ve dini konularda eleştirilerimi göreceksiniz. Ancak Dini konularda da, bilimsel konularda da referans ve kaynaklarım ilgili dalların içindendir. İlgili konuya ilişkin yanlış değerlendirmede bulunduğunuzu farkedersiniz umarım. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2006 Selamlar... Kırmızı yazılar YAM YAM'a aitttir... Bir başka başlık altında size türban yasağının (kılık kıyafet yönetmelikleri ile yasaklanmıştır) dayanağı olan anayasa maddelerini saymıştım. Devletin bir dini olamayacağını, bağlı oldukları kurumlarda devleti temsil edenlerin de görevleri esnasında taraflığını ifşa edecek nesneleri taşıyamayacaklarını söylemiştim. Danıştay'ın sokak ile ilgili vermiş olduğu karar, devlet memurlarının işe gidip gelme esnasını kapsıyor sayın bekir. Bu kararı beğenmeyebilirsiniz. Ama bunlar üzerinden devleti din düşmanı olarak göstermeye çalışmak da abesle iştigaldir. Sayın yam yam, bu konuyu tartışmaktan ve anlatmaktan yoruldum. Yasak Anayasa metni veya yönetmelikle konulmaz. Yasaklar Kanunlar, Kanun hükmünde kararnamelerle konur. Anayasa Metinleri yol göstericidir. Ama hiçbir iktidar halkı doğrudan karşısına alamaz. Dolayısıyla böyle kanunlar çıkarmak zordur. İktidar malumunuz üzere seçimle belirlenir ve seçmenler halktır bu sebeple böyle bir yasağı iktidarlar sol olanlar dahi göze alamazlar. CHP'nin seçim öncesi başörtüsü ve Yasar Hocayla beraber gerçekleştirdikleri eylemlere bakabilirsiniz. Ancak, bürokrasinin böyle bir kaygısı yoktur, onlar kanun bulamayınca anayasa metnini devreye sokmuşlardır ve kanun olmadan bir sonuca varmışlardır. Devleti neler üzerinden din düşmanı ilan edebiliriz bana onu söyleyebilir misiniz? Sanmıyorum. Devleti böyle konumlandırmıyor. Bir kısım elitten bahsediyorum. Dokunulamayan, seçilemeyen bir kısım elitten...Halkın üstünde kendilerini gören zevattan...Ben de laiklik konusunda sizinle aynı fikirdeyim. Madem bu ülkede laiklik denen birşey var o halde her şey aslına rücu ettirilmelidir. Benim derdim, halkın oyu ile bazen laiklik ilkesi karşı karşıya gelebiliyor bu noktada ne yapmak gerekir meselesi. Yoksa laikliğin tanımı bana göre belli. İki saç ayağı üzerine kurulu bir sistem. Ne devlet dinlere karışacak ve ne de dini kendisine karıştırıcak. Düşünce özgürlüğünü sağlayan ilke falan demeyeceğim. Ancak bu noktada ortaya Türkiye de acaba seçkin elitimiz devletin dine karışmamasını istermi? Hayır. Türkiyede işleyen sistem devlet dine karışmalı ama dini kendisine karıştırmamalı. Bu laiklik adına da yanlıştır. Türkiye'nin Kurucular Diyanet'i kurdurmuşlardır ki sünni islam inancını ılımlı bir hale koymak içindir bu...Danıştay'ın sokak ile ilgili vermiş olduğu karar ise bir tutumun ifadesidir. Beğenip beğenmeme meselesi değildir. Laiklik ilkesi gereğince kamuda dini bir şeyi yasaklamış olabilirsiniz, bunun (kanun olmadığı halde) laiklik ilkesine dayandırılmasını anlayabiliriz ama sokaktaki yasaklamayı dayandıracak hiçbir gerekçe olamaz. O halde burada bir hasımlık meselesi vardır. Evet şu anki cumhurbaşkanı cumhuru temsil ediyor. İddia ediyorum ki, bugün sayın Sezer ile ilgili bir referandum yapılsa, büyük çoğunluğu Sezer'den yana olacaktır. Zira hala halkın büyük çoğunluğu cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmaktadır. Laiklik ilkesi de buna dahildir. Sizin sayınız sandığınız kadar fazla değil sayın bekir... Ben Cumhuriyetin temel nitelikleri denildiğinde hep biraz temkinli duruyorum. Bu sloganlaşmış sözü açıkçası pek sevmiyorum. Geçen yıl bu Cumhurbaşkanımız Ramazan ayı içerisinde güzel güzel suyunu içiyordu gündüz vakti. Halkın yarısından fazlası oruç tutarken kendisi umursamıyordu. Bana hep soğuk yüzlü geldi. Oruç içerisindeki o davranışı da bana kötü gelmişti. Yanlış anlaşılmasın oruç tutmayabilir, kimseyi bununla suçlayamayız, nihayetinde islama inanan birine pek benzemiyor, ancak temsil ettiği halkın yarısından fazlasınan oruç tuttuğunun bilincindedir herhalde. Ben sayımızın kaç olduğunun hiç çetelesini tutmaya çalışmadım. Her defasında da nicelik değil nitelik önemlidir dedim. Tabiki halktan bahsediyorsak sayı önem kazanabiliyor. Kimin sayısı daha fazla en azından bunu seçimlerde görüyoruz. Ama her ne ise, belki de haklı olabilirsiniz. Sayımız çok az da olabilir...O halde niye bizden korkuyorlar ...Referandumun ne ile sonuçlanacağını kimse bilemez. Aslında ben Cumhurreisinin doğrudan halk tarafından seçilmesi taraftarıyım. Böylece meşruluğu en üst seviyede olacaktır. İnşallah birgün Cumhurbaşkanını alicengiz oyunları olmadan (Türkiye de en sancılı seçimler Cumhurbaşkanlığı seçimleridir ve hemen her seçim öncesi işe askerler de karışır) doğrudan halk seçer.. Laik bir devletin din adamı da, dini öğretmek amacıyla da okul kurması beklenemez. Ya bunu ülkedeki tüm dinler için yapacaktır, ya da hiçbiri için yapmayacaktır. Ancak "Diyanet" diye bir kurum olduğu için şu an devlet din adamı yetiştirmeye de mecburdur. Bunun dışında devletin din eğitimi veren okullar açması beklenemez. İşte meselerden bir tanesi budur. Türkiye tam manasıyla laik bir devlet değildir. Laik bir devlet bunu tüm dinler için dahi yapamaz. Sadece olsa olsa hiç bir dine karışmayacaktır. Madem laik bir devletimiz var Diyanet ilk kaldırılacak kurum olmalıdır. Laik olduğunu iddia eden hiç bir devlet din adamı yetiştirme tekelini üzerine alamaz. Din adamları kendi kendini yetiştirirler, ama dediğimiz gibi devletimiz laikliği işine geldiği gibi yorumlamakta, işine geldiği gibi kullanmaktadır. Rahibeler de hristiyanlığın simgesi olmuştur sayın bekir. Siz orada söylemek istediğimi anlayamadınız sanıyorum. Rahibeler ile ilgili verdiğim örneği "zorunluluk yoktur" gerekçesi ile geçersiz bulduğunuzu ifade ettiniz. Ben türban İslam'ı simgelemez diye bir imada dahi bulunmadım. Memnuniyetle hatırlatırım sayın bekir... Sanmıyorum. Evet rahibe gördüğümüzde aklımıza hristiyan olduğu gelir. Siz de sanıyorum benim kastımı anlamadınız. Bir inançta zorunlu olan ögeler vardır ve dolayısıyla yapılması mecburidir. Bunda kişilerin herhangi bir yapıp yapmama yetkileri ve hakları yoktur. Hristiyanlıkta rahibe olmak zorunlu değildir ancak islamda kadınların başlarını örtmesi zorunluluktur. Ancak 28 Şubat sürecine gelene kadar kimsenin aklına başörtüsü islamın nasslarında var mıdır yok mudur sorusu takılmıyordu. Rahibe olmak zorunlu değilken kişi böyle yaşamayı seçmiştir. Ve dahası rahibeler belli yerlerde ikamet ederler ve almak istedikleri eğitimi alacakları yer bellidir. Üniversiteler değil. Ancak başörtüsü 1. bir tercih meselesi değildir, 2. si islama herkes inanabilir ama islam onu belli bir eğitim almaya, belli bir yerde ikamet etmeye yöneltmez. Başörtülü biri üniversite okuyabilir, ama rahibeliği seçmiş biri bu tercihiyle üniversiteyi değil kliseyi seçmiştir. Dolayısıyla örnekte böyle bir hata vardır. Ama ben sanırım cümlelerimin sonunda Toplumdaki rahibe nüfusu kadınların %50'ye yakınını bulursa ve rahibelerin de bu kıyafetleriyle eğitim almak istemeleri gündeme gelirse ona da bir çözüm aranmalıdır gibi şeyler söylemiş olmalıyım. 1- Dini inanç gereği sınıfların haremlik-selamlık şeklinde ayarlanması istenebilir... 2- Eğitimcilerin, sadece hemcinslerinin derslerine girmeleri istenebilir... 3- Evrim teorisi dini inancına uygun olmadığı için derslerden bu konuların çıkarılarak dini inanca uygun olan yaradılışçı konuların konması istenebilir, ya da bu derslerden muaf tutulmak istenebilir.. 4- Ders saatlerinin namaz vakitlerine uyarlanması istenebilir... 5- "62/9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır" ayetine istinaden cuma vakitleri için muafiyet istenebilir... 6- "5/51- Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. " ayetine istinaden bu inançta olanlarla aynı sınıfta bulunmak istenmeyebilir... 7- Anatomi derslerinde incelenecek kadavraların cinsiyetlerinin, bayanlar için bayan, erkekler için erkek olması istenebilir... 8- Ders aralarında da öğrencilerin birarada bulunacakları ortamların (kantin, cafe vs) haremlik-selamlık şeklinde düzenlenmesi istenebilir. 9- Mubarek gecelerden sonraki gün yapılacak sınavların ertelenmesi istenebilir. Zira öğrenci bütün geceyi ibadet ederek geçirmeyi isteyebilir. Korkularınızın hepsi bu muydur? Ben daha kötü şeyler bekliyordum. Bu şıkların birçok kısmı kolayca geçiştirilebilecek şeyler. Ben acaba şeriat devletinden bahseder misiniz diye bekliyordum. Dost edinmeyle ilgili sizinle upuzun bir tartışmamız oldu ama beni sanırım hiç dinlemediniz. Ama örneklere baktığımda hemen tamamı erkek ve kızların birbirinden uzak olmalarıyla alakalı... ...Neyse bolca vaktiniz var, daha korkunç taleplerimiz olmalı, böyle basit şeyler için canınızı sıkmayın. Yukarda bahsettiklerinizin olsada olmasa da pek fazla birşey değişmez. Şimdi ihtimal ki, nasıl değişmez diye bir çıkışta bulunabilirsiniz...Ben kendi açımızdan olmayada bilir demek istiyorum. Niye sınavlar ertelensin, ders arasında haremlik selamlık uygulamanıza gerek yok, biz daha pratik olarak kızları okutmayız olur biter ...Biz yahudileri dost edinmeyiz ama zor durumda kim olursa olsun ona yardım ederiz. Yaratılanın yaratandan ötürü değer arzettiğinin şükür ki bilincindeyiz. Kimseyi asıp kesmek gibi de bir derdimiz yok. Biz inanmayan herkesi doğru yol olan İslama davet ederiz. Dolayısıyla yahudiler de bir gün dostumuz olabilir. Cuma günü namaz vakti (10 saatlik bir süre değildir, 30 dakikada kılınır) izin verilse ne olur. Verilmiyor ne oluyor. Cumu günleri her yerde Cuma namazı eğer 11:30'da vakit giriyorsa 12:00 de kılınıyor. 12:50'de kılınırsa da 13:20 gibi biter 20'dakika inanan erkekler namaz kılsalar ve akşam bu vakti çalışarak telafi etseler ne olur. Konu tıbbi birşey olduğunda yasağın daralma ihtimali vardır. Hatta denirki doktora ayıp yoktur. Ama Siz söyleyin bu o kadar abartılı birşey midir? Yani kadavranın cinsiyeti bayan için bayan erkek için erkek olsa ne olur. Bir de Türkiye gibi mutaassıp bir toplumda yaşıyoruz. Gelişmiş şehirlerimiz de dahil, kadınlarımız doktora gittiğinde karşılarında erkek bir doktor gördüklerinde tedirgin oluyorlar. Kadınların özel hallerine daha vakıf olması gereken ve utanıp sıkılmayacakları hemcinslerinin onlara bakması daha iyi değil midir? Ama bu bir ütopyadır, zira biz daha bütün topluma yetecek doktor ihtiyacını karşılayamamışız. Her ne ise bu meselede bana kalırsa pek korkulacak bir mesele değil. Evrim teorisini gene dillendirmişsiniz...Ben karışmayacağım, şu an da da zaten ders kitaplarında tam olarak yerini almış değil. Namaz vakti ve ders saati (örneklerin birçoğu niye eğitim üzerinde acaba) meselesine de değineyim. Böyle birşeye gerek yok. Zaten öğle namazı vakti 10 dakikada geçen birşey değildir. Namaz 12:00-13:00 saatleri arasına denk geliyorsa öğretmen o saatte rahatlıkla kılabilir zira bu vakit öğle yemeği vaktidir, yok daha erkene geliyorsa yukarda belirttiğim saatin gelmesini bekleyebilir, yok 13:00 den sonraya geliyorsa ilk teneffüs arasında namazını kılabilir. İkindi namazı için de aynı durumun ikinci kısmı vakidir. Dolayısıyla bu da o kadar önemli değildir. Benim korkum bu müslümanlar acaba şeriatle yönetilmek isterler mi meselesi Belki siz tüm bunların inancınız için bir zorunluluk olmadığını düşünebilirsiniz. Ama başkaları kendileri için zorunluluk olduğunu iddia edebilir. O zaman ne yapacaksınız? her inanç gereğini yerine mi getireceksiniz? Üstelik bunlar yalnızca müslümanlar için... Ya diğer dine mensup öğrencilerin dini gerekleri ne olacak? Size konuyu hatırlatayım öyleyse sayın bekir... Sanırım bu sözlerinizi yukarda cevapladım. Diğer dine mensupların isteklerinin neler olabileceğini bilmiyorum, neler olabileceğini söylerseniz, ehemmiyeti olur mu olmaz mı tartışırız. En son kısma değinmek istemiyorum, alınılan eğitimle söylenen sözlere dair cümlelerim yukarda mevcuttur. Selamlar ile... Quote denilen şeyle uğraşmak istemiyorum o yüzden yazılarınızı kırmızıya boyamaya devam ediyorum... Alıntı
Φ siyahx Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2006 Ne o gerçekler işine gelmedi mi Bekir efendi? Evet burası Türkiye. Türkiye cumhuriyeti de laik ve demokratik bir ülke. Bu ülkenin kanunları-kuralları var ve herkes buna uymak mecburiyetinde. Nasıl ki Arabistan'a, İran'a gidildiğinde başını kapamak zorundaysan, oradaki kıyafet kanununa uymak zorundaysan bu ülkenin de kanunlarına uymak zorundasın. T.C laik ve demokratik bir ülke diyosun tamam bu konuda sana katılıyorum ama gerçekten laik ve demokratikse niye insanlar çeşitli işlerle,şekillerle başlarını açmaya zorlanıyor?hani nerde kaldı demokrasi nerde kaldı kişilerin özgürlüğü? Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 28 Eylül , 2006 Sayın yam yam, bu konuyu tartışmaktan ve anlatmaktan yoruldum. Yasak Anayasa metni veya yönetmelikle konulmaz. Yasaklar Kanunlar, Kanun hükmünde kararnamelerle konur. Anayasa Metinleri yol göstericidir. Ama hiçbir iktidar halkı doğrudan karşısına alamaz. Dolayısıyla böyle kanunlar çıkarmak zordur. İktidar malumunuz üzere seçimle belirlenir ve seçmenler halktır bu sebeple böyle bir yasağı iktidarlar sol olanlar dahi göze alamazlar. CHP'nin seçim öncesi başörtüsü ve Yasar Hocayla beraber gerçekleştirdikleri eylemlere bakabilirsiniz. Ancak, bürokrasinin böyle bir kaygısı yoktur, onlar kanun bulamayınca anayasa metnini devreye sokmuşlardır ve kanun olmadan bir sonuca varmışlardır. Devleti neler üzerinden din düşmanı ilan edebiliriz bana onu söyleyebilir misiniz? Sanmıyorum. Devleti böyle konumlandırmıyor. Bir kısım elitten bahsediyorum. Dokunulamayan, seçilemeyen bir kısım elitten...Halkın üstünde kendilerini gören zevattan...Ben de laiklik konusunda sizinle aynı fikirdeyim. Madem bu ülkede laiklik denen birşey var o halde her şey aslına rücu ettirilmelidir. Benim derdim, halkın oyu ile bazen laiklik ilkesi karşı karşıya gelebiliyor bu noktada ne yapmak gerekir meselesi. Yoksa laikliğin tanımı bana göre belli. İki saç ayağı üzerine kurulu bir sistem. Ne devlet dinlere karışacak ve ne de dini kendisine karıştırıcak. Düşünce özgürlüğünü sağlayan ilke falan demeyeceğim. Ancak bu noktada ortaya Türkiye de acaba seçkin elitimiz devletin dine karışmamasını istermi? Hayır. Türkiyede işleyen sistem devlet dine karışmalı ama dini kendisine karıştırmamalı. Bu laiklik adına da yanlıştır. Türkiye'nin Kurucular Diyanet'i kurdurmuşlardır ki sünni islam inancını ılımlı bir hale koymak içindir bu...Danıştay'ın sokak ile ilgili vermiş olduğu karar ise bir tutumun ifadesidir. Beğenip beğenmeme meselesi değildir. Laiklik ilkesi gereğince kamuda dini bir şeyi yasaklamış olabilirsiniz, bunun (kanun olmadığı halde) laiklik ilkesine dayandırılmasını anlayabiliriz ama sokaktaki yasaklamayı dayandıracak hiçbir gerekçe olamaz. O halde burada bir hasımlık meselesi vardır. Yönetmelik nedir sayın bekir? Yönetmelikler ne için vardır? Öyle bir ifade ediyorsunuz ki, sanki yönetmeliklerin bağlayıcılığı yokmuş, ya da yönetmelikler yasalara dayanmıyormuş gibi bir anlam vermeye çalışıyorsunuz. "Türban yasağı meşru değildir." demeye getiriyorsunuz. Peki sorarım size ; yönetmeliklerin bağlayıcılığı yok mudur? Evet devletin elit kesimi devletin dine karışmasını ister. Diyanet de bu yüzden vardır zaten. Dinin gözetim altında tutulması için. Aksi takdirde şu an için dini tarikatların eline bırakmak anlamına gelir. Bugün belki batıda bunun bir örneği yok ama, batıda dini esaslara dayalı bir devlet kurmak isteyen zümre de yok... Ben Cumhuriyetin temel nitelikleri denildiğinde hep biraz temkinli duruyorum. Bu sloganlaşmış sözü açıkçası pek sevmiyorum. Geçen yıl bu Cumhurbaşkanımız Ramazan ayı içerisinde güzel güzel suyunu içiyordu gündüz vakti. Halkın yarısından fazlası oruç tutarken kendisi umursamıyordu. Bana hep soğuk yüzlü geldi. Oruç içerisindeki o davranışı da bana kötü gelmişti. Yanlış anlaşılmasın oruç tutmayabilir, kimseyi bununla suçlayamayız, nihayetinde islama inanan birine pek benzemiyor, ancak temsil ettiği halkın yarısından fazlasınan oruç tuttuğunun bilincindedir herhalde. Ben sayımızın kaç olduğunun hiç çetelesini tutmaya çalışmadım. Her defasında da nicelik değil nitelik önemlidir dedim. Tabiki halktan bahsediyorsak sayı önem kazanabiliyor. Kimin sayısı daha fazla en azından bunu seçimlerde görüyoruz. Ama her ne ise, belki de haklı olabilirsiniz. Sayımız çok az da olabilir...O halde niye bizden korkuyorlar ...Referandumun ne ile sonuçlanacağını kimse bilemez. Aslında ben Cumhurreisinin doğrudan halk tarafından seçilmesi taraftarıyım. Böylece meşruluğu en üst seviyede olacaktır. İnşallah birgün Cumhurbaşkanını alicengiz oyunları olmadan (Türkiye de en sancılı seçimler Cumhurbaşkanlığı seçimleridir ve hemen her seçim öncesi işe askerler de karışır) doğrudan halk seçer.. Temkininizi anlayabiliyorum sayın bekir. Zira cumhuriyetin temel nitelikleri, devrim kanunlarını ifade eder. Sanırım bu alerjik bir vaka. Size Nutuk'u okumanızı öneririm. Zira içinde devrimlerin yapıldığı dönemin şartlarını ilk elden görebilirsiniz; ayrıca bu sözün üzerinde neden bu kadar durulduğunu da anlayabilirsiniz. Cumhurbaşkanı siyaset adamı değildir. Cumhurbaşkanının işi siyaset de değildir. Bu yüzden halk tarafından seçilmiyor olması, onun orada bulunmasının meşruiyetine zarar vermez. Türkiye her önüne geleni imzalayan cumhurbaşkanları da gördü. Bazı kesimler aynı yaklaşımı sayın Sezer'den göremedikleri için O'na karşı bir antipatilerinin oluşması doğal. İşte meselerden bir tanesi budur. Türkiye tam manasıyla laik bir devlet değildir. Laik bir devlet bunu tüm dinler için dahi yapamaz. Sadece olsa olsa hiç bir dine karışmayacaktır. Madem laik bir devletimiz var Diyanet ilk kaldırılacak kurum olmalıdır. Laik olduğunu iddia eden hiç bir devlet din adamı yetiştirme tekelini üzerine alamaz. Din adamları kendi kendini yetiştirirler, ama dediğimiz gibi devletimiz laikliği işine geldiği gibi yorumlamakta, işine geldiği gibi kullanmaktadır. Bu konuya yukarıda değinmiştim. Diyanet denen kurumun varlığından rahatsızım. Ancak din tarikatların eline de bırakılmaz. Buna bir çözüm bulunması gerekir. Sanmıyorum. Evet rahibe gördüğümüzde aklımıza hristiyan olduğu gelir. Siz de sanıyorum benim kastımı anlamadınız. Bir inançta zorunlu olan ögeler vardır ve dolayısıyla yapılması mecburidir. Bunda kişilerin herhangi bir yapıp yapmama yetkileri ve hakları yoktur. Hristiyanlıkta rahibe olmak zorunlu değildir ancak islamda kadınların başlarını örtmesi zorunluluktur. Ancak 28 Şubat sürecine gelene kadar kimsenin aklına başörtüsü islamın nasslarında var mıdır yok mudur sorusu takılmıyordu. Rahibe olmak zorunlu değilken kişi böyle yaşamayı seçmiştir. Ve dahası rahibeler belli yerlerde ikamet ederler ve almak istedikleri eğitimi alacakları yer bellidir. Üniversiteler değil. Ancak başörtüsü 1. bir tercih meselesi değildir, 2. si islama herkes inanabilir ama islam onu belli bir eğitim almaya, belli bir yerde ikamet etmeye yöneltmez. Başörtülü biri üniversite okuyabilir, ama rahibeliği seçmiş biri bu tercihiyle üniversiteyi değil kliseyi seçmiştir. Dolayısıyla örnekte böyle bir hata vardır. Ama ben sanırım cümlelerimin sonunda Toplumdaki rahibe nüfusu kadınların %50'ye yakınını bulursa ve rahibelerin de bu kıyafetleriyle eğitim almak istemeleri gündeme gelirse ona da bir çözüm aranmalıdır gibi şeyler söylemiş olmalıyım. Mazeret üretmeyin sayın bekir... Rahibe kıyafeti ile okula gelinmek istendiği takdirde buna izin verilmeli midir? Korkularınızın hepsi bu muydur? Ben daha kötü şeyler bekliyordum. Bu şıkların birçok kısmı kolayca geçiştirilebilecek şeyler. Ben acaba şeriat devletinden bahseder misiniz diye bekliyordum. Dost edinmeyle ilgili sizinle upuzun bir tartışmamız oldu ama beni sanırım hiç dinlemediniz. Ama örneklere baktığımda hemen tamamı erkek ve kızların birbirinden uzak olmalarıyla alakalı... ...Neyse bolca vaktiniz var, daha korkunç taleplerimiz olmalı, böyle basit şeyler için canınızı sıkmayın. Yukarda bahsettiklerinizin olsada olmasa da pek fazla birşey değişmez. Şimdi ihtimal ki, nasıl değişmez diye bir çıkışta bulunabilirsiniz...Ben kendi açımızdan olmayada bilir demek istiyorum. Niye sınavlar ertelensin, ders arasında haremlik selamlık uygulamanıza gerek yok, biz daha pratik olarak kızları okutmayız olur biter ...Biz yahudileri dost edinmeyiz ama zor durumda kim olursa olsun ona yardım ederiz. Yaratılanın yaratandan ötürü değer arzettiğinin şükür ki bilincindeyiz. Kimseyi asıp kesmek gibi de bir derdimiz yok. Biz inanmayan herkesi doğru yol olan İslama davet ederiz. Dolayısıyla yahudiler de bir gün dostumuz olabilir. Cuma günü namaz vakti (10 saatlik bir süre değildir, 30 dakikada kılınır) izin verilse ne olur. Verilmiyor ne oluyor. Cumu günleri her yerde Cuma namazı eğer 11:30'da vakit giriyorsa 12:00 de kılınıyor. 12:50'de kılınırsa da 13:20 gibi biter 20'dakika inanan erkekler namaz kılsalar ve akşam bu vakti çalışarak telafi etseler ne olur. Konu tıbbi birşey olduğunda yasağın daralma ihtimali vardır. Hatta denirki doktora ayıp yoktur. Ama Siz söyleyin bu o kadar abartılı birşey midir? Yani kadavranın cinsiyeti bayan için bayan erkek için erkek olsa ne olur. Bir de Türkiye gibi mutaassıp bir toplumda yaşıyoruz. Gelişmiş şehirlerimiz de dahil, kadınlarımız doktora gittiğinde karşılarında erkek bir doktor gördüklerinde tedirgin oluyorlar. Kadınların özel hallerine daha vakıf olması gereken ve utanıp sıkılmayacakları hemcinslerinin onlara bakması daha iyi değil midir? Ama bu bir ütopyadır, zira biz daha bütün topluma yetecek doktor ihtiyacını karşılayamamışız. Her ne ise bu meselede bana kalırsa pek korkulacak bir mesele değil. Evrim teorisini gene dillendirmişsiniz...Ben karışmayacağım, şu an da da zaten ders kitaplarında tam olarak yerini almış değil. Namaz vakti ve ders saati (örneklerin birçoğu niye eğitim üzerinde acaba) meselesine de değineyim. Böyle birşeye gerek yok. Zaten öğle namazı vakti 10 dakikada geçen birşey değildir. Namaz 12:00-13:00 saatleri arasına denk geliyorsa öğretmen o saatte rahatlıkla kılabilir zira bu vakit öğle yemeği vaktidir, yok daha erkene geliyorsa yukarda belirttiğim saatin gelmesini bekleyebilir, yok 13:00 den sonraya geliyorsa ilk teneffüs arasında namazını kılabilir. İkindi namazı için de aynı durumun ikinci kısmı vakidir. Dolayısıyla bu da o kadar önemli değildir. Benim korkum bu müslümanlar acaba şeriatle yönetilmek isterler mi meselesi Tebrikler sayın bekir... Kendinizce "Yapalım, ne olur" diyerek çözüm üretmişsiniz(!). Peki başka dinlerden olanların da benzer isteklerine de aynı yaklaşımı gösterecek misiniz? Eğer "evet" diyecekseniz, eğitimde düzeni nasıl sağlayacaksınız? Haremlik-selamlık konusuna çözüm bulamadığınız anlaşılıyor. Zira "Ben türban ile okumak istiyorum" demek ile "Ben yalnızca hemcinslerimin olduğu sınıflarda okumak istiyorum" demek arasında fark yoktur. Ya da "Kızımın başını açmasını istemiyorum" demek ile, "Kızımın erkeklerle aynı sınıfta okumasını istemiyorum" demek arasında da fark yoktur. İkisi de inanç özgürlüğüdür. Ama siz buna da "Yapalım, ne olur" gibi bir yaklaşım göstereceksiniz sanırım. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2006 Yönetmelik nedir sayın bekir? Yönetmelikler ne için vardır? Öyle bir ifade ediyorsunuz ki, sanki yönetmeliklerin bağlayıcılığı yokmuş, ya da yönetmelikler yasalara dayanmıyormuş gibi bir anlam vermeye çalışıyorsunuz. "Türban yasağı meşru değildir." demeye getiriyorsunuz. Peki sorarım size ; yönetmeliklerin bağlayıcılığı yok mudur? Sayın Yam Yam, nihayet sürekli olarak tekrarladığım soruyu fark ettiniz. Ama bir şeye de dikkat etmemişsiniz. Ben sorunuzla ilgili daha önce yanıt verdim. Yönetmelik nedir ne değildir bunu daha önce tartıştım. Ama burada bir defa daha tekrarlamakta bir beis görmüyorum. Anayasa m.124) “Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler” Anayasa Mahkemesi Kararı: E.1987/10, K1988. k.t 1988 19.4.1988 R.G. 23.8.1988-19908,s.54 “ Yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi, yönetimin yasallığı ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır…Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında yasalarda düzenlenmemiş bir alanda yasa ile yetkili kılınmış olsa da yürütmenin subjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa’da…..özerk düzenleme yetkisi değil, ancak türevsel ve bağımlı, daha açık bir anlatımla yalnız yasaya dayanan düzenleme yetkisi tanınmıştır. “ Bahsi geçen yönetmeliğin dayanağı nedir. Anayasa da ifadesini bulan laiklik mi? EVVVETTT...Nerede nerede...Anayasada...Aha...Ortada bir sorun var, kanundan bahsedilmiyor. Anayasal metinden bahsediliyor. Olmadı. Kanunlar arasında bir hiyerarşi vardır. Anayasal metnin uygulanmasını kanunlarla düzenlersiniz, kanunun uygulanmasını ise Tüzük ve Yönetmelikle mi? Evvett.. Hiyerarşi budur. Anayasanın uygulanmasını Yönetmelikle düzenlemezsiniz. Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair bir kanunumuz halihazırda mevcuttur. Bu kanun nelerin giyilemeyeceğini saymıştır ancak türban, başörtüsünü saymamıştır. Anayasada ifadesini bulan laiklik ilkesinin kılık ve kıyafette uygulanmasını gösteren kanun budur ama kanun türbanı saymamıştır. Lakin Yönetmeliği çıkartan kişiler bu kanuna dayanarak yönetmelik çıkartmamışlardır. Zira kanunun yasak koymadığı bir noktada yönetmelikle yasak koymak mümkün değildir. Mesele işte budur sayın Yam yam... Yönetmelik kanuna bağlı olduğunda bağlayıcılığı vardır. Şöyle ifade edeyim. 4857 sayılı İş Kanununa bağlı olarak "Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik" i diye bir yönetmelik çıkardınız. Kanunu daha sonra anayasa mahkemesi iptal etti. Dolasıyla Yönetmelik de kendini Kanunlar çöplüğünde bulur. Demem o ki, her yönetmelik bir kanuna dayanmak zorundadır. Evet devletin elit kesimi devletin dine karışmasını ister. Diyanet de bu yüzden vardır zaten. Dinin gözetim altında tutulması için. Aksi takdirde şu an için dini tarikatların eline bırakmak anlamına gelir. Bugün belki batıda bunun bir örneği yok ama, batıda dini esaslara dayalı bir devlet kurmak isteyen zümre de yok...Temkininizi anlayabiliyorum sayın bekir. Zira cumhuriyetin temel nitelikleri, devrim kanunlarını ifade eder. Sanırım bu alerjik bir vaka. Size Nutuk'u okumanızı öneririm. Zira içinde devrimlerin yapıldığı dönemin şartlarını ilk elden görebilirsiniz; ayrıca bu sözün üzerinde neden bu kadar durulduğunu da anlayabilirsiniz. İşte bu kadar. Laikliğiniz de bu kadar. Nevi şahsına münhasır. Gerisinin önemi yok. O kadar üzerinde durduğunuz batıda laikliğin çıkma gerekçelerini okumanızı öneririm ben de. Ve bana kalırsa laiklik tanımımda ben sizden on kat tutarlıyım. Cumhuriyetin Temel Nitelikleri Devrim Kanunlarını ifade edermiş. Türkiye Cumhuriyetinden bahsediyorduk değil mi? Yoksa hangi Cumhuriyetle yönetilen diğer ülkelerde Cumhuriyetin temel nitelikleri devrim kanunlarını ifade eder deseniz hangi devrim kanunları diye sorarlar adama. Desenize bizim Cumhuriyetimizin temel nitelikleri de nevi şahsına münhasırdır. Hasılı biz bize benzeriz. O yüzden kapalı bir toplum olmamız lazım. Aldığımız bütün kavramların önce içini boşaltıp sonra kafamıza göre dolduruluyoruz. Dikkat edin, biberin içerisine pirinç yerine buzağı sokulmaz. Cumhurbaşkanı siyaset adamı değildir. Cumhurbaşkanının işi siyaset de değildir. Bu yüzden halk tarafından seçilmiyor olması, onun orada bulunmasının meşruiyetine zarar vermez. Türkiye her önüne geleni imzalayan cumhurbaşkanları da gördü. Bazı kesimler aynı yaklaşımı sayın Sezer'den göremedikleri için O'na karşı bir antipatilerinin oluşması doğal. Hadi yaa...Acaba 60 darbesinden sonra Ali Fuat Başgil ve Cemal Gürsel arasında halk tarafından bir seçim yapılmak durumunda bulunulsaydı kim seçilirdi. En son seçimlerde adı cumhurun reisi olan bir kişiyi halk seçseydi acaba Ahmet Necdet Sezer mi seçilirdi. Veya Kenan Evren ne derece meşru idi halkın gözünde. Halk tarafından seçilirse meşruluğu artar. iki dereceli seçim sistemi kişilerin meşruluk seviyesini azaltır zira çoğu zaman halkın hiç te memnun olmadığı kişiler çeşitli sebeplerle cumhurreisliği yapmışlardır. Ve her ülkede Cumhurbaşkanının bir işi de siyasettir ve Türkiye de en büyük siyasete her zaman Cumhurbaşkanları yapmıştır. Bu konuya yukarıda değinmiştim. Diyanet denen kurumun varlığından rahatsızım. Ancak din tarikatların eline de bırakılmaz. Buna bir çözüm bulunması gerekir. Din kimin eline bırakılabilinir. Benim işyerinin altında bir tane sayısal loto bayii var acaba ona mı bıraksak. Tutarsızlık budur. Madem laikiz ya tam laik olalım, ya da olmayalım. İşinize gelince laik, gelmeyince müdahaleci. Bunun çözümü budur. Devlet kendisine dini karıştırmak istemiyorsa dinden de elini çekecek. Yarın birgün sünni müslümanlar devletin dine karıştığından bahisle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giderlerse rekor seviyede tazminat ödemek zorunda kalabilir devletimiz maazallah... Mazeret üretmeyin sayın bekir... Rahibe kıyafeti ile okula gelinmek istendiği takdirde buna izin verilmeli midir? Ne mazereti...Yukarda demişim. Böyle bir şey vukuu bulduğunda demokrasinin gerekleri ne ise ona bakarsınız demişim. Ama vukuu bulması mümkün değil, ve ben terzi değilim ki don biçme telaşına düşeyim... Ortada mağdur olduğunda çözüm aranır. Hukukçuların, niye doktor olamadıklarını düşünerek sinir krizine girme ihtimalini dikkate alıp çözüm önerileri sunmamı istemeniz arasında rahibelerle verdiğiniz örnek arasında nazarımca bir fark yoktur. Dolayısıyla bu sorunun cevabını aramak da şu an anlamsızdır. Tebrikler sayın bekir... Kendinizce "Yapalım, ne olur" diyerek çözüm üretmişsiniz(!). Peki başka dinlerden olanların da benzer isteklerine de aynı yaklaşımı gösterecek misiniz? Eğer "evet" diyecekseniz, eğitimde düzeni nasıl sağlayacaksınız? Haremlik-selamlık konusuna çözüm bulamadığınız anlaşılıyor. Zira "Ben türban ile okumak istiyorum" demek ile "Ben yalnızca hemcinslerimin olduğu sınıflarda okumak istiyorum" demek arasında fark yoktur. Ya da "Kızımın başını açmasını istemiyorum" demek ile, "Kızımın erkeklerle aynı sınıfta okumasını istemiyorum" demek arasında da fark yoktur. İkisi de inanç özgürlüğüdür. Ama siz buna da "Yapalım, ne olur" gibi bir yaklaşım göstereceksiniz sanırım. Yapsak da yapmasak da birşey değişmez dedim. Yapalım ne olur değil. Haremlik selamlık konusuna çözüm arayan kim. Böyle bir uygulama mümkün değil ki...Ben kendi evimde yapamıyorum, tabi ev biraz küçük. Acaba 500 metrekare bir evim olsaydı yaparmıydım. Sanmıyorum. Ne alakası var. Kadının hemcinslerine karşı örtünmesiyle erkeklere karşı örtünmesi arasında farklar vardır. Dolayısıyla türbanla okumak istiyorum demek erkeklerle bir arada okumak istiyorum demeye denk gelir (Yanlış anlaşılmaya meydan verecek bir cümle ama idare edelim.) Kadın sadece kadınlardan müteşekkil bir yerde bulunduğunda avret mahalli azalır. Daha fazla ruhsatı vardır. İkincisi inanç özgürlüğü değil bir dayatmadır. Başkalarına birşeyi dayatma. İnanç özgürlüğü ile dayatma arasında fark vardır. Yapalım ne olur...Sizi yalancı çıkarmamak için böyle diyorum. Sahi şimdi düşündüm de yapsak ne olur...Yapmasak müslümanlar adına ne olur. Değişen müslümanlar adına birşey olmaz...Sadece kızlardan müteşekkil bir toplulukta eğitim almak kızlarımızı daha mı dindar yapacaktır, hiç sanmıyorum. Yani ki bugün şunu istiyorlar yarın benim sakallı ve takkeli gezmemi isterler, gibi bir korkuya kapılmanıza gerek yok. Yok eğer diyorsanız ki ben korkarım, ben de ateislerin birgün laiklik adına dinimi ortadan kaldıracağından korktuğum için yazıyorum desem olur mu? Bu quote denen şeyden iyice nefret etmeye başladım. Bir alıntı yapabiliyoruz bir yapamıyorum. Ne oldu da bu forma böyle... Her ne ise...Yazılarınızı tekrar kırmızıya boyadım kusura bakmayın... Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 29 Eylül , 2006 Selamlar... Buraya bir tartışma alanından cümleleri naklediyorum... Türban meselesine bir de böyle bakalım dedim... Hatta bazı arkadaşlar köylerde kimsenin türban takmadığını falan da söylediler...Müslümanların türbanı kamusal alana sokmaya çalıştığını da...Bu sebeple buraya bu konulardaki cevapları yazıyorum... Ku'randa yüz ve ayaklarin disinda heryer kapanacak diye bir ayet bir belirleme yok,var ise hangi surenun kacinci ayeti oldugunuda lütfen belirleyinki bilmeyenlerde okuyup ögrensinler. Diger yandan hep ayni taktigi uyguluyorsunuz,Sefiniz Erbakana kadar bu ülkede ne bir basörtüsü nede bir Türban sorunu olmamisti.Neden Erbakanla diyeceksiniz,bunun tek bir cevabi vardir oda;Dini siyasete alet ederek din üzerinden cikar saglamaya calismak din adi altinda siyasi mevki kazanip ülkenin demokratik rejimini kendi ideolojileri dogrultusunda degistirmek yozlastirmaktir.Sunu hepiniz cok iyi biliyorunuz ama taktik icabi hep masumlari oynamaktan yanasiniz.Türban asla sorun degildir ülkemizde,hepimizin analari bacilari baslari kapali kadinlardir.ve onlara kimse neden basiniz kapali diye sormadi bugüne kadar.Amaciniz dinsel gelenekleri siyasi arenaya tasimaktir.Bütün savasiniz Laiklige karsidir.bütün amaciniz ülkede bir huzursuzluk ortami gelistirmektir,ülkenin türbandan daha önemli cok hayati sorunlari var iken yatip kalkip t ürban kavgasi vermek bence cok manidardir. saygilarla Sayın Yam Yam, nihayet sürekli olarak tekrarladığım soruyu fark ettiniz. Ama bir şeye de dikkat etmemişsiniz. Ben sorunuzla ilgili daha önce yanıt verdim. Yönetmelik nedir ne değildir bunu daha önce tartıştım. Ama burada bir defa daha tekrarlamakta bir beis görmüyorum. . . . Yani ki bugün şunu istiyorlar yarın benim sakallı ve takkeli gezmemi isterler, gibi bir korkuya kapılmanıza gerek yok. Yok eğer diyorsanız ki ben korkarım, ben de ateislerin birgün laiklik adına dinimi ortadan kaldıracağından korktuğum için yazıyorum desem olur mu? Bu quote denen şeyden iyice nefret etmeye başladım. Bir alıntı yapabiliyoruz bir yapamıyorum. Ne oldu da bu forma böyle... Her ne ise...Yazılarınızı tekrar kırmızıya boyadım kusura bakmayın... Halkin %35 inin oylari ile mecliste cogunlugu elinde bulunduranlar eger mesru sayilabiliyorsa halkin %70 inin iradesiyle iktidarda bulunanlarin sectigi Cumhurbaskani daha mesrudur.Sizesizin gibi bir Cumhurbaskani gerekiyor,Demokrat Cumhurbaskanini sizler hazmedemezsiniz. saygilarla ya Gece Kuşum bukonu amma çizgisinden saptı bak bir arkadaşımız ne diyormuş eğer saçı örterken yarısını örtersek normal ve siyasi dışı tamamını örtersek gericilik ve siyasi amaçlı ya bu nedir başını örten gariban Allah rızası için ötütüyor kardeşim ne alaksı var siyasetle miyasetle bunu kötü anlamda kullanan lar olabilir ancak şu kesin bizim müslümanlarımız Allah rızası için örtünürler ve değerleri için ve bu konuda genelleme yapanda onları hiçe saymış insan dışında tutmuştur onun için diyorumki nerde insan sevgisi ya bunda şaşılacak ne var ya insanlar saçını açmak istemez niye çünkü onlar müslüman bize sözde müslüman bir ülkeyiz ne kadar garipki birisi boynuna hac takıp girse hiçte dikkat çekmez.Hoş görülür bakın bu bir çelişkidir ne misyonuymuş böyle insanları mutsuz edior ne misyonuymuş böyle insanların yanaklarını kaynağı göz olan pınarlarla ıslatıyor ve bizde misyondur deyip hoş görüyoruz ha ne kadar da garip Her yazinizda bir inci var;onlar baslarini acmak istemiyorlar niye cünkü onlar müslüman!!iste sizlerin gözünde müslümanligin tanimi bu kadardir,basini kapatan müslümandir kapatmayansa kafir.sonrada Allah Allah diyerek Cihada kalkin kafirleri öldürmeye. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Politika kardeş, türban sorunu nasıl çıktı falan yukarda bahsettim sen hiçbirini okumadan cumburlop diye atlamışsın biryerlerden. Kur'an da ve islamda var mı yokmu hangi ayetler burların hepsi yazılı konu içerisinde. Ama okumaktan imtina ettiğiniz belli. Lütfen elmalı şekerinizden bir ısırık daha alın ve mümkünse güncel konular başlığı altında takılın veya bu başlığa takılmayın... Türban meselesinin de sizin için hiçbir önemi yok görüldüğü üzere, dolayısıyla bu konuya dahil olmanızı gerektirecek birşey yok. Selamlar ile... Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Sayın Yam Yam, nihayet sürekli olarak tekrarladığım soruyu fark ettiniz. Ama bir şeye de dikkat etmemişsiniz. Ben sorunuzla ilgili daha önce yanıt verdim. Yönetmelik nedir ne değildir bunu daha önce tartıştım. Ama burada bir defa daha tekrarlamakta bir beis görmüyorum. Anayasa m.124) “Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler” Anayasa Mahkemesi Kararı: E.1987/10, K1988. k.t 1988 19.4.1988 R.G. 23.8.1988-19908,s.54 “ Yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi, yönetimin yasallığı ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır…Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında yasalarda düzenlenmemiş bir alanda yasa ile yetkili kılınmış olsa da yürütmenin subjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa’da…..özerk düzenleme yetkisi değil, ancak türevsel ve bağımlı, daha açık bir anlatımla yalnız yasaya dayanan düzenleme yetkisi tanınmıştır. “ Bahsi geçen yönetmeliğin dayanağı nedir. Anayasa da ifadesini bulan laiklik mi? EVVVETTT...Nerede nerede...Anayasada...Aha...Ortada bir sorun var, kanundan bahsedilmiyor. Anayasal metinden bahsediliyor. Olmadı. Kanunlar arasında bir hiyerarşi vardır. Anayasal metnin uygulanmasını kanunlarla düzenlersiniz, kanunun uygulanmasını ise Tüzük ve Yönetmelikle mi? Evvett.. Hiyerarşi budur. Anayasanın uygulanmasını Yönetmelikle düzenlemezsiniz. Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair bir kanunumuz halihazırda mevcuttur. Bu kanun nelerin giyilemeyeceğini saymıştır ancak türban, başörtüsünü saymamıştır. Anayasada ifadesini bulan laiklik ilkesinin kılık ve kıyafette uygulanmasını gösteren kanun budur ama kanun türbanı saymamıştır. Lakin Yönetmeliği çıkartan kişiler bu kanuna dayanarak yönetmelik çıkartmamışlardır. Zira kanunun yasak koymadığı bir noktada yönetmelikle yasak koymak mümkün değildir. Mesele işte budur sayın Yam yam... Yönetmelik kanuna bağlı olduğunda bağlayıcılığı vardır. Şöyle ifade edeyim. 4857 sayılı İş Kanununa bağlı olarak "Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik" i diye bir yönetmelik çıkardınız. Kanunu daha sonra anayasa mahkemesi iptal etti. Dolasıyla Yönetmelik de kendini Kanunlar çöplüğünde bulur. Demem o ki, her yönetmelik bir kanuna dayanmak zorundadır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu : Madde 11 - (Değişik: 12/5/1982 - 2670/4 md.) Devlet memurları kanun, tüzük ve yönetmeliklerde belirtilen esaslara uymak- la ve amirler tarafından verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü ....... Kıyafet mecburiyeti: Ek Madde 19 - (12/5/1982-2670/42 md. ile gelen Ek 1 inci md.hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.) Devlet memurları, kanun, tüzük ve yönetmelik- lerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak mecburiyetindedirler. Buyrun bekir bey... Kanun istediniz, işte size kanun. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, memurların kanun,tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymayı zorunlu kılmıştır. Bayan memurlar için etek boyunun dizden yukarı olamayacağı, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, ya da 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunda yer almadığı halde, hiç bir memur bunu gerekçe göstererek ilgili yönetmeliğe aykırı davranamaz. KAMU KURUM VE KURULUŞLARINDA ÇALIŞAN PERSONELİN KILIK VE KIYAFETİNE DAİR YÖNETMELİK : Dayandığı Kanunun Tarihi : 14.7.1965, No: 657 Madde 5 - 2 nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakla- rı hususlar: a. Kadınlar; Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur.... Madde 9 - Personel, görev yaptığı yerin ve mezun olduğu okulların rozetleri ile Hükümetçe özel günler için çıkarılan rozetler (Atatürk`ün doğumunun 100. Yılı gibi) dışında rozet, işaret, nişan v.b. şeyler takamaz. Bazı şeyleri kasıtlı olarak çarpıtma derdindesiniz sayın bekir. Devam edeceğim... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2006 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu : Madde 11 - (Değişik: 12/5/1982 - 2670/4 md.) Devlet memurları kanun, tüzük ve yönetmeliklerde belirtilen esaslara uymak- la ve amirler tarafından verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü ....... Kıyafet mecburiyeti: Ek Madde 19 - (12/5/1982-2670/42 md. ile gelen Ek 1 inci md.hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.) Devlet memurları, kanun, tüzük ve yönetmelik- lerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak mecburiyetindedirler. Buyrun bekir bey... Kanun istediniz, işte size kanun. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, memurların kanun,tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymayı zorunlu kılmıştır. Bayan memurlar için etek boyunun dizden yukarı olamayacağı, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, ya da 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunda yer almadığı halde, hiç bir memur bunu gerekçe göstererek ilgili yönetmeliğe aykırı davranamaz. KAMU KURUM VE KURULUŞLARINDA ÇALIŞAN PERSONELİN KILIK VE KIYAFETİNE DAİR YÖNETMELİK : Dayandığı Kanunun Tarihi : 14.7.1965, No: 657 Madde 5 - 2 nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakla- rı hususlar: a. Kadınlar; Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur.... Madde 9 - Personel, görev yaptığı yerin ve mezun olduğu okulların rozetleri ile Hükümetçe özel günler için çıkarılan rozetler (Atatürk`ün doğumunun 100. Yılı gibi) dışında rozet, işaret, nişan v.b. şeyler takamaz. Bazı şeyleri kasıtlı olarak çarpıtma derdindesiniz sayın bekir. Devam edeceğim... Sayın yam yam komik olmaya mı çalışıyorsunuz. Devlet Memurlarından bahseden kim. Üniversiteden bahsediyoruz. Ben laiklik gereği kadınların kamuya (devlet memurluğuna) başörtüsüyle girmeleri zaten bu haliyle mümkün değildir diyorum siz 657,yi bana adres gösteriyorsunuz. Ve ondan sonra dönüp dolaşıp tekrar yönetmelikten bahsediyorsunuz. Bakın Yönetmeliği kimin çıkardığından bahsettim. Yönetmiliği halkın temsilcileri çıkarmaz, bürokratlar çıkarır. Bürokratların halktan korkuları yoktur. Ben üniversite öğrencilerinin siyasi simge taşımaları yasak mıdır diye soruyorum, siz bana devlet memurlarından bahsediyorsunuz. Bazı şeyleri kim kasıtlı çarpıtıyor anlamadım doğrusu... işte size kanun dediğiniz şey bir kanun değildir. Kanunu ancak TBMM çıkartır. Yönetmelikle kanun arasındaki en büyük ayrım onu çıkartan merciidir. Daha fazla çok fazla ayrım olmasına rağmen meselenin temel noktası burasıdır. Bakın yazdığınız yerdeki hükümde ne diyor. Devlet memurları Kanun, Tüzük ve Yönetmeliklerin öngördüğü kılık kıyafet... Niye bu konu kanunla düzenlenmemiş, niye bu konu Tüzükle (aslında Tüzük de yönetmelikten pek farklı birşey değil) düzenlenmemiş de Yönetmelikle düzenlenmiş...Acaba korkulan birşey mi var... Her ne ise...Konumuz genelinde türban ve özelinde sorularıma dikkat ettiğinizde üniversitedir. İsterseniz sorularımı bir daha tekrarlayabilirim...Ama lüzumu yok, siz sırf savlarımı çürütmek için çabalıyorsunuz sanırım. Bazı şeyleri unutmuşum... Bu arada birşeyi belirteyim. Ben devlet memuruyum. Her yıl 15 Mayıs ve 15 Eylülde belirttiğiniz yönetmiliği defaaten gören bir adamım. Daha da ötesi personellerin özlük işlerine ben bakıyorum. Bu mecburiyet sebebiyle bir çok yönetmeliği ve 657'yi defaatle okuyup incelemek zorunda kaldım. Birçok kereler de severek inceledim. Kanun Numarası : 657 Kabul Tarihi : 14.7.1965 Yayımlandığı Resmi Gazete : Tarih: 23.7.1965, Sayı:12056 Görüldüğü gibi 657 sayılı devlet memurları kanunu 1965 yılında yapılmış ve aynı yıl yürürlüğe girmiş, çeşitli defalar bazı maddeleri değiştirilmiş. Ancak Madde 11- (Değişik: 12.5.1982- 2670/4 md.) ve ek madde 19'un yürürlüğe girdikleri ve kabul edildikleri tarih nedense çok manidar... Acaba bu kanunu kim yapmıştır. Yada şöyle sorayım kanundaki bu değişikliği kim yap/tır/mıştır. Zira kanunun tarihine baktığımızda iktidara darbe ile el koyan bir gücün hüküm sürdüğü tarihe denk geliyor. 06/11/1983 seçim tarihi bu. bundan önce yanılmıyorsam 12 Eylül 80 darbesi olmuş ve halkın meşru temsilcisi diye birşey kalmamıştı. Darbeciler ve atadıkları kişiler bu kanunu değiştirmiş mi görünüyorlar... Aslında bunlar önemli değil. Siyasi iradeler böyle bir kanunu yapamazlardı. Bu yönetmelik bir gözden kaçırma şeklidir. Aslında hukuk uygulamasında böyle çok fazla şey vardır. Kanun, bu konu yönetmelikle düzenlenir diye bir hüküm ihtiva ettiğinde Yönetmelik yukarda Anayasa Mahkemesinin verdiği karar doğrultusunda uygulanmalıdır. Ancak çoğu zaman bu böyle olmaz. Lakin 657 sayılı devlet memurları kanunu ve ek madde zaten aslında yönetmeliğe pek bir şey bırakmamışlardı ancak yine de darbeden çıkılmış bir dönemde böyle bir yasaklama kanununu meclise getirmek yürek isterdi ve onlarda yönetmelikle olayı gözden ve gönülden ırak olarak hallettiler... Bakın, yukarda yasağın doğumuyla ilgili olarak Yenişafak Gazetesinden yaptığım alıntılar kamu da çalışan memurelerle alakalı durumdan bahsetmiyor. YÖK'ten, üniversitelerdeki yasaklardan, ihsan doğramacıdan falan bahsediyor...Bu sebeple ben üniversitelerde yasak olup olmadığını soruyorum...Selamlar ile... Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Sizin amacınız bağcı dövmek sayın bekir. Yoksa yönetmeliklerle kanunlarla işiniz yok. Kimse bir şeyi gözden kaçırmıyor. İlgili yönetmelik BKK tarafından yürülüğe girmiş ve resmi gazetede de yayımlanmıştır. Siz kararın alınış tarihine gönderme yapıyorsunuz ama, sizin de gözden kaçırmaya çalıştığınız şey, üniversitelerde başörtüsü takılmaya başlamasının aynı tarihlere rastlıyor olması. Üniversitelerde türban yasağının meşru olmadığına ilişkin iddialarınıza en güzel yanıtı AİHM ve ardından da Büyük Daire gerekçeli olarak vermiştir. Alırsınız elinize gerekçeli kararı, meşru muymuş değil miymiş görürsünüz. Ama siz, başbakana benzer bir söylemde bulunarak, bu konuda karar vermesi gerekenlerin müçtehidler ya da ulemalar olduğunu söyleyebilirsiniz; biz de güler geçeriz... Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Tebrikler sayın bekir... Demogojinin nasıl yapılması gerektiği konusunda akademi kitaplarına girecek seçkin örnekler sunuyorsunuz.. Türbanlı, özürlü kız öğrenci ve baba... Şu soruyu yanıtlamanızı isteyeceğim ; Hristiyan kız öğrenciler de, okula üstlerinde rahibe kıyafeti, ellerinde incil ve boyunlarında da at nalı kadar bir hac ile gelmek isterlerse buna müsaade edilmeli midir? Gelecek yanıta göre bir kaç soru daha ilave edeceğim. seni tebrik ederim soruya bakarmısın; hangi müslüman boynunda kuran ve zemzemle elinde asayla üniverseteye gitti.ayrıca Türkiyede hristiyanlara tanınan haklar acaba aynı dine inananlarca neden müslümanlara tanınmıyor.hem bu memeleketin müslüman nüfusu çok olduğu ve imam hatip ataması din işlerinin yürütülmesi için gereken tüm okulların önleride kesildiği neden görülmüyor. ******* gibi ******** konuların işine gelen yerini yiyip bırakıyorsun. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Sizin amacınız bağcı dövmek sayın bekir. Yoksa yönetmeliklerle kanunlarla işiniz yok. Kimse bir şeyi gözden kaçırmıyor. İlgili yönetmelik BKK tarafından yürülüğe girmiş ve resmi gazetede de yayımlanmıştır. Siz kararın alınış tarihine gönderme yapıyorsunuz ama, sizin de gözden kaçırmaya çalıştığınız şey, üniversitelerde başörtüsü takılmaya başlamasının aynı tarihlere rastlıyor olması. Üniversitelerde türban yasağının meşru olmadığına ilişkin iddialarınıza en güzel yanıtı AİHM ve ardından da Büyük Daire gerekçeli olarak vermiştir. Alırsınız elinize gerekçeli kararı, meşru muymuş değil miymiş görürsünüz. Ama siz, başbakana benzer bir söylemde bulunarak, bu konuda karar vermesi gerekenlerin müçtehidler ya da ulemalar olduğunu söyleyebilirsiniz; biz de güler geçeriz... Tartışma gittikçe kötü bir hal alıyor. İşin garip tarafı üniversitelerde başörtüsü takılmaya başlanmasıyla ilgili kocaman alıntı yapmışım ben ve ilk başörtüsü mağduriyetin 1967 yılında olduğunu belirtmişim. Alıntıda belirtiliyor zaten. Aynı tarihlere rastlıyorsa bilemeyeceğim, yani 1967 ile 1980'ler aynı tarihse haklısınız sayın yam yam ... Müçtehidle ulema arasında ayrım yapamayan birine ben ne anlatayım. Daha önce size bunu açıklamıştım oysa. Her ne ise, ben size meclisi adres gösteriyorum, siz bana ulemalardan bahsediyorsunuz. Bürokrasi bana kalırsa demokrasi anlayışı içerisinde (müctehidliği kötü konumlandırdığınız için bu kıyası yapıyorum yoksa müctehid ile bürokratı kıyaslamam) müctehidlikten on kat daha tehlikelidir. Halkın inançlarını kaale almaz, halkı kaale almadan işlemler yapabilir zira halka hesap verme kaygısı yoktur. İsterseniz AİHM'in ve Anayasa Mahkemesinin kararlarını siz bir okuyun. Zira biz defaaten okumak zorunda kaldık mantık bulabilmek için. Siyasi simge ile ilgili sorumun temelinde anayasa mahkemesinin kararı yatıyor. 'başörtülü öğrencilerin, başörtülü olmayanlar üzerinde psikolojik baskı oluşturacağı' düşüncesinin, başörtülü öğrencilere üniversiteyi yasaklamanın hukuki gerekçesi" nedir bana biri bunu anlatabilir mi? "AİHM kararlarında, Türk üniversite idarelerinin türbanı yasaklamasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) din ve inanç özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesine aykırı görmemektedir" bunun anlamı yasaklamak aykırı değildir dir. Pekiyi tersi nedir. Yasaklamamak da aykırı değildir. Yasaklamamak aykırı mıdır? yoo, o halde halkın hayli önemli bir kısmı başörtüsünün serbest olmasını isterken kim/niye yasak koymuştur...Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kararını verirken Türkiyenin iç hukukuna bakarak karar vermiştir, ancak benzer bir durumda kendi normlarını dikkate almıştır. Deniyor ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı Leyla Şahin davasını değil tüm başörtüsü sorununu çözmüştür. Ancak benzer bir karar verildi askerlikle ilgili olarak. Adamın veya herifin teki ben askere gitmek istemiyorum, vicdani red falan gibi bir takım şeylerle AİHM'e gitti. ancak, Milli Savunma Bakanlığı tarafından vicdani redle ilgili karar hakkında yapılan açıklamada, "AİHM kararı, özel durumu yansıtan kişisel bir karardır ve ülkemizde uygulanan zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılmasını içermemektedir" açıklamasını yaptı. Yine AİHM'in başörtüsü kararının ardından açıklama yapan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer AİHM kararının bağlayıcı olduğunu savunmuştu. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç de "Kararın uluslararası planda olması, Türkiye'nin bundan böyle aksi yönde bir düzenleme yapma olanağını da ortadan kaldırıyor. AİHM, geçmişte vermiş olduğu kararı teyit etti. Zaten bağlayıcı. Bizim iç hukukumuzda da bağlayıcı özelliği var" dedi. Başörtüsü konusunda bağlayıcıdır diyen Cumhurun reisi niye askerlik konusunda birşey demedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları çoğu zaman siyasidir. PKK'lılara düşünce özgürlüğüyle ilgili kararlarını gördük. Apo'nun davasının ne kadar süre içerisinde görüşüldüğünü ama benzer 100'lerce davanın 4-5 yılda görüşülüp karara varıldığını biliyoruz. Sayın yam yam anlamamaktaki ısrarınızı anlamıyorum. Bu yasağı koyan mercii, gücünü halktan alan bir mercii değildir. Meşruluğun temelinde halkın olması gerekir. Yasağın temelinde Bürokrasi vardır. Yargı bürokrasiye daha sonradan dahil olmuştur. Mahkeme kararlarının değişebileceğinden bahsetmiştim. Anayasa Mahkemesine bir dönem yürütmenin durdurulması istemiyle başvuruda bulunan bir zat-ı muhtereme anayasa mahkemesi; anayasada kendisine verilmiş böyle bir yetki bulunmadığından bahisle yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş ancak anayasa değişmediği halde 90'lı yıllarda bu kararını değiştirerek bu yetkiyi kendisine vermiştir. Konu dogma değildir. Anayasa Mahkemesi kararını oy çokluğuyla almıştır dolayısıyla bir dahaki sefere konu önüne geldiğinde ne karar vereceğini kimse bilemez. Amannnn, boşuna okumayın yukardakileri, ben bir müctehidden alıntıladım yukardakileri, işinize yaramaz...isterseniz gidip faizden kazandığınız paraları sayın...Konunun devam etmesini istiyordum ama nafile bir çaba galiba...Selamlar ile sayın yam yam, kendinize iyi bakın...Zira hayat kısa...bu konu da bari burda bitsin...sanırım son söz sizin... Alıntı
Misafir katre_a Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 sevgili şüheda yazdıklarının her harfi gerçekten çok güsel.... öncelikle kendi düşüncelerimi belitmek istiyorum... Hani biz ab'ye üye bir ülkeyiz ya (nedense bir türlü almıyolar) halaaaaaa............İnsan hakları diye bi kavramda var galiba hala dünyada .Peki neden hala bu konular tartışılıyo.. kim nereye hangi kıyafetle girecek ..biz insanları şekillerine göre mi yoksa aklına ve kalbine göremi sınıflandırırız arkadaşlar..bu başörtüsü konusunu anlamadım gitti.....ve anlamaığım diğer bi şeyde bunun sadece bizim ülkemizde yaşanıyor olması. yurt dışındakilerin böle bi uzatması yok hiç bir zaman yani bizden olmayanlar daha çok sahip çıkıyor bizim değerlerimize...Bence burda durup düşünmeliyiz neden neden neden ...Bizim ülkemizde bu kadar gündeme gelen tartışılan ve insanımızı soğutann bu konu neden diğer ülkelerde söz konusu bile değil lütfen bu soruma cvp yazmanızı istiyorum Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 3 Ekim , 2006 katre a, selamlar kardeşim... kardeş inan sorunu tam olarak anlayamadım. İki anlama gelecek şekilde yorumladım. Başörtüsü niye yasak, diğer ülkelerde bu yasak yok da mı soruyun anlamı yoksa başörtme derdi diğer ülkelerde yok, niye siz ve kızlar başlarını örtmeye çabalıyorlar... Her iki soru da bana kalırsa yanlış. Birçok ülkede başörtüsü takılıyor ve bazı ülkelerde de kısmi veya tamamen yasaklamalar var. Yanılmıyorsam Cezayir'i duymuşsunuzdur. Fransa'da üniversite hariç liselerde yasaklandı. 2. soruyla alakalı olarak da mesela Fransa da ve Cezayir de başlarını örtmek isteyen insanlar var ve özellikle cezayir... ...Eğer bir üçüncü ve benim çıkartamadığım bir anlam varsa biraz açıklarsan memnun olurum. Lakin, konunun artık ömrünü doldurduğunu gördüğüm ve söylenecek ve anlatacak şeylerin işe yaramayacağını farkettiğim için kapatmaya çabalıyorum ve sanırım birkaç gün içerisinde konuyu kendi adıma kapatacağım... Alıntı
Misafir katre_a Gönderi tarihi: 4 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 4 Ekim , 2006 katre a, selamlar kardeşim... kardeş inan sorunu tam olarak anlayamadım. İki anlama gelecek şekilde yorumladım. Başörtüsü niye yasak, diğer ülkelerde bu yasak yok da mı soruyun anlamı yoksa başörtme derdi diğer ülkelerde yok, niye siz ve kızlar başlarını örtmeye çabalıyorlar... Her iki soru da bana kalırsa yanlış. Birçok ülkede başörtüsü takılıyor ve bazı ülkelerde de kısmi veya tamamen yasaklamalar var. Yanılmıyorsam Cezayir'i duymuşsunuzdur. Fransa'da üniversite hariç liselerde yasaklandı. 2. soruyla alakalı olarak da mesela Fransa da ve Cezayir de başlarını örtmek isteyen insanlar var ve özellikle cezayir... ...Eğer bir üçüncü ve benim çıkartamadığım bir anlam varsa biraz açıklarsan memnun olurum. Lakin, konunun artık ömrünü doldurduğunu gördüğüm ve söylenecek ve anlatacak şeylerin işe yaramayacağını farkettiğim için kapatmaya çabalıyorum ve sanırım birkaç gün içerisinde konuyu kendi adıma kapatacağım... anlatmak istediğim dünyanın her tarafında bu başörtüsü olayı patlak verdi.ama hiç bi ülkenin içine bizim kadar girilmedi diğer yerlerde bu kadar provakatör iş yapmadı ama bizim ülkemizde herkes seferber bu olayda... ben sadece insanların özgür iradelerine bağlı olarak yaşamalarını istiyorum bu konuda insanımız başörtülü başörtüsüz diye ayrılmamalı ...gençler bu yolda sırf dini inançları için bir takım şeylerden mahrum edilmemeli başarıları köreltilmemeli aksine desteklenmeli değer yargılarımıza sahip çıkılmalı ve bi takım zihniyetlerin oyunları boşa çıkarılmalı... sayın bekir insanlar anlayıncaya kadar bence konuşmaya devam edin saygılar Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 4 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 4 Ekim , 2006 anlatmak istediğim dünyanın her tarafında bu başörtüsü olayı patlak verdi.ama hiç bi ülkenin içine bizim kadar girilmedi diğer yerlerde bu kadar provakatör iş yapmadı ama bizim ülkemizde herkes seferber bu olayda... ben sadece insanların özgür iradelerine bağlı olarak yaşamalarını istiyorum bu konuda insanımız başörtülü başörtüsüz diye ayrılmamalı ...gençler bu yolda sırf dini inançları için bir takım şeylerden mahrum edilmemeli başarıları köreltilmemeli aksine desteklenmeli değer yargılarımıza sahip çıkılmalı ve bi takım zihniyetlerin oyunları boşa çıkarılmalı... sayın bekir insanlar anlayıncaya kadar bence konuşmaya devam edin saygılar katre_a, ben yapı itibariyle cümlelere, kelimelere fazla takılan bir insanım. Kabul etmem lazım ki, böyle bir yapım olmasına rağmen ben de çokça hatalar yapıyorum. Bu sözlerimden olarak "hiç bi ülkeni içine bizim kadar girilmedi diğer yerlerde bu kadar provakatör iş yapmadı ama bizim ülkemizde herkes seferber bu olayda" cümlenize takıldığımı beyan etmek istiyorum. Bu cümlede takıldığım mesele başörtüsüne bakıştaki olumlu veya olumsuz tavrı çıkaramamamdır. Kim neye karışmıştır yapıcı mı yıkıcı mı karışmıştır. Provakatör denirken mesele meclise başı örtülü olarak giren Merve Kavakçı mıdır provakatör olan yoksa "bu kadına haddini bildirin" diyen Ecevit midir? Seferberlik meselesi hayli uzun bir mesele...Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuya dahli ise mesele, iç hukukta konunun halkın önemli bir kısmının yararına olarak çözülmemesi neticesinde oraya davanın götürülmesi nedeniyle olmuştur. Suya düşenlerin yüzme de bilmemeleri durumunda sarılacakları şey malumdur. Konuya dışardan dahil olan yegane odak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. O da konuyu demokrasi temelli olarak çözüme ulaştırmamıştır. Konuya içerden dahil olan herkes (kimisi müslüman, kimisi gayri müslim, kimi bilmem ne bela) bir şekilde konuyla kendisini alakalı görüyor. Hadi biz müslümanlar (başörtüsünde ısrar eden müslümanlar) başörtüsü Allah'ın emridir, inanç özgürlüğü hakkı da bize (yani kadınlarımıza ) bunu takma-bağlama-örtme hakkını veriyor dolayısıyla serbest olması gerekir diyoruz. Bizim konuya dahilimizde ki sebep bunun yasaklanmaya çalışılmasıdır. Müslümanlar ortak bir ülküyle hareket ettiklerinde güçlenmişler, bozulup-dağılıp-fırkalara ayrıldıklarında ise yokoluş yoluna girmişlerdir. Biz erkekler kadınların haklarını (haklar bazen yükümlülük doğurur) müslüman olmamız cihetiyle savunuyoruz. Yasağın kalmasını savunanlar ise ne cihetten savunuyorlar.!? Her ne ise...Katre_a bu başlık başından sonuna kadar incelense çözüm değil konunun neden kangren bir hal aldığı iyice görülecektir. Zira başörtüsü problemi-yasağı sağlam temellere oturtulmuş bir yasak değildir. gözden kaçırma şeklinde, halktan uzak durarak ortaya çıkmış bir yasak vardır. Eğer gerçekten ve şimdi konunun en ciddi sorusunu soruyorum: Hangi güç başörtüsünü yasaklayacak metni referanduma götürebilir. Hangi güç bunu bir kanun halinde çıkartıp da diğer seçimlerde bir önceki seçimlerde aldığı oyu alabilir. Halktan kaçırarak, korkarak halka yasak koyma ****** nasıl bir *****...Cesareti olan, yasağı tasvip eden, konulmasından yana olan, yasağı koyanlar birlik olup bir parti kursunlarda seçime girsinler bakalım ne olacak... Sanırım son sözlerimdir...selam ve dua ile... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 5 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 5 Ekim , 2006 KONU BİTSİN DEDİM AMA UZATTIM...O HALDE SON BİR ALINTIYLA BİTTİ... ALLAH'A ISMARLADIK... Sistemin antidemokratik damarı BAŞÖRTÜSÜ KONUSUNDA REFERANDUM İSTİYORUZ ! Arınç'ı patlatan sancı... Türkiye, AB ile ilişkiler çerçevesinde demokratikleşme adımları atıyor. Ancak bir damar var ki ona dokunulamıyor. O, varlığını de facto sürdürüyor. Bunun somutlaştığı alanlardan birisi de başörtüsü yasağı. Muhtemel ki bu alanda, AB ile uyum paketleri de, demokratikleşmeyi sağlayamayacak. Çünkü Avrupa'nın o alandaki tavrı da anti demokratik damarı besleyecek nitelikte... Bu yasağın toplumsal karşılığı azınlık görüşünün iradesine dayanıyor. Çoğunluk, başörtüsünün "milletvekili olabilmek" dahil ( yüzde 64) toplum hayatının her alanında (yüzde 95'e kadar) serbest olmasından yana. Peki bu toplumsal gerçeğe rağmen nasıl oluşuyor başörtüsü yasağı, buna bir bakalım: Türkiye'de "bir kesim", kendine göre bir "kıyafet norm"u oluşturuyor. Bu normun Türk toplumu için ideal olduğunu, "çağdaş" olduğunu, bundan başka türlüsünün kabul edilemeyeceğini düşünüyor. Ve bunu sistemin damarına zerkediyor. Kimlerden oluşuyor bu "bir kesim"? Demokrasilerde toplum için kuralı halkın seçtiği temsilciler koyar. Aslında laiklik de teoride bunu gerektirir. Türk sisteminde laiklik, "devleti dini referanslardan soyutlama" biçiminde yorumlanırken de bu yaklaşımdan yola çıkar. Kural koyucu insandır, yani toplumdur. Öyleyse kılık – kıyafet düzenlemesi için -kişisel tercihler alanını çoğunluk kararı ile tanzim etmenin sorunlu niteliği sebebiyle bu bile tartışılabilir ama- bir toplum tavrı belirlenmesi gerekir. Bunu da demokrasilerde halk temsilcilerinin -yani milletvekillerinin- iradesi belirliyor olmalıdır.Var mı böyle bir irade? Yok! Aksine, yani kılık kıyafetin özgür olmasını öngören kararları var Meclis'in... Burada kuvvetler ayrılığı prensibi sebebiyle Anayasa Mahkemesi'nin Meclis kararını iptal eden ve başörtüsü yasağı getirdiği farzedilen kararı devreye giriyor. Sonra Anayasa Mahkemesi kararından yola çıkıp AİHM'ye kadar uzanan yargı kararları "yasak" çizgisini besliyor. Yani sonuçta ortaya, ülkedeki kadın nüfusunun büyük kısmının kullandığı, kullanmayanların bile serbestçe kullanılmasını benimsediği bir giyim türünü kamusal alanda yasaklayan bir durum ortaya çıkıyor. "Yargı kararıdır, saygılı olmak gerekir" diye tartışmanın bitirilmesi uygun mudur, yoksa yargı – toplum ilişkisi açısından sorgulamanın sürdürülmesi mi gerekir. Bana göre ikincisi gerekiyor. Şöyle bir ihtimal üzerinde düşünsek mesela:Anayasa Mahkemesinin kararı şu an Meclis'te oylansa, belli ki, yasak kararının iptali sonucu çıkacaktır. Yine Anayasa Mahkemesi'nin yasak kararı halk oyuna sunulsa belli ki, halk oyunda da büyük çoğunluk "yasağa hayır" diyecek, azınlık kalan bir grup ise "yasağın devamı"nı isteyecektir. Bu sonucun, bir değer farklılaşmasının ürünü olduğu açıktır. Yani "azınlık kesim" ideolojik bir tavırla başörtüsü karşıtıdır, çoğunluk ise, ya inanç değerleri öyle gerektirdiği için ya da herkesin kendi inancını serbeste yaşama hakkına saygı sebebiyle başörtüsüne özgürlük yanlısıdıR. Bu durumda Anayasa Mahkemesi'nin yasak kararı, bir çizgiyi onaylamakta, diğerini yasa dışı ilan etmiş olmaktadır. Ama işin sorunlu tarafı, yasa dışı ilan edilen çizginin, toplumun büyük çoğunluğunun hayat tarzı ile ilgili olmasıdır. Bu, toplum – hukuk ilişkisinde normal midir?Anayasa Mahkemesi, belki, toplumun büyük çoğunluğuna rağmen, bir kesimin özgürlük alanını koruyor olsa, bunu, "demokrasinin azınlık haklarını da koruması gerektiği" tezi ile bağlantılı görmek ve onaylamak mümkündür. Ama burada çoğunluğun, herhangi bir kesimin özgürlük alanını olumsuz etkilemeyen bir özgürlük talebi yasaklanmaktadır. Azınlık görüşü istikametinde... Burada Anayasa Mahkemesi'nin dayandığı gerekçe "çoğunluk dinine mensup kişilere bu hak verilirse azınlığa baskı yapma ihtimali var" şeklinde bir yaklaşımdır. Yani vuku bulduğunda tecziyesi öngörülebilecek bir olgu değil, sadece bir ihtimal, özgürlük kısıtlamasının sebebi olmaktadır. Burada da şu soruyu sormak mümkündür:-Acaba kararda Anayasa Mahkemesi'nin yasaktan yana üyelerinin başörtüsüne ideolojik plandaki karşıtlığının etkisi var mıdır, varsa ne orandadır? Bir yargı mensubu için bu soruyu soramaz mıyız? Yargı mensupları böyle etkilerden bütünüyle steril hale gelmişler midir? Ben hiçbir insanın, hele böyle tartışmalı konularda, bir düşünce – değer boyutundan koparak karar vereceğine ihtimal vermiyorum. ?" sorusu sorulabilir. Türkiye'de ciddi toplumsal sancılara yol açan başörtüsü yasağı toplumsal desteği çok sınırlı olmasına rağmen sürüyor. Topluma rağmen süren bir yasağın, Türkiye demokrasisi için sorun olduğu açıktır.Bu yasak, sistem bünyesinde "topluma rağmen" söyleminden oyla çıkan bir anti demokratik damardan besleniyor. Yasak kalkıncaya kadar bunun sancıları yaşanacak, tartışmaları sürecek... Kim ne derse desin? AHMET TAŞGETİREN... Alıntı
Φ ssylzm Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 ÜNİVERSİTELER TÜRBANIYLA EĞİTİME KARIŞMASIN !!! Egemenlerin son günlerdeki önemli polemiklerinden biri ; Üniversite’ye başörtüsü ile girilir mi, girilmez mi ? tartışması . YÖK başörtülülerin üniversiteye girmesine izin vermemektedir . YÖK’e karşı açılan davalarda yargı başörtülüyü anayasanın 2.maddesinde geçen laiklik ilkesinden dolayı haksız bulunmuştur . Avukatları aracılığıyla AİHM’ye gidenler buradan da bir kazanım elde edememiştir . Yaşanan polemiklerde ise eskinin ilerici görünenleri bugünü muhafaza etme , eskinin muhafazakarları ise düne dönük bir temel hak söylemi oluşturma durumlarını inşa etmektedirler . Yani görünen rollerde bir değiş-tokuş söz konusudur . Bu konudaki polemiklerin detaylı incelemesi ise bu yazının konusu değildir . Laiklik , etimolojik olarak incelendiğinde kökünün yunanca ‘Laos’( halk ) dan geldiği görülür . Laikos , halkın , halka ait anlamındadır . Fransız devrimiyle belirginleşen bu anlayış fransızca’dan dilimize geçmiştir . Kaba anlamıyla devlet ve din işlerinin ayrılmasını öngörür . Laik eğitim anlayışı da dini dogmalardan arınmış bir eğitim anlayışını temsil eder . Türkiye’de laik eğitim anlayışı 3 Mart 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat kanunun yürürlüğe girmesiyle başlar . 1933’te müfredattaki din dersleri kaldırılır . Fakat kabul edilişi ve uygulanışı tepeden inmeci bir zihniyetle yapılan laiklik , halk tarafından gerçek anlamıyla bu süreçte hiçbir zaman kabul görmemiştir . Başörtüsü ise Müslümanların inançları gereği doğrultusunda örtünmek için kullandıkları bir giysidir . Siyasal anlamda da feodal ve egemen söylemle ifade edersek irticai bir imgedir . 1980 darbesi sonrasında üniversiteleri siyasal anlamda pasifleştirmek amacı ile kurulan YÖK başörtülüleri disiplin yönetmeliğinin 10.maddesinin ‘b’ bendine dayanarak üniversiteye almamaktadır . Rektörler , YÖK yetkilileri çeşitli yer ve zamanlarda bu sorunsalı kastederek “modern , bilimsel , laik bir eğitim sistemi “ uyguladıklarını ve devam edeceklerini ifade ediyorlar . 18.YY’da ortaya çıkan modernite öz itibariyle aklı ve insanı merkeze alır . Feodalite ve dogmaların karşıtıdır . Modernite , devinimsel bir hayatı ifade eder , muhafazakarlığı reddeder . Dolayısıyla bu polemiğin iki kutbunun da modernlikle alakası yoktur . Bir taraf metafiziksel dogmalarını muhafaza etmeye çalışırken diğer taraf ise ideolojik statükoculuğun arkasına saklanmıştır . Bilimsel eğitim diye nitelendirdiğimiz anlayış da laik eğitimi kapsayan bir vurgu yapar.Burada bilimsel eğitimden ziyade özellikle laik eğitim vurgusu yapan üniversiteler dogmaları reddedememekte ancak kendisinden ayrıştırmaya çalışmaktadır . Bu da okulun kapısından girerken başörtüsünü çıkaran , çıkarken tekrar giyen bir kız görüngüsü olarak karşımıza çıkar . Bu görüngü bir yanılsamadır . Bilimsel eğitimi ver(e)meyen üniversiteler dogmalarla , kişiler arasında pozitif bir çelişki ve çözülme yaratamıyor . Dolayısıyla sorgulanması gereken üniversiteye kimin hangi şekilde girip giremeyeceği değil , üniversitenin niteliğinin insanı ne yönde etkilediğidir . Türkiye’de bir çok üniversitenin içinde cami , mescit gibi yapılar var . İlahiyat Fakülteleri , Biyoloji derslerinde evrimi anlatmayan , herhangi bir derste ilginç bir olaya şaşıran öğrenciye işte bu da yaratanın büyüklüğü diyen öğretim üyeleri var . Dini bayramlarda da resmi bayramlaşma töreni yapılır üniversitlerde … Üniversite bayram ile ilgili ancak sosyolojik , tarihi bir irdeleme yapabilir , bayramlaşma yapamaz . Görülüyor ki üniversitelerin resmi bir dini de var!!! Sunni Müslümanlık !!! Peki ya bu üniversiteler neden kendisiyle aynı düşünenleri kabul etmiyor ? Demekki bu tartışma bazı siyasi odakların güç gösterisinden başka bir şey değil ve gerçek sorunun görülebileceği bir tartışmaya evriltilmesi gerekiyor . Sonuç itibariyle , başörtüsüyle üniversiteye girilir mi girilmez mi? Şeklindeki polemikleri yapmanın bizi gerçek sorunu görmekten uzaklaştırdığını görüyoruz . Üniversiteler bilimsel eğitimi masaya yatırmalı ve şu tartışmayı yapmalı neden örümcek kafalı gelen örümcek kafalı gidiyor ? Bu tartışma bu toplumsal çelişkinin çözümlenmesinde önemli bir rol oynayacaktır . Serdar Y Türkmen Mersin Üniversitesi Elektrik elektronik müh. [email protected] Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.