Φ metehan38 Gönderi tarihi: 26 Haziran , 2010 Gönderi tarihi: 26 Haziran , 2010 TÜRK KİMDİR, TÜRKİYE ADI NEREDEN GELİYOR? Türk adının kaynağını bulmak amacıyla yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi uzmanlara göre, Türk adına ilk defa MÖ 14. yüzyılda "Tik" veya "Tikler" şeklinde rastlanılmıştır. Bazı uzmanlar ise bu adın MÖ 14. yy.dan önce de var olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Türkler’in eski dönemlerine ilişkin bilgilerin kökeni çoğunlukla Çin tarihine dayanmaktadır. Çinli tarihçiler MÖ 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsetmektedirler. Bununla birlikte, eski Çin kaynaklarındaki Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adları Çince yazılıdır. Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS 6. yüzyılda kurulan Göktürk milleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmiştir. Yani, Türk kelimesini ilk defa resmi olarak kullanan siyasi teşekkül Gök-Türk İmparatorluğu olmuştur. Göktürkler’in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, daha sonra Türk Milleti’ni ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Çin İmparatoru MS 585 yılında, Gök-Türk Kağanı İşbara’ya gönderdiği ta "Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmiştir. İşbara Kağan’ın Çin İmparatoru’na cevabi mesajında da "Türk Milleti’nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" ifadesine yer verilmiştir. Bunlar Türk adını resmileştiren olaylar olarak tarihe geçmiştir. Göktürk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklinde geçmektedir. Türk Budun, Türk Milleti anlamındadır. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir. Türk kelimesinin anlamı üzerinde de çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir: * Çin kaynaklarında "Tu-küe (Türk)" miğfer olarak yorumlanmakta; İslam kaynaklarında ses benzeşmesine dayanarak terk edilmekte, olgunluk çağı şeklinde değerlendirilmektedir. * Arminius Vambery’nin 19. yüzyılda yazdığı eserlerinde belirttiğine göre, Türk kelimesi "türemek"ten gelmektedir. * Ünlü Alman Türkolog Albert von Le Coq, Türk deyişinin "güç-kuvvet" anlamı taşıdığını ileri sürmüştür. * Bu konudaki diğer çalışmalara göre, Türk kelimesi, "Altaylı (Ceyhun ötesi Turanlı)" kavimlerini tanımlamak üzere 420′li yıllardaki bir Pers metninde görülmektedir. Yine arkeolojik kazılarda bulunan ve 515′li yıllara ait olduğu tespit edilen değişik Pers metinlerinde "Türk-Hun" (Kudretli Hun) tabirinin de geçtiği bilinmektedir. * İran kaynaklarında Türk kelimesinin "güzel insan" karşılığında kullanıldığı belirtilmektedir. * 9. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud, "Türk adının Türkler’e Tanrı tarafından verildiğini" belirtmiş; "gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha vurgulamıştır. * Türk kelimesinin "güçlü-kuvvetli" anlamına geldiği, bugün neredeyse bütün tarihçiler tarafından kabul görmüştür. ATATÜRK E GÖRE TÜRK KİMDİR? Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı. Onları babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu. Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. TÜRKİYE * Türkiye adı: "Türkiyr" adı, Türklerin yaşadığı ülkelerin ve Türk devletlerinin adı olarak, Cumhuriyet'ten bu yana değil, 1000 yıldan fazla bir zamandan beri kullanmaktadır. Yabancılar, Türklerin yoğun olarak bulundukları ve hakim oldukları yerlere her zaman Turkhia (Türkiye) demişlerdir. * VI. yüzyılda Bizanslılar bütün Orta Asya'ya "Turkhia", yani "Türklerin ülkesi", "Türklerin yaşadığı yer" diyorlardı. Türklerin Orta Asya'dan batıya doğru yayılmaları sonunda, gittikleri yeni yerlere de "Türkiye" denmiştir. * IX. ve X. yüzyıllarda İtil (Volga) ırmağından Orta Avrupa'ya kadar olan bölgeye de Türkiye adı verilmiştir. "Doğu Türkiye" adı verilen bölgede Hazar Türkleri, "Batı Türkiye" denilen bölgede ise Hunlar'ın bir kolu olan Macar Türkleri yaşıyordu. * XIII. yüzyılda Mısır'da bir Türk devleti kurulduğu zaman, özellikle Kıpçak Türklerinden Baybars'ın yönetiminde genişleyen devletin hâkim olduğu Mısır ve Suriye, yine "Türkiye" adı ile anılıyordu. * Araplar, hem bu bölgeye, hem de Türklerin yoğun olduğu, egemen olduğu diğer bölgelere "Arz-üt Türk" diyorlardı. * "Türkiye" sözüne Latince metinlerde de çok rastlanır. Ünlü gezgin Marko Polo, anılarında Anadolu'dan "Turcia Minor (Küçük Türkiye)", Orta Asya'dan "Turcia Major (Büyük Türkiye)" diye söz eder. * Türklerin Anadolu'ya 1071 Malagirt zaferinden sonra büyük topluluklar halinde yerleşmeye başlamalarından, yani XII. yüzyıldan itibaren, yabancılar Anadolu'ya hep Turcia (Türkiye) demişlerdir. * 1299'da Anadolu'da kurulan Osmanlı Devleti kısa zamanda güçlenip büyüyünce, devletin hakim olduğu bölgeler, devleti kuran Osman Gazi'nin adı ile anılır oldu. Fakat Osmanlı Türkler'in hakim olduğu bölgelere yabancılar hem Osmanlı Devleti, hem Türkiye demeye devam ettiler. Osmanlılar'ın hakim olduğu böglelerin dışında kalan, ama yineTürkler'in yaygın olduğu yerlere, çoğrafi bölge ve ülke adı olarak yine Türkiye, Türk Eli, Batı Türk Eli veya Doğu Türk Eli, Doğu Türkistan, Batı Türkistan denmiştir. * Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden ve hanedanlığın kaldırılmasından sonra kurulan yeni Türk Devleti'nin adı elbette yine Türkiye olacaktı ve Türklerin ülkesine Türkiye denecektir. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2010 Türkiye’de neler yaşanmıştı ve bugün ile benzer yönleri var mı? Tarih 16 Ağustos 1838 Sadrazam Reşid Paşa, İngiliz elçisi Lord Stratford Canning ile Osmanlı- İngiliz ticaret antlaşmasını imzaladı. Antlaşmayla Osmanlı, iç pazarını tümüyle yabancılara açtı. “Devletçi ekonomiyi” rafa kaldırdı; gümrük vergilerini düşürdü; Osmanlı’yı ucuz ithal mallar cenneti yaptı. On binlerce küçük esnaf iflas etti. Bir yıl sonra; açık pazar haline getirilen ekonomik düzenin gerekli kıldığı mali, idari reformları Tanzimat Fermanı’yla gerçekleştirildi. Sonuç: 1814’de bir İngiliz Sterlini 23 Osmanlı kuruşuydu; 1839’da bir İngiliz Sterlini 104 Osmanlı kuruşu oldu! Osmanlı nüfusu giderek yoksullaşırken, küçük bir azınlık alafranga yaşamın getirdiği tüketime yöneldi. “Araba Sevdası” başladı. O sırada Avrupa sermayesinde de yapısal dönüşüm yaşandı. Mali sermaye büyük güç haline geldi. Bu durum Osmanlı gibi ülkelere sermaye akımını hızlandırdı. Osmanlı da gerek savaş, gerek tüketime yönelik yeni yaşam tarzı nedenleriyle hep borçlandı. İhtiyacı olan parayı Avrupa para piyasalarından buldu. Avrupalı kendi ülkesindeki yüzde 3–4 gibi düşük faiz gelirleri yerine, yüzde 11–12 gibi yüksek faiz veren İstanbul borsasına yöneldi. Sonucu tahmin etmişsinizdir; Osmanlı 1875’de faiz borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladı. Avrupa ayağa kalktı. Osmanlı’nın iflasından iki ay sonra, önce Bulgarlar sonra Sırplar ayaklandı. Süreç I. Dünya Savaşı sonuna kadar uzadı. Çünkü emperyal güçler Osmanlı’yı nasıl paylaşacaklarına karar verememişti. Savaş sonucunda, Osmanlı’nın ordusu dağıtılmıştı; ne kara ordusu kalmıştı ne hava ne de deniz gücü. Yaklaşık 325 bin şehit, 400 bin yaralı, 1 milyon 250 bin civarında esir ve kayıp vardı. Ankara’da ise… Silah yoktu. Para yoktu. Döviz yoktu. Hisse senedi-tahvil yoktu. Borç alacak kimse de yoktu. Bu nedenledir ki… Apoletleri sökülmüş, maaşına el konulmuş Mustafa Kemal, kongre için Anadolu’nun tozlu yollarına düştüğünde, erzakında 20 yumurta, 1 okka peynir ve sadece 20 ekmeği vardı. Karşısında sadece yedi düvel yoktu. Hani diyorlar ya, “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya para verip gönderen Sultan Vahdettin’dir!” Peki Saray, Düyun-u Umumiye’den 900 bin lira ve Osmanlı Bankası’ndan 1.340 bin lira borç alıp kurduğu Kuvay-i İnzibatiye’yi niye ulusalcıların üzerine sürdü? Mustafa Kemal tarihin yönünü bu şartlarda değiştirdi. Yıl: 1923 -Kapitülasyonlar kaldırıldı. -Osmanlı’nın borçları (1854 itibariyle) kabul edilip yıllar içinde ödenmesine karar verildi. Osmanlı dönemi iç borçlar ve Kurtuluş Savaşı’nda yapılan “Tekalifi Milliye” denilen borçlar da ödenecekti. -Ergani Bakır Madeni’nin devlet tarafından işletilmesine karar verildi. -Atatürk, Hindistan’dan kendi şahsına gönderilen paralarla İş Bankası’nı kurdurdu. -Savaş yorgunu köylüye 8 milyon lira kredi dağıtıldı. Yıl 1924 -Bütçenin önemli gelirlerinden olan ancak köylüyü ezen, geleneksel Osmanlı Aşar Vergisi kaldırıldı. -1937 yılına kadar aralıklarla sürecek Kürt isyanları, Şeyh Said ayaklanmasıyla başladı. -İstanbul’dan kalkan deneme uçağı 3 saat sonra Ankara’ya indi. -Üstünde Türkiye Cumhuriyeti yazan madeni 10 kuruşluk paralar tedavüle çıktı. -Samsun-Çarşamba demiryolu temeli atıldı. Yıl: 1925 -Son 30 yılda kaçakçı-kolcu çatışmalarında 400 bin kişinin öldüğü Tütün Rejisi Fransızlardan alınarak lağvedildi. -Ankara-Yahşiyan; Kütahya-Tavşanlı demiryolu açıldı. -Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. -Atatürk, -köylülere örnek olması için- kendi parasıyla Atatürk Orman Çiftliği yapılmasını sağladı. -İzmir Liman ve Körfez İşleri İnhisarı TAŞ kuruldu. -Menderes köprüsü üzerine ilk betonarme köprü yapıldı. Yıl: 1926 -Emlak ve Eytam Bankası kuruldu. -Kayseri’de uçak fabrikası açıldı. -Alpullu şeker fabrikası açıldı. -Uşak şeker fabrikası açıldı. -Samsun limanının inşaatına başlandı. -Samsun-Kavak demiryolu açıldı. -Serbest bölge kurma girişimlerine başlandı. Yıl: 1927 -Sayım yapıldı. Nüfus 13.5 milyon. Bunun yüzde 83.7’si köyde yaşıyor. Okuryazar oranı yüzde 11 idi. -Bursa dokumacılık fabrikası açıldı. -Yerköy-Kayseri; Ankara-Kayseri; Samsun-Amasya; Samsun-Havza demiryolu açıldı. -Devlet demiryolları ve limanları idaresi kuruldu. -Bünyan dokuma fabrikası açıldı. -Cumhuriyet’in ilk kağıt paraları tedavüle çıktı. -Ankara radyosu yayına başladı. Yıl: 1928 -Ankara çimento fabrikası açıldı. -Amasya Zile; Kütahya-Tavşanlı demiryolu açıldı. -Sirkeci-Haydarpaşa arasında feribot seferi başladı. Türkiye daha savaş ekonomisinin ağırlığından kurtulamadan, 1929 dünya (Wall Street) büyük ekonomik kriziyle sarsıldı.İlkel geleneksel teknikten kurtarılması için makine ithaline büyük kolaylıklar sağlandı. Bunun sonucu 1929’a kadar Türkiye’ye 2500 traktör girdi. Fakat krizden sonra büyük düşüş yaşandı. Makine ithali 1928’de 2 milyon 298 bin lira iken 1933’te 224 bin liraya kadar düştü! Yıl: 1929 -İstanbul’da otomobil fabrikası kuruldu. -Zirai Kredi Kooperatifleri’nin kurulmasına karar verildi. -Ankara demiryolu hattı ve Haydarpaşa Limanı millileştirildi. -Doğu Anadolu’da Muhtaç Çiftçilere Arazi Tevziine (toprak reformuna) karar verildi. -Mersin-Adana demiryolu Fransızlardan satın alındı. -Ankara-İstanbul arasında telefon bağlantısı kuruldu. Yıl: 1930 -Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu; ilk üyesi Mustafa Kemal oldu. -Kayseri-Şarkışla; Ankara-Sivas; Emirler-Balıköy; Bolkuş-Filyos; Zile-Kunduz demiryolu açıldı. -Türk parasını koruma kanunu çıktı. -Batı’nın “kuramazsınız” dediği Merkez Bankası kuruldu. -İstanbul Galata Köprüsü’nden geçiş ücreti alınması kaldırıldı. -Düyun-u Umumiye binası hükümete teslim edildi. Yıl: 1931 -Devletçilik ilkesi sadece CHP’nin altı oku olmadı; Anayasa’ya da girdi. -Ankara’da Ziraat Kongresi toplandı. -İthalatın sınırlandırılmasına karar verildi. -Malatya-Doğanşehir; Mudanya-Bursa demiryolu yapıldı. -Kelkit Irmağı üzerine Akçağıl Köprüsü yapıldı. Yıl: 1932 -Tütün Kongresi toplandı. -Kütahya-Balıkesir; Samsun-Sivas; Kunduz-Kalın; Ulukışla-Niğde demiryolu yapıldı. -Türkiye Sanayi Kredi Bankası kuruldu. Yıl: 1933 -Samsun-Çarşamba; Adana-Fevzipaşa tren hattı satın alındı. -Afyon-Antalya demiryolu yapıldı. -Mevduat Koruma Kanunu kabul edildi. -Sümerbank faaliyete geçirildi. -Tefecilerle mücadele etmek için Halk Bankası kuruldu. -Denizyolları devletçe işletilmeye başlandı. - Eskişehir şeker fabrikası açıldı. - İzmir Rıhtım Şirketi devletçe satın alındı. -Ankara-İstanbul tarifeli uçak seferi başladı. Cumhuriyet kadrolarının tüm çabalarına rağmen, Osmanlı’dan beri sürüp gelen dışa bağımlılık, ulusal özel sektörün bir türlü geliştirilmemiş olması, sanayinin kurulmasına pek olanak vermedi. Bu da devlet eliyle gerçekleştirildi. Yıl: 1934 -Sovyetler Birliği ile kredi antlaşması imzalandı -Ankara, Sivas, Konya, Eskişehir’de buğday siloları inşasına başlandı. -Kayseri uçak fabrikasında yapılan 6 uçak Ankara’ya uçtu. -Bursa’da süt tozu fabrikası açıldı. -Bakırköy bez fabrikası açıldı. Konya Ereğli’de bez fabrikasının temeli atıldı. -İzmit kağıt fabrikası kuruldu. -Zonguldak’ta kömür yıkama fabrikası işletmeye açıldı; Antrasit fabrikasının temeli atıldı. -Keçiborlu kükürt fabrikası işletmeye açıldı. -Isparta gülyağı fabrikası işletmeye açıldı. -Kayseri mensucat fabrikası kuruldu. -Halk için ucuz ve dayanıklı ayakkabı üretmek amacıyla Beykoz fabrikası kuruldu. -Turhal şeker fabrikası işletmeye açıldı. -Afyon-Antalya; Diyarbakır-Fevzipaşa; Ortaköy-Bolkuş; Fırat-Yolçatı demiryolu yapıldı. -Üsküdar-Kadıköy tramvay hattının ilk denemesi yapıldı. Yıl: 1935 -İstanbul liman şirketi devletçe satın alındı. -Aydın demiryolu hattı devletçe satın alındı. -Gediz ve Göksu nehirleri üzerine köprüler inşa edildi. -Maden Teknik Arama Enstitüsü ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi kuruldu. -Etibank kuruldu. -Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi kuruldu. -Diyarbakır-Fevzipaşa; Fevzipaşa-Ergani; Ergani-Osmaniye; Çankırı-Atkaracalar; Sıvas-Eskiköy demiryolu yapıldı. -Tarım Satış Kooperatifleri kuruldu. -Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası işletmeye açıldı. -Ankara’da fındık kongresi toplandı. -Nazilli basma fabrikası kuruldu. -İstanbul telefon şebekesi devlet tarafından satın alındı. -Ankara-Zonguldak telefon hattı açıldı. -Ankara’da gaz maskesi fabrikası kuruldu. Yıl: 1936 -Ankara’da Endüstri Kongresi toplandı. -Deutsche Bank’ın elindeki Ergani Bakır Madeni İşletmesi satın alındı. -Ankara Çubuk Barajı yapımına başlandı. -İzmir havagazı şirketi devletçe satın alındı. -İzmit’te ikinci kağıt fabrikasının temeli atıldı. -Ereğli kömür işletmesi devletçe satın alındı. -Erzurum-Sivas; Afyon-Karakuyu; Isparta-Bozönü; Eskiköy-Çetinkaya; Yazıhan-Hekimhan demiryolu yapıldı. -İlk kömür treni Ankara’ya geldi. -Edirne-Sirkeci demiryolu hattı ve Şark Demiryolları devletçe satın alındı. -Gaziantep buz fabrikası açıldı. -Bursa’da Hasanpaşa Köprüsü yapıldı. -İstanbul Haliç üzerine köprü inşaatı temeli atıldı. Yıl: 1937 -Ormanlar devletleştirildi. -Atatürk çiftliklerini devlete bağışladı. -İlk Türk gemisi Belkıs denize indirildi. -İlk Türk denizaltının yapımına başlandı. -Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli atıldı. -Konya bez fabrikası açıldı. -Malatya bez fabrikasının temeli atıldı. -Türkiyle Cumhuriyeti Ziraat Bankası kanunu kabul edildi. -Hükümetçe satın alınan, Toprakkale-Payas; Islahiye- Meydanıekbaz işletmeye açıldı. -Denizbank kuruldu. -Kadıköy su şirketi devletçe satın alındı. -İstanbul-Edirne karayolu açıldı. -Burhaniye-Ayvalık yolu; Sakarya Nehri, Fırat Nehri, Kızılırmak Nehri ve Murat Irmağı üzerine köprüler yapıldı. -Diyarbakır-Cizre; Hekimhan-Çetinkaya; Zonguldak-Çatalağzı demiryolu yapıldı. -Telsiz kanunu kabul edildi. -Türk Hava Yolları İstanbul-Bükreş arasında ilk uçak seferi yapıldı. Yıl: 1938 -Gemlik suni ipek fabrikası açıldı -Bursa merinos fabrikası açıldı. -Divriği demir madenleri işletmesi faaliyete geçti. -İzmir Telefon Şirketi devletçe satın alındı. -İstanbul Elektrik Şirketi devletçe satın alındı. -Sermayesi devlet tarafından verilen KİT’ler kuruldu. -Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu. -İzmir klor fabrikası kuruldu. -Ankara-Erzurum tren hattı Erzincan’a ulaştı. -1923-38 yılları arasında topraksız köylüye toplam 708 bin hektar toprak dağıtıldı. -Ve Mustafa Kemal vefat etti. Şimdi düşünelim lütfen o gün tüm bu imkansızlıklara rağmen yapılabilenler bugün niye yapılamıyor? Çünkü; O bir “kalem” idi. Türkiye bugün “kalemler” ile “silgilerin” çatışmasına sahne olmaktadır! Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2010 TEK BİR ŞEYE İHTİYACIMIZ VARDIR, ÇALIŞMAK,ÇALIŞMAK VE ÇALIŞMAKTIR. GÜZEL TÜRKİYE’MDE YATARAK FIRSAT EŞİTSİZLİĞİNDEN BAHSEDENLERE İTHAF OLUNUR. "NİÇİN KEMALİST'İM?" Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar. Bir film senaryosu olacak kadar ilginç ve anlamlıdır. Kahramanlarımızın ilki, Paris - İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı... Macaristan'da genç bir bayanla tanışır. Bir yıl sonra aynı yere yeniden gelir, ona evlenme önerir ve evlenirler. İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz. Macaristan'da bir kızı olur. Nermin adını verdiği kızı 5 yaşına geldiğinde, bir gün babasına kızının resmini gösterir: - İşte baba, bu senin torunun!... * * İzmirli işadamı yaşama gözlerini yumduğunda, en büyük dileği, Macaristan'da büyümekte olan kızının birgün Türkçe öğrenmesidir. Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir. Baba ölünce, aile geçim sıkıntısı içine düşer. 14 yaşındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur. Oysa Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır. Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir. Annesinin bile haberi olmadan Türk Büyükelçiliği'ne başvurur. Ona yardım ederler. Pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler... Başı sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir. Sonunda olayı öğrenen annesi de ona hak verince, üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk başlar. Tren, Türkiye topraklarına girerken küçük Nermin bir sorun olur. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan, ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu anlamakta zorlanırlar. * * Öykü uzun... Küçük Nermin, bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim olanaklarından yararlanır. İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Gazetecilik yapar...Türkçe'nin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır. Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar. Ama o, tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal'i savunur, savunur... Oğlunun adını Mustafa Kemal koyar... * * Prof. Nermin Abadan - Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi... Bir "sürpriz" yapmıştık hocamıza. Duygulandı ve son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yaşam öyküsünü anlattı... Ve sözlerini şöyle noktaladı: - Ben yurdumu da, ulusumu da kendi irademle seçtim!... Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım... Niçin Kemalist olduğumu, niçin milliyetçi olduğumu, öyle sanıyorum ki artık anlamışsınızdır!... Ben çok etkilendiğim bu öyküyü o zamanlar yazdığımda, sonunu şöyle bağlamıştım: "Bu sözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz..." Bakıyorum da aradan geçen zamanda, ne Nermin Hoca'nın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not... Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi!.. Kaynak : A.Taner KIŞLALI - Cumhuriyet, 15 Kasım 1992 ( Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği ) Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 29 Haziran , 2010 Gönderi tarihi: 29 Haziran , 2010 ATATÜRK E GÖRE TÜRK KİMDİR? Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu. Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Daha neler duyacagiz, dünyayi aydinlatan günesimisim de haberim yokmus. Daha kendimizi aydinlatamamiszki nasil dünyayi aydinlatan günes oluyormusuz? Neler yapmisizda dünyayi aydinlatan günes olmusuz? Evet hangi bilimsel bir arastirmaya göre "dünyayi aydinlatan günes" oldugumuzu söylemis Atatürk? Insan bu kadarda abartmazki ama. Bilimde neler verimisiz? Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Daha neler duyacagiz, dünyayi aydinlatan günesimisim de haberim yokmus. Daha kendimizi aydinlatamamiszki nasil dünyayi aydinlatan günes oluyormusuz? Neler yapmisizda dünyayi aydinlatan günes olmusuz? Evet hangi bilimsel bir arastirmaya göre "dünyayi aydinlatan günes" oldugumuzu söylemis Atatürk? Insan bu kadarda abartmazki ama. Bilimde neler verimisiz? Sevgili Dominik, Biraz tarih okuyun.Böylece ulu önderin bu kıymetli sözleri ne maksatla,nerede ve ne zaman söylediğini kolaylıkla bulur, ulaştığınız bilgi seviyenize paralel ifade edilenlerin anlamlarını da daha kolay çözebilirsiniz. Selamlar. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 HAFIZALARIMIZI TAZELİYELİM, KİM OLDUĞUMUZU, NELER BAŞARDIĞIMIZI VE NELER ÇEKTİĞİMİZİ HATIRLAYALIM * Ben, memleket ve milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim inancıyla Anadolu’ya geçtiğim ve amacın gerektirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman cebimde, emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Fakat, parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak olduğum hedefe yönelik adımları durdurmaya değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk; yürüdükçe, muvaffak oldukça maddî güçlükler, kendiliğinden ortadan kalktı. Ankara‟da, mukaddes topraklarımızı her taraftan sarmış ve fiilen işgal etmiş düşman ordularını, bu mukaddes topraklardan atmak imkânından bahsettiğim zaman bana, en şuurlu, ileri görüşlü oldukları iddia olunan kimseler, bütün bu teşebbüslerin paraya bağlı olduğundan bahsediyor ve “Ne kadar paran vardır?” veya,“Nereden, nasıl para bulabilirsin?” gibi sualler soruyorlardı. Benim verdiğim cevap şu idi: “Türk milleti kendi hayat ve kurtuluşuna yönelmiş olduğuna kanaat edeceği teşebbüsleri başarabilecek bir kudrete maliktir. Bu teşebbüsün ciddiyetine kanaati halinde onun gerektirdiği kadar servet kaynağını, işe girişenlerin emrine hazır hale koyar”. Bu dediklerim, sözden işe geçmiş hakikatler değil midir? Bu noktada hemen şunu da ilâve edeyim ki, Ankara‟da ilk millî hükûmet kurulduğu zaman etraf ve çevrelerin tereddüdünden bahsetmeyeceğim. Fakat, o hükûmeti teşkil eden kimselerin dahi bana “Hükûmet teşekkül etti. Fakat devlet ve hükûmeti idare için nereden para alacağız?” dediklerini hatırlarım. Verdiğim cevap pek sade olmuştur: “Çalışmalarınız, devleti, milleti kurtarmaya yönelmişse ve bu çalışma hedefiniz büyük Türk milletince belli olunca sualiniz tekrar etmeyecektir. Türk milleti, kendisi için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışan müteşebbisleri, heyetleri güçlükler karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek şeref hisleriyle donanmıştır”. 1926 (Atatürk’ün B.N., s. 103-104) * Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık olamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türk’ün haysiyet ve onur ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık, ya ölüm! 1919 (Nutuk I, s. 13) * Millet önünde, onun bağımsızlığının temini önünde, onun liyakat, ilerleme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymak suretiyle yaşayabilir. Milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 299) * Yeni Türkiye’nin, eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı Hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur. Gerçi millet değişmemiştir; aynı Türk unsuru bu milleti teşkil ediyor. Ancak, idare tarzı değişmiştir. 1922 (Atatürk’ün S.D. III, s. 51) * Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber kutlayalım. Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına tecavüz edilmiş, ebediyen ağlamaya mahkûm genç kızlar da vardır. Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlâtlarını gömmüş analar vardır ve, Yine onlar arasında muharebedeki namus vazifesini şerefle yaparak bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehitlik şarabını içmiş olanların ruhlarına Fatihalar sunalım. 1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 308-309) Her ne sebep ve suretle olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde, tehlikede görebilecek kadar adî bir mahlûkun, bir dakika dahi olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir! Teşekküre değerdir ki bu alçak, kendine miras kalmış saltanat makamından, millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor. Türk milletinin bu öncü davranışı, elbette takdire lâyıktır. Âciz, adî, his ve anlayıştan mahrum bir mahlûk, kabul eden herhangi bir yabancının himayesine girebilir; fakat, böyle bir mahlûkun, bütün İslâmların halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette uygun değildir. Böyle bir görüşün doğru olabilmesi, her şeyden önce bütün İslâm kütlelerinin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki, cihanda hakikat böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihî hayatımızca hürriyet ve bağımsızlığa örnek olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilce sürdürebilmek için, her türlü aşağılığı uygun gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin birbirleriyle münasebetlerinde, şahısların, özellikle mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, şahsî vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünemeyecek pespayelerin ehemmiyeti olamayacağı bilinen gerçeğini doğruladık. Milletlerarası münasebetlerde, mankenlerden istifade sistemine rağbet devrine son vermek, medenî âlemin samimî temennisini teşkil etmelidir. 1927 (Nutuk II, s. 694) Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Türk Tarih Tezi’nin Doğrulandığından Haberiniz Var mı? (1) Atatürk’ün en önemli özelliklerinden biri Kurtuluş Savaşı sonrasında BATI MERKEZLİ tarihe başkaldırmasıdır. Atatürk biyografilerinde ve yakın tarih anlatımlarında nedense hep göz ardı edilen bu gerçek, Atatürk’ü Atatürk yapan en önemli niteliklerinden biridir. Kurtuluş Savaşı ile Batı emperyalizminin siyasi oyunlarını bozan Atatürk, 1930′larda ortaya atıp, yerli ve yabancı bilim insanlarının tartışmasına açtığı Türk Tarih Tezi ile de Batı emperyalizminin kültürel oyunlarını bozmuştur. Bu durumdan çok rahatsız olan Batı, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra Türk Tarih Tezi’ni ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. Sömürgeci Batı, 19. yüzyılda kurmaca bir tarih ve dil tezi geliştirerek, bu tezlerle Doğu’yu “köksüzleştirip” sömürmek istemiştir. Batının Doğuyu sömürmek için ileri sürdüğü bu tarih ve dil tezlerinin temel mantığı Doğudaki bütün eski ileri uygarlıklara HİNT AVRUPALI DAMGASI VURARAK sahip çıkmak üzerine kuruludur. Böylece Anadolu, Mezopotamya ve Hindistan vb.gibi eski ileri uygarlıklara sahip çıkan Batı bu topraklarda yaşayan Doğu toplumlarını, “Bu topraklar geçişte bizimdi…” diyerek bu topraklardan atmaya çalışmıştır. İşte Atatürk, Türk Tarih Tezi ile BATI’NIN BU IRKÇI VE KURMACA TARİH TEZİNE, YANİ BATI MERKEZLİ TARİH TEZİ’NE BAŞKALDIRMIŞTIR. Üstelik Atatürk’ün bu başkaldırısı, “omurgası kırık aydınlarımızın” iddia ettiği gibi “kurmaca” değil tamamen “bilimsel” bir başkaldırıdır. Çünkü Türk Tarih Tezi’ni kanıtlamaya çalışan bilim insanları, Sümerolog Landsberger, Hititolog Güntenbirk, Antropolog E. Pitard gibi dünyaca ünlü bilim insanlarıdır… Atatürk’ün 1930′larda ileri sürdüğü, Hititlerin, Sümerlerin, Etrüsklerin Türklüğü ve Türklerin ilk yerleşip medeniyet kurdukları yerlerden birinin Anadolu olduğu biçimindeki tezlerin birçoğu bugün (2010) modern bilim tarafından kabul edilmektedir. Bilim insanlarına göre Türk adının ilk geçtiği kaynaklardan biri Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’tır. Türk adı, Tevrat dışında en eski antik kaynaklarda da karşımıza çıkmaktadır. Eski ve ortaçağ yazarlarından Hekataios, Hesiodos, Herodot, Strabon, Pliny, Pomponius Mela, Ptolemaeus, Horeneli Moses, Annanius Shirakatsius eserlerinde Türklerden söz etmişlerdir. İsveçli El Tabbert Stralenberg, HERODOT’UN “IV. Tarih” kitabında tasvir edilen Hakas kabilesinin, “Asya’dan Avrupa’ya göç etmiş ve Herodot’un devrine kadar orada yaşamış olan İskitlerin çocukları” olduklarını belirtmiştir (Stralenberg, 1888, s.3,4). E. İ. Eyhvald, Herodot’un “Türragetler” ve “Türklerden” söz ettiğini belirtmiştir. (Kitap IV, 21) Herodot, Dnestr (Dinyester)in üst katına Türkleri yerleştirmiştir. Pliny ve Pomponius Mela’nın bahsettikleri Türk kabileleri Strabon’da Türragetler (Tyrrhen) olarak geçmektedir. Ayrıca Satrabon’un yazılarında Uygur Türklerinden de söz edilmektedir. ****** Başta Herodot olmak üzere Antik çağ yazarları, Orta ve Kuzey İtalya’da MÖ. 900-700 yılları arasında güçlü Etrüsk devletini kuran “Tyrrhenus”lardan söz etmişlerdir. Bu Tyrrhenus sözcüğüyle kastedilen Turanlılardır. “Y” harfinin “u” okunduğu dikkate alınacak olursa “Tyrrhen”in, “Turan” sözcüğünün Yunanca telafuzu olduğu kolayca anlaşılacaktır. İlk olarak İsac Taylor’un 18. yüzyılda yaptığı çalışmalardan sonra bugün birçok bilim insanı Etrüsklerin Türk kökenli olduğunu kabul etmektedir. Tyrrhenler, Truva Savaşı’ndan sonra Truva şehri yakılıp yıkılınca oradan kurtulup İtalya’ya göç etmişlerdir (Aenias’ın torunları). Tyrrhenuslar, Türk İskit (Saka)’lerle birleşerek Tyrr-Saka (Tursaka) adını almışlardır. Prof. Manfred Korfmann, Truva Savaşı sonrasında şehirden kaçanlar arasında Turcilerin de bulunduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, Turcilerin ve Tyrrhenler’in ataları olan Truvalılar da Türk kökenli bir topluluktur. DEVAMI GELECEK MESAJDA! Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 1 Temmuz , 2010 Atatürk'ten habersiz olanlara ithaf olunur. (1922'de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu'daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere'nin Türk düşmanı olarak bilinen Başbakanı Lloyd George, Parlamento'da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır): 'Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi. (D. Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922) Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir. (Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933) Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.' (ATHİNAİKA, Atina, 12 Kasım 1938) 'Atatürk'ün Türkiye'de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwel, ne de Washington... Atatürk'ün bulduğunu, hiç kimse bulmadı ve Atatürk'ün yaptığını da hiç kimse yapmadı. İlham ettiği kimselere ve kendi prensiplerine göre yarattığı yeni kuşak, O'nun eserine devam edecektir.' (Tipos Gazetesi) İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince,, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O'nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik. (1938) (Yorgi PESMAZOĞLU, Yunan Ekonomi Başkanı) Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk'ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.' (Messager D'Athenes, Yunanistan Gazetesi, 11 Kasım 1938) Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hakedecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur. (Yugoslavya, Politika Gazetesi, 11 Kasım 1938) Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemezmiyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım? (Habib BURGİBA, Tunus Devlet Başkanı, 1965) Atatürk, tarihin her devresi için, insanlığın bir mucizesidir. (Suriye) Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için en büyük kayıptır. (ELEYYAM Gazetesi, Şam- 1938) Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi. Hayatını milleti'nin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşda hayata gözlerini kapadı. (Elifba Gazetesi, Şam- 1938) O'nun ölümü, dünya için de derinliği ölçülmez bir kayıptır. (Sovyetler) Adı, Türk Milleti'nin millî kurtuluş savaşında ve Türkiye'nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için, gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır. Türk Milleti'nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler, zamanımızın bu örneksiz devlet adamının öneminden dolayı derin bir acı içindedirler. (İzvestia Gazetesi, Moskova, 1938) Atatürk, dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O'nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı'ya ders verdiğini nasıl unuturum. (Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi, Prenses Aleksandrina) Romanya'da Atatürk'ün ölüm haberi geldiği gün, bütün okullarda dersler tatil edildi. (Romanya-Rador Ajansı: Bükreş) Milletimiz, en büyük Türk'ün karşısında kederli bir saygı ile eğilmektedir. (Romanya) Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O'na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır. (Arriba Gazetesi, Portekiz, 1938) Uzun bir yol aşılmış, yüce bir eser ortaya konmuş, bir çok zaferler elde edilmiştir. Bütün bunlar Atatürk'ün eseridir. (Polanya, Kurjer Warzavski Gazetesi) O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hind Müslümanları bugünkü durumlarına hâlâ razı olacaklar mı? (Muhammet Ali Cinnah-Kaidiâzam, Pakistan Cumhurbaşkanı, 1954) Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik. (İkbal, Pakistan Millî Şairi) 'Atatürk'ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O; büsbütün başka bir insandı.' (El-Mısri Gazetesi, Mısır, 11 Kasım 1938) Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar. Bursa'ya giderken trende rast geldiğim bir çocuğa İstanbul veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: 'Ankara'da Atatürk bulunduğu için..' cevabını verdi. (Mısır, El Bela Gazetesi) Yüzyılımızda, 'olmayacak hiçbir şey yoktur' şeklindeki tarihi gerçeği ispatlayan ilk adam olmuştur. (Eski Ujsag. Macar.) Budapeşte, 20 (a,a) - Macar ajansı tebliğ ediyor: Başvekil İmredi, Atatürk'ün cenaze törenini yapılacağı 21 Kasım Pazartesi gününü Macaristan'ın millî yas günü sayarak bütün memlekette resmi binalara siyah bayraklar çekilmesini emretmiştir. Harbiye Nazırı ve Budapeşte Belediye Reisi de, askeri binalar ve belediye binaları için aynı kararı almışlar ve Belediye Reisi ayrıca, halkı da siyah bayrak çekmeye davet etmiştir. (Namzetti Ujsang Gazetesi, Budapeşte-1938) Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir. (An Nahar, Beyrut) Yüzyıldanberi Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider. (The Japan Chronicle, Kobe) 'Hayatının sonuna kadar milleti'nin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.' (Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı) Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı. (F. Perrone Di San Martino, İtalyan Yazarı) 'Atatürk'ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetti.' (Gazeta Del Popolo Gazetesi, İtalya, 11 Kasım 1938) (Lozan Üniversitesi salonunda, Lozan Türk Talebe Cemiyeti'nin hazırladığı törende.) 'Siz Türk gençleri, bugün Büyük Şef'inizi kaybettiğinizden dolayı ne kadar ağlasanız haklısınız. Üniversite, sizin bu büyük yasınıza katılmaktadır. Atatürk'ün bu Büyük Adam'ın hayatını burada az bir vakit içinde bildirmeye imkân yoktur. Bu dâhinin, vatanının tarihinde işgal ettiği parlak sayfaları size hatırlatmak isterim. Türkiye'yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam'ını başımı en derin hürmetle eğerek selâmlarım.' (Profesör MORRF) 'Atatürk, bir medeniyet kaynağı idi.' (İsviçre) Modern Türkiye'nin yaratıcısı Kemal Atatürk'ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç'te çok iyi bilinmektedir. Atatürk'ün liderliği altında Türkiye'nin kalkınmasını, fevkâlâde ileri hamlelerini hayranlıkla takibettik. Atatürk'ün, hukuk alanında olduğu gibi, diğer alanlarda da getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp kuvvetli ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir. (ERLANDER, İsveç Başbakanı) 'Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.' (Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963) 'Atatürk, askeri dehâ ile devlet adamı filozof dehâsını toplamıştır.' (İspanya) İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk'ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar. (Tahran Gazetesi, İran, 1939) Atatürk'ün ölümü dolayısı ile Kraliyet Sarayı Şehinşâhi ve hükümet bir ay resmî yas ilân etmiştir. Majeste Şehinşah, gömme töreninin sonuna kadar İran'da askerî ve resmî binalar üzerinde ve yabancı ülkelerdeki İran temsilciliklerinde bayrakların yarıya indirilmesini emir buyurmuşlardır. Bu irade-i Şehinşahî bugün bütün gazetelerde ilân edilmiştir. (Tahran) Bugün Türkiye, büyük ve yeni bir memlekettir. Ve savaş sonrasının dehşet, sefalet ve bitkinliğinden çıkmış olan bu yeni Türkiye, Atatürk'ün dimağında vücut bulmuştu. O, bu Türkiye'yi kendi elleriyle dünyaya getirdi. (Dela Mail Gazetesi) Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır. (İngiliz, Daily Telgraph Gazetesi) Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletler önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk. (Bayan Sucheta KRIPALANI, Hint Parlamento Heyeti Başkanı) Denilebilir ki onsuz, İslâm alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti. (Fransız, Berthe Georges-Gaulis) Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felâketinin içine sürüklemişlerdir. (Fransız Gazetesi Sanerwin) Tarih çok büyükler gördü. İskenderler'i, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı. (L'Illustration, Fransa) 'Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.' (National Tidence Gazetesi, Danimarka, 11 Kasım 1938) Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal'i mutlaka kıskanırdı. (Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin, 1958) 'Atatürk, bütün Asya kıtasının Ata'sıdır.' (Çin) 'Biz Çinliler, hepimiz bu yasa katılıyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen Büyük Ata'sının ölümü, yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır.' (Çin Basını) 'Hiç bir ülke, Atatürk'ün Türkiye'sinin gördüğü değişiklikleri bu kadar hızlı bir şekilde görmemiştir. Bugünün Türkiye'sinin tarihi Mustafa Kemal'in tarihidir.' (Dness Gazetesi, Bulgaristan, 11 Kasım 1938) Türkiye'nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir. Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür. (Libre Belgique Gazetesi) Bir yenilginin uçurumuna düştüğü halde, ilkin neticesiz sanılan İstiklâl Mücadelesini yapan Türk Milleti, önünde saygıyla eğilmeden bu satırlara son veremez. Zafer neşesiyle kendinden geçmiş bir diplomasinin kararını 'hayır' diyerek yırtmak ve yüzlerine fırlatmak örneğini biz Almanlar, Türklere borçluyuz. (Alman Askeri Dergisi Vissen Und Vehr) Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır. (Franklin ROOSEVELT, A.B.D. Başk.) Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 2 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 2 Temmuz , 2010 Sevgili Dominik, Biraz tarih okuyun.Böylece ulu önderin bu kıymetli sözleri ne maksatla,nerede ve ne zaman söylediğini kolaylıkla bulur, ulaştığınız bilgi seviyenize paralel ifade edilenlerin anlamlarını da daha kolay çözebilirsiniz. Selamlar. Ne maksatla dedigini anlamak icin illada tarihmi okumak gerekli? Kimki kendi halkini tanimlarken "dünyayi aydinlatan günes" diyorsa bunu bilimsel olarakta aciklayabilmeli, aksi taktirde söylemleri asla ciddiye alinmaz. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Sevgili arkadaşlar, bugün sizinle şu ana kadar paylaştıklarımı biraz da mizah katarak kulaktan kulağa anlatılan kıssadan hisse bir olay ile süslemek istiyorum. Zamanın birinde divan toplantısında iken Padişah Vezirine sormuş; - Vezir, söyle bakalım. Eğitim mi önemli cibiliyet mi? Vezir düşünmeden cevap vermiş; - Cibiliyet Padişahım. Padişah Vezirinin bu söylediğini kanıtlamasını istemiş ve bunun üzerine memleketin her yerine tellallar çıkarılmış, en iyi hayvan eğiticisine 100 kese altın verileceği ifade edilmiş. Müracaat edenlerin içlerinden seçilen ve en iyi olduğu söylenen hayvan eğiticisine Padişah sormuş; - Söyle bakalım, bir kediye bana ikram yapmasını ne kadar sürede eğitir öğretirsin? Hayvan terbiyecisi; - Altı ayda öğretirim Padişahım. şeklinde cevap vermiş. Padişah bu cevabı kabul etmiş ve aradan altı ay geçmiş, hayvan terbiyecisi huzura alınmış. Saray erkanı toplanmış ve kedi sıra ile ikrama başlamadan önce Padişah Vezire dönmüş ve tekrar sormuş; - Vezir, son kez soruyorum. Eğitim mi önemli cibiliyet mi? Vezir, Padişahın kendisine yönelttiği bu soruya cevap vermeden önce cebinde hazır tuttuğu fareyi yere bırakmış. Kedi ikramı bıraktığı gibi farenin peşinden koşmaya başlamış. Tabii altı aylık eğitim de boşa gitmiş. Yaşanan bu sahnenin ardından Vezir Padişaha dönmüş ve sorusunun cevabını vermiş; - Cibiliyet Padişahım. Büyük önder Atatürk'ün Nutuk'unu okuduğunuzda da yine görüyorsunuz ki o dönem öncesi, o dönem ve sonrası ile bugün bu örnek olaya uygun çok kişilik var ve Atatürk söylemlerinde bunlara karşı Cumhuriyeti Türk Gençlerine emanet etmiş. Allah yardımcımız olsun. Selam ve saygılar. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 ANADOLU VE CİVARINDA ÖN TÜRK DEVLETLERİ Arkeolojik kazılar sonunda Ön Türklerin ilk yaşam alanlarından birinin Mezopotamya’dan Doğu Anadolu’ya oradan İç Batı Anadolu’ya kadar uzanan bölgeler olduğu anlaşılmıştır. Örneğin, Elamlılar, Kaslar, Hurriler, Urartular, Hattiler, Subarlar ve Turukalar Kuzey Mezopotamya ve Anadolu civarında yaşamış Türk kavimlerinden birkaçıdır. Sümerler gibi Mezopotamya’da yaşayan Asyenik Elamlar Türkçe gibi “bitişken” bir dil kullanmışlardır. Türkçe ve Elamca şekil ve yapısal bakımdan birbirine o kadar çok benzemektedir ki Hamit Zübeyir Koşay’ın ifadesiyle “Her iki dil arasında aynılık” vardır. Bu aynılığın en açık kanıtlarından biri, her iki dildeki çok sayıda ortak kelimedir. Elamlılar, MÖ. 3ncü binyıl ortalarında Sümerlerden aldıkları çivi yazısını kullanmaya başlamışlardır. Elam adı, Türkçede, “İl-em” (benim ilim), “El-em” biçimlerinden zamanla “Elam” haline dönüşmüştür. Mezopotamya ve Anadolu civarında yaşayan Türk kavimlerinden biri de Kaslardır. 1’nci binin ilk yarısında Zagros Dağları civarında varlık gösteren Kasların dilleri Türkçeyle akrabadır. Kas hükümdarlarının isimleri öz Türkçedir. Hatta bu isimlerden bazıları Göktürk Yazıtlarında bile karşımıza çıkmaktadır. MÖ. 3ncü bin yılın ortalarından itibaren Mezopotamya’da Yukarı Dicle bölgesinde ortaya çıkan ve zamanla Ön Asya’ya yayılan Hurriler de Türk kökenlidir. E. Forer gibi bazı bilim insanları Hurrilerin Türklerle akraba olduğunu ileri sürmüştür. Türkçe gibi “bitişken” bir dil kullanan Huriler, Hitit çağında Anadolu’nun en etkili kavimlerinden biridir. Hurricede sözcükler arka arkaya gelen son ekler aracılığıyla türetilmektedir. Hurice ve Türkçe arasındaki benzerlik ortak kelime hazinesinden çok iki dilin yapısal özellikleriyle ilgilidir. Hurriler uzun süre Anadolu’nun doğu ve güneydoğu bölgelerine egemen olmuşlardır. MÖ. 2nci bin yıllarında Hititler başta olmak üzere birçok kavimi derinden etkileyen Hurriler, MÖ. 1’nci binde tarih sahnesinden çekilmişlerdir. MÖ. 600 ile 900 arasında Doğu Anadolu’da Van merkez olmak üzere hüküm süren Urartular da Anadolu’daki Ön Türk kavimlerinden biridir. Urartuca da Türkçe gibi “bitişken” bir dildir. Urartuca’nın Hint-Avrupa dilleriyle hiçbir bakımdan benzerliği yoktur. Urartuca yine bitişken bir dil olan Hurriceyle de akrabadır. Aslında her iki dilin aynı kaynaktan doğduğu ve MÖ. 3ncü binde birbirinden ayrıldığı kanıtlanmıştır. MÖ. 3ncü binlerde İç Anadolu’da yaşayan ve Hititleri derinden etkileyen Hattiler, Hint-Avrupalı olmayan bir dil kullanan Asyenik kavimlerden biridir. Hattiler de Sümerler, Elamlılar, Huriler ve Urartular gibi “bitişken” bir dil kullanmışlardır. Hattice birçok bakımdan Türkçeye benzemektedir. Mezopotamya ve Anadolu arasında yaşayan Ön Türk kavimlerinden biri de Subarlardır. Azeri dil bilgini Firudun Agasıoğlu Celilov, MÖ. 3.ve 4ncü binyıllarda Dicle’nin yukarısında Asurlarla Urartular arasında Subarların (Su kenarında yaşayan insanlar) yaşadıklarını ileri sürmüştür. Subarların biraz aşağısında Türk dilli Kumanlar, Gutiler, Lulular, Urmiye Gölü’nün güneyinde ise yine Türk dilli Turukalar yaşamaktadır. Ayrıca yine Mezopotamya ve Doğu Anadolu arasında Kumug, Kaşgal, Güger, Salur gibi Türk dilli halklar yaşamaktadır. Son zamanlarda yeniden Türk Tarih Tezi’nin izini süren bazı Türk bilim insanları, yaptıkları araştırmalar ve incelemeler sonrasında Kuzey Mezopotamya ile Doğu Anadolu arasında Ön Türklerin yaşadıklarını tesbit etmişlerdir. A. Erzen başkanlığında ve Prof. Kılıç Kökten, Prof Oktay Belli, Prof. Muvaffak Uyanık, Prof. Ersin Akok, Prof W.Freh ve Prof E. Feigel’den oluşan bir gurup arkeolog ve eski çağ tarihi uzmanı Doğu Anadolu bölgesinde yaptıkları araştırmalar sonunda çok önemli sonuçlar elde etmişlerdir. Prof. Arif Erzen, Kafkaslardan Kuzey Suriye ve Irak’a kadar uzanan yüksek Anadolu yaylasında MÖ. 4ncü binlerde Ural-Altay dili konuşan hakların oluşturduğu çok güçlü bir kültürün var olduğunu ileri sürmüştür. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Bugünün Türkiye'sinde Atatürk hakkında yapılan bir değerlendirme (İNTERNETTEN YAPILAN BİR ALINTIDIR) TAKDİR, OKUYAN ARKADAŞLARIMINDIR Büyük Selanik Ahmet Altan Taraf Gazetesi Artık hepimiz ucundan kenarından yapay bir görüntüyü gerçek zannettiğimizi hissetmeye başladık. Bizim seksen yıllık cumhuriyet bir sahtelikler cumhuriyeti. Mustafa Kemal, Selanik"te doğmuş, askeri okullarda nispeten Batılı bir eğitim almış, Sofya"da ataşelik yapmış, Almanya"yı görmüş genç bir generaldi cumhuriyeti kurduğunda. Okuduklarımdan anlayabildiğim kadarıyla iki büyük tutkusu vardı. Birincisi lider olmak. İkincisi de, ta gençliğinden beri söylediği gibi Osmanlı"nın diğer topraklarından vazgeçip Anadolu"da büyük bir Selanik yaratmak. Güzel kadınlar, şık beyler, balolar, danslar, temiz evler, çiçekli bahçeler, köylerde vals çalan orkestralar, kahve ve konyak kokan cafeler, beyaz örtülü lokantalar... İlk amacına ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti"nin tartışılmaz lideri oldu. Bir devletin liderliğini ele geçirmek zordur ama bunu yapabilecek yetenekleri vardı ve başardı. İkincisi ise zordan daha zordu. Yüzlerce yıllık gelenekleri yıkmak ve başka bir tarihin, başka bir mücadelenin, başka bir kültürün sonucu olan bir ülkeyi burada yeniden kurmak öyle bir kişinin kararıyla olacak iş değildi. Onun hayalindeki ülke ne Osmanlı"nın bir mezbele halinde tuttuğu Anadolu"nun geleneklerine, ne de Müslümanlığın inançlarına uyuyordu. Sanırım bütün diktatörlerin düştüğü hataya düşüyordu. İstediği şeyin iyi olduğuna inanıyordu ve önerdiği iyiliğin kabul edilmemesine sinirleniyordu. Zorla şapka giydirdi, zorla Batı müziği dinlettirdi, zorla dans ettirdi.. Ama bu iş zorla olacak bir iş değildi. Onun hayal ettiği ülkeyle, yönettiği ülkenin gerçekleri birbirini tutmuyordu. Bütün baskıya, gazetelerin bütün yayınlarına rağmen yönettiği insanlara yabancı biri olarak kaldı. Birçok açıdan muhalefetle karşılaştı. Müslümanlar, bu Batılı hayat tarzını reddediyorlardı ve emirle Batılı olmaya yanaşmıyorlardı. Kürtler, kendilerine Kurtuluş Savaşı sırasında söz verilen eşitliği istiyorlardı. Demokratlar, diktatörlüğüne karşı çıkıyorlardı. Onu ürkütecek kadar gerçek kökleri olan direnişlerdi bunlar. Sanırım hem ürktü hem öfkelendi. Korkunç bir baskı uyguladı. Kürt liderlerini astı, Müslümanları gazeteler vasıtasıyla irticacılar olarak ilan etti, demokratları Meclis"ten attı, solcuları hapse koydu. Orduyla ve sivil bürokrasiyle bütün ülkeyi denetimi altına aldı. Ve çok istediği Selanik"i, büyük şehirlerin yeni zenginleri ve bürokratlarla yarattı. Artık Atatürk olan Mustafa Kemal"i memnun edecek göstermelik bir Selanik yaratıldı memleketin küçük bir parçasında. Geride kalan kısımlar da, yeni Selaniklilerin esiri durumuna düştü. İnsanlar kendi ülkelerinde bir söz hakkına sahip olamadılar. Kürtler, Müslümanlar, demokratlar, solcular devletten dışlandılar. Bu Selanikleşme hareketine Atatürk ilke ve inkılapları adı takıldı ve bunlara uymayanlar devlet düşmanı ilan edildi. Biz bugün Türkiye"de Selaniklilerle Anadolulular mücadelesini yaşıyoruz. Atatürkçüler, bizim önerdiğimiz güzel ve iyi bir şey, neden buna karşı çıkılıyor diyorlar. Samimiler bunu söylerken. Ama bunun zorla olamayacağını, emirle gerçekleşemeyeceğini, hayatın kendi doğal akışı içinde biçimlenmesi gerektiğini kavrayamıyorlar. Cumhuriyet tarihi boyunca ezilen, dışlanan Müslümanlar, Kürtler, demokratlar, solcular şimdi haklarını istiyorlar, Selanikleşme hayali uğruna yaşadıkları baskılardan kurtulmaya uğraşıyorlar. Kürt açılımı, muhafazakarların zenginleşip örgütlenmeleri, demokratların seslerini yükseltmeleri, değişen koşulların sonucu olarak yaşanıyor. Mustafa Kemal"in çok istediği o güzel kokan memleketin yaratılması şimdi artık mümkün gözüküyor ama bunu buranın halkı, kendi isteğiyle, artık böyle bir hayata hazır olduğu, zenginleştiği, dünyayla ilişkiler kurduğu için gerçekleştirecek. İşin belki de en şakacı yanı ise şimdi buna Atatürkçüler in karşı çıkması. Çünkü onlar bunun Müslümansız, Kürtsüz, demokratsız, solcusuz olacağını sanıyorlar. Atatürkçülere aslında bir müjde verebilirim, istediğiniz gerçekleşecek ama bunu halk kendine uygun biçimde yapacak. Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Bugünün Türkiye'sinde Atatürk hakkında yapılan bir değerlendirme (İNTERNETTEN YAPILAN BİR ALINTIDIR) TAKDİR, OKUYAN ARKADAŞLARIMINDIR Büyük Selanik Ahmet Altan Taraf Gazetesi Artık hepimiz ucundan kenarından yapay bir görüntüyü gerçek zannettiğimizi hissetmeye başladık. . . . Iste gercek tanimlama buna denir. Gercekler zorla, süslemeyle, boyamayla falan degismiyor malesef. Ben bir solcu olarak kendi payima seviniyorum. Hala bizlere yok tarihi bilmiyorsunuz, neden öyle demis anlamiyorsunuz,.... gibi laflarla atifta bulunmak aynen sayin Altan'in Atatürk'ü ve Atatürkcüleri tanimladigi gibi onlar sadece kendi söylemlerinin dogruluguna inaniyorlar ve karsi gelenlerede sinirleniyorlar. Daha hala Türkler icin "dünyayi aydinlatan günes" olarak tanimlanmasina dogru diyenlerdende fazla bir acilim beklemek dogru olmaz. Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 atatürk devletin adını türklerin yaşadığı yer olarak vererek türklere ayrıcalık yapmış ve devletide türk ırkçılığı üzerine klurmuştur ve bu yüzden doğru bişiy yapmamıştır.bu devlette sadece türkler yaşamamaktadır bu devlette bir sürü millet vardır ve türkleri üstün tutmak doğru olmaz adalete terstir. Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 atatürk devletin adını türklerin yaşadığı yer olarak vererek türklere ayrıcalık yapmış ve devletide türk ırkçılığı üzerine klurmuştur ve bu yüzden doğru bişiy yapmamıştır.bu devlette sadece türkler yaşamamaktadır bu devlette bir sürü millet vardır ve türkleri üstün tutmak doğru olmaz adalete terstir. Aynen katiliyorum. Bu gercegi biliyorlar ama Ali Cengiz oyunlariyla kendilerini hakli cikartmaya calisiyorlar, neymis efendim Atatürk vatandaslik bazinda herkese Türk diyormus, anayasada da aynisiymis. Yani kendin pisir kendin ye. Bu iddaayi iddaa edenlerden baska hic kimse ciddiye dahi almiyor haberleri yok. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Ahmet Altan'in Atatürk tarifi...Bu tarife hemen birileri atlamis ve iste gercek diye damgasini vurmus.Siracinin sahidi bozacidir...bunu bilmekte yarar vardir.Atatürk Türk milletinin gözünde degil tüm dünyanin gözünde büyük bir lider ve de dehadir.Birkac kendini yazar ve onlarin alkiscilarinin Atatürk'e dil uzatmalari sadce cekememezliktir.Bu böyle biline. Ikincisi ise,ta basindan beri bir "DERIN DEVLET"psikosuna yakalanmis olanlarin Atatürk'ü irkci yapmalari.Bunlara sadece gülünür ve acinir. saygilarla Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 ANADOLU VE CİVARINDA ÖN TÜRK DEVLETLERİ Arkeolojik kazılar sonunda Ön Türklerin ilk yaşam alanlarından birinin Mezopotamya’dan Doğu Anadolu’ya oradan İç Batı Anadolu’ya kadar uzanan bölgeler olduğu anlaşılmıştır. . . Anadolu'da yasayan diger halklari inkar etme adina neredeyse Anadolu'da sadece Türk'lerin yasadigini yakinda "bilimsel" bir sekilde isbatlayacaklarindan da adim gibi eminim. Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2010 Türkiye’de neler yaşanmıştı ve bugün ile benzer yönleri var mı? Tarih 16 Ağustos 1838 Sadrazam Reşid Paşa, İngiliz elçisi Lord Stratford Canning ile Osmanlı- İngiliz ticaret antlaşmasını imzaladı. Antlaşmayla Osmanlı, iç pazarını tümüyle yabancılara açtı. “Devletçi ekonomiyi” rafa kaldırdı; gümrük vergilerini düşürdü; Osmanlı’yı ucuz ithal mallar cenneti yaptı. On binlerce küçük esnaf iflas etti. Bir yıl sonra; açık pazar haline getirilen ekonomik düzenin gerekli kıldığı mali, idari reformları Tanzimat Fermanı’yla gerçekleştirildi. Sonuç: 1814’de bir İngiliz Sterlini 23 Osmanlı kuruşuydu; 1839’da bir İngiliz Sterlini 104 Osmanlı kuruşu oldu! . . . Ayni zamanda beraberce savasi kaybetmis olan Almanya'nin 1938'e kadar yaptiklarinada bir bakarsaniz bizdekilerin onlarininkinin yaninda bir hic oldugunu göreceksiniz. Her ülke kendi capinda bir seyler yapmistir, o kadarda övünmeye gerek yok. Yapilanlar gayet normal, olaganüstü bir sey yok. Olaganüstü olup olmadigini ayni sartlarda savas kaybetmis ülkeler ile karsilastirinca anlayabiliriz. Günümüz'de dahi 2. dünya savasini kaybitmislerden kat kat gerideyiz, biz hala ufak defek herkesin sahip oldugu seylerle övünüyoruz. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Türk Tarih Tezi Doğrulandı (3ncü Bölüm) MÖ. 2000’LERDE ANADOLU’DA TÜRK ADI Batı merkezli tarihin esiri bilim insanlarınca “MÖ.2000’lerde Anadolu’da Türk yoktur!” denmesine karşın arkeolojik, filolojik ve etnolojik bulgular Eski Çağ’da Anadolu’da Türklerin yaşadığını göstermektedir. Türklerin MÖ 2. Binlerde Kuzey Mezopotamya ve Doğu Anadolu civarında yaşadıklarını kanıtlayan bu belgelerden biri Asurlulara ait tabletlerde geçen ve Arkeolog Dossin’in[/b, “TUUR” ve “TURAN” biçiminde okumuş olduğu bir kelimedir. Antik Çağda İç Anadolu’da, Kilikya ve Kapadokya bölgesi civarında kullanılan bazı kral, tanrı ve yer yurt adlarının, Çin kaynaklarında görülen, “Türk” adının türevlerine fazlaca benzerlik göstermesi, “MÖ. 2000’lerde Anadolu’da Türklerin yaşadığı” tezini güçlendirmektedir. J. G. Frazer bir yazısında bu konuda şu düşüncelere yer vermiştir: “Bütün dağlık Batı Kilikyası’nın, sonraları Greklerce Zeus diye sayılıp kabul edilen, bir tanrıyı kişiliğinde simgeleyen papaz krallar tarafından yönetildiğini biliyoruz. Bu kralların çoğunun adı ya Ajaks ya da TEUKEROS idi. Bu adlar Kilikyalı adların Grekçeye çevrilmiş biçimleri idi. Teukeros sözcüğü Kilikya krallarında sık sık rastlanan TRAK, TROK, TURKU ve TROKA adlarının Grek söyleyişine uydurulmasından ileri gelmişe benziyor. Unutulmamalıdır ki, Korikos mağarasında –Kilikya’da- Zeus’un papazlarının adları arasında sık sık Tarkuvaris, Tarkumbiyos, Tarkimos, Trokoarbasis ve Trukumbigremis gibi adların arasında Grekçe Teukuros adı görülür. Hitit tanrısı Teşüp’ün bir adının da Torkom olduğu unutulmamalıdır.” Kilikya ve Kapadokya krallarında sıkça rsatlandığı söylenen bu adlar çok tanıdıktır. Türk adının zaman içindeki ses değişimi izlendiğinde geçmişte Türklere, “Trak”, “Türü”, “Töre”, “Türük”, “Turuk”, “Tork” gibi adlar verildiği görülecektir. Dolayısıyla Kilikya krallarına verilen “Trak”, “Trok”, “Turku” gibi adların değişik coğrafyalarda Türklere verilen adlara birebir benzemesi, ilk çağda Kilikya ve Kapadokya bölgesinde yaşayan halkın “Türk kökenli” olabileceğini düşündürmektedir. Bilindiği gibi bu bölge daha sonra Hititlerin yerleşeceği İç Anadolu ve civarıdır. Selahi Diker, “Kapadokya” adının da Türkçe olabileceğini ileri sürmüştür. Kapadokya adının Akamen Elamcasıyla: “Ka-ut-ba-du-ka” biçiminde yazıldığını ve Türkçe “Kt-batuk-ya” yani (Het-batuk-ya) biçiminde yazılması gerektiğini ileri süren Diker, bu sözcüğün anlamının ise: “Hatti halkının battığı ülke” olması gerektiğini belirtmiştir. Diker, Hatti-Hitit ve Türkçe Battı-Batık sözcükleri arasındaki ilişkiye dikkat çekerek: “Her ne kadar adını Galata sınırındaki Kappadoks ırmağından aldığı söyleniyorsa da (Strabon, s.291) bu bizim yorumumuzu değiştirmez. Zira, bu ırmak adı da hemen hemen aynı etimolojiye sahiptir: Kappadoks – Kappadok-s Türkçe Kt-patuk –su “Hattilerin battığı ırmak…” biçiminde bir değerlendirme yapmıştır. Anadolu’da MÖ. 2. Binlerde Türklerin yaşadıklarını gösteren en önemli kanıtlardan biri Antik kaynaklardaki bazı yer adlarıdır. Örneğin, Antik kaynaklarda Anadolu’da TAUR adını taşıyan dağlardan söz edilmektedir (Pontus Tauru, Anadolu Tauru). Taur sözcüğü “dağlı insanlar”, “dağlılar” anlamında Türkçe kökenli bir yer adıdır. Tau/taw/tav “dağ” ve ar/er “insanlar” sözcüklerinden oluşmuştur. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Türk Tarih Tezi Doğrulandı (4ncü Bölüm) BULAMAÇ HÖYÜK HEYKELİ VE ÖN TÜRKLER Erzurum’un Pasinler ilçesi yakınlarında Bulamaç Höyük kazısında MÖ. 1100-1500 yılları arasına tarihlendirilen bir insan başı heykelciği bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda yumurta büyüklüğündeki insan başı heykelciğinin Proturklere ait olduğu anlaşılmıştır. Pasinlerde, MÖ. 1100-1500 yıllarına ait heykelcikte, Orta Asya Türk eserlerinde bulunan “bıyık”, “keçi sakal” gibi detaylar yer almaktadır. Heykel başının en önemli özelliği göz, ağız, bıyık ve sakalının Asyetik unsurlar barındırmasıdır. Yrd. Doç. Dr. A. Semih Güneri, bulunan arkeolojik eserler hakkında yaptığı açıklamada; “Türkçe konuşan kabilelerin MÖ. 3000’den itibaren Doğu Anadolu’ya gelişlerine ilişkin arkeolojik belgeleri 10 yıllık çalışmayla gün ışığına çıkardıklarını” belirterek, “Ermenilerin yörede 6 ncı yüzyıldan itibaren yaşadığı iddia ediliyor. Bulamaç Höyük kazılarında Türklerin buralara 1000 yıl daha erken geldiğini kanıtlayan bulgular bulduk” demiştir. DPT tarafından desteklenen OTAK (Orta Asya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) projesi kapsamında Pasinler Ovası Bulamaç deresi yakınlarından bulunan Bulamaç Höyük I’de Ortaçağ ve Urartu dönemi arasındaki kültürlere, Bulamaç Höyük II’de ise Son Tunç çağına ait surlar ve küplere rastlanmıştır. Bulamaç Höyük kazılarında bulunan baş heykelciği, Türklerin Anadolu’da 3500 yıldır yaşadığını kanıtlayan son arkeolojik bulgulardan biri olması bakımından son derece önemlidir. SONUÇTAN KORKUP ÜRKMEYİNİZ.BU GERÇEKLERİN TAMAMI BİLİMSEL VE BELGEYE DAYANIYOR. HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ İNSAN HAKLARI,BİLİMSELLİK VE UYGARLIK ALANINDA ÖRNEK GÖSTERİLEN DİĞER ÜLKE BİLİM ADAMLARI TARAFINDAN DA KABUL GÖRMÜŞ HUSUSLARDIR. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Türk Tarih Tezi Doğrulandı. (5nci Bölüm) HAKKARİ TAŞLARI VE ÖN TÜRKLER Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Veli Sevin ve eşi Doç Dr. Necla Sevin başkanlığında bir ekip tarafından 1998’de Hakkari’de yapılan kazılarda ele geçirilen 13 adet dikili taş, başlangıçta Batılı bilim çevrelerinde heyecan yaratmış, dünyaca ünlü “National Geograpic” dergisi bu konuda 2 sayfalık bir yazıya yer vermiş, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün yayın organı olan “Archeology” dergisi de 2000 yılı Ağustos sayısında Veli Sevin’in kazı çalışmalarına tam 8 sayfa ayırarak, Hakkari Taşları’nı dünyaya duyurmuştur. National Geographic Dergisi’nin haberinde Hakkari Taşları’nın Anadolu, Orta Asya ve Avrasya uygarlıklarıyla ilgili ip uçları vereceğini belirtmesi son derece anlamlıdır. Hakkari Taşları’nı bulan Veli Sevin o günlerde Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte şunları söylemiştir: “Üç yıl önce kepçeyle kazı yapan bir kişi, tarihi kalıntıları görünce valiliğe haber verdi. Kültür Bakanlığı kazı başlattı. Bölgede dikilitaşlarla birlikte, içinde 50’ye yakın iskelet ve bazı eşyalar günışığına çıkarıldı. Bunlar çok önemli arkeolojik eserler. Dikilitaşların dönemin kralları tarafından oluşturulan sitelerde kullanılmak üzere yapıldığını belirledik. Yaptığımız çalışmaların meyvelerinin uluslar arası dergilerde yer alması ve Türkiye’den övgüyle söz edilmesi bizi gururlandırdı. Önümüzdeki yaz (2001) dikilitaşların kökenini araştırmak üzere Doç. Dr. Necla Sevin’le birlikte Orta Asya’ya giderek araştırmalar yapacağız.” Hakkari Taşları, Türk Tarih Tezi üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Artık bilim insanlarımızın, “Antik çağlarda Anadolu’da Türk yoktu, Türkler 1071’de Anadolu’ya girdi!” biçimindeki “genel kabulün” esiri olmaktan kurtulup 1998 yılında Hakkari’de bulunan taşlara göz atmaları gerekmektedir Hakkari Taşları, Türklerin ilk yaşadıkları yerlerden birinin Doğu Anadolu ile Hazar Denizi arasındaki bölge, yani Kafkaslar olabileceğini düşündürtmektedir. MS. 6 ncı yüzyıl Çin kaynakları, Türklerin atalarının Hsi Hai (Batı Denizi)’nin batı kıyılarında yaşadıklarını, sonraları buradan doğuya doğru göç ederek Turfan Havzası ve Ergenokon’a yerleştiklerini yazmaktaydı. Kimi tarihçiler, Çince Batı denizi denilen yerin Hazar Denizi olduğunu ileri sürerken, kimileri Batı denizinin Aral ya da Işık gölleri civarları olduğunu ileri sürmektedir. Hakkari Taşları diye adlandırılan bulgular, ilk dikildikleri şekli koruyan, insan biçiminde ve 13 adet dikili taştır. En ilginci söz konusu taşlar eski Anadolu ve Ön Asya kültürüne yabancı özellikler taşımaktadır. Ön yüzlerinde kabartma ve çizgi tekniğiyle yapılmış resimler vardır. Taşlar cepheden görünen çıplak ve güçlü bir erkek figürü biçiminde yontulmuştur. Balta, hançer, mızrak, topuz gibi madeni silahlarla donatılmış figürler birer kahraman savaşçıya benzemektedirler. Çadır resimleri, yaşamlarını bozkır çadırlarında geçirdiklerini göstermektedir. Figürlerin üzerindeki işaretlerden taşların ait olduğu toplumun at kullanmayı da bildikleri anlaşılmaktadır. “Hatta tüm koşum donanımlarıyla betimlenmiş bir süvari figürü Yakın Doğu’nun bilinen en eski örneği durumundadır. Dikili taşlardan ikisi silahsız kadınlara aittir. Bunlardan biri 3.30 metre boyundadır. Yerel bir hanedana ait bu taşlar, İÖ. 1450 ile 1000 yılları arasında ölmüş ataları anma amacıyla bir tür mezar taşı olarak yapılmıştır.” Eski Çağ Tarihçisi Veli Sevin, Hakkari Taşları’nın Ön Türklere ait olduğunu düşünmektedir. Sevin: “Orta Asya ile Şaşırtıcı Paralellik” başlığı altında Hakkari Taşlarıyla Orta Asya’da ele geçirilen Türklere ait dikili taşları karşılaştırmıştır: “Hakkari taşları, gerek ikonografik, gerekse felsefi açıdan kuzeyin Avrasya bozkır inanışlarına yakın özellikler taşır. (…) Hakkari taşlarının en ilginç yönü, kahraman figürlerinin göğüsleri üzerinde sıkı sıkıya (olasılıkla deriden) bir kırba (tulum) taşımasıdır. Merkezi konumlu bu içki kabı tüm sahnenin odak noktasıdır. Bu kabın simgesel açıdan büyük önem taşıdığı, savaşçının tüm kahramanlıkları ile silah ve eşyalarından ön plana alınarak belirginleştirilmiştir. En erken örnekleri Hakkari ve İran Azerbaycan’ında ortaya çıkan bu ilginç poz, taşları Batı Avrupa ve Güney Rusya – Ukrayna’daki en eski benzerlerinden ayırır. (…) Buna karşılık Orta Asya’da Kırgızistan, Kazakistan, Batı Çin ve Moğolistan’da yüzlerce benzer söz konusudur. Hakkari taşlarıyla Orta Asya’dakiler arasındaki paralellik şaşırtıcıdır.” Sevin, Hakkari Taşları’nın Orta Asya’daki örneklerden daha eski olduğunu, dolayısıyla bilinenin aksine Anadolu’dan Orta Asya’ya tersine bir göçün söz konusu olabileceğini ifade etmektedir. Veli Sevin, yaptığı araştırmalar sonunda Hakkari Taşları’nı MÖ. 2030-1690 arasına tarihlendirmiştir. Bu tarihlendirme MÖ.2 nci binyılın ortalarına denk gelmektedir ki, aynı dönemde Anadolu’da Hitit İmparatorluğu hüküm sürmektedir. Üstelik Hitit İmparatorluğu, Hakkari Taşları’nın bulunduğu Doğu Anadolu’ya kadar yayılmıştır. Bu durum Hakkari Taşları’nı yaratan uygarlıkla Hititler arasında bir ilişki olabileceğini göstermektedir. Veli Sevin de bu duruma dikkat çekerek Hakkari Taşları, Hititler ve Orta Asya arasında bir ilişki olduğunu ima etmektedir: “İÖ. 2 nci binyılın ortalarında Anadolu’da Hitit İmparatorlarının hüküm sürdüğü yüzyıllarda Hakkari yaylalarını yurt tutmuş bir hanedana ait bu türde taşlar Yakındoğu’ya büyük çapta yabancıdır. Ancak, Azerbaycan ve İran Azerbaycan’ında, Hazar Denizi’nin batı ve güneybatısındaki Aşhanekeran, Dübendi ve Erdebil yakındaki Meshkin Shar Ovası’nda çok sayıda stelin ( dikili taşın) varlığı bilinmektedir. Güneydoğu Anadolu’da Garzan Ovası ve Antakya yakınındaki Tell Açana’nın V. Tabakasında benzer birkaç örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte çıplak savaşçı avcıları betimleyen bu türde stellerin en erken örnekleri İÖ. 4. Binyılın ikinci yarısında Kuzey Karadeniz Bölgesi, özellikle Ukrayna ve Kırım’da görülür. Bunlar zaman içinde batıda Portekiz ve İspanya’dan, doğuda Moğolistan ve Çin’e yayılan geniş bir coğrafyada binlerce örnekle ortaya çıkar. Orta Asya’da İÖ. 3000’den İS. 12, 13. yüzyıllara değin çok uzun bir süre çeşitli halklarca kullanılmışlardır. Kırgızistan, Kazakistan, Altay, Sibirya bölgeleri, Tuva yöresi ve Moğolistan’da geniş alanlara dağılan Orta Asya stellerinin en çarpıcı özelliği Hakkari’dekiler gibi iki ellerinde daima bir kap tutuyor olmalarıdır. Bu özellik derin anlamları olan simgesel bir sözlük görünümündedir. Binlerce yıldır unutulmayan bu gelenek Hakkari stelleri ile Orta Asya stellerini birbirine yaklaştırır.” Veli Sevin, Hakkari Taşları’nı yaratan uygarlığı Orta Asya’ya bağlarken MÖ. 2’nci binlerde Doğu Anadolu’da yaşayan bir Orta Asyalı kavimden, Turukkular’dan da söz etmektedir. 1998 yılında Hakkari Taşları’nın bulunmasıyla “Eski Anadolu’da Türk olmadığı” genel kabulüne çok ciddi bir darbe vurulmuştur. Söz konusu taşlar, eski Anadolu’da Türklerin yaşadığının en güçlü kanıtlarından biridir. Eski Çağda Anadolu’da Türklerin yaşadığını gösteren, Hakkari Taşları, “Hititlerin Türklüğü Tezi”nin üzerinde daha fazla düşünülmesi gerektiğini ve “Türklerin Anadolu’ya 1071’de girdikleri” bilgisinin artık sorgulanması gerektiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Sevgili Arkadaşlar, Hiçbir Türk'ün yaşamadığı ancak herkesin kendisini Türk 'hissettiği' Belçika'nın Faymonville köyündeki Türk Festivalini İnternetten LÜTFEN araştırınız ve sonra düşününüz ''Biz neredeyiz?'' Alıntı
Φ metehan38 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 GÜZEL TÜRKİYE'MDE YAŞANAN VE TAMAMI GAZETE VE İNTERNETTEN ALINAN BU SAVUNMA OKUNDUĞUNDA İNSANIN AKLINA KURTULUŞ SAVAŞI, ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABI İLE HALEN BAZILARINA GÖRE TARTIŞMALI OLAN ATATÜRK'ÜN BURSA SÖYLEVİ GELMEKTEDİR. YORUM SİZLERİNDİR. (ALINTIDIR) Muğla'nın Dalaman ilçesinde bir Alman'ın evinin bahçesine direk dikip Alman bayrağını asması üzerine konuya duyarlılık gösteren yurttaşlarımızdan bir kaçı Alman'ın bahçesine girerek Alman Bayrağını indirdi. Bu eyleme önderlik eden Yüksel Sarı, Gülsen Sarı, Mustafa Cihan ve Sarp Gürpınar ve hakkında Dalaman Asliye Ceza Mahkemesinde Dalaman Cumhuriyet Savcılığı tarafından kamu davası açıldı. 15 /11/2006 Günlü duruşmada, eylemin önderi konumunda olan Yüksel Sarı'nın yaptığı son savunmadan sonra mahkeme heyetince, suçun asli unsurları oluşmadığından BERAAT kararı verildi. Bu konu ile ilgili olarak, Yüksel Sarı'nın mahkemede yapmış olduğu son savunma aşağıdadır. ************************************************************************** > ASLİYE CEZA MAHKEMESİ YARGIÇLIĞINA/ DALAMAN > DOSYA : 2006/63 E > SANIK : Yüksel Sarı, Ortaca Tel:0533 243 2614 > DAVACI : Kamu Hukuku > KONUSU : Esas hakkındaki savunmamın sunulmasıdır. Muğla'nın Dalaman ilçesinde, toprak satın alan bir Alman vatandaşı villasının bahçesindeki direğe Alman bayrağını asması üzerine, durumdan rahatsız olan şu anda sanık sandalyesinde oturan bizim gibi duyarlı olan yurttaşlarımızdan bazıları ile bu konuyu ilçedeki kahvehanelerde ve kafelerde tartışmaya başladık ve konuya duyarlı yurttaşlarımızla bu durumu yerel yöneticilerimize (ilçe kaymakamı, ilçe cumhuriyet savcısı ve ilçe emniyet müdürlüğüne) topu olarak dilekçe vermek suretiyle bildirdik. Alman vatandaşı olan bu şahsın bahçesindeki direğe asılı olan Alman bayrağının dilekçemizi verdiğimiz tarihten itibaren eylemi gerçekleştirdiğimiz tarihe kadar geçen üç aylık zaman süreci içinde hala bahçesinde asılı olması karşısında, yerel yöneticilerin bu durumu bildikleri halde sessiz kalmalarını, onlardan bu konuda yasal bir işlem yapmalarını beklediğimiz halde hiçbir yasal işlem yapmadıklarını, ve ayrıca yöneticilerin Türk vatandaşı olan bizlerin herhangi bir konuda bu yasal olarak giderilmesini talep ettiğimiz isteklerimizi göz ardı ederek ilçedeki yabancı uyruklu taşınmaz mülk sahiplerinin ihtiyaçlarının giderilmesi yönünde talimatlar verdiklerini, Türk vatandaşlarını kapıda bekletirken bu yabancılara büyük bir nezaketle zaman ayırdıklarını gözlemledik. Bunun üzerine ertesi gün gittik ve Alman bayrağını indirdik. Ortaca ve Dalaman' lı yurttaşlarımız da bize katıldı. Biz suç islemedik, bir suçu ortadan kaldırdık. Çünkü mahkemenizce de bilineceği gibi 2893 Sayılı Bayrak kanunu, yabancı ülke bayraklarının hangi koşullarda, nerelere asılabileceğini saymıştır. Alman vatandaşının villasının bahçesine bir direk dikip, kendi ülke bayrağını asması bu kanuna aykırıdır ve suç teşkil etmektedir. Sayın yargıç, Bir Alman vatandaşı, başka bir ülkede, evinin bahçesine direk dikip, kendi ülkesinin bayrağını neden asar? Onu bu suçu işlemeye sevk eden sebep nedir? Bu soruların yanıtı düşünülürken, buna benzer olayları sıkça yaşamamıza neden olan yabancılara toprak satışı ve sonuçları üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Geçmişte ve bugün, yabancılara toprak satışının serbest bırakılması ile Devletin dağılma süreci arasındaki paralellik hepimizin dikkatini çekmiştir. 1854 Yılında Kırım savaşına katılan Osmanlı, ilk kez, İngiltere'den %6 faiz ile 3 milyon Sterlin borç almıştır. Batılı ülkelerin dayatmalarıyla, 1856 Islahat Fermanı ile birlikte Yabancılara toprak satışı serbest bırakılmıştır. 1860 yılında İngiltere, borçların ödenmesi görüşmeleri sırasında Osmanlı topraklarının yabancılara satışının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istemiştir. Bu satışlar sonucunda sadece Ege bölgemizde altı milyon dönüm arazi yabancıların eline geçmiştir. 1890-1900 yılları arasında İzmir'in %85'inin yabancılara ait olduğu açıklanmıştır. 1913 yılında yapılan bir düzenlemeyle yabancı şirketlerin de Osmanlı'dan taşınmaz satın almalarının önü açılmıştır. Bu yasalara dayanılarak, bu günkü İsrail'in bulunduğu topraklar Filistinlilerce satışa çıkarılmış, İsrail devleti bu topraklar üzerine kurulmuştur. Kurtuluş savaşından sonra, 1924 yılında çıkan kanunla yabancılara toprak satışına yasaklar getirilmiştir. 1984 yılında yabancılara toprak satışının yeniden gündeme getirilmesi tesadüf değildir. Ancak Anayasa mahkemesince bu yasa iptal edilmiştir. Anayasa mahkemesi son derece öğretici olan iptal gerekçesinde şunları söylemektedir. 'Ülkede yabancıların arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu olarak değerlendirilemez. Toprak, devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlığının simgesidir. Yabancılara satılan toprakların geri alınması zordur ve yabancılar kendi devletlerinin koruması altındadır. 1948 yılı öncesinde bu şekilde toprak satın alarak İsrail devletinin temellerinin atıldığı unutulmamalıdır.' Nasıl ki batılı emperyalistlerin dayatmalarıyla ıslahat fermanı çıkmış ve böylece toprak satışı serbest bırakılmış ise, bugünde Avrupa Birliği dayatmalarıyla yabancılara toprak satışı serbest bırakılmıştır. Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya,Litvanya, Estonya gibi pek çok Avrupa ülkesi Avrupa Birliğine girmeden önce Yabancılara toprak satışını serbest bırakmayı reddetmişler ve onların bu karşı duruşu kabul edilmiştir. Türkiye ise Avrupa Birliğine girmeyeceği, ucu açık sürelerin verildiği ve bu sürelerin her defasında biraz daha uzatıldığı bir durumda hiç duraksama göstermeden yabancılara toprak satışını kabul etmiştir. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun 06/02/2006 tarihli raporuna göre, kesin bir bilgi olmamakla birlikte, yabancılara toprak satışının serbest bırakılmasıyla 51.012 yabancı, toplam 47.240 adet taşınmaz satın almıştır. Satın alınan taşınmaz miktarı ise 272.871.200 metrekaredir. (İfadenin verildiği tarih itibarı ile) Türk ortaklı alımlar, özelleştirmeler, şirket devirleri ve özellikle GAP bölgesinde kayıt dışı olarak yabancılara geçen taşınmaz miktarı ise bilinmemektedir. Yabancıların taşınmaz satın almalarında dikkati çeken husus, bir bölgede koloniler halinde yerleşmeleridir. Bunun sonucunda Kalkan da bir İngiliz mahallesi kurulmuştur. Kalkan ticaretinde söz sahibidirler. Fethiye ölüdeniz civarında yaklaşık 4000 konut yabancıların elindedir. Onlarda kayıt dışı turizm işletmeciliği yapmaktadır. Milli ekonomi zaafa uğratılmaktadır. Didim'in önemli bir kısmı yabancıların eline geçmiştir. Elektrik ve su faturaları İngilizce olmuştur. Kendi bölgemiz Ortaca ve Dalaman ilçelerinde de İngiliz ve Alman mahalleleri vardır. Yabancıların koloni halinde yerleşim birimleri kurmaları ile misyonerlik faaliyetleri daha da kolaylaşmış ve yoğunlaşmıştır. İşsiz gençlerimize, para verilerek, kilisenin korumasına alınacakları, Avrupa'ya rahat gidip gelecekleri ve iş sahibi olacakları söylenerek, Hıristiyanlaştırılmakta, yabancılaştırılmakta ve kendi milletine karşı ajanlaştırılmaktadır. Yabancılara toprak satışı ile bizim 'ikiz ihanet yasaları' dediğimiz, yasalar arasında çok yakın bir ilgi bulunmaktadır. Bilindiği gibi 2003 yılında iktidar ve muhalefet milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen bu yasalara göre dilsel ve dinsel azınlık kavramları getirilmiş, azınlık kavramı genişletilmiş ve bir bölgede yaşayan azınlıklara kendi bölgelerindeki yer üstü ve yer altı kaynakları üzerinde hak iddia etme ve kendi kaderlerini tayin hakkı tanınmıştır. Bu yasalara göre Türkiye, bu yükümlülüklerini yerine getirmediği taktirde yabancı ülkelerin askeri yaptırımları da dahil olmak üzere her türlü yaptırım ile karşılaşabilecektir . Sayın Yargıç; 'Toprak' bağımsızlığın ve egemenliğin adıdır. Toprağınız yoksa eğer ne egemenliğiniz ne de bayrağınız olur. Oysa bugün Türkiye, dış borç faizlerini ödeyebilmek için, döviz karşılığında vücudunu satıyor. Türkiye aslında egemenliğini satıyor. Bundan daha büyük utanç olabilir mi? Eğer biz yanlışsak, bütün bu satışlar doğru ise, o zaman soruyoruz. Kurtuluş savaşını biz neden yaptık, neden düşmanı Polatlı önlerinden çevirdik , Neden milyonlarca şehit kanı ile sulandı bu topraklar? Yabancılara toprak satışının toplumsal dokumuzu bozan, millet olma ve yurttaşlık bilincini zaafa uğratan olumsuz bir etkisi daha vardır. Batılı emperyalistlerin baskılarıyla, Gümrük Birliği anlaşmalarıyla, yabancı tarım ürünleri karşısında perişan edilen, pancarına, tütününe kota konulan, toprağını ekemez hale gelen köylü çaresizlikten toprağını satışa çıkartır. Peki kim alacak? Komşusu da kendisi gibi. Böyle olunca bu bereketli topraklar yabancıların eline geçiyor. Yabancılar oralara villalar yapıyor, kendi mahallelerini kuruyor. Bir de kapı konuluyor. Türkler o mahallelere giremesin diye. Kapıya da bir Türk bekçi konuluyor. Bizim insanımız önceden ekip biçtiği, çocuklarını yetiştirdiği bu topraklara uzaklardan bakıyor ve kendisini bahçıvan, eşini de çamaşırcı yapabilmek için o kapıya yöneliyor. Milletin öz güveni köreltiliyor. Vatan kavramı, millet olma bilinci işte böyle yok ediliyor. Sayın Yargıç; Bütün bunlar olurken aklımıza şu Afrika atasözü geliyor. 'Önce bizim elimizde bereketli topraklarımız vardı, onların da elinde İncil. Sonra bereketli topraklarımız onların oldu, bizim ise elimizde İncil kaldı.' Sayın Yargıç; Simdi yukarıdaki soruyu tekrarlıyoruz. Bir Alman bahçesindeki direğe Alman bayrağını neden asar? Bu sorunun cevabi yukarıda anlatılanların tümüdür. Çünkü o Alman, bizim toprağı satın almakla, egemenliğimizi, haysiyetimizi her şeyimizi satın aldığını düşünmüştür. Orayı bir sömürge toprağı gibi görmüştür. Kendi milleti ile gururlanırken, bizim milletimizi çaresiz görmüş ve aşağılamıştır. Fakat fena halde yanılmıştır. Alman bunu yapar da biz durur muyuz.? Gider o bayrağı indiririz. Nitekim öyle yaptık. Bin kere asılırsa, bin kere gider indiririz. Biz suç islemedik. Bir suçu ortadan kaldırdık. Bizim hiçbir millete düşmanlığımız yoktur. Hiç bir milletin bayrağı ile de sorunumuz yoktur. Egemenliğimizi, onurumuzu zedeleyen ve suç teşkil eden bir saldırıya karşı meşru müdafaa yaptık. O toprağın 'işgal edilmiş toprak' olmadığını gösterdik. Milletimiz hoşgörü sahibi, misafir sever büyük bir millettir. Fakat yabancılar da şunu bilmelidir. Bizim milletimiz ihanet yasalarını çıkaranlardan ibaret değildir. O nedenle nasıl ki su yüz dereceye geldiğinde kaynar ise, Türkiye'nin neresinde olursa olsun kanuna aykırı bir yabancı bayrak asılırsa, o bayrak derhal indirilir. Milletimize söz veriyoruz. Bu teslimiyet son bulacaktır. Hiç kuşku duyulmasın ki; 'Milli bir hükümet kurulacak ve yabancıya toprak satışı durdurulacaktır.' Sayın Yargıç; Asıl biz şikayetçiyiz. Milli ekonomiyi batıranlardan, bizi borç batağına sokanlardan, hortumculardan, soygunculardan, vurgunculardan, Milli bağımsızlığımızı ayak altına sürenlerden, onurumuzu kıranlardan, Gümrük Birliği anlaşmalarını imzalayanlardan, ihanet yasalarını çıkaranlardan, misyonerliği serbest bırakanlardan, halkımızı toprağını satmak zorunda bırakanlardan, vatan topraklarının satışını serbest bırakıp, milletimizi bu durumlara düşürenlerden asıl biz şikayetçiyiz. O nedenle hakkımızda beraat kararı verilerek asıl sorumlu olanların cezalandırılmaları için dosyanın Cumhuriyet savcılığına iadesini talep ediyoruz. SONUÇ VE İSTEM ; Yukarıda sunulan nedenlerle hakkımızda BERAAT kararı verilmesini talep ediyoruz. 15/11/2006 SANIK : YÜKSEL SARI Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2010 GÜZEL TÜRKİYE'MDE YAŞANAN VE TAMAMI GAZETE VE İNTERNETTEN ALINAN BU SAVUNMA OKUNDUĞUNDA İNSANIN AKLINA KURTULUŞ SAVAŞI, ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABI İLE HALEN BAZILARINA GÖRE TARTIŞMALI OLAN ATATÜRK'ÜN BURSA SÖYLEVİ GELMEKTEDİR. YORUM SİZLERİNDİR. (ALINTIDIR) Muğla'nın Dalaman ilçesinde bir Alman'ın evinin bahçesine direk dikip Alman bayrağını asması üzerine konuya duyarlılık gösteren yurttaşlarımızdan bir kaçı Alman'ın bahçesine girerek Alman Bayrağını indirdi. . . . Sayin sanigin ve suc ortaklarinin yaptiklari resmen irkcilik, korku sacmak ve tahammülsüzlük. saniklar ve onlarin düsüncesinde olanlar o Alman vatrandasinin ülkesine gelip söyle bir baksinlar derim. Hangi bayrak eksikki orada? sayisiz milletten insanlar yasiyor ve onlarinda aralarinda bazilari kendi evlerinin bahcesine, catisina veya balkonuna, hatta arabasina dai ülkesinin bayragini asiyor ve ne kanun bundan rahatsiz oluyor ne de vatandaslar. Bizse, tahammül edemiyoruz ve bunun adinida ülke savunmasi olarak niteliyoruz. neymis efendim bu yabancilar birde misyonerlik yapiyorlarmis, ne yani biz islam misyonerligi yaparken gayet normal oluyorda hiristiyanlar yapincami suc oluyor. gene o Alman'in ülkesini söyle bir arastirin ve yilda kac bin kisi islami kabul ediyor görün. Bunlar sadece kendiligindenmi yoksa islam misyonerleri tarafindanmi ikna ediliyorlar acaba? Birde ne güzel söylüyor, efendim gidiyorsun adamin özel mülkiyetine izinsiz tecavüz ediyorsun ve kendine ait olmayan bir bayragida indiriyorsun. Bunun ismi suc degilmis ve bin kerede asilsa gene indireceklerini itiraf ediyor. Siz bu zihniyetle ancak irkcilik, kin ve kavga sacarsiniz ortaliga. Umarim yargic size gereken cezayi vermistir. Atatürk'ü her türlü irkci arzularini tatmin edebilmek icin agizlarindan düsürmüyorlar. Ülkemizin hos görülü insanlara ihtiyaci var, kinci, irkci, korku senaryolari düzenleyenlere degil. Alıntı
Φ ilker01 Gönderi tarihi: 5 Temmuz , 2010 Gönderi tarihi: 5 Temmuz , 2010 Bu güzel bilgiler için teşekkürler "Sayın Metehan38" Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.