Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

3skiya

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    93
  • Katılım

  • Son Ziyaret

3skiya tarafından postalanan herşey

  1. 3skiya doğum gününüz kutlu olsun!

  2. kainatı insan için yarattığını söyledin durdun. sonra da çekip gittin. bir daha haber alamadık senden. bin dört yüz sene önce gönderdiğin kitabının en sonuncu olduğunu söyledin ya. son kapıyı suratımıza kapadın resmen. kullarını cehalete, sefalete mahkum edebilmiş varlıksın sen. bravo. o gün, ne haliniz var görün dercesine dünyaya sırtını döndün. yazık değil mi onca emeğine? bugünün insanlarını o kitaplarda söylediklerine layık görebilmiş varlıksın sen. dalga mı geçiyorsun? şimdi açıp okusan sen de güleceksin o gün söylediklerine. ama unut gitsin. bugün yeni şeyler söylemen lazım. insanlara zerre kadar değer vermeyen varlıksın sen. sözünde durmadın. alacağın olsun. ademi cennetinden kovmuş kaprisli, alıngan bir varlıksın sen. pes. kimi nereden kovuyorsun? sonun başlangıcı oldu o hareketin, hiç hesapta yokken. sinirlenince insanlarla oyun oynarcasına felaketler yağdıran varlıksın sen. tutarlılık, ciddiyet yok sende. kendi kitabının son bin senede kat ettiğimiz zihinsel dönüşümün gerisinde kalmasına izin veren varlıksın. boynuz kulağı geçmedi, merak etme. silkelen kendine gel. yakışıyor mu sana, sen ki en mükemmel varlıksın, kitabının bugünün en mükemmeli olamaması? çok daha iyisini başarabilirsin. zeki ama tembel dedirtme kendine. kendi suretinde yarattın bizleri. bizler kadar kusur dolu. nasıl seyirci kalabiliyorsun kitabının bugünün en ileri bilgi düzeyini temsil etmemesine? hem sonra, alınan her nefesi kaydettiğin veri tabanını nasıl boşlarsın bir kalemde? iyi ile kötünün hesabı karıştı buralarda, hem de kaç zamandır. bir el atsan, sistemi güncellesen düzelecek. bu musun sen? kendini bu hallere düşürecek varlık mıydın sen iki bin sene önce? eski, güzel günler geride kaldı artık. o ihtişamından eser yok şimdi. o eski samimiyetine, yakınlığına ne oldu? neden küstün? bundan sonra neler olacağı hakkında hiçbir fikrin yok değil mi? bütün işaretler, bu projeden vazgeçtiğini gösteriyor. oğlun bile hesap sorduydu son nefesinde: baba, neden beni unuttun? yüzüne bakamadın değil mi yanına geldiğinde? çoktan kararını vermiştin zaten. havva ile birlikte fişimizi çekmiştin. her şey yarım yamalak kaldı. gururun, kibirin yüzünden insanlara söyleyemiyorsun, değil mi? şeytanın oyununa geldin. boşver onu. istediğini elde etti. daha fazlasında gözü yok. ipler hala senin elinde. sana güvenen insanları yarı yolda bıraktın. ama onlar ümitlerini kaybetmiş değil. nasıl tahammül edebiliyorsun herkesin kitaplarını tefe koyup dalga geçmesine? haklı olduklarını biliyorsun. ama bir geçsen şu tezgahın başına yeniden. her şey bambaşka olacak. seni hayal kırıklığına uğratan neydi? nedir seni böylesine derin bir bunalıma sokan, bir bilebilsek. bir açılsan, içini döksen... biz yabancı değiliz. sil baştan başlarız seninle birlikte, eski günlerin hatırına. bir kıvılcım yeter ama "yok"
  3. Ingilizce international bir dil oldugundan, Obama'da Türkce bilmediginden dolayi olmasin
  4. İşte Say'ın, Baykal'a yazdığı o mektup Müzisyen Fazıl Say seçimin hemen ertesi günü Deniz Baykal'a bir mektup yazdı.. İşte 'normal ve mutlu bir ülkede' yaşamak isteyen bir Türk sanatçının, bir aydının muhalefet partisinden bekledikleri.... DENİZ BAYKAL'A "MUZİK ÖRNEKLİ İKTİSAT" MEKTUBU Mustafa Kemal Atatürk,bugün bu saatte yaşıyor olsaydı, muhtemelen: "AKDENİZ'DEKİ ORDULAR!! İLK HEDEFİNİZ, ANADOLUDUR! İLERİ!!!"emrini verirdi... Ülkenin deniz kenarındaki hemen hemen bütün şehirleri AKP'nin elinden geri alındı dünkü seçimde... Ege, Akdeniz tamamen... Karadeniz'in ve Marmara'nın da çoğu... Büyük kısmı CHP de toplanarak... Batı Anadolu . (İzmir mesela) kilitlenmiş durumda... Ezici bir üstünlükle. Güneydoğu, Kürtler,... Çok haklı olarak DTP de karar kıldılar.. Onlarınki de ezici üstünlük... Orta ve Doğu Anadolu ve tabiki Ankara ve İstanbul'un milyonlarca nüfuslu varoşları , iktidar partisi AKP de... Bu da %39 demekmiş tam olarak... Ak Parti'yi zor bir 3 yil bekliyor.. Ama unutmayın: Tayyip Erdoğan usta bir liderdir.. En azından bu elindeki %39 u asla kaybetmiyecektir, ve siz gelip %39 dan fazlasını almadığınız sürece de biz burada boşuna dil döküyor olacağızdır... Ülkenin batısı Yunanistan doğusu Afganistan gibi... İnsanları da öyle... Atatürk:"Ben halkı niye dinleyeyim? Halk beni dinlesin!" diyen, cesur tip bir liderdi... Bu ama,"tarihe not düşen" büyük liderlerin uslubudur.. Kendisinden sonra öyle bir lider gelmedi... Büyük bir bağlama üstadı olan Arif Sağ'ın: "Ben sazımı ne dinleyeyim? Sazım beni dinlesin!" demesi gibi... Aynı şekilde,Arif Sağ'dan daha iyi bağlama çalan henüz yok... Ludwig van Beethoven ,sağırlığında bile bütün insanlığa kendini dinletmekte... Niye??? Deniz bey, " Toplanalım psikolojisi"nde size destek vermekteyiz... "Bölünmeyelim,ufalmayalım,ezilmeyelim, mahvolmayalım" psikolojisi... Ne sizin parti başkanlığınız, ne Kemal Kılıçdaroğlu'nun İstanbul liderliği , umurumuzda değildi ... Derdimiz endişelerimizdi... Ve onlar hala varlar... Kılıçdaroğlu'nun dürüstlüğü... Düşünün ki bir Sezen Aksu var, sürekli Tarkan ve Ajda Pekkan'ı eleştiriyor, "Kirli söylüyorlar" diyor(yolsuzluk yapıyorlar der gibi misali örnek), "dürüst değiller" diyor (playback yapar onlar der gibi keza) vesaire... Ama eninde sonunda halk da Sezen Aksu'ya soracaktır: "Peki ya sen ne yaptın?" diye... Biz de sadece beklemedeydik, Kılıçdaroğlu kazansaydı neler yapacaktı diye... Yöntemi ama: "Müthiş bir şey" değildi! Hem de hiç değildi... Zaten kazanamadı da... Yazık oldu, görmek isterdik, "gelse ne yapardı?"yı... Sayın Baykal, Eskişehir,Ordu ve İstanbul-Şişli'nin laik oy olmasına , ama seçim haritasındaki renginin farklı olmasına üzülmediniz mi siz?? Artık ne zaman Türkiye'nin sol-laik oy bölünmesinden kurtulacağız?? Ne zaman?? 1980'ler ve 90'lar da kaç kere fırsat tepildi bu sebepten???... Sırf bu bile "huzursuzluk"... hepimizde... Ben Eskişehirli olsam mesela : şehrimde mucizeler yaratmiş bir Büyükerşen'den asla vazgeçmem. Ama Türkiye genelinde DSP'nin %2 oy alacağını da bilerek... Hazin bu... Sorumlusu sizsiniz... Anadolu şehirlerinde ise endişeler iyice artmakta, Elazığ?? Sivas?? (Aşik Veysel'in Sivas'ı... uzun ince bir çıkmaz sokaktayım!! benim sadık yarim %2 CHP!!) laiklik tamamen unutulmuş durumda... Neden??? AKP'nin yoğun olduğu yerler özellikle... Kadınlarımız etekle dolaşamıyor, marketlerde bira bile satılmıyor, bilim ve sanat zaten yok... tarikatlar çoktan almış başını gitmiş, dinci siyaset başa geçmiş... Neden??? Neden karşı siyaset üretilmemiş??? Neden sahaya çıkılıp bu mücadele verilmemiş?? Neden?? Var mı iktisadi açılımlarınız?? bu şehirlerin insanlarına hitap etmek konusunda? Eğer yoksa, CHP'nin başına ,sizin yerinize, "iktisadi ve gercekçi fikirleri-projeleri olan" birisini istiyoruz. Açık ve net... Çünkü ülkemizin de, hayatlarımızında, en kritik , en belirleyici yıllarndayız... Varsa fikirler, ne ala , uygulamaya geçilmesini hemen isteriz... Deniz bey, Mevzubahis konusu olan şey yaklaşik 2o-3o milyon insanın endişeleridir.. Ve bu endişeler gerçekten ciddi boyuttadır... Bu şaka bir rakam değildir... 3o milyon : 3 kere Macaristan, 5 kere İsviçre 16 kere Estonya eder... Bu muhim bir güçtür... Ve bizler ,atılım görmek istiyoruz... Otekileşmekten kurtulmak, Ergenekon vs gibi paranoyalardan ve şeriat gibi travmalardan çıkmak , normal bir ülkede mutlu bir şekilde yaşamak istiyoruz... Türkiye'nin öteki yüzü de aynı şeyleri istiyor elbet... Var mı ikisini toparlayacak gerçekçi bir iktisadi fikir??? Piyano ile "Ney" fevkalade güzel beraber müzik yapabilir Deniz bey... Yeter ki beste iyi olsun... Ve buradaki iyiden kasıt , iki enstrumanı da cok iyi tanımaktan geçer... Piyano ile Ney beraber müzik yaparken, nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilmekten geçer... Ortaya bir ilk çıkabilir ve bu muhteşem olabilir... Varoşlar ??? Ordaki insanlar için ne yapacaksınız??? Su anda tamamen toplanmiş olan laik birlikten alacağınız destek ile büyük şehirlerimizin( adini bile duymamış olduğumuz semtlerinde yasayan ) yeni sahiplerine neler sunmak istiyorsunuz? Var mı "eğitim projeleri"niz?? İşsizliğe çözüm?? Kültür sanat projeleri?? Bunlara destek olacak "sivil toplum örgütleri"... ya da "sponsorlar" ??? O insanlara AKP'den daha fazla şey sunacak mısınız ??? bu 3 yıl içinde??? Güneydoğu'da oyunuz sıfır! Sıfır aslında iyi bir başlangıç noktasıdır... Tabi fikirler varsa... Kürtlere nasıl yardımcı olacaksınız? Kürt sorununa nasıl çözümler getireceksiniz??? Deniz bey, Bu mektubumu okuyan insanlar muhtemelen mektubun altına kendi sorularını da ekleyeceklerdir... Ve size sorulacak cok soru var.. Ama bir sey gerçek: Yapmak zorundasınız... Yapamıyorsanız da yerinizi en saygın bir şekilde bu işlerin üstesinden gelebilecegine inanan genç bir yeteneğe bırakın... Bizler uzun zamandır "inanç" görmedik.. Cok uzun zamandır... Seçim mitingleri sırasında,Tayyip Erdoğan'ın dil sürçmeleri sonucu çıkmış yanlış cümleleri üzerinde (kronometre ile tutmak zorunda kalmıştım) tam 52 dakika konuştunuz.. Sürekli bir "eşek" tartışması... Katır... At... İnek... Her mitingde... Kendimi haftalarca 3 yaş zekasının içinde buldum ve cok sinirlendim bu duruma... Size oy veren %24 bu zekanın çok üstünde. Bunları bilin isterim.. Bu yazımın altına muhtemelen yüzlerce kişi kendi eleştirilerini de yazacaktır... Hepsini okuyun... Size verilen %24 oy asla "size" değildi... Toplandik biz... Endişelerimizden ötürü... (Bu betimlememin kısmen haksız olduğunu biliyorum, burada belediye seçimleri söz konusu olan...Çok başarılı cok değerli belediye başkanlarınız da kazananlar arasındadır... Haksızlık yapmak istemezdim..Ama Antalya örneği , bu seçimin genel itibariyle mahalli değil siyasi oldugunun en güzel örneğidir.Senden benden daha laik ve şehrine cok güzel hizmetler hediye etmiş bir başkan idi Menderes Türel... ta ki , AK Parti'ye Antalyalıların şu ortamda daha fazla oy veremeyeceği asıl gerçek olandır...) Her zaman dostlukla... saygıyla içtenlikle
  5. Sn BrainSlapper.. Yani siz diyorsunuzki 2 cesit islam uygulamasi var.. Biri ürkütücü, zorla is gören, zulmeden vs..Yani 6. yüzyıl Arap islami.. Digeri ise ülkemize Mevlana, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi bilginler tarafindan yerlestirilmis daha humanist bir islam.. Sn Sn BrainSlapper size bu konuda önemli bir kac soru soracagim.. Asil islam Pir Sultan, Yunus Emre vs. gibi insanlarin yaymak istedigi islam olamaz mi? Yani söyle düsünün.. 6. yüzyilda bir sekilde (Pir Sultan, Yunus Emre vs. anlayisinda) islam & kuran ortaya cikiyor.. Sonrasinda kuran degistiriliyor, icine yukarda belirttigim gibi zulmeden, insanlari ayiran, zorlayici, korku sacan, recm uygulayan islam anlayisi ekleniyor.. Böyle birsey olamaz mi? Tamam suanki kurana bakarsak 6. yüzyilda uygulanan islam ortada ancak dedigim gibi kuranin yani islam anlayisinin sonradan degistirilmis oldugunu farzedersek 6. yüzyildaki islam belkide daha humanistti..Yaniliyor muyum? Yani (Su anki kurani icine almazsak) 6. yüzyildaki uygulanan islamin bizim bilginlerimiz tarafindan yayilan islamdan olmadigindan nasil eminsiniz?
  6. Sanirim siz insandan baska yaradanin olmadigini düsünüyorsunuz yani hersey insanda biter diyorsunuz, orasi tabi öyle, bütün bunlar insan beyninden cikmis, yaratilmis, yaradanida insan yaratmis, her insan kendi yaradanini olusturmus.. Bütün bu düsünceler birer iddiadir benim icin.. Ancak ben isin icine illaki bi yaradan katmiyorum sn. Dayi ben doga'yi bir tanri olarak görmüyorum, sadece insanlarida diger varliklar gibi doganin bir parcasi olarak görüyorum.. Daha ötesinide, en öncesinide, ne ben ne de baska biri, hic kimse bilmiyor..
  7. Surelerde öyle yaziyor diye onu sizin inandiginiz yaratici mi yapmis oluyor yani? Bende diyorumki bu doga'nin ta kendisidir, hadi sizin yaraticiniz günesi batidan dogursunda görelim o zaman? Bende tam bunu sordum ama hâla cevap vermediniz..Bu ayetler yaratici tarafindan peygamberinize gönderilirken yaninda miydiniz? Neden sadece onun dedigi dogrudur?
  8. Sn. Dayi bakiyorum tabi ancak doga'nin kendisinden baska bir yaradan göremiyorum.. Benim icin ne yaptiginin bir önemi yok zaten ancak inanclarinda onada bir cevap var mi diye soruyorum..
  9. Bir cevap gelmedi ama tekrar soruyorum; Bu yaratici dünyayi ve canlilari yaratmadan önce ne yapiyormus? Neden dünyayi yaratmaya karar vermis? Bu konu hakkinda acik bir bilgi göndermemis mi?
  10. Siz bana "ALLAH bu ayeti gönderirken yanındamıydınki,kızdığına ve öfkelendiğine karar verdin?" diyorsunuz, bir yazinin icinde yazarin kin, öfke, kiskanclik gibi hislerin oldugunu yaninda olmadan da anlayabiliriz degil mi? Bu yazilanlara baktigimizda 4/4'lük bi yaratici tarafindan yazilmadigini tesbit edebiliyoruz.. Ancak söylenilenleri kabul etmek icin ya yazilanlar insanin kafasinda soru isareti birakmayacak sekilde dogru olmali, 4/4'lük olmali, ya da o insana yaraticidan geldigi gözle görmeli degil mi? Iste ben size "peygamberinizin yaninda miydinizda bu ayetlerin yaraticidan geldigini kabul ediyorsunuz?" diyorum.. Kuran'daki yamukluk ve egrilikler icinde forumu iyice karistirmanizi tavsiye ederim..
  11. Sizin yaradicinizin nasil bir psikolojisi oldugu ayetlerden belli oluyor..Bana kalirsa bunlar 4/4lük bir yaradanin verecegi ögütler olamaz ama siz bunu iddia ettiginiz icin öyle diyorum.. Peki siz muhammed'e bu ayetler inerken yaninda miydiniz?
  12. Benim bildigim kilo almak icin Gain Fast diye bir ürün var..Internetten siparis edebilirsiniz..Protein tozu..Günde 2 defa (Gündüz spordan önce ve yatmadan önce) 3 ölcek tozu 500ml süte mixer yardimiyla karistirip iciyorsunuz veya yiyorsunuz..Tabi bunun yaninda düzenli spor yapmak ve günde en az 5 ögün düzenli yemek gerekir.. Kolay gelsin..
  13. Bu arada, doganin kanunlari benim var olmama neden oldugu icin varim..
  14. Gülüp geciyor mu? E bu ayet ne o zaman? ENBİYA SURESİ 29.ayet:İçlerinden her kim: "Ben O'ndan başka ilahım!" derse, Biz ona cehennemi ceza olarak veririz; zalimleri Biz böyle cezalandırırız
  15. Hayret, nedense dünyada o kadar insan varken hep araplarin lehine isler yapmis..Peki neden baska dünyalar hakkinda bilgi vermemis?
  16. Bir soru; Inandiginiz allah dünyayi yaratmadan önce nelerle mesgulmüs? Yolladigi bilgiler arasinda bu konuya yer vermemis mi?
  17. Bunda öfkelenecek bir durumun olmadiginida bilmesi lazimdi.. Ne kadar basit bir iradesi varmis.. Ben olsam gülüp gecerdim
  18. Eger varsa, sen, seni yaradanin karsisina ciktiginda, "aslinda inanmazdimda, cehennemde can cekismemeyi garantiye almak icin inanirmis gibi yaptim'' dersin.. "Ya varsa? En iyisi inanayimda hic yoktan yanmayayim bari" düsüncesiyle bir yönden onu kandirmaya calistigini anlayamayacak kadar saf mi bu yaradan?
  19. Yine mi.. Neden hep baskalarinin kendine allah demesini kiskaniyor bu yaradaniniz...?
  20. 3skiya

    "DAVOS"

    Bak simdi; Basbakan'in Davos'ta söylediklerini (parantez icinde olanlar), Basbakan'in sözcüsü Cemil Cicek'in dünkü aciklamasinin icine geciriyorum, bak bakalim nasil oluyor.. "...tekrar ifade etmek istiyorumki biz (plajlarda cocuk öldüren) Israil ile iliskilerimize önem veriyoruz. Ve (Öldürmeyi bilen) bu ülke ile iliskilerimizi korumak istiyoruz.." Iyi mi?
  21. Sevgi Üzerine Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış bu yazıyı. Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor. Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor: Sevgi üç türlüdür. Birincinin adı "Eğer" türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.. Birinci tür: "Eğer" türü sevgi Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Karşılık bekleyen sevgi. Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin? diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı. İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor Masumi Toyotome. İlginç değil mi? İkinci tür: "Çünkü" türü sevgi Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki. Yazar, Çünkü türü sevginin Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün Eğer türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome. Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi; acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişana bozup onu terk etmiş. Daha acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş... Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor. Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? Ve işte sevgilerin en gerçeği: Üçüncü tür sevgi: "Rağmen" Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? Eğer türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, Bir şey olmasına rağmen sevilir. Güzelliğe bakar mısınız? Rağmen sevgi. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına Rağmen sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen tapar. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olursunuz? Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. Şu soruma cevap verin diyor. Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz miydiniz? Devam ediyor Toyotome: Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatinizi nasıl yaşardınız? diye soruyor ve yanıtlıyor: Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar. Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor Rağmen sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni Rağmen türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır. Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok? diye açıklıyor. Anlatıyor: Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda. DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR. Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı? Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz? Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? Ve siz onu hiç kokladınız mı? Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı? Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız? Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz? Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? Çimlere uzandığınız oldu mu? Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? Hiç taş kaydırdınız mı bu yıl? Kaç kez kuşlara yem attınız? Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı? Kaç kez mektup aldınız bu yıl? Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? Kimseyle barıştınız mı bu yıl? Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez fark ettiniz bu yıl? İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şey"e bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü? Düşünün... Yayılın çimenlerin üzerine... Acele edin.... Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize...
  22. 3skiya

    Yeni Türk Kültürü..

    Kültür, siyaset dahil her şeyi belirler. Bir ülkenin kültürü neyse, lideri de ona uygun olur. Elbette ülkelerin kültürü zaman içinde değişikliğe uğrar, farklılıklar gösterir. Mesela Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmanın ezikliğini yaşayan Almanya'nın ruhuna hitap eden lider Adolf Hitler'di. Ama İkinci Savaş felaketinden sonra Willy Brandt gibi sol entelektüel liderleri başa getirdi. Çünkü ülkenin kültürü ve ruhu değişmişti. *** Türkiye kültür değişiminin en çarpıcı örneklerinin yaşandığı bir ülkedir. Yüz yıl önceki kültürümüzle hiçbir ilgimizin kalmadığını söylesem inanması zor gelir ama doğrudur. Türklerin, dünyada kendilerini temsil ettiğine inandıkları döner kebap ve göbek dansı, yüz yıl öncenin Türkiye'sinde hiç bilinmeyen şeylerdi. Ne sarayda vardı bunlar, ne de halkta. Ama değişen kültür, göbek dansını ve döner kebabı Türkiye'nin sembolleri haline getirdi. *** Siyasi liderler açısından da durum böyledir. Son Halife Abdülmecit resim yapan, piyano çalan bir aristokrattı. O dönemin siyasi figürleri, yoksul ailelerde doğmuş olsalar bile kendilerini geliştirmiş, lisan öğrenmiş kişilerdi. Cumhuriyetin liderlerine bakalım: Mustafa Kemal binlerce kitap okumuş, büyük çabalarla Fransızca öğrenmiş, edebiyat üzerine yazılar yazmış bir liderdi ve her görüşmede İngiltere Kralı Edward dahil olmak üzere Batılı liderleri kendisine hayran bırakan bir zarafete sahipti. İsmet Paşa da öyleydi. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu gibi siyasetçiler de efendiliği değer olarak kabul eden bir eğitime ve geleneğe sahiptiler. Çünkü o dönemin Türkiye'sinde efendilik, kibarlık, zarafet gibi kavramlar, bir değer ölçüsüydü. Anneler çocuklarını oğlum ne ayıp şey. Büyük gelince ayağa kalkacaksın, bir şey verilince teşekkür edeceksin vs. gibi öğütlerle yetiştirirlerdi. Zaman değişti. Nüfus çok arttı; köylerden kentlere büyük bir akın oldu ve sonuçta ne köy ne kent değerleriyle bütünleşmiş, boşlukta sallanan elli milyon kişi ülkenin zevkini, eğlencesini, mutfağını, davranış biçimlerini belirler oldu. Bu yeni kültürün neye benzediğini hepimiz biliyoruz. Televizyonları açıp, en çok seyredilen programlara bir gece bakmak bile bu yeni kültürü anlamak için yeterli. Yeni Türk kültürünün en belirgin özelliklerinden birisi de kabadayı erkekler. Bu halk her gece; kodu mu oturtan, bileği kuvvetli, yan bakana bir tane çakan delikanlılara bayılmıyor mu? Bayılıyor. Kurtar Vadisi'ndeki öfkeli, adamı gözleriyle öldürmek isteyen tipleri kahraman olarak sevmiyor mu? Seviyor. Eeeee? Neyi merak ediyorsunuz ki. Bu halk elbette Abdülmecit Efendi'leri, Mustafa Kemal'leri hatta Adnan Menderes'leri lider seçecek değil. Kendisine en çok benzeyen insanı, şaşmaz bir biçimde buluyor. Demokrasi var memlekette. Zülfü Livaneli - Vatan
  23. Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla: - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu. - Hayır çikolata parası lazım! Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü. - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz? - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı. - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız? - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim. - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın? - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum. - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla. - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever. Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü. - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı. - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım. Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi. - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına. - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban? - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar. - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ? - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim. - Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun. - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı. - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin. - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem. - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan. - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur? - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur. - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ? - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor. - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir? - Küçük kızı severek. - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ? - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin. - Nasıl yani ? - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi? - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim. - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz. - Hiç kavga etmezmisiniz siz? - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana. - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda. - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler. - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum. - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin. - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum. - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı. - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı. - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi. - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi. Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu. - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. İnci hiç konuşmadı. - Sorsana "niye" diye. İnci kızgın kızgın: - Niye? Diye sordu. - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı. - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım. - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. - Özür dilerim seni kırdığım için. Sonra Bülent yere diz çöktü. - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme. - Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı. - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi. Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü. Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.
  24. Sizi seven bir insanin (aranizda iliski olmasada) sabah aksam sürekli aramasi, mesajlar atmasi, üzerinize düsmesi sizi sıkar mı ? Yoksa hosunuza mi gider? Yani bu durum normal midir yoksa abartili mi?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.