Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sadrazam

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    26
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sadrazam - Başarıları

Araştırmacı

Araştırmacı (4/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Haklılık payın var, ama şunu da unutmamak lazım, Okullardaki Tarih Kitapları Kaynak kitaptan çok yardımcı kitap görünümündedir, böyle de olmalıdır zaten, yaklaşık 5bin yıllık tarihi okul kitaplarına sığdırmamız imkansız olurdu sanırım. Okul Tarih Kitapları amacına uygundur, öğrenci buradan az da olsa ön bilgiyi alacak, merak edecek, kalan tarihi bilgileri de kendisi araştırıp bulacak. Yoksa öğrenci hep hazıra konmaya alışır, bu da Tarih'e yarar değil zarar getirir diye düşünüyorum.
  2. Ayrımın olduğunu düşünmüyorum, ki 36 tane Osmanlı Padişahının hepsinin de büyük olduğunu belirtmiştim. Amaç ayrımdan ziyade, herkesin nazar-ı itibariyle diğerlerinden daha başarılı gördüğü Osmanlı Padişahını tespit etmeye çalışmaktır. Bu amaçlada anket maddelerine takılmadan, herkes fikrini yazsın istedim. Neyse konuyu daha fazla uzatmaya gerek yok sanırım, sen fikrini söyledin, ben de kendi fikrimi.
  3. arkadaşlar. eleştireye açıgımda eleştiride hep olumsuz olmazki... 36 tane osmanlı padişahını mı ankete yazsaydım ? anket seçeneklerinde yoksa mesaj olarak yazar fikrini beyan edersin. bu çok zor olmasa gerek. ya da daha iyisini yapın biz katılalım...
  4. arkadaşıma sonuna kadar katılıyorum, lütfen TARİH BÖLÜMÜNÜ biraz daha uygun bir yere yerleştirin, bu şekilde Tarih Bölümünün daha fazla ilgi göreceğini düşünmekteyim... Şimdiden Teşekkürler...
  5. YENİÇERİ TEŞKİLATI BEKTAŞİ MİYDİ? Bu Konuda Dillerde Dolaşan, Sultan Orhan Veya Sultan Murad'ın Hacı Bektâş-I Velî İle Bir Araya Geldiği, Hıristiyan Asıllı Gençlerden Yeni Teşkil Olunan Askere Onun Eliyle Börk Giydirildiği, Hayır Dua Edildiği Ve Hattâ Yeniçeri Adının Da Hacı Bektaş Tarafından Verildiği Tarzındaki Açıklamalar Tamamen Asılsızdır. Hacı Bektaş-I Veli İle Yeniçeri Teşkilatının Münasebetlerini Aydınlatan Gayet Açık Kaynaklar, Yani Yeniçeri Kanunnâmesi Vardır. Zaten Başta Âşıkpaşa-Zâde Olmak Üzere, İlk Dönem Osmanlı Kaynakları da, Kanunnâmedeki Bilgileri Doğrular Mahiyettedir. Kanunnâmedeki Hükümlerden Anladığımıza Göre, Hıristiyan Gençlerinin Dinç Olanlarından Yeni Ve Muvazzaf Bir Ordu Teşkili Fikri, Bolayır Fatihi Süleyman Paşa'nın Fermanıyla Başlamış Ve Bilecik Kadısı Olan Kara Halil İle Meşveret Neticesi Buna Karar Verilmiştir. Daha Sonra Kara Halil'in (Çandarlı Halil Hayreddin Paşa) İlgili Devlet Erkânı İle Görüşüp Yeniçeri Teşkilâtını Düzene Soktuğu Bilinmektedir. Bu Erkân Arasında Hacı Bektaş Paşa İsimli Bir Devlet Adamı Da Vardır. Bunun, İsim Benzerliği Dışında Hacı Bektaş-I Veli İle Alâkası Yoktur. Yeniçerilerin Elbisesi İse, O Zamanda Keşif Ve Kerametleri Bilinen Hacı Bektaş-I Veli Evladından Timurtaş Dede Ve Mevlânâ Evladından Emir Şah Efendi'ye Danışılarak Dualar İle Giydirilmiştir. Mevlânâ'nın Torunlarından Olan Zat, Mevlânâ Elbisesini Giydirmeyince, Kepenek Denilen Hacı Bektaş-I Veli Elbisesi Giydirildi. O Halde Yeniçerilerin Giydiği Kisveyi Hacı Bektaş-I Veli Giymiş Olabilir; Ancak, Hacı Bektaş-I Veli, Yeniçeri Kurulmadan Vefat Ettiğinden, O Giydirmemiştir. Bu Muvazzaf Yeni Ordu, Kul Olduğundan Dolayı Yeniçeri Adı Verilmiştir; Yoksa Hacı Bektaş-I Veli'nin İsimlendirmesi Değildir. Nitekim, Âşıkpaşa-Zâde Meseleyi Şöyle Açıklamaktadır: "Bu Bektaşiler Ederler Kim, 'Yeniçerilerin Başındaki Tac, Hacı Bektaş'ındır' Derler. Cevab: Yalandır Ve Bu Börk, Hod Bilecik'de Orhan Zamanında Zâhir Oldu; Yukaru Bâbda Beyân Edüb Dururun Ve İllâ Bektaşiler Giymeğe Sebeb, Abdal Musa, Orhan Zamanında Gazâya Geldi Ve Bu Yeniçerinin Arasında Bile Yürüdü Ve Bir Yeniçeriden Bir Eski Börk Diledi. Yeniçeri Ana Verdi. Yeniçeri Üsküfini Çıkardı; Bunun Başına Giydirdi. Abdal Musa, Vilâyetine Geldi, Ol Börk Bile Başında, Sordular Kim, 'Bu Başındaki Nedir?' Ol Etdi: 'Buna Elf Derler' Dedi. Vallahi Bunların Taclarının Hakikati Budur." Sonuç Olarak, Mesele Yukarıda Özetlendiği Gibidir. Hacı Bektaş-I Veli, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşunda Emeği Geçen Maneviyat Erlerinden Ve Horasan Erenlerinden Biridir. Kisve Olarak Da Onun Elbisesi Tercih Olunmuş Bulunabilir. Bu Tercihte Onun Evladından Birinin Duası Bulununca Ve Yeniçeriler De Ocaklarını Onun Manevi Himayesinde Görünce, Yeniçerilere Tâife-İ Bektaşiyân Ve Ağalarına Da Ağayân-I Bektaşiyân Denmiştir. Sonradan Bu Horasan Erenlerinden Olması Halini Kötüye Kullananlar Ve Meseleyi Saptırılan Bektaşilik Mecrasına Çevirmek İsteyenler Elbette Olmuştur. Zaman Zaman, Aldatılan Yeniçeri Bölükleri De Ortaya Çıkmıştır. Celâlî İsyanlarında Bu Anlayışın Büyük Etkisi Vardır. Hattâ Sonradan Yeniçerilerin Ahlâken Bozulmalarında Da Bu Anlayışın Etkisi Vardır. Bu Olumsuz Etkilerin İzlerini, Yeniçeri Kanunnâmesinde Görmek Mümkündür. İşte Bu Olumsuz Yansımalarından Dolayı, 1826 Yılında Iı. Mahmud, Yeniçeri Teşkilatı İle Beraber, Bektaşi Dergâhlarını Da Kapatmıştır. Hedef, Bu Suiistimalleri Önlemektir. Osmanlı Yeniçeri Teşkilatı, Hele Hele Halkın Anladığı Olumsuz Anlamda, Amelsiz Bir Bektaşi Grubu Asla Olmamıştır. Gerçek Manada Hacı Bektaş'ın Eserleri Ve Asıl Tuttuğu Yol İse, İslâmdan Başka Bir Şey Değildir. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz / Bilinmeyen Osmanlı
  6. ARKADAŞLAR, Bu konu lahiya( rapor)larda dahi tartışma bulmuş bir konudur. Bazı müverrih (tarih yazarı)lere göre; "Osmanlı'nın Altın Çağı Fatih Sultan Mehmet dönemidir. Bu sebeple devletin geri kalmışlığına çözüm getirilecekse o dönem baz alınmalıdır" derler. Bazı müverrihlerde "Osmanlı'nın Altın Çağı Kanuni Sultan Süleyman Dönemidir" derler. Aslında 36 Osmanlı Padişahının hepsi de büyüktür. Ama yine de en büyüğü, en iyisi kimdir diye düşünürsek iki ismin ön plana çıktığını görürüz, bunlar; FATİH SULTAN MEHMET ve KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'dır. Ben Kanuni Sultan Süleyman'ın Avrupa'nın deyimiyle "Muhteşem Süleyman"ın diğer sultanlara oranan daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Devlette beliren bozulmaların da Muhteşem Süleyman döneminde başladığıda bir gerçektir, bu sebeple benim Oyum FATİH SULTAN MEHMET'e .... Ya Sizlerin ki.......
  7. ÖNCELİKLE BU GÜZEL ÇALIŞMA İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM... BEN DE BİR EK YAPMAK İSTERİM, YANLIŞ HATIRLAMIYORSAM OKULLARIMIZDA YABANCI DİL EĞİTİMİ İLK KEZ III. SELİM ZAMANINDA BAŞLATILDI. DÖNEMİN YAPISI DA DİKKATE ALINDIĞINDA BU YABANCI DİLİNDE FRANSIZCA OLMASI GEREKİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM.
  8. sadrazam

    KIRIM HARBİ

    Teşekkür ederim, bir Tarihçi olarak elimden geldiğince birşeyler yapmaya, bildiklerimi, çalışmalarımı paylaşmaya çalışıyorum. İnşallah yararlı da oluyorumdur, tekrar Teşekkürler... BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR...
  9. sadrazam

    KIRIM HARBİ

    1853-1856 KIRIM HARBİ 1853-1856 Kırım Harbi, XX. Yy’daki İki Dünya Savaşının bir öncüsü gibidir. Harp Tarihi uzmanları bu savaşı, XX. Yy savaşlarının habercisi olarak nitelerler. Bu savaşta kullanılan yeni silahlar, hemşirelik hizmetleri ve ilk defa muhabirlerin çatışmaları yerinden izleyerek, cepheden gazetelere haber göndermeleri Kırım Harbi’nin özelliklerindendir. Florence Nightingale (Lambalı Kadın), Kırım Savaşı dolayısıyla 4 Kasım 1854’te İstanbul’a gelen gönüllü bir hastabakıcıdır. İstanbuldaki hastahanelerdeki yokluklara ve erkek doktorlara rağmen düzenli, temiz, yeni bir hastane meydana getirmiştir. Gayreti, şefkati ve çalışmalarıyla ve kadın oluşuyla tüm dünyada kısa sürede tanınmıştır. Bugün içinde Florence Nightingale Hemşireliğin kurucusu olarak tanınmaktadır. Kırım Harbinin İlkleri:  Fransız ve İngilizler Cramwell’den sonra ilk defa Kırım Savaşında birlikte savaşmıştır.  Kırım Harbi sırasında haberleşmeyi sağlamak amacıyla İngilizler, İstanbul-Varna; Varna-Kırım arası telgraf hattını çektiler. Böylece icadından çok zaman geçmeden telgraf, Osmanlı Ülkesine gelmiş oldu.  İngiliz ve Fransızların dikkat çekmeleri üzerine Çanakkale ve İstanbul boğazına 18 adet fener inşaa edildi.  Kırım Harbinde ilk defa, Fenerbahçe-Haydarpaşa arasında askeri amaçlı 3km.lik demiryolu yapıldı. Bu imparatorlukta kurulan ilk demiryolu idi.  Kırım Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ilk defa Avrupalı Devletlerin içinde yer aldı. Toprak bütünlüğü ile bağımsızlığı Avrupalı Büyük Devletlerin garantisi altına girdi.  Kırım Savaşı sürerken Sultan Abdülmecid, daha sonrada Sadrazam Reşid Paşa Fransız Elçiliğini ziyarete gitmişlerdir. Osmanlı Tarihinde ilk defa Padişah ve Sadrazam bir elçiyi ziyarete gitmiştir.  Kırım Savaşı sonrasında da Sultan Abdülmecid Fransız elçiliğinde tertip edilen baloya Lejyon Dönor nişanı takarak katılmıştır. Böylece ilk defa bir Osmanlı Padişahı bir baloya katılmış oluyordu. * İlk defa Dış Borç alındı. (İngiltere'den) Kaynak: Sorularla Osmanlı İmparatorluğu I.cilt, Erhan Afyoncu, Yeditepe Yay. İstanbul 2004
  10. sadrazam

    SURRE ALAYI

    SURRE ALAYI Osmanlı pâdişâhlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerîfeyn ahâlisine, zâhidlere, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölgesinde yaşayanlara gönderdikleri para ve değerli eşyâlara surre; bunları götüren topluluğa da surre alayı denirdi. Bilinen ilk surre alayları, Abbâsiler devrinde (750-1258) gönderildi. Eyyûbiler (1174-1250) ve Memlukler (1250-1517), bu güzel âdeti devam ettirdiler. Herşeyin en güzelini Haremeyn-i şerifeyne lâyık gören Osmanlılar da, surre alaylarının en güzellerini gönderdiler. Osmanlı Devletinde bilinen ilk surre alayı, Yıldırım Bâyezîd Han tarafından Edirne’den gönderildi. Gönderilen hediyeler arasında 80.000 altın para da vardı. Çelebi Sultan Mehmed Han, Sultan İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında artarak devam etti. Yavuz Sultan Selim Hanın Halife-i Müslimîn olmasından sonra daha da sistemleştirildi. Bu hizmet devletin yıkılışına kadar en zor şartlarda bile devam ettirildi. Surre-i hümâyûn, Haremeyn evkafı nâzırı olan dârüsseâde ağalarının sorumluluğu altında hazırlanırdı. Gönderilecek para ve eşyâların listesini gösteren surre-i hümâyun defterlerini dârüsseâde ağasının yazıcısı ve haremeyn müfettişi müherlerdi. Daha sonra defterdâr tarafından imzâlanan defterlere nişancı tuğra çekerdi. Bundan sonra Pâdişâhın Mekke Emîrine hitâben yazdırdığı nâme-i hümâyûn, kızlarağası tarafından surre emînine teslim edilirdi. Bu esnâda Kur’ân-ı kerîm ve na’tlar okunur, kurbanlar kesilir, buhûrdânlar yakılır, tekbir getirilir, duâlar edilirdi. Receb ayının on ikisinde Üsküdar’a geçirilen surre alayı halkın coşkun sevgi gösterileri arasında yeni hediye katarları ve hacı adaylarının da iştirâkı ile Hicaz’a doğru yoluna devam ederdi. Yol üzerinde bulunan beylerbeyi ve sancakbeyleri surrenin emniyetini temin etmekle mükelleftiler. Surre alayı Haremeyn’e doğru ilerlerken, geçtiği yerlerde ihtişamlı merâsimler yapılır, surre hediyeleri yüklü yeni yeni katarlarla birlikte hacı adayları da katılırdı. Surre-i hümâyunla gönderilen paralar, Harameyn’in masraflarına sarf edilirdi. Surre-i hümâyûnda paralar dışında gönderilen ve nâdir bulunan kıymetli halılar, seccâdeler, murassa avîzeler, şamdanlar, paha biçilmez mushaf-ı şerifler, levhalar, puşideler (örtüler), gümüş perde halkaları, okkalarla buhurlar, elbiseler, Mekke Emîrine mahsus sırmalı ve işlemeli kaftan, mücevherli kılıç, inciden tesbih ve daha pekçok kıymetli hediyeyse, Mekke ve Medîne’deki mübârek makâmlara, seyyidlere, şerîflere, fakirlere, zâhidlere hediye edilirdi. Gönderilen hediyeyi alanlar, kendilerine göre, keselere zemzem, hurma gibi hediyeler koyarak surre ile geri gönderir, karşılıklı hediyeleşirlerdi. Bu arada Kahire’den gönderilen surre alayında yer alan yeni Kâbe örtüsü merâsimle eskisiyle değiştirilirdi. Mekke Emîri eski Kâbe örtüsünü İstanbul’a gönderirdi. Bu Kâbe örtülerinden İstanbul’da pekçok câmide bulunmaktadır. Surre alayları, 1864 yılına kadar kara, bu târihten 1908’e kadar deniz, daha sonra da demiryoluyla gönderildi. Surre alaylarının sonuncusu 1915 yılında gönderildi. Daha sonra Mekke Emirinin isyânı (1916) ve toprakların elden çıkması sebebiyle gönderilen surre alayları yerine ulaşamadı.
  11. MARCO Polo 1271-1295 İpek yolunun en ünlü yolcusu olan Marco Polo, seyahatnamesinde yazdığına göre Kubilay Kaan için çalışır. İran’dan başlayarak karadan Pamir Dağları’nı, tehlikeli Taklamakan Çölü’nün güneyini geçer.Dönüşünü Güney Asya’da Çin üzerinden deniz yoluyla yapar ve Hormus’a gelir. Akdeniz’e gelince buradan kara yoluyla seyahatine devam eder.Marco seyahatnamesini Cenovalı yetkililer tarafından hapse atıldığında ünlü bir roman yazarına yazdırır.Gözlemlerinin bir çoğunu kesin olarak doğru kabul ediyoruz. Bazılarının ise doğru olduğunu düşünüyoruz. her ne kadar onun Çin’in Moğol hükümdarları ile ilişkisinin olduğunu bilsek de Polo Çin toplumu hakkında sessiz kalmayı yeğlemiştir. Marco Polo’nun kitabı Avrupa da Rönesans döneminde çok tanınır duruma gelmiştir ve gelecekte gerçekleşecek gezilere ve keşiflere bir çeşit teşvik edici olmuştur. Marco’nun babası Nikola ve amcası Matteo, Korkula’da bir ticari alım satım ofisi açarlar. Korkula onların işlerinin başlangıç noktasıdır ve Marco Polo da burada doğar. Polo’nun babası ve amcası işlerini Asya’nın içlerine kadar ilerletirler.Crimea’nın Sudac kentinde de bir ofis açarlar. Aslında onların merkezleri Constantinople’dır. Çünkü burası Korkula’lı iş adamları tarafından iş ve dinlenme amaçlı kullanılan bir yerdir. Matteo ve Nikola, İran ile de ticaret yaparlar. Suriye’ye ve Irak’a giden az bilinen yollardan haberdarlardır. Basra körfezinin kıyılarını, inci bulunabilecek bölgeleri, kürk tüccarlarını Güney Sibirya’ ya götürcek rotayı biliyorlardır. Önde gelen Tatar iş adamlarıyla bağlantılar kurarlar ve Kubilay Kaan’nın Sarayına kadar girerler. Marco Polo doğmadan önce bu yolculuğa çıkarlar ve ailelerini geride bırakarak Uzak Doğu ya doğru ilerlerler. Polo onbeş yaşına girdiğinde babası ve amcası döner. Bu arada annesi de ölmüştür.İki yıl babasıyla beraber Venedik de yaşar. 1271’in sonunda Papa Tedaldo‘dan Büyük Kaan için değerli hediyeler ve mektuplar alırlar ve tekrar Doğuya doğru yola çıkarlar. Bu defa yanlarına Polo’yu ve iki keşişi alırlar ama savaş bölgelerine girince keşişler geri döner.Marco Polo ise yolculuğa devam eder. Ermenistan’dan, İran’dan, Afganistan’dan, Pamirler’den ve Çine kadar İpek Yolu üzerindeki her yerden geçerler.Marco Polo Avrupa’ya kağıt para ve kömür hakkında fikirler ve kendisinin gitmediği ülkeler hakkında (Japonya ve Madagaskar) gidenlerden aldığı raporlar getirmiştir ve bunlar onun başarılarından sadece bir kaçıdır
  12. Sultan İbrahim, Deli miydi? Babası Sultan I. Ahmed Hân, anası Mahpeyker Kösem Sultan'dır. 5 Kasım 1615'de doğmuş. 18 Ağustos 1648'de vefat etmiştir. Ağabeyi IV. Murad'dan sonra hayatta kalan tek Osmanlı Şehzâdesi idi. 9 Şubat 1640'da padişah oldu. Yaptığı ilk işlerden biri, Emir-Gûne adlı bir Şii'yi öldürtmek oldu. Çünkü bu adam, Osmanlı Sarayına içki, kumar, eğlence gibi kötülükleri sokmaya çalışıyordu. İşte bu yüzden Şiiler Sultan İbrahim Han'a "Deli" adını taktılar. Önceleri gizli gizli, sonraları açıkça "Deli" demeye başladılar. Ne yazık ki, bugün bile bazıları, Sultan İbrahim'e "Deli" demeye devam ediyorlar. Halbuki ondan yüzlerce yıl sonra yaşamış Rus Çarı Petro, gerçekten deli idi. Yaptığı hizmetlerden dolayı, milleti ona "Büyük Petro" demiştir. İbrahim Han, ilk saltanat yıllarında, milletin kıtlık çekmemesi için, maliyeyi düzeltti. İsrafın önlenmesi için, fermanlar (padişah emri) çıkarttı. İzinsiz yıktırılan kiliseler bile, yeni baştan onarıldı. Azak Kalesinin geri alınmasına çalışıldı. 1641'de Kaptan-ı Deryâ denizden, Deli Hüseyin Paşa karadan kuşattılar. Ertesi yıl ''Azak'' alındı. Girit üzerine sefer açıldı. Kaptan-ı Deryâ, ''Hanya'' kalesini aldı. Sonra Girit Serdârı, ''Deli'' Hüseyin Paşa oldu. Büyük zaferler kazandı. Ünü, bütün Avrupa'ya yayıldı. Sultan İbrahim, 8 ağustos 1648 tarihinde tahttan indirildi. On gün sonra da "mazlum İbrahim Han'ı boğarak şehit ettiler''. Evliyâ Çelebi, böyle yazar. 32 yaşını 9 ay 3 gün geçmiş idi. Ayasofya Camii'nde, amcası Sultan Mustafa'nın yanında medfundur NOT: BU ÇALIŞMA BİR ALINTIDIR
  13. sadrazam

    ULUFE

    ULÛFE Osmanlı Devletinde Kapıkulu Askerlerine, Acemi Ocağı mensuplarına, kimi saray ve devlet görevlilerine üç ayda bir verilen maaş. “Mevâcib” adı da verilen ulûfe Dîvân-ı Hümâyunda, Veziriâzamın huzûrunda verilirdi. Muntazam olarak verildiği zamanlarda ilk iki maaş, Muharrem ve Cemâzilevvelde son iki maaş ise Şâban ayı içinde veya bu ayın sonlarında dağıtılırdı. Bu sûretle üç ayda bir dört defâda verilmesi icap eden ulûfe, üç defâda veriliyordu. Ulûfe dağıtımı mutlak sûrette Salı günü olurdu. Yeniçerilerin maaş defterlerine çok dikkât edilirdi. Her ulûfe dağıtımında üçer nüsha hazırlanırdı. Asıl, mükerrer, hazine ismi verilen bu defterler yeniçeri kâtib dâiresinde yazılır, suistimâle meydan vermemek için ilk zamanlarda pâdişâh tarafından kontrol edilirdi. Bu işe, Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) ile Dördüncü Murâd Han (1648-1687) çok fazla hassâsiyet göstermişlerdir. Maaş, kurulan dîvânda dâvâlar dinlendikten sonra dağıtılırdı. Hazine önünde tevzi edilen maaş bölük ve ortanın mevcutlarına göre ayrı keselere konurdu. Gülbangı çekildikten sonra ağa bölüklerinden başlamak üzere masa üzerinde ayrılan keseler bölüğün efrâdı tarafından alınırdı. Merâsim bitince bunlar omuzlarına bu keseleri koyarak alayla kışlalarına giderlerdi. Kışlalarda ertesi gün her bir orta toplanarak maaşlarını alırlardı. Hazineden alınan para ortalara gelince mutlaka sayılırdı. Fazlası hazineye iâde edilir, noksan ise mâliyeden tamamlanırdı. Yeniçeriler arasında hazineden haksız yere bir akçe dahi almak büyük suç sayıldığından böyle bir işe hiçbir zaman tenezzül etmezlerdi. Ulûfe dağıtıldığı dîvânın ertesi günü Sadrıâzam, Paşa Kapısında, Kapıkulu süvârileriyle cebeci, topçu ve top arabacı ocaklarının maaşlarını bizzat kendisi başında bulunarak verdirirdi. Böylece bütün ocakların ulûfe dağıtım işi tamam olurdu. Sefer sırasında ordunun maaş dağıtımı ise divandakinin aynı olurdu. Sadrıâzamın veyaSerdâr-ı ekremin dîvân çadırında toplanarak maaş verilirdi. Bu sırada bulunmayanların ocakla ilgileri kesilirdi. Ulûfe dağıtımından önce yeniçerilere saray mutfağında hazırlanan çorba, pilav ve zerde verilirdi. Yeniçeriler bir şeye küskün oldukları zaman çorba içmezlerdi. Ramazanda ulûfe dağıtılırken askerin hepsi oruçlu olduğundan çorba, pilav, zerde verilmezdi. Yalnız Ramazanın on beşinde Pâdişâhların Hırka-i şerîf ziyâretinde Yeniçerilerle diğer Kapıkulu Ocaklarına Hırka-i şerîf ziyâretini müteakip saray matbahından tepsilerle baklava verilirdi. Her ortanın gümüş meşin önlüklü aşcı ustaları tepsileri peştemala bağlar, renkli sırıklara takar, her birini ikişer kişi alıp alayla kışlalarına götürürlerdi ki buna Baklava Alayı denirdi.
  14. Her devletin yanlışları ve doğruları olmuştur. Osmanlı da yanlış yapmış bazı durumlar da ama doğruları kanaatimce yanlışlarından kat kat çoktur. Ne olursa olsun Devlet bizim Devletimiz, her ne kadar bundan gocunanlarda olsa, Osmanlı Türk Devletidir...
  15. Arkadaşım sana katılıyorum, Tarihi sevdiremiyoruz, bunun da birçok nedeni var aslında, aslolan bu nedenleri bulup, konuyu irdelemektir. Herşeyden önce Tarihi hikaye gibi görüyorlar, bence bunun sorumlusuda Öğretmenlerdir ve sistemdir. Tarihi mış, miş diye anlatırsan, olayı hep hikayelerle süslemeye çalışırsan Tarih öğrenci için geceden çalışılıp, ezberlenip geçilecek bir ders konumuna gelir, yani önemsiz bir ders.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.