Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tanrı var mıdır ?


yazgan

Önerilen İletiler

Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar.

 

Sayın İnstantkarma,

Bir kere kendi eylemsizlik dizgesinin “ HIZINI” istediği gibi ayarlayarak demekle, EYLEMSİZLİK DEĞİL, EYLEM olduğunu atlıyorsunuz...

 

kaderimiz önceden belirli ise, o zaman cennet ve cehennemle ödüllendirilmenin, sınavın anlamı kalmaz ‘ paradoksu…

 

Kaderimiz kendi şeçtiğimiz (özgür irade) şeçeneklerinde bellidir buda paradoks değil sınavda olduğumuzun göstergesidir.

Ve; sizin “EYLEMSİZLİK OLARAK ADLANDIRDIĞINIZ FAKAT ASLINDA BAL GİBİ EYLEM OLAN” ( tasarım,bilme) sonucunda özgür irade seçme (cüzi) sonucunda, Külli irade'nin tasarrufu devreye girer zaten yazmışsınız;

 

Kaotik ve Kuantik belirsizlikleri belirli yapabilen bir Tanrıyı varsaysak, bu durumda, Tanrının insanın yaptıklarına, dua yada gönlünden geçirdiklerine göre, zaman zaman yaptığı müdahalelerde bulunması yani karşılıklı bir etkileşim mümkün olur.

 

Şimdi; yine sizin yazdığınızdan hareketle;

 

Yalnız, zaten bunlar da kader olarak Tanrı katında yazılmış ise paradoks yine devam eder.

 

Burada külli irade'nin cüzi irade'ye verdiği (seçenekler ve imtihan neticesinde) “YAZGI”

neden paradoks olsun,tam aksi İnsan'ın (cüzi irade) imtihanda olup yaptığı,yapacağı her ne ise karşılığının Külli irade'nin bilmesi ve yaratması ile olacağı kadar normal bir şey olamaz ve bunların önceden bilinmesi kadar tabii ne olabilir...

Dolayısı ile ALLAH c.c. Ezel'dir,Ebed'dir bu itibarla kul şeçer, ALLAH c.c. Yaratır ve bunların hepsi “KADER” olarak yazılıdır, zaten yazılı olmazsa paradoks olur...

 

İzafiyet teorisini de işin içine katarsak, Tanrının eylemsizlik sisteminin hızının değişken hızlarda olabildiğini, dünyaya göre çok büyük hızlara çıkabildiğini öne sürsek-ki bu durumda zaman dünyaya göre yavaşlar-, hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar.

 

Ancak, e, pi, gibi transandan ve köklü sayılar gibi bir irrasyonel, hiçbir zaman sabitlenemeyen değerlerden oluşan başlangıç koşullarının geçerli olduğu bir kaotik sürecin sonucunu Tanrı bile belirleyemez. Bu matematiksel bir gerçek. O halde, Tanrının belirsizlikleri belirleyerek bir müdahalede bulunma şansı da olmaz. Yani, paradoks çözülmez. Yani, seyirci açısından, determinizm mümkünse, kader anlayışı ile çelişmez. Zaten geçerli olmadığı için, modern fizik verileriyle, kader anlayışı arasında çelişki vardır.

 

“Bir kere kendi eylemsizlik dizgesinin “ HIZINI” istediği gibi ayarlayarak demekle, EYLEMSİZLİK DEĞİL, EYLEM olduğunu atlıyorsunuz”

Ve; Hiçbir zaman belirlenemeyen başlangıç sonuçları deyip (big bang) bu başlangıç sonuçlarının bilinememesinin “İNSAN İÇİN” geçerli olduğunu unutup, burada olan yaratma

(tasarım'ın) muhteşemliğini es geçmekte hangi teoriyi baz aldığında belli değil...

Ve; inançsız bir bilim adamının görüşü; ”Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir." Paul Davies.

 

Bu gerçekleşmiş ki, bugün oturup bunları konuşuyoruz. Sayısal lotodan ikramiye çıktığında kimse o dönen çarkların kendine göre ayarlandığını iddia etmeye kalkmaz.

 

Sayısal loto çarkları ve “BİG BANG”...

Konuşmaya (yazmaya) bile gerek yok...

 

Madde ile İnsanın aynı bilince sahip olduklarını söylemedik ki.İnsanda hem pasif hem de aktif bilinç vardır. Örneğin, bilinçaltından gelen tepkiler ( renklerin farkına varıp tepki verme, gürültü duyunca irkilme, vb ) pasif bilincin göstergesidir. Bu tür bilinç, bir elektronu iten, eksi değerlikli moleküldeki bilinçten ya da elmayı çeken yerkürenin bilincinden farklı değildir. İnsanı insan yapan ise, Özgür iradesidir, yani Aktif bilincidir. ( Bu sınıflandırmayı ben yapmadım. Senin Harun Yahyanın da kendi fikirlerine delil olarak sunduğu Fizikçi Penrose yapmış )

 

Bende madde'de “BİLİNÇ” olmadığını yazdım. Yoksa İnsan'da olan aktif bilinç,pasif bilinç olayı tartışma konusu değil. Bu itibarla İnsan'da olan pasif bilinçle molekül veya Elma benzetmesinin etki,tepki olayı olduğunu pasif bilinçle hiç bir alakasının olmadığı malum...

 

Taş, kayada nasıl etki-tepki yok, anlamadım ?

 

Taş veya kaya'nın farkındalığı (pasif bilinç) nerede,nasıl,neden, hangi şeye,nasıl tepki verir,farkederek? Siz yazında öğrenelim...

 

Hava tahminini eklemek, ne açıdan, nasıl, hangi irtibatla ? Anlaşılmıyor.

 

Hava tahmini madde olan bulut,yağmur etki tepkisinin oluşumunda nereye,ne zaman ne kadar yağacağının bilinememesi olayıdır,eğer farkında olma durumu varsa sizin yazdığınız gibi;

 

Madde farkına varmazsa tepki gösterebilir mi ? Farkına varıyor ki tepki gösteriyor.

 

Demekki; farkındalık yok (pasif bilinç) birde farkında olma durumu olsaydı “YAĞMUR BOMBALARI” işi bitirirdi,hani bir zamanların susuz İstanbuluna çözüm olsun diye Nurettin Sözen'in patlattığı...

Bomba bile farkındalığı sağlayamıyor.

 

Allah emrediyor yapıyorlar, itiraz hakları var mı ? Yok. Allahın emrettiğini fark ediyorlar ki, o emri yerine getiriyorlar. Yani, bir etki var bir de tepki. Demek ki, meleklerde pasif bilinç varmış.

Eğer, zaten kötülük yapamayacaklarsa , iyi-kötüyü ayırd etseler ne olur, etmeseler ne olur ? Zaten, seçim şansları yok ki. O nedenle, meleklerde pasif bilinç vardır.

 

Meleklerin; İyi ve kötüyü ayırd etmeleri sonucu illa kötülük yapmalarını beklemek niyeki, bu istem bile olayı yokuşa sürmektir...

Ve önceki iletimde yazdığım gibi; Melekler; akıl, şuur, his ve kabiliyetlere sahip olmakla birlikte iyi ve kötüyü birbirinden ayıran iradeye de sahiptirler, kötülük yapmazlar. Melekler irade sahibi olmalarına rağmen insanlardan farklı olarak nefisleri yoktur. Meleklerin bedenleri nurdandır. Ayrıca akıl, irade ve duygularla donatılmış ruhları vardır. Üreyerek çoğalmazlar, bunun için erkeklik ve dişilikleri yoktur. Allah’ın dilemesi ile en mütekâmil bir surette yaratılırlar. İnsana ve maddi varlıklara has olan yemek yeme, uyuma, yorulma gibi insani hallerden uzaktırlar. Onların gıdaları Allah’ın emrine itaat ederek tesbih, tekbir, tahmid ve tehlil ile Allah’ı zikretmek ve verilen görevi aşk ve şevkle yapmaktır.

Siz hangisini kabul ediyorsunuz?

Yahut; inandığınız her hangi bir izm,teori,görüş MELEKLERİ kabul ediyorda illa onlara “PASİF BİLİNÇ” limi diyorsunuz...

Meleklerin fark etmesi onların pasif bilinç'li olmasını gerektirmez, sonra Melekleri madde gibi algılayıp ve madde'nin etki tepkisi olayı gibi sunmak yanlış.

 

Işık, enerji gibi, belki de yerçekimi, nükleer ya da elektromagnetik kuvvetler gibi

 

Sayın İnstantkarma,

Sizin yukarda yazdığınızdan hareketle ışık,enerji,yerçekimi,nükleer, elektromagnetik kuvvetleri zorlama bir yorumla “GÜYA” bilimsel görüşünüze destek amacı ile Meleklerle özdeşleştirmeye çalışıp bak gördünmü etki,tepki olayı ve pasif bilinç demeniz yahut ısrar etmeniz zaten baştan absürd, nedeni; İslamda MELEK,MELEKLERE cüzi irade verilmemiştir.

Ve İslamda; Cebrail'in görevi peygamberlere vahiy getirmektir yani o Allah'ın emir ve yasaklarını peygamberlere getiren (ileten) melektir. Ayrıca Cebrail tüm meleklerin en büyüğü ve en üstünü olarak anılır. Mikail'in görevi doğa olaylarını idare etmektir. İsrafil'in görevi kıyamet günü sûra üflemektir. Azrail'in görevi ise insanların canını almaktır, bu nedenle ölüm meleği (melekü'l mevt) olarak da anılmıştır.

Bunun ötesinde;

 

Görevleri, mahlukatı Allah'ın ismiyle seyredip, Allah'ın kudret ve sanat eserlerini o türlerde görerek, Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ve tesbih etmek, ve Allah'a ibadet etmektir. Ayrıca insanlar dışındaki mahlukatın Allah'a karşı yaptıkları ibadeti Allah'a sunmakla yükümlüdürler. Bunun yanında hayvanların ve bitkilerin görevlerini onlara ilham etmek ve irade ile olan hareketlerine müdahale etmek, vaziyetlerini bir şekilde düzenlemek ile de vazifelidirler. İslam inancına göre meleklerin bu görevleri onların ibadetleridir. Mahlukat üzerinde gerçek bir tasarrufları yoktur. Yaptıkları ancak Rablerine karşı dua etme konumunda kalarak, neticeyi Allah'ın yaratmasını istemeleridir. Bu islamdaki tevhid inancının bir gereğidir. Tevhid inancına göre evrende olan bütün herşey Allah tarafından yaratılır. İnsan, melek ve benzeri bütün mahlukatın iradeleriyle istemeleri ise, vücuda getirilmek istenen şeyin yaratılmasını Allah'tan talep etmekten ibarettir.Said Nursi,Sözler - 24.Söz.

 

Sonuçta; Kişisel fikirlerimi,yahut alıntıladığım yazılara karşı eleştiriler yapılabilir normaldir ama bak şurdan alıntı yapıyorsun

bak kendini beğeniyorsun,yazmak tartışma adabına uymaz, kişi bildiği ölçüde görüşlerini açıklar,bilmediği olay hakında'da alıntı yapabilir sonuçta hiç birimiz yazıştığımız konuların uzmanı değiliz, okuduklarımız ve araştırdıklarımız ve İnancımız doğrultusunda yazarız, şayet kişi uzman veya bilim adamı ise yazılırsa öğreniriz ezcümle ikide bir HY yazmayın eğer yazdıklarıma karşı kendi kişisel görüşlerinizimi yazıyorsunuz'ki bu doğrultuda eleştiriliyorum kaldıki HY'dan alıntılar çok,çok sınırlıdır belkide yok denecek kadar azdır...

Saygılar.

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

şayet kişi uzman veya bilim adamı ise yazılırsa öğreniriz

 

:) Evet.

 

eğer yazdıklarıma karşı kendi kişisel görüşlerinizimi yazıyorsunuz'ki

 

:) Evet.

 

kaldıki HY'dan alıntılar çok,çok sınırlıdır belkide yok denecek kadar azdır...

 

:) Bu yazıda bile var :

 

”Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir." Paul Davies.

 

Aynı ifade, sadece Harun Yahyanın linkinde var :

 

-http://www.harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/1662-

 

Sayın İnstantkarma,

Bir kere kendi eylemsizlik dizgesinin “ HIZINI” istediği gibi ayarlayarak demekle, EYLEMSİZLİK DEĞİL, EYLEM olduğunu atlıyorsunuz...

 

Einstein’ın görelik teorisinin bir kavramı olan '' eylemsizlik dizgesi (sistemi ) '' ifadesindeki kelimelerden anlam çıkartmaya çalışmak, teorinin bilinmediğini, anlaşılmadığını gösterir.

 

Kaderimiz kendi şeçtiğimiz (özgür irade) şeçeneklerinde bellidir buda paradoks değil sınavda olduğumuzun göstergesidir.

 

Madem, sınavdayız, madem seçme hakkımız var, neyi seçeceğimiz ve seçim sonunda ne hale geleceğimiz, '' Levhi Mahfuz '' da yazılı ise yani Allah zaten kimin cennete gideceğini, kimin cehenneme gideceğini baştan belirlemiş ise, yani, senaryoyu yazmış ise, oyuncuları seyretmesinin bir anlamı var mı ? Zaten baştan belirlemiş kimin ne olacağını o halde neden sınav yapıyor ?

 

Bu paradoks, ancak, allahın, belirleme yapmaması sadece bilebilmesi ile çözülür. Şöyle ki; teorilere göre konuşursak, Allah kendi mekanının ( eylemsizlik sistemi ) hızını yavaşlatarak geleceği görebilir ve insanların özgür iradeleri ile hangi yolu seçeceklerini bilir, ama belirlemez ve müdahale yapmaz. Yukarda anlattığım gibi zaten baştan belirlemişse, sınavın anlamı kalmaz. Yok eğer, baştan belirlemez de sonradan müdahale etmeye kalkışırsa, bu durumda, her müdahalesinde gidip Levhi Mahfuzu da değiştirmesi gerekir ki, orda yazanlar doğru olsun.

 

Bu noktada, peki müdahale etme şansı var mı yada baştan belirleyebilir mi sorusu anlam kazanır. Bunu da mümkün olmadığını daha önce anlattım.

 

Sonuç olarak, kader anlayışının güncel bilimin sonuçlarına dayanarak açıklamasını yapacaksak, allahın, olacakları sadece bilebildiğini, belirleme ve müdahale etmediğini yada edemediğini kabul etmek gerekir ki durum paradoks teşkil etmesin.

 

Belki bu yazdıklarım da anlaşılmayacak. O nedenle, bir de benzetme yolu ile anlatmayı deneyeyim :

 

Diyelim ki bir okulda, öğretmen sınıfı sınav yapacak. Ama bu öğretmenin öyle bir yeteneği var ki, sınıftaki herkesin kaç not alacağını önceden kesin olarak hesaplayabiliyor. Yani, her bir öğrencinin sınavının sonucunu önceden hesaplayıp biliyor ve aynı zamanda bu sonuçları bir yere kaydetmiş(Levh-i Mahfuz ) O zaman öğrencilerin sınava girmesinin bir mantığı kalmaz dimi ?

 

Diyelim ki öğretmen, öğretmen baştan sonuçları hesaplamadı ve yüksek hızlı bir uzay aracına atlayıp bir iki dakika dolaşıp döndüğünde zaten dünyada sona ermiş olan sınavın sonuçlarını alıp kaydetti. Bu durumda paradoks ortadan kalkar ve sınavın bir anlamı olur.

 

Peki, böylece sınav sonucunu hesaplamadan biliyorken, bu öğretmenin sınav esnasında bazı öğrenciler için soruları değiştirdiğini varsayarsak, bu durumda öğretmenin elindeki baştan yazdığı sonuç kaydını değiştirmesi gerekir değil mi? Bunu da ışık hızından daha büyük bir uzay aracına binerek geçmişe gidip yapabilir. Ama, sınav kurallarına göre böyle bir müdahale yapma şansı da yok.

 

Dolayısıyla, olayın paradoks teşkil etmemesi için, öğretmen, geleceğe giderek, sınav sonucunu bilebilir ve sınav sırasında müdahale yapıyorsa geçmişe gidip sınav sonucunu yazdığı kaydı değiştirebilir. Ama baştan belirleme, hesaplama yapmaz. Bunu yanında, sınav sırasında müdahale de sınav kurallarına aykırı ise bunu da yapamaz.

 

Sonuç olarak, öğtermen sınavı başlatır, gider sınav sonuna sonucu öğrenir, gelir sınav başlangıç anına, sonucu kaydeder, sonradan müdahale yapamaz, baştan belirleme yapamaz ama bilebilir.

 

Sayısal loto çarkları ve “BİG BANG”...

Konuşmaya (yazmaya) bile gerek yok...

 

Sen Sayısal Loto çarklarının hangi topu düşüreceğinin hesaplanabileceğini mi zannediyorsun yoksa ?

 

Bu itibarla İnsan'da olan pasif bilinçle molekül veya Elma benzetmesinin etki,tepki olayı olduğunu pasif bilinçle hiç bir alakasının olmadığı malum...

 

İnsanın pasif bilincini oluşturan, nörobiyolojik olaylar tamamen otomatik etki-tepki sistemine göre çalışır.

 

Taş veya kaya'nın farkındalığı (pasif bilinç) nerede,nasıl,neden, hangi şeye,nasıl tepki verir,farkederek? Siz yazında öğrenelim...

 

Taş yada kaya dediğimiz atomlardandan oluşan yapının sert olmasının sebebi, bizim kaslarımızın uyguladığı kuvvet ( etki ) nedeniyle elimizin dış yüzey atomlarının, taşın dış yüzey atomları tarafından itilmesi ( tepki ) sebebi iledir. Atomlar arası bağlanma kuvvetini yendiğimizde ise taş kırılır.

 

Hava tahmini madde olan bulut,yağmur etki tepkisinin oluşumunda nereye,ne zaman ne kadar yağacağının bilinememesi olayıdır,eğer farkında olma durumu varsa sizin yazdığınız gibi;

 

Bulutun yağmur yağmasına uygun yapıya gelmesi sürecini oluşturan, moleküller ( madde ) arası etki-tepki olaylarıdır. Bunun tam olarak hesaplanamaması, olayın niteliğini değiştirmez.

 

İslamda MELEK,MELEKLERE cüzi irade verilmemiştir.

 

:) Biz de onu diyoruz zaten. Özgür irade yok, pasif bilinç var. Neyse, anlaşıldı. Sen meleği falan unut. Hiç yazmamışım kabul et. Sadece ilk yazdığıma cevap ver :

 

'' Kainatta canlı, cansız her varlık allahı tesbih eder '' yani cansız ( madde ) ler de allahı tesbih ediyor. Bunu hangi bilinçle yapıyorlar ? '' allah emrediyor ''- etki, tesbih yapılıyor -tepki

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu paradoks, ancak, allahın, belirleme yapmaması sadece bilebilmesi ile çözülür. Şöyle ki; teorilere göre konuşursak, Allah kendi mekanının ( eylemsizlik sistemi ) hızını yavaşlatarak geleceği görebilir ve insanların özgür iradeleri ile hangi yolu seçeceklerini bilir, ama belirlemez ve müdahale yapmaz. Yukarda anlattığım gibi zaten baştan belirlemişse, sınavın anlamı kalmaz. Yok eğer, baştan belirlemez de sonradan müdahale etmeye kalkışırsa, bu durumda, her müdahalesinde gidip Levhi Mahfuzu da değiştirmesi gerekir ki, orda yazanlar doğru olsun.

 

Düzeltme :

 

Bu paragraftaki, ''hızını yavaşlatarak '' ifadem, aceleden yanlış yazılmış olup, '' hızını artırarak zamanı yavaşlatıp '' şeklinde okunması gerekmektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALINTI(sarıgöl @ 09-07-2009, 17:45)

şayet kişi uzman veya bilim adamı ise yazılırsa öğreniriz

 

Evet.

 

ALINTI(sarıgöl @ 09-07-2009, 17:45)

eğer yazdıklarıma karşı kendi kişisel görüşlerinizimi yazıyorsunuz'ki

 

Evet.

 

:lol:

 

Aynı ifade, sadece Harun Yahyanın linkinde var

 

"Fizik kanunları çok üstün bir dehanın ürünü gibi görünüyor... Evrenin bir amacı olmalı".

Prof. Paul Davies İngiliz astrofizikçi

 

Davies P. 1984. Superforce:The Search for a Grand Unified Theory of Nature. (New York: Simon & Schuster 1984) p. 243.

Google; İngilizce'den çeviri yapıyor biliyorsunuzdur mutlaka...

 

Sayın İnstantkarma,

Aramızdaki tartışma link ve HY tartışması değil üstelik alıntıladığım yazılara direk

ASPARAGAS denilemediği müddetçe ve alıntılanan yazının kaynağı belli ise tartışmanın tarafı olarak yazdıklarıma itibar edilmeli, üstelik sende astrofizikçi gibi kendini sunuyor gibisin,eğer öyle isen bilimsel bir makaleni yahut elle tutulan bir yazını görelim yoksa topiğe

yazdığın yazılar deneyler sonucu elde edilmiş kişisel yazılarınmı,yahut okuduğun yazılardan derlenmiş fikirler ve alıntılarmı ne dersin...

 

Einstein’ın görelik teorisinin bir kavramı olan '' eylemsizlik dizgesi (sistemi ) '' ifadesindeki kelimelerden anlam çıkartmaya çalışmak, teorinin bilinmediğini, anlaşılmadığını gösterir.

 

İnstantkarma, olayı bilen, bilmeyen durumuna getirip yazdığın yazıdaki;

 

zafiyet teorisini de işin içine katarsak, Tanrının eylemsizlik sisteminin hızının değişken hızlarda olabildiğini, dünyaya göre çok büyük hızlara çıkabildiğini öne sürsek-ki bu durumda zaman dünyaya göre yavaşlar-, hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar.

 

Ve; benimde bu yazıya karşı yazdığım; “Bir kere kendi eylemsizlik dizgesinin “ HIZINI” istediği gibi ayarlayarak demekle, EYLEMSİZLİK DEĞİL, EYLEM olduğunu atlıyorsunuz” Yazmaktaki maksadım ALLAH c.c. Atfen “EYLEMSİZ” denmesini (haşa) belirtmekti yoksa;

ALLAH c.c. zaman ve mekandan münezzehtir, ve Zaman ve mekanı (Evren) yaratandır,bu itibarla Zaman'ın Evrende ve Dünya'da farklı olması (göreceli) yaratılanlar için geçerlidir, üstelik yazdığın kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak yazmaklada, bilim Dünyasınde yeni bir çığır açtığını farketmişsindir umarım...

Nasılmı; eylemsizlik sabit hızla giden (ivmelenmeyen) sisteme eylemsizlik referansı denir sizin

buluşunuz İVMELENEN (hız) eylemsizlik prensibi yapmanız, bravo doğrusu...

 

Madem, sınavdayız, madem seçme hakkımız var, neyi seçeceğimiz ve seçim sonunda ne hale geleceğimiz, '' Levhi Mahfuz '' da yazılı ise yani Allah zaten kimin cennete gideceğini, kimin cehenneme gideceğini baştan belirlemiş ise, yani, senaryoyu yazmış ise, oyuncuları seyretmesinin bir anlamı var mı ? Zaten baştan belirlemiş kimin ne olacağını o halde neden sınav yapıyor ?

 

ALLAH c.c. Kulun şeçme hakkı neticesinde nereye gideceğini belirtmemiş olsa ADALETSİZ

bir durum ortaya çıkmazmı, mesela seküler bir hukuk kanunlarında katil'in cezası bellidir yaptığı eyleme göre,(idam olmasa bile muabbet) bu onun Dünyadaki cehennemidir, bu olay baştan belirlenmiş kişinin yaptığı,yapacağı eylemin karşılığıdır, Kimin ne olacağı baştan belirlenmiş olsa ALLAH c.c. Ne Kitap, ne Peygamber göndermez kulun ne yapıp ne yapmayacağını belirtmez değilmi, şimdi bu durumu senaryo muhabbeti ile anlatmak imtihan olayını hafife almaktır değilmi...

En doğrusunu ALLAH c.c. Bilir...

 

Bu paradoks, ancak, allahın, belirleme yapmaması sadece bilebilmesi ile çözülür. Şöyle ki; teorilere göre konuşursak, Allah kendi mekanının ( eylemsizlik sistemi ) hızını yavaşlatarak geleceği görebilir ve insanların özgür iradeleri ile hangi yolu seçeceklerini bilir, ama belirlemez ve müdahale yapmaz.

 

Bir kere “BİLMEK” zaten belirlemektir, bu böyle biline...

Sonra; Eylemsizlik sistemi yaratılanlara mahsustur ve İvmelenmeyen (hız) sisteme eylemsizlik

Sistemi denir, burada yine hız merakınız sizi eylemsizlik sisteminden çıkarmış görünüyor...

Ve; yine özgür irade ile hangi yolu şeçeceğine (İnsanın) felsefik bir yorumla katkı sağladınız,fakat başka bir yazınızda tam tersini söyleyip felsefik tartışmayada takla attırdınız.

O yazıda şu;

 

hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar.

 

Ve;Özgür iradeleri ile (insanın) hangi yolu şeçeceklerini bilir ama belirlemeyip,müdahale'de

yapmazmış, yahu hangi yolun şeçilmesini bilen ( bu yollar çoğul mutlaka) bu yollardaki olanları,olacakları “GÜNAH,SEVAP” bilip,birde belirlemezse, yolun ne önemi kalır ve müdahale'de zaten Dünya'da yok kulun cüzi iradesi var...

 

Yukarda anlattığım gibi zaten baştan belirlemişse, sınavın anlamı kalmaz. Yok eğer, baştan belirlemez de sonradan müdahale etmeye kalkışırsa, bu durumda, her müdahalesinde gidip Levhi Mahfuzu da değiştirmesi gerekir ki, orda yazanlar doğru olsun.

 

Yukarda anlattıkların masal ve teori zaten ve cevabıda verildi...

 

Sonuç olarak, kader anlayışının güncel bilimin sonuçlarına dayanarak açıklamasını yapacaksak, allahın, olacakları sadece bilebildiğini, belirleme ve müdahale etmediğini yada edemediğini kabul etmek gerekir ki durum paradoks teşkil etmesin

 

Güncel Bilim; kişinin nerede,nasıl,niçin,neden öleceğini bilirmi...

Yoksa paradoks'mu...

 

Diyelim ki bir okulda, öğretmen sınıfı sınav yapacak.

 

Absürd,mantıktan uzak bir hayali kurgu ile uğraşacak değilim, nedeni'de İnsan ışık hızı ile gidemez, Levh'i Mahfuz İnsan idrakinden beridir...

 

Sen Sayısal Loto çarklarının hangi topu düşüreceğinin hesaplanabileceğini mi zannediyorsun yoksa

 

Bu senin sorunun, Big bang'a felsefe yapıp ahkam kesiyorsun,sayısal'a bilinmezlikmi veriyorsun...

 

 

İnsanın pasif bilincini oluşturan, nörobiyolojik olaylar tamamen otomatik etki-tepki sistemine göre çalışır.

 

Nöronların ölümü, snapsların ölmemesi etki tepki olayının neresinde...

Ve; bu olayların pasif bilinç'le alakası varmıdır,varsa nedeni nedir...

 

Taş yada kaya dediğimiz atomlardandan oluşan yapının sert olmasının sebebi, bizim kaslarımızın uyguladığı kuvvet ( etki ) nedeniyle elimizin dış yüzey atomlarının, taşın dış yüzey atomları tarafından itilmesi ( tepki ) sebebi iledir. Atomlar arası bağlanma kuvvetini yendiğimizde ise taş kırılır.

 

Burada farkındalık nerede...

Ve pasif bilinç...

 

Bulutun yağmur yağmasına uygun yapıya gelmesi sürecini oluşturan, moleküller ( madde ) arası etki-tepki olaylarıdır. Bunun tam olarak hesaplanamaması, olayın niteliğini değiştirmez.

 

Etki tepki olayına kimse bir şey demiyor, hani farkındalık ve pasif bilinç...

Ve; hesaplanması madde'nin farkındalığına ve pasif bilincine ters olmazmı...

Demekki madde'de ne pasif bilinç var nede olayların farkında değil...

 

 

Biz de onu diyoruz zaten. Özgür irade yok, pasif bilinç var. Neyse, anlaşıldı. Sen meleği falan unut. Hiç yazmamışım kabul et. Sadece ilk yazdığıma cevap ver :

 

'' Kainatta canlı, cansız her varlık allahı tesbih eder '' yani cansız ( madde ) ler de allahı tesbih ediyor. Bunu hangi bilinçle yapıyorlar ? '' allah emrediyor ''- etki, tesbih yapılıyor -tepki

 

Siz yazdıklarınızı (ileti) geriye dönüp bir okuyun bakalım Melek,Melekler hakkında yazdıklarınızı, üstelik ego tatmini olayına girmeden objektif olarak...

Kainat'ta her yaratılmış olan cansız (madde) yaptığı vazifesi ile ALLAH c.c. Tespih etmektir...

İlla Namaz'mı kılmalarını istiyorsun...

Hem etki, hem tepki, hemde bilinç, üstelik pasif...

Bak Güneş'te patlama oldu bu olaydaki pasif bilinç ve farkındalık nedir acaba...

Ama vazifesi değilmi patlamak...

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Fizik kanunları çok üstün bir dehanın ürünü gibi görünüyor... Evrenin bir amacı olmalı".

Prof. Paul Davies İngiliz astrofizikçi

 

Davies P. 1984. Superforce:The Search for a Grand Unified Theory of Nature. (New York: Simon & Schuster 1984) p. 243.

Google; İngilizce'den çeviri yapıyor biliyorsunuzdur mutlaka...

 

Harun Yahyada varken çeviriye gerek var mı ki ? :)

 

-http://www.evreninyaratilisi.com/html/bilimadam_nediyor.html-

 

"Sayın İnstantkarma,

Aramızdaki tartışma link ve HY tartışması değil üstelik alıntıladığım yazılara direk

ASPARAGAS denilemediği müddetçe ve alıntılanan yazının kaynağı belli ise tartışmanın tarafı olarak yazdıklarıma itibar edilmeli, üstelik sende astrofizikçi gibi kendini sunuyor gibisin,eğer öyle isen bilimsel bir makaleni yahut elle tutulan bir yazını görelim yoksa topiğe

yazdığın yazılar deneyler sonucu elde edilmiş kişisel yazılarınmı,yahut okuduğun yazılardan derlenmiş fikirler ve alıntılarmı ne dersin...

 

Aramızdaki tartışma, sizin Harun Yahyadan alıntı yapmadığınızı söylemenizle başladı. Yani, bu tartışmamızın konusu tamamen Harun Yahyadan alıntı yapıp yapmadığınız.

 

"İnstantkarma, olayı bilen, bilmeyen durumuna getirip yazdığın yazıdaki;

 

Ve; benimde bu yazıya karşı yazdığım; “Bir kere kendi eylemsizlik dizgesinin “ HIZINI” istediği gibi ayarlayarak demekle, EYLEMSİZLİK DEĞİL, EYLEM olduğunu atlıyorsunuz” Yazmaktaki maksadım ALLAH c.c. Atfen “EYLEMSİZ” denmesini (haşa) belirtmekti yoksa;

ALLAH c.c. zaman ve mekandan münezzehtir, ve Zaman ve mekanı (Evren) yaratandır,bu itibarla Zaman'ın Evrende ve Dünya'da farklı olması (göreceli) yaratılanlar için geçerlidir, üstelik yazdığın kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak yazmaklada, bilim Dünyasınde yeni bir çığır açtığını farketmişsindir umarım...

Nasılmı; eylemsizlik sabit hızla giden (ivmelenmeyen) sisteme eylemsizlik referansı denir sizin

buluşunuz İVMELENEN (hız) eylemsizlik prensibi yapmanız, bravo doğrusu...

 

Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok. Allah her yerde, her anda varsa, dediklerimde ters bir şey de yok. Zamanda ileri gitmenin yolu, bulunulan eylemsizlik sistemine göre yüksek bir sabit hızda yol almaktır. Bunu sağlamak için elbette hızlanıp, hızı sabit bir değere oturtmak gerekir. Böyle bir yolculuk yapan varlık, bulunduğu çerçeveden dünyada yolculuğa başladığı yere tekrar geldiğinde geleceğe gitmiş olur. Çünkü, kendi çerçevesinde zaman daha yavaş akmıştır. Takyonlarda olduğu gibi yolculuktaki hızını daha da arttırıp ışık hızının üstünde bir sabit hızla yol aldığında ise, teorik olarak, kendi eylemsizlik sisteminde zaman geriye akar ve yine bulunduğu çerçeveden yolculuğa başladığı yeri gözlemlediğinde dünyanın geçmişini de bilebilir.

 

Basitçe matematiksel olarak ifade edersek,

 

Lorentz dönüşüm katsayısı,

 

a= (1/1-v2/c2)üs1/2 olmak üzere,

 

Lorentz zaman kısalması ,

 

(T’1-T’2)= a*(T1-T2) den,

 

v->c, => a->00 ve T1-T2->0 yani kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası süre kısalır.

 

V>c => özel olarak v= 2c => a= -1/3 i olur ki bu da sanal bir sayıdır. ( i= (-1 )üs ½) Bu durumda,

 

Yine (T’1-T’2)= a*(T1-T2) den,

 

(T’1-T’2)= -1/3i *(T1-T2)=1/3i *(T2-T1) olur.

 

Ayrıca, E= mc2= (mo/(1-v2/c2)üs1/2)*c2 den,

 

v=2c=> m= -1/3i*m0 olur

 

ve bu da kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası sürenin hem tersine dönmesi hem de sanal ve soyut bir hale gelmesi ve aynı zamanda yolculuk yapan varlığın kütlesinin de sanal ve soyut olması anlamına gelir.

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

Şimdi bunları neden anlattın derseniz, allahın yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmayacağı itirazını ediyorsunuz da ondan. O zaman kaotik ve kuantik belirsizlikleri belirleyen bir allah için de aynı itirazı almamız lazım sizden. :)

 

Bir teoriye evet diyip diğerine hayır demek gibi bir alışkanığınız var.

Bir de, hani daha önceki bir tartışmamızda, meleklerin boyutunun takyonların boyutu olan bilinç boyutu olduğunu iddia etmiştiniz ya, e allah da melekler vasıtası ile müdahale ediyorsa demek ki, bu kurallara tabi oluyormuş değil mi?

 

"ALLAH c.c. Kulun şeçme hakkı neticesinde nereye gideceğini belirtmemiş olsa ADALETSİZ

bir durum ortaya çıkmazmı, mesela seküler bir hukuk kanunlarında katil'in cezası bellidir yaptığı eyleme göre,(idam olmasa bile muabbet) bu onun Dünyadaki cehennemidir, bu olay baştan belirlenmiş kişinin yaptığı,yapacağı eylemin karşılığıdır,

 

Bununla ilgili bir paradoks konusu iddia etmemiştim zaten. Bunun konumuzla ilgisi yok.

 

"Kimin ne olacağı baştan belirlenmiş olsa ALLAH c.c. Ne Kitap, ne Peygamber göndermez kulun ne yapıp ne yapmayacağını belirtmez değilmi, şimdi bu durumu senaryo muhabbeti ile anlatmak imtihan olayını hafife almaktır değilmi...

En doğrusunu ALLAH c.c. Bilir...

 

Kitap, peygamber göndermesi de bir çeşit müdahaledir. Neden baştan bir kere göndermediği de ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. Müdahale etmesine ise bir itirazımız yok. Ama müdahale etmiş olamayacağını söylüyoruz, aksi halde kader paradoksu çözülmez.

 

Bu arada takyonların gözlenmesi de mümkün değildir. Takyonlar teorik matematik fiziğin konusudur. Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım. Çünkü, gözlemlemeye kalktığımızda, kütlesi sanal olmamalıdır. Bu ise, hızının ışık hızının altına düşmesini gerektirir. O zaman da Takyon özelliği kaybolur. Yani, sizin inandığınız gibi takyon meleklerle aynı boyutta olsa, gelipte peygamberle konuşmuş olamaz. Yok, Allah, fizik kurallarını askıya alıp mucize yaptı derseniz de bu bir inançtır, inancın kanıtı olmaz derim. En doğrusunu allah bilir diyorsanız zaten bu tartışmalara hiç girmemeniz, bilimi kullanarak ispat etmeye çalışma yoluna gitmemeniz gerekir.

 

"Bir kere “BİLMEK” zaten belirlemektir, bu böyle biline...

 

Bilmek ve belirlemek aynı şey değildir. Örneğin, gazeteye bakıp yarınki TV programını öğrenip bilmek başka bir şey, TV editörü olup belirlemek başka bir şeydir. Bunun gibi, tanrı açısından insanların oluşturduğu yaşamın akışını bilebilmek mümkün ama belirlemek yani önceden hesaplamak mümkün değildir.

 

"Sonra; Eylemsizlik sistemi yaratılanlara mahsustur ve İvmelenmeyen (hız) sisteme eylemsizlik

Sistemi denir, burada yine hız merakınız sizi eylemsizlik sisteminden çıkarmış görünüyor...

 

Bunu yukarıda anlattım. Görelilik teorisi yaratılanlara mahsustur diyorsanız bu durumda takyonların boyutu olan bilinç boyutuna külli iradeyi sokmamanız gerekir. Oysa, evren Planck altı bu mini uzaydan yani hiçlikten doğmuştur.

 

"Ve; yine özgür irade ile hangi yolu şeçeceğine (İnsanın) felsefik bir yorumla katkı sağladınız,fakat başka bir yazınızda tam tersini söyleyip felsefik tartışmayada takla attırdınız.

O yazıda şu;

 

İnsanın hangi yolu seçeceğine dair bir öngörüm yok. Bu yazımla inanmamaya destek verdiğimi kastediyorsanız, bu benim sorunum değil zaten.

 

"Ve;Özgür iradeleri ile (insanın) hangi yolu şeçeceklerini bilir ama belirlemeyip,müdahale'de

yapmazmış, yahu hangi yolun şeçilmesini bilen ( bu yollar çoğul mutlaka) bu yollardaki olanları,olacakları “GÜNAH,SEVAP” bilip,birde belirlemezse, yolun ne önemi kalır ve müdahale'de zaten Dünya'da yok kulun cüzi iradesi var...

 

Sınav kurallarını öğrencilere sınav başlangıcında bildirmek, onların ne yapacağını bilmek yada ne yapacaklarını hesaplayıp kestirmek yani belirlemek değildir. Dünyada müdahale yok diyorsanız, peygambere kitap geldiğine de inanmıyorsunuz demektir. Aman ha dikkat. :)

 

"Yukarda anlattıkların masal ve teori zaten ve cevabıda verildi...

 

Ben bir cevap göremiyorum.

 

"Güncel Bilim; kişinin nerede,nasıl,niçin,neden öleceğini bilirmi...

Yoksa paradoks'mu...

 

Bilemez ve belirleyemez işte ben de ondan söz ediyorum. Güncel bilim bilemez, belirleyemez allah ta ancak bilebilir ama belirleyemez.

 

"Absürd,mantıktan uzak bir hayali kurgu ile uğraşacak değilim, nedeni'de İnsan ışık hızı ile gidemez, Levh'i Mahfuz İnsan idrakinden beridir...

 

İnsan ışık hızı ile gidemez, ama meleklerin boyutunda olduğunu iddia ettiğiniz takyonlar gider. Allah ta o boyutta bulunabiliyorsa -ki bulunabilmesi gerekir Allah olarak-o da gider.

 

"Bu senin sorunun, Big bang'a felsefe yapıp ahkam kesiyorsun,sayısal'a bilinmezlikmi veriyorsun...

 

Bigbang’e bilinebilir demiş miydim ? Aksine kaos çözülemiyor diyorum. Loto da, Big bang de kaos olduğuna göre çözülemiyor. Hiçlikten varliga gecisin olduğu zaman aralığı olan Kuantum Gravitenin olduğu boyutta tam bir kaos hakimdir.

 

"Nöronların ölümü, snapsların ölmemesi etki tepki olayının neresinde...

Ve; bu olayların pasif bilinç'le alakası varmıdır,varsa nedeni nedir...

 

Snapslara gelen elektrik iletisini taşıyan moleküllerin nöron membranından geçip geçmemesine karar veren, RNAnın ürettiği proteinlerdir. Gelen sinyalin niteliğine göre, sodyum ve potasyum iyon kanalarını açıp kapayarak, membran potansiyelinin değişmesine sebep olan bu moleküllerdir. Yani aksondan gelip snapsa yayılan kalsiyum iyonunun taşıdığı elektriksel sinyalin farkına vararak, dış hücredeki sodyum iyonlarının içeri nüfuz etmesini, potasyum iyonlarının dışarı çıkmasını bu protein moleküllerinin pasif bilinci sağlar.

 

"Burada farkındalık nerede...

Ve pasif bilinç...

 

Farkında olmayı özgür irade ile karıştırmanızdan dolayı olay bir türlü kafanızda oturmuyor. Elimizde taşı hafifçe sıkmamız ile elimizin atomları vasıtasıyla taşın atomlarına uyguladığımız kuvvet, iki tarafın atomları tarafından , yani karşı kuvvet olan elektrik alan kuvveti ile yani tepki ile karşılanır.Eğer, bu tepki kuvvetini yenecek kadar büyük bir kuvvetle sıkarsak hem elimizin hem de taşın temas noktasının kristal yapısı bozulur. Yani, atomların kuvveti hissedip tepki vermesi pasif bilinçleri olduğunu gösterir.

 

"Etki tepki olayına kimse bir şey demiyor, hani farkındalık ve pasif bilinç...

Ve; hesaplanması madde'nin farkındalığına ve pasif bilincine ters olmazmı...

Demekki madde'de ne pasif bilinç var nede olayların farkında değil...

 

Yine farkında olmayı, olayın bilincini özgür irade ile alınmış bir karar gibi görmenizden kaynaklanan bir itiraz. Hesaplanabilirlik ise matematiksel bir olay ve tamamen konu dışı. Ama her bir maddenin kendi aralarındaki etki-tepkisi pasif bilinçle cereyan eder.

 

"'' Kainatta canlı, cansız her varlık allahı tesbih eder '' yani cansız ( madde ) ler de allahı tesbih ediyor. Bunu hangi bilinçle yapıyorlar ? '' allah emrediyor ''- etki, tesbih yapılıyor -tepki

 

Siz yazdıklarınızı (ileti) geriye dönüp bir okuyun bakalım Melek,Melekler hakkında yazdıklarınızı, üstelik ego tatmini olayına girmeden objektif olarak...

Kainat'ta her yaratılmış olan cansız (madde) yaptığı vazifesi ile ALLAH c.c. Tespih etmektir...

İlla Namaz'mı kılmalarını istiyorsun...

Hem etki, hem tepki, hemde bilinç, üstelik pasif...

 

Bakın melek örneğini bir yoruma dayanarak verdim. Ben meleklere inanmıyorum. Sadece, kendi mantığınız ile meleklerin de pasif bilince bir örnek olabileceğini söylüyorum. Nedeni de, allahın emredip onların itirazsız yapması yani aktif bilinci oluşturan karar verme durumu yok.

 

"Bak Güneş'te patlama oldu bu olaydaki pasif bilinç ve farkındalık nedir acaba...

Ama vazifesi değilmi patlamak...

 

Komutan emreder asker yapar. İtiraz hakkı yoktur. Menziline giren döteryumu fark eden tridyum gelmesini emreder döteryum farkına varır, o da emreder ve aynı zamanda ona doğru yaklaşır, döteryumun emri doğrultusunda ona doğru yaklaşan ve aynı zamanda döteryumun geldiğini fark eden tridyum da daha kuvvetli bir emirle daha fazla gelmesini ister, döteryum da daha fazla bir kuvvetle tridyuma emreder ve daha yaklaşır en sonunda kaynaşırlar ve fazla olan nükleer enerji de açığa çıkar. her birinde ayrı ayrı pasif bilinç vardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok. Allah her yerde, her anda varsa, dediklerimde ters bir şey de yok. Zamanda ileri gitmenin yolu, bulunulan eylemsizlik sistemine göre yüksek bir sabit hızda yol almaktır. Bunu sağlamak için elbette hızlanıp, hızı sabit bir değere oturtmak gerekir. Böyle bir yolculuk yapan varlık, bulunduğu çerçeveden dünyada yolculuğa başladığı yere tekrar geldiğinde geleceğe gitmiş olur. Çünkü, kendi çerçevesinde zaman daha yavaş akmıştır. Takyonlarda olduğu gibi yolculuktaki hızını daha da arttırıp ışık hızının üstünde bir sabit hızla yol aldığında ise, teorik olarak, kendi eylemsizlik sisteminde zaman geriye akar ve yine bulunduğu çerçeveden yolculuğa başladığı yeri gözlemlediğinde dünyanın geçmişini de bilebilir.

 

Yukardaki yazınıza şöyle başlamışsnız; “ Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok”...

Neden yok...

Ve; buradan olayı getirdiğiniz yer;Lorentz bağlantılı;

 

ve bu da kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası sürenin hem tersine dönmesi hem de sanal ve soyut bir hale gelmesi ve aynı zamanda yolculuk yapan varlığın kütlesinin de sanal ve soyut olması anlamına gelir.

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

Ve; Takyonlara getirdiniz işi, hemde şu yazdığınız yazının aksine;

 

Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok.

 

 

Yani öbür iletindeki " hız tutkunu" burada görememiştik, ( Sabit hızla giden (ivmelenmeyen) referans sistemlerine eylemsiz referans sistemi denir) ve sonrasında şunu eklemek;

 

“ Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.”

 

 

Şimdi; Her şey Big Bang sonrası oluşan Evren'de (Uzay) gelişiyor, ALLAH c.c. Zaman ve Mekandan Münezzehtir, dolayısı ile yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmak zaten eşyanın tabiatına aykırıdır, bu oluşumları yaratandır ALLAH c.c. Niye kendi yarattıklarına tabi olsun (haşa) varsa elle tutulur bir itirazın veya dünyadaki her hangi bir bilim,ilim adamının aksi yönde bir delili,ispatı yazılırsa öğreniriz.

Ve; olacağını zannetmiyorum...

 

 

Şimdi bunları neden anlattın derseniz, allahın yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmayacağı itirazını ediyorsunuz da ondan. O zaman kaotik ve kuantik belirsizlikleri belirleyen bir allah için de aynı itirazı almamız lazım sizden.

 

 

Sayın instantkarma,

Kuantik ve kaotik'i belirleyen ALLAH c.c. Niye belirleyipte uygulamaya koyduğu olaya tabi olsun (haşa) ve bu belirsizlikleri, belirleme sonucu “KELEBEK ETKİSİ” teorisi, sonucunda Mücizelerin oluşması bile anlaşılabilir hale gelmiş,naha ne uğraşıyorsun...

 

Bir de, hani daha önceki bir tartışmamızda, meleklerin boyutunun takyonların boyutu olan bilinç boyutu olduğunu iddia etmiştiniz ya, e allah da melekler vasıtası ile müdahale ediyorsa demek ki, bu kurallara tabi oluyormuş değil mi?

 

 

Bir kere takyonları kabul ediyormusun,bu bir, kabul ediyorsunki yazıp takyon üzerinden soru soruyorsun, şimdi;

"Herşey zıddıyla kâimdir” hakikatinin gereği olarak, Madde’nin de bir karşıtı veya simetriği mevcuttur. Anti-madde (Karşıt madde, zıt madde). Madde artı değerlidir, sıfırdan daha ağır, uzun, buna mukabil yavaştır. Enerji, ışık hızında devindiğinden sıfır değerlidir. Madde, kütlesini bu hızda muhafaza edemez, quantlara (boyutsuz, ağırlıksız) varlıklara dönüşerek kütlesini yitirir, sıfırlar. Işık hızına ulaşan bir insanın öz kütlesi 0 grama iner, boyu da 0 cm’dir, maddi varlığı ortadan kalkar. Eğer, ışık hızının ötesine ulaşılırsa bu kez eksi değerden sözedilir. Bu değerler elimizdeki mevcut araçlarla ölçülemez. Dolayısıyla böyle bir varlık ölçülemez ve görülemez. İşte örneğin şuur böyle bir varlıktır, yani uzay-zaman boyutunun dışında beşinci bir boyuttur. Eksi bir uzay-zaman boyutunda Nûr (enerji) olarak mevcuttur. Bu eksi parçacıklara “Takyon” adı verilmektedir. Kelime, Yunanca “Tac h " (Tahi-hızlı) kelimesinden köken alır ve hızlı parçacık anlamına gelir. Enerji maddeye hükmeder, Takyonlar ise (örneğin şuur) enerjiye hükmederler.

Takyonlar Âlemi’nde, varlıklar, 100.000 km. uzunluğunda ve eksi 100.000 kg. Ağırlığında olabilmektedir, bunlara latif varlıklar da denilebilir. Hareket ışıktan daha hızlı, ışık hızını da aştığı için yeni bir kütle kazanır fakat bu kütle eksidir. Buradaki olasılıklar da, maddi âlemdeki olasılıklara göre katbekat fazladır. Herşey ışıktan daha hızlı bir osilasyona (salınım, titreşim) sahib olduğu için maddi âlem tarafından idrak edilemez. Bu âlemin diğer ismi “misâl âlemi”dir. Bu âlemde herşey, madde âleminin tersine davranır, yere düşmez yukarı hareketlenir. İnsan, üç boyut (genişlik–uzunluk-yükselik/derinlik) yani mekân (uzam)+zaman boyutu (soyut bir koordinat). Bunlar maddi âlemin hâkimleridir+Şuur’un (maddi boyutlara hükmeden takyonik boyut) birleşimi olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda şuur, ÜST MÂNÂ buududur. Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. Beyin, müşahhas bir varlıktır ancak düşünceler, duygular, rüyâlar v.s. mücerret varlıklardır, ölçülemezler, elle tutulup, gözle görülemezler, ama insanı yönetirler. İşte bu takyonik varlıklar sayesinde bedenimizi terkeder, bilmediğimiz yerlere gider, sayısız fantezi üretiriz, hatıralarla başbaşa kalabiliriz. İşte bu noktada, bütün varlıkların, aşk, duygu, sevgi, düşünce, rüyâ, hayâl, zekâ, idrak, akıl vs. maddi bedenin eşdeyişle beynin bir işlevi olup olmadığı tartışılır hâle gelmekte ve cevab olarak, “değildir” daha kuvvetli görünmektedir.

Son elli yılda quantların alt yapıları incelenmiş ve birçok sub-quantic (Quant-altı) varlığa ulaşılmıştır: Bunlar, Hadron (Yunanca Hadra: Boncuk kelimesinden), Meson (Yunanca Meso: Orta kelimesinden), Hiperon (Yunanca İper: Yüksek kelimesinden), Lepton (Yunanca Leptos: İnce kelimesinden), Barion (Yunanca Varos: Ağır kelimesinden), Pion (Latince öncü anlamında), Nucleon (Latince nucleus: Çekirdek kelimesinden), Muon gibi isimler alırlar.

Çetin BAL' a aittir.

 

Bak MELEKLER nerelerde...

Ve doğa olaylarını'da idare edebilirlermiş demek,üstelik onlarıda yaratan ALLAH c.c. Ve kurallarıda koyan “O”, ve her yaratılan uymak zorunda...

 

 

Kitap, peygamber göndermesi de bir çeşit müdahaledir. Neden baştan bir kere göndermediği de ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. Müdahale etmesine ise bir itirazımız yok. Ama müdahale etmiş olamayacağını söylüyoruz, aksi halde kader paradoksu çözülmez.

 

 

Neden baştan bir kere göndermedi yazıp,aslında bir itirafı dile getirmiş oluyorsun instantkarma,

Baştan göndermiş ama sizin gibi olan İnsanlar daima itiraz edegeldiklerinden dolayı, verilecek olan

ceza ve mükafat için “Yarabbi” neden bize'de bir uyarıcı göndermedin biz bilmiyorduk denilmemesi

için, Hem Kitap,Hem Uyarıcı gönderilmiş...

Müdahale; kulun özgür iradesi ile istemesi iledir. Bu istem ve yol, yollardaki “YAZGI” nın bilinmesi ise normaldir,yani ALLAH c.c. Ezel ve Ebed olması dolayısı ile her şeyi bilendir fakat bu bilme, ALLAH c.c Kulunu yaratmış ve bu kul Cehenneme gitsin değil özgür iradesi (cüzi) ile şeçtiğini istemesidir ve yaşamasıdır bunlarıda yaratan ALLAH c.c.dır.

 

Doğrusunu ALLAH c.c. bilir...

 

 

Bu arada takyonların gözlenmesi de mümkün değildir. Takyonlar teorik matematik fiziğin konusudur. Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım. Çünkü, gözlemlemeye kalktığımızda, kütlesi sanal olmamalıdır. Bu ise, hızının ışık hızının altına düşmesini gerektirir. O zaman da Takyon özelliği kaybolur. Yani, sizin inandığınız gibi takyon meleklerle aynı boyutta olsa, gelipte peygamberle konuşmuş olamaz. Yok, Allah, fizik kurallarını askıya alıp mucize yaptı derseniz de bu bir inançtır, inancın kanıtı olmaz derim. En doğrusunu allah bilir diyorsanız zaten bu tartışmalara hiç girmemeniz, bilimi kullanarak ispat etmeye çalışma yoluna gitmemeniz gerekir.

 

 

Işık hızı yıllardır maddenin temel hızı ve evrensel sabit olarak kabul edildi. Işık hızının aşıldığı, ilk defa, bir kısım kozmik ışınlar üzerinde yapılan denemelerle ortaya kondu. 1974'te Clay ve Crouch gibi fizikçilerin kozmik ışınlar üzerinde sürdürdükleri çalışmalar, ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi (Nature, c. 248, s. 28, 1974). Lijun Wang ve arkadaşlarının Princeton Üniversitesi'nde yaptıkları bir deneyde, ışığın normal hızından (saniyede 300 bin kilometre) 300 kat daha hızlı gidilebileceği gösterildi (Nature, c. 406, s. 277, 2000).

Dahası'da var ama ...

Ve bütün karşı argümanları takyon üzerine kur,sonrada vaz geç...

Bir yerde karar kılmak gerek...

 

 

Bilmek ve belirlemek aynı şey değildir. Örneğin, gazeteye bakıp yarınki TV programını öğrenip bilmek başka bir şey, TV editörü olup belirlemek başka bir şeydir. Bunun gibi, tanrı açısından insanların oluşturduğu yaşamın akışını bilebilmek mümkün ama belirlemek yani önceden hesaplamak mümkün değildir.

 

 

Tv editörü bilipte belirliyorda, Evreni, canlı,cansız bütün mahlukatı yaratan bilipte belirlemeyecek...

ALLAH c.c. Yarattığı İnsan bir şeyi bilip, belirleyecek, mesela ateşin elini yakacağını bilipte,yanması için elini uzattığında belirlemesi gibi, yahut tabancayı tasarlamak bilmek, ve tabancanın işlevi,belirlemek gibi vs vs...

Değilmi...

 

 

Bunu yukarıda anlattım. Görelilik teorisi yaratılanlara mahsustur diyorsanız bu durumda takyonların boyutu olan bilinç boyutuna külli iradeyi sokmamanız gerekir. Oysa, evren Planck altı bu mini uzaydan yani hiçlikten doğmuştur.

 

 

Yahu defaetle yazdığım gibi nerede ne zaman ne diyeceğinizi yani hangi bilimsel görüşe göre yazdığınızı anlamadım, hem takyonları yazıp kabul ediyorsunuz, hemde;

 

 

Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

 

Ve yine üstelik hemde;

 

 

Bu arada takyonların gözlenmesi de mümkün değildir. Takyonlar teorik matematik fiziğin konusudur. Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım.

 

 

Artık takyonlar hakkında'da bir karar vermeniz gerekiyor...

Aynen "HIZ" gibi, ne dersiniz...

 

 

İnsanın hangi yolu seçeceğine dair bir öngörüm yok. Bu yazımla inanmamaya destek verdiğimi kastediyorsanız, bu benim sorunum değil zaten.

 

 

Sorununuz olmayan bir çok konuda konuda fikir beyan sonrasında benim sorunum değil de neyse buda bir görüş...

 

 

Sınav kurallarını öğrencilere sınav başlangıcında bildirmek, onların ne yapacağını bilmek yada ne yapacaklarını hesaplayıp kestirmek yani belirlemek değildir. Dünyada müdahale yok diyorsanız, peygambere kitap geldiğine de inanmıyorsunuz demektir. Aman ha dikkat.

 

 

İnsanı ışık hızına çıkarıp,sınıfta sınav yapıyorsun.... (bilmek,belirlemek) Sonrasında Peygamberlerin “UYARICI” olup, olacakları bildirmesini “BİLMEK VE BELİRLEMEK” gerçeğini sarakaya alıyorsun...

Bu gerçeği kabul edip etmemekte hiç bir şeyi değiştirmez çünkü Güneş balçıkla sıvanmaz...

 

 

Bilemez ve belirleyemez işte ben de ondan söz ediyorum. Güncel bilim bilemez, belirleyemez allah ta ancak bilebilir ama belirleyemez.

 

 

Ölümün; nerede,nasıl,neden,niçin,niye olabileceğini; Ölümü'de var eden, kainatı yaratıp ona bir düzen veren (kader) ALLAH c.c. Bilir...

Varsa aksi bir kanıt yazılır...

 

 

İnsan ışık hızı ile gidemez, ama meleklerin boyutunda olduğunu iddia ettiğiniz takyonlar gider. Allah ta o boyutta bulunabiliyorsa -ki bulunabilmesi gerekir Allah olarak-o da gider.

 

 

Ve yine geldik takyona, sonra bu son iletilerde "TAKYON" olayını hemde lorentz'den matematiksel förmüllerle siz ileri sürüp iddialarınıza kanıt olarak sunuyorsunuz ve bir karar verin artık kabul ediyormusunuz,kabul etmiyormusunuz...

 

ALLAH c.c. Takyonları'da yaratandır bu itibarla ; Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran, varlığı bir başka etkenle değil, kendinden olan, her şeyi bilen, gören, işiten, yarattıklarında en ufak bir çarpıklık ve dengesizlik bulunmayan, herşeye gücü yeten, bütün mülkün gerçek sahibi, emir ve hüküm koymaya tek yetkili; övülmeye, itaat edilmeye, şükredilmeye gerçek lâyık, bir benzeri daha bulunmayan, bütün varlıkların, güneşin, ayın, gök ve yer cisimlerinin itirazsız itaat ettiği, boyun eğdiği, ismini ululadığı, ibadet edilmeye lâyık Hak mabud. Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabudtur.

Anlaşılmıştır umarım...

 

 

Bigbang’e bilinebilir demiş miydim ? Aksine kaos çözülemiyor diyorum. Loto da, Big bang de kaos olduğuna göre çözülemiyor. Hiçlikten varliga gecisin olduğu zaman aralığı olan Kuantum Gravitenin olduğu boyutta tam bir kaos hakimdir.

 

 

 

Sen yine loto'ya devam et...

Loto'da (şans topu) gravite aralığı nedir...

 

 

Snapslara gelen elektrik iletisini taşıyan moleküllerin nöron membranından geçip geçmemesine karar veren, RNAnın ürettiği proteinlerdir. Gelen sinyalin niteliğine göre, sodyum ve potasyum iyon kanalarını açıp kapayarak, membran potansiyelinin değişmesine sebep olan bu moleküllerdir. Yani aksondan gelip snapsa yayılan kalsiyum iyonunun taşıdığı elektriksel sinyalin farkına vararak, dış hücredeki sodyum iyonlarının içeri nüfuz etmesini, potasyum iyonlarının dışarı çıkmasını bu protein moleküllerinin pasif bilinci sağlar.

 

Yine etki tepki ama, Norönlardan daha haber alamadık, ve molekülde bilinç varmıdır (yeni konu)

nede olsa cansız atomlardan meydana geliyorlar...

Ne dersiniz...

 

Farkında olmayı özgür irade ile karıştırmanızdan dolayı olay bir türlü kafanızda oturmuyor. Elimizde taşı hafifçe sıkmamız ile elimizin atomları vasıtasıyla taşın atomlarına uyguladığımız kuvvet, iki tarafın atomları tarafından , yani karşı kuvvet olan elektrik alan kuvveti ile yani tepki ile karşılanır.Eğer, bu tepki kuvvetini yenecek kadar büyük bir kuvvetle sıkarsak hem elimizin hem de taşın temas noktasının kristal yapısı bozulur. Yani, atomların kuvveti hissedip tepki vermesi pasif bilinçleri olduğunu gösterir.

 

Şimdi; taş farkındalığını! şöylede yazabiliriz; taşı attık ve taş yere düşerken havada yer çekimini fark edip yere düşüyor, (ne farkındalık ama) düştüğü yerde'de kendinden daha sert bir taş var ve birbirlerini farkedip (bilinçle) kırıyorlar, “ETKİ,TEPKİ”...

Devamınıda siz yazın. Belki nasıl farkında olduklarını bilmeyebilirim?

Pasif bilinçleriyle...

 

 

Yine farkında olmayı, olayın bilincini özgür irade ile alınmış bir karar gibi görmenizden kaynaklanan bir itiraz. Hesaplanabilirlik ise matematiksel bir olay ve tamamen konu dışı. Ama her bir maddenin kendi aralarındaki etki-tepkisi pasif bilinçle cereyan eder

 

 

Çok basit bir cevap; yağmur, şimşek, nereye ne zaman düşer...

Ve; bir tekerleme Taş düşebülü, Ayı çıkabülü, İnsan ölebülü...

Bu tekerlemeyi yazmaktaki maksadım verdiğim örneğe uyduğu içindir,yanlış anlaşılmasın...

 

 

 

Bakın melek örneğini bir yoruma dayanarak verdim. Ben meleklere inanmıyorum. Sadece, kendi mantığınız ile meleklerin de pasif bilince bir örnek olabileceğini söylüyorum. Nedeni de, allahın emredip onların itirazsız yapması yani aktif bilinci oluşturan karar verme durumu yok.

Oysa, evren Planck altı bu mini uzaydan yani hiçlikten doğmuştur.

 

Planc altı; Big bang sonrası oluşan bir durumdur ve Evren zaten oluşmaya başlamıştır, buraya hiçlik demekte fizik kurallarına yeni bir şey eklemektir sayın intantkarma sizde bayağı bir gelişme var. Bravo doğrusu, eylemsizliği değiştirdiniz

hız merakınız başka bir şey üretti, şimdi'de planck altına hiçlik...

Sizin Meleklere inanıp, inanmamanızda ileri sürdüklerinize artı bir şey katmaz...

 

 

 

Komutan emreder asker yapar. İtiraz hakkı yoktur. Menziline giren döteryumu fark eden tridyum gelmesini emreder döteryum farkına varır, o da emreder ve aynı zamanda ona doğru yaklaşır, döteryumun emri doğrultusunda ona doğru yaklaşan ve aynı zamanda döteryumun geldiğini fark eden tridyum da daha kuvvetli bir emirle daha fazla gelmesini ister, döteryum da daha fazla bir kuvvetle tridyuma emreder ve daha yaklaşır en sonunda kaynaşırlar ve fazla olan nükleer enerji de açığa çıkar. her birinde ayrı ayrı pasif bilinç vardır.

 

 

Bu emir verme durumu sizce pasif bilinçmi oluyor...

Ve; komutan emrediyor,Asker yapıyor...

Sanki; özgür irade yani bir tasarım var...

Ha bu arada Meteorların Dünya'ya çarpacağı, ve düşecekleri yeri'de pasif bilinç'leri seçer galiba...

Nede olsa etki tepki olayı cereyan ediyor.

Saygılar.

 

:)

 

Not.

İletiler çok uzun oluyor,alıntılarınız kısa ve öz olursa daha iyi olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yine farkında olmayı, olayın bilincini özgür irade ile alınmış bir karar gibi görmenizden kaynaklanan bir itiraz. Hesaplanabilirlik ise matematiksel bir olay ve tamamen konu dışı. Ama her bir maddenin kendi aralarındaki etki-tepkisi pasif bilinçle cereyan eder

 

Çok basit bir cevap; yağmur, şimşek, nereye ne zaman düşer...

Ve; bir tekerleme Taş düşebülü, Ayı çıkabülü, İnsan ölebülü...

Bu tekerlemeyi yazmaktaki maksadım verdiğim örneğe uyduğu içindir,yanlış anlaşılmasın...

 

Bu cevap gerçekten çok felsefi, komplike ve sofistike olmuş. Tebrik ederim.

 

İletiler çok uzun oluyor,alıntılarınız kısa ve öz olursa daha iyi olur.

 

E olacak o kadar ne de olsa koskoca tanrıyı tartışıyoruz.

 

Farkında olmayı özgür irade ile karıştırmanızdan dolayı olay bir türlü kafanızda oturmuyor. Elimizde taşı hafifçe sıkmamız ile elimizin atomları vasıtasıyla taşın atomlarına uyguladığımız kuvvet, iki tarafın atomları tarafından , yani karşı kuvvet olan elektrik alan kuvveti ile yani tepki ile karşılanır.Eğer, bu tepki kuvvetini yenecek kadar büyük bir kuvvetle sıkarsak hem elimizin hem de taşın temas noktasının kristal yapısı bozulur. Yani, atomların kuvveti hissedip tepki vermesi pasif bilinçleri olduğunu gösterir.

 

Şimdi; taş farkındalığını! şöylede yazabiliriz; taşı attık ve taş yere düşerken havada yer çekimini fark edip yere düşüyor, (ne farkındalık ama) düştüğü yerde'de kendinden daha sert bir taş var ve birbirlerini farkedip (bilinçle) kırıyorlar, “ETKİ,TEPKİ”...

Devamınıda siz yazın. Belki nasıl farkında olduklarını bilmeyebilirim?

Pasif bilinçleriyle...

 

Farkında olma kavramını, bizim gibi üzerinde düşünüp özgür irade ile karar verme gibi algıladığından kafana oturmuyor. Benim bu farkındalıktan kastım etkinin farkına varıp otomatik tepki. Hem bunu ben değil, senin Harun Yahyanın bilinçle ilgili alıntı yaptığı Fizikçi Penrose’un söylediğini daha önce söyledim. Bu bakımdan benim Harun Yahyadan ne farkım var ? Ama sen onun söylediğine inanıp benim söylediğime inanmıyorsun. Halbuki ikimizde Penrose’den fikir devşiriyoruz bu konuda değil mi ? Ama sen işine gelmeyen teorileri almadığın gibi, düşünürlerin, fizikçilerin işine gelmeyen fikirlerini de almama eğilimindesin.

 

Komutan emreder asker yapar. İtiraz hakkı yoktur. Menziline giren döteryumu fark eden tridyum gelmesini emreder döteryum farkına varır, o da emreder ve aynı zamanda ona doğru yaklaşır, döteryumun emri doğrultusunda ona doğru yaklaşan ve aynı zamanda döteryumun geldiğini fark eden tridyum da daha kuvvetli bir emirle daha fazla gelmesini ister, döteryum da daha fazla bir kuvvetle tridyuma emreder ve daha yaklaşır en sonunda kaynaşırlar ve fazla olan nükleer enerji de açığa çıkar. her birinde ayrı ayrı pasif bilinç vardır.

 

Bu emir verme durumu sizce pasif bilinçmi oluyor...

Ve; komutan emrediyor,Asker yapıyor...

Sanki; özgür irade yani bir tasarım var...

Ha bu arada Meteorların Dünya'ya çarpacağı, ve düşecekleri yeri'de pasif bilinç'leri seçer galiba...

Nede olsa etki tepki olayı cereyan ediyor.

Saygılar.

 

(IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif)

 

Fizikçi Roger Penrose’a göre bilinç, fiziksel olarak yanına yaklaşılması gereken ve bilimsel bir kavramdır. Tanımlamadan ziyade tarif edilmesinin daha uygun olacağını belirterek, aktif ve pasif olarak iki parçaya ayırır. Renk ve armonilerin algılanmasını farkındalıkla birlikte pasif olarak kabul ederken, bilincin özgür irade ile iş görme yeteneğini de aktif kısmı olarak ele alır. Anlayışı bu ikisi arasına yerleştirir ve farkındalıkla anlayışın ayrılamayacağını, eğer farkındalık olmazsa anlayıştan bahsetmenin anlamsız olduğunu belirtir. Bilincin tanımını da farkındalıkla eşanlamlı olarak kabul eder. Yine zekâyı da anlayışa bağlar. ( Vikipedia )

 

Bilmek ve belirlemek aynı şey değildir. Örneğin, gazeteye bakıp yarınki TV programını öğrenip bilmek başka bir şey, TV editörü olup belirlemek başka bir şeydir. Bunun gibi, tanrı açısından insanların oluşturduğu yaşamın akışını bilebilmek mümkün ama belirlemek yani önceden hesaplamak mümkün değildir.

 

Tv editörü bilipte belirliyorda, Evreni, canlı,cansız bütün mahlukatı yaratan bilipte belirlemeyecek...

ALLAH c.c. Yarattığı İnsan bir şeyi bilip, belirleyecek, mesela ateşin elini yakacağını bilipte,yanması için elini uzattığında belirlemesi gibi, yahut tabancayı tasarlamak bilmek, ve tabancanın işlevi,belirlemek gibi vs vs...

Değilmi...

 

Alakasız bir örnek. Tabancayı tasarlayıp yapan ve onun özelliklerini bilen biri, ona kimin sahip olacağını, onla kimi vuracağını belirleyebilir mi ? Bilmek ve belirlemek farklı şeylerdir.

 

Snapslara gelen elektrik iletisini taşıyan moleküllerin nöron membranından geçip geçmemesine karar veren, RNAnın ürettiği proteinlerdir. Gelen sinyalin niteliğine göre, sodyum ve potasyum iyon kanalarını açıp kapayarak, membran potansiyelinin değişmesine sebep olan bu moleküllerdir. Yani aksondan gelip snapsa yayılan kalsiyum iyonunun taşıdığı elektriksel sinyalin farkına vararak, dış hücredeki sodyum iyonlarının içeri nüfuz etmesini, potasyum iyonlarının dışarı çıkmasını bu protein moleküllerinin pasif bilinci sağlar.

 

 

Yine etki tepki ama, Norönlardan daha haber alamadık, ve molekülde bilinç varmıdır (yeni konu)

nede olsa cansız atomlardan meydana geliyorlar...

Ne dersiniz...

 

Nörondaki olayı anlattım. Molekülde pasif bilinç vardır. Çünkü, molekül atomlardan oluşur. Molekülün bir arada tutan kuvvet elektrik ve magnetik kuvvettir. Molekülün dış dünyaya gösterdiği tepkinin kaynağı da aynı kuvvetlerdir. Yani, dış tan gelen etkiye tepki gösteren molekülün sahip olduğu bilinç pasif bilinçtir.

 

Bilemez ve belirleyemez işte ben de ondan söz ediyorum. Güncel bilim bilemez, belirleyemez allah ta ancak bilebilir ama belirleyemez.

 

Ölümün; nerede,nasıl,neden,niçin,niye olabileceğini; Ölümü'de var eden, kainatı yaratıp ona bir düzen veren (kader) ALLAH c.c. Bilir...

Varsa aksi bir kanıt yazılır...

 

İddia sahibi iddiasını kanıtlamakla mükellefdir ( hukukta da bilimde de ana kural )

 

bu itibarla ; Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran, varlığı bir başka etkenle değil, kendinden olan, her şeyi bilen, gören, işiten, yarattıklarında en ufak bir çarpıklık ve dengesizlik bulunmayan, herşeye gücü yeten, bütün mülkün gerçek sahibi, emir ve hüküm koymaya tek yetkili; övülmeye, itaat edilmeye, şükredilmeye gerçek lâyık, bir benzeri daha bulunmayan, bütün varlıkların, güneşin, ayın, gök ve yer cisimlerinin itirazsız itaat ettiği, boyun eğdiği, ismini ululadığı, ibadet edilmeye lâyık Hak mabud. Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabudtur.

Anlaşılmıştır umarım...

 

Anlaşıldı. Bu bir inançtır, saygı duyulur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi bunları neden anlattın derseniz, allahın yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmayacağı itirazını ediyorsunuz da ondan. O zaman kaotik ve kuantik belirsizlikleri belirleyen bir allah için de aynı itirazı almamız lazım sizden.

 

Sayın instantkarma,

Kuantik ve kaotik'i belirleyen ALLAH c.c. Niye belirleyipte uygulamaya koyduğu olaya tabi olsun (haşa) ve bu belirsizlikleri, belirleme sonucu “KELEBEK ETKİSİ” teorisi, sonucunda Mücizelerin oluşması bile anlaşılabilir hale gelmiş,naha ne uğraşıyorsun...

 

“KELEBEK ETKİSİ” teorisinde söz edilen '' mucize '' kelimesi kolay bir anlatım yöntemi olması açısından kullanılan bir tabir. Mucize tabiat kanunlarının askıya alınması olayıdır. Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin mucize ile ilgisi yok. Kaos teorisi determinizmin bu tür süreçlerde geçerliliğini ortadan kaldırmıştır ama bu tanrının bu yolla müdahalesinin mümkün olduğu demek değildir. Daha önce yazmıştım; e, pi gibi transandan sayılar, kesirli sayılar gibi irrasyonel sayılar, hiçbir zaman sabit bir değere oturmaz. Bu nedenle, başlangıç koşullarını tanrı belirlemeye kalksa o da bunu belirleyemez.

 

Bak, pi=3.1415926535897932384626433832795…….sonsuza doğru gidiyor. Başlangıç koşullarına hassas bağlılık ne demek ? Milyarda, trilyonda bir gibi bir fark bile sonuçta büyük fark yaratabilir. E ? Biz ne yapıyoruz ? Bu sayıyı bir yerde kesiyoruz. Bilgisayarlarımızın mikroişlemci kapasitesi oranında bu sayının virgülden sonrası uzatılabiliyor. Ama gerçek sayı aslında sonsuzda bitiyor. Diyelim ki tanrı müdahale edecek, bu sayıyı nerde kesse sence, denklemlerin çözümünde doğru sonucu alırız ? Sonsuza kadar takip edip bu sayının gerçek değerini bulabilecek mi ?

 

Bigbang’e bilinebilir demiş miydim ? Aksine kaos çözülemiyor diyorum. Loto da, Big bang de kaos olduğuna göre çözülemiyor. Hiçlikten varliga gecisin olduğu zaman aralığı olan Kuantum Gravitenin olduğu boyutta tam bir kaos hakimdir.

 

Sen yine loto'ya devam et...

Loto'da (şans topu) gravite aralığı nedir...

 

Gravite aralığına gerek yok. Loto sonucunu hesaplamaya kalkarsan zaten kaotik denklemlerle karşılaşırsın.

 

:)

 

İnsanın hangi yolu seçeceğine dair bir öngörüm yok. Bu yazımla inanmamaya destek verdiğimi kastediyorsanız, bu benim sorunum değil zaten.

 

Sorununuz olmayan bir çok konuda konuda fikir beyan sonrasında benim sorunum değil de neyse buda bir görüş...

 

 

Sorunum olmayan konu, yazdıklarımın ateizmi destekleyip desteklememesi. Ben bilimin bulgularını anlatıyor ve yorumluyorum sadece.

 

 

Kitap, peygamber göndermesi de bir çeşit müdahaledir. Neden baştan bir kere göndermediği de ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. Müdahale etmesine ise bir itirazımız yok. Ama müdahale etmiş olamayacağını söylüyoruz, aksi halde kader paradoksu çözülmez.

 

Neden baştan bir kere göndermedi yazıp,aslında bir itirafı dile getirmiş oluyorsun instantkarma,

Baştan göndermiş ama sizin gibi olan İnsanlar daima itiraz edegeldiklerinden dolayı, verilecek olan

ceza ve mükafat için “Yarabbi” neden bize'de bir uyarıcı göndermedin biz bilmiyorduk denilmemesi

için, Hem Kitap,Hem Uyarıcı gönderilmiş...

 

 

Bu çok saçma; baştan bir Kitap gönderip onu Kuran gibi korumaya alsaydı olmaz mıydı ? Daha öncekileri neden koruyamamış veya korumamış. Öyle yapsaydı da, o hesap anında gelecek '' bilmiyorduk gönderseydin '' gibi itirazları önlemiş olmaz mıydı ? (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif)

 

 

Müdahale; kulun özgür iradesi ile istemesi iledir. Bu istem ve yol, yollardaki “YAZGI” nın bilinmesi ise normaldir,yani ALLAH c.c. Ezel ve Ebed olması dolayısı ile her şeyi bilendir fakat bu bilme, ALLAH c.c Kulunu yaratmış ve bu kul Cehenneme gitsin değil özgür iradesi (cüzi) ile şeçtiğini istemesidir ve yaşamasıdır bunlarıda yaratan ALLAH c.c.dır.

 

 

Kendi inancını da yanlış biliyorsun. Bak Fethullah Gülen ne demiş :

 

Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar; yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz.

 

İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.

 

 

Yani; kulun ne yapacağını, nasıl davranacağını hem bilecek hem belirleyecek, hem de bir imtihandan, özgür iradeden bahsedecek. Al sana paradoks.

 

Madem biliyor, belirliyor, madem kimin nereye gideceği belli, imtihanın manası nedir ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok. Allah her yerde, her anda varsa, dediklerimde ters bir şey de yok. Zamanda ileri gitmenin yolu, bulunulan eylemsizlik sistemine göre yüksek bir sabit hızda yol almaktır. Bunu sağlamak için elbette hızlanıp, hızı sabit bir değere oturtmak gerekir. Böyle bir yolculuk yapan varlık, bulunduğu çerçeveden dünyada yolculuğa başladığı yere tekrar geldiğinde geleceğe gitmiş olur. Çünkü, kendi çerçevesinde zaman daha yavaş akmıştır. Takyonlarda olduğu gibi yolculuktaki hızını daha da arttırıp ışık hızının üstünde bir sabit hızla yol aldığında ise, teorik olarak, kendi eylemsizlik sisteminde zaman geriye akar ve yine bulunduğu çerçeveden yolculuğa başladığı yeri gözlemlediğinde dünyanın geçmişini de bilebilir.

 

Yukardaki yazınıza şöyle başlamışsnız; “ Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok”...

Neden yok...

Ve; buradan olayı getirdiğiniz yer;Lorentz bağlantılı;

 

ve bu da kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası sürenin hem tersine dönmesi hem de sanal ve soyut bir hale gelmesi ve aynı zamanda yolculuk yapan varlığın kütlesinin de sanal ve soyut olması anlamına gelir.

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

Ve; Takyonlara getirdiniz işi, hemde şu yazdığınız yazının aksine;

 

Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok.

 

Yani öbür iletindeki " hız tutkunu" burada görememiştik, ( Sabit hızla giden (ivmelenmeyen) referans sistemlerine eylemsiz referans sistemi denir) ve sonrasında şunu eklemek;

 

“ Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.”

 

Bak Sarıgöl, nasıl bir çelişki var, kendi cümlelerinle ifade etsen daha anlaşılır olacak. Şimdi, ben neye itiraz ettiğini anlamadım. Konuyu ilgilendiren kısım Einstein’ın görelik teorisi, bu teoriye göre de birbirine göre sabit hızlarda yol alan varlıkların birbirlerine göre zaman, uzunluk, temel kuvvetlerin durumu. Bir varlığın sabit bir hızdan başka bir sabit hıza ulaşması elbette ya eksi yönde yada artı yönde ivmelenmesi ile mümkün. Hız tutkusu falan bunlar alakasız. Takyonların da görelik kuramının gerektirdiği lorentz dönüşümlerinden çıkarılabileceğini basitçe gösterdim. Takyonlar konu ile direk ilgili.

 

Şimdi; Her şey Big Bang sonrası oluşan Evren'de (Uzay) gelişiyor, ALLAH c.c. Zaman ve Mekandan Münezzehtir, dolayısı ile yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmak zaten eşyanın tabiatına aykırıdır, bu oluşumları yaratandır ALLAH c.c. Niye kendi yarattıklarına tabi olsun (haşa) varsa elle tutulur bir itirazın veya dünyadaki her hangi bir bilim,ilim adamının aksi yönde bir delili,ispatı yazılırsa öğreniriz.

Ve; olacağını zannetmiyorum...

 

Ben de diyorumki o zaman neden Kaos veya Kuantum belirsizlikleri belirli yapan bir tanrıdan söz ediyorsun ? Madem, ‘’ yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmak zaten eşyanın tabiatına aykırıdır ‘’ o zaman neden bunları gündeme getirip, bir şeyler ispatlama derdindesin ? Benim de yaptığım seninle aynı yolu takip edip tanrının ispatlanamayacağını göstermek.Eğer, ‘’ ALLAH c.c. Zaman ve Mekandan Münezzehtir, ‘’ diyorsan zaten tartışılacak bir konu aklmaz. Ben de cevap vermem, konu kapanır. Ama sen, bilimin teorilerinin işine geleni alıp, işine gelmeyeni gözardı ederek kendi söylediğinle çelişiyorsun.

 

Bir de, hani daha önceki bir tartışmamızda, meleklerin boyutunun takyonların boyutu olan bilinç boyutu olduğunu iddia etmiştiniz ya, e allah da melekler vasıtası ile müdahale ediyorsa demek ki, bu kurallara tabi oluyormuş değil mi?

 

Bir kere takyonları kabul ediyormusun,bu bir, kabul ediyorsunki yazıp takyon üzerinden soru soruyorsun, şimdi;

"Herşey zıddıyla kâimdir” hakikatinin gereği olarak, Madde’nin de bir karşıtı veya simetriği mevcuttur. Anti-madde (Karşıt madde, zıt madde). Madde artı değerlidir, sıfırdan daha ağır, uzun, buna mukabil yavaştır. Enerji, ışık hızında devindiğinden sıfır değerlidir. Madde, kütlesini bu hızda muhafaza edemez, quantlara (boyutsuz, ağırlıksız) varlıklara dönüşerek kütlesini yitirir, sıfırlar. Işık hızına ulaşan bir insanın öz kütlesi 0 grama iner, boyu da 0 cm’dir, maddi varlığı ortadan kalkar. Eğer, ışık hızının ötesine ulaşılırsa bu kez eksi değerden sözedilir. Bu değerler elimizdeki mevcut araçlarla ölçülemez. Dolayısıyla böyle bir varlık ölçülemez ve görülemez. İşte örneğin şuur böyle bir varlıktır, yani uzay-zaman boyutunun dışında beşinci bir boyuttur. Eksi bir uzay-zaman boyutunda Nûr (enerji) olarak mevcuttur. Bu eksi parçacıklara “Takyon” adı verilmektedir. Kelime, Yunanca “Tac h " (Tahi-hızlı) kelimesinden köken alır ve hızlı parçacık anlamına gelir. Enerji maddeye hükmeder, Takyonlar ise (örneğin şuur) enerjiye hükmederler.

Takyonlar Âlemi’nde, varlıklar, 100.000 km. uzunluğunda ve eksi 100.000 kg. Ağırlığında olabilmektedir, bunlara latif varlıklar da denilebilir. Hareket ışıktan daha hızlı, ışık hızını da aştığı için yeni bir kütle kazanır fakat bu kütle eksidir. Buradaki olasılıklar da, maddi âlemdeki olasılıklara göre katbekat fazladır. Herşey ışıktan daha hızlı bir osilasyona (salınım, titreşim) sahib olduğu için maddi âlem tarafından idrak edilemez. Bu âlemin diğer ismi “misâl âlemi”dir. Bu âlemde herşey, madde âleminin tersine davranır, yere düşmez yukarı hareketlenir. İnsan, üç boyut (genişlik–uzunluk-yükselik/derinlik) yani mekân (uzam)+zaman boyutu (soyut bir koordinat). Bunlar maddi âlemin hâkimleridir+Şuur’un (maddi boyutlara hükmeden takyonik boyut) birleşimi olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda şuur, ÜST MÂNÂ buududur. Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. Beyin, müşahhas bir varlıktır ancak düşünceler, duygular, rüyâlar v.s. mücerret varlıklardır, ölçülemezler, elle tutulup, gözle görülemezler, ama insanı yönetirler. İşte bu takyonik varlıklar sayesinde bedenimizi terkeder, bilmediğimiz yerlere gider, sayısız fantezi üretiriz, hatıralarla başbaşa kalabiliriz. İşte bu noktada, bütün varlıkların, aşk, duygu, sevgi, düşünce, rüyâ, hayâl, zekâ, idrak, akıl vs. maddi bedenin eşdeyişle beynin bir işlevi olup olmadığı tartışılır hâle gelmekte ve cevab olarak, “değildir” daha kuvvetli görünmektedir.

Son elli yılda quantların alt yapıları incelenmiş ve birçok sub-quantic (Quant-altı) varlığa ulaşılmıştır: Bunlar, Hadron (Yunanca Hadra: Boncuk kelimesinden), Meson (Yunanca Meso: Orta kelimesinden), Hiperon (Yunanca İper: Yüksek kelimesinden), Lepton (Yunanca Leptos: İnce kelimesinden), Barion (Yunanca Varos: Ağır kelimesinden), Pion (Latince öncü anlamında), Nucleon (Latince nucleus: Çekirdek kelimesinden), Muon gibi isimler alırlar.

Çetin BAL' a aittir.

 

Bak MELEKLER nerelerde...

Ve doğa olaylarını'da idare edebilirlermiş demek,üstelik onlarıda yaratan ALLAH c.c. Ve kurallarıda koyan “O”, ve her yaratılan uymak zorunda...

 

Yani allahın kendi yarattığı kurallara tabi olabileceğini yani Einsteinin görelik teorisine uyabileceğini kabul ediyorsun demek. Güzel.

 

Gelelim o yazıya :

 

Bunlar maddi âlemin hâkimleridir+Şuur’un (maddi boyutlara hükmeden takyonik boyut) birleşimi olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda şuur, ÜST MÂNÂ buududur. Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. Beyin, müşahhas bir varlıktır ancak düşünceler, duygular, rüyâlar v.s. mücerret varlıklardır, ölçülemezler, elle tutulup, gözle görülemezler, ama insanı yönetirler. İşte bu takyonik varlıklar sayesinde bedenimizi terkeder, bilmediğimiz yerlere gider, sayısız fantezi üretiriz, hatıralarla başbaşa kalabiliriz. İşte bu noktada, bütün varlıkların, aşk, duygu, sevgi, düşünce, rüyâ, hayâl, zekâ, idrak, akıl vs. maddi bedenin eşdeyişle beynin bir işlevi olup olmadığı tartışılır hâle gelmekte ve cevab olarak, “değildir” daha kuvvetli görünmektedir.

 

Yazının bu son bölümüne kadar bir sorun yok. Ama bu son bölümü tamamen yorum. Adam tıp doktoru, fizikçi değil, üstelik İbda-C’nin dergisinde yazıyor, Çetin Bal da konunun uzmanı değil, sadece meraklı bir araştırmacı ve kapısı herkese açık.

 

Ben sana bu durumu şöyle izah edeyim.

 

Basitçe matematiksel olarak ifade edersek,

 

Lorentz dönüşüm katsayısı,

 

a= (1/1-v2/c2)üs1/2 olmak üzere,

 

Lorentz zaman kısalması ,

 

(T’1-T’2)=a*(T1-T2) den,

 

vc, => a00 ve T1-T20 yani kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası süre kısalır.

 

V>c => özel olarak v=2c =>a=-1/3 i olur ki bu da sanal bir sayıdır. ( i=(-1 )üs ½) Bu durumda,

 

Yine (T’1-T’2)=a*(T1-T2) den,

 

(T’1-T’2)=-1/3i *(T1-T2)=1/3i *(T2-T1) olur.

 

Ayrıca, E=Mc2=(mo/(1-v2/c2)üs1/2)*c2 den,

 

v=2c=> m=-1/3i*m0 olur

 

Takyon

 

Vikipedi, özgür ansiklopedi

 

Takyon, (Yunanca ταχύς takhús, "hızlı" anlamımda), ışıktan hızlı giden farazi parçacıklardır. İlk tanımı Arnold Sommerfeld'e aftedilmişse de, aslında ilk olarak George Sudarshan[1][2] ve Gerald Feinberg[3] tarafından yazılmıştır.

 

Takyonlar, Albert Einstein'in ünlü Genel görelilik yasasındaki v2 /c2 ifadesindeki cismin hızı (v) ışık hızından © büyük olursa ne olur sorusunun cevabıdırlar. Bu nedenle takyon parçacıklarının kütleleri reel sayı ile değil karmaşık sayılar ile ifade edilir (2i kg. kütleli gibi) aynı zamanda v daima c den büyük olacağından , takyonlar için en yavaş hız ışık hızıdır. Ancak tam olarak ışık hızındada olamazlar çünkü ışık hızında olursalar v2/c2 = 1 olacağından bu ifade tanımsız olmaz(0 değil 1 olmalı). Böylece gerçek dünya için sınır olan ışık hızı buradada değerini korur. Buradan çıkarılacak sonuç ise, takyonların varlığının fizik ve matematik kurallarına aykırı olmadığıdır. Bunu takyonların varlığına delil olarak gösterenler vardır. Aynı (v)>© değerlerinin zaman denklemi içinde yerine konulması sonucunda zaman kavramının takyonlar için tıpkı kütle gibi imajiner olduğunu gösterir. Zaman gerçel olmadığı içinde zamanın oku olan entropi artışı sözkonusu olmaz ve bu nedenle takyonlar evreni gerçek evrenin aksine büzüşmezler tam tersine sanal kütleleri nedeniyle çekim etkisine girmediklerinden evreni gererler. Böylece, başlanılan noktaya geri dönülen bir küresel evren modeli yerine takyon evreni için kenarları olmayan bir sonsuz evren sözkonusudur. Ayrıca takyonların hızı enerji azaldıkça artar. Bu nedenle radyasyon yaydıkları varsayıldığında, azalan enerjileri nedeniyle sürekli hızlanırlar ve nihayet sıfır enerji için sonsuz hıza ulaşırlar. Enerji azaldıkça hızları arttığından dolayı kuvvet denilen etki hareketle aynı yönde olduğunda takyonların hızını arttırmaz tam tersine yavaşlatır.

 

 

Kaynakça [değiştir]

1. ^ Bilaniuk, George Sudarshan (May 1969). "Particles beyond the Light Barrier". Physics Today.

2. ^ Bilaniuk, Deshpande, George Sudarshan (1962). "Meta Relativity". American Journal of Physics: 718ff.

3. ^ Feinberg, Gerald (1967). Possibility of Faster-than-light Particles, 1089-1105.

 

Bu arada takyonların gözlenmesi de mümkün değildir. Takyonlar teorik matematik fiziğin konusudur. Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım. Çünkü, gözlemlemeye kalktığımızda, kütlesi sanal olmamalıdır. Bu ise, hızının ışık hızının altına düşmesini gerektirir. O zaman da Takyon özelliği kaybolur. Yani, sizin inandığınız gibi takyon meleklerle aynı boyutta olsa, gelipte peygamberle konuşmuş olamaz. Yok, Allah, fizik kurallarını askıya alıp mucize yaptı derseniz de bu bir inançtır, inancın kanıtı olmaz derim. En doğrusunu allah bilir diyorsanız zaten bu tartışmalara hiç girmemeniz, bilimi kullanarak ispat etmeye çalışma yoluna gitmemeniz gerekir.

 

Işık hızı yıllardır maddenin temel hızı ve evrensel sabit olarak kabul edildi. Işık hızının aşıldığı, ilk defa, bir kısım kozmik ışınlar üzerinde yapılan denemelerle ortaya kondu. 1974'te Clay ve Crouch gibi fizikçilerin kozmik ışınlar üzerinde sürdürdükleri çalışmalar, ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi (Nature, c. 248, s. 28, 1974). Lijun Wang ve arkadaşlarının Princeton Üniversitesi'nde yaptıkları bir deneyde, ışığın normal hızından (saniyede 300 bin kilometre) 300 kat daha hızlı gidilebileceği gösterildi (Nature, c. 406, s. 277, 2000).

Dahası'da var ama ...Kaynak:SIZINTI

 

Bu deneye benzer deneyleri ben de yapmıştım. Şimdi, ilk olarak, faz hızı ile grup hızı kavramlarından söz etmem gerekir.

 

Bir ilerleyen dalga denklemi .

 

k:dalga sayısı, w:açısal frekans olmak üzere, L (lambda ), T periyod

 

k=2pi/L

 

w=2pi/T

 

Q( x, t ) =Qm Sin ( wt-kx )=Qm*Re (eüs( wt+kx ) ) dir. Burada,

 

yada,dQ/dt= wQm Cos ( wt-kx )+kQm Cos ( wt-kx )=0 ve buradan,

 

wt+kx =0 olmalı, ( yani bir periyod sonundaki değeri 0 ), bu durumda,

 

->w/k=x/t=vk ( faz hızı )

 

Işığın bir ortam içindeki hızı ise, buradan elde edilen ayrılım ( dispersiyon ) bağıntısı, M:kütle,n:kırılma indisi, q:yük, N:yük yoğunluğu, w0:rezonans frekansı olmak üzere,

 

n2=c2k2/w2 =1+(4piNq2)/M (w2-w02) ve v=c/n olarak hesap edilir.

 

Bu bağıntıda, w, w0’dan küçük kaldıkça, ortam içindeki ilerleyen dalganın hızı ışık hızının altında kalır.

 

Eğer, w,w0’dan büyük olursa ( cam içindeki uzak mor ötesi ışık gibi ), n2, 1’den küçük olur. Bu durumda ise, n, 0ile 1 arası bir değer alır.

 

v=c/n bağıntısından, v>c olur.

 

Yani, madde içinde ilerleyen dalganın faz hızı ışık hızından büyük olabilir.

 

İlerleyen bir dalga paketinin yani iki dalganın üst üste binmesi ile oluşan Modüle edilmiş dalganın Grup hızı ise,

 

dx/dt=vg=wg/kg=(w1-w2)/(k1-k2)

 

Burada, w=w(k) dır. Yani, w ve k,

 

n2=c2k2/w2 =1+(4piNq2)/M (w2-w02) dispersiyon (ayrılım ) bağıntısı ile birbirine bağlıdır.

 

w1’in yaklaşık olarak w2’ ye eşit olduğu durumlarda,

 

Grup hızı;

 

dx/dt=vg=dw/dk olur.

 

Burada ışığın boşluktaki hızından söz ederken, faz hızından değil, grup hızından söz ediyoruz.

 

n2=c2k2/w2 =1+(4piNq2)/M (w2-w02)

 

w2 (1+(4piNq2)/M (w2-w02))= c2k2 olur. Her iki tarafın k’ya göre türevini alırsak,

 

dw/dk=c çıkar.

 

Boşlukta ışığın grup ve faz ışığı birbirine eşit ve c’ye eşitken. Bir ortam içinden geçen ışığın grup hızı değişmezken, faz hızı, ışığın dalga boyunun ortamın rezonans frekansını aştığı durumda ışık hızını aşar.

 

Deneyin ayrıntıları

 

Wang'ın deneyindeki özel ortamın, bugüne dek lazer ışığını hızlandırmak değil güçlendirmek için kullanıldığı belirtiliyor. Bu sistemde, ortama gönderilen ışık demeti sezyum atomlarını harekete geçiriyor ve ardından gönderilen ikinci demet, bu hareketin doğurduğu enerjiyi emerek ortamdan daha güçlü bir biçimde çıkıyor. Bu güçlenmenin şartı, ikinci demetin belli bir dalgaboyuna ayarlanması. Dr. Wang, farklı bir dalgaboyu seçmesi sayesinde, sezyum atomlarının ışık demetini değiştirmeden hızlandırmasını sağladı.

 

Deneyin ikinci önemli noktası da, sezyum içinden sadece belli tipte bir dalganın yayılabilmesi. Dalga paketlerinden oluşan dalga ışık sinyallerinin normalde iki temel hızı var: Işık dalgalarının tepe ve dip noktalarındaki hızı ve içine toplandıkları paketin hızı. Bir paket -veya atış- katrilyonlarca küçük tepe ve dip noktalar içerebiliyor. Normal havada iki hız birbirinin aynı, ancak sezyum içinde sadece farklı olmakla kalmıyor, bir araya gelerek oluşturdukları dalga ve atışlar, farklı yönlerde hareket edebiliyorlar.

 

Ve bütün karşı argümanları takyon üzerine kur,sonrada vaz geç...

Bir yerde karar kılmak gerek...

 

Bak alıntı yaptığın tıp doktoru ne demiş :

 

Dr.Hakkı Açıkalın- Eğer, ışık hızının ötesine ulaşılırsa bu kez eksi değerden söz edilir. Bu değerler elimizdeki mevcut araçlarla ölçülemez. Dolayısıyla böyle bir varlık ölçülemez ve görülemez.

 

Bunu yukarıda anlattım. Görelilik teorisi yaratılanlara mahsustur diyorsanız bu durumda takyonların boyutu olan bilinç boyutuna külli iradeyi sokmamanız gerekir. Oysa, evren Planck altı bu mini uzaydan yani hiçlikten doğmuştur.

 

Yahu defaetle yazdığım gibi nerede ne zaman ne diyeceğinizi yani hangi bilimsel görüşe göre yazdığınızı anlamadım, hem takyonları yazıp kabul ediyorsunuz, hemde;

 

Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

Ve yine üstelik hemde;

 

Bu arada takyonların gözlenmesi de mümkün değildir. Takyonlar teorik matematik fiziğin konusudur. Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım.

 

Artık takyonlar hakkında'da bir karar vermeniz gerekiyor...

Aynen "HIZ" gibi, ne dersiniz...

 

Daha önce de anlattığım ve matematiksel olarak gösterdiğim gibi, takyonların varlığı sanal yani karmaşık sayılarla açıklanıyor ama fiziksel olarak gözlenmiş değil ve gözlenebilmesi de mümkün değil. Yine matematiksel yoruma göre, Evreni oluşturan Tardyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir. Teorik fizik adı üstünde matematiksel fizik bu. Deneysel fizik değil.

 

Sınav kurallarını öğrencilere sınav başlangıcında bildirmek, onların ne yapacağını bilmek yada ne yapacaklarını hesaplayıp kestirmek yani belirlemek değildir. Dünyada müdahale yok diyorsanız, peygambere kitap geldiğine de inanmıyorsunuz demektir. Aman ha dikkat.

 

İnsanı ışık hızına çıkarıp,sınıfta sınav yapıyorsun.... (bilmek,belirlemek) Sonrasında Peygamberlerin “UYARICI” olup, olacakları bildirmesini “BİLMEK VE BELİRLEMEK” gerçeğini sarakaya alıyorsun...

Bu gerçeği kabul edip etmemekte hiç bir şeyi değiştirmez çünkü Güneş balçıkla sıvanmaz...

 

İnsanı ışık hızına çıkarmıyorum. Allahı çıkarıyorum. Çıkaramazsın diyorsun, ama, takyonların boyutunu meleklerin boyutu yapıp, peygamberlerle müdahale ettiğini kendisi bizzat Kuanum ve Kaos belirsizliklerini belirlediğini iddia ediyorsun. İşine gelen teoriyi alıyor, işine gelmeyeni almıyorsun.

 

İnsan ışık hızı ile gidemez, ama meleklerin boyutunda olduğunu iddia ettiğiniz takyonlar gider. Allah ta o boyutta bulunabiliyorsa -ki bulunabilmesi gerekir Allah olarak-o da gider.

 

Ve yine geldik takyona, sonra bu son iletilerde "TAKYON" olayını hemde lorentz'den matematiksel förmüllerle siz ileri sürüp iddialarınıza kanıt olarak sunuyorsunuz ve bir karar verin artık kabul ediyormusunuz,kabul etmiyormusunuz...

 

Matematik diyorum. Karmaşık sayı diyorum. Sanal sayı diyorum. Soyut diyorum. Deneyle kanıtlanmamış diyorum. Oysa, meleklerin takyon boyutunda olduğunu iddia eden sensin ben değilim. Ben diyorum ki, fizik kurallarına uyan bir tanrı varsa, ancak, bu şekilde yani soyut anlamda, deneyle kanıtlanmamış, teorik düzeyde ışık hızının üstüne çıkıp geleceği görebilir. Deneyle kanıtlanmadığı için zaten bana göre bu mümkün değil. Öyle ise, bilime göre allahın geleceği görmesi de mümkün değil. Sen bunu kabul ediyormusun ? O zaman sorun yok. Bilmesi de belirlemeside mümkün değil, şu anki bilimsel verilere göre. İşine gelen teoriyi alıyor, işine gelmeyeni almıyorsun.

 

Bakın melek örneğini bir yoruma dayanarak verdim. Ben meleklere inanmıyorum. Sadece, kendi mantığınız ile meleklerin de pasif bilince bir örnek olabileceğini söylüyorum. Nedeni de, allahın emredip onların itirazsız yapması yani aktif bilinci oluşturan karar verme durumu yok.

Oysa, evren Planck altı bu mini uzaydan yani hiçlikten doğmuştur.

 

Planc altı; Big bang sonrası oluşan bir durumdur ve Evren zaten oluşmaya başlamıştır, buraya hiçlik demekte fizik kurallarına yeni bir şey eklemektir sayın intantkarma sizde bayağı bir gelişme var. Bravo doğrusu, eylemsizliği değiştirdiniz

hız merakınız başka bir şey üretti, şimdi'de planck altına hiçlik...

Sizin Meleklere inanıp, inanmamanızda ileri sürdüklerinize artı bir şey katmaz...

 

Planck altı, Big Bang sonrası bir durum değildir.

 

:)Super Uzay Conandromu:

 

Evrenimizin dört temel kuvveti "big bang" sırasında bitişik ve tek kuvveti. Buna Aknokta adı verilmektedir. Bu tek parçacık, soğudukca ufalandı, super simetrik parçacıklara ayrıldı ve Süper uzay meydana geldi. Süper Uzay, aslında madde ile enerjiden oluşmuştur. Fakat Elektromanyetik olmadığı için ışımayan bir karanlık evrendir.

 

1933'lerde Fritz Zwicky galaksileri gözlerken, galaksilerin göründüğünden on kat daha kütleli ve ona eş değerde hızla seyrettiğini keşfetti. Galaksiler görüldüklerinin on katı kadar görünmeyen (karanlık maddeyi o kayıp kütleyi içlerinde barındırmaktaydı. Buna, daha bilinmedik, saptanamayan, sayılamıyan diğer kayıp kütleler dahil değildi.

 

Big Bang sırasında yaratılan bu Karanlık Madde çok garip bir karakter arz ediyordu. Fotino ve Aksiyom adı verilen parçacıklardan meydana gelmiş olan karanlık madde, çok yavaş hareket ediyordu. Bu yüzden de yakın zamanlara kadar fark edilmemiştir. Elektromanyetik özelliği olmayan, Süper Uzay imalatı bu karanlık maddeye Conandrom denmektedir.

 

Evren genişlerken karanlık madde birbiriyle etkileşmeye girişti ve kütlesini kazanmaya kenarlardan açılarak yeniden bağlanarak anafor hareketleri yapmaya başladı. Bu olaya "Süper Uzay Topolojisi" denilmektedir.

 

Fermion ve Bozonların dualitesi sonucu ortaya çıkan tek yapı çekim alanları ki bu Süper Simetridir, burada kuantlar noktalar halinde değil sonsuza dek uzayıp giden iplikçikler halindedir. Buna "Süper Sicim" durumu denmektedir. Bu görüşler sınanamaz, denenemez, çünkü evrenimizin dışındadır, yarı soyuttur. Bu yarı soyut mekan "O" vektörüdür ve aynı zamanda da Hilbert Uzayının merkezidir.

 

Karadeliğin çekim alanının ardında Süper Uzay vardır. Oradan Takyon Evrenine ulaşılır. Takyon Evreni "Öz Enerji" evrenidir. Orada parçacık namına hiçbir şey yoktur. Bir ucuna dokunulabilinse, aynı anda her tarafına dokunulmuş olur. Takyon Evreninin bir milimetre kübünün birbucuk trilyonda biri değerindeki parçacık, evrenimizi meydana getirmiştir.

 

Mutlak soğugun bir derece ötesi, takyonun en sıcak derecesidir. Bu durumda kütle sonsuzdur. Maddeyi enerjiye çevirerek kütlesini sonsuzdan sıfıra dönüştürür. Nötron yıldızının karadeliğe dönüşmesinin nedeni budur.

 

Takyonlar garip yaratıklardır. Gittikçe yavaşlayan, hız enerjisi aldıkca hareketsizleşen bir yapıdadır. Soyut bir takyon kayası düşünelim. Onu ittiğimizde hızlanmayacak, aksine gittikçe yavaşlayacaktır. Sonsuz bir güçle itilse bile yavaşlayıp duracaktır. Bu duruma kuantumda "ivmesizlik" denir.

 

Takyon Evreninde neler vardır?

 

Orada düş vardır, sevgi vardır, ilham vardır. Orada su da vardır. Anti hidrojen ve anti oksijenden kurulu su. Fakat bu suyu içtiğimizde oh demeye vakit bulamayız, çünkü hidrojen bombası gibi patlarız. Yasalar bu yöndedir.

 

Takyon evreninin parçacıklardan kurulu çok küçük sahalar olarak algılanması yanlıştır. Tam tersi orası engin ve sonsuzdur. Özgün ve özgürdür. Maddenin boyut değiştirdiği tekillik sahalarıdır.

 

Takyon Evreninde zaman yoktur. Orada sonsuzluk yaşanır.

 

Kuantum Teorisinde bir parçacığın çeşitli durumları vardır. Örneğin bir elektron birbirine benzeyen ama farklı rotalar çizer.

 

Zaman içinde geri gidebilseydik alternatif geçmişler bulabilir paralel evrenlerde dolaşabilirdik. Bir kimsenin geçmişini değiştirme imkanına sahip olabilirdik. Örneğin: Kennedy'i suikasttan kurtarabilirdik. Fakat bizim geçmişimizdeki Kennedy hala ölüdür.

 

Ailesi olmayan adam paradoksu çok ilginçtir. Zaman içinde geriye giden birisi annesini ve babasını, kendisi doğmadan önce öldürürse ne olacaktır? Öldürürse nasıl doğacaktır?

 

1963'te Yeni Zelandalı matematikci Roy Kerr, Einstein'in denklemini bir karadelikle bütünleştirdi. Zaman akışı karadeliklerle dolu idi. Orada bükülerek girdaplaşıyor yani dönmeye başlıyordu. Halkanın "Olay Ufkunun" hızı arttıkca da Schrodinger'in, "Santrifuj Gücü" teorisine göre zaman, çekim alanının gittikce artan gücü sonunda eziliyordu.Tam bu noktada uzay/zaman -bir iç uzay tüneli oluştururcasına- bükülerek girdaplaşıyordu. Meydana gelen tünelin içine girebilen birisi olmuyor, fakat başka bir alternatif evrene geçebiliyordu. Buna "Tırtıl Deliği" dendi. Daha sonraları Einstein'in denklemlerini çözmeye yönelik yüzlerce "Tırtıl Deliği" denklemi geliştirildi.

Tırtıl Delikleri, uzayın iki bölgesi arasında ilişki kurduğu gibi, iki zaman arasında da ilişkiyi sağlıyordu.

 

Tırtıl Delikleri, "Süper Sicim" durumu yani Süper Simetri çekim alanlarındaki kuantların iplikler halinde uzayda sonsuza dek uzamasının bir aksiyonu idi. Ve uzay-zaman bükülmelerinin tek sorumlusuydu.

 

Tırtıl Deliğine girebilen bir kişi, başka evrene ya da kendi evreninin çok uzak bir köşesine anında ulaşabilme imkanına sahip olabilir.

 

Süper Uzayın yaratıkları olan takyonlar işte böylesine birçok işi birden yapabilmekteler.

 

Solucan deliği teorisini göz önüne alırsak bu teoriyle galaksinin merkesinde olduğu varsayılan bir karadelik tekilliğinden geçerek galaksinin en dış spiralinde yer alan bir yıldız sistemine çok kısa zamanda geçilebileceğimiz düşüncesi ifade edilmektedir. Bu karadelik astronomik ölçekte bir solucan deliği tüneli olarak işlev görürür. ( Kaynak : Beyingücü )

 

ALLAH c.c. Takyonları'da yaratandır

 

Bu görüş uydurmadır, kanıtlanmamıştır. İnanca dayalı bir yorumdur.

 

Doğrusunu ALLAH c.c. bilir...

 

İyi işte, bak Allah ne demiş(!)

 

“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” (İsra/36)

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne günlere kaldık :D

 

Çok doğru...

Oluşumunu (İnsan) tesadüf,şans,gereklilik olarak bilip, gerçekler meydana çıktığında yapılacak tek şey olan; " ego tatmini"

için NE GÜNLERE KALDIK masalına sığınmak...

Kendilerini 19. yüzyıl durağan Evren modeli,İnsanın atası Maymun mutlu ve umutlu günlerinde zanneden, 21. yüzyıl bilgi çağında olduğunu farkedemeyenler,ancak böyle "NOSTALJİ VE İRONİ" yaparak teselli eder...

Geçti borun pazarı...

Ve; eski Çamlar bardak oldu...

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

' KELEBEK ETKİS '' teorisinde söz edilen '' mucize '' kelimesi kolay bir anlatım yöntemi olması açısından kullanılan bir tabir. Mucize tabiat kanunlarının askıya alınması olayıdır. Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin mucize ile ilgisi yok.

 

Kaos teorisi determinizmin bu tür süreçlerde geçerliliğini ortadan kaldırmıştır ama bu tanrının bu yolla müdahalesinin mümkün olduğu demek değildir.

 

 

Şimdi;

 

Kolay bir anlatım ve Tabiat kanınlarının askıya alınması...

 

Bu yazıya sizin yazınız cevaplasın...

 

 

“Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin mucize ile ilgisi yok. “

 

 

Farklı yöntemler nedir “Matematik olarak analitik çözüm yoksa” geliştirilecek olan farklı yöntem

matematiğe dayanmıyorsa ve determinizm sürecini ortadan kaldırıyorsa BU OLAY NEDİR...

Laf ola beri gelemidir...

 

Daha önce yazmıştım; e, pi gibi transandan sayılar, kesirli sayılar gibi irrasyonel sayılar, hiçbir zaman sabit bir değere oturmaz. Bu nedenle, başlangıç koşullarını tanrı belirlemeye kalksa o da bunu belirleyemez.

 

Bak, pi=3.1415926535897932384626433832795…….sonsuza doğru gidiyor. Başlangıç koşullarına hassas bağlılık ne demek ? Milyarda, trilyonda bir gibi bir fark bile sonuçta büyük fark yaratabilir. E ? Biz ne yapıyoruz ? Bu sayıyı bir yerde kesiyoruz.

 

 

Başlangıçı (big bang) pi, irrasyonel, transandan sayılarla başlatmak tam bir transandan ( felsefi) kafa yapısına sahip kaos teorisini'de ona ekleyip (başlangıç anına) oradan çıkarım yapmak

hem yanlış,hemde; Ünlü İngiliz matematikçi Penrose'un bulduğu ihtimal'i yok saymaktır o ihtimalde, şudur:

 

1010123 de bir ihtimal!

 

Bu sayının ne anlama geldiğini düşünmek bile zordur. Matematikte 10123 şeklinde yazılan bir rakam, 1 sayısının yanına 123 tane sıfır gelmesiyle oluşur. (Bu evrendeki tüm atomların sayısının toplamından, yani 1078'den bile büyük, astronomik bir sayıdır.) Ama Penrose'un bulduğu sayı, bunun çok çok daha üstündedir. Çünkü Penrose'un bulduğu sayı, 10123 tane sıfırın 1 rakamının yanına gelmesiyle oluşmaktadır.

 

Bu sayıyı birkaç örnekle de açıklayabiliriz: 103, 1000 sayısını ifade eder. 10103 ise, 1 rakamının yanına 1000 tane sıfır gelmesiyle oluşan sayı demektir. 1 rakamının yanına 9 tane sıfır gelse, bu bir milyar yapar. 12 tane sıfır gelse, bu kez 1 trilyon olur. Ama burada 1 rakamının yanına, 10123 tane sıfır gelmektedir ki, bunun matematikte bile bir tanımı, adı yoktur.

 

Matematikte 1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Ama sözünü ettiğimiz sayı, 1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Kısacası bu sayı bizlere, evrenin tesadüfle açıklanmasının kesinlikle imkansız olduğunu göstermektedir.

 

İnstantkarma ne yapıyor illa başlangıç koşullarını irrasyonel sayılara bağlayıp bak sonsuz sayıları biz ne yapıyoruz nakaratı ile bir yerde kesiyormuşuz intibası uyandırıp (kendince) tartışmayı oradan başlatıp iddiasına kanıt gibi sunuyor,yahu bir kere başlangıç pi ve irrasyonel sayılarla olsa, yine instantkarma'nın yazdığından hareketle “ Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması” durumu hasıl olur ve Penrose'un;analitik Matematiksel çözümünü rafa kaldırmak gerekir'ki bu durumda big bang'ın ispatlanan teorisi'de ( Evren'in genişlemesi) yine instantkarma'nın yazdığından hareketle “ Daha önce yazmıştım; e, pi gibi transandan sayılar, kesirli sayılar gibi irrasyonel sayılar, hiçbir zaman sabit bir değere oturmaz.” bu durumda sabit bir değere oturmayan transandan sayıların'da BİG BANG oluşmasındaki sürecinden bahsedilemez...

Değilmi...

 

Bilgisayarlarımızın mikroişlemci kapasitesi oranında bu sayının virgülden sonrası uzatılabiliyor. Ama gerçek sayı aslında sonsuzda bitiyor. Diyelim ki tanrı müdahale edecek, bu sayıyı nerde kesse sence, denklemlerin çözümünde doğru sonucu alırız ? Sonsuza kadar takip edip bu sayının gerçek değerini bulabilecek mi ?

 

 

İspat edilmiştirki Big Bang oluşumu ne kaos,ne tesadüf sonucu oluşmuştur,bu itibarla sen bilgisayarının mikroişlemci kapasitesi oranınca virgülden sonrasını uzat, ve yine yazını alıntılayıp;

 

"Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması”

 

 

 

durumunun olması sonucu (pi,irrasyonel transandan sayılar) yine ve; bu sayının gerçek değerinin olmaması, tekraren senin yazından,sana cevap; “ Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin” Evreni ve Canlı,cansız bütün varlığı yaratan,üstelik bu pi,irrasyonel,transandan sayıları keşfedip,bu keşfi “İNANÇSIZLIĞINA” zemin yapan, birde İnsan kadar FARKLI YÖNTEM GELİŞTİREMİYECEĞİNİMİ SANIYORSUN ne dersin instantkarma...

Geç...

 

 

Gravite aralığına gerek yok. Loto sonucunu hesaplamaya kalkarsan zaten kaotik denklemlerle karşılaşırsın.

 

 

Loto sonucunu hesaplamaya kalkan uğraşsın kaosla... Sen gravite ve loto ne demek onu bir açıkla...

 

 

Sorunum olmayan konu, yazdıklarımın ateizmi destekleyip desteklememesi. Ben bilimin bulgularını anlatıyor ve yorumluyorum sadece.

 

 

Senin bilim anlayışın “FELSEFİ TRANSANDAN” üzerine kurgu yapmak. Ateizmi destekleyip desteklememen Hiçbir şeyi değiştirmez,yanlız beyhude bir çaba olur...

Bilimin bulguları arasında gerçek olanın (ispatlanmış) arasına “transandan felsefi” kurguları eklemek

ve yorumlamak sadece bu kadar olur...

Buda senin sorunun...

 

 

 

Bu çok saçma; baştan bir Kitap gönderip onu Kuran gibi korumaya alsaydı olmaz mıydı ? Daha öncekileri neden koruyamamış veya korumamış. Öyle yapsaydı da, o hesap anında gelecek '' bilmiyorduk gönderseydin '' gibi itirazları önlemiş olmaz mıydı ?

 

 

Şaçma olan bu düşüncen...

KUR'AN zaten bütün kitapların özeti.

Daha önceki Kitapların ve Peygamberlerin gerçek olduğu (bilinmesi) zaten yeter...

İnsan unutkan ve aynen 21, yüzyılda olduğu gibi iletişim çağında (her şey meydanda iken bile) araştırmayıp,üstelik ateist olabiliyorsa, vede var olan Kitaplar'a itiraz ediyorsa...

Hesap anında bilmiyorduk gönderseydin diyecek...

Ve; Fıtrat...

Ve; İmtihan... Niye var.

 

 

Kendi inancını da yanlış biliyorsun. Bak Fethullah Gülen ne demiş :

 

Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar; yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz.

 

İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.

 

 

Yani; kulun ne yapacağını, nasıl davranacağını hem bilecek hem belirleyecek, hem de bir imtihandan, özgür iradeden bahsedecek. Al sana paradoks.

 

 

Bak yine atlamışsın ve anlayamamışsın alıntıladığın yazıdaki yeri instantkarma...

Neymiş;Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını.

Yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz.

Sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar.

İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar.

ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.

Şimdi; Kulun cüzi İradesi ile şeçtiği yolda başına geleçekleri bilmek Ezel ve ebed olan ALLAH c.c.

Zor değil kolaydır, bu itibarla Cennet var,Cehennem var,cüzi irade var (seçenekler) birde gönderilmiş uyarıcılar ve Kitaplar var...

Şeç,şeç al kaderini yaşa,değilmi instantkarma...

Burada bilmek ve belirlemek ALLAH c.c. Kolay,olayın özü bilinen ve belirlenene Kul'un cüzi iradesi ile ne karşılık verip İmtihanı kazanması...

Olay bu, şeç,şeç al...

 

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Farkında olma kavramını, bizim gibi üzerinde düşünüp özgür irade ile karar verme gibi algıladığından kafana oturmuyor. Benim bu farkındalıktan kastım etkinin farkına varıp otomatik tepki. Hem bunu ben değil, senin Harun Yahyanın bilinçle ilgili alıntı yaptığı Fizikçi Penrose’un söylediğini daha önce söyledim. Bu bakımdan benim Harun Yahyadan ne farkım var ? Ama sen onun söylediğine inanıp benim söylediğime inanmıyorsun. Halbuki ikimizde Penrose’den fikir devşiriyoruz bu konuda değil mi ? Ama sen işine gelmeyen teorileri almadığın gibi, düşünürlerin, fizikçilerin işine gelmeyen fikirlerini de almama eğilimindesin.

 

 

Bak instantkarma,

 

*******

 

Benim yerime karar verip şu fizikçiden şunu al, şu düşünürden bunu alma yerine alıntıladığın fikirleri objektif olarak karşılaştırmalı olarak harmanlayıp, doğru olana,doğru deme öz güvenini göster...

 

 

Yine farkında olmayı, olayın bilincini özgür irade ile alınmış bir karar gibi görmenizden kaynaklanan bir itiraz. Hesaplanabilirlik ise matematiksel bir olay ve tamamen konu dışı. Ama her bir maddenin kendi aralarındaki etki-tepkisi pasif bilinçle cereyan eder

 

Geldik pasif bilincin farkında olma olayına, ve yine özgür iradeye sığınıp, her bir Madde'nin kendi aralarında etki, tepki olayının (farkında olarak) pasif bilinçle cereyan edeceği masalına.

Şimdi hesaplanabilirlik (matematiksel) bir olay olup Maddenin etki, tepki olayının ise Madde farkında olup bu farkındalık ise pasif bilinçtir yazıp HESAPLANAMAZMI matematiksel olarak nedir sorunun veya anlamamaktaki zorluk...

Açıkla neden hesaplanmadığını ve konu dışı olan hesaplanabilir matematiksel düşüncenin durumunu...

 

 

Fizikçi Roger Penrose’a göre bilinç, fiziksel olarak yanına yaklaşılması gereken ve bilimsel bir kavramdır. Tanımlamadan ziyade tarif edilmesinin daha uygun olacağını belirterek, aktif ve pasif olarak iki parçaya ayırır. Renk ve armonilerin algılanmasını farkındalıkla birlikte pasif olarak kabul ederken, bilincin özgür irade ile iş görme yeteneğini de aktif kısmı olarak ele alır. Anlayışı bu ikisi arasına yerleştirir ve farkındalıkla anlayışın ayrılamayacağını, eğer farkındalık olmazsa anlayıştan bahsetmenin anlamsız olduğunu belirtir. Bilincin tanımını da farkındalıkla eşanlamlı olarak kabul eder. Yine zekâyı da anlayışa bağlar. ( Vikipedia )

 

Penrose’a göre, zihinsel etkinlikte hiç bir bilgisayarın ulaşamayacağı bir taraf

vardır ve algoritmik değildir, yani bilgisayarların çalışma sisteminin dışındadır.

Zihinsel kavramların açık olarak fiziksel kavramlara inidirgenmesi mümkün

değildir. Şayet “zihin-bilinç”, fizik bedenin dışında kalan bir şey ise, ona ait bunca

özelliğin ne diye fiziksel bir beyne ait özelliklerle bu derece yakın bir birliktelik

sağladığını anlamanın güç olduğunu öne sürer.

Penrose’un kuantum bilinç teorisini üzerine yerleştirdiği

mikrotübüller makroskopik nesnelerdir. Penrose matematik yaklaşımı açısından

da bir Platon’cudur. Yani, matematiksel gerçekler görünenin önündeki

gerçekliklerdir. Aslı başka bir yerlerdedir. Bunu “Penrose Mistizmi” olarak

adlandırır.

 

Kuantum mekaniğinin matematik denklemleri olasılık

ölçümlerini bize verir ve olası ölçümlerle olası sonuçlar hesaplanır. Tüm yaptığı

budur. Kalanı metafiziktir. Matematik semboller “durum vektörü” ya da “dalga fonksiyonu” olarak bilinir ve bu metafizik olarak önemsizdir. Fakat olasılık

ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü, bir fiziksel durumdan

diğerine geçişler tahmin edilemez değildir. Yalancı sorular ve yalancı problemler

bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması da bunun bir örneğidir.

Alıntı.

 

Yakında meafizik kuantum teorisyeni ( devşirme) olursan şaşırmayacağım...

 

 

Alakasız bir örnek. Tabancayı tasarlayıp yapan ve onun özelliklerini bilen biri, ona kimin sahip olacağını, onla kimi vuracağını belirleyebilir mi ? Bilmek ve belirlemek farklı şeylerdir.

 

 

İnsan bir şeyi bilip, belirleyecek, mesela ateşin elini yakacağını bilipte,yanması için elini uzattığında belirlemesi gibi...

Tabanca'yı yapan bilen, kimi vuracağını (özel) değil ne gibi sonuç ölüm,yaralama oluşturacağını belirleyen'dir...

 

 

Nörondaki olayı anlattım. Molekülde pasif bilinç vardır. Çünkü, molekül atomlardan oluşur. Molekülün bir arada tutan kuvvet elektrik ve magnetik kuvvettir. Molekülün dış dünyaya gösterdiği tepkinin kaynağı da aynı kuvvetlerdir. Yani, dış tan gelen etkiye tepki gösteren molekülün sahip olduğu bilinç pasif bilinçtir.

 

 

ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü yöneticisi Francis Collins, 2006'da yayımlanan"The Language Of God" kitabında, Urey-Miller Deneyi hakkında şunları söyler:

 

"Bundan 50 yıl önce Stanley Miller ve Harod Urey, Dünya'nın ilk zamanlarında var olduğuna inandıkları birtakım organik bileşikler ve su karışımına, elektrik şarj ettiler ve amino asitler gibi biyolojik yapıtaşları elde ettiler. Deneyde kullanılan organik bileşiklerin, uzaydan geldiğini kabul etsek bile, bu kompleks organik moleküllerin, evrende kendi kendine oluştuğuna dair hiçbir şeyi açıklamamaktadır.

"Burada bir noksanlık vardır. Bu bileşiklerden, nasıl, kendisini kopyalayan ve bilgi taşıyan bir molekül oluşabilir? Fosfat-şeker omurgası ve birbiri üzerinde çok hünerli ve karmaşık şekilde düzenlenmiş organik bazları ve bu bazların, burgulu çift sarmalı oluşturmak üzere, her basamakta eşleşmekte olduğu DNA, "sadece oldu" denip geçilemeyecek; son derece ihtimal dışı bir moleküldür. Üstelik DNA, kendini kopyalamasını sağlayacak hiçbir özgün mekanizmaya sahip değildir.

 

"Bazı bilim adamları da, ilk yaşam formunu, RNA'nın meydana getirdiğini iddia etmektedirler. Bunu iddia etmelerinin nedeni; RNA'nın da bilgi taşıması ve DNA'nın katalize edemediği reaksiyonları katalize etmesidir. Oysa DNA, bir bilgisayar hard diski gibidir. Stabildir ve bilgiyi depo eder. Buna karşılık RNA, iyi huylu bilgisayar virüsleri gibidir. Programlandığı gibi dolaşır ve kendinde ne varsa ancak onu yapma yeteneğindedir.

Alıntı.

 

Bak Stanley Miller ve Harod Urey, uğraşmışlar fakat dış etkenlerde fayda etmemiş demekki

Molekül'e, molekül, Rna,Dna hepsi programlandığı gibidirler...

Pasif,masif falan yok...

 

İddia sahibi iddiasını kanıtlamakla mükellefdir ( hukukta da bilimde de ana kural )

 

 

Fakat olasılık

ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü, bir fiziksel durumdan

diğerine geçişler tahmin edilemez değildir. Yalancı sorular ve yalancı problemler

bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması da bunun bir örneğidir.

Ben Kader hakkında İDDİAMI kanıtlayamam haşa ve kella...

Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran...

Amenna ve saddakna...

 

Saygılar.

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bak Sarıgöl, nasıl bir çelişki var, kendi cümlelerinle ifade etsen daha anlaşılır olacak. Şimdi, ben neye itiraz ettiğini anlamadım. Konuyu ilgilendiren kısım Einstein’ın görelik teorisi, bu teoriye göre de birbirine göre sabit hızlarda yol alan varlıkların birbirlerine göre zaman, uzunluk, temel kuvvetlerin durumu. Bir varlığın sabit bir hızdan başka bir sabit hıza ulaşması elbette ya eksi yönde yada artı yönde ivmelenmesi ile mümkün.

 

 

Instantkarma,

Ben ister bak,ister bakma fakat anlamaya çalış diyerek başlayacağım, ve yazdığın şu yazı ile;

 

 

“Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok.”

 

 

Ve; şu yazın;

 

“ Bir varlığın sabit bir hızdan başka bir sabit hıza ulaşması elbette ya eksi yönde yada artı yönde ivmelenmesi ile mümkün.”

 

Bu bir...

Ve;

 

Takyonlarda olduğu gibi yolculuktaki hızını daha da arttırıp ışık hızının üstünde bir sabit hızla yol aldığında ise, teorik olarak, kendi eylemsizlik sisteminde zaman geriye akar ve yine bulunduğu çerçeveden yolculuğa başladığı yeri gözlemlediğinde dünyanın geçmişini de bilebilir.

 

 

Şimdi; hız neticesi bir yerlere gelip Dünya'nın geçmişini bilip,oradan'da;

 

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

 

Planc sabitinin altından Dünya'nın geçmişini bilmek... Buraya nasıl gelindiğide sizin şu yazınızla başlamıştı hatırlarsanız;

 

“Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok.”

 

 

İvme gerekmiyor (hız) fakat sayın instantkarma takyonlara gelmiş, oradanda süper uzay'a bir göz atıyor...

Bravo...

Anladın...

 

Ben de diyorumki o zaman neden Kaos veya Kuantum belirsizlikleri belirli yapan bir tanrıdan söz ediyorsun ? Madem, ‘’ yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmak zaten eşyanın tabiatına aykırıdır ‘’ o zaman neden bunları gündeme getirip, bir şeyler ispatlama derdindesin ? Benim de yaptığım seninle aynı yolu takip edip tanrının ispatlanamayacağını göstermek.Eğer, ‘’ ALLAH c.c. Zaman ve Mekandan Münezzehtir, ‘’ diyorsan zaten tartışılacak bir konu aklmaz. Ben de cevap vermem, konu kapanır. Ama sen, bilimin teorilerinin işine geleni alıp, işine gelmeyeni gözardı ederek kendi söylediğinle çelişiyorsun.

 

 

İnstantkarma,

Bilimin teorilerinin birini alıp birini gözardı ettiğim bir yeri göster tamam diyeceğim. Fakat senin kavram kargaşasına belki heyecandan,belki karıştırmaktan dolayı yaptığın yanlışları göstermek ve belirtmek zaten iletilerin aşağı,yukarı bütününü teşkil ediyor dolayısı ile kaos ve kuantik belirsizlikler Big Bang'tan önce varmıdır (bilimsel yanıt isterim,teorik değil) ve kabul gören görüş

Big Bang sonrası oluşan durumu'da yine Penrose açıklıyor, ( tesadüf ve transandan durum yok) bu durumda her şey tasarlanmış (yaratılmış) ve;her şey bu Evrenden hareketle ispat edilmeye çalışılıyor yani yok Big Bang öncesi vs vs teorileri geçersiz, bu durumda benim ileri sürdüğüm şudur (acizane) ALLAH c.c. Bu Evreni ve canlı,cansız bütün varlıkları yaratmıştır,nizamı koymuştur İnsan'a düşen araştırıp ilim,bilim yapıp olayları kavramaktır...

Gerisi teferuat...

 

 

Yazının bu son bölümüne kadar bir sorun yok. Ama bu son bölümü tamamen yorum. Adam tıp doktoru, fizikçi değil, üstelik İbda-C’nin dergisinde yazıyor, Çetin Bal da konunun uzmanı değil, sadece meraklı bir araştırmacı ve kapısı herkese açık.

 

 

Bana neyi açıklıyorsun instantkarma, “TAKYON” u, yahu takyon'u yazmaktan ve açıklamaktan gına geldi ve benim alıntılayıp'ta yazdıklarımın aksini senin alıntılarında söylemiyor.

Şimdi'de Çetin Bal beğenmemezliği, Tıp doktoru,üstelik ibda c dergisinde yazan kişi ajite'si sanal alemde sana kimi beğendireceğiz birde takyon gibi niyet okumaları...

 

Öbür yazdıklarına cevap yazmayacağım sırf tekrar

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yine farkında olmayı, olayın bilincini özgür irade ile alınmış bir karar gibi görmenizden kaynaklanan bir itiraz. Hesaplanabilirlik ise matematiksel bir olay ve tamamen konu dışı. Ama her bir maddenin kendi aralarındaki etki-tepkisi pasif bilinçle cereyan eder

 

Geldik pasif bilincin farkında olma olayına, ve yine özgür iradeye sığınıp, her bir Madde'nin kendi aralarında etki, tepki olayının (farkında olarak) pasif bilinçle cereyan edeceği masalına.

Şimdi hesaplanabilirlik (matematiksel) bir olay olup Maddenin etki, tepki olayının ise Madde farkında olup bu farkındalık ise pasif bilinçtir yazıp HESAPLANAMAZMI matematiksel olarak nedir sorunun veya anlamamaktaki zorluk...

Açıkla neden hesaplanmadığını ve konu dışı olan hesaplanabilir matematiksel düşüncenin durumunu...

 

:) Öncelikle şunu söyleyeyim ; bu tek paragrafta cümle yazma merakın yüzünden ne dediğin anlaşılamıyor. Çünkü, ipin ucunu kaçırıp, düşük cümleler kuruyorsun. Kısa cümlalar kurmayı dene. İnan bu daha kolay olur, söylemek istediklerini anlatabilmek için.

 

Sarıgöl, samimi olarak soruyorum; sen hayatında bir diferansiyel denklem çözmeyi bırak, hiç gördün mü ? Analitik çözümün var olmamasına bakarak, olayların gizli bir bilinçle yapıldığını nerden çıkarıyorsun ? Bana bir fiziksel sürecin örneğin basit sorayım ; sürtünmesiz bir yaya bağlı olarak yerçekimi kuvvetine maruz kalacak şekilde asılmış bir kütlenin hareket denklemini kur bakalım da bu konuda bir şeyler bildiğini görelim.

 

Bir matematiksel denklemin veya denklem sisteminin çözüm uzayı olmaması onun metafizik bir yanı olduğunu göstermez. Bu tip süreçler için matematiğin geliştirdiği yeni yöntem çözümün faz uzayında aranmasıdır. Bir yaprağın üstündeki desenlerin uyduğu matematiksel model kaotiktir. Fraktal geometri kullanılarak aynı şekil bilgisayarlarda çizdirilir. Yaprak deseni analitik olarak modellenemez. O nedenle, iterasyon bağıntıları kullanılır. Burada gizemli bir durum yok anlayacağın.

 

Fizikçi Roger Penrose’a göre bilinç, fiziksel olarak yanına yaklaşılması gereken ve bilimsel bir kavramdır. Tanımlamadan ziyade tarif edilmesinin daha uygun olacağını belirterek, aktif ve pasif olarak iki parçaya ayırır. Renk ve armonilerin algılanmasını farkındalıkla birlikte pasif olarak kabul ederken, bilincin özgür irade ile iş görme yeteneğini de aktif kısmı olarak ele alır. Anlayışı bu ikisi arasına yerleştirir ve farkındalıkla anlayışın ayrılamayacağını, eğer farkındalık olmazsa anlayıştan bahsetmenin anlamsız olduğunu belirtir. Bilincin tanımını da farkındalıkla eşanlamlı olarak kabul eder. Yine zekâyı da anlayışa bağlar. ( Vikipedia )

 

Penrose’a göre, zihinsel etkinlikte hiç bir bilgisayarın ulaşamayacağı bir taraf

vardır ve algoritmik değildir, yani bilgisayarların çalışma sisteminin dışındadır.

Zihinsel kavramların açık olarak fiziksel kavramlara inidirgenmesi mümkün

değildir. Şayet “zihin-bilinç”, fizik bedenin dışında kalan bir şey ise, ona ait bunca

özelliğin ne diye fiziksel bir beyne ait özelliklerle bu derece yakın bir birliktelik

sağladığını anlamanın güç olduğunu öne sürer.

Penrose’un kuantum bilinç teorisini üzerine yerleştirdiği

mikrotübüller makroskopik nesnelerdir. Penrose matematik yaklaşımı açısından

da bir Platon’cudur. Yani, matematiksel gerçekler görünenin önündeki

gerçekliklerdir. Aslı başka bir yerlerdedir. Bunu “Penrose Mistizmi” olarak

adlandırır.

 

Kuantum mekaniğinin matematik denklemleri olasılık

ölçümlerini bize verir ve olası ölçümlerle olası sonuçlar hesaplanır. Tüm yaptığı

budur. Kalanı metafiziktir. Matematik semboller “durum vektörü” ya da “dalga fonksiyonu” olarak bilinir ve bu metafizik olarak önemsizdir. Fakat olasılık

ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü, bir fiziksel durumdan

diğerine geçişler tahmin edilemez değildir. Yalancı sorular ve yalancı problemler

bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması da bunun bir örneğidir.

Alıntı.

 

Yakında meafizik kuantum teorisyeni ( devşirme) olursan şaşırmayacağım...

 

İddia sahibi iddiasını kanıtlamakla mükellefdir ( hukukta da bilimde de ana kural )

 

Fakat olasılık

ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü, bir fiziksel durumdan

diğerine geçişler tahmin edilemez değildir. Yalancı sorular ve yalancı problemler

bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması da bunun bir örneğidir.

Ben Kader hakkında İDDİAMI kanıtlayamam haşa ve kella...

Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran...

Amenna ve saddakna...

 

:) Sen buna mı amenna diyorsun şimdi ?

 

Kendi alıntıladığın yazının tümünü okumuyorsun herhalde O yazının devamı :

 

Diğer bir karşı çıkış, “eğer bilinç kuantum mekaniğini anlamamıza yardım

etmez ise, belki kuantum mekaniği bilinci anlamamıza yardım eder” şeklindeki

savunmaya karşıdır. Felsefeci David Chalmers bu durumu “gizemin küçültülmesi

kanunu” olarak adlandırır; “bilinç gizemlidir ve kuantum mekaniği de gizemlidir,

belki bu iki gizem ortak bir kaynağa sahiptir”. Oysa esas sorun bu değildir. Esas

sorun “bilincin madde/materyal dünyası ile nasıl ilişkide olduğudur”.

28

Stenger’e göre, kuantum mekaniğini bilinç-beyin içine sokmaya

çalışanların öne sürdükleri fikirlerinde ideolojik-dini görüşlerinin de etkili

olduğudur. Yeni Çağ guruları için holistik felsefenin harika bir saplantı olduğunu

öne sürer. Ve holistikle Dünya’nın problemlerini çözmek için sevgi ile uğraşırlar.

Oysa, indirgemeci klasik fizik (materyalisler ve ateistler) kişileri bencil yapmaz.

İnsanlar inidrgemeci klasik fizikten çok önce de bencillerdi. Yeni kuantum

holismi, bizim saplantılarımızı besler ve cansız kozmik zihnin bir parçası

olduğumuzu biz söyler. Böylece geleneksel dinlerin modern şekilleri bugün

yaşanır. Mistik fizik, genel olarak Hiduizm ve Budizm felsefesinin yanlış

uygulamalarıdır. Bu yaklaşımın diğer bir nedeni de insanı yine evrenin merkezi

haline getirmektir. Dört yüz yıl önce, Kopernik evrenin merkezinde olmadığımıza

dair güçlü kanıtlar öne sürdü ve bu insanlarda ciddi hayal kırıklığı yarattı.

Stenger, kuantum mekaniğini beyin işleyişine sokmanın ve bilinçle

ilişkilendirmenin, insanı tekrar ayrıcalıklı olarak evrenin merkezine yerleştirme

gayretinin bir parçası olduğunu öne sürer.

 

( Kaynak- kendi alıntıladığın yazı-Kuantum fiziği bilinci anlamak için gereklimidir ? )

 

Bunlara da amenna çekecek misin ?

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

' KELEBEK ETKİS '' teorisinde söz edilen '' mucize '' kelimesi kolay bir anlatım yöntemi olması açısından kullanılan bir tabir. Mucize tabiat kanunlarının askıya alınması olayıdır. Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin mucize ile ilgisi yok.

 

Kaos teorisi determinizmin bu tür süreçlerde geçerliliğini ortadan kaldırmıştır ama bu tanrının bu yolla müdahalesinin mümkün olduğu demek değildir.

 

Şimdi;

 

Kolay bir anlatım ve Tabiat kanınlarının askıya alınması...

 

Bu yazıya sizin yazınız cevaplasın...

 

“Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin mucize ile ilgisi yok. “

 

Farklı yöntemler nedir “Matematik olarak analitik çözüm yoksa” geliştirilecek olan farklı yöntem

matematiğe dayanmıyorsa ve determinizm sürecini ortadan kaldırıyorsa BU OLAY NEDİR...

Laf ola beri gelemidir...

 

“Matematik olarak analitik çözüm yoksa” geliştirilecek olan farklı yöntemin matematiğe dayanmadığı da nerden çıktı ?

 

Matematikte, bugün analitik olmayan süreçler, sayısal iterasyonlarla incelenebiliyor ve bilgisayarlarda fraktal geometri kullanılarak kaotik grafikler çizdirilebiliniyor.

 

Newton'un diferansiyel matematiği ile yaptığı açıklamalardan tatmin olmayan fizik dünyası da yeni yöntem arayışlarına yönelmiştir. Kaos Teorisi de bunlardan biridir. Kaos teorisini mantığa getirdiği dönüşüm ise Bulanık Mantıktır.

 

Kaos'un etimolojik anlamı "karmaşa" demek olsa da günümüz biliminde "başlangıç koşullarına hassas duyarlılık" şeklinde özetlenir, halk arasında da "kelebek etkisi" olarak bilinir(5). Kaos Teorisine göre: Hiç bir olay kendini tekrarlamaz, eğer tekrarlamaya başladıysa kristalleşmeye girmiştir. Fakat yeni koşullar oluştuğunda bu kristal yapılar çözülüp daha büyük kristal yapıları oluşturabilir(6). Tüm bu karmaşaya rağmen bu dinamik hareketli sistemlerin de kendine has bir düzeni vardır. Fakat bunu doğrusal matematiksel ifadelerle anlatmak güçtür. Çünkü bir kar tanesinin, bir bulutun ya da bir sigara dumanını aldığı "eşsiz" biçim kendine has bir geometriye sahiptir. Bu kesirli boyutlu geometriye ise fraktal geometri denmektedir. ( alıntı )

 

1.Örnek :

 

NONLİNEER DİNAMİK SİSTEMLERDE KAOS, DALLANMA VE FRAKTALLER

 

Özet : Bu çalışmada nonlineer dinamik sistemlerde kaos dallanma ve fraktal kavramları ele alınmıştır. Nonlineer sistemlere giriş için gerekli olan teorik bilgiler verilmiş ve popülasyon dinamiklerinden seçilen besin zinciri modelleri ve bu modellerin dinamiksel davranışları incelenmiştir. Bu tür sistemlerin sahip oldukları nonlineerlik unsurlarından dolayı başlangıç koşullarında yapılan küçük değişimlerin çok büyük, öngörülemeyen sonuçlar doğurduğu ve bu nedenle sistemlerin davranışları ile ilgili uzun vadede tahminlerin yapılamayacağı sonucuna varılmıştır. Bu çalışmanın birinci bölümünde lineer olmayan dinamik sistemler ile ilgili temel kavramlar verilmiş ve ele alınan iki boyutlu sistemlerin dinamiksel davranışları ile faz uzayları incelenmiştir. İkinci bölümde, kaos ve dallanma kavramları üzerinde durulmuş, nonlineer biyolojik sistemlerin denge noktaları analiz edilip başlangıç koşullarında yapılan küçük değişimlerle periyodiklikten kaotikliğe geçişleri incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise kaotik dinamik süreçlerde biçimlerinin karmaşık olmasından dolayı garip çekici olarak adlandırılan şekilleri anlamaya ve garipliklerini keşfetmeye yardımcı olan fraktal geometri ve fraktal boyut kavramları üzerinde durulmuş ve verilen örneklerle bu kavramlar incelenmiştir.

 

Yüksek Lisans Tezi, 2006, Institute of Science and Technology, Istanbul Technical University, 509031007

 

2.örnek :

 

Nonlineer Elektronik Devreler ve Sistemler Lab.

 

Amaç

 

Bu araştırma laboratuarının kuruluş amacı; nonlineer elektronik devreler ve sistemlerin zengin ve ilgi çekici dinamiklerini incelemek, olası mühendislik uygulamalarını araştırmak ve gerçekleştirmektedir. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki ana konu başlıkları altında sıralan çalışmalar ilgi alanımızı oluşturmaktadır:

• Elektronik Devrelerde Kaos Olayının İncelenmesi,

• Kaotik Osilatör Tasarımı ve Gerçekleştirilmesi,

• Kaotik Senkronizasyon ve Kontrol Uygulamaları,

• Lisans ve Lisansüstü Mühendislik Eğitimine Dönük Kaotik Eğitim Setlerinin Tasarımı ve Gerçekleştirilmesi,

• SC-CNN (State Controlled Cellular Neural Network) Tabanlı Nonlineer Elektronik Devre Uygulamaları,

• Programlanabilir ve Yeniden Konfigüre Edilebilir Kaotik İşaret Üreteç Tasarımı,

• FPAA/FPGA Uygulamaları,

• IT (Information Technology)_Tabanlı Ölçüm ve Deneysel Uygulama Konsol Tasarımı,

• Güç Elektroniğinde Nonlineer Dinamik Uygulamaları.

Laboratuarda Yürütülen Projeler

• Mühendislik Lisans ve Yüksek Lisans Eğitim Programlarında Kaotik Devreler ve Sistemlerin Araştırılmasına Dönük Elektronik Tabanlı Eğitim Setlerinin Tasarımı ve Gerçekleştirilmesi

 

Bu proje kapsamında, NEDS_LAB bünyesinde Mühendsilik Lisans ve Lisansüstü Eğitim Programlarında Kaotik Devreler ve Sistemlerin araştırılmasına dönük elektronik tabanlı eğitim setleri tasarlanmış ve beş setlik serinin ilk iki setinin gerçekleştirilmesi tamamlanmıştır. Nonlineer ve Kaotik sistemlerle ilgili daha çok akademik bazda ve lisansüstü düzeyde çalışmalar yapılmakta olup, kaotik dinamikler ve uygulama alanlarının lisans eğitimine indirgenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu indirgeme sürecinde yapılan teorik ve simülasyon bazındaki çalışmaların sistematik bir şekilde tasarlanmış deney setleriyle desteklenmesi son derece önem arz etmektedir. NEDS_LAB bünyesinde bu konuda uluslar arası alanda bir ilk olarak iki adet kaotik eğitim seti tasarımı ve gerçekleştirilmesi yapılmış olup, uluslararası literatüre kazandırılmıştır. I.Set Karışık Modlu Kaotik Devre Modelinin çekirdeğini oluşturduğu bir set olup, bu set üzerinde otonom, otonom olmayan ve karışık modda olmak üzere üç farklı kaotik devre yapısı ve dinamikleri değişik alternatif donanımlarla incelenebilmektedir. Bu setle ilgili ayrıntılı bilgi için tıklayınız.

II.Set ise literatürde yeralan lineer sinüzoidal osilatör yapılarından kaotik osilatör yapılarına geçişi göstermek üzere tasarlanmıştır. Tasarlanan setler, Erciyes Üniversitesi Elektrik-Elektronik Müh. Bölümü lisans programında "Lineer Olmayan Devreler ve Sistemler" dersi ile lisansüstü programda yer alan "Kaotik İşaretlerin Elektronik Devre Uygulamaları" adlı ders müfredatında üç haftalık laboratuar uygulaması şeklinde kullanılmaya başlanmıştır.

• Anahtarlama Mekanizmalı Kaotik Sistemlerin Kontrol ve Senkronizasyon Uygulamalarının Araştırılması", Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi-Proje No:FBA-05-06 (2005)

 

Bu proje kapsamında yapısında anahtarlama mekanizması bulunan kaotik sistemlerin senkronizasyon ve kontrol uygulamaları üzerinde çalışılmıştır. Bu konudaki çalışmalar darbesel senkronizasyona dayalı güvenilir haberleşme sistemlerinde kullanılma potansiyeline sahiptir. Örnek bir uygulama için tıklayınız.

• KAOS TABANLI MÜHENDİSLİK UYGULAMALARI İÇİN YENİ VE PROGRAMLANABİLİR KAOTİK İŞARET ÜRETEÇLERİNİN DENEYSEL TASARIMI-2007 Yılı 1.Dönem TÜBİTAK Projesi

 

Bu projede; kaos tabanlı Mühendislik uygulamaları için yeni ve programlanabilir kaotik işaret üreteç devre modellerinin deneysel olarak tasarlanması amaçlanmaktadır. Bu proje amacı kapsamında mikrodenetleyici tabanlı devre düzenekleri ile Alan Programlanabilir Analog ve Dijital Dizi Elemanlarına (FPAA/FPGA) dayalı devre düzenekleri kullanılarak analog ve dijital devre tasarımına uygun yeniden konfigüre edilebilir ve programlanabilir kaotik işaret üreteç devre yapılarının, deneysel olarak tasarlanması planlanmaktadır.

Yapılan Çalışmalara Ait Yayınlar

• Kılıç R., "A Comparative Study on Realizations of Chua's Circuit: Hybrid Realizations of Chua?s Circuit Combining the Circuit Topologies Proposed for Chua?s Diode and Inductor Elements", International Journal of Bifurcation & Chaos, 13, 1475-1493,(2003).

• Kılıç R., "Chaos Synchronization in SC-CNN-based Circuit and An Interesting Investigation: Can a SC-CNN-based Circuit Behave Synchronously With The Original Chua's Circuit", International Journal of Bifurcation & Chaos, 14, 1071-1083, (2004).

• Kılıç R., "Experimental Study on Inductorless CFOA-based Chua's Circuit", International Journal of Bifurcation & Chaos, 14, 1369-1374, (2004).

• Kılıç R., "Impulsive Synchronization Between Two Mixed-Mode Chaotic Circuit", Journal of Circuits, Systems and Computers, 14, 333-346, 2005.

• Kılıç R, Yıldırım F., "CFOA-Based Inductorless Mixed-Mode Chaotic Circuit:Experimental Verification", International Journal of Bifurcation & Chaos, 16,(3), (2006).

• Kılıç R., Saraçoğlu Ö.G.,Yıldırım F., "Experimental observations of EMI effects in autonomous Chua?s chaotic circuit", Chaos,Solitons&Fractals, 32 (3) (2007)

• Kılıç R., Karauz B., "Implementation of a Laboratory Tool for Studying Chaotic MMCC Circuit", International Journal of Bifurcation & Chaos,(Accepted)

• Kılıç R., Yıldırım F., "Experimental Realizations Of Higher Dimensional Chaotic Circuits Including Both Floating And Grounded Inductors", International Journal of Bifurcation & Chaos, (Accepted).

• Kılıç R., "Experimental study on impulsive synchronization between two modified Chua's circuits", Nonlinear Analysis: Real World Applications (Accepted).

Nonlineer Elektronik Devreler ve Sistemler Lab. (NEDS_LAB)

 

Daha önce yazmıştım; e, pi gibi transandan sayılar, kesirli sayılar gibi irrasyonel sayılar, hiçbir zaman sabit bir değere oturmaz. Bu nedenle, başlangıç koşullarını tanrı belirlemeye kalksa o da bunu belirleyemez.

 

Bak, pi=3.1415926535897932384626433832795…….sonsuza doğru gidiyor. Başlangıç koşullarına hassas bağlılık ne demek ? Milyarda, trilyonda bir gibi bir fark bile sonuçta büyük fark yaratabilir. E ? Biz ne yapıyoruz ? Bu sayıyı bir yerde kesiyoruz.

 

Başlangıçı (big bang) pi, irrasyonel, transandan sayılarla başlatmak tam bir transandan ( felsefi) kafa yapısına sahip kaos teorisini'de ona ekleyip (başlangıç anına) oradan çıkarım yapmak

hem yanlış,hemde; Ünlü İngiliz matematikçi Penrose'un bulduğu ihtimal'i yok saymaktır o ihtimalde, şudur:

 

ALINTI

1010123 de bir ihtimal!

 

Bu sayının ne anlama geldiğini düşünmek bile zordur. Matematikte 10123 şeklinde yazılan bir rakam, 1 sayısının yanına 123 tane sıfır gelmesiyle oluşur. (Bu evrendeki tüm atomların sayısının toplamından, yani 1078'den bile büyük, astronomik bir sayıdır.) Ama Penrose'un bulduğu sayı, bunun çok çok daha üstündedir. Çünkü Penrose'un bulduğu sayı, 10123 tane sıfırın 1 rakamının yanına gelmesiyle oluşmaktadır.

 

Bu sayıyı birkaç örnekle de açıklayabiliriz: 103, 1000 sayısını ifade eder. 10103 ise, 1 rakamının yanına 1000 tane sıfır gelmesiyle oluşan sayı demektir. 1 rakamının yanına 9 tane sıfır gelse, bu bir milyar yapar. 12 tane sıfır gelse, bu kez 1 trilyon olur. Ama burada 1 rakamının yanına, 10123 tane sıfır gelmektedir ki, bunun matematikte bile bir tanımı, adı yoktur.

 

Matematikte 1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Ama sözünü ettiğimiz sayı, 1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Kısacası bu sayı bizlere, evrenin tesadüfle açıklanmasının kesinlikle imkansız olduğunu göstermektedir.

 

Benim söylediklerimle senin alıntın alakasız. e, p gibi transandan veya kesirli sayılar gibi bir çok ölçümde karşılaşabilinecek gerçek değerler, başlangıç koşullarına hassas bağlılık gereği, tam bir kesinlikle belirlenemez ise, sonuçta büyük farklar doğurabilir.

 

Penrosenin yaptığı ise bir olasılık hesabı. Bu bir yaratıcının varlığını kanıtlamaz. Başlangıç koşullarının birisi tarafından çok iyi ayarlanmış olduğunu göstermez.Ayarlanmış olsa bile, bu tip sayılardan oluşan değerlerin başlangıç koşullarında kullanılamayacağını söyleyebiliriz. Diyelimki, pi’nin (pi=3.1415926535897932384626433832795 ……) virgülden sonra milyarıncı değil trilyarıncı değil sonsuz hanesindeki değeri ile bir ayarlama yapılacak yani bir elde edilmek istenen bir sonuç, pi’nin sonsuz haneli değerine bağlı, bu nasıl olacak ? Benim anlatmak istediğim bu. Bunu allah yapabilir dersen bu bir inanç olur ama bilimsel bir ispat olmaz.

 

İnstantkarma ne yapıyor illa başlangıç koşullarını irrasyonel sayılara bağlayıp bak sonsuz sayıları biz ne yapıyoruz nakaratı ile bir yerde kesiyormuşuz intibası uyandırıp (kendince) tartışmayı oradan başlatıp iddiasına kanıt gibi sunuyor,yahu bir kere başlangıç pi ve irrasyonel sayılarla olsa, yine instantkarma'nın yazdığından hareketle “ Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması” durumu hasıl olur ve Penrose'un;analitik Matematiksel çözümünü rafa kaldırmak gerekir'ki bu durumda big bang'ın ispatlanan teorisi'de ( Evren'in genişlemesi) yine instantkarma'nın yazdığından hareketle “ Daha önce yazmıştım; e, pi gibi transandan sayılar, kesirli sayılar gibi irrasyonel sayılar, hiçbir zaman sabit bir değere oturmaz.” bu durumda sabit bir değere oturmayan transandan sayıların'da BİG BANG oluşmasındaki sürecinden bahsedilemez...

Değilmi...

 

:)Değil. Çünkü, doğada irrasyonel olmayan, tam sayı olan bir başlangıç değeri yok zaten. Tüm fiziksel süreçlerin başlangıç koşullarını betimleyen ölçüm değerleri belirli bir hata payı ile verilir.( Ölçüm hatası + Deney aletinden kaynaklanan sistem hatası + rastgele hata ) Bu mühendisliklerde 1.sınıfta öğretilir. Penrose'un, söylediği ise, analitik matematiksel çözüm değil, olasılık hesabı. Big bang öncesi herhangi bir irrayonel sayının veya transandan sayının virgülden sonra milyarıncı değil trilyarıncı değil sonsuzuncu hanesindeki değeri ile bir ayarlama yapılacak yani bir elde edilmek istenen bir sonuç, bu sayının sonsuz haneli değerine bağlı, bu nasıl olacak ? Benim anlatmak istediğim bu. Bunu allah yapabilir dersen bu bir inanç olur ama bilimsel bir ispat olmaz.

 

 

Bilgisayarlarımızın mikroişlemci kapasitesi oranında bu sayının virgülden sonrası uzatılabiliyor. Ama gerçek sayı aslında sonsuzda bitiyor. Diyelim ki tanrı müdahale edecek, bu sayıyı nerde kesse sence, denklemlerin çözümünde doğru sonucu alırız ? Sonsuza kadar takip edip bu sayının gerçek değerini bulabilecek mi ?

 

İspat edilmiştirki Big Bang oluşumu ne kaos,ne tesadüf sonucu oluşmuştur,bu itibarla sen bilgisayarının mikroişlemci kapasitesi oranınca virgülden sonrasını uzat, ve yine yazını alıntılayıp;

 

"Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması”

 

durumunun olması sonucu (pi,irrasyonel transandan sayılar) yine ve; bu sayının gerçek değerinin olmaması, tekraren senin yazından,sana cevap; “ Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin” Evreni ve Canlı,cansız bütün varlığı yaratan,üstelik bu pi,irrasyonel,transandan sayıları keşfedip,bu keşfi “İNANÇSIZLIĞINA” zemin yapan, birde İnsan kadar FARKLI YÖNTEM GELİŞTİREMİYECEĞİNİMİ SANIYORSUN ne dersin instantkarma...

Geç...

 

Gravite aralığına gerek yok. Loto sonucunu hesaplamaya kalkarsan zaten kaotik denklemlerle karşılaşırsın.

 

Loto sonucunu hesaplamaya kalkan uğraşsın kaosla... Sen gravite ve loto ne demek onu bir açıkla...

 

Gravite aralığına gerek yok diyorum zaten. Big Bang sonrası ilk saniyelerdeki kaostan bahsediyorum. Her kombinasyonun mümkün oluşundan. Mesela, loto çekilişinde makinaya giren toplar, tam yuvarlak göründüğü halde aslında fiziksel, kimyasal, elektronik ve manyetik olarak eşit değil ise, yani, topların ağırlık merkezleri kaçık ise hatta top yüzeylerinin sürtünme katsayısı aynı değil ise ve daha bir çok faktör neticesinde her numaranın şansı eşit olmaz. Ama kazanan kişi, hiçbir zaman bunu topların özellikleri arasındaki farkların birileri tarafından ayarlanarak kazandığına inanmaz. Olay, Big Bang sonrasındaki parametrelerin çok iyi ayarlanmış olması değil aksine burada bulunmamızın sebebinin sonsuz sürede milyonlarca olasılıktan birinin gerçekleşmiş olmasıdır.

 

Sorunum olmayan konu, yazdıklarımın ateizmi destekleyip desteklememesi. Ben bilimin bulgularını anlatıyor ve yorumluyorum sadece.

 

Senin bilim anlayışın “FELSEFİ TRANSANDAN” üzerine kurgu yapmak. Ateizmi destekleyip desteklememen Hiçbir şeyi değiştirmez,yanlız beyhude bir çaba olur...

Bilimin bulguları arasında gerçek olanın (ispatlanmış) arasına “transandan felsefi” kurguları eklemek

ve yorumlamak sadece bu kadar olur...

Buda senin sorunun...

 

Felsefi Transandan diye bir felsefe yoktur.. Olasılık hesabı da ispat değildir. Olasılık hesabını kesin diye kabul ediyorsan, Kuantumda bir parçacığın yerinin ve hızının hesaplanmasında kullanılan olasılıksal beklenen değeri de gerçek ve kesin olarak kabul etmen, belirsizliği reddetmen gerekir. Loto örneğine dönersek, çok düşük bir olasılık olmasına rağmen lotoyu tutturan kişi, bunun olmasının mümkün olduğunu bilir.

 

Bilimin bulgularıyla Tanrı ispatlanmamıştır. Ayrıca, bilimin görevi ve amacı tanrıyı bulmak değildir. Eğer, öyle bir iddian varsa, bana tanrının varlığını ispatlayan uluslar arası ciddi bilimsel dergilerde yayınlanmış bir bilimsel makale göster o zaman. Tanrı inancı adı üstünde bir inançtır. İnanan inanır, kimse inancından dolayı küçümsenip eleştirilemez. Ama, bilimsel teorilerin birini alıp birini göz ardı yaparak ispat yapıyormuş gibi görünmek hilebazlık olur. Bunu yapanlar eleştirilir.

 

Alakasız bir örnek. Tabancayı tasarlayıp yapan ve onun özelliklerini bilen biri, ona kimin sahip olacağını, onla kimi vuracağını belirleyebilir mi ? Bilmek ve belirlemek farklı şeylerdir.

 

İnsan bir şeyi bilip, belirleyecek, mesela ateşin elini yakacağını bilipte,yanması için elini uzattığında belirlemesi gibi...

Tabanca'yı yapan bilen, kimi vuracağını (özel) değil ne gibi sonuç ölüm,yaralama oluşturacağını belirleyen'dir...

 

O zaman tanrı, insanın neler yapabileceğini bilir ama kimin ne yapacağını bilemez mi demek istiyorsun ?

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nörondaki olayı anlattım. Molekülde pasif bilinç vardır. Çünkü, molekül atomlardan oluşur. Molekülün bir arada tutan kuvvet elektrik ve magnetik kuvvettir. Molekülün dış dünyaya gösterdiği tepkinin kaynağı da aynı kuvvetlerdir. Yani, dış tan gelen etkiye tepki gösteren molekülün sahip olduğu bilinç pasif bilinçtir.

 

ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü yöneticisi Francis Collins, 2006'da yayımlanan"The Language Of God" kitabında, Urey-Miller Deneyi hakkında şunları söyler:

 

"Bundan 50 yıl önce Stanley Miller ve Harod Urey, Dünya'nın ilk zamanlarında var olduğuna inandıkları birtakım organik bileşikler ve su karışımına, elektrik şarj ettiler ve amino asitler gibi biyolojik yapıtaşları elde ettiler. Deneyde kullanılan organik bileşiklerin, uzaydan geldiğini kabul etsek bile, bu kompleks organik moleküllerin, evrende kendi kendine oluştuğuna dair hiçbir şeyi açıklamamaktadır.

 

"Burada bir noksanlık vardır. Bu bileşiklerden, nasıl, kendisini kopyalayan ve bilgi taşıyan bir molekül oluşabilir? Fosfat-şeker omurgası ve birbiri üzerinde çok hünerli ve karmaşık şekilde düzenlenmiş organik bazları ve bu bazların, burgulu çift sarmalı oluşturmak üzere, her basamakta eşleşmekte olduğu DNA, "sadece oldu" denip geçilemeyecek; son derece ihtimal dışı bir moleküldür. Üstelik DNA, kendini kopyalamasını sağlayacak hiçbir özgün mekanizmaya sahip değildir.

 

"Bazı bilim adamları da, ilk yaşam formunu, RNA'nın meydana getirdiğini iddia etmektedirler. Bunu iddia etmelerinin nedeni; RNA'nın da bilgi taşıması ve DNA'nın katalize edemediği reaksiyonları katalize etmesidir. Oysa DNA, bir bilgisayar hard diski gibidir. Stabildir ve bilgiyi depo eder. Buna karşılık RNA, iyi huylu bilgisayar virüsleri gibidir. Programlandığı gibi dolaşır ve kendinde ne varsa ancak onu yapma yeteneğindedir.

Alıntı.

 

Bak Stanley Miller ve Harod Urey, uğraşmışlar fakat dış etkenlerde fayda etmemiş demekki

Molekül'e, molekül, Rna,Dna hepsi programlandığı gibidirler...

Pasif,masif falan yok...

 

Miller-Urey Deneyi[1] (Urey-Miller Deneyi[2] de denir) kimyasal evrimin oluşumunu denemek üzere, dünyanın ilk zamanlarında varolduğu öngörülen koşulların benzetim yöntemiyle oluşturulduğu bir deneydi. Bu deney, özellikle Aleksandr Ivanovich Oparin ve J.B.S. Haldane'in, ilkel dünya üzerindeki koşullarda varolan inorganik öncüllerinin kimyasal tepkimeler yoluyla organik bileşikleri sentezlediği hipotezini sınamak içindi. Abiyogenez konusunda klasik bir deney olduğu kabul edilen bu deney, 1953 yılında Stanley Lloyd Miller ve Harold Urey tarafından Şikago Üniversitesi'nde yapılmıştı.[3][4][5]

 

2008 yılının Ekim ayında, yeniden analizi[6] yapılan deneyin malzemelerinin, düzenek içinde 5 değil 22 tane amino asit ürettiği yayınlanır.[7] Bu düzeneğin, şimşek oluşturan bir volkan püskürmesinin benzetimini oluşturduğu sanılmaktadır. Bu yeni sonuçlar, organik moleküllerin inorganik tepkimelerin sonuçlarıyla sentezlenebileceğine ilişkin güçlü kanıtlar göstermiştir.

 

Deney ve Yorumu [değiştir]

 

Deney, su (H2O), metan (CH4), amonyak (NH3), hidrojen (H2) ve karbon monoksit (CO) ile yapılmıştır. Bu kimyasallar, steril cam tüp ve kaplar dizgesi içinde, dış ortamdan yalıtılmış olarak bulunuyordu. Bir cam kap yarısına kadar sıvı haldeki su ile doluydu, diğer bir cam kapta ise bir çift elektrot vardı. Su ısıtılarak buharlaşma sağlanmıştı, elektrodlar arasında ise kıvılcımlar çakması sağlanarak dünyanın atmosferindeki yıldırımların ve su buharının benzetimini sağlanmıştı. Daha sonra atmosfer tekrar soğutularak suyun yoğuşması ve damlalar halinde ilk kaba geri dönmesi ve sürekli bir döngü içinde olması sağlanmıştı.

 

Bir haftalık sürekli bir işlemin ardından Miller ve Urey sistemin içindeki karbonun en az %10-15 kadar bir kısmının organik bileşik oluşturduğunu gözlemlemişlerdi. Karbonun yüzde iki kadar bir kısmının da, canlıların hücrelerini oluşturan proteinlerin oluşumunda kullanılan amino asitleri, bol olarak da glisinin oluşturduğunu görmüşlerdi. Şekerler, lipidler ve nükleik asitlerin bazı yapıtaşları da oluşmuştu.

Bir röportajda Stanley Miller, "Basit bir prebiyotik deneyde kıvılcım oluşturmak bile 20 amino asidin 11'inin ortaya çıkmasını sağlar]] demiştir.

 

Ardından yapılan bütün deneylerde de gözlendiği gibi, hem sol hem de sağ optik isomerler "rasemik[1]" karışımın içinde yaratılmıştır.

 

Diğer Deneyler [değiştir]

 

Bu deney birçok başka deneye esin kaynağı olmuştur. 1963'te Joan Oró, su çözeltisi içinde bulunan hidrojen siyanür (HCN) ve amonyaktan amino asitler üretilebileceğini bulmuştur.[8] Aynı zamanda deneyinde, büyük miktarda nükleotid bazlı adenin ürediğini de görmüştür.[9] Daha sonra gerçekleştirilen deneyler göstermiştir ki, diğer RNA ve DNA bazları da "azaltılmış atmosfer"[2] ortamında, benzetimli prebiyotik kimyasal tepkimeyle elde edilebilir.[10]

 

Kaynak : Vikipedia

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bak Sarıgöl, nasıl bir çelişki var, kendi cümlelerinle ifade etsen daha anlaşılır olacak. Şimdi, ben neye itiraz ettiğini anlamadım. Konuyu ilgilendiren kısım Einstein’ın görelik teorisi, bu teoriye göre de birbirine göre sabit hızlarda yol alan varlıkların birbirlerine göre zaman, uzunluk, temel kuvvetlerin durumu. Bir varlığın sabit bir hızdan başka bir sabit hıza ulaşması elbette ya eksi yönde yada artı yönde ivmelenmesi ile mümkün.

 

Instantkarma,

Ben ister bak,ister bakma fakat anlamaya çalış diyerek başlayacağım, ve yazdığın şu yazı ile;

 

“Hızı sabit hızlara ayarlamak için bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok.”

 

Ve; şu yazın;

 

“ Bir varlığın sabit bir hızdan başka bir sabit hıza ulaşması elbette ya eksi yönde yada artı yönde ivmelenmesi ile mümkün.”

 

Bu bir...

Ve;

 

Takyonlarda olduğu gibi yolculuktaki hızını daha da arttırıp ışık hızının üstünde bir sabit hızla yol aldığında ise, teorik olarak, kendi eylemsizlik sisteminde zaman geriye akar ve yine bulunduğu çerçeveden yolculuğa başladığı yeri gözlemlediğinde dünyanın geçmişini de bilebilir.

 

Şimdi; hız neticesi bir yerlere gelip Dünya'nın geçmişini bilip,oradan'da;

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

Planc sabitinin altından Dünya'nın geçmişini bilmek... Buraya nasıl gelindiğide sizin şu yazınızla başlamıştı hatırlarsanız;

 

“Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok.”

 

İvme gerekmiyor (hız) fakat sayın instantkarma takyonlara gelmiş, oradanda süper uzay'a bir göz atıyor...

Bravo...

Anladın...

 

İvme gerekmiyor değil, ivme gerektirmesinin anlatmaya çalıştığım şeyle ilgisi olmadığını söylüyorum. Niyet anlamak olmayınca, anlaşılmaması da doğal.

 

Ben de diyorumki o zaman neden Kaos veya Kuantum belirsizlikleri belirli yapan bir tanrıdan söz ediyorsun ? Madem, ‘’ yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmak zaten eşyanın tabiatına aykırıdır ‘’ o zaman neden bunları gündeme getirip, bir şeyler ispatlama derdindesin ? Benim de yaptığım seninle aynı yolu takip edip tanrının ispatlanamayacağını göstermek.Eğer, ‘’ ALLAH c.c. Zaman ve Mekandan Münezzehtir, ‘’ diyorsan zaten tartışılacak bir konu aklmaz. Ben de cevap vermem, konu kapanır. Ama sen, bilimin teorilerinin işine geleni alıp, işine gelmeyeni gözardı ederek kendi söylediğinle çelişiyorsun.

 

İnstantkarma,

Bilimin teorilerinin birini alıp birini gözardı ettiğim bir yeri göster tamam diyeceğim.

 

Kaosu, Kuantumu, Big bangi alıp anlamadan da olsa kabul ediyorsun ve inancını kanıtlamak için kullanıyorsun, Tanrının bu teorilere göre müdahele yapabileceğini, evreni yaratığını falan iddia ediyorsun. Ama Tanrının görelik teorisine göre geleceği görebileceğini reddediyorsun. Evrim teorisini kabul etmediğini söylemem bile gerek yok zaten. Sen sadece inanmak istediğine inanıyorsun, objektif bakamıyorsun. Olay bu.

 

:)

 

Fakat senin kavram kargaşasına belki heyecandan,belki karıştırmaktan dolayı yaptığın yanlışları göstermek ve belirtmek zaten iletilerin aşağı,yukarı bütününü teşkil ediyor dolayısı ile kaos ve kuantik belirsizlikler Big Bang'tan önce varmıdır (bilimsel yanıt isterim,teorik değil) ve kabul gören görüş.Big Bang sonrası oluşan durumu'da yine Penrose açıklıyor, ( tesadüf ve transandan durum yok) bu durumda her şey tasarlanmış (yaratılmış) ve;her şey bu Evrenden hareketle ispat edilmeye çalışılıyor yani yok Big Bang öncesi vs vs teorileri geçersiz,

 

Öncelikle, senin bilim diyince ne anladığın belli değil. Bilim dediğimiz olay, teorilerden oluşur. Bu teoriler, matematik ve mantık ispatla kurulur. Geçerli olabilmeleri için de deney ve gözlemle doğrulanması gerekir.Eğer, deney ve gözleme uymayan tek bir nokta varsa o teori ya değiştirilir yada çöpe atılır. Bu bağlamda, Kaos, Kuantum, Görelik, Evrim doğrulanmış ve bilim çevrelerinde kabul gören teorilerdir Takyonlar ise, görelik teorisinden çıkarılan teorik bir varsayımsal gereklilik ama gözlenmiş, deneylenmesi imkansız.

 

Ayrıca, Penrose, bir ispat yapmıyor. Çünkü, olasılık hesaplama ispat değildir.

 

Big Bang öncesi Planck zamanı altı hem kaos vardır hem de konu kuantum mekaniğini ilgilendirir. Bunu her kaynak söyler. Dolayısıyla belirsizlik de vardır.

 

Kuantum Teorisi ile ortaya çıkan ilkelerden biri de 'Hilbert Uzayı' teorisidir, belli bir operatöre bağlantı olarak Kuantum Teorisinin matematiksel çercevesini ve dilini ifade eder. Diğer bir ilke ise Kuantum Dinamiği ilkesidir, Erwin Schrodinger bu denklemin kurucusudur.

.

Planck sabitinin altında bir mini uzay bulunmaktadır. "Hilbert Uzayı". Uzay ne kadar küçülürse enerji o kadar çoğalır. Fakat zaman etkisi de o derece azalır. Mini uzaylarda mesafe küçüldükçe enerji (Rezonans) sonsuz güce ulaşır. Bu güce Evrenimizin tohumudur denebilir.

 

Hilbert Uzayı, David Hilbert'in adına izafeten adlandırılmıştir. Soyut bir mekandır. Hiçlikten varlıga geçişte "t=e", ısının -10 43 derece ile - 1032 derece arasında ortaya çıkmıştir. Bu aralıkta olup bitenleri bizlere Hilbert Uzayı açıklar. Teorik fizikciler bu zaman aralığına "Kuantum Gravite" adını vermişlerdi. (Kaynak : Çetin Bal )

 

Evren'in, "big bang" olarak adlandırılan Büyük Patlama'dan önceki hali, bilim adamları tarafından laboratuvarda oluşturuldu. New York Times Gazetesi'nin birinci sayfadan verdiği habere göre, deney İsviçre`nin Cenevre Kenti'ndeki bir laboratuvarda gerçekleştirildi.

 

Laboratuvarda meydana getirilen söz konusu maddenin,"quark" ve "gluon" cisimlerinin aşırı derecede sıkıştırılmış gaz hali olduğu bildiriliyor. Bu gazın içinde, bugün Evren'deki tüm maddelerin atomlarını oluşturan proton ve nötronlar yeralıyor.

 

Deneyin, kısa adı CERN olan Avrupa Parça Fiziği Laboratuvarı`nda meydana getirildiğini de yazan gazete, bilim adamlarının bu sayede Evren'in oluşumuna yol açan bu büyük patlamanın (big bang) gerisindeki itici güçleri anlamaya çalıştıklarını yazdı.

 

Doğada "quark" ve "gluon"ları birbirinden ayırma olanağı bulunmuyor. Bilim adamları bu olayı laboratuvarda gerçekleştirebilmek için proton ve nötronları sıkıştırdıktan sonra aşırı derecede ısıttılar ve ilk kez quark ve gluon`ların ayrılmasını sağladılar.

 

Olayı yorumlayan Heidelberg Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Johanna Stachel, "Böylece ilk kez maddenin yeni bir halinin yaratıldığını" ifade etti.

 

Maddenin bu haline NA45 adı verildi. Maddenin "big bang" olayından sonra, 10 mikro-saniye (saniyenin milyonda biri) süreyle bu halde kaldığı tahmin ediliyor. Bilim adamları Evren'in, günümüzden 15 milyar yıl önce, bu büyük patlamayla oluştuğuna inanıyor.

 

:)

 

Yazının bu son bölümüne kadar bir sorun yok. Ama bu son bölümü tamamen yorum. Adam tıp doktoru, fizikçi değil, üstelik İbda-C’nin dergisinde yazıyor, Çetin Bal da konunun uzmanı değil, sadece meraklı bir araştırmacı ve kapısı herkese açık.

 

Bana neyi açıklıyorsun instantkarma, “TAKYON” u, yahu takyon'u yazmaktan ve açıklamaktan gına geldi ve benim alıntılayıp'ta yazdıklarımın aksini senin alıntılarında söylemiyor.

Şimdi'de Çetin Bal beğenmemezliği, Tıp doktoru,üstelik ibda c dergisinde yazan kişi ajite'si sanal alemde sana kimi beğendireceğiz birde takyon gibi niyet okumaları...

 

Öbür yazdıklarına cevap yazmayacağım sırf tekrar

 

(IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif)

 

Alıntıladığım yazılar, nasıl yazdıklarının aksini söylemiyormuş ?

 

'' Planc altı; Big bang sonrası oluşan bir durumdur '' dedin,

 

Evrenimizin dört temel kuvveti "big bang" sırasında bitişik ve tek kuvveti. Buna Aknokta adı verilmektedir. Bu tek parçacık, soğudukca ufalandı, super simetrik parçacıklara ayrıldı ve Süper uzay meydana geldi.

 

Süper Uzayın yaratıkları olan takyonlar işte böylesine birçok işi birden yapabilmekteler.

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

:)

 

'' Bak MELEKLER nerelerde...

Ve doğa olaylarını'da idare edebilirlermiş demek,üstelik onlarıda yaratan ALLAH c.c. Ve kurallarıda koyan “O”, ve her yaratılan uymak zorunda... '' dedin,

 

'' Yani allahın kendi yarattığı kurallara tabi olabileceğini yani Einsteinin görelik teorisine uyabileceğini kabul ediyorsun demek. Güzel. '' dedim ve;

 

Buradan çıkarılacak sonuç ise, takyonların varlığının fizik ve matematik kurallarına aykırı olmadığıdır. Bunu takyonların varlığına delil olarak gösterenler vardır. Aynı (v)>© değerlerinin zaman denklemi içinde yerine konulması sonucunda zaman kavramının takyonlar için tıpkı kütle gibi imajiner olduğunu gösterir. Zaman gerçel olmadığı içinde zamanın oku olan entropi artışı sözkonusu olmaz ve bu nedenle takyonlar evreni gerçek evrenin aksine büzüşmezler tam tersine sanal kütleleri nedeniyle çekim etkisine girmediklerinden evreni gererler. Böylece, başlanılan noktaya geri dönülen bir küresel evren modeli yerine takyon evreni için kenarları olmayan bir sonsuz evren söz konusudur.

:)

 

Alıntında, '' Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. '' diye bir kurgu vardı ve diğer alıntıladığın kaynakta ise tam tersi savunuluyordu. :)

Kuantum mekaniğinin temel özelliklerini anlatan bir fizik kitabını

incelediğinizde, rastlantısal elinize alacağınız bir sinir bilimleri üzerine yazılmış

bir kitaptan daha çok “gözlemci, bilinç, gözleyen” gibi terimlerle karşılaşırsınız.

Buna karşılık, sinir bilimleriyle ilgili bir akademik kitabı incelediğinizde,

kuantum mekaniğinin bahsettiği temel iddialardan hiç birini göremezsiniz. Örnek

mi? Bazı popüler fizik kitaplarındaki konu başlıklarına bir göz atalım: Roger

Penrose; “Kralın Yeni Usu” adlı eseri: beyin gerçekte neye benzer?, bilincin yeri

nerede?, ayrık beyin deneyleri, kör nokta, beyin faaliyetlerinde kuantum

mekaniğinin rolü var mıdır?, usun fiziği nerede yer alır? Diğer bir kitabında ise

(Büyük, Küçük ve İnsan Zihni); Fizik ve zihin, zihinsel etkinlik ve kuantum

mekaniği. Diğer tanınan fizikçi olan Paul Davies’in “Tanrı ve Yeni Fizik” adlı

eserinde, Özgür irade ve determinizm/zihin ve ruh/benlik... Bütün bunlara ilave

olarak, fizik alanında uzman bilim insanlarının kuantum mekaniği ve beyin

konusunda yazılmış bir çok kitabı vardır.

 

Oysa kuantum mekaniği maddeyi temel seviyede tanımlayan en büyük

teoridir. Ancak bazıları onun bundan daha fazlasını yaptığına da inanır. Bilincin

temelinde kuantum mekaniğini yerleştirirler. Kuantum mekaniği beyindeki

atomları anlamak için gereklidir. Aynı durum bir taşdaki atomları anlamak içinde

gereklidir. Ancak, taşın bilinci hakkında bir çıkarım yapılması gerekmez. Dolayısı

ile bilincin doğasını anlamadan fiziğin doğru başlangıç olup olmadığı sorusunu

gündeme getirmektedirler.

 

Stephen Hawking, biyoloji yaslarının kimya yasalarına ve kimya

yasalarınında fiziğin yasalarına indirgenebileceğine inanır. Hawking, DNA’nın

keşfedilmesini buna örnek olarak verir. Ancak, kuramsal fizikçilerin de bilinçten

söz etmesinden rahatsızlık duyduğunu belirtir. Beynin işleyişini açıklamak için

Schrödinger’in kedisi ya da kuantum kütle çekimine gerek olmadığını öne sürer.

Nesnel inidirgenme, mikrotübüllerdeki eşdurum ve Gödel teoreminin bilinç ve

farkındalığı anlamada kullanılmasına karşı çıkar. Kuantum mekaniğindeki dalga

fonksiyonunun nesnel indirgenmesine karşı çıkarak, fiziğin bilinç teorisi

hakkında anlatacak çok şeyi olduğunu reddeder. Fizik kuramlarının, bizim inşa

ettiğimiz matematik modellerden ibaret olduğunu, gerçeklikle ilişkisini aramanın

anlamsızlığına inanır.

21

Penrose’un bilinçle ilgili olan nesnel indirgemesine şiddetle karşı çıkar. Dalga fonksiyonunun nesnel indirgenmesinin, eşdurumdan çıkmanın bir çeşidi olduğunu ve nesnel indirgenmenin ne zaman olacağını ortaya koyan ayrıntılı bir hesaplama ortaya koyamadığımızı öne sürer. Nesnel indirgeme varsa bile çok zayıf bir etki olduğunu ve bu nedenle ortamla etkileşeceğinden, bunu ayırt etmenin imkansızlığından bahseder. Beynin çevresinden yeterince

yalıtılmış olmadığından, mikrotübüller içerisinde bir kuantum eşdurumunun

olmasının mümkün olmadığına dikkat çeker.

 

Diğer bilim insanları da, mikrotübüllerin ve Penrose’un nesnel

indirgenmesinin canlı davranışı için gerekli olmadığına örneklerle öne sürer.

E.Coli bakterisi tek hücrelidir ve sinir sistemi yoktur. Değişik davranışlar sergiler

ve bu davranışları kimyasal temellidir. Dolayısı ile bilinen kimyasal reaksiyonlarla

bilginin nasıl işleneceği, kuantum mekaniğine başvurmadan da açıklanabilir.

22

Her davranışın altında kuantum mekaniğini aramak bu nedenle doğru değildir.

Hawking, bilincin ölçülebilen nitelikleri olmadığını, dolayısı ile ölçülebilen

zeka hakkında konuşmanın daha doğru olduğunu, zekanın da bilgisayarlarda

taklid edilebileceğini, ancak henüz zamanının gelmediğini belirtir. Bütün bunlara

Penrose’un yanıtı; “Bazı insanların işine gelmiyor diye, doğru olduğuna

inandığım bir kanıtlamadan vazgeçemen. [...benim teorim] bütün yanıtları

vermese de, bilincin altında ne tür bir fizik yattığına dair önemli bir ipucu sunar.

[...] Mikrotübüller göründüğünden çok daha fazlasına sahiptirler. Bazılarınca bu

teori, ayrıntılı görülmese de, diğer modellerden çok daha ayrıntılıdır ve

deneylerle sınanabilir” şeklindedir.

 

Fizikçi Abner Shimony ise Roger Penrose’un zihinsel etkinliğin bilimsel

yolla incelenebileceği fikrine katılır ancak “yanlış tepeye tırmanmaya çalışmış bir

dağcı” olduğunu öne sürer. Penrose’da yanıt olarak; “Henüz doğru zirveye yönelik

esaslı bir girişimde bulunmadığını kabul eder. Ama, birine tırmanırsak ve onu

aşabilirsek, gerçek zirveye giden yolu dah iyi görebilmemiz mümkün olacaktır”

der. Penrose’a göre, zihinsel etkinlikte hiç bir bilgisayarın ulaşamayacağı bir taraf

vardır ve algoritmik değildir, yani bilgisayarların çalışma sisteminin dışındadır.

Zihinsel kavramların açık olarak fiziksel kavramlara inidirgenmesi mümkün

değildir. Şayet “zihin-bilinç”, fizik bedenin dışında kalan bir şey ise, ona ait bunca

özelliğin ne diye fiziksel bir beyne ait özelliklerle bu derece yakın bir birliktelik

sağladığını anlamanın güç olduğunu öne sürer.

 

Alwyn Scott (1996), kuantum teorisinin beyin ve bilinç arasındaki ilişkiyi

anlamada önemli rolü olduğu fikrine karşı çıkar. Ona göre, doğrusal olmayan

(non-lineer) klasik mekanik bilincin fiziksel temelini anlamak için yeterli ve daha

önemlidir. Beyni açıklamak için kuantum mekaniğini uygulamaktan ziyade

doğrusal olmayn fiziği uygulamanın yeterli olacağını ve zaten gerekli olanın da bu

olduğunu öne sürer. Scott’a göre “sıvı su temel olarak gaz hidrojen ve oksijenden

farklı değildir”. Bu farklılık kuantum alan teorisine göredir. Kuantum alan teorisi

genelde doğrusal olmayan alan eşitlikleridir ve daima belli istatistiksel değerler

için doğrusal dalga fonksiyonu denklemleridir. Doğrusal olmama, dalga

fonksiyonu denkleminin doğrusallığı ile engellenemez.

23

Kuantum mekaniğini kullanarak insan bilincini ve beyninin çalışmasını

açıklamaya çalışmak, Victor Stenger’e göre “yeni bir efsane ve modern

düşüncenin bir oyunudur”.

( Kaynak- kendi alıntıladığın yazı-Kuantum fiziği bilinci anlamak için gereklimidir ? )

 

Farkında olma kavramını, bizim gibi üzerinde düşünüp özgür irade ile karar verme gibi algıladığından kafana oturmuyor. Benim bu farkındalıktan kastım etkinin farkına varıp otomatik tepki. Hem bunu ben değil, senin Harun Yahyanın bilinçle ilgili alıntı yaptığı Fizikçi Penrose’un söylediğini daha önce söyledim. Bu bakımdan benim Harun Yahyadan ne farkım var ? Ama sen onun söylediğine inanıp benim söylediğime inanmıyorsun. Halbuki ikimizde Penrose’den fikir devşiriyoruz bu konuda değil mi ? Ama sen işine gelmeyen teorileri almadığın gibi, düşünürlerin, fizikçilerin işine gelmeyen fikirlerini de almama eğilimindesin.

 

:)

 

Bak instantkarma,

 

*******

 

Benim yerime karar verip şu fizikçiden şunu al, şu düşünürden bunu alma yerine alıntıladığın fikirleri objektif olarak karşılaştırmalı olarak harmanlayıp, doğru olana,doğru deme öz güvenini göster...

 

Harun Yahyadan alıntı yapmıyorum diyen birinin dürüstlük dersi vermeye kalkması :lol:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu çok saçma; baştan bir Kitap gönderip onu Kuran gibi korumaya alsaydı olmaz mıydı ? Daha öncekileri neden koruyamamış veya korumamış. Öyle yapsaydı da, o hesap anında gelecek '' bilmiyorduk gönderseydin '' gibi itirazları önlemiş olmaz mıydı ?

 

Şaçma olan bu düşüncen...

KUR'AN zaten bütün kitapların özeti.

Daha önceki Kitapların ve Peygamberlerin gerçek olduğu (bilinmesi) zaten yeter...

İnsan unutkan ve aynen 21, yüzyılda olduğu gibi iletişim çağında (her şey meydanda iken bile) araştırmayıp,üstelik ateist olabiliyorsa, vede var olan Kitaplar'a itiraz ediyorsa...

Hesap anında bilmiyorduk gönderseydin diyecek...

Ve; Fıtrat...

Ve; İmtihan... Niye var.

 

Kitaba itiraz başka bir konudur. Sorduğum soru, neden daha önceki kitaplar Kuran gibi allah tarafından korunmamış da, korunacak kitabın gönderilmesi için neden 610 yılı beklenmiştir. Korunacak bir tane kitabın insanlığın başlangıcında gönderilmesi çok mu mantıksız olurdu sence ?

 

Kendi inancını da yanlış biliyorsun. Bak Fethullah Gülen ne demiş :

 

Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar; yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz.

 

İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.

 

Yani; kulun ne yapacağını, nasıl davranacağını hem bilecek hem belirleyecek, hem de bir imtihandan, özgür iradeden bahsedecek. Al sana paradoks.

 

Bak yine atlamışsın ve anlayamamışsın alıntıladığın yazıdaki yeri instantkarma...

Neymiş;Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını.

Yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz.

Sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar.

İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar.

ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.

Şimdi; Kulun cüzi İradesi ile şeçtiği yolda başına geleçekleri bilmek Ezel ve ebed olan ALLAH c.c.

Zor değil kolaydır, bu itibarla Cennet var,Cehennem var,cüzi irade var (seçenekler) birde gönderilmiş uyarıcılar ve Kitaplar var...

Şeç,şeç al kaderini yaşa,değilmi instantkarma...

Burada bilmek ve belirlemek ALLAH c.c. Kolay,olayın özü bilinen ve belirlenene Kul'un cüzi iradesi ile ne karşılık verip İmtihanı kazanması...

Olay bu, şeç,şeç al...

 

(IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif)

 

:)

 

Şimdi, senin cümlen neydi bir hatırlayalım bakalım :

 

Müdahale; kulun özgür iradesi ile istemesi iledir. Bu istem ve yol, yollardaki “YAZGI” nın bilinmesi ise normaldir,yani ALLAH c.c. Ezel ve Ebed olması dolayısı ile her şeyi bilendir fakat bu bilme, ALLAH c.c Kulunu yaratmış ve bu kul Cehenneme gitsin değil özgür iradesi (cüzi) ile şeçtiğini istemesidir ve yaşamasıdır bunlarıda yaratan ALLAH c.c.dır.

 

Allahın müdahalesi kulun özgür iradesi ile istemesi ile oluyor diyorsun. Peki, Fethullah Gülen ne demiş, allah kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını bilir ve bir kenara yazar demiş ama müdahale eder dememiş. Yani onla aynı şeyi söylemiyorsun. ;)

 

Onun söylediği;

 

'' Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar ''

 

ifadesi ile

 

'' İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.''

 

ifadesi arasında fark yoktur ve ;

 

'' yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz ''

 

ifadesi ile ilk yazdıkları ile uyumlu, bir çelişki yok.

 

Ama, Allah tüm bunları biliyorsa o zaman kendi belirlememiş demektir ve sadece biliyor demektir.

 

Yani onla aynı şeyi söylememiştin.

 

Bu noktada, şimdi, sen bana allahın bunları nasıl bilebileceğini ve nasıl müdahale yapabileceğini mevcut bilimsel teorilere göre açıkla bakalım.

 

Madem bilim ile tanrıyı ispat etmeye soyunmuşsun, bunu da yapabilmelisin. Ama öyle, '' Allah bilir biz bilemeyiz '' gibi yan çizmelere girişmeden.

 

Ayrıca, sadece bilmekle kalmayıp, belirliyorsa, özgür iradenin ne anlamı kalır ?

 

Bunun da cevabını dürüstçe, konuyu kaynatmadan, çorba haline getirmeden isterim!

 

Haydi bakalım kolay gelsin.

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çok doğru...

Oluşumunu (İnsan) tesadüf,şans,gereklilik olarak bilip, gerçekler meydana çıktığında yapılacak tek şey olan; " ego tatmini"

için NE GÜNLERE KALDIK masalına sığınmak...

Kendilerini 19. yüzyıl durağan Evren modeli,İnsanın atası Maymun mutlu ve umutlu günlerinde zanneden, 21. yüzyıl bilgi çağında olduğunu farkedemeyenler,ancak böyle "NOSTALJİ VE İRONİ" yaparak teselli eder...

Geçti borun pazarı...

Ve; eski Çamlar bardak oldu...

 

(IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif)

 

:) 21.yüzyıl bilimini HY gibi yanlış anlayıp, yanlış yorumlamaktansa, 19.yüzyıl bilimini tam anlamak daha iyidir.

 

İnsanın atası Maymun mutlu ve umutlu günlerinde zanneden, 21. yüzyıl bilgi çağında olduğunu farkedemeyenler,ancak böyle "NOSTALJİ VE İRONİ" yaparak teselli eder...

Geçti borun pazarı...

Ve; eski Çamlar bardak oldu...

 

 

:) Madem Harun Yahyanın adını verdiği ve işine gelen sözlerini yazılarına alıntıladığı genetikçi Collinsi örnek gösteriyorsun onun aşağıdaki sözlerini de onaylıyor musun ?

Yes, evolution by descent from a common ancestor is clearly true. If there was any lingering doubt about the evidence from the fossil record, the study of DNA provides the strongest possible proof of our relatedness to all other living things.

 

Evet, ortak bir atadan türeyerek evrim açıkça doğrudur. Eğer, fosil kaydından gelen kanıtlar hakkında uzun zamandır herhangi bir şüphe var olsaydı, bütün diğer yaşayan şeylere bağlılığımızın en kuvvetli kanıtını DNA çalışmaları sağlardı.

 

Evolution is God's way of giving upgrades

 

(When asked, "What do you say to your fellow Christians who say, 'Evolution is just a theory, and I can't put that together with my idea of a creator God'?") "Well, evolution is a theory. It's a very compelling one. As somebody who studies DNA, the fact that we are 98.4 percent identical at the DNA level to a chimpanzee, it's pretty hard to ignore the fact that when I am studying a particular gene, I can go to the mouse and find it's the similar gene, and it's 90 percent the same. It's certainly compatible with the theory of evolution, although it will always be a theory that we cannot actually prove. I'm a theistic evolutionist. I take the view that God, in His wisdom, used evolution as His creative scheme. I don't see why that's such a bad idea. That's pretty amazingly creative on His part.

 

Evrim, Tanrının gelişmeleri mümkün yapan yöntemidir.

 

'' sen, ' evrim sadece bir teoridir ve yaratıcı bir Tanrı fikrim ile birlikte onu öne süremem ' diyen hristiyan kardeşlerine ne söylersin '' diye sorulduğunda, tamam, evrim bir teoridir. Bu çok zorlama bir teoridir. DNA üzerinde çalışan biri olarak, bir gen parçası ile çalışırken, gerçek olan, bizim, bir şempanzeyle DNA seviyesinde %98.4 aynı olduğumuzdur. ( İncelemek için ) Bir fareye geçebilirim ve farenin geniyle %90 aynı olduğumuzu bulabilirim, bu gerçeği yok saymak gerçekten zordur. Bu bilgiler, -tam olarak kanıtlayamamış olduğumuz bir teori olsa da-evrim teorisi ile kesinlikle uyumludur. Ben bir teistik evrimciyim. '' Tanrının, kendi zihninde, yaratıcı şema olarak yararlandığı evrim '' bakış açısını seçerim. Bunun neden kötü bir fikir olduğunu anlamıyorum. Bu onun yaptığı oldukça şaşırtıcı yaratımdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Madem Harun Yahyanın adını verdiği ve işine gelen sözlerini yazılarına alıntıladığı genetikçi Collinsi örnek gösteriyorsun onun aşağıdaki sözlerini de onaylıyor musun ?

 

 

Yazıp, alıntılayıp astığın yazıdaki bir sözünü bende buraya asayım;

 

tamam, evrim bir teoridir. Bu çok zorlama bir teoridir. ( Colins)

 

Ve;

 

 

gerçek olan, bizim, bir şempanzeyle DNA seviyesinde %98.4 aynı olduğumuzdur. ( İNCELEMEK İÇİN ) Bir fareye geçebilirim ve farenin geniyle %90 aynı olduğumuzu bulabilirim, bu gerçeği yok saymak gerçekten zordur. Bu bilgiler, -tam olarak

KANITLAYAMAMIŞ OLDUĞUMUZ BİR TEORİ OLSA'DA

 

 

Bu yazılanları es geçmek niyeki instantkarma...

Demekki " Colins "bile itiraf ediyor "EVRİM" teorisinin balon olduğunu...

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kitaba itiraz başka bir konudur. Sorduğum soru, neden daha önceki kitaplar Kuran gibi allah tarafından korunmamış da, korunacak kitabın gönderilmesi için neden 610 yılı beklenmiştir. Korunacak bir tane kitabın insanlığın başlangıcında gönderilmesi çok mu mantıksız olurdu sence ?

 

 

KUR'AN'dan önceki kitapların İsmi varmı var, Bu kitapları tebliğ eden Peygamberler gerçekmi, gerçek, nedir bunlar Hz Musa ve Tevrat. Hz Davut ve Zebur, Hz İsa ve İncil şimdi

buradan hareketle Kitapların varlığı (var olduğu) korunmuş olarak karşımızda ama İnsan'ın

Kutsal kitaplarda yaptığı tahrifat yine İnsan'ın imtihan olması dolayısı ile (cüzi iradesi ile) Kutsal kitapların korunmamış olduğu varsayımı geçerli değildir, bu itibarla İnsanlığın başlangıcında kitap gönderilip,gönderilmediği savı'da Hz Adem'in Peygamber olarak ve ilk İnsan olması dolayısı ile ALLAH c.c. In İnsanları ikaz ettiğinin bir belgesidir...

Şimdi; 610 yıl niye beklenmiştir iddiası, İnsanoğlunun var oluş serüveninde 610 yıl çok kısa bir süredir,bu itibarla Hz İsa ve İncil'in gerçekliğinde İnsanların bilerek isyan etmeleri ve imtihanda olmaları sebebi ile eğer ALLAH c.c. Müdahale etmiş olsa bu sefer'de ateistlerin her zaman yaptıkları gibi bir durum ortaya çıkar, “madem müdahale edilecekti niye imtihan var”

dolayısı ile Hz Kur'an ve Peygamberimiz (a.s.v) son Kitap, son Peygamberdir, ve Hiçbir kimsenin itirazıda geçerli değildir...

 

 

 

Bu noktada, şimdi, sen bana allahın bunları nasıl bilebileceğini ve nasıl müdahale yapabileceğini mevcut bilimsel teorilere göre açıkla bakalım.

 

Madem bilim ile tanrıyı ispat etmeye soyunmuşsun, bunu da yapabilmelisin. Ama öyle, '' Allah bilir biz bilemeyiz '' gibi yan çizmelere girişmeden.

 

Ayrıca, sadece bilmekle kalmayıp, belirliyorsa, özgür iradenin ne anlamı kalır ?

 

Bunun da cevabını dürüstçe, konuyu kaynatmadan, çorba haline getirmeden isterim!

 

Haydi bakalım kolay gelsin.

 

 

İnstantkarma,

soruna yine senin yazınla karşılık vereceğim;

 

 

Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir.

 

 

Şimdi; yukardaki yazın bir şeyin nasıl belirleneceğinin “bilimsel” kanıtı,yani geçmiş ve gelecek iç içe.

Mevcut bilimsel teoriler vasıtası ile takyon boyutunda her şeyin bilinebileceğini yazıp Big Bang'ın ispatladı üzere Evrenin tasarlanıp meydana getirildiği ve bu oluşum (big bang) neticesinde takyon ve benzeri maddelerin yaratıldığı,yaratılan madde'nin her şeyi bileceğini ama onu meydana getiren ALLAH c.c. Bilipte belirleyemeyeceği tam bir ABSÜRT iddiadır...

Şimdi; İnsan “bilinci” ile ve özgür iradesi ile (cüzi) takyonlar alemini keşfediyor biliyor, ve bu takyonlar aleminde ise her şey belirlenmiş vaziyette...

Şeç şeç al,kaderini yaşa...

Değilmi instantkarma.

 

:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yazıp, alıntılayıp astığın yazıdaki bir sözünü bende buraya asayım;

 

Bu yazılanları es geçmek niyeki instantkarma...

Demekki " Colins "bile itiraf ediyor "EVRİM" teorisinin balon olduğunu...

Sarıgöl insaf ya hu biraz insaf...

Koskoca cümleden bir küçük ifadeyi cımbızlamışsın;

Doğru düzgün de okumamışsın...

 

Kur'an-dan aynı biçimde alınıp eleştirildiğinde "cımbızlamayın" diye eleştirirsin!

 

Sağduyu, lütfen azıcık sağduyu ya hu!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.