Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

OSMANLILAR TÜRK DÜŞMANIMIYDI?


Misafir efatalit35

Önerilen İletiler

Hala kuyucu diyenler var :D

 

Konuyu başından itibaren okuyun...

 

İddaların hepsine cevap verildi zaten...

 

Efatalit arkadaşın tüm çırpınmalarına rağmen söylendiği gibi Türk "düşmanlığı" yapılmadığı belirtildi...

 

Osmanlı ya Türk diyin;Arap diyin;o sizin görüşünüz der geçeriz...

 

Ama Osmanlı Türk düşmanı değildi...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 213
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

ben sana belge diyorum sen bana kaynak göster. naimi resmi bir tarihçi değildir. osmanlı da cevdet paşa dan başka bana göre tarihçi bile yoktur.

 

yeniçerilerin osmanlı padişahını kesme sebebi teşkilatın kaldırma isteğidir. bunun etnik ökenle ilgisi yoktur.

osmanlı taraftarı olmadığımı daha önce söyledim. kaldı ki türkçü ve milliyetçi de değilim.üsütne bastıra bastıra öyle olduğumu iddia etme.

 

konuyu dağıtmayım ama ajitasyon yapan sensin. elinde belge ile çık. ben tarih bölümü okuyorum. (tarih okuyan tabiki herşeyi bilmez) osmanlıcam vardır. ama kastettiğin belgerelere hiç rastlamadım.

 

son olarak devşirmeler 8-18 yaş aralığında alınır. senin söylediğin gibi 12-15 değil. zorla değil. eğer sen devşirmelerin zorla alındığını bana belge ile kanıtlarsan özür dilerim. ama seninki çok abartı. bilimsellikle alakası yok.

 

birincisi devşirmelerin 12-15 yaş aralığında alındığını yazımın neresinde söylemişim :) okumadan mı cevap yazıyorsun.

 

Sana padişahın kellesini alma hadisesini örnek gösterirken, o kurumun devleti içinde nasıl bir güce sahip olduğunu, göstermek için verildi yoksa Yeni çerilerin istekelrine boyun eğmeyen padişah çok azdır, Dördüncü Murat bile onların talepelrien boyun eğmiştir. Genç Osman onların talepelrien boyun eğmediği ve vezirinin kellesini vermediği için başını kaybetmiştir. belge istiyorsan bu konuda aç bildiğin herhangi bir belgeyi oku.

 

Naimi Osmanlı tarihçisi değildi he. Bunu söyliyen bir adamla ben Osmanlı hakkında ne tartışabilirim ki. Ya da devşirmelerin zorla alınmadığını iddia eden biriyle.

 

sen nereden okudun osmanlı tarihini onu bir söylesene bize.

 

Tekrar söylüyorum Selçuklu bir türk devletidir. Ama Osmanlı imparatorluğuna bakarsak. Türklerin Sadrazam olamadığı, Ve Gerektiğinde vezirlerin padişah vermezse vezirin kellesini Padişahı tahttan indirecek yada kellesini alacka kadar semirmiş Yeniçeri zümresine türkelrin giremediği bir imparatorluğa hangi kıstasla Türk İmparatorluğu diyebiliriz. eğer ajitasyon yapmazsak. varsa bunun cevabını verecek bekliyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

osmanlı türk devletidir diyen kim bilmiyorum ama böyle söyleyen biri varsa yanlış söylemiş. osmanlı ümmetçi bir devletti. etnik açıdan bir kökene bağlı değildir...

 

gelelim NAİMİ ye.. tarihçi dediğin kişi bir müftüdür. ve bir kaç ünlü manzume si vardır.bu adam ın neresi tarihçi. işte buyrun.

 

Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi resmi kayıtlara göre 16. Yüzyılda Harput'ta ilim adamı olarak şöhret kazanmış, Efendigiller ailesinden Müftü Hacı Ahmet Efendi'nin büyük oğlu olup, 1802 (1216 H.) yılında Harput'da dünyaya gelmiştir. Mensup olduğu aileye önceleri "İmamzade" daha sonra bu aileden yetişen bir çok zatın müftülük yapmaları nedeni ile "Müftügil" ve sonra da "Efendigil" denilmiştir.

 

 

Kaside-i Bürde Sarihi olarak da bilinen Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi, babası Hacı Ahmet Efendiden ders görmüş; tâlim ve ted­rise çok meraklı olup, fitraten de çok zeki olması dolayısıyla emsali arasında kendisinden çok sene önce derse başlamış olanlara yetişmiş, hatta onlan geride bırakmıştır. Fakat babasının fetva işlerinin yoğun olması nedeniyle ondan yeteri kadar düzenli bir şekilde ders ala­mamıştır. Bunun üzerine o zamanlar âlimlerin çok olduğu Antep şehrine gitmeye karar verir. Bu husustaki düşüncesini babasına açarak onun muvafakatini isteyince, babası hiç beklemediği bu teşebbüs karşısında hayretler İçinde kalmış ve oğlunun bu arzu ve iradesini kırmamak için muvafakat etmiştir. Bunun üzerine o Antep'e gidip, büyük âlimlerden Küçük Hafız Necip Efendi'den ders görüp ica­zet almış, aynı zamanda Antep'in tüm âlimleri ile tanışarak, onlarla ilmi sohbetlerde bulunmuştur. O yıllarda Anadolu'nun birçok yerinde devam eden Yeniçeri isyanları 1819 (1234 H.) yılında Antep'e de sira­yet etmiş, şehir halkında; bilhassa ilim adamlarında huzur bırakmamış,

 

sonuçta isyanların önüne geçilemeyince Naimi Efendi'nin hocası Hafız Necip Efendi dahil birçok ilim adamı yok yere öldürülmüştür. Naimi Efendi, gerek hocası ve yakından tanıdığı birçok ilim erbabının bu haksız akibeti, gerekse bu insanlardan aldığı zevk ve feyzi kaybetmesinden dolayı son derece müteessir olmuş; bu yüzden bir fırsatını bularak arkadaşı Hoğu' (Yurtbaşı) lu meşhur şair Rahmi Harputi ile Kayseri'ye gitmiştir. O yıllarda Kayseri de Antep gibi ilim erbabının çok olduğu bir yerdir.

 

 

Naimi Efendi, sekiz yıl gibi uzun bir süre Kayseri'de kalarak Hoca Kasım Efendi, Gözübüyükzade Hacı Vahdi Efendi ve San Abdullahzade Mehmed Efendi gibi meşhur âlimlerden ders alıp tahsilini tamamladıktan sonra, hocası Kâzım Efendi'den de ica­zet alarak 1826 (1242 H.) yılında Harput'a dönmüştür. Harput'ta ecdadı gibi tâlim ve tedrise başlamış, kısa bir süre sonra da Harput Müftüsü olarak 15 yıl bu görevde kalmıştır. Naimi Efendi fazıl, kâmil ve ilmî seviyesinin yüksek olmasının yanında hatip ve latifeci bir yapıya sa­hipti. Gerek normal konuşmalarında, gerekse vaazlarında zarif fıkra ve latifeler anlatırdı. Aşağıda sunacağımız şu olay ne kadar anlamlıdır: Naimi Efendi Kayseri'ye gidip Hoca Kasım Efendi'ye müracaat ettiğinde, talebin çokluğu yüzünden medresede boş oda bulunmamış, bu yüzden kendisine karanlık, rutubetli ve dar bir hücre tahsis edil­mişti. Bu durum Naimi Efendi'nin canını sıkmış, Arapça şu beyti yazıp hocasının rahlesi üzerine bırakmıştır.

 

 

A'teyteni hücreten ve hüve minelkeremi

 

 

Lakinnehâ zîkatun kelkabri fizzülemi

 

 

Manası: Kereminizden bana bir hücre verdiniz, lakin bu hücre karanlık bir kabir gibi dardır.

 

 

Hocası bu beyti okuyunca, Naimi Efendi'nin zekâ, kabiliyet ve bilgisi hakkında hükmünü vermiş ve daha sonra fazilet ve istidadını lükdiren, kendi özel hücresini ona tahsis etmiştir.

 

 

Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi Arap, Fars ve Türk edebiyatına vakıf olduğundan birçok eser yazmış, bazı çalışmaları aşağıya çıkarılmıştır

 

 

1- Kayseri ulemasından Hacı Vahdi Efendi'nin Rübu Risalesi adlı eserini şerhetmiş,

 

 

2- Yine bu zatın ilmi münazara ve adaptan bahseden Velediye Hîcabisi adlı eserini tahşiye etmiş fakat tamamlayamamıştır.

 

 

3- Asıl şöhretinin kaynağı 1826 (1241 H.) yılında ve tahsili sırasında imamı Bosiri Kaside-i Bürde"sine yazdığı "Elasidetü'ş-Şehde Fi Kasideti'l-Bürde" adlı şerhidir. Gerek üslup ve ifade­si, gerekse bentlerin erişilemeyecek derecede olması o bütün mesele­lerin zarif ve latif bir suretle hal ve beyanı dolayısıyla bu kasidenin, bundan evvelki şerlilere nazaran kıyas kabul etmez derecede üstünlüğü zamanın uleması tarafından kabul edilmiştir.

 

 

-imamı Bosiri, aslen Kuzey Afrikalıdır. Ecdadı oradan göç ederek Mısır'a yerleşmiş, kendisi de Mısır'da yetişmiştir. Şiirde fevkalade bir mahareti varmış; Hz. Peygamberi medih yolunda birçok kasideler yazmıştır. Bunlardan en meşhuru Kaside-i Bürde daha doğrusu "Kaside-i Büre"sİdir. Büre, haşlanın iy­ileşmesi demektir.

 

 

-Ömer Naimi Efendi Hicaz'a giderken Mısır'a uğramış. Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa, Ömer Naimi Efendi'yi bir gün sarayına yemeğe davet etmiş. Bu ziyafette Mısır Müftüsü allame-İ Bacuri'yi de bulunduımuş; Türk ve Arap âlimlerinin ilmi derecelerini Ölçmek üzere mübaheseler açmış ve bazı meseleler hakkında fikirle­rini sormuş. Bu denemede Ömer Naimi Efendi'nin üstün geldiği tevatüren nakle­dilmektedir.En son eseri, Çemişgezekli zâde Mustafa Raci Efendi ta­rafından yazılıp 1866 (1259 H.) yılında Elazığ'da bastırılan "Manzume-i Naima"sıdır ki; çocuk ahlâk ve terbiyesinden, islam akidesinden ve diğer bazı dini konulan ihtiva eden 46 sayfalık manzum bir eserdir.

 

 

Ömer Naimi Efendi 1843 (1259 H.) yılında Hicaz'a gidip-gelirken Halep, Şam, Mısır ve Hicaz'da birçok Arap ve Acem alemiyle görüşüp tanışarak onların takdirini kazanmış, bilhassa 1843 (1259 H.) yılında Şam'da meşhur muhaddis Kiziri Abdurrahman Efendi ile görüşerek ondan icazet almıştır.

 

 

Ömer Naimi Efendi'nin gazel yazdığı ve birçok gazelinin olduğu ayırca Ömrünü ilme vakfederek birçok talebe yetiştirdiği ve bunlara icazet verdiği daha sonra kürsüsünü oğlu Hacı Abdulhamit Efendi'ye terkettiği söylenir. Naimi Efendi yaşlılığında çok zayıf düşmüş, vücudunda birçok hastalık ortaya çıkmış ve ayrıca iki gözü de görmez olmuştur. O halinde dahi durmadan çalışmış ve "Manzume-i Naima"sını o yıllarda yazmıştır. Bir asra yakın yaşamasına rağmen, hafızası hayatının sonuna kadar bozulmamıştır. Zekâ ve ferasetinin üstünlüğünü şu misal bizlere göstermektedir; Oğlu Hacı Abulhamit Efendi, başında çok kıymetli bir taç olan bir gelinin, evlerine geldiğini rüyasında görmüş ve sabah erken rüyasını tabir ettirmek için heyecanla babasının koşmuştur. O, babasına rüyasını anlatınca; Ömer Naimi Efendi tebessümle, "Heyecana lüzum yok, Mısır'da "Tacülarus" namında bir kitap neşredilmiştir, demek bize de gönderiyorlar" şeklinde

 

 

cevap verir. Oğlu bu tabire hayran olarak intizarda iken hakikaten bir­kaç gün sonra kitap posta ile evlerine gelmiştir.

 

 

Ömer Naimi Efendi ömrünün sonunu, köşesine çekilerek iba­detle geçirmiş, nihayet 1882 (11 Cemeziyelahir 1299) günü Cuma ge­cesi 83 yaşında gözlerini hayata kapamıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hey Allahım ya :) adam gitmiş osmanlı tarihçisi naimi diye kimi analtıyor bize. bu mu senin osmanlı bilgin.

 

"Nâimâ, ilk resmî vak'anüvis ve Osmanlı tarihçileri arasında en ünlü kişidir. 1652 yılında Halep'te doğdu, Babası. Halep eşrafındandı. İlk öğrenimini orada tamamlayan Nâimâ, genç yaşta İstanbul'a geldi. Yüksek öğrenim gördü ve Dîvan Kalemi'nde memur olarak hayata atıldı. Sonra hayatı birçok memurluklarda geçti. Dîvan Mektupçuluğu, Başmuhasebecilik vesaire yaptı. Nâimâ memurluk hayatında bazen yükselip bolluğa kavuştu, bazen atılıp sıkıntı çekti. Bir aralık Alanya ve Bursa'ya da sürüldü. Çorlu'lu Ali Paşa onu Mora seferine beraber götürdü. Nâimâ, 1715 yılında Patras'da muhasebeci iken 63 yaşında öldü ve bu kasabada bulunan bir caminin bahçesine gömüldü.

 

Osmanlı Tarihi'nde resmî olarak ilk vak'anüvis olan Mustafa Naimâ Efendi, ilk öğrenimini doğduğu şehir olan Halep'te tamamladıktan sonra, genç yaşta İstanbul'a geldi. Küçüklüğünden beri okuyup yazmaya, özellikle tarihe ve edebiyata büyük merakı vardı. İstanbul'da Enderun'a devam etti. Sonra, Dîvan katipliğinde görev aldı.

 

Pırıl pırıl zekâsı, titiz çalışmasıyla kendini kısa zamanda gösteren Nâimâ, Kalaylı Koz Ahmet Paşa'nın Dîvan Efendiliği'ne yükseldi. Daha sonra, ilim ve sanat adamlarını korumakla tanınmış Amcazade Hüseyin Paşa'nın hizmetine girdi. İşte, Nâimâ'yı Nâimâ yapan o ciddi çalışmalar, Hüseyin Paşa'nın yanındayken başladı. Amcazade Hüseyin Paşa, Nâimâ'nın mükemmel tarih bilgisini öğrenince, ona önemli bir görev verdi. Paşanın kütüphanesinde, Şârihu'l-Menârzade Ahmet Efendi'nin yazdığı, fakat henüz düzene konulmamış, müsvedde halinde bir tarih kitabı vardı. Bu kitap, 1591 ila 1659 yılları arasındaki olayları naklediyordu.

 

Hüseyin Paşa, bu kitabın derlenip toplanması ve yeniden kaleme alınması işini Nâimâ'ya verdi. Nâimâ, çalışmalarını çok sıkı tuttu. Çeşitli kaynaklara dayandı, Uzun araştırmalar yaptı ve kitabın daha ilk bölümlerini henüz tamamlarken Hüseyin Paşa'nın büyük takdirini kazandı.

 

Bu eser tamamlandığı zaman, artık eski müsveddelerle ilgisi kalmamış, baştan başa Nâimâ'nın araştırması ve usta kaleminin bir ifadesi olmuştu, Bu yüzden büyük eser NaimâTarihi olarak bilinir. Nâimâ Tarihi'ne konu olan yıllar, Osmanlı İmparatorluğu'nun en düşkün zamanlarına rastlar. Nâimâ, canlı ve zarif uslubuyla o yılları önümüze sererken, sadece tarihçiliğindeki ustalığı değil, yazarlığındaki kudreti de ortaya koymuştur.

 

Osmanlı tarihçileri, genellikle saray dahilinde cereyan eden olaylara pek nüfuz imkânını bulamadıkları ve kulaktan kulağa bir şeyler duysalar bile, hayatlarından korktukları için, olayları aktarmada yüzeysel kalmışlardır. Oysa, Nâimâ cesaretle davranmış, hatta III. Ahmet'in, tahta geçer geçmez 19 erkek kardeşini nasıl idam ettirdiğini bile açık açık anlatmıştır:

 

"Padişah-ı Cihanpenah'ın biraderi olan on dokuz nefer şehzade-i bî-günah, nizam-ı alem için, kemend-i cânistan ile şüheda zirvesine ilhak edilirlerken, yetişkin olmayanların, annelerinin kucağından alınıp canlarına kıyılmasını harem-i hümayun vaveyla ve göz yaşlarına gark olarak seyreylemiştir..."

İstanbul halkı da bu facianın üzüntü ve ızdırabını çekmiştir. Şehzadelerin en büyüğü Mustafa'nın son anında şu beyti söylemiş olduğunu da, Nâimâ, eserinde rahatça nakleder:

Nâsiyemde kâtib-i kudret ne yazdı bilmedüm

Âh, kim bu gülşen-i alemde herkiz gülmedüm.

 

Naimâ Tarihi'nin bir başka bölümünde, Sultan III. Mehmet'in korkaklığı anlatılmıştır. Nâimâ 'dan öğrendiğimiz olay şudur: Padişah III. Mehmet zorla sefere çıkarılmış ve Osmanlı Ordusu, Hasova mevkiinde durmuştu. Tarihe, Hasova Zaferi olarak geçecek olan savaştan önce, padişahın, Sadrazam Damat İbrahim Paşa'ya gönderdiği tezkire pek yüz kızartıcı oldu:

 

"Sen ki lalamsın, burda muharebe içün seni serdar idüp, ben buradan İstanbul'a revân olsam olmaz mı?.."

Nâimâ, tarih yazışına yepyeni bir stil getirmiştir. Onun renkli ve çekici bir üslûbu vardı. Olayları, bunları doğuran sosyal çevre ile beraber görüp anlattı. Halkın ve memleketin bu devirdeki hayatı Nâimâ'nın eserinde canlandı. Padişah ve vezirlerin eksik yönlerini, hatalarını güçlü bir ifade tarzıyla yazdı ve eleştirdi.

Nâimâ, tarih olaylarının ve bunları meydana getiren şahısların iç dünyalarına da sızarak yepyeni bir tarih edebiyatı ve sanatı ortaya koydu. Bu eser tarih edebiyatımızın en değerli eserlerinden biridir.

Nâimâ'nın bu düzenli eserini ilk kez İbrahim Müteferrika iki cilt olarak bastı. Daha sonra eser altı cilt olarak yeniden yayınlandı. Nâimâ Tarihi, Osmanlı tarihleri içinde önde gelen tarih kitaplarından biridir.

Nâimâ, devlet görevinde, Anadolu Muhasebeciliği'ne kadar yükseldi, fakat haksızlığa karşı göz yummadığı ve devrin ileri gelenleri hakkında tenkit edici sözler söylediği için 1706 yılında Hanya'ya sürüldü.

Eşinin talebi üzerine, sürgün yeri Bursa olarak değiştirildi. Sürgünde, çok sıkıntılı günler geçirdi. Koca bir yıl çekmediği çile kalmayan Nâimâ, nihayet Çorlulu Ali Paşa'nın izniyle İstanbul'a geldi. Tekrar devlet hizmetine alındı. Hatta Çorlulu Ali Paşa, onun gönlünü almak için Mora seferine beraberinde götürdü.

 

Ancak bu sefer sırasında da tok sözlülüğünün cezasını çeken Nâimâ'ya, bir kısım görevlerinden el çektirildi. Haksız ve yersiz muamelelere maruz kaldı. Mora'nın Patras kasabasında muhasebeci olarak görevlendirildi. Nâimâ 63 yaşında iken, Patras'ta öldü. Patras'ta bulunan tek caminin avlusuna gömüldü. Bir süre sonra ne o cami kaldı, ne de Nâimâ'nın mezarı... "

 

gel bize Osmanlı hakkında ders ver. sorna en ünlü Osmanlı tarihçisini bilme. ne güzel. alıştı kama biz bu forumda bu olaylara.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

osmanlı türk devletidir diyen kim bilmiyorum ama böyle söyleyen biri varsa yanlış söylemiş. osmanlı ümmetçi bir devletti. etnik açıdan bir kökene bağlı değildir...

 

gelelim NAİMİ ye.. tarihçi dediğin kişi bir müftüdür. ve bir kaç ünlü manzume si vardır.bu adam ın neresi tarihçi. işte buyrun.

 

Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi resmi kayıtlara göre 16. Yüzyılda Harput'ta ilim adamı olarak şöhret kazanmış, Efendigiller ailesinden Müftü Hacı Ahmet Efendi'nin büyük oğlu olup, 1802 (1216 H.) yılında Harput'da dünyaya gelmiştir. Mensup olduğu aileye önceleri "İmamzade" daha sonra bu aileden yetişen bir çok zatın müftülük yapmaları nedeni ile "Müftügil" ve sonra da "Efendigil" denilmiştir.

Kaside-i Bürde Sarihi olarak da bilinen Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi, babası Hacı Ahmet Efendiden ders görmüş; tâlim ve ted­rise çok meraklı olup, fitraten de çok zeki olması dolayısıyla emsali arasında kendisinden çok sene önce derse başlamış olanlara yetişmiş, hatta onlan geride bırakmıştır. Fakat babasının fetva işlerinin yoğun olması nedeniyle ondan yeteri kadar düzenli bir şekilde ders ala­mamıştır. Bunun üzerine o zamanlar âlimlerin çok olduğu Antep şehrine gitmeye karar verir. Bu husustaki düşüncesini babasına açarak onun muvafakatini isteyince, babası hiç beklemediği bu teşebbüs karşısında hayretler İçinde kalmış ve oğlunun bu arzu ve iradesini kırmamak için muvafakat etmiştir. Bunun üzerine o Antep'e gidip, büyük âlimlerden Küçük Hafız Necip Efendi'den ders görüp ica­zet almış, aynı zamanda Antep'in tüm âlimleri ile tanışarak, onlarla ilmi sohbetlerde bulunmuştur. O yıllarda Anadolu'nun birçok yerinde devam eden Yeniçeri isyanları 1819 (1234 H.) yılında Antep'e de sira­yet etmiş, şehir halkında; bilhassa ilim adamlarında huzur bırakmamış,

 

sonuçta isyanların önüne geçilemeyince Naimi Efendi'nin hocası Hafız Necip Efendi dahil birçok ilim adamı yok yere öldürülmüştür. Naimi Efendi, gerek hocası ve yakından tanıdığı birçok ilim erbabının bu haksız akibeti, gerekse bu insanlardan aldığı zevk ve feyzi kaybetmesinden dolayı son derece müteessir olmuş; bu yüzden bir fırsatını bularak arkadaşı Hoğu' (Yurtbaşı) lu meşhur şair Rahmi Harputi ile Kayseri'ye gitmiştir. O yıllarda Kayseri de Antep gibi ilim erbabının çok olduğu bir yerdir.

Naimi Efendi, sekiz yıl gibi uzun bir süre Kayseri'de kalarak Hoca Kasım Efendi, Gözübüyükzade Hacı Vahdi Efendi ve San Abdullahzade Mehmed Efendi gibi meşhur âlimlerden ders alıp tahsilini tamamladıktan sonra, hocası Kâzım Efendi'den de ica­zet alarak 1826 (1242 H.) yılında Harput'a dönmüştür. Harput'ta ecdadı gibi tâlim ve tedrise başlamış, kısa bir süre sonra da Harput Müftüsü olarak 15 yıl bu görevde kalmıştır. Naimi Efendi fazıl, kâmil ve ilmî seviyesinin yüksek olmasının yanında hatip ve latifeci bir yapıya sa­hipti. Gerek normal konuşmalarında, gerekse vaazlarında zarif fıkra ve latifeler anlatırdı. Aşağıda sunacağımız şu olay ne kadar anlamlıdır: Naimi Efendi Kayseri'ye gidip Hoca Kasım Efendi'ye müracaat ettiğinde, talebin çokluğu yüzünden medresede boş oda bulunmamış, bu yüzden kendisine karanlık, rutubetli ve dar bir hücre tahsis edil­mişti. Bu durum Naimi Efendi'nin canını sıkmış, Arapça şu beyti yazıp hocasının rahlesi üzerine bırakmıştır.

A'teyteni hücreten ve hüve minelkeremi

Lakinnehâ zîkatun kelkabri fizzülemi

Manası: Kereminizden bana bir hücre verdiniz, lakin bu hücre karanlık bir kabir gibi dardır.

Hocası bu beyti okuyunca, Naimi Efendi'nin zekâ, kabiliyet ve bilgisi hakkında hükmünü vermiş ve daha sonra fazilet ve istidadını lükdiren, kendi özel hücresini ona tahsis etmiştir.

Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi Arap, Fars ve Türk edebiyatına vakıf olduğundan birçok eser yazmış, bazı çalışmaları aşağıya çıkarılmıştır

1- Kayseri ulemasından Hacı Vahdi Efendi'nin Rübu Risalesi adlı eserini şerhetmiş,

2- Yine bu zatın ilmi münazara ve adaptan bahseden Velediye Hîcabisi adlı eserini tahşiye etmiş fakat tamamlayamamıştır.

3- Asıl şöhretinin kaynağı 1826 (1241 H.) yılında ve tahsili sırasında imamı Bosiri Kaside-i Bürde"sine yazdığı "Elasidetü'ş-Şehde Fi Kasideti'l-Bürde" adlı şerhidir. Gerek üslup ve ifade­si, gerekse bentlerin erişilemeyecek derecede olması o bütün mesele­lerin zarif ve latif bir suretle hal ve beyanı dolayısıyla bu kasidenin, bundan evvelki şerlilere nazaran kıyas kabul etmez derecede üstünlüğü zamanın uleması tarafından kabul edilmiştir.

-imamı Bosiri, aslen Kuzey Afrikalıdır. Ecdadı oradan göç ederek Mısır'a yerleşmiş, kendisi de Mısır'da yetişmiştir. Şiirde fevkalade bir mahareti varmış; Hz. Peygamberi medih yolunda birçok kasideler yazmıştır. Bunlardan en meşhuru Kaside-i Bürde daha doğrusu "Kaside-i Büre"sİdir. Büre, haşlanın iy­ileşmesi demektir.

-Ömer Naimi Efendi Hicaz'a giderken Mısır'a uğramış. Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa, Ömer Naimi Efendi'yi bir gün sarayına yemeğe davet etmiş. Bu ziyafette Mısır Müftüsü allame-İ Bacuri'yi de bulunduımuş; Türk ve Arap âlimlerinin ilmi derecelerini Ölçmek üzere mübaheseler açmış ve bazı meseleler hakkında fikirle­rini sormuş. Bu denemede Ömer Naimi Efendi'nin üstün geldiği tevatüren nakle­dilmektedir.En son eseri, Çemişgezekli zâde Mustafa Raci Efendi ta­rafından yazılıp 1866 (1259 H.) yılında Elazığ'da bastırılan "Manzume-i Naima"sıdır ki; çocuk ahlâk ve terbiyesinden, islam akidesinden ve diğer bazı dini konulan ihtiva eden 46 sayfalık manzum bir eserdir.

Ömer Naimi Efendi 1843 (1259 H.) yılında Hicaz'a gidip-gelirken Halep, Şam, Mısır ve Hicaz'da birçok Arap ve Acem alemiyle görüşüp tanışarak onların takdirini kazanmış, bilhassa 1843 (1259 H.) yılında Şam'da meşhur muhaddis Kiziri Abdurrahman Efendi ile görüşerek ondan icazet almıştır.

Ömer Naimi Efendi'nin gazel yazdığı ve birçok gazelinin olduğu ayırca Ömrünü ilme vakfederek birçok talebe yetiştirdiği ve bunlara icazet verdiği daha sonra kürsüsünü oğlu Hacı Abdulhamit Efendi'ye terkettiği söylenir. Naimi Efendi yaşlılığında çok zayıf düşmüş, vücudunda birçok hastalık ortaya çıkmış ve ayrıca iki gözü de görmez olmuştur. O halinde dahi durmadan çalışmış ve "Manzume-i Naima"sını o yıllarda yazmıştır. Bir asra yakın yaşamasına rağmen, hafızası hayatının sonuna kadar bozulmamıştır. Zekâ ve ferasetinin üstünlüğünü şu misal bizlere göstermektedir; Oğlu Hacı Abulhamit Efendi, başında çok kıymetli bir taç olan bir gelinin, evlerine geldiğini rüyasında görmüş ve sabah erken rüyasını tabir ettirmek için heyecanla babasının koşmuştur. O, babasına rüyasını anlatınca; Ömer Naimi Efendi tebessümle, "Heyecana lüzum yok, Mısır'da "Tacülarus" namında bir kitap neşredilmiştir, demek bize de gönderiyorlar" şeklinde

cevap verir. Oğlu bu tabire hayran olarak intizarda iken hakikaten bir­kaç gün sonra kitap posta ile evlerine gelmiştir.

Ömer Naimi Efendi ömrünün sonunu, köşesine çekilerek iba­detle geçirmiş, nihayet 1882 (11 Cemeziyelahir 1299) günü Cuma ge­cesi 83 yaşında gözlerini hayata kapamıştır.

 

FARKLI Bİ KAYNAKTAN ALDINIZ SANIRIM BU BİLGİYİ...

 

TARİH BİBLİYOGRAFYASI DERSİ GÖRMEDİNİZMİ ARKADAŞIM SİZ...

 

MUSTAFA NAİMA EFENDİ,TARİH YAZICILIĞIMIZ İÇİN ÖNEMLİ BİR DÖNÜM NOKTASIDIR...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

e birader naimi ile naima yı sen karıştırdın ilk başta.

naima yerine naimi dediğin için böyle oldu.

 

kuyucu murat paşa celali isyanlarını bastırdı. sebebi ekonomik tir bu isyanın. 70.000 kişi değil sadece 5-6 küçük çapte köy kadar nüfus.bu sayı nerden çıktı ?

 

naima en ünlü tarihçi de değildir.gümrükte çalışmış sonrada muhasebe (tahrir defterleri) cilik yapmıştır.

tarihçi olduğu doğrudur fakat daha çok naşir (kitap yayımcılığı) yapmıştır.

 

neyse konuyu fazla dağıtmayalım. varsa başka sorun çözelim ama belgelerle.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kime tarihçi denir ? 2cilt kitap yazan herkes tarihçi midir ?

 

adamın olmadığı yerde keçiye öelebi denirmiş diye naima ya tarihçi mi diyecez ?

 

osmanlı da hem naimi vardır hem naima. ama sen ilk başta naimi dedin sorun burdan kaynaklanıyor. ama hala diretiyorsun.

 

bu arada bütün arşivlerde tarihçiler suan çalışabiliyor. bi engel yok.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

öncelikle konuya tüm başlıkları okumadan girdiğim için sizlerden özür dilerim ama sanırım bu tarz konular 6 sayfa sonunda biraz ana başlıklardan uzaklaşırlar. öncelikle osmanlıyı türkler açısından 2 dönemde incelemek gerekir. fatih dönemi başlarına kadar bir türk devleti olan osmanlı fatihin istanbulu fethinden sonra bir imparatorluk olma yolunda ilerlemiştir. ancak yeni anlayış osmanlıyı bir türk imparatorluğu olmaktan çok kendini roma ve bizans imparatorluğunun devamı gören bir imparatorluk yapar. bunun iin fatih ve sonraki imparatorların mektuplarına başvurmak gerekir. fatih mektuplarına romanın varisi diye başlamaktadır. osmanlıda etrak-ı bi idrak olarak bilinen türkler nüfusun en fazla yüzde yirmisini oluşturmaktaydı. belkide daha azını. türk kelimesi tamamen bir hakaret sözü gibiydi ve osmanlı avrupanın kendilerine niye türk olarak hitap ettiğine şaşırıyor ve buna içerliyorlardı. belkide avrupalılar bize türk dmeye devam etmeseydi biz kendimize başka bir isim bulmuş olurduk.

 

OSMANLI ŞAİRLERİNDEN Nef’i şöyle der “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.”

 

Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde;

“Sakın Türk’ü insan sanma

Bin an bile olsa Türk’le birlikte olma

Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur“

“Türk’ün başını keserken sakın gam yeme

Baban da olsa Türk’ü öldür.”Demektedir.

bunlardan dert yanan fuzuli bir şiirinde

 

“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok

Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den

yani osmanlıda adam sayılanlar ya arap ya da acem yani iranlılar idi.

 

osmanlının edebi dili farsca iken safavi devletinde türkçe kullanılmakta idi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben ömrümde böyle saçmalık görmedim. kardeş sen hiç mi tarih kitabı okumadın. ya da okuduklarının hepsi kaynak yayınlarından mıydı? neyse bir bir düzeltelim hataları...

 

osmanlı kendini türk olarak görür fakat baskıcı bi şekilde bunu belli etmez.çünkü osmanlı ümmetçi bir anlayıştadır. eğer emeviler gibi milliyetçilik yapsalardı etnik kökneler bakımından bu kadar çok kitleyi birarada tutamazdı.

 

devşirme sisteminde alınan çocukların hiç biri zorla değildir. bir evde tek erkek varsa cocuk alınmaz. aile rızası yoksa yine hiç alınmaz. aile fakirse cocuk alırken para yardımı da yapılırdı.

 

devşirmelerin genel anlamda türklere eziyet etti diye bir şey söyleyemeyiz. daha çok balkanlara önem verdikleri doğrudur ama nerde eziyet etmişler bilmiyorum. açık belge isterim (orjinal)

 

kuyucu murat 70.000 alevi türk mü öldürmüş. e insaf bu kadar büyük yanlışlık ta bir kasıt olsa gerek.buna da belge isterim ama olmadığını da biliyorum.

 

osmanlıcı mıyım. hayır osmanlı ile alakam pek yoktur ama bu yukarda yazılanlar çok yanlıştır. osmanlı devleti türklere gereğinden az önem vermiştir. mesela balkanları aldıkça bölgeye türk yerleştirmiştir. daha iyi teşkilat kurabildikleri için ve daha baskın bir ırk oldukları için. bu nokta osmanlı ya yapacağımız 2. eleştiri türk ırkının balkanlarda 19. yüzyıldan itibaren sindirilmesine karşı çıkamamasıdır.

 

bütün bu bilgilerin ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu "halil inalcık" ın osmanlı ya ait kitaplarından öğrenebilirsiniz. abd dahil bir çok yabancı devlette makaleleri çok ünlüdür. yabancıların dahi en yetkili osmanlı tarihçisidir.

 

not: ben sadece ilk mesajı okudum diğerlerini zamanla okuyacağım. yazmam gereken yerler varsa onları da yazacağım.

 

 

darwen arkadaşım sen buraya ne yazdığının farkında mısın...beni tarih bilmemekle suçlarken aslında kendi suretinin yansımasını tasvir ettiğinin farkında mısın...sen tarih bölümünde okuyup okumadığının tam olarak farkında mısın...kaynakları,tarihçileri karıştırdığın,tarih bölümünde okuduğun halde osmanlıca bilmediğin ve kaynak araştırması ve bibliyografya konusunda epey bir zayıf olduğun yazdıklarından ortaya çıkıyor...bunu seni aşağılamak için yazmıyorum sadece durum tespiti yapıyorum...yazdıklarından elle tutulur tek nokta halil inancık hocamın dünyaca ünlü bir osmanlı tarihçisi olduğu konusunda onu da zaten senin bana anlatmana gerek yok... ;) ama örnek verdiğin halil inalcık hocanın osmanlının bir hanedan olduğunu,devleti türk kavminin değil bir hanedanın temsil ettiğini bir çok yerde söylemiş hatta bununla ilgili bir söyleşi kitabında da belirtmiştir...

 

Ama tabi ki merak ediyorsan osmanlı türk olduğunu biliyordu ama bunu pek önemsemiyor hatta çoğu kez kendini bu kimlikten soyutlama yoluna da gidiyordu...anlaman için savunduğum fikri sana tekrar açıklamaya çalışayım,burda kimse osmanlının türk olmadığı,ya da hanedenın kurucu unsurunun türk olmadığını söylemiyor...osmanlı türklerin kurduğu bir türk devletiydi ancak zamanla hanedanını koruma ve diğer türk boylarından gelen asizadelerin yönetimi ele geçirmesini engellemek için önce devşirme sistemini kurarak ordudan türkleri uzaklaştırdı daha sonra üst düzey devlet görevlilerini de tamamen devşirme yöntemine sadık kalarak enderundan seçti...işte bu noktada devletin asli kurucu halkı olan türklerden,hanedanının egemenliğini pekiştirmek amacıyla kendini sıyırdı ve tamamen türk olmayan devşirmelerin yönetiminde gelişme gösterecek bir imparatorluk olma doğrultusunda karar verdi.. eğer osmanlı tarihi konusunda biraz bilgi sahibi olmak istersen benim okumadığımı idda ettiğin o osmanlıyla ilgili tarih kitaplarını ya da tarihi kaynakları gözden geçirme zahmetine katlanırsan yazdıklarımın tarihi gerçekliklerle tam olarak örtüştüğüne sende kanaat getireksin... fatih sultan mehmet döneminde çandarlı ailesinin devletin üst kademelerinden uzaklaştırılmalarını,cem sultan meselesiyle osmanlı içindeki türk-devşirme mücadelesinin ilişkilerini ve genç osmanın devşirme yeniçeriler tarafından katledilme nedenleri hakkında önyargılarla ve sana ezberletilenlerin etkisi altında kalmadan nesnel bir biçimde araştırma yapabilirsen benim ve bu konu hakkında benimle birçok bakımdan ortak noktada buluşan arkadaşın düşüncelerinde seninde haklılık payları bulabileceğin inancındayım...

 

saygılar....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

osmanlı tarihini sevmediğim için bibliyografya da biraz zayıf olduğum doğrudur. ama bu konuda yeterliyim diye düşünüyorum.

 

osmanlı da hem naimi vardır hem de naima.. bir bak bakalım istersen tarihçi diye ilşk önce hangisi söylenmiş..

üstüne bastıra bastıra söylüyorum naima zamanının ünlü bir tarihçisi değildir. o gümrükçü ve yayımcıcılık yapmıştır daha çok.

 

devşirmeler zorla alınmamıştır. alındığını kanıtlayın.

70.000 kişi öldürülmemiştir. onu da kanıtlayın.

osmanlı devşirme yöneticileri haka eziyet ediyor demek sistematik bir yargıdır. ama bu da yanlış.tek tük olmuştur.

fatih ülke yönetimini ve yargıyı vezirlere bırakmıştır. çandarlı da artık saraya hakim olmaya başlayınca uzaklaştırldı yönetimden.

 

osmanlı türkleri 2. plana atmıştır doğru. balkanlara hep türkleri yerleştirme planıda bunun acık göstergesidir.

3-5 tane bektaşi türk lük utanç vericidir dedi diye böyle kabul edeceksek iyi valla.

 

yazdıklarınız belge ile olsun arkadaşlar. yoksa kimse sallamaz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

darwen bu topicte çok belge sunulduda. mesela sen savunduğun şeylerle ilgili bir iki belge sunsan. mesela devşirmeliğin zorla yapılmadığına dair.

 

biz 70 bin kişinin ölümü hakkında osmanlının resmi tarihçisinin kayıtlarını sunduk mesela.

 

yani söylediğini şöyle kendin bir yapsan :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

darwen bu topicte çok belge sunulduda. mesela sen savunduğun şeylerle ilgili bir iki belge sunsan. mesela devşirmeliğin zorla yapılmadığına dair.

 

biz 70 bin kişinin ölümü hakkında osmanlının resmi tarihçisinin kayıtlarını sunduk mesela.

 

yani söylediğini şöyle kendin bir yapsan :)

 

Hocam şu 70 bini hala kullanmanız beni güldürüyor artık...

 

Karakurt arkadaşla birlikte gerekli cevabı verildi zaten...

 

Baştan itibaren okursan görürsün...

 

Kuyucu böyle bir isyan bastırma yolu izledi diye bunu Osmanlı tarihinin bütününe yansıtmayın denildi...

 

Yani belgelik bir olay değildi;olayı iki tarafta biliyor;yorumlar farklı...

 

Ayrıca devşirmeler öyle yere geldiler ki millet evladını yollamak için can atar oldu...

 

Hatta devşirme sistemi bundan doğan hilelerle bozuldu...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hocam şu 70 bini hala kullanmanız beni güldürüyor artık...

 

Karakurt arkadaşla birlikte gerekli cevabı verildi zaten...

 

Baştan itibaren okursan görürsün...

 

Kuyucu böyle bir isyan bastırma yolu izledi diye bunu Osmanlı tarihinin bütününe yansıtmayın denildi...

 

Yani belgelik bir olay değildi;olayı iki tarafta biliyor;yorumlar farklı...

 

Ayrıca devşirmeler öyle yere geldiler ki millet evladını yollamak için can atar oldu...

 

Hatta devşirme sistemi bundan doğan hilelerle bozuldu...

 

:zorro:

 

 

ali sen akıllanmazsın kardeşim... :lol: ne cevabı verildi,kanıt olarak ne belge gösterildi...ömrünüz boyunca bir ortaokulda,bir de lise de tarih dersi kitabı okumuşsunuz orda yazılanları tekrar edip duruyorsunuz,sen gerçekten cevap verebildiğinize inanıyormusun,yoksa hepimizin bildiği espritüel kimliğinle bizle dalga mı geçiyorsun...

 

tarihi hayat görüşünün doğrultusun da aklamaya çalışma,tarihi siyah beyaz olarak niteleyemezsin,her zaman osmanlı iyiydi,ona karşı çıkanlar kötüydü,ya da tam tersi değil,tarih gridir her saltanat hükümdarlığını devam ettirmek için günah işler buna karşılık sevapları da vardır tabi ama osmanlının 600 yıllık hükümdarlığı sırasında özellikle türk halkına olan tavrını göz önüne alırsak rengi epey bir koyu gridir...

 

sen tarihi ortaokul,lise sıralarında okuduğun ders kitaplarıyla ya da izlediğin kara murat ve malkoçoğlu filmlerinin anlattıklarıyla değerlendirmekten kurtulup karşılaştırmalı kaynakların ışığı altında açıklanabilen bir bilim dalı olarak ele alabilmeyi öğren ondan sonra senle bu konuda tartışmak keyif vermeye başlayacak...bırak nasıl cevaplar verdim,karşı kanıtlar sundum masallarıyla kendini kandırmayı..bizi çürütecek karşı belgeler sun belgeler...bundan pek ümitli değilim ama neyse....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kaynaklar:

 

halil inalcık: osmanlı devleti tarihi; klasik çağ

i.hakkı uzunçarşılı: osmanlı tarihi (hangi cilt olduğunu hatırlamıyom)

kolonizatör tük dervişleri: yazarı galiba ömer lütfi barkan dı.

 

kaynak yayınları hariç çoğu osmanlı tarihi kitaplarına bakabilirsiniz.

 

birşey daha söyleyim: benim bu verdiğim isiler gerçek tarihçidir. naima gibi muhasebe ci ve gümrükçü değildir.

zaten bi naima dan örnek verdiniz bi kaç tane de 3-5 dörtlük yazan osmanlı düşmanı bektaşilerden.

 

siz bunlara kaynak mı diyorsunuz ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaslar ben şuan yurt dışında yaşıyorum Osmanlı'nın Anadolu'da "Türk" halkına çok zarar verdiğini bildiğim halde yabancıların karşısında Osmanlı'yı asla kötülemem.

 

 

Başlangıçta Osmanlılar ülkelerine “RUM” diyorlardı. Yavuz’dan sonra “Osmanlı” ya da “Devlet-i âl-i Osman” denilmeye başlandı. Osmanlı Devlet yönetimi ile Kapukulu Askerleri, dirlik sahipleri “Türk olmayan” dönmelerden oluşmaktaydı. Bu dönme devşirmeler; asker ya da yönetici olarak eğitilerek ve Türkçe öğretilerek devlette görev alıyorlardı. Osmanlı Hanedanlığı etrafında oluşturulan helozonik dönme Asker-Sivil yönetici sınıfın başında hanedan aileden bir “sultan” olan devlet “despotik” ve üretim ilişkileri de feodal yapıda idi. Türklük açısından baktığımızda Akkoyunlu ve Safevi Devletleri; Osmanlılar’dan daha çok Türk’tür. Türkler; Osmanlılar’da “akıl ve idrak yoksunu” ikinci sınıf vatandaşlar olup, Ermeni-Rum-Yahudi-Kürt-Arap vb. unsurlar daha ön plandaydı.

 

 

 

İstanbul’un fethi Türkler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’u Bizans devlet ve Ortodoks Kilise yöneticileri Osmanlılara teslim eder. Fatih Sultan (II. Mehmed’in) de 2 gün sonra Ayasofya Kilisesi ile Bizans İmparatorluk sarayına giderek törenle Bizans ve Osmanlı devlet erkanını kabul etmesiyle de Osmanlı İmparatorluğu ilan edilmiş olur. Bu durum aynı zamanda Bizans tahtına Fatih Sultan Mehmet’in getirilmesi de demektir. İstanbul’un fethi Türk tarihçilerinin abarttıkları kadar önemli bir askeri kuşatma ve muharebe değildir. Osmanlı II. Veziri Rum Zağanos Paşa gibi dönmelerin ve tükenmiş, çürümüş Bizans yöneticilerinin işbirliğiyle ve de direniş gösteren grupları katledilme operasyonu ile İstanbul alınmıştır. Rum Zağanos Paşa gösterdiği bu maharetten dolayı Vezir-i Âzamlığa (başbakanlığa) getirilmiştir. İstanbul alınmasıyla, Zağanos Paşa ile birlikte dönme devşirmelerden (Enderunlu) 34 vezir atanmıştır. Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa ve Türk vezirler görevlerinden alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u başkent yapmış, kendisini Edirne’de tahttan indiren Vezirleri ve Türkmen Beylerini görevden alarak sürmüştür. Bizans Devlet müesseselerine uygun yeniden devlet yapılmasını gerçekleştirmiştir. Şeyhülislamlık müessesesini ve Müftülüğü de “Fener Rum Ortodoks Patrikliğine” benzer bir yapıyla Ortodoks İslam (Sünni) şeriat organizasyonuna dönüştürmüştür. Çandarlı Halil Paşa tutuklanarak Edirne’ye gönderilmiş buradaki hapishanede işkence edilerek tüm para ve mallarına el konmuş; Temmuz 1453 başında da katledilmiştir.

 

İstanbul’un başkent olması, Fatih Sultan Mehmet ile yeni bir döneme girilir:Türk aristokratları ve Türk halkı devlet yönetiminden tamamen dışlanır. Padişah üzerindeki etkileri sona erer. Türklerin yerini Padişahın otoriter görüntüsü altında; dönme devşirme Kapıkulu-Enderun zümreleri devlet erkine sahip olurlar.

 

II. Bayezit’in yeni fethettiği Modon, Koron, Navarino, Mora, Draç gibi yörelere Anadolu’daki Kıızlbaş zümreleri çoluk-çocuk, kadın-erkek yüzleri demirle dağlanarak zorla sürülerek iskana tabi tutulurlar. Aynı tip uygulamalar Fatih döneminde Karaman ve Konya’da da olmuştur. Rum Mehmet Paşa bölgede zulüm ve katliam yapmıştır. Atatürk’ün ataları da bu yöreden alınarak o yıllarda bugünkü Makedonya’nın Jupa bölgesinin Kocacık Köyü’ne iskan edilmiştir.

 

Fatih ve Bayezıt döneminde; Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Türkmenleri oymaklar ve kafileler halinde Akkoyunlu ülkesine ve bugünkü Kuzey ve Güney Azerbaycan’a göç ederler. Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar bu Türkmen topluluklarını örgütlerler. Erdebil Tekkesi’nde Türkmen yaygınlaşır ve merkezi olarak örgütlenir. Şah İsmail’in önderliğinde 24 Oğuz Boyundan olan 72 Türkmen Oymak Beyi ve 40 Seyyid Ocağından dedenin katılımıyla Erzincan’ın Sarıkaya yaylağındaki “Türkmen Kurultayı”nda Safevi Devleti”nin kuruluşuna karar verilir. Devlet 9 Eylül 1502 günü Tebriz’de kurulur.

 

I. Selim (1512-1520)’in tahta geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları daha da vahim bir hal alır. 1514’deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasında geçen Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrası Anadolu’da; tarihi kaynaklar 40 ila 100 bin civarında Türkmenin katledildiğini yazmaktadır. Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından Kürt mollası Şeyh İdris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Doğu Anadolu’dan Türkmenler sürülerek katledilmişlerdir. Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları; “yurtluk ve ocaklık” adı altında Yavuz’un imzaladığı boş fermanları, İdris Bitlisi oldurarak 400 Kürt Aşiret reisine, ağasına vermiştir.

 

Yavuz Selim tarafından Erzincan Valiliğine atanan (dönme) Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı İdris Bitlisi bölgede terör estirirler. Kurban Bayramında Osmanlı muhafızları Türklere saldırarak binlercesinin kafasını keserek Erzincan’a getirip şehirde, kafataslarından minare yaparlar.

 

Bıyıklı Mehmet Paşa Osmanlı Ordusu ile İdris Bitlisi’nin topladığı 10 bin Kürt gönüllüsüyle; Munzur dağlarına çekilen Şah İsmail’in Erzincan Valisi Nur Ali Halife Haziran 1515’de Ovacık yöresindeki Tekir Yaylağı’nda bularak bir bölümünü kılıçtan geçirirler, diğerleri kaçarlar. Dersim yöresinde Osmanlı ordusu ile Palu Beyi Çemşid ve İdris Bitlisi komutasındaki Şafi Kürt gönüllüler; on binlerce Türk Kızılbaşı katlederler. Artık Yavuz’un adı Aleviler arasında Yezit ile birlikte anılmaya başlanır ve lanet okunur. Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74. İslam Halifesi olması ile Sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve Osmanlı İslam Devlet kimliği oluşur. Osmanlı sınırlarının genişlemesiyle de “Roma İmparatorluğu” varisi olur.

 

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi İslami kabuk içinde ama çeşitli uluslardan oluşan Osmanlı devlet tam bir “Roma İmparatorluğu” halini alır. Bu dönemde yine Türklere zulüm, şiddet ve katliamlar devam eder. Kürt kökenli Şeyhülislam Ebussu’ud Efendi (1545-1574)’in verdiği fetvalarla Türkmen katliamı, “İslam Şeriatı”na göre meşruluk kazanır. Bugün Sünni ilim adamları tarafından “huşu ile anılarak evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussu’ud Efendi, Türk katliamcısı, lanet okunacak bir zalim, İslamiyeti çıkarlarına göre yorumlayan cellat bir din ulamasıdır.

 

Hırvat kökenli ve Nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa da; 6.12.1606’da Sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Türkmen katliamı harekatı başlatır. 70 bin Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür.

 

Türklerin tarihinde aynı yörede olan Malazgirt ve Çaldıran savaşları iki karşıt dönemeçtir. Selçuklu Sultanı Alpaslan; Bizans’ın sınırlarını korumak isteyen İmparator Romanus Diogenes’i 26 Ağustos 1071’de yenerek Anadolu (Rum)’nun kapılarını Türklere açmıştır. Bizans başkenti İstanbul’un sahibi Yavuz Sultan Selim ise; Şah İsmail’i 24 Ağustos 1514’de yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere kapatarak; Alparslan ve Oğuz-Türkmen boylarından Bizans’ın intikamını almış ve doğu bölgesi hudutlarını da Kürtlerin korumalığına bırakmıştır.

 

 

Cemal Şener

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Efatalit kardeş...

 

Gri olayı da çözüldü...

 

Hiç kimseye kaymayan yorumlar yapıldı...

 

Herkesi kendin gibi sanma...

 

Sevgili Baba İshak...

 

Öncelikle Yazıya çok güzel bir giriş yapmışsın tebrikler...

 

Ama sonra sen de coşmuşsun be birader...

 

Kusura bakma ama Osmanlı nın Türkler e bu kadar zararı dokunmadı...

 

En önemli dil konusuna bakacak olursak...

 

O zaman halk Türkçesini konuşuyordu;bugün o da bozuldu...

 

Duygusal yaklaşıp bazı önemli olayları aşağı ya da zararlı gibi göstermiş bir yazı...

 

Bence bu kadar aşırıya gidilmemeli...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Balkanlarin büyük kismi kirim üzerinden göcmüslerdir zaten.

 

Hitler Berlin de askerlerine bir ögüt verir.

Bu belge ve sesle kayitlidir.

 

"ALMAN PULLUGU RUS TOPRAKLARINA TAKILACAK

VE ALMAN EKMEGI RUSYA DAN CIKACAKTIR.

HAYDI ARSLANLARIM!

BENI, ATALARIMIZ AK HUN´LARA KARSI MAHCUP ETMEYIN"

 

isin bir ilginc tarafi, sevmeseniz de Lenin de Tatar Türklerindendir: biliyor muydunuz.?

Bu yüzden beyaz ruslar, lenini sevmez, TATAR LENIN diye alay ederlermis.

 

saygilar.

 

lenin tatar türklerinden mi?? hadi canım.. :angry:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

OSMANLI TÜRK DEĞİLDİR & OSMANLIYI TÜRKLER KURMAMIŞTIR

 

Bilindiği üzere birçok tarihçi Osmanlı Türk mü, değil mi diye tartışır. Çoğunlukla Türk sayarlar Osmanlıyı fakat hakikat aslında öyle değildir. Bütün deliller ise tam tersini ıspatlamaktadır. Osmanlıya Türk dendiği özellikle son 100 yılda yazılmış kitaplarda görülür, daha öncesinde böyle birşey yoktur. Osmanlı ise hiç bir zaman kendine ne Türk demiştir, nede Türklüğü kabul etmiştir.

 

Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. Ve böyle birçok şeyler vardır.

 

 

Osmanlının Türk olmadığını maddelerle açıklayalım.

 

1. Osmanlının kayı boyundan olduğu söylenir fakat böyle bir delil veya ıspat yoktur.

 

1597’de Şerefhan tarafından yazılan Şerefname'de “Rum hükümdarı Fatih Sultan Mehmet” diye geçiyor. Yunan ve Rum tarihçilerde Fatih Sultan Mehmedin Rum kökenli olduğunu söylüyor. Rumların o dönemde çoğunlukta olduğu belli oluyor.

 

1a.Osmanlı hiç bir zaman Türkçe konuşmamıştır. Osmanlıca Arapça ve Farsça karışımı dildi. Bilinenin aksine Osmanlıca denen yapay dil Türkçe değildir. Türkçede çok fazla Arapça ve Farsça kelime olduğu için böyle sanılıyor.

Osmanlıda saray dili Persçeydi. Osmanlının kullandığı alfabede Pers alfabesiydi.

Arapça ve Farsça yazan, konuşan ediplerin, Türkçe konuşan ve yazanlardan daha üstün tutulmaları sebepsiz değildir.

 

2. Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedanda bu kan yabancılığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti.

 

3. Osmanlı şairlerinden Baki'nin, "Muhteşem Süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle:

 

"Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz.

Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır.

Türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur."

 

Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise; "Tanrı, Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir.

Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "Baban da olsa Türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet'e ait olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bir kıtasını yineleyelim:

 

Osmanlı sarayının devşirme yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi'nin 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyledir:

 

SAKIN TÜRK'Ü İNSAN SANMA

BİR AN BİLE OLSA TÜRKLE OLMA

TÜRK ELİNE ŞEKER OLSA,O ŞEKER ZEHİR OLUR

TÜRK'ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEME

BABAN BİLE OLSA TÜRK'Ü ÖLDÜR.

 

4. Anadolu’da öldürülen Türk sayısı, Yavuz Sultan Selim zamanında 50.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklükle alakası olmadığının açık bir kanıtıdır.

 

5. Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok." Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.

 

Osmanlı tarihçisi Naima "Tarihi"nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır.

 

6. Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır: "Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar."

 

7. Osmanlı düşüncesinde, "kavmi necip" olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "Türk hükümeti", "Türk ordusu", "Türk ülkesi" deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu.

 

8. Osmanlı Efendisine Türk demek hakaret sayılmış, "Türk" sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. Yani Türk kelimesi aşağılamak ve küfür yerine kullanılırmış. Irki bir anlam taşımıyor ve sadece cahil köylüleri aşağılamak söylenirdi.

 

9. İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türke kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.

 

10. Devlet-i Aliyye Devri'nde, Başbakanlara, Sadrazam deniyordu. 624 yıllık Osmanlı devrinde, 215 sadrazam oldu. Ve sadece 78'inin Türk asıllı olduğu iddia ediliyor. Yani en 197 sadrazam Türk soyundan değildi. Bu 78 Türk olduğu iddia edilen sadrazamlarda büyük olasılıkla uydurmadır. Böyle birşey gerçek değildir. Son yıllarda yazılan tarih kitaplarında yer alır ancak. Eski tarih kitaplarında böyle birşey yer almaz.

 

11. Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. Anadoluda tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. "Kaba Türk", "Anlayışsız Türkler", "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu.

 

12. Osmanlı yönetiminde Türke yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:

 

....

....

 

13. Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı.

 

Ne dini, ne dili, ne ırkı, ne davranışı Türklükle alakası olmayan Osmanlıya “Türk” demek kadar komik ve saçma birşey olamaz.

 

Dünyada böyle birşey ne görülmüştür, nede duyulmuştur.

 

14. Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün 'Türk' veya Türkmen' olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında, 'Türk kafa' diye homurdanırsın.

 

Büyük genetik araştırmaların hepsi Orta Asyadan Anadoluya gelmiş Türkmenlerin azınlık olduğunu ıspatlamıştır.

 

Türkiyedeki Genetik uzmanlarıda Anadoluda Orta Asya kökenli gen taşıyanların çok az olduğunu söylüyor.

 

http://www.milliyet.com.tr/2005/05/17/guncel/agun.html

 

Dr. Wells: “Anadolu'da Türk dili ve kültürünün yayıldığını biliyoruz. Ancak genetik veriler, Selçuklu ile Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türk geninin burada fazla yayılmadığını gösteriyor. Kendinizi “Türk” sayabilirsiniz, ama kökleriniz başka yere uzanabilir”.

 

15. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın, Türke yaklaşımından farklı değildi.

Avrupa Türk ismini aşagılamak için kullanırdı, Osmanlıda öyle.

 

Önemle ifade edelim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini Müslüman tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler. Pakistandaki sözlüklerde de, Türk kelimesi açıklanırken, “mahbûb ve müslim” kelimeleriyle açıklanmaktadır.

 

Hatta Avrupalılar Türk kelimesini kullanırken Araplar dahil birçok müslüman halkı kastederek Türk demişlerdir. Yani Avrupa Türk derken müslümanları kastediyordu.

 

Avrupa’lı bugün bile kuzey ve batıdaki Müslümanlara Boşnak da olsa, Bulgar da olsa, Makedon da olsa hepsine de “Türk” demektedir. Aslında “Türkler geliyor” derken müslümanları kastetmiştir.

 

Bu Türkiye (Turchia) ismi Selçuklunun Anadoluyu almasından süregelmiş bir kelimedir.

Anadolu’ya “Türkiye” denmesinin sebebi Selçuklu Türklerinin Anadoluda nüfus çoğunluğu olduğu için değildir, Anadoluyu hakimiyeti altına alıp kontrol etmelerinden dolayıdır çünkü Anadoluya Türkmen askerler gelmiş ve bu militer güçle Anadoluya hakim olmuşlar. Kim hakimse onların ülkesi denmiş, ama Türkler hiç bir zaman nüfus çoğunluğuna sahip olmamıştır. Halende öyledir. Türkmenler ise feth ettikleri yerlere Rumların ülkesi demeye devam etmiştir.

 

Ama Osmanlı Türklüğü hiçbir zaman kabul etmemiştir çünkü Türk değildi.

 

Osmanlı Türkmenlere “Etrak-ı bi idrak = anlama kaabiliyeti olmayan Türkmenler” ( bu ibare, Osmanlı döneminde Türkmenler’e yakıştırılan bir ibaredir).

 

Osmanlı Padişahına “Türk” dense, kendine hakaret edildi diye söyleyenin kafasını vurdururdu.

 

16. Ancak biz başa dönerek, Osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım.

 

İlk Osmanlı Padişahı Osman beyin annesinin Türk, Mo(n)gol veya Acem

kökenli olduğuna dair rivayetler varsa da, bunlara ait bir kanıt bulunamamıştır. Osman beyin denen birisinin olduğuda meçhul aslında.

 

1- Sözde Osman Beyin iki eşi vardı, Mal ve Bala Hatunlar. Her ikisininde Mogol asıllı olduğu iddia edilsede herhangi bir kanıt yok.

 

2- Sözde Orhan Bey: Osman Bey'in Mal Hatun isimli eşinden doğdu. Eşleri Rum asıllı Horofira (Nilüfer Sultan), Rum Asporçe ve Rum Teodora.

 

3- 1. Murad: Horofira'dan doğdu. Eşleri Bulgar-Yahudi melezi Marya ve Bulgar Tamar.

 

4- Yıldırım Beyazıd: Marya'dan doğdu. Eşleri: Sırp kökenli Olivera, Devlet Hatun, Bulgar Olga, Maria, Angelina ve Anita.

 

5- Çelebi Mehmed: Olga'dan doğdu. Eşleri: Sofia, Anna, Veronica.

 

6- 2'ci Murad: Veronica'dan doğdu. Eşleri: Nache de la Bazory (Fransız), Mara Despina, Stella.

 

7- Fatih: Mara Despina'dan doğdu. Eşleri: Rum Zaganoz paşanın kızı Kornelya, Anna, Helen, Tamara.

 

8- 2.ci Beyazıd: Kornelya'dan doğdu. Eşleri: Beti, Anita, Suzi, Liliana, Katherin, Nina, Martha ve Danilova.

 

9- Yavuz Sultan Selim: Annesi (Beti, Anita, Suzi, Liliana, Katherin, Nina, Martha ve Danilova... tartışmalı). Eşleri: Polonyalı Helga (Havza Sultan), Sırp Aleksandra (Ayşe Sultan).

 

10- Kanuni Sultan Süleyman: Polonya'lı Helga'dan doğdu. Eşleri: Bir Rus papazının kızı Roksalan (Hürrem Sultan), Sicilya'lı Rozaline (Gülfem Hatun).

 

11- 2'ci Selim (Sarı Selim): Roksalan'dan doğdu. Yahudi Rasel (Nurbanu

Sultan). Sarı Selim, kızı Esmahan'ı Hırvat kökenli Sokullu Mehmet Paşa ile evlendirdi.

 

12- 3. Murat: Raşel'den doğdu. 130 cariyesinden 112 çocuğu oldu. Eşleri: Venedik'li Sofia Baffo (Safiye Sultan), Polonyalı Mona (Mihriban Sultan), Macar Ninuska (Nazperver Sultan), Rus Olga (Şahhüban Sultan), Romanyalı Meri (Fahriye Sultan).

 

13- 3'cü Mehmet: Sofia Baffo'dan doğdu. Eşi: Yunanlı Helen (Handan

Sultan), İspanyol Sinderella Violetta (Mahpeyker Sultan).

 

14- 1'ci Ahmet: Helen'den doğdu. Eşleri: Rum Evdoksia (Mahfiruz Sultan),

bir Rum Papazının kızı Anastasia (Mahpeyker Köşem Sultan).

 

15- 1'ci Mustafa (Deli Mustafa): 3'cü Mehmed'in eşi Sinderella Violetta'dan doğdu..

 

16- 2'ci Osman (Genç Osman): Evdoksia'dan doğdu.

 

17- Tekrar Deli Mustafa (15. numarada konu edildi).

 

18- 4'cü Murad: Anastasya'dan doğdu. Eşleri:Keti, Anna (Atifet Sultan), Helena (Cihannüma Sultan).

 

19- 1.ci İbrahim (Deli İbrahim): 4'cü Murad'in kardeşi.

 

20- 4'cü Mehmet (Avcı Mehmet): Nadya'dan doğdu. Eşleri: Rum Evemia

(Emetullah Gülnüs Sultan), Korsika'lı Bella (Afife Sultan), Romanyalı

Cesika (Güner Sultan), Ermeni Flora (Gülbeyaz Sultan), Rum Helen (Hatice

Sultan).

 

21- 2'ci Süleyman: Katrin'den doğdu: Eşleri: Yok. Cariyeler: çok.

 

22- 2'ci Ahmet: Lehistanli Yahudi Eva. Eşleri: Giritli Rum Yeremiye (Rebia

Sultan), Mora'li Diana (Sayeste Sultan).

 

23- 2'ci Mustafa: Evemia'dan doğdu. Eşleri: Rus Vera (Mahfiruze Sultan),

Sırp Mari (Hafize Sultan), Giritli Rum Aleksandra (Saliha Sultan).

 

24- 3'cü Ahmet: Rum Emevia'dan doğdu.

 

25- 1'ci Mahmut: Aleksandra'dan doğdu. Eşleri: Fransız Julienne (Hatem),

Sicilyalı Lili (Raziya), Macar Maggi (Tiryal), Rus Olga (Verdinaz).

 

26- 3'cü Osman: Mari (Şehsuvar Sultan)'dan doğma. Eşleri: Sırp Olga

(Ferhunde), Sicilyalı Olivya (Zerki). Cariyeler: Yok!

 

27- 3'cü Mustafa: Gürcü Janet (Mihrisah Sultan)'dan doğdu.

 

28- 1.ci Abdülhamid: İda (Rabia Sultan)'dan doğma).

 

29- 3'cü Selim: Gürcü Janet (Mihrisah), Eşleri: Patricia (Afitab), Linda

(Nefizar), Berti (Pakize), Alis (Tabisefa), Lisa (Hüsnümah), Rosa

(Nurisems), Anna (Rafet), Magdalena (Ziybifer).

 

30- 4'cü Mustafa: Bulgar Sonya (Seniyeperver Sultan)'dan doğma. Eşleri:

Flora (Dilpezir), Adela (Seyyare), Sofi (Peykidil, Gloria (Sevkidil).

 

31- 2'ci Mahmut: Fransız Aimee (Naksidil)'den doğma.

 

32- 1. Abdülmecid: Rus Suzi (Bezmialem Sultan)'dan doğdu. Eşleri: Safiraz Ermeni, Bezmara (Bezmican) kökeni bilinmiyor, Fransız Vilma (Şevkefza), Ermeni Verjin (Tirimüjgan - Abdülhamid'in annesi), Rum Karoli.

 

33- Abdülaziz: Hamam natırı Çingene Besime'den doğma. Eşleri: Camelya (Dürrünev), Asporce (Gevher), Anna (Edadil), Adela (Hayranidil) ve Alis (Nesrin).

 

34- 5. Murat: Fransız Vilma (Şevkevza Sultan)'dan doğma. Eşleri: Carmen (Cananiyar), Marone (Elaru), Elfi (Filiztan), Clarissa (Gevheri), Henna (Reşan) v.b.

 

35- 2. Abdülhamid: Ermeni Verjin (Tirimüjgan Sultan)'dan doğma.

 

36- Mehmet Reşat: Rum Sofi (Gülcemal Sultan)'dan doğma.

 

37- Vahdeddin (5. Mehmet): Abdülmecid'in karısı Henriet (Gülüstü Sultan)'dan doğma. Eşleri: Emine Nasik Eda ve saray bahçıvanının kızı Nevzut. Kökeni bilinmiyor; Çerkez olduğu iddiaları var.

 

GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ TEK BİR TÜRK YOKTUR OSMANLININ İÇİNDE.

 

17. Osmanlının mutfak kültürü orta asyadan çok farklıdır. Osmanlıda zeytinyağlı yemeklerin neredeyse tamamı bizans mutfağıdır.

 

18. Türk musikisi, sanat müziği denilen şey bizans müziğidir. Kullanılan enstrümanlar hemen hemen aynıdır. Hatta “Musiki” kelimesi bile Yunancadır.

 

19. Sultan Selim’in 50.000 bin Türkmeni kestiğinide bilmezsiniz belki. Osmanlı devleti Türkleri teker teker kılıçtan geçirdiği halde nasıl olurda Osmanlı devleti'nin Türk soyundan geldiğini söylerler.

 

20. İlk 1481 yılından kurulan Galatasaray Lisesi 1868 yılında Abdülaziz tarafından Mekteb-i Sultani adında tekrar açıldı. Eğitim dili Fransızcaydı ve Türkçe yasaktı. Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretilirdi. Kurulduğundan beri Türkmenler hiç bir zaman alınmamıştır bu mektebe..

Gördüğünüz gibi Mektebi Sultanide Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretilirdi ama hiçbir zaman Türkçe öğretilmemiştir ve Türkmen öğrenciler hiçbir zaman bu mektebe alınmamıştır.

 

Bu nasıl Osmanlı ki Türkçe yasak ve Türkmen öğrenciler bu mektebe alınmıyor? Tarihte böyle birşeye rastlanmamıştır. Osmanlının Türk olması mümkün değildir.

 

21. Osmanlı döneminde bir müslümanlaştırma politikası vardır, ancak Osmanlı devletinin Türkleştirme gibi bir politikası olmamıştır, çünkü Osmanlı zaten Türk değildi.

 

22. Osmanlının kuruluş yeri Bileciktir. Edirne Fetret Devri'nden sonra Osmanlı'nın başkenti olmuştur, 1413'den önce (daha doğrusu 1402'den önce) Osmanlı'nın başkenti Bursa'dır, Edirne 1413'e kadar sadece Osmanlı'nın Rumeli Beğlerbeğliği'nin merkezliğini yapmıştır. Edirne'nin başkent olması Osmanlı'nın Rumeli'ye verdiği önemi, Rumeli'nin Osmanlı'nın anavatanı olduğu tezini doğruluyor. Osmanlının kökeni Rumelidedir.

Zira bir batılı tarihçinin de dediği gibi Rumeli'deki toprakları Osmanlı İmparatorluğu için bir varlık nedeniydi, toprakları kaybedince o da çöktü tezi doğruluk payı içermektedir. (Balkan Savaşları ve sonrası)

 

Osmanlı sadece Saraybosnada 232 han, 18 kervansaray, 10 bedeste ve 42 köprü yaptırmış diğer medreseler, binalar hariç. Yatırımlarda ve zenginlikte Rumeli her zaman Anadolunun ilerisindeydi.

 

Osmanlı Anadoluya pek yatırım yapmamıştır. Ne büyük çelişki.

 

23. Fatih Sultan Mehmed Hanın, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan ile, 11 Ağustos 1473’te, Otlukbeli mevkiinde büyük meydan muharebe yapmıştır. Halbuki bunların ikisininde Türk olduğu iddia ediliyor. Neden iki Türk savaş yapsın ki? Demekki Fatih Sultan Mehmet Türk değil. Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih bile, Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve "İşine devam et" demiştir.

 

 

Sonuç

 

 

Osmanlı’nın kesinlikle Türk olmadığı bellidir. Osmanlı kendini Türk olarak nitelendirmemiştir hatta Türk kelimesinin anlamı Osmanlı için bir aşağılama terimiydi.

Osmanlı Şairleri Türkleri aşağılayan şiirler yazmıştır.

Osmanlı sadrazamlarının hiçbiri Türk değildir.

Osmanlı Türkçe konuşmamıştır.

Osmanlı okullarına Türkler alınmamıştır.

Saray dili ve alfabesi Persçeydi.

Osmanlı Türkleri kesmiştir.

Osmanlı Padişahlarının anneleri Türk değildir. Görünen o ki kurucusuda Türk değildir.

 

Prof. Dr. Aslıhan Tolun, “Anadoludaki Türklerin gen yapısı Asya'daki Türkçe konuşan toplumlardan çok, Anadolulu çıkıyor. Genetik yapı olarak, Orta Asya'dan çok Yunanistan, Bulgaristan gibi komşularımıza benziyoruz.

 

NOT: Bu yazı bütün uyduruk ve yapay türk tarih kitaplarını değiştirecektir.

 

 

Dipnotlar:

1) Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan... C.2, s.440.

2) Burhan Oğuz'dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118.

3) Aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 121.

4) Çetin Yetkin, Türk Halkı... s.161.

5) Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul, C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169.

6) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12.

7) Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.

8) Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen'den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.1.

9) Hikmet Bayur, a.g.y., s.15.

10) Hikmet Bayur, a.g.y., s.17.

11) Özer Ozankaya, Türkiye'de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253.

12) Özer Ozankaya, a.g.y., s.121.

13) Warshew'den aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s. 311.

14) Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.26.

15) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145.

16) Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63.

17) M.Rauf İnan, Atatürk'ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.

18) Ramsay'dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331.

19) Türkoloji uzmanı Cahun'dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308.

20) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İstanbul, 1971, s.24, 25.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

OSMANLI TÜRK DEĞİLDİR & OSMANLIYI TÜRKLER KURMAMIŞTIR

 

Bilindiği üzere birçok tarihçi Osmanlı Türk mü, değil mi diye tartışır. Çoğunlukla Türk sayarlar Osmanlıyı fakat hakikat aslında öyle değildir. Bütün deliller ise tam tersini ıspatlamaktadır. Osmanlıya Türk dendiği özellikle son 100 yılda yazılmış kitaplarda görülür, daha öncesinde böyle birşey yoktur. Osmanlı ise hiç bir zaman kendine ne Türk demiştir, nede Türklüğü kabul etmiştir.

 

 

 

Neyi ispatlamaya çalıştığını anlamıyorum verdiğin bilgiler doğru ya da yanlış olabilir açıkçası merak ta etmiyorum merak ettiğim amacının ne olduğu kiminle ne derdin var açıkça söyle de bilelim

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar şu çocuğu ciddiye alıp cevap yazmasanıza...Amacı belli...Türklere karşı aşağılık kompleksi olan bir bölücü...terör sempazitanı...Siz buna değer verip yazılarına cevap yazdıkça o da saçmalamaya devam ediyor...Boşverin ne kusacaksa kendine kendine kussun..Böylelerinin yazılıraına cevap yazıp gerektiğinden fazla değer vermeyin...kendilerini ciddiye alıyorlar sonra...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.