Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Genç Olsaydım Dağa Çıkardım


By_Demokrat

Önerilen İletiler

PKK, tamda bu noktada ortaya çıkmaya başladı

tamda burdan büyümeye başladı.

İnsanı dağa çıkarttıracak işkenceler yaşandı

Diyarbakır Askeri Cezaevinde...

 

Felat Cemiloğlu'nun Diyarbakır zındanını Hasan Cemal'e anlatımı

 

Anlatmaya basladı;

"Hapishaneden kurtulduğum zaman genç olsaydım, dağa çıkardım."

 

Dinledikçe içim acidi.

"Adim, Felat Cerniloglu. 1928 Diyarbakir dogumluyum.

1982 yilinda Diyarbakir K Tipi Askeri Cezaevî'nin 33 No'lu kogusunda yasadiklarim cehennemdi.

Ben sekiz yasindayken, 1936'da bütün Cemiloglu ailesi ve damatlari, iskân Kanunu uyarinca degisik illere, Ordu'ya, Giresun'a, Samsun'a, Kastamonu'ya, Sinop'a, Lüleburgaz'a, Kirklareli`ne Edirne'ye, Konya'ya, Denizli'ye sürülmüsler. Bizim aileye Onlu düsmüs. Ben ilk ve ortaokulu Ordu'da okudum. Lise olmadigi için 1944'te istanbul'a, Haydarpasa Lisesi'ne yatili gönderildim. Ordu'ya sürgün gidince bizim aileye bir ev ile bir findik bahçesi verilmis borçlandirma karsiliginda,..

 

Elli dört yasindayken, 21 mayis 1982'de gözaltina alindim.

 

Su ve pislikleri hücrelerin önündeki genis koridora yaydiktan sonra, daha gerideki bir hücreye tekrar toplanmamin istendi. Bunlan yaparken bir taraftan coplaniyor, bir taraftan da 'Son sayi üç!' deyip, sayincaya kadar bitirmemiz isteniyordu.

 

Bu 'Son sayi üç' enirinin sonradan her iste kullanildigini gördük. 'Son sayi üç' dedikten sonra hemen 'Bir, iki.. `deyip arkasindan 'Iki on bes... iki otuz ' diye yavas yavas sayiyorlardi. Her seferinde yapilacak is daha bitmeden `lki kirk bes.,. Üç`deyip saymayi bitiliyorlardi. Tabiî emri zamaninda yerine getiremedigin içinde ceza hemen geliyordu. Bu 'Son sayi üç' emrinin tatbik edilmedigi hiçbir animiz yoktu, Içtimada, yemekle, tuvalette, bulasik-

 

ta, velhasil her yerde bu emirle is yapiyorduk.

 

Pis suyu, içinde yüzen ********* birlikte istedikleri hücreye doldurduktan sonra, bu hücrenin esigi yüksekliginde bir göl meydana geldi.

 

Bu suyla yikanmamiz emredildi.

 

******* birlikte avuçlayarak basimizdan itibaren bu suyla yikandik.

 

Müteakiben hepimiz koridorda diz çökerek baslarimizi birbirimize yaklastirdiktan sonra üstümüze bir iki bidon su döktüler. Böylelikle sözde temizlenmis olduk ve l No' lu hücremize konulduk, l No'lu hücre kogus kapisinin girisindeydi. içeriye her komutan (gardiyanlara komutan denirdi) girisinde,

 

tekmil vermemiz emredilmisti. 'Birinci kat, l No'lu hücre ......

 

mevcuduyla emir ve görüslerinize hazirdir komutaninim!`demek lazimdi. Komutan diger hücrelerin önünden geçerken de her hücre numarasina göre ayni tekmili verirdi. Hemen hemen her tekmilden sonra, ya geç tekmil vermekten, ya yanlis ya da yüksek sesle verilmedigi için ceza almak muhakkakti.

 

Hücredeki cezada, parmakliktan eller disan çikartilir, cop, haydar veya 'kuzuyla vurulurdu. 'Haydar', Haydar isimli bir tegmenin adindan kaynaklanan bir sopaydi ve bir baska adi da `be-seonkalas' ti. Kuzu ise yuvarlak kavak agacindan yapma bir sopaydi. Copla dövülürsen sansliydin, zira az acitirdi. 'Dayak vaziyeti al` diye bagirildi mi, iki elinin avuçlarini açar öne uzatirdin. Ceza için en geçerli bahaneleri tekmil verilirken yeterince can-, li olmamakti. Ne kadar yüksek sesle tekmil verilirse verilsin, sesin az çiktigi veya topuk sesinin iyi olmadigi bahane edilir ve kar-siliginda ceza verilirdi. Bu cezalar yalniz hatayi yapanla sinirli kalmayip bütün hücredekilere tatbik edilmekteydi. Cezada esitlige lam riayetti bunun adi...

 

Ilk günlerde dikkatimi çeken bir husus da suydu: Coplanirken yalvaran ve sizlananlara bu yüzden, sesi çikmayanlara da ses çikarmadiklari için ceza aynen tatbik edilirdi. Sizlanmanin faydasi olmadigini gördükten sonra sekiz ay hep sikâyetçi olmadigim için dayak yedim. Hücreye konuldugum 12 haziran 1982' den sonra istiklal Marsi'nin, 'Gençlige Hitabe' nin ve `Andi-miz` maislanin tamamim ögrenmeden koguslara giremeyecegimiz söylendi.

 

Hücrelerde sabah 5. 30' da mesai baslardi.

 

Üst kat hücrelerinden birinden bu marslarin her kelimesi bir kisi tarafindan tek tek söylenir, bütün hücreler bunu tekrar ederdik. Marslarin çok yüksek sesle ve canli söylenmesi sartti. Bu canli söylemenin sekline hükmetmek komutanlarin keyfine bagliydi. Ne kadar canli söylerseniz söyleyin, begenilmemek muhakkakti ve arkadan da cezasi hazirdi tabiî.

 

Marslardan sonra öglen 12'ye kadar bütün hücrelerde hayat, 'hazir ol' durumunda ayakta, yine yukan hücrelerden birinin tek tek söyledigi ve hücrelerin hepsinin tekrarladigi marslarla devam ederdi- 12'de sabah mesaisinin bitiminde tekrar 'istiklal Marsi', 'Gençlige Hitabe1 ve 'Andimiz' aym sekilde tek tek okunurdu. 12. 00-13. 30 arasi yemek ve tatil dönemiydi. 13. 30'da tekrar üç marsla Ögleden Sötira mesaisi baslardi. Esas durusta ve marslarla 18. 30'a kadar devam eder, mesai tekrar üç mars söylenerek bitirilirdi.

 

20, 30 da yatmak mecburiydi.

 

Hücrede, elinizde getirdiginiz posetler içindeki esyanizdan baska yastik, yatak, yorgan, battaniye gibi seyler yoktu. Posetler ekseriya yastik olarak kullanilirdi. Gece eger tuvalet kapisinin Önünde yatmamis isek, kendimizi çok mutlu hissederdik. Tutuklularin birbirlerine isimleriyle hitap etme mecburiyetleri vardi, Abi, amca, bey vs. diye hitap yasakti. Hücreye beraber kondugumuz Dicleli çocuk takriben on bes yasindaydi. Ben elli üç yasin-. daydun, Hilvanli Hamit Gerger altmis, Bedii Tan elli civarindaydi. Bu çocugun bize Hamit, Felat, Bedii diye hitap etmesini evvela çok yadirgamis, sonra alismistim.

 

Hücrede verilen yemekler için fazla bir sey söylemeye lüzu görmüyorum- Hakaret ve eziyet yaninda yemek verilip verilme inesi benini için önemini kaybetmisti. Yemek dörtlü birlesik madenî kaplarda verilirdi. Dört bes kisiye verilen yemek ve ekmek bir kisinin dahi doymayacagi kadardi. Yemekten ziyade su prob lem oluyordu. Her hücrenin önüne birer bidon su konulurdu. Bi sudan ancak komutanin emriyle içilebilirdi. Bu da sadece yemek saatlerinde mümkündü.

 

Mesai saatlerinde, yani 5. 30-12. 30 ve 13. 30-18. 30 arasinda içmek ve içmek için izin istemek de katiyen yasakti. Yemek saatle-rindeyse içilecek su nüktarini komutan tayin ederdi. Hücrelerde sigara içmek tamamen yasaklanmisti. Zaten hücreye girerken herkesin sigaralari alinmisti. Hücre içindeki tuvalette su akmadigi, disaridan da su verilmedigi için temizlenme imkâni yoktu.

 

l No'lu hücrede üç dört gün geçirdikten sonra bizi daha ortalarda bir hücreye aldilar. Orada da dört kisi vardi. Hücrede sekiz dokuz kisi olduk. Verilen yemek ve su miktarinda bir degisiklik olmuyordu. Yani dört kisiye verdikleri kadar yemek sekiz dokuz kisiye veriliyordu. Yemekleri karavanayla tutuklulardan iki kisi dagitiyordu. Yemek dagitanlara kaç hücreye dagitilacagi söylenmeden her hücreye esit dagitmalari emrediliyordu. Dagitim sonunda yemek artarsa da, eksik kalirsa da, esit dagitmadiklari gerekçesiyle ceza görüyorlardi. Müteakip yemek dagitiminda ayn iki tutuklu vazifelendiriliyor, tabiî onlar da ayin akibete ugruyor ve böylelikle bütün hücredekiler dagiticilardan dolayi cezadan nasiplerini aliyorlardi.

 

Ve komutanlar, '****** çocuktan, bir yemek dagitmasini bile beceremiyorsiimiz, bir de devlet kurmaya kalkisiyorsunuz' diye azarliyorlardi.

 

Hücredeki yedi sekizinci gece, saat iki sulan.

 

Cop, sopa sesleri ve feryatlarla uyandik. Sanki yüzlerce kisi dayak yiyor gibi geldi bize. Ve biz hücrelerin basildigi, siranin bize gelecegi endisesine kapildigimiz sirada, hücrelerimizi açip esyalarimizla birlikle 'son sayi üçle çikmamiz emredildi. Sirtlaniniz coplanarak bir üst kattaki-hücrelerden birine tikildik. Yerlerimize disaridan yedi sekiz kisi yine döviile dövülc getirilip yerlestirildi. 3u dayak ve yerlestirme isi bir iki saat sürdü. Bir üst kattaki hücrede sabahleyin on sekiz kisi oldugumuzu saydik. Hücremizde artik aincak yan yana ayakta durabilecek kadar yer vardi.

 

Mesai ayni sekilde devam ediyordu. Marslari ayakta söylerken, bir kismimiz da yatak için yapilmis beton kisimda duruyorduk.

 

Yemek ve su dagitiminda, hücreler arasindaki esitlik ve mesailer normal devam ediyordu. On sekiz kisi olmamiza ragmen gece yatmamiz bir sorun olmadi. Artik o kadar yorgunduk ki, 20, 30 oldugu-zaman açlik, susuzluk, yorgunluk, gündüz yenilen coplanil esiriyle uyumuyor, bayiliyorduk. On sekiz kisinin ayakta zor sig-igiyerde on sekiz kisi yatiyorduk.

 

Hücre arkasindaki tuvalete de üç dört kisi isabet ediyordu.

 

Hücrede herkesin yalniz basi üstte gibiydi. Bir kisinin üstünde üç dört kisinin bacaktan, kollan, vücudunun bir kismina isabet ediyordu. Artik yastik derdi kalmamisti. Baslar muhakkak diger birisinin vücudunu yastik gibi kullaniyordu,

 

Hücrede komutanlarin dayagina, hakaretine, yorgunluga, açliga, sigarasizliga artik alismistik. Eli marslari da az çok Ögrenmistik. Koguslara intikalimizi dört gözle bekliyorduk. Koguslarda yatak oldugu, gezinilebildigi söyleniyordu. Üç mars için imtihan yapildiktan sonra koguslara gidebilecegimiz, ikinci defa gelen tecrübeli arkadaslardan biri tarafindan söylendi. Bu gibi hususlarda komutanlarimiz bir izahat vermedikleri gibi, onlarla konusmak ve bir sey sormak, hatta istemek de yasakti.

 

Bu arada hesapta olmayan bir seyle karsilastik. Geldigimiz günden beri Co isimli ******* devamli muhataptik. Mesela sirayla Co'ya tekmil verdiriyorlardi. Co'nun karsisinda, 'Felat Ce-miloglu, Diyarbakir, emret komutaninim tekmilini çok yüksek sesle ve tupuk sesiyle veriyorduk, Co, tekmili begenmezse havliyordu. Ve Co'yu memnun edemedigimiz için cezalandiriliyorduk, iste bu Co, marslar söylenirken bizi kontrole gelmis ve marslari canli söylemedigimiz için ******* komutanlarimizi haberdar etmis, onun için de mars imtihanlarimiz üç gün tehir edilmisti. Hücrede üç gün daim kalacagimiz söylendi. Müteakip üç gün Co'yu kizdirmayacak davranislarda bulanmaya çalistik.

 

Bu arada mesai sirasinda bazen bir kismimizi hücre önündeki talim yerine çikarip, ya talim yaptiriyorlar ya da birbirimize dayak attirarak bizimle alay ediyorlardi. Böyle bir günde ürfali bir baba ogulla epey eglendiler. Baba altmis bes yaslarinda, 1, 90 boyundaydi. Oglu, yirmi bes-otuz yaslarinda ve babasnidan daha iri ve cüsseliydi.

 

Evvela oglunu babasina tokatlattilar.

 

Yavas tokat vurdugu için hem ogul hem baba coplaniyordu, Bes on denemeden sonra ogulun babaya vurdugu siddetli tokatlan begenmediler Bu kere ogulu babanin sirtina bindirdiler. Bir taraftan babayi topluyor, daiia hizli kosmasi için zorluyorlardi. Ogul babasinin sirtindan indikten sonra aglamaya basladi.

 

Girdigimiz sirada hepimize aglamanin, inlemenin, özellikle gül menin yasak oldugu 5 No' luda'vatan ********* bunlarin hiçbirine hakki olmadigi hepimize söylenmisti. Eta bayla ogul arasindaki bu tatbikatta hücredeki bazi tutuklular si nlims, bazilari suratlarim asmis ve ogul da aglamisti.

 

Emirlere itaat edilmedigi için bütün hücreler cezalandirildi:

 

'Birinci Hücre, ikinci Hücre, dayak vaziyeti al!' Bu komutla herkes iki elini üst üste koyarak hücre parmakligindan disari çikarip nasibi kadar copu yedikten sonra yerini ayni hücredeki ikinci siraya birakiyordu. 'Dayak vaziyeti al!' komutundan sonra tekmil verilerek eller birbirinin üzerinde öne uzatilirdi. Komutanin her vurusundan sonra: 'Emret komutanim!' demeye mecburduk, Hücrede onuncu günümüz doldugunda 'IstiklaJ Marsi1, 'Türk Gençligine Hitabe' ve 'Andimiz` marslarinda blok çavusuyla birlikte iki üç gardiyan bizi imtihan etti. Tam bilenler dahi stres içinde söylerken sasirdiklari oluyordu. Bu sasirmalar karsisinda küfür ve coplanmalardan sonra 21 haziran 1982 günü ögleden sonra koguslara gönderilmek üzere hücrelerden çikarildik. Hücre önündeki boslukta toplandik.

 

Ben ayni kogusa düsebilmek için Bedii Tan' a yaklasmaya çalistim. Ellerimiz yanlara yapisik, baslarimiz önde, etrafa bakmadan bana çok uzun gelen koridorlardan geçtikten sonra, yine bir koridorda kogus gardiyanlarina teslim edildik. ********** Esyalarimiz tek tek arandi. Ondan sonra da yüzlerimiz duvara döndürüldü, emir verildi: 'DomaJ!'

 

Hepimizin mabatlari kontrol edildi.

 

Tabiî kimsede bir sey bulunmadi. Bulunmasi ihtimali de yoktu. Sorusturmadan, gözaltindan, hücreden gelmis, zaten defalarca kontrol edilmistik.

 

Kogusa girerken sirayla hepimiz coplandik. Kirk-kirk bes kisiydik. Bu arada herkesin ayni kogusa gidecegini, bu kogusun 'cezali bir kogus' oldugunu, bu yüzden sansimiz olmadigini söylediler. Ve bu kogusun ceza sebebini ögrenmeye çalismanin yasak oldugunu, bize de zaten kimsenin söylemeyecegini eklediler.

 

Kogusa girerken ismini sonradan ögrendigim Mehmet Emin Kardes'e gözleri ilisti. Meger Mehmet Emin'in 5 Nolu'ya ikinci ge-hsiymis. ikinci gelenlere çok kiziyorlardi. Sebep olarak da 'Birinci sefer demek ki ders almamis`1 diyorlardi. Mehmet Emin'i, cop, haydar ve kuzuyla hemen hemen bayiltincaya kadar dövdüler. Aksam karanligi basligi sirada cezali 33 No'lu kogusa ginük. Ko-

 

Sun bütün camlan kapali ve kirmiziya boyanmis ve de ortasina ay-yildiz çizilmis oldugu için kogus çok lostu. Kogus, sonradan söylendigine göre atölye olarak yapilmisti. Epey büyüktü. Kapi gi~

 

risindeki kisim bostu. Ortada, herhalde sonradan yapildigi için, yüksekçe üç tane kapisiz tuvalet vardi. Tuvaletin Önüne rastlayan ranzalar iki katli, pencere tarafina rastlayanlarsa üç katliydi.

 

Içeri girdigimizde elli kisi kadar bir kalabalik duvar dibinde, üçlü sira halinde içtimadaydi. Ortadaki, soluk benizli iki kisi, sanki mumyadan yapilmislar intibaini veriyorlardi. Yalniz çaki gibiydiler. Her emirden sonra tekmil verip, topuklari üstünde dönerek söyleneni yaptiktan sonra tekrar geliyor, avazlari çiktigi kadar bagirarak tekmil veriyorlardi. Bunlarin kogus sorumlulari Ekrem Dal, Selim Dindar ve Fahri Tunç olduklarini sonradan ögrendim. Sorumlulara, 'kirk tane mal' getirdiklerini, ranzalarda degil talim yerinde yerde yatirilmamiz gerektigini, ihtiyar saydiklari on kisiyi ayinp geri kalanlara iki gün yemek verilmeyecegini söylediler. Bun yemek verilmeyecek gruba dahil edildim.

 

O gece kogus sorumlulari ellerinde yazili on dört-on bes maddeden ibaret kogus talimatini bize okudular. Ve bunlara riayet etmek mecburiyetinde oldugumuzu, hatalarin cezasiz, kalmayacagini söylediler. Bu kogus talimatnamesi günde dört- bes kere anlatiliyor ve tatbikatlari yapiliyordu.

 

Talimattan hatirimda kalanlar sunlar:

 

(1) Kogusta konusmak yasakli. (2) Kogus içinde dolasirkein eller iki yanda yapisik gezilecekti. (3) Komutanla konusmak, bir sey istemek yasakli, (4) Kogus sorumlulari dahil her çagrilan canli tekmil verecekti. (5) Sabah 5, 30 ' da herkes uyanmis, 20. 30'da yatmis olacakti, (6) Yatislar sirtüstü ve nizamî olacak, esas durus uykuda dahil bozulmayacakti. (Üst ranzada yatiyorsan, kurtulus yok, isik gözünün içindeydi. (7) Aksam 7. 30'dan sonra tuvalde gitmek yasakti. (8) Görüsmelere on iki kisilik postalar halinde gidilecek, kapidan tekmil verilerek, sayi sayilarak çikilacakti. ( `stiklal Marsi`, 'Gençlige Hitabe', 'Andimiz' ve bunlardan gayri kirk alti mars Ögrenilecekti.

 

Bu marslardan bugün isimleri hatirimda kalanlar arasindaki

 

Tarihi Çevir' marsi otuz bes dakika sürerdi. Sonra 'Neslin Dede, Ceddin Baba` adini tasiyan bir mars vardi söyledigimiz, Marslai yüksek sesle, hareket halinde, dizler karina dogru çekilerek söylenirdi, iler kogus ayni anda ayni bir mars söylerdi her gün her saat, havalandirma dahil... Bu delirtici, çildirtici hir seydi.

 

Ilk ve müteakip yirmi gün rarizalardaki yataklarin bos olmasi na ragmen yerde, beton üstünde yattik,. Ilk gece beton üstünde olmamiza ragmen, ayaklarimizi uzatarak yatabildigim için çok mesuttum. ilk üç gece üstümüze su döküyorlardi, bidonlarla su..

 

Dümdüz, yüzüstü, kipirdamadan yatiyorsun. Tani üç gün boyunca. Kimildamak yok! Tuvalete gitmek yok!

 

Önümüzdeki insanin *******... Sicak olurdu, ellerimizi isitirdi, hatta birazcik isinacagimiz için sevinirdik *******

 

Kogustaki hayatimizin günlük programi: Sabah kalkis 5. 30; tras, tuvalet., Sabun yoktur. Dogru dürüst su akmaz. Bir haftaligina iki kisiye bir adet permasarp verilir. Kahvalti 5. 30- 6, 30; 6. 30-12-00 içtima, sayim, egitim; 12. 00-13. 30 öglen yemegi, istirahat; 13. 30-18, 00-19, 00 egitini; 18-19-20. 30 içtima, sayim; 20. 30 'Kaybol!' komutuyla yatma zamani... Haftada bir, on günde bir havalandirmaya çikarsin... Yemek duayla ballar

 

'Bismillahirrahmanirrahim. Allahimiz'a hanidolsun. Ordu millet varolsun. Vatan hainleri kahrolsun!'

 

Yemek gelir Önüne konulur, ayakta hazir olda dua okunur. Ama yine el süremezsin yemege. Önce komutanin 'Afiyet olsun P demesi lazim ki yemeye baslayabilesin. Öyle beklersin hazir olda. Bazen komutan çeker gider, afiyet olsun demeden, ün bes, yirmi, yirmi bes dakika, yemek önünde, sen hazir olda beklersin. Sonra gelir komutan, 'Getirin yemekleri ` der ve hepsini döktürür, 'Simdi sikimi yiyin !` der ve gider

 

Mahkemeye gidis gelisler baska âlemdi. "

 

O tarihte kogus sorumlusu olan Vasif Kahraman söyle anlatir mahkeme faslim:

 

"Eller arkadan kelepçelenir Kelepçelerin içinden bir zincir geçer Yetmis ****en kisi zincirli. Biri düstü mü, herkes düser yere. Ve herkes dayak yer. Mahkemede, sirada oturuyorsun. Asker gözünün içine bakar. Çünkü senin gözün hiç kipirdamayacak. Avukatina biie bakaiuazsin, yasak! Benim avukat, var im, yok mu, bazen anlamazdim- Gözün kaydi mi,. tekmil vermek zorundasin hapishaneye döndügünde: 'Vasif Kahraman, Diyarbakir, emret komutanim, vukuatim vardir komutaminim!` '"Dayak vaziyeti al!'

 

Haftada 2 bin lira para gelmesine izin verirler. Bir baskasindan 2 bin fazla geldi nü o hafta, yanarsin. Yani para örgütten mi geldi kuskusu.,.

 

Ve dayak!

 

Korkardik, kimseden ekstra para gelmesin dîye dua ederdik.

 

Yatmadan sonra bütün-kogustakiler sirayla ikiser saat kogus nöbeti tutarlardi. Bunlarin biri nöbetçi onbasi, ötekisi nöbetçiydi. Aksani sayimdan sonra kapilar kiIitlenirdi. içeriye, sabaha kadar kimse giremeyecegi için rahatlardik. Disarida gece nöbeti tutan askerler, giris kapisi üstündeki mazgal kapagini açip içeriyi kontrol ederlerdi. Mazgal deligi açildiginda nöbetçiler kosarak kapi önüne gitmeye ve en yüksek sesle tekmil vermeye mecburdular. Mazgalin bazen bes on dakikada bîr açilmak suretiyle sabaha kadar tekmil durumu devain ettirilirdi. Gaye, tutuklulari rahat uyutmamakti.

 

Tekmil kolay olmakla beraber nöbetçiler tarafindan daima su veya bu sekilde yanlis söylenirdi. Yanlisi yapan tutuklu nöbetçilerin sabah komutanlarina tekmil vermeleri emredilirdi. O nöbetçiler de sabahleyin gardiyan gelince, gece yaptiklari hatayi tekmil vererek bildirirlerdi. Tabiî ki her hatanin cezasi oldugu gibi, bu dj muhakkak cezalandirilirdi. Gece nöbetçisi, uykusunda döneni dt gürcbilmisse, onun da sabahleyin komutana tekmilinin verilmesini kogus nöbetçisine söylerdi. Sabahleyin geceki bütün vukuatlar böylece gardiyana intikal etmis olur, o da tabiî uykusunda döneii-ni'/amî yatmayan, böylece emirlere riayet etmeyen tutuklular cop veya haydarla cezalandirirdi.

 

Kogus nöbetçileri söyle tekmil verirlerdi:

 

'Yahya Ari, Siirt, emret komutanim, 10-12 nöbetçi onbasisiyim E Blok, 33, Kogus yüz hes mevcuduyla yatak istirahatina çekilmistir, vukuatim yoktur komutanim!1

 

Onbasidan sonra nöbetçi er de ayni tekmili verirdi. Bu tekmilin çok yüksek sesle, sert topuk selamiyla verilmesi mecburiydi Nöbetçi komutan, sesi veya topuk sesini begenmezse, tekmili bir kaç defa tekrar ettirebilecegi gibi, mazgal deligini kapatip nöbet çiler daha kogusun öbür tarafina gitmeden tekrar açar, ayni sere moni tekrarlanirdi. Bu söylediklerimin hepsi sekiz ay müddetle hiçbir sekilde aksamadan her gece devani etti.

 

Gece tuvalete gitme yasagi oldugu için, büyük küçük abdesti nü altina kaçiranar da sabahleyin durumlarini tekmil vererek ko mutana bildirmek mecburiyetmdeydiler. Istisnasiz bütün vukuat lar sabahleyin komutana söylenirdi. Çünkü, kogusta sik sik de gistîrdikleri zayif karakterli ajanlari vardi, ilgili sahis kendi vuku atini kendisi bildirmezse, ajanlar mutlaka bildirirlerdi.

 

Birini getirirler, dövmüsler ***** sudan gelinceye kadar. Öli gibi atarlar kogusun ortasina. Sen de ona açilirsin, adam bu kadar dayak yemis diye... Halbuki o adam ihbarcidir, seni aldatmak için dövüp öyle atmislardir kogusun içine...

 

Her bakimdan seni çökertmek için,..

 

Önünde dizüstü çökertir ya da hazir ola geçirtir, sonra da derler ki:

 

'Annen, bacin elimizde; her seyi yapariz!` Pis sular çatidan gelen yagmur oluguna baglanmisti. Pislik tikaninca tasardi. Plastik bidonlara doldururduk. Ayni bidona su doldurur getirirler, suyu ondan içerdik. Yemek çok az verilirdi. Bir bakarsin bir gün tamamen tuzlu. Ve yemegi bitirmek zorundasin. Bundan sonra da üç gün su yasagi koyarlardi. Tek tip esofman verdiler. Numarali hepsi. Kirmizi ve mavi renkli. EsofmanIar üstünde islak kalirdi, ishal olursun. Gece tuvalete çikma yasagi vardi. Gece gidersen, bunu ihbar etmeyen daha çok dayak yerdi.

 

Bir bakarsin gece bes on asker ansizin geJir:

 

'Kule yapin`

 

En alttkilerden yukai dogru huni biçimde, giderek azalir tarzda üst üste yigilirsin. En alttakinin bazen kaburgasi kirilir, bayilir. Ya da bir baska komut verilir:

 

''Kaybol!`

 

Bu durumda bir anda ranzalarin altina yüz bes kisi sigismak

 

zorundasin. Hiçbir el ayak gözükmeyecek- Ya da arama yapilir. Kimin ne malzemesi varsa, yataklar, her sey kogusun ortasina ko- -nur. Sayima bitene kadar, 'Bir... iki... iki kirk bes... Üç.. ` dendi mi hazir ola geçeceksin. Esyani bulamazsan, ayni hizla dayak fasli baslar, üstelik bütün kogus dayaktan geçirilir

 

Bütün bunlar tabii dayak, eziyet için bahanelerdi.

 

Hamain bir baska âlemdi.

 

Yirmi günde bir gün sicak, kaynar su. Sabun verilir, tam basini sabunlarsin, 'Bir,., iki... iki kirk bes, Üç.. ` denir Sabunlu olarak aninda çikman gerekir. Kogusa sabunlu basla gidersin. Tuvalet de öyleydi. 'Son sayi üç' vardi yine. 'Üç` dedigi an çikacaksin, ya-rimm kalsa bile... Ve derhal hazir ola geçeceksin. Haftada bir gün görüs vardi.

 

Ori ikiser kisilik gruplar halinde gidilirdi, iki asker yaninda, ikisinin de ayaklari senin ayaklarinin üstünde. Görüsünle konusurken, ne dersen de, asker ayagina basti mi susacaksin. Tam 'Annem nasil?' diyeceksin, 'anne` der kalirsin, çünkü ayagina basil-mistir asker tarafindan,.. Görüsmeler hiçbir zaman kesintisiz bir dakikayi geçmez. Mercimek ekmistik. Soramamistim mercimek tarlalarini. Çünkü mercimek sözcügünü gizli bir sifre saymislardi bir keresinde,..

 

Ramazan, geldi.

 

1982'iiin temmuz ayi.

 

Oruç tutmak serbest dediler. Sahura kalkmak yok, iftar ise sa at 20. 00'den sonraydi. Bu aslinda 'Oruç tutma, istemiyoruz!' me sayiydi. Benim ortagim ve muhasebecim Bedii Tan Bey oruç tuttu Bu arada havalandirmada, betonda, üstümüz çiplak halde dünya um idmanini yaptiriyorlar Bedii'nin orucunun farkina vardilar,

 

Ne yaptilar biliyor musun?

 

Kanalizasyon kapagini kaldirdilar, aviiçla pislik yedirdiler.

 

Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandi. Hâlâ hatirlarim. Kogus kapisinin önünde, buz kahin gibi 'pat`diye betonun üstüne düstü. Yerde yatiyordu. Bir er ve bir çavus gardiyan geldi, kogusa girdiler. Yerde yatan Bedii Bey'in karnina bastilar. Bagirsaklari ve böbregi patladi Bedii Bey'in.

 

Marslar kesildi.

 

Marslar kesikli mi, ya bir heyetin geldigini, ya savcinin hapishanede oldugunu ya da birinin Öldügünü anlardik. Avrupa Konse-yi'nden heyet geldi mi, Mardin'in Mazidagi köylerinden iriyan Hasan Çelik sahneye çikardi. Iki oglu ayn ayn koguslarda PKK'dan yatiyordu. Heyet gözüktü mü kogusun kapisinda, baslardi bagirmaya: 'Allah devlete millete zeval vermesin, yemekler o kadar çok ki!'

 

Yine bir keresinde 'Heyet geldi' dediler, Uludereli Haydar Ürün'ü alip revire götürdüler. Hasta gibi, göstermelik,,. Yemek vermisler, hizmet etmisler yatakta, hasta muamelesi yapmislar heyet ziyareti yüzü suyu hürmetine... îs bitip heyet gidince de ***** sudan gelinceye, kadar dövmüsler Haydar'i. Perisan yakiniyordu geri geldiginde, 'Ben mi istedim revire gitmeyi' diye.,.

 

Bedii Tan öldü, elli yasindaydi.

 

Gardiyanlara dava açildi.

 

Diyarbakir E Tipi Askerî Cezaevi'nden çikip cezaevi hakkinda ta- nik olarak ilk konusan ben oldum. O gardiyan (6 sene 8 ay ceza yedi. Kogustaki lakabi Gestapo'ydu. Erdi, Gümüshaneli'ydi, Adnan'di ismi...

 

Bir hadise oldu mu, herkes ayni ifadeyi verirdi. Yüz bes kisi

 

birden ayni ifadeyi:

 

'Bedii Tan, eceliyle öldü. Komutanlar ilaçlarim muntazaman

 

veriyorlardi. '

 

Bedii Bey 33 No'Iu kogusa girdikten otuz üç gün sonra Öldü, Üç gün beton üstünde, su içinde yatinca, hepimiz ishal olduk. Bedii Bey ölünce, bizi hastaneye götürdüler, kurtulduk. Hepimiz ayakta, sirada bekliyoruz.

 

Eller popomuzda...

 

Kaçirmamak için,., Dayak korkusu ! Altina bir kaçirdin mi dayak.,.

 

Yazin kogusun bütün pencereleri kapali, 70 derece,.. Kisin bütün pencereler açik, eksi 23 derece, Böyle günlerde tuhaf düsüncelere kaptirirdim kendimi, 'Hiç olmazsa balkona çikabiliyor çocuklarim' diye geçerdi aklimdan... Hep çocuklarimi düsündüm, iki oglan bir kiz. iki oglum, Haluk ile Haldun, ikisi do ingiltere'de tekstil mühendisligi okumustu.

 

Gardiyanlar kogusta hep küfürle baslardi konusmaya:

 

*************

Seni psikolojik olarak da çökertmek, yikmak için her sey yapilirdi. Kapinin önüne çikartarak cop sokmak,,. Seyredene de o copu yalatirlar. Kusarsan, öbürüne yalatarak yeri temizletirler

 

PKK'nin ismini daha önce hiç duymamistim. Içeri alindiktan sonra ögrendim. O zamana kadar biz bu örgütü 'Apoailar' diye bilirdik. Bu anlamda siyasetle hiç ilgilenmemistim. Dislerimin çogu sallaniyordu. Neden mi ?

 

Çünkü hep kalas dayagi vardi ceza olarak. Aç agzini derlerdi, kalasi getirir, iki elleriyle tutar ve küt diye çenenin altindan yukari dogru vururlardi. O kalin kalasi çenene alt taraftan yedin mi, eger tecrübesizsen dilini isirirdin. Tecrübeliysen dilini isirmazsin ama bu sefer de dislerin birbirine girer.

 

iste söyle bir sey.

 

"Bana bir gün bir avuç dışkı yedirdiler; öyle hazir ola geçtim !"

 

Bana da bir gün bir avuç dışkı yedirdiler de, bu sallanan dislerimden kurtuldum!

 

Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum. Ceza! Ama bir süre sonra yoruluyorum. Ayagim düsüyor yere, iutanuyorum. Emre itialsizlik ! Cezasi:

 

Duvarin dibinde, kanalizasyonun kapagini kaldirdilar, bir avuç dışkı alip agzima attim. *****

Kipirdamak yok. Temizlemek yok.

 

Yere tükürmek yok.

 

Öylece agzin kapali, kimildamadan ayakta, hazir olda bekliyorsun.

 

Bir süre sonra birakti, içeri girdim.

 

Elazigli arkadas, ismi Ramazan.

 

Allah razi olsun, bazi dislerimi iple çekti. Çünkü temizleyeme-dim dislerimi... Altin kaplanla olan iki disten birini cebine atti, birini bana verdi hatira olarak. Hapishaneden çiktiktan sonra ilk $im disçiye gidip takma-dis yaptirmak oldu.

 

Sekiz ay yattim, Diyarbakir E Tipi Askerî Cezaevi 33 Nolu kogusta

 

Elli bes yasindaydim.

 

Sekiz ayda on sekiz kilo verdim, igne iplik kaldim. Çiktigimda kimse tanimadi beni. "

 

Felat Cemiloglu' nun basindan geçenleri ilk kez bir Diyarbakir aksaminda 1990'b yillarin basinda kendi agzindan dinlemistim, Bu kitabi yazarken Felat Bey'le 30 ekim 2002'de, Diyarbakir'in Kurt ismail Pasa, 2. Sokak, Volkan Apartman`in zemin katindaki bürosunda yeniden konustum. Anlattiklarini biraz düzelterek tirnak içinde aynen aldim kitabima.

 

Felat Cemiloglu, 21 mayis 1982'de gözaltina alindi. 10 haziran 1982'de tutuklandi. 14 ocak 1983'te, iki ayda bir yapilan incelemenin dördüncüsünde mahkemeye çikarilmadan tahliye oldu. "Suç-lu bugün dahi ayni muameleyle karsilassa, para vermekten baska çaresi olmadigi" gerekçesiyle, TC Sikiyönetim Komutanligi Diyarbakir 2 No'lu Askerî Mahkemesi tarafindan hakkinda verilen beraat kararinin tarihi ise 18 nisan 1984.. . Felat Cemiloglu son olarak bana dedi ki:

 

"Hapishaneden kurtuldugum zaman genç olsaydim, en azindan sorusturma, gözalti, 5 No'lu hapishane cehennemine tekrar haksiz yere girmemek için daga çikardim."

 

hasancemalkurtler20sdc4.jpg

 

Kaynak. Dogan kitap, Hasan cemal, Kürtler, 20. baski, Isatanbul..

 

Not: İleti çok uzun olduğu için kabul edilmiyordu

ve önemli bir kısmını silmek zorunda kaldım..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Diyarbakır Cezaevi’ni kapattıracak

televizyon kanalları aranıyor...

 

“Evimize nereden, nasıl gelmişti, kim getirmişti, hatırlamıyorum. Çocuk kalbimizle, yerinden, yurdundan koparılışına üzülmüştük. Çok geçmeden, kavminin o meşhur ürkekliğinden eser kalmamış, ailemizin bir ferdi olmuştu. Annemle babamın altıncı çocuğu gibiydi.

 

 

“Kekliği, babamın kucağından inmezdi. Onun elinden yer, onun elinden içerdi. Babamın dizinde dinlenirdi. Sevgisi için yarışan biz çocukları, babamla kekliğinin muhabbetini kıskanmazdık desem yalan olur. O da babama inanılmaz sadıktı. Babam evde yokken, onun sobanın arkasında kurulu minderinden kalkmazdı. Kimseyi oraya oturtmazdı. Gagası ile oturanı pişman ederdi.

 

 

“Cismi küçücük, varlığı bir o kadar baskındı. Belki ondandır, ad koymaya gerek duymadık. ‘Kewa Babo,’ yani ‘Babamın Kekliği’ dedik sadece. Derken, bir gece babamı bizden ve kekliğinden koparıp oraya, ‘Beş No’lu’ya götürdüler...”

 

 

Avukat Rojbin Tugan’ın satırları çoğunuza tanıdık gelmiştir, çünkü daha pazar günü Taraf’ta okudunuz. O, “Kewa Babo ya da Diyarbakır Cezaevi” başlıklı ciğerdelen yazısını, “Diyarbakır Cezaevi kapatılsın” kampanyasının bir parçası olarak mı kaleme aldı, bilmiyorum. Şu satırlar, bu ihtimali güçlendirir gibi: “(...) Tek kelime Türkçe bilmeyen, ancak gözyaşları ile babamla konuşabilen babaannemle ağabeyimin gördükleri o yer... Bu ülkenin geleceğini rehin alan zebaniler evi... Oradan sağ çıkabilmiş, gözlerinden bildiğimiz babamızın bakışları da yetti yaşadıklarını anlamamıza... Ama babamla biz Diyarbakır suskunluğumuzu bozmadık. Bugüne kadar ne biz sorabildik canım babama orada ne yaptıklarını, ne de o bize anlatabildi.”

 

Oku, dayanabilirsen...

 

78’liler Girişimi’nin geçen yıl başlattığı “1980’li yıllarda Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananların soruşturulması ve sorumluların yargılanması” kampanyasından sonra, Kronik Muhalif grubu da (www.kronikmuhalif.com) geçtiğimiz günlerde cezaevinin kapatılmasını hedefleyen bir kampanya başlattı:

 

 

“Bu kanı ve savaşı durdurmak için; Kürt Sorunu’nun çocukluğuna inilmesini talep ediyoruz. Biz aşağıda imzası bulunanlar; hâlâ çevresinde yaralı insan çığlıklarının yükseldiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük katliam kalelerinden biri olan, DİYARBAKIR CEZAEVİ’nin kapatılmasını istiyoruz. Madem ‘kapatma’yı bu kadar seviyorsunuz; DTP’yi değil, DİYARBAKIR CEZAEVİ’ni kapatın!”

 

 

Yürekten katıldığım bu kampanyada benim de tuzum bulunsun diye, bugün köşemi bu konuya ayırıyorum.

 

 

Kamuoyu (“Türk kamuoyu” desem daha doğru olacak galiba), Diyarbakır Cezaevi gerçeğiyle ancak 2002’den sonra tanışabildi. Serbestî dergisinin yayımladığı tanıklıkları özetleyip aktaran Radikal gazetesi (Kasım, 2003) sayesinde oldu bu. (Neşe Düzel, ondan da önce, Haziran 2003’te o tanıklardan biri olan Selim Dindar’la uzun bir söyleşi yapmıştı.)

 

 

Kampanyayla, nasıl bir cezaevinin kapatılmasının istendiğini anlayabilesiniz diye, bugün size Selim Dindar’ın Neşe Düzel’e verdiği söyleşiden bölümler aktaracağım. Kampanya sürerken belki Serbestî’deki öbür tanıklıkları da dikkatinize sunarım.

 

“Biz ölüyüz...”

 

Selim Dindar anlatıyor:

 

“Dışarıdaki beton avludaki eğitimden canlı dönemeyeceğimizden korkuyorduk. Çünkü bu eğitimler işkenceyle yapılıyordu. Avlunun ortasında bir kapak vardı. Oradan hapishanenin ya da mahallenin lağımı akıyordu. Her birimiz tek tek o lağım suyunun içine indiriliyorduk. Lağımın içinde nefesimiz kesilene kadar tutuluyorduk. Diyarbakır Cezaevi’nde yatan herkes yaşadı bunu. O pisliği içmedim, yemedim diyen gururu yüzünden yalan söylüyordur. (...) Kıştı, bir hafta boyunca gece o beton avluda suyun içinde yatırıldık. İhtiyacımızı suyun içinde yapıp, ısınmaya çalışıyorduk.

 

 

“Elimde sigara söndürme izini görüyorsunuz. Yumurtalık bölgemde de sigara, kibrit söndürdüler. Mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime beş milimlik çivi çaktı. Copu ısırtıp, tekmeyle vurdular ve sonra ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. Ağzıma soktukları copu sağa sola döndürdüler, gördüğünüz gibi ağzımı bir yanından yırttılar. İnsanoğlunun bunları nasıl yapabildiğini hâlâ kavrayamıyorum. Gözümün önünde öyle çok olay oldu ki. Ölümler, işkenceler... Abbas Çelik diye bir köy sahibi vardı. Oğluyla birlikte içerideydi. Oğluna soktukları copu çıkartıp babanın ağzına veriyorlardı. Sonra babaya soktuklarını oğlunun ağzına veriyorlardı.”

 

Dindar, Neşe Düzel’in, bu kadar ağır işkencelerden sonra gerçeklikten kopup kopmadıkları yönündeki bir soruyu da şöyle cevaplamıştı o söyleşide:

 

“Mesela Mehmet Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. 50 yaşlarındaydı. TKİ’de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. ‘Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz’ diyordu. Biz, ‘Amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız’ desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu.‘Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre’de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır’ diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koğuşun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk.

 

 

(...) Ben ülkemizde geçmişte yaşanılan bir vahşeti anlatıyorum. Bugün 43 yaşındayım, Diyarbakır Cezaevi’nden konuşulduğunda hâlâ hayattan kopuyorum. İçimdeki fren boşalıyor, bağırmak, ağlamak, haykırmak istiyorum. Benim hanımım ve çocuğum var. Kalabalık bir ailem ve dost çevrem var. İçimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum...”

 

Selim Dindar, bu korkunç gerçekliği ölümle protesto etmeye karar veren dört mahkûmun kendini yakışlarına da tanıklık etmiş:

 

“Ferhat Kortay hemşerimdi, elektrik mühendisiydi, samimiyetimiz vardı. Sabaha karşı saat üç sularında koğuşta müthiş bir patlama oldu. Bir arkadaş alevlerin üstüne su döktü. Alevlerin içinden bir ses geldi. ‘Bu bir yangın değil, eylem. Kahrolsun işkence, kahrolsun vahşet’ dedi. Alevler küçüldüğünde biz o dört insanı kafa kafaya vermiş gördük. Ben Ferhat Hoca’nın başucuna gittim. Eğildim, ‘Hocam bir şeyler söyle’ dedim. Dişleri kenetlenmişti. Tıslar gibi bir sesle zorlukla, ‘Bana türküyü söyle’ dedi. ‘Sevdalım’ adında çok sevdiği Kürtçe bir aşk türküsüydü bu. Ben ağlayarak türküyü söylemeye başladım. Beni teselli etmek ister gibiydi. Ağlamamam için bana tebessüm etti. Tebessüm ederken yanaklarından etler dökülüyordu.”

 

Neşe Düzel, o söyleşinin sunuşunda şöyle demişti: “Hasan Cemal son çıkardığı ‘Kürtler’ kitabıyla ilgili kendisiyle yaptığım konuşmada, medya adına bir özeleştiride bulunarak ‘Eğer biz gazeteciler, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları tam anlatsaydık, bu ülkede belki bazı şeyler değişirdi’ demişti. Medya o dönemde Diyarbakır Askerî Cezaevi’nde olanları anlatmadı. Ama medya bu dönemde de yaşanan o korkunç vahşetle yüzleşmeye pek yanaşmıyor. Halbuki Diyarbakır Cezaevi, Kürt sorununda büyük dönemeçlerden biri.”

 

 

Ben, Neşe Düzel’in söyleşisini okuduktan sonra kendimi bir hayale kaptırmış, şöyle yazmıştım: “(...) Vakit hâlâ geç değildir ve o günleri bize anlatmaya başlayacak bir yayıncılık, bu ülkenin demokratikleşmesi için tayin edici önemdedir... Radikal ve Neşe Düzel sağ olsunlar, onlara ne kadar teşekkür etsek az olur ama bu gazetenin eti ne budu ne? Öyleyse hadi bakalım bu ülkenin büyük televizyonları ve büyük kanalları... Hadi cesaret...”

 

 

Aradan tam beş yıl geçti ve bu görev hâlâ sahibini bekliyor. Yürekten inanıyorum: Böyle bir yayıncılık Diyarbakır Cezaevi’ni kapattırmakla kalmaz; zaten devletin esiri olan insanlara reva görülen bu zulmün zannedildiği gibi “amaçsız” değil, onları tahliye olduklarında dağlara sürme hedefine yönelik “amaçlı” bir eylem olduğunu da açığa çıkartır.

 

alpergormus.jpg

 

Alper Görmüş - 28.10.2008 - Taraf

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çözüm Kuran'da. Bu ülkede hepimiz Kuran'ı tam anlamıyla anlamış olsaydık, Kürtmüş Türkmüş önemi olmadığını, önemli olanın insan olmak olduğunu anlardık. Kuran insanların nereli olduğuna hiç önem vermez, herkesi kardeş kabul eder. Kimsenin kimseye eziyet, haksızlık etmemesini emreder. Gelin Kuran'da ve Allah yolunda birleşelim arkadaşlar.

 

Saygılar, sevgiler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çözüm Kuran'da. Bu ülkede hepimiz Kuran'ı tam anlamıyla anlamış olsaydık, Kürtmüş Türkmüş önemi olmadığını, önemli olanın insan olmak olduğunu anlardık. Kuran insanların nereli olduğuna hiç önem vermez, herkesi kardeş kabul eder. Kimsenin kimseye eziyet, haksızlık etmemesini emreder. Gelin Kuran'da ve Allah yolunda birleşelim arkadaşlar.

 

Saygılar, sevgiler.

 

Tabi tabi.. giyinip geliyorum ben

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

SANKİ DAĞA ÇIKANLARIN hepsi böyle işkence görmüş ve dağa çıkmışlar.

 

Dağa çıkanları haklı çıkarmak için uydurulmuş fazlasıyla şişirilmiş hikayelerdir.

 

Uydurulduğunu iddia ediyorsan

bunu ıspat etmelisin..

Tabii anlıyorum seni, inanılması güç bir şey..

Ama yaşandı bütün bu işkenceler..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Uydurulduğunu iddia ediyorsan

bunu ıspat etmelisin..

Tabii anlıyorum seni, inanılması güç bir şey..

Ama yaşandı bütün bu işkenceler..

O işkenceleri görmesi terörist olmasını gerktirmez.

 

Asıl zihniyetini sorgulamak gerek....dağa işkenceden dolayımı çıkmak istiyor yoksa başka hayeller içinmi!İşkence görmemiş olsaydı acaba yine dağa çıkmak isteyecekmiydi?

 

Ha birde suçunuda yazmamış suçu ''saz çalmakmı'' Ahmet Kaya gibi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

O işkenceleri görmesi terörist olmasını gerktirmez.

 

Asıl zihniyetini sorgulamak gerek....dağa işkenceden dolayımı çıkmak istiyor yoksa başka hayeller içinmi!İşkence görmemiş olsaydı acaba yine dağa çıkmak isteyecekmiydi?

 

Ha birde suçunuda yazmamış suçu ''saz çalmakmı'' Ahmet Kaya gibi.

 

Sen konuyu okudun mu?

Oku, ve ondan sonra yorum yaz istersen.

Suçlu olup olmadığını kendin araştır istersen.

Zaten ileti uzun olduğundan dolayı önemli bir kısmını

silmek zorunda kalmıştım

ve yukarıda not ettim zaten..

 

Selametle

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

işkence ülkenin her tarafında vardı.bazı kişlerin sadece kürtlerin işkence görüyormuş gibi göstermesi düşündürücü.darbeler zamanında nice aydın yazarların işkencelere marus kalıp hatta öldüğü aşikardır.işkenceleri tabi tasvip etmiyor ve yandaşlığını yapmıyorum.fakat işkence nedeniyle dağa çıkma düşüncesin hoş göremem.bu bazı kişilerin nemalanmasıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

işkence ülkenin her tarafında vardı.bazı kişlerin sadece kürtlerin işkence görüyormuş gibi göstermesi düşündürücü.darbeler zamanında nice aydın yazarların işkencelere marus kalıp hatta öldüğü aşikardır.işkenceleri tabi tasvip etmiyor ve yandaşlığını yapmıyorum.fakat işkence nedeniyle dağa çıkma düşüncesin hoş göremem.bu bazı kişilerin nemalanmasıdır.

 

Sadece işkence değil;

 

Kaplan,Ahmet Kaya dan örnek vermiş...

 

Bir Ahmet Kaya'nın vatan haini ilan edildiği akşam olan;insani bir istek de bu nemalanmaları haklı çıkartabilir.

 

Kimse yanlış anlamasın;dağa çıkanları mazur görmek değil bu...tamamen anlamaya çalışmak!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

mavinin dedigi gibi sadece iskence degil

devlet ysptiklariyla insanlari daga cikarmaya tesvik ediyo

ya korucusun ya apocusun yada yolcusun

baska secenek tanimiyo

devletin uyguladigi politika bu

bu insanlarin hic mi sucu yok evet var

ama burda asil suclu olan devlettir

bu insanlari suclayip saldiracagimiza

gelin hep beraber devlete saldiralim..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...
mavinin dedigi gibi sadece iskence degil

devlet ysptiklariyla insanlari daga cikarmaya tesvik ediyo

ya korucusun ya apocusun yada yolcusun

baska secenek tanimiyo

devletin uyguladigi politika bu

bu insanlarin hic mi sucu yok evet var

ama burda asil suclu olan devlettir

bu insanlari suclayip saldiracagimiza

gelin hep beraber devlete saldiralim..

 

Sevgili Jön,devlet sahip çıksın,devlet güven versin...hepimize yazık oluyor :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

mavinin dedigi gibi sadece iskence degil

devlet ysptiklariyla insanlari daga cikarmaya tesvik ediyo

ya korucusun ya apocusun yada yolcusun

baska secenek tanimiyo

devletin uyguladigi politika bu

bu insanlarin hic mi sucu yok evet var

ama burda asil suclu olan devlettir

bu insanlari suclayip saldiracagimiza

gelin hep beraber devlete saldiralim..

 

 

 

orda olmadığımız için ve o olayları yaşamadığımız için sadece duyduklarımız üzerine yorum yapma hakkımız var..

felat cemiloğlu daha sonra suçsuz bulunmuş ve berat etmiştir. yani bir nevi pardon filmi gibi yaşadıkları ile kalmıştır.. yaşananların hiç bir haklı sebebi olamaz.. ama yaşayan kişi bence kurunun içindeki yaşlardan biri.. ama bu yine de dağa çıkarım sözünü kullanması için haklı bi sebep değil.. ve böyle bir sözü kullanmakta saçma. sistemin birçok hataları var bunu biliyoruz ama sisteme karşı gelmek silah la dağa çıkarak olmaz...

jön arkadaşım a birşey söylemek istiyorum.. yaa korucusun ya apocu yada yolcu.. bir çok arkadaşımızı tenzih ediyorum.. bu vatanı benden çok sevenleri var içlerinde.. ama görmekte lazım.. koruculuk olayı özal zamanında ortaya çıktı.. nerdeyse her evden bir korucu var doğu illerimizde.. devlet tarafından maaş bağlanan.. vee bunlardan bazıları gündüz bizden gece bize silah çekenler.. o insanları asla suçlayamayız.. hatalar bizde.. sadece devleti suçlamak yanlış.. kaç taneniz ordaki çocukların eğitimine yardım ediyorsunuz.. kaç tane niz ordaki kızlarımızın töre ler yada namus cinayetleri diye öldürülmesine karşı çıkabiliyorsunuz elinizden ne geliyor.. eğitimin önemini o yüzden her zaman vurgularım.. hiç bir şey yaptırımla zorlama ile olmaz.. belki bu nesli kaybettik doğu illerimizde ama bi sonraki nesli kazanabilir.. devlet herşeye yetişemeye bilir ama millet olarak bizler varız.. kardeşlerimize sahip çıkamıyorsak devlet bizlere sahip çıksa ne yazar..

ve ahmet kaya için söylenene gelince.. yurt dışına çıkınca o değilmiydi arabam ***** ülkesinde kaldı diyen.. bizi sevmeyen kendini bizden görmeyen bizden değildir zaten..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Okudum, okudum, okudum döndüm tekrar okudum, okudum, okudum ama haklı bir taraf göremedim çok da geçerli sebepler değil bunlar malesef dağa çıkmak için.

 

Bu ülkede işkence gören yada işkence göreceğini düşünen insanların bir kılıfa girerek onun içerisinden bağırmaları normal değildir.

 

Şöyle ki;

 

Devleti suçlayamazsınız. Suçlayacağınız kurum hükümet / hükümetlerdir. Devlete yanlış politika izledi derseniz yanlış bi ülkede olduğunuzu düşünürsünüz. Bu sayede dağa çıkmanız daha da kolaylaşır. "aaa! noldu? devlet suçlu oluverdi bak. Neden? Çünkü ben yanlış politika izlediğiniz düşündüm ve yanlış bi ülkede olduğumu düşündüğüm için dağa çıktım" Bu hiç de geçerli bir sebep değildir.

 

İşkence görmeyi bir kenara bırakın yukarıdaki bir fikir sapması bile dağa çıkmaya yetiyor ne yazık ki. İnsanın içinde vatan hainliği varsa buna kılıfını da buluyor.

 

Bu ülkede

 

* Coplanan öğrenciler

* Cezaevinde işkence gören mahkumlar

* Şuan yasaklı siyasiler

* Bir dönem yasaklanmış siyasiler

* Biber gazı sıkılan halk

 

ve hatta daha 9 yaşında öğretmeninden dayak yiyen öğrenci bile bu dağa çıkma meselesine kılıf uydurup oraya çıkabilir. Yukarıda saydıklarımın hepsi dağa çıkmalı mı yani? Bu haklı bir gerekçe midir?

 

Tüm dünya ülkelerinde insanlar dağa mı çıkıyor?

 

Hayır... Adamlar 1969'da aya çıkıyor. Biz ise 2008'lerde dağa neden çıkılır? diye tartışıyoruz. Çıkmasın kardeşim. Aç da kalsa vatana ihanetten çok koymaz adama aç kalmak...

 

Saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ecem_Tc

 

ve ahmet kaya için söylenene gelince.. yurt dışına çıkınca o değilmiydi arabam ***** ülkesinde kaldı diyen.. bizi sevmeyen kendini bizden görmeyen bizden değildir zaten..

 

Ben her yerde şunu söylüyorum; ben yaşamın hiç bir döneminde hiç bir aşamasında, orda büyüdüğüm orda yerleştiğim orda yediğim orda içtiğim, birlikte hayatı paylaştığım insanlara ****** demedim, ve bunu demeyecek kadar koskocaman devasa bir yüreğimin olduğunu da herkes çok iyi bilir.

 

Ahmet Kaya

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

orda olmadığımız için ve o olayları yaşamadığımız için sadece duyduklarımız üzerine yorum yapma hakkımız var..

felat cemiloğlu daha sonra suçsuz bulunmuş ve berat etmiştir. yani bir nevi pardon filmi gibi yaşadıkları ile kalmıştır.. yaşananların hiç bir haklı sebebi olamaz.. ama yaşayan kişi bence kurunun içindeki yaşlardan biri.. ama bu yine de dağa çıkarım sözünü kullanması için haklı bi sebep değil.. ve böyle bir sözü kullanmakta saçma. sistemin birçok hataları var bunu biliyoruz ama sisteme karşı gelmek silah la dağa çıkarak olmaz...

jön arkadaşım a birşey söylemek istiyorum.. yaa korucusun ya apocu yada yolcu.. bir çok arkadaşımızı tenzih ediyorum.. bu vatanı benden çok sevenleri var içlerinde.. ama görmekte lazım.. koruculuk olayı özal zamanında ortaya çıktı.. nerdeyse her evden bir korucu var doğu illerimizde.. devlet tarafından maaş bağlanan.. vee bunlardan bazıları gündüz bizden gece bize silah çekenler.. o insanları asla suçlayamayız.. hatalar bizde.. sadece devleti suçlamak yanlış.. kaç taneniz ordaki çocukların eğitimine yardım ediyorsunuz.. kaç tane niz ordaki kızlarımızın töre ler yada namus cinayetleri diye öldürülmesine karşı çıkabiliyorsunuz elinizden ne geliyor.. eğitimin önemini o yüzden her zaman vurgularım.. hiç bir şey yaptırımla zorlama ile olmaz.. belki bu nesli kaybettik doğu illerimizde ama bi sonraki nesli kazanabilir.. devlet herşeye yetişemeye bilir ama millet olarak bizler varız.. kardeşlerimize sahip çıkamıyorsak devlet bizlere sahip çıksa ne yazar..

ve ahmet kaya için söylenene gelince.. yurt dışına çıkınca o değilmiydi arabam ***** ülkesinde kaldı diyen.. bizi sevmeyen kendini bizden görmeyen bizden değildir zaten..

 

Orda olmadığımız için yaşananları es geçemek hangi mantığa sığar ki?

 

Diyarbakır Cezaevinde yaşananlar alanen ortada.Bunlar yazılırken,bunlar anlatılırken...bunlar yalan diye ortaya çıkabilen biri var mı?

 

Koruyuculuk sistemine değinmişsiniz ayrıca,özür dilerim tam olarak neyi ifade etmek istediğinizi anlamadım.

 

...............

 

KORUYUCULUK SİSTEMİ,BİR ZULMÜN SİSTEMATİKLEŞMESİ OLARAK ANILIR BU BÖLGEDE...

 

Bölge de koruyucular sevilmez.

 

Ben de sevmem.Ve bu sistemi kesinlikle onaylamıyorum.O koruyucular devlet adına oradayken,yaktı,yıktı.Buna şahitliğim var.

 

Devlet adına silah çekenler,devlet adına öldürenler,devlet adına isteyenler...size neyi anlatır?

 

Bana güvenin bittiği anı anlatır.

 

Çok ilginçtir ki;koruyucular onca yaptıklarına rağmen;herşeyi ile güven içindedir.Yasalar için konuşuyorum;koruyuculara işlemeyen yasalar... umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır :)

 

Ahmet Kaya'ya gelince...

 

Bakın bir insanı anlamak zor olmasa gerek.Ahmet Kaya bir vatan haini değildi;vatan haini olsaydı susardı.Ödül gecesinde onun en insani duygularını çatal ve kaşıklarla yok sayan vatanseverlerimiz(!)in yaptıklarını neden konuşmuyoruz.O gecenin ayıbını neden Ahmet Kaya'nın yaşadıklarından tenzih ediyoruz.

 

Ahmet Kaya,vatan haini değildi.Vatan haini olsaydı bile;onu vatan haini olmaya itenlere neden sitem etmiyorsunuz...ya bir konuşması ile olmadık hakaretlere uğrayan bir insan,nasıl ötekileştirildi;her söylediği nasıl çarpıtıldı...hala şaşkınım.

 

Siz insanınıza sahip çıkamazsanız,o da sahibini başka bir yerde arar.Var mı aksisini iddia eden!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Okudum, okudum, okudum döndüm tekrar okudum, okudum, okudum ama haklı bir taraf göremedim çok da geçerli sebepler değil bunlar malesef dağa çıkmak için.

 

Bu ülkede işkence gören yada işkence göreceğini düşünen insanların bir kılıfa girerek onun içerisinden bağırmaları normal değildir.

 

Şöyle ki;

 

Devleti suçlayamazsınız. Suçlayacağınız kurum hükümet / hükümetlerdir. Devlete yanlış politika izledi derseniz yanlış bi ülkede olduğunuzu düşünürsünüz. Bu sayede dağa çıkmanız daha da kolaylaşır. "aaa! noldu? devlet suçlu oluverdi bak. Neden? Çünkü ben yanlış politika izlediğiniz düşündüm ve yanlış bi ülkede olduğumu düşündüğüm için dağa çıktım" Bu hiç de geçerli bir sebep değildir.

 

İşkence görmeyi bir kenara bırakın yukarıdaki bir fikir sapması bile dağa çıkmaya yetiyor ne yazık ki. İnsanın içinde vatan hainliği varsa buna kılıfını da buluyor.

 

Bu ülkede

 

* Coplanan öğrenciler

* Cezaevinde işkence gören mahkumlar

* Şuan yasaklı siyasiler

* Bir dönem yasaklanmış siyasiler

* Biber gazı sıkılan halk

 

ve hatta daha 9 yaşında öğretmeninden dayak yiyen öğrenci bile bu dağa çıkma meselesine kılıf uydurup oraya çıkabilir. Yukarıda saydıklarımın hepsi dağa çıkmalı mı yani? Bu haklı bir gerekçe midir?

 

Tüm dünya ülkelerinde insanlar dağa mı çıkıyor?

 

Hayır... Adamlar 1969'da aya çıkıyor. Biz ise 2008'lerde dağa neden çıkılır? diye tartışıyoruz. Çıkmasın kardeşim. Aç da kalsa vatana ihanetten çok koymaz adama aç kalmak...

 

Saygılar

 

Dediğiniz adamlar aya çıkıyor,çünkü onlar zihinlerinde çoğu şeyi hallettiler.Ya biz...?Daha devleti nereye oturtacağımızı bilmiyoruz.

 

İnsan ne için dağa çıkar...?Bunun tek bir nedeni yoktur kuşkusuz!

 

Öncelikle şunu belirteyim;ben dağı,şiddeti ve silahı çözüm olarak görmem.Ama yazılması gerekenlerin de yazılmasında fayda var.

 

Örneğin dün işyerim de tanıştığım bir ''Diyarbakır Cezaevi'' mağdurunun yaşadıklarından bahsedeyim.

 

Dediğim bey,şimdi hangi il olduğunu anımsayamadım;Diyarbakır'a dönerken,önünü kesen PKK üyelerini araçla istedikleri yere götürmeye kalkışmış.

 

Bunun doğruluğu yada yanlışlığı tartışılır.Mevzuya döneyim.

 

Bunu farkeden askerler onları bir köyde yakalamışlar.İşte asıl yaşananlar bundan sonra...

 

Kendisi askeri helikoptere bağlanmış,o şekilde Diyarbakır'a getirilmiş.

 

Diyarbakır cezaevinde karanlığı yaşadım,aydınlığı unuttum diyor.Çıktığım da çocuğumu tanıyamadım,eşime yabancılaştım.Öfke ve korkuydu sadece ona kalan.

 

Tabi bu sadece bir örnek...By Demokrat tarafından verilen diğer iletilere de bakmışsınızdır.

 

1990 yıılarında hergün ölüe gider gibi evinde çıkan insanların korkularını,

 

Hizbullah tarafından ablukaya alınmış tercihleri,

 

İşine gelmeyenleri anında halleden Jitemi,

 

Kürt halkını ve terörü aynı gören ve buna göre muamele yapan yetkilileri,

 

koruyucuları,devlet tarafından çıkara göre desteklenen zulümleri...

 

bunların hepsini toplayın.

 

Bir de buna artı deyip ekleyin;devlet otoritesinin eksik ve yanlış olduğu bölgede devletin dışında ki diğer yapılanmalar kendilerine çok rahat hareket alanı bulurlar.

 

Devlet dedik değil mi?

 

''Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir."(*****)

 

yani asli olan egemenlik anlayışı ve hukuk.Bu sadece hükümet değildir;bir sistematiktir,bir yapılanmadır.İnsan,ülke unsuruyla...

 

Devlet yetki verdiklerini denetlemelidir;yasalarıyla...

 

Otoritesini sorgulamalı,hukuku keyfiyete göre şekillendirmemelidir.

 

Size bir örnek;Şemdinli'de patlayan bombalar...devletin yetkilendirildiği ve devletin sahiplendiği!

 

Başka bir örnek....

 

Uğur Kaymaz...terörist olsa da babası(ki değil)babası ile yaşından fazla mermiyle yaşamına son verilen bu canın bedeli devlet eliyle nasıl ödettirildi?

 

Benim memleketim;yaylacılığın en fazla yapıldığı yerlerden biri.

 

Hep şu söylenir;''PKK gelir,zorbalık yapar.Devlete gidersin,devlet de sensin PKK der''.

 

Taraf olmaya zorlanmak bu değil midir?

 

İşin siyasi yönünden birkaç örnek verdim sadece...sosyal ve ekonomi boyutunu buyrun beraber düşünmeye...

 

Devlet,insanına sahip çıksın.Onu ötekileştirmesin...bakın sorun nasıl çözülür?

 

Ayrıca burada yazan kimse dağa kılıf falan uydurmuyor,sadece siz öyle düşünmek istiyorsunuz.Biraz objektif olalım.Yaşam bizim yaşadıklarımızdan ibaret değil.Saygılar :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben her yerde şunu söylüyorum; ben yaşamın hiç bir döneminde hiç bir aşamasında, orda büyüdüğüm orda yerleştiğim orda yediğim orda içtiğim, birlikte hayatı paylaştığım insanlara ****** demedim, ve bunu demeyecek kadar koskocaman devasa bir yüreğimin olduğunu da herkes çok iyi bilir.

 

Ahmet Kaya

YOU TUBE'YE ''AHMET KAYA apoyu özledik'' yaz ve türkücü ahmedin bebek tailine yamış olduğu türküyü dinle....

hala anlamazdan geliyorsunuz...

Apoyu özleyen adam türkiyyi ve türk halkını seviyormuş !

 

zamanım kısıtlı yazamıyorum bu konuda daha önce yazıldı geriye dön ve bak tanımıyorsan türkücü ahmedi tanırsın.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Orda olmadığımız için yaşananları es geçemek hangi mantığa sığar ki?

.

.

.

Siz insanınıza sahip çıkamazsanız,o da sahibini başka bir yerde arar.Var mı aksisini iddia eden!

Eniştenizin menfatleri gereği yapmış olduklarını bütün koruculara maledemesin o korucalar köyünün güvenliği ve namusunun bekçileridir.

Daha önce eniştenizi örnek göstermiştiniz ve kendi çıkarı için yaptığı olumsuzluğu yine koruculara bulaştırmıştınız.

Enişteniz gibi değildir bütün korucular Sn mavi ....

 

onlar ulkeyi korumak için o silahları zamanında devletten hiç bir karşılık beklemeden aldılar...

 

statüsündende anlaşılacağı gibi Geçici köy korucusudur...terör bitmediğinden onlarında koruculuğu bitmedi ne zaman terör biterse bilinki bu istemde bitecektir.

 

Türkücü ahmde gelince madem çok şaşırıyorsunuz ,onun terör yandaşı olmadığına inanıyorsunuz youtube'ye ahmet kaya apoyu özledik yazın ve görün ne zihniyettymiş Ahmet Kaya.

 

Diğer şarkıarına gelince teröristlere yazdıkları şarkıları zamanım olmadığımdan yazamıyorum ama ilk fırsatta yazarım..

 

Sizin bildiğinizide düşünüyorum ayrı bir konu.

 

Bu bilmezden anlamazdan gelmeler yokmu! bir tütlü anayamıyorum bu tutumları..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YOU TUBE'YE ''AHMET KAYA apoyu özledik'' yaz ve türkücü ahmedin bebek tailine yamış olduğu türküyü dinle....

hala anlamazdan geliyorsunuz...

Apoyu özleyen adam türkiyyi ve türk halkını seviyormuş !

 

zamanım kısıtlı yazamıyorum bu konuda daha önce yazıldı geriye dön ve bak tanımıyorsan türkücü ahmedi tanırsın.

 

Devlet Apo'ya ne kadar saygı gösteriyorsa bende o kadar saygı gösteriyorum..

 

Ahmet Kaya...

 

Abdullah Öcalan o zaman barıştan söz ediyordu, herkesle barışmak istiyordu.

Amet Kaya Apo'nun barışı isteyen tarafını özlemişti, onun için çıktı bu şarkıyı söyledi.

Bende barış isteyen insanları özlüyorum.

bu Apo bile olsa...

Umarım benide vatan haini ilan etmezsin...

 

Selametle

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Devlet Apo'ya ne kadar saygı gösteriyorsa bende o kadar saygı gösteriyorum..

 

Ahmet Kaya...

 

Abdullah Öcalan o zaman barıştan söz ediyordu, herkesle barışmak istiyordu.

Amet Kaya Apo'nun barışı isteyen tarafını özlemişti, onun için çıktı bu şarkıyı söyledi.

Bende barış isteyen insanları özlüyorum.

bu Apo bile olsa...

Umarım benide vatan haini ilan etmezsin...

 

Selametle

Barış isteyen apo mu? Ne diyorsunuz yahu? Şaka falan mıdır acaba bu? Bir insan apo'yu neden özler? apo'yu özledim ama barışçı tarafını özledim

 

Eee savaşçı tarafını ne yapacağız? Turşuluk bir mevzu.

 

Saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eniştenizin menfatleri gereği yapmış olduklarını bütün koruculara maledemesin o korucalar köyünün güvenliği ve namusunun bekçileridir.

Daha önce eniştenizi örnek göstermiştiniz ve kendi çıkarı için yaptığı olumsuzluğu yine koruculara bulaştırmıştınız.

Enişteniz gibi değildir bütün korucular Sn mavi ....

 

onlar ulkeyi korumak için o silahları zamanında devletten hiç bir karşılık beklemeden aldılar...

 

statüsündende anlaşılacağı gibi Geçici köy korucusudur...terör bitmediğinden onlarında koruculuğu bitmedi ne zaman terör biterse bilinki bu istemde bitecektir.

 

Türkücü ahmde gelince madem çok şaşırıyorsunuz ,onun terör yandaşı olmadığına inanıyorsunuz youtube'ye ahmet kaya apoyu özledik yazın ve görün ne zihniyettymiş Ahmet Kaya.

 

Diğer şarkıarına gelince teröristlere yazdıkları şarkıları zamanım olmadığımdan yazamıyorum ama ilk fırsatta yazarım..

 

Sizin bildiğinizide düşünüyorum ayrı bir konu.

 

Bu bilmezden anlamazdan gelmeler yokmu! bir tütlü anayamıyorum bu tutumları..

 

Ben sadece enişteme bakarak yargılara varma yaşını çoktan geçtim.Eniştem sadece bir örnekti;o zaman örnek istemiştiniz ben de verdim.

 

Eniştemle beraber o kaymağı paylaşanları bir tarafa bıraktım.Çok yazdım,yazmaya devam edeceğim.Devlet otoritesini kendisiyle hissettirmeli,kendi otoritesine sahip çıkmalı.Devlet eğer kendine,halkına hesap veremeyecekse o zaman ben devletim dememeli.

 

Çıkar çatışmaların arasında kalmış bir taraf sorunu varsa bölgede;neyin ne olduğunu anlamak için;görülmeli ve duyulmalı bazı şeyler.

 

Bakın size bir isim vereceğim.Aydın Öztürk.Kendisi şair ve besteci(ona da buradan yürekten saygılar).Kitaplarını lise yıllarında çok okurdum.(Şiir kitapları)Daha sonra nerede okuduğumu hatırlayamıyorum ama;cezaevi yııları ve annesiyle ilgili bir dipnot vardı.Çok acıydı.Buna inanamamıştım.Aydın Öztürk'ün bir dinletisine gittiğim yıllarda,onu yakaladığım ilk yerde bunu sormuştum.''Bu yaşadıklarınız doğru mu'' diye...Gözleri doldu,bana bu anlattıklarımız yaşadıklarımızın %1'i olamaz dediği an ise donup kaldığı an oldu.Ondan,onun yaşamında sürgünlüğü,esareti ve yakılmış köyleri buldum,bulmaya devam ediyorum.

 

Koruyucuların affedersiniz ama tecavüzleri,zorbalıkları gün gibi ortadayken,siz nasıl onları birer masum olarak algılayabilirsiniz?Karşılıksız vatan ha?Siz buna gerçekten inanıyor musunuz?Ben inanmıyorum.Vatanı sevmek özel bir duygudur.Kendin gibi sevmek!Budur vatanseverlik.

 

Ahmet Kaya'ya gelince...onun hakkında ki düşüncelerimi yazdım.Okumuşsunuz zaten.Arkasındayım.Ona vatan haini deseniz bile...ona bir Kürtçe şarkı söyleminden dolayı çatal,kaşık fırlatanların yaptıkları size ne ifade ediyor diye sorarım bende...Lütfen bu saldırı,sizin için nedir'i cevaplayın.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eniştenizin menfatleri gereği yapmış olduklarını bütün koruculara maledemesin o korucalar köyünün güvenliği ve namusunun bekçileridir.

Daha önce eniştenizi örnek göstermiştiniz ve kendi çıkarı için yaptığı olumsuzluğu yine koruculara bulaştırmıştınız.

Enişteniz gibi değildir bütün korucular Sn mavi ....

 

onlar ulkeyi korumak için o silahları zamanında devletten hiç bir karşılık beklemeden aldılar...

 

statüsündende anlaşılacağı gibi Geçici köy korucusudur...terör bitmediğinden onlarında koruculuğu bitmedi ne zaman terör biterse bilinki bu istemde bitecektir.

 

Türkücü ahmde gelince madem çok şaşırıyorsunuz ,onun terör yandaşı olmadığına inanıyorsunuz youtube'ye ahmet kaya apoyu özledik yazın ve görün ne zihniyettymiş Ahmet Kaya.

 

Diğer şarkıarına gelince teröristlere yazdıkları şarkıları zamanım olmadığımdan yazamıyorum ama ilk fırsatta yazarım..

 

Sizin bildiğinizide düşünüyorum ayrı bir konu.

 

Bu bilmezden anlamazdan gelmeler yokmu! bir tütlü anayamıyorum bu tutumları..

Korucular benim görüsüme göre gercekten TC yi sevdiklerinden ve vatanseverliklerinden dolayi PKK ya karsi güvenlik güclerinin yaninda mücadele vermiyorlar. Korucular genelde bir asirete baglidir ve eger asiret reisinin cikarina uygunsa mücadele ederler. Asiret reisleride TC ile PKK arasinda secim yapiyorlar ve kim onlara sonunda karli gözüküyorsa onun yanindalar. En azindan gercekleri görerek koruculuk hakkinda konusalim. Koruculuk meselesi bana Afganistan'da Taliban'in Rusya'ya karsi vermis oldugu mücadelede ABD'nin Taliban'i iyi gösterip Ruslara karsi desteklemesini hatirlatiyor. TC de Asiret reislerini PKK ya karsi kullaniyor ama sonunda onlarinda PKK kadar bölge insanlari icin tehlikeli oldugunu görecek, aslinda biliyor ama su an isine gelmiyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

GKK korucularının pratikleri açısından çatışma bölgesi zengin bir deneyim ve veriye sahiptir. İnsan Hakları Derneği, bölgede bulunan şubelerine yapılan başvuruları, ulusal basına yansıyan olayları ve iddiaları dönemsel olarak rapor haline getirip, basın aracılığıyla paylaşır. İHD Diyarbakır Şubesinin “1990–2002 Yılları Korucu Raporu”ndan bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu raporun içerdiği örnekler, bize koruculuk ve koruculuk kurumu hakkında önemli bir düşünce zenginliği kazandırmaktadır.

 

Raporun 2002 yılı başlığından;

 

“Mardin ili Mazıdağı ilçesine bağlı Gümüşova Köyü korucuları, köyde işledikleri suçlardan dolayı köy halkı tarafından kovuldular. Bu korucular, Diyarbakır ili Çınar ilçesine bağlı Salyazı köyüne baskın düzenleyerek burada ikamet eden 18 haneyi boşalttılar. Korucular, boşalttıkları köyün halkına ait olan mal varlıklarına el koydular.”

 

Diyarbakır ili Hazro ilçesine bağlı Zoğbirin köyünden göç ettirilen ve isminin açıklanmasını istemeyen bir köylü, şu beyanlarda bulundu;

 

“Ben de diğer köylüler gibi korucu baskısında kaçarak Diyarbakır’a göç ettim. Geride kalan tarlamı Hazro’lu biriyle anlaşarak satmaya karar verdim. Tapulama işlemlerini yapmak için beraber Hazro’ya gittik. Tarlamı sattığım arkadaş tapulama işlemleriyle uğraşırken, ben de Adliye koridorundaki banklardan birine oturdum. Adliyede beni gören Korucubaşı karakola gidip, Hükümet Konağında bir terörist var diye ihbarda bulundu. Hükümet Konağına gelen yaklaşık 40 kişilik jandarma görevlisi tarafından gözaltına alındım. Bir kaç gün sonra serbest bırakıldım. Bu olay üzerine arkadaşım tarlayı almaktan vazgeçti. Köyde tarlası olan ve göç eden tüm ailelerin tarlalarına başta Korucubaşı olmak üzere korucular tarafından el konuldu.”

 

1993 yılı başlığından;

Mardin ili Midyat ilçesi Bağlarbaşı köyüne Abdullah Taş adlı korucu başı ile beraberindeki korucular tarafından baskın düzenlendi. Baskın sırasında yaşanılanlar köylüler tarafından şöyle aktarılmakta:

 

“Baskın sırasında, köy imamı Abdülvahap Altınkaynak, cami hoparlöründen anons yapmak üzere çağrıldı. Korucubaşı Abdullah Taş, yaptığı konuşmada imamın Ermeni olduğu iddiasında bulunarak, imamın köydeki kiliseye götürülüp kiliseyle beraber yakılması emrini beraberindeki koruculara verdi. Taş, korucuları da yanına alarak imamı kiliseye götürdü. Önce işkence ettiler. Daha sonra saçlarını ve bıyıklarını ateşe verdiler. Biz kiliseye gidinceye kadar imamın vücudu işkenceden paramparça olmuştu. Korucular daha sonra bizi sıra dayağına çekerek tehdit ettiler. O sırada köye askerler geldi. İmamın nerede olduğunu sorunca, korucular da imamın köyden kaçtığını söylediler. Ertesi gün OHAL Bölge Valiliği, köyümüzde ‘Bir teröristin ölü olarak ele geçirildiği’ açıklamasında bulundu. Kaymakamlığa yaptığımız başvurular da sonuçsuz kaldı.”.

 

“20 Nisan 1993 günü akşam saatlerinde, Mardin ili Midyat ilçesinde 8 kişinin ölümü, 9 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan minibüs taranması olayının, Kutlubey köyü korucuları tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Köylülerin başvurusu üzerine açılan soruşturmada, Tacettin Sakan, Nevat Aydın, Halit Aktar, Rahmi Kaçmaz, Vecdi Özbay, Ethem Şeyhan, Mehmet Şeyhan, Tevkif Akbay, Abbas Taş ve Şehmus Şeyda adlı korucular tutuklandılar.”

 

“Şırnak ili İdil ilçesine bağlı 50 haneli Temelze köyüne korucular tarafından yapılan baskın sonrasında köy halkı göç ettirildi. “

 

1994 yılı başlığından;

 

“5 Ağustos 1994 günü Batman ili Kozluk ilçesi Cezne (Yazpınar) köyüne köy korucuları tarafından baskın yapıldı. Baskın sırasında köylülere ait bağ ve bahçeler ateşe verildi. Daha sonra köyden ayrıldılar. “

 

1996 yılı başlığından;

 

“Askerlerce 28 Mayıs günü boşaltılan Diyarbakır ili Silvan ilçesine bağlı Kuruçayır Köyüne, aynı ilçeye bağlı Hüseyna (Sulubağ), Teverz (Keklidere) ve Boşat (Boyunlu) köyü korucularının yerleştirildiği bildirildi. Köylerinin yakılması üzerine Diyarbakır’a göç ettiklerini belirten köylüler, köylerine yerleştirilen korucuların kendilerine ait yaklaşık 6 bin dönümlük buğday ve arpa tarlalarını biçmelerine izin vermediklerini belirttiler.”

 

1997 yılı başlığından;

 

“5 Haziran 1997 tarihinde, Urfa ili Hilvan ilçe Kaymakamı İbrahim Akpınar’ın evi korucular tarafından gece saat 02.00 sıralarında tarandı. Kaymakamın ikamet ettiği evin taranması olayı İçişleri Bakanı Meral Akşener tarafından da doğruladığı belirtildi.”

 

1988 yılı başlığından;

 

“1998 Diyarbakır ili Çınar ilçesine bağlı Çepenya, Cobin, Arwari, Xelewara, Korye, Gelgur, Bugus, Tiniver, Geresor, Melkiş, Riserik, Xanika Jer, Başpınar ile Mardin’in Giresor köylerine son günlerde korucular tarafından baskı uygulandığı, söz konusu köylerde ikamet eden köylülerin, korucuların tehditlerine maruz kaldıkları, köy girişinde arandıkları, bekletildikleri ve korucuların kişisel sorunlarının olduğu köylülere devletten aldıkları silahlarla gözdağı verdikleri belirtildi.”

 

“Hakkâri’nin Çukurca ilçe merkezinde 16 Haziran 1998 günü gece saatlerinde soy ismi Menaf olan korucunun, içkili halde komşularının evine girip kadınlara sarkıntılık yapmasıyla başlayan olay, kısa sürede korucular arasında kavgaya dönüştü. Olayı haber alan ev sahibi korucuların, saldırgan korucuyu dışarı çıkararak dövdüğü, bunun üzerine büyüyen kavgada ağır yaralanan Sıddık isimli korucunun hastaneye kaldırılırken yaşamını yitirdiği belirtildi. Üç korucunun da ağır yaralandığı olaylarda Şevket Kanat ve isimleri tespit edilemeyen bazı korucular gözaltına alındı.”

 

Diyarbakır Kulp nüfusuna kayıtlı Hediye Uludağ, 29 Haziran 2001 günü şubemize yaptığı başvuruda; “ikamet ettiği Savaş (Baviranka) köyünden 1993 yılında göç ettiğini, 2001 yılında tekrar köye döndüklerini, ancak köylerine Kanika köyü korucularının yerleştiğini ve kendilerine ait arazi ve odunları kullandıklarını” belirtti

 

Cemal Açık şubemize yaptığı başvuruda, “Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Kayhan köyünde koruculuk yapan Agit Kocaağa’nın kendilerine ait olan tapulu arazilere 1992 yılından beri el koyduğunu ve o tarihten bu yana kendi arazilerini ekip biçemediklerini belirterek, köye girmelerine izin verilmediğinden” yakındı.

 

2002 yılı başlığından;

1942 Diyarbakır ili Lice ilçe nüfusuna kayıtlı Recep Okçu, 4 Şubat günü yaptığı başvuruda,

 

1994 yılına kadar Lice’ye bağlı 180 haneli Çavundur köyünde ikamet ettiklerini, ancak 1994 yılının Eylül ayında askerler ve korucuların köye geldiğini, köyde bulunan bütün evleri yaktıklarını, 60 yaşındaki Hayati Zengin adlı köylüyü kurşuna dizerek öldürdüklerini, 55 yaşındaki Bahri Akdemir adlı köylüyü döverek kafasını parçaladığını ve yaşamını yitirdiğini, 70 yaşındaki Asiye Pehlivan adlı köylüyü de kurşuna dizdiklerini ve bunun sonucunda sakat kaldığını, bütün bu uygulamaların köy halkının gözleri önünde yapıldığını belirtti. Bu olaylar sonrası köyden göç etmek zorunda kaldıklarını, şu anda ise 30–35 ailenin geri döndüğünü ama kendilerine izin verilmediğini belirtti.”

 

Bingöl ili Solhan ilçesine bağlı Amasi (Eğlence) köyü nüfusuna kayıtlı A.Rahim Işık ile Mahmut Işık, 10 Mayıs günü yaptıkları başvuruda,

 

“1994 yılında köylerinin güvenlik kuvvetlerince yakılarak boşlatıldığını, şimdi ise köye dönmek istediklerini, ancak ekonomik durumlarının düşük olması nedeniyle ev yapamadıklarını, ayrıca Muş ili Yaygın Beldesi korucularından Ömer Yaşlı ile Mahmut Işık’ın hayvanları ile birlikte gelip köye yerleştiklerini ve kendilerini tehdit ettiklerini bu tehditlerden dolayı köye geri dönemediklerini belirttiler.”

 

Son bir örnek: Şırnak ili İdil ilçesine bağlı ve Ezidi inancındaki yurttaşların adına tapulu olan Kivak köyü, 90’lı yılların başında boşaltılır. Bu yurttaşlar 2004 yılında köylerine dönmeye başlar, ancak, köye yerleşen korucular tarafından engellenirler. Tarlaları korucular tarafından ekilip biçilmektedir. Bunun üzerine tapulu arazi sahipleri bir yanda Asliye Ceza Mahkemesi’ne dava açarken, diğer yandan idari hukuku da devreye sokar. Mülki idare amirinden meni müdahale talebinde bulunurlar. Tarlaları ve köyleri 2005 yılında mülki idare tarafından kendilerine teslim edilir.(İHD)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.