osmanlı türk devletidir diyen kim bilmiyorum ama böyle söyleyen biri varsa yanlış söylemiş. osmanlı ümmetçi bir devletti. etnik açıdan bir kökene bağlı değildir...
gelelim NAİMİ ye.. tarihçi dediğin kişi bir müftüdür. ve bir kaç ünlü manzume si vardır.bu adam ın neresi tarihçi. işte buyrun.
Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi resmi kayıtlara göre 16. Yüzyılda Harput'ta ilim adamı olarak şöhret kazanmış, Efendigiller ailesinden Müftü Hacı Ahmet Efendi'nin büyük oğlu olup, 1802 (1216 H.) yılında Harput'da dünyaya gelmiştir. Mensup olduğu aileye önceleri "İmamzade" daha sonra bu aileden yetişen bir çok zatın müftülük yapmaları nedeni ile "Müftügil" ve sonra da "Efendigil" denilmiştir.
Kaside-i Bürde Sarihi olarak da bilinen Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi, babası Hacı Ahmet Efendiden ders görmüş; tâlim ve tedrise çok meraklı olup, fitraten de çok zeki olması dolayısıyla emsali arasında kendisinden çok sene önce derse başlamış olanlara yetişmiş, hatta onlan geride bırakmıştır. Fakat babasının fetva işlerinin yoğun olması nedeniyle ondan yeteri kadar düzenli bir şekilde ders alamamıştır. Bunun üzerine o zamanlar âlimlerin çok olduğu Antep şehrine gitmeye karar verir. Bu husustaki düşüncesini babasına açarak onun muvafakatini isteyince, babası hiç beklemediği bu teşebbüs karşısında hayretler İçinde kalmış ve oğlunun bu arzu ve iradesini kırmamak için muvafakat etmiştir. Bunun üzerine o Antep'e gidip, büyük âlimlerden Küçük Hafız Necip Efendi'den ders görüp icazet almış, aynı zamanda Antep'in tüm âlimleri ile tanışarak, onlarla ilmi sohbetlerde bulunmuştur. O yıllarda Anadolu'nun birçok yerinde devam eden Yeniçeri isyanları 1819 (1234 H.) yılında Antep'e de sirayet etmiş, şehir halkında; bilhassa ilim adamlarında huzur bırakmamış,
sonuçta isyanların önüne geçilemeyince Naimi Efendi'nin hocası Hafız Necip Efendi dahil birçok ilim adamı yok yere öldürülmüştür. Naimi Efendi, gerek hocası ve yakından tanıdığı birçok ilim erbabının bu haksız akibeti, gerekse bu insanlardan aldığı zevk ve feyzi kaybetmesinden dolayı son derece müteessir olmuş; bu yüzden bir fırsatını bularak arkadaşı Hoğu' (Yurtbaşı) lu meşhur şair Rahmi Harputi ile Kayseri'ye gitmiştir. O yıllarda Kayseri de Antep gibi ilim erbabının çok olduğu bir yerdir.
Naimi Efendi, sekiz yıl gibi uzun bir süre Kayseri'de kalarak Hoca Kasım Efendi, Gözübüyükzade Hacı Vahdi Efendi ve San Abdullahzade Mehmed Efendi gibi meşhur âlimlerden ders alıp tahsilini tamamladıktan sonra, hocası Kâzım Efendi'den de icazet alarak 1826 (1242 H.) yılında Harput'a dönmüştür. Harput'ta ecdadı gibi tâlim ve tedrise başlamış, kısa bir süre sonra da Harput Müftüsü olarak 15 yıl bu görevde kalmıştır. Naimi Efendi fazıl, kâmil ve ilmî seviyesinin yüksek olmasının yanında hatip ve latifeci bir yapıya sahipti. Gerek normal konuşmalarında, gerekse vaazlarında zarif fıkra ve latifeler anlatırdı. Aşağıda sunacağımız şu olay ne kadar anlamlıdır: Naimi Efendi Kayseri'ye gidip Hoca Kasım Efendi'ye müracaat ettiğinde, talebin çokluğu yüzünden medresede boş oda bulunmamış, bu yüzden kendisine karanlık, rutubetli ve dar bir hücre tahsis edilmişti. Bu durum Naimi Efendi'nin canını sıkmış, Arapça şu beyti yazıp hocasının rahlesi üzerine bırakmıştır.
A'teyteni hücreten ve hüve minelkeremi
Lakinnehâ zîkatun kelkabri fizzülemi
Manası: Kereminizden bana bir hücre verdiniz, lakin bu hücre karanlık bir kabir gibi dardır.
Hocası bu beyti okuyunca, Naimi Efendi'nin zekâ, kabiliyet ve bilgisi hakkında hükmünü vermiş ve daha sonra fazilet ve istidadını lükdiren, kendi özel hücresini ona tahsis etmiştir.
Müftü Hacı Ömer Naimi Efendi Arap, Fars ve Türk edebiyatına vakıf olduğundan birçok eser yazmış, bazı çalışmaları aşağıya çıkarılmıştır
1- Kayseri ulemasından Hacı Vahdi Efendi'nin Rübu Risalesi adlı eserini şerhetmiş,
2- Yine bu zatın ilmi münazara ve adaptan bahseden Velediye Hîcabisi adlı eserini tahşiye etmiş fakat tamamlayamamıştır.
3- Asıl şöhretinin kaynağı 1826 (1241 H.) yılında ve tahsili sırasında imamı Bosiri Kaside-i Bürde"sine yazdığı "Elasidetü'ş-Şehde Fi Kasideti'l-Bürde" adlı şerhidir. Gerek üslup ve ifadesi, gerekse bentlerin erişilemeyecek derecede olması o bütün meselelerin zarif ve latif bir suretle hal ve beyanı dolayısıyla bu kasidenin, bundan evvelki şerlilere nazaran kıyas kabul etmez derecede üstünlüğü zamanın uleması tarafından kabul edilmiştir.
-imamı Bosiri, aslen Kuzey Afrikalıdır. Ecdadı oradan göç ederek Mısır'a yerleşmiş, kendisi de Mısır'da yetişmiştir. Şiirde fevkalade bir mahareti varmış; Hz. Peygamberi medih yolunda birçok kasideler yazmıştır. Bunlardan en meşhuru Kaside-i Bürde daha doğrusu "Kaside-i Büre"sİdir. Büre, haşlanın iyileşmesi demektir.
-Ömer Naimi Efendi Hicaz'a giderken Mısır'a uğramış. Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa, Ömer Naimi Efendi'yi bir gün sarayına yemeğe davet etmiş. Bu ziyafette Mısır Müftüsü allame-İ Bacuri'yi de bulunduımuş; Türk ve Arap âlimlerinin ilmi derecelerini Ölçmek üzere mübaheseler açmış ve bazı meseleler hakkında fikirlerini sormuş. Bu denemede Ömer Naimi Efendi'nin üstün geldiği tevatüren nakledilmektedir.En son eseri, Çemişgezekli zâde Mustafa Raci Efendi tarafından yazılıp 1866 (1259 H.) yılında Elazığ'da bastırılan "Manzume-i Naima"sıdır ki; çocuk ahlâk ve terbiyesinden, islam akidesinden ve diğer bazı dini konulan ihtiva eden 46 sayfalık manzum bir eserdir.
Ömer Naimi Efendi 1843 (1259 H.) yılında Hicaz'a gidip-gelirken Halep, Şam, Mısır ve Hicaz'da birçok Arap ve Acem alemiyle görüşüp tanışarak onların takdirini kazanmış, bilhassa 1843 (1259 H.) yılında Şam'da meşhur muhaddis Kiziri Abdurrahman Efendi ile görüşerek ondan icazet almıştır.
Ömer Naimi Efendi'nin gazel yazdığı ve birçok gazelinin olduğu ayırca Ömrünü ilme vakfederek birçok talebe yetiştirdiği ve bunlara icazet verdiği daha sonra kürsüsünü oğlu Hacı Abdulhamit Efendi'ye terkettiği söylenir. Naimi Efendi yaşlılığında çok zayıf düşmüş, vücudunda birçok hastalık ortaya çıkmış ve ayrıca iki gözü de görmez olmuştur. O halinde dahi durmadan çalışmış ve "Manzume-i Naima"sını o yıllarda yazmıştır. Bir asra yakın yaşamasına rağmen, hafızası hayatının sonuna kadar bozulmamıştır. Zekâ ve ferasetinin üstünlüğünü şu misal bizlere göstermektedir; Oğlu Hacı Abulhamit Efendi, başında çok kıymetli bir taç olan bir gelinin, evlerine geldiğini rüyasında görmüş ve sabah erken rüyasını tabir ettirmek için heyecanla babasının koşmuştur. O, babasına rüyasını anlatınca; Ömer Naimi Efendi tebessümle, "Heyecana lüzum yok, Mısır'da "Tacülarus" namında bir kitap neşredilmiştir, demek bize de gönderiyorlar" şeklinde
cevap verir. Oğlu bu tabire hayran olarak intizarda iken hakikaten birkaç gün sonra kitap posta ile evlerine gelmiştir.
Ömer Naimi Efendi ömrünün sonunu, köşesine çekilerek ibadetle geçirmiş, nihayet 1882 (11 Cemeziyelahir 1299) günü Cuma gecesi 83 yaşında gözlerini hayata kapamıştır.