Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!... Bilim ve ilahiyat dünyasını karıştıracak bir araştırmanın çıkardığı sonuç büyük yankı uyandıracak


DİPNOT

Önerilen İletiler

ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!...

Bu araştırma çok tartışılır!...

120620081305074557744_2.jpgBilim ve ilahiyat dünyası karışacak...Yapılan bir araştırmada zeki insanların Tanrı'ya inanma ihtimalinin daha az olduğu ortaya çıktı...

Aydın elitin içerisinde ateistlerin oranı toplumun geri kalanına göre daima daha yüksek. 20'inci yüzyılda 137 gelişmiş ülkede yapılan araştırmalarda zeka seviyesinin yükseldiği, ancak buna paralel olarak tanrıya inancın da zayıfladığı görüldü.

Kuzey İrlanda'daki Ulster Üniversitesi'nden Profesör Richard Lynn'in araştırmasına göre dine bağlılık insanlığın zeka düzeyindeki yükselmeyle ters orantılı olarak değişiyor. Toplumların aydın eliti içinde ateistlerin oranı da daima toplumun geri kalanına göre daha yüksek.

İngiltere'de yapılan bir araştırma, akademisyenlerin yalnızca yüzde 3,3'ünün Tanrı'ya inandığını gösterirken, aynı dönemde toplumun tümünde tanrıya inananların oranı yüzde 70'e yaklaşıyor.

 

Amerika Birleşik Devletlerinde 1990'larda yapılan bir araştırma da Amerikan Bilimler Akademisi üyelerinin yalnızca yüzde 7'sinin tanrıya inancı olduğunu saptadı. Profesör Lynn'e göre, akademisyenlerin toplumun genelinden daha zeki olmaları tanrıya inançlarının daha zayıf olmasının da göstergesi.

 

Profesör aynı şekilde, çocukların çoğunun, ilkokula başladıklarında tanrıya inandığını ama yaşları büyüdükçe ve zekaları geliştikçe, bir çoğunun tanrının varlığından kuşkulanmaya başladığını belirtti. 20. yüzyılda 137 gelişmiş ülkede insanların tanrıya inancının zayıflamasını da genel zeka düzeyindeki gelişme ile açıkladı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 55
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bir çok düşünüre göre metafizik, boş bilgidir ve yoktur. Ki bu metafiziği hangi kulvarda algıladığınıza da bağlı. Bilim olarak ne kadar irdeleyebiliriz onu? Ki başlıkta kodlanmış harflerin hemen hemen hepsi algılarımız doğrultusundaki hareketi vurguluyor aslında. Hayatta kalmamız için Tnrıya ne kadar ihtiyacımız var? Ya da ne ölçüde ona yakın olabiliyoruz? Saddece bilim ve ilahiyat dünyası değil, "ki ilahiyat ta bilimin harmanlandığı sıralarda işleniyor" toplumun neredeyse tamamı çelişkilerini sunacak birbirine. Rastlantı dediğimiz şey belkide ilahi yargının uygulama sahası içinde bulunduğumuz gerçeğidir? Toplumca felsefenin anlamını arama çabasına başlamış oluyoruz böylece. Ki soru sorma etkinliğimiz bu günlere getirdi insanlığı... Ve belkide sona hazırladı...

Kadavrayı inceleyen bir tıp öğrencisi kadar duyarlı olabilirim insanlara karşı. Ve yine benzer çekingenlikle yaklaşabilirim işlenen din'e karşı. Kitaplarda yazdığına inanılan onca şifre, şimdi tekrar gündeme gelecek. Hayrolsun... Baksanıza gün doğuyor birilerine... Rant kaygısı da güdülmeye başlanmış anlaşılan... Her neyse! Haydi! Rast Gele...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Minik bir bilgi....

 

Dünya üzerinde yaklaşık 1.4 milyar müslüman vardır.

Fakat 1.4 milyar müslümandan , sadece ama sadece 9′u , bilimle ilgili nobel ödülü kazanmıştır...

 

E yani ne beklenirdiki!... ;)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Minik bir bilgi....

 

Dünya üzerinde yaklaşık 1.4 milyar müslüman vardır.

Fakat 1.4 milyar müslümandan , sadece ama sadece 9?u , bilimle ilgili nobel ödülü kazanmıştır...

 

E yani ne beklenirdiki!... ;)

 

Bu mink ve aynı zamanda temelsiz bilgileri bir yana bırakıp büyük bir bilgi vermek istiyorum. Önemli olan nobel ödülü almak mı yoksa nobelin ödülünü verdiği bilimlerin mucidi olmak mı?

İslam bilginleri ni tanıyalım ozaman :

---

 

İslam Uygarlığının, Bilim ve Teknolojiye Olan Katkıları

 

Medeniyet, dünyadaki bütün milletlerin ortak malıdır.Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az olsun çok olsun bir payı vardır.Sadece bu pay Avrupalılara ait değildir.Bu medeniyet paydasında Çin,Mısır, Hint, Roma, v.b. Medeniyetlerin de bir payı vardır.Medeniyet yarışı uzun koşulu bir bayrak yarışına bezer.Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış olup sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar almıştır.Batı bugünkü seviyesine sadece kendi kendilerine gelmemiştir.Müslüman bilim adamlarından bir çok sahada etkilenmişlerdir. Bilim alanındaki keşiflerin bir çoğu, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde , dönemin en ileri uygarlığı olan "İslam Uygarlığı"nın ürünüdür. Akıla ve bilgiye dayanan bu uygarlık, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.

 

Kur?an'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, İslam?da akla, bilgiye ve bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; Ayrıca toplumsal yaşantının getirdiği ihtiyaçtan kaynaklanan ( Oruç, namaz vakitleri için Astronomi v.b.) sebeplerle söz konusu dönemde bilimsel ilerleme Müslümanlarda görülmüştür.

 

Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla uygarlığa vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır.Batı?daki Rönesans ve Reform hareketlerine öncüllük etmişlerdir. ( Prof.J.Risler ?Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans?ımıza tesir ettiler.? -E.F.Gautier ? Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bugünkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir.?)

 

Müslüman bilim adamları öncelikle, bilim evrensel olduğu için ? İlim Çin?de dahi olsa gidip alınız.(Hadis) - Batı'da Roma ve Doğu'da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır. Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur. Ancak İslam'la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Sadece Araplar değil, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kur?an'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir. Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken ; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn-i Haldun, İdrisi ve Taberi gibi pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.

 

 

İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından * Cabir Bin Hayyan, ?'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'? olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder.

 

 

* El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, ?'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der.

 

 

9. yüzyılda yaşamış olan * Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton?dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır.

 

* Ahmet Fergani,fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesapladı.

 

* El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar. J.Risler: ?Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani?dir.?

 

* Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder.

 

* Ebü'l-Vefa trigonometriye "Sekant ?Kosekant- tanjant-cotanjant" kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; ?'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' belirtmiştir.

 

* İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur.

 

* el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa?da ?Beyruni Kuralı? diye bilinir. El-Beyruni, 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söylemiştir.

 

* İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder.

 

Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. 794 yılında Bağdat?ta ilk kağıt fabrikası kuruldu. Bağdat, Harran,İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.

 

* El Cezeri XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitab-el Hiyal" adlı kitabın yazarıdır.

Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur. Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R. Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir.

 

 

* Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton'dan 500 yıl önce, "her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç" olduğunu söylemiştir. Roger Bacon'dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır.

Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve "Mizanü'l-Hikme" (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir. Elementler ** **** Altın 19.05 19.26 Civa 13.56 13.59 Bakır 8.66 8.85 Pirinç 8.57 8.40

 

Demir 7.74 7.79 Kalay 7.32 7.29 Kurşun 11.32 11.35 Hazini , Zîc-i Sanacarî (Yıldız Kataloğu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu Devleti'nin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir. ?Risale fi'l-Âlât' (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır.

 

* Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir.

 

* Hârizmi 9. Yüzyıl'da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan (Batı?da Al Gharasmus olarak anılan) ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.

Harizmi,(780-850) Hint rakamlarına sıfır?ı bularak bu rakam sayesinde bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; ve bu sayede matematikte önemli bir çığır açılmış oluyordu. Logaritmayı ortaya koyan ilk kişidir. Hârizmî'nin cebirle ilgili yapıtı,(El-Cebir) 12. Yüzyıl'da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye (Al Gebra) tercüme edilmiştir. Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, ?Kitâbu Sureti'l-Ard' (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır..

 

* Ali Kuşçu Semerkant Rasathanesi'nin Müdürlüğü'nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul'a geldi. Fatih Sultan Mehmet'in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi'nde görevlendirildi. Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi.

Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi'nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir.

Semerkant Rasathanesi'nde iken bir Türk hükümdar ve bilim adamı olan Uluğ Bey?in ?Zic-i Uluğ Bey' (Uluğ Bey'in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı. Söz konusu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir.

?Risaletü'l-Fethiye' adlı eseri ise 19. yüzyılda, İstanbul Mühendishanesi'nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir. Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23°30'17" olarak tespit etmiştir. Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir. 15. yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün NASA tarafından Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir.

 

* Şerafeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. ?Mücerrebname' adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ?Cerrahiyatü'l-Haniye' eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.

 

*Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ?Kınakına' hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

 

Fatih Sultan Mehmet?in Hocası *Akşemseddin , Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşayan ve ilk olarak mikropların varlığını keşfeden kişidir.

 

*Gıyaseddin Cemşid,(1429)Ondalık kesir sistemini bulan, Virgülü, aritmetik işlemlerde ilk defa kullanan kişidir.

 

* Ömer Hayyam, (12.y.y.) Newton?a dayandırılan binom formülünü cebire kazandıran kişidir.

 

* Ali Bin Abbas, 10. yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir.

 

* Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal'dan 600 yıl önce bulmuştur.

 

* Sabit Bin Kurra , 9. yüzyılda yaşamış ve Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir.

 

* İbn-i Sina (980-1037), Anatomik çalışmalar yapan Müslüman,Türk bilim adamlarının başında gelir. Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri,müzik, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu'da değil Batı'da da ünlenmiştir. En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb, 12. yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 19. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş,okutulmuş ve Avrupa?da bu kitap ?Tıbbın İncil?i olarak ün yapmıştır. Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir. El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.

 

*Ali bin İsa (?-1038)'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı ?Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha? isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir.

 

*el-Kazvini (1281-1350) ve *İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır. Bu bilim adamları daha 13. ve 14. yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar

damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını göstermiştir.

 

*Piri Reis, O güne kadar çizilen haritalarda yanılma payları çok olmasına rağmen bugün uydudan çekilen dünyanın haritasını %99?u doğru %1 yanılma payı ile Coğrafya alanında bir baş yapıt olan dünya haritasını çizmiştir.

 

*İbn-i Haldun, Tarih ve sosyal alanda yaptığı çalışmalar ile ve özellikle ?Mukaddime ? adlı esri ile Sosyoloji?nin kurucusu olmuştur. Modern Sosyoloji?nin kurucusu olan A.Comte?a öncüllük etmiştir.

 

M.K. ATATÜRK?ÜN ;?Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir.Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.? İfadesindeki gibi İslam?da "din-bilim çatışması" yoktur. Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindir.Dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi iddialar vardır.Oysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır.Orta Çağda Allah?a inanan Müslüman bilim adamları sayesinde İslam medeniyeti bilimsel alanda ileri gitmiştir. Tarihe baktığımızda medeniyet adına eserler ortaya koyanların ister tek Tanrılı olsun ister çok tanrılı olsun, Tanrı?nın (Allah?ın) var olduğuna inanan ,Ateist (Tanrı?ya inanamayan) olmayan ve bir dine inanan toplumlardır.Bütün Arkeolojik kazılarda ve Tarih biliminin ortaya koyduğu sonuçlarda Tanrı?yı inkar eden, bir dine inanmayan topluma rastlanmamıştır.Toplumsal olarak değil sadece bireysel çıkışlarla ateist olanlar mevcuttur. Çin,Hint,Yunan,Mısır,Arap, Türk v.b. Medeniyetlerin hepsi bir dine,Tanrı?ya inanmışlar ve ortaya muhteşem medeniyetler, eserler (Efes,Ayasofya,Selimiye,Piramitler, Katedraller v.b??) bırakmışlardır. Yani özetle din, toplumları geri bırakmaz,medeniyete,bilime katkı sağlar ve sevgi,yardımlaşma,doğruluk,adalet v.b. noktalarda da toplumları bir arada tutar. Bu konular 11.sınıf Din K.A.B. Ders kitabındaki müfredatta olan ünite konularıdır.

 

Kaynaklar: 9.10.11. Sınıf Din K.A.B. Ders Kitapları //// Diyanet İşleri Başkanlığı Kaynak Kitapları

 

Milli Eğitim-Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ;Din Öğretimi,Eğitim,Bilim ve Sanat Dergisi,1985

 

T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi. / İlahiyat Fakültesi Dergisi III.

 

 

Ayrıca Batı medeniyetine baktığımızda da, çağdaş bilimin doğuşunun yine Allah inancı üzerine kurulu olduğunu görürüz. Allah?ı inkar eden bazı bilim adamları olsa da "Bilimsel devrim çağı" olarak bilinen 17. yüzyıl, Din?de Reform hareketlerinin büyük bir etkisiyle Din dışlanarak değil reform edilerek Allah'ın yarattığı evreni ve doğayı keşfetme niyetiyle araştırma yapan bilim adamları ile doludur. Bu dönemde İngiltere, Fransa gibi ülkelerde kurulan bilim enstitüleri, "Allah'ın kanunlarını keşfederek O'nu tanımak" hedefini benimsemiştir. Aynı eğilim 18. yüzyılda da devam etmiştir. Newton, Kepler, A.Einstein, Kopernik, Bacon, Galilei, Pascal, Boyle, Paley, Cuvier, Mendel gibi isimler, bilim dünyasına önemli katkıları bulunan ve aynı zamanda Allah'a olan imanları ile tanınan bilim adamlarından sadece birkaçıdır.Ayrıca bu bilim adamlarına ışık tutan filozofların % 90?ı da Allah?ı inkar etmeyen,Ateist olmayan inançlı kişilerdir ( Aristoteles, Descartes, J.Locke, v.b.). Bu bilim adamları Allah'a inanan, dahası bu inançtan gelen şevkle bilim yapan kişilerdir. Bu gerçeğin göstergelerinden biri, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de düzenlenen ve "Bridgewater Treatises" olarak anılan bir dizi bilimsel yapıttır. Çok sayıda bilim adamı farklı bilim dallarında araştırma yapmış ve vardıkları sonuçları "Allah'ın evrende ve doğada yarattığı ahenk ve uyumun delilleri" olarak tanımlamışlardır. Bu bilim adamlarının kullandıkları yöntem de, "Allah'ı doğayla tanıma" anlamına gelen "Natural Theology" (Doğal İlahiyat) kavramıyla ifade edilmiştir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından * Cabir Bin Hayyan, ?'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'? olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder.

.

.

.

( Aristoteles, Descartes, J.Locke, v.b.). Bu bilim adamları Allah'a inanan, dahası bu inançtan gelen şevkle bilim yapan kişilerdir. Bu gerçeğin göstergelerinden biri, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de düzenlenen ve "Bridgewater Treatises" olarak anılan bir dizi bilimsel yapıttır. Çok sayıda bilim adamı farklı bilim dallarında araştırma yapmış ve vardıkları sonuçları "Allah'ın evrende ve doğada yarattığı ahenk ve uyumun delilleri" olarak tanımlamışlardır. Bu bilim adamlarının kullandıkları yöntem de, "Allah'ı doğayla tanıma" anlamına gelen "Natural Theology" (Doğal İlahiyat) kavramıyla ifade edilmiştir.

 

Hiçte inandırıcı değil...

Çünkü..

bilimsel hatta sosyal alanlarda müslümanlar maalesef bilim adamlarının zamanında söyledikleri birçok şeyi unutmuş durumda. Bu, genel olarak "İslam dünyası neden geri kaldı" sorusuyla bağlantılı olarak ele alınabilir.

Doğru bilgiye ilim denilmesi zamanla yıprandı, dolayısıyla muslumanlar genel malumatlara, kulaktan kulağa aktarılan bilgilere ilim demeye başladılar.

Bu, İslam dünyasının en temel çöküş nedenlerinden biridir. Bu durum, bilimin İslam dünyasında siyasallaştırılması, bilimin İslam dünyasında siyasetin bir aracı olarak görülmesi olayıdır.

Diğer taraftan; İslam Alimleri de bilimi Antik Yunan kaynaklarını inceleyerek geliştirmiştir. Bu konu çok önemli; Müslüman bilim adamları Yunanca eserleri incelemiş ve bir çoğu Yunanca bilmekteydi.

Bugün yer yer İngilizlerden mi ya da Fransızlardan mı bilim öğreneceğiz, bilimin gelişmesi için sıkı sıkya İslam'a sarılmalıyız gibi kısır bir anlayışın olduğu da bir gerçektir.

İslam'a/islam bilimini savunmak ve buna sıkı sıkıya sarılmak bilimden ziyade Ahiretle ilgili bir şey diye düşünüyorum...

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!...

Bu araştırma çok tartışılır!...

120620081305074557744_2.jpgBilim ve ilahiyat dünyası karışacak...Yapılan bir araştırmada zeki insanların Tanrı'ya inanma ihtimalinin daha az olduğu ortaya çıktı...

Aydın elitin içerisinde ateistlerin oranı toplumun geri kalanına göre daima daha yüksek. 20'inci yüzyılda 137 gelişmiş ülkede yapılan araştırmalarda zeka seviyesinin yükseldiği, ancak buna paralel olarak tanrıya inancın da zayıfladığı görüldü.

Kuzey İrlanda'daki Ulster Üniversitesi'nden Profesör Richard Lynn'in araştırmasına göre dine bağlılık insanlığın zeka düzeyindeki yükselmeyle ters orantılı olarak değişiyor. Toplumların aydın eliti içinde ateistlerin oranı da daima toplumun geri kalanına göre daha yüksek.

İngiltere'de yapılan bir araştırma, akademisyenlerin yalnızca yüzde 3,3'ünün Tanrı'ya inandığını gösterirken, aynı dönemde toplumun tümünde tanrıya inananların oranı yüzde 70'e yaklaşıyor.

 

Amerika Birleşik Devletlerinde 1990'larda yapılan bir araştırma da Amerikan Bilimler Akademisi üyelerinin yalnızca yüzde 7'sinin tanrıya inancı olduğunu saptadı. Profesör Lynn'e göre, akademisyenlerin toplumun genelinden daha zeki olmaları tanrıya inançlarının daha zayıf olmasının da göstergesi.

 

Profesör aynı şekilde, çocukların çoğunun, ilkokula başladıklarında tanrıya inandığını ama yaşları büyüdükçe ve zekaları geliştikçe, bir çoğunun tanrının varlığından kuşkulanmaya başladığını belirtti. 20. yüzyılda 137 gelişmiş ülkede insanların tanrıya inancının zayıflamasını da genel zeka düzeyindeki gelişme ile açıkladı.

 

Dini konularda tartışmıyorum hala; öncelikle bunu belirteyim...

 

Sadece açık ve net bir şekilde görülen bir şeye değineceğim:

 

İfadelere dikkat:

 

Aydın elitin içerisinde ateistlerin oranı toplumun geri kalanına göre daima daha yüksek

vay vay vay; nedense şaşırmıyorum çünkü çağın baskın eğilimlerinden haberdarım...

 

[/b]İngiltere'de yapılan bir araştırma, akademisyenlerin yalnızca yüzde 3,3'ünün Tanrı'ya inandığını gösterirken, aynı dönemde toplumun tümünde tanrıya inananların oranı yüzde 70'e yaklaşıyor.

bak bak bak; bu üniversite dünyanın en zekilerini barındırıyor ya ölçütümüz bu...

 

Amerika Birleşik Devletlerinde 1990'larda yapılan bir araştırma da Amerikan Bilimler Akademisi üyelerinin yalnızca yüzde 7'sinin tanrıya inancı olduğunu saptadı. Profesör Lynn'e göre, akademisyenlerin toplumun genelinden daha zeki olmaları tanrıya inançlarının daha zayıf olmasının da göstergesi.

 

Aman da aman; sayın Lyn'in ifadesine dikkat yalnız: Profesör Lynn'e göre, akademisyenlerin toplumun genelinden daha zeki olmaları tanrıya inançlarının daha zayıf olmasının da göstergesi.

 

Ben bugüne kadar zeka testiyle bir yere gelenini görmedim; hele eğitim sisteminden etkilenmeden yetişebilenini gerçekten fazla bulamadım... :D

 

Profesör aynı şekilde, çocukların çoğunun, ilkokula başladıklarında tanrıya inandığını ama yaşları büyüdükçe ve zekaları geliştikçe, bir çoğunun tanrının varlığından kuşkulanmaya başladığını belirtti. 20. yüzyılda 137 gelişmiş ülkede insanların tanrıya inancının zayıflamasını da genel zeka düzeyindeki gelişme ile açıkladı

 

İnsan zekası yaş ilerledikçe azalmıyor muydu yahu; hani şu ölen sinir hücreleri meselesi falan, ama yook ne kadar çok çağın baskın anlayışı ile eğitilirseniz o kadar zeki olursunuz...

 

Çok yüzeysel buluyorum; isteyen çok derin bulup atlayabilir de ama ben uyarayım eğer gerçekten bunlardan ibaretse çakılırsınız zemine...

 

İşte böyle; ben buralarda fazla kalmayayım, ayrıntıları "hakkımda" bölümümde bulursunuz zaten, meseleyi uzatmak isteyen beni meşgul etmeden önce oraya bakabilir...

 

Müslüman arkadaşlara selamlar; görüyorsunuz işte meseleye nasıl yaklaşılıyor hala, bu aslında bizler için hem sevinç kaynağı hem de ibret kaynağı olmalı; sevinelim kendilerini kandıranları görüyoruz, ibret alalım biz de böyle kandırmacalara düşmeden çalışalım ve kendimizi geliştirelim...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hiçte inandırıcı değil...

Çünkü..

bilimsel hatta sosyal alanlarda müslümanlar maalesef bilim adamlarının zamanında söyledikleri birçok şeyi unutmuş durumda. Bu, genel olarak "İslam dünyası neden geri kaldı" sorusuyla bağlantılı olarak ele alınabilir.

Doğru bilgiye ilim denilmesi zamanla yıprandı, dolayısıyla muslumanlar genel malumatlara, kulaktan kulağa aktarılan bilgilere ilim demeye başladılar.

Bu, İslam dünyasının en temel çöküş nedenlerinden biridir. Bu durum, bilimin İslam dünyasında siyasallaştırılması, bilimin İslam dünyasında siyasetin bir aracı olarak görülmesi olayıdır.

Diğer taraftan; İslam Alimleri de bilimi Antik Yunan kaynaklarını inceleyerek geliştirmiştir. Bu konu çok önemli; Müslüman bilim adamları Yunanca eserleri incelemiş ve bir çoğu Yunanca bilmekteydi.

Bugün yer yer İngilizlerden mi ya da Fransızlardan mı bilim öğreneceğiz, bilimin gelişmesi için sıkı sıkya İslam'a sarılmalıyız gibi kısır bir anlayışın olduğu da bir gerçektir.

İslam'a/islam bilimini savunmak ve buna sıkı sıkıya sarılmak bilimden ziyade Ahiretle ilgili bir şey diye düşünüyorum...

 

 

Bilimin, bir insanın eserlerini, bilimsel buluşlarını; din, dil, ırk,mezhep ve siyasal kimliği gözününde bulundurmadan değerlendirdiğini düşünüyorum. Ve böyle olmasınıda yeğliyorum..

 

Ayrıca sizin bu yaklaşımınızın günümüz türkiyesinde yaşayan insanlar için geçerli olduğunu da biliyorum. Bunları Günlük hayatta her gün yaşıyor ve sizin yukardaki örneklerinizde de bolca görüyoruz.

Sizin nobel olayına yaklaşımınız, bu coğrafyada yaşayan bir insanın düşünce ve yorumlama kısırlığını göstermektedir. Türkiyede ne yazkki, fikirler, eserler ve buluşlar kadar bunları ortaya koyan insanların Bağlı oldukları sendikaları, üye oldukları partileri, mensubu oldukları din ve mezhebleri, gittikleri kulüb, bağlı olduğu cemaat .... vesiresi daha önemli bir konumda olduğu için sizinde Bilim adamı yaklaşımınızda Müslüman ayrımını yapmanız gayet normal. İşte bilimin yozlaştığı ve sınırılarının daraldığı nokta bu olsa gerek..

 

Ayrıca bırakın yunandan, grekten, farstan ve almandan etkilenmeyi... bunlar basit ve gereksiz savunmalar..

Kimin kimden etkilendiği hiçte önemli değil, önemli olan insanlık yararına bir şeyler ortaya koymaktır.

 

 

Saygılar / Sevgiler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sizin nobel olayına yaklaşımınız, bu coğrafyada yaşayan bir insanın düşünce ve yorumlama kısırlığını göstermektedir.

 

Bakın kısırlık nerede....

Neyi ve hangi ölçütü kabul edersek edelim İslâm ülkeleri başka bir ülkeyle mukayese kabul etmeyecek kadar az sayıda bilimsel ürün ortaya koymaktadır, üstelik ortaya konan bu ürünlerin çoğu da nisbeten düşük vasıflı ürünlerdir. Sayılarla konuşacak olursak dünya nüfusunun % 20’sini oluşturan halkının çoğu müslüman 41 ülkenin ortaya koyduğu bilimsel ürün, tüm dünyadaki bilimsel rünün % 5’inden daha azdır. Bu sayılar, uluslararası makbul bilimsel dergilerde yayınlanmış makalelerle ilgili atıfların (citation) oranıdır. Başka ölçütleri dikkate alarak bakacak olursak, araştırmaya ve gelişmeye ayrılan yıllık harcama miktarı, araştırmacı bilim adamı ve mühendis sayısı gibi diğer ölçütler de, nüfus çokluğu ile bilimsel araştırma ürünleri arasındaki bu orantısız durumu (müslümanların bilim ve teknikte geriliğini/kısırlığını) gayet güzel teyid eder mahiyettedir.

Bir defa İslam dünyası, daha, inanç ile akılı uzlaştırmamıştır...

 

Öncelikle bunu unutmayalım olurmu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bence zeka ve din ilişkisi bağlamında yapılacak bir araştırmanın sadece bu değişkenlere bağlı olarak sonucun değerlendirmesinin yapılabilmesi için şöyle bir araştırma daha doğru ve inandırıcı sonuçlar verir diye düşünüyorum.Deneye iki çocuk kullanılsın.Bunlardan biri diğerinden zekaca üstün olsun.Bu cocuklara ideolojiden,dinden inanç kültüründen arındırılmış eşit bir eğitim verilsin.Bu çocukların yaşamı şu anki hayattan kopuk olsun hiçbir ilişkileri olmasın hayatla ki değişkenleri kontrol edebilelim.Bu çocuklar büyüdüğünde hayatla ilgili sorgulamaya başladıklarında ya da hayatı anlamlandırmaya başladıklarında inanç bağlamında hangi açılımları yapıyorlar gözlensin.İnanma duygusu hangisinde daha fazla tezahür etmektedir bu da gözlensin.Acaba nasıl bir sonuç çıkardı?

 

Bu çocuklara 20'li yaşlarında din anlatılsın mesala.Bu bağlamda zekaca alt düzeyde olan anlatılanları daha kolay kabul edecektir ve daha kolay inanacaktır mantıki bağlamda.Zekaca üstün olan diğerine nazaran anlatılanları biraz daha sorgulayarak,anlamlandırmasını daha doğru yaparak karar verecektir.Eğer ki inanırsa inancı diğerinden daha sağlam ve anlamlı olacaktır.Eğerki inanmazsa bunu da zekasına bağlamak mümkündür.Ama şöyle bir sonuç genel geçer sonuç mudur:Zekaca üstün olan zekası nedeniyle inanmadı bu sebeple zekilik inanmamayı gerektirir.Peki inanırsa hangi anlam çıkar?

 

MUHABBETLE...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Dindar" olmak ya da "Dinsizliği seçmek", genel olarak kişinin yetiştiği ortam ile ilgilidir birde...

 

Siz bilgiye hiçbir şekilde, dini reddetmesi için gerekli bilgiye ulaşamayan bir insanın Dini reddetmesini,

Ya da kişiyi Bilim Adamı yapacak edinimlerden uzak olan bir kimsenin Bilim adamı olmasını bekleyemezsiniz...

 

O yüzden zeki olmasına rağmen, Tanrı'ya sıkı sıkıya inanan insanlar çoklukla var...

 

Ben zekadan çok bilgiye erişime ve kişinin yetiştiği ortama, yetişme tarzına bağlıyorum...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Dindar" olmak ya da "Dinsizliği seçmek", genel olarak kişinin yetiştiği ortam ile ilgilidir birde...

Siz bilgiye hiçbir şekilde, dini reddetmesi için gerekli bilgiye ulaşamayan bir insanın Dini reddetmesini,

Ya da kişiyi Bilim Adamı yapacak edinimlerden uzak olan bir kimsenin Bilim adamı olmasını bekleyemezsiniz...

 

O yüzden zeki olmasına rağmen, Tanrı'ya sıkı sıkıya inanan insanlar çoklukla var...

 

Ben zekadan çok bilgiye erişime ve kişinin yetiştiği ortama, yetişme tarzına bağlıyorum...

 

Saygılarımla...

 

Yukarda yapılan araştırmada nedense sadece zeka değişkeni vurgulanmış.Yetiştiği ortam,yetişme tarzı gibi değişkenlerle zeka değişkeni arasındaki inanca etki etme oranı ilişkisinden hiç bahsedilmemiş.Bir düşünceye temel olması bağlamında içinden zeka değişkeni ön plana çıkarılmış ve bilimsellik havası katılmış.Şimdi ben o yazıyı okuyup yorumladığım da :''Hııımmmm, bak inanmayanlar daha zeki inananlar zeki değil.''yorumunu çıkardığımda ya da birileri genel geçer yorum olarak sunduğunda zekice bir iş yapmış olmam söylenen de zekice olmaz bence.

 

MUHABBETLE...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 hafta sonra...

Sevgili Dipnot ;

 

Size Katılıyorum. Sanırım Bu Tez iniz de Doğru Olabilir.

 

Tabii ki ;

 

O Zeki Adam lar ın Akıl ları Şeytanlık tan Başka Bir Şeye Çalışmıyor Oldukça,

 

Haliyle Bu Tez de Hep Böyle Espri Konusu Olacaktır.

 

Ne Diyelim Artık , Sanırım Bahsi Geçen o Tanrı nın da Bu Konuda Yapabileceği pek Bir Şey Yok gibi Görünüyor.

Haydi Hayırlısı.

 

Allah Sonumuzu Hayr Etsin. Vesselam.

 

 

Saygılar. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aklın önemi üzerinde dururken, bilindiği üzere imamı Gazalî'nin "İHYA"sında yazdığı Rasûlullah Aleyhisselâm’ın şu açıklamasını nakletmiştik..

 

"Ya Ali, herkes "ALLAH"a bir yoldan yaklaşır!...

 

Sen, aklın ile "ALLAH"a yakın olanlardan ol..."

 

Bu güne kadar hep "ALLAH"a akıl ile yaklaşmanın değerinden bahsettik. Kitaplarda da özellikle bunu anlattık.

 

Ancak şimdi daha değişik bir incelik üzerinde duracağız...

 

"ALLAH"'a niçin "iman" ile yakîn elde etme esası getirilmiştir?'a niçin "iman" ile yakîn elde etme esası getirilmiştir?

 

Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm niçin "imanı" öne almıştır?

 

Kur`ân-ı Kerim niçin devamlı olarak "Elleziyne yu'minune" "Onlar ki "ALLAH"'a iman ederler" der de; buna karşın çeşitli âyetlerde de aklı öne sürer.

 

"Hâlâ tefekkür etmeyecek misiniz?

 

Hâlâ idrak etmeyecek misiniz?

 

Hâlâ anlamayacak mısınız?"

 

der.

 

Öyle ise insana yakışan davranışların kökeninde düşünce ve idrak yatmalıdır; şartlanmalar ve etraf değil!.

 

Burayı çok iyi farketmek zorundayız..

 

Biz, koyun gibi, çobanın ya da etrafımızdakilerin güttüğü yönde davranışlar ortaya koyup, sıradan bir mahlûk gibi mi yaşayacağız?... Yoksa, Akıl ve şuur sahibi düşünen bir yapıyla yaşamına yön veren mükemmel varlık insanlığımızı mı hissedeceğiz?..

 

Herkes böyle dediği, herkes böyle inandığı için; ne olduğunu anlamadığımız, idrak etmediğimiz şeyleri kabullenerek öylesine bir hayat sürüp geçip gitmek bizi tatmin ediyorsa, diyecek bir şey yok!.. Böylece süregitsin yaşam!

 

Ama, ben bir insanım; akıl sahibi olup, düşünebilme kabiliyetine sahibim; yaşamıma kendi kavrayışımla kendim yön verebilirim; sürüye sayılmak için varolmadım; bilincine erdiysem, bundan sonra yapılacak iş neye ne kadar ve nasıl inanacağıma karar vermektir!.

 

İnsan olarak en değerli varlığımız olan "AKIL" ya kullanılır ve insan yaşamına idrakıyla yön verir; ya da kullanılmaz, düşünmeden etrafa ve şartlandırmalara tâbi olunur!.

 

İnsan beynine bahşedilen ana zihinsel fonksiyonlar akıl dışında nelerdir?

 

İnsan zihnindeki diğer doğmatik özellikler nelerdir?.

 

Önce bunların üzerinde duralım.

 

İnsan dediğimiz varlıktaki bazı zihinsel fonksiyonları sayalım:

 

Nefs (ben kavramı), akıl fikir, hayâl, idrak (kavrayış), vehim (varsayım), himmet, ve hâfıza (yani bellek).

 

Bu saydığımız zihinsel fonksiyonlar esas itibarı ile iki ana kuvvetin etkisi altındadır... Yani, fikir, hayâl, duygu, nefs, himmet daima iki ana kuvvetin birinin tesiri altına girer. Ya, vehmin hükmü altına girerek çalışır, ya aklın hükmü altına girerek çalışır.

 

Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...

 

Sonrasında hayâl gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.. Anlayıp kavramak için bir suret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda "musavvire gücü" denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme. Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek anlaşılır. O da nasıl anlaşılır? Müdrike yani idrak gücü ile, idrak edilir.

 

Bu idrakın hemen sonrasında, o idrakı hükmü altına alan vehim vardır.

 

Vehim özetle şudur: özetle şudur:

 

Var olmayan şeyi varsanmak!. Var olan şeyi de yoksaymaktır. "Varsayım" dediğimiz cevherdir.

 

Bunlardan, "Nefs" dediğimiz yapıyı da Dünyanın ruhâniyeti meydana getirir.

 

Fikir, Merkürün ruhâniyetinden; Merkürün ruhâniyetinden;

 

Hayâl, musavvire Venüsün ruhâniyetinden meydana gelir.

 

İdrak, müdrike Güneşin ruhâniyetinden gelir.

 

Vehim, Marsın ruhâniyetinden gelir. , Marsın ruhâniyetinden gelir.

 

Himmet, Jüpiterin ruhâniyetinden gelir. , Jüpiterin ruhâniyetinden gelir.

 

Akıl, Satürn`ün ruhâniyetinden gelir. Fakat Satürn`ün ruhâniyetinden meydana gelen akıl maddi bir akıldır. Dünyaya ve maddeye dönüktür.

 

Uranüs`ten gelen akıl ise "aklı kül"den yansımadır!. Çok geniş boyutlu, madde ötesine dönük düşünceleri meydana getirir. Madde ötesine dönük düşünceler Şiron`un uygun açıyla beslemesi halinde hidayet dediğimiz "ALLAH"a ve özüne yönelme" tesirlerini meydana getirir.

 

Neptün, yüksek sezgi gücünü meydana getirir.

 

Pluton, "ALLAH"`a ait "var etme ve yok etme" gücünün yeryüzünde zâhire çıkmasına vesile olur. "ALLAH"`a ait "var etme ve yok etme" gücünün yeryüzünde zâhire çıkmasına vesile olur.

 

Eğer bir kişide Merkür`ün tesirleri güçlü ise, onda çeşitli fikirler meydana gelir. Merkür`ün güçlü tesirini almış, ruhaniyetinden feyz almış insan, zeki insandır. Zekâ, Merkür`ün ruhaniyetine bağlıdır.

 

Cinlerin büyük çoğunluğu, Merkür`ün güçlü tesirlerinden feyz aldıkları için hemen hepsinde zekâ güçlüdür. Dolayısı ile şeytan da çok zekidir. Buna karşın cinler, akıl yönünden zayıftırlar!. büyük çoğunluğu, Merkür`ün güçlü tesirlerinden feyz aldıkları için hemen hepsinde zekâ güçlüdür. Dolayısı ile şeytan da çok zekidir. Buna karşın cinler, akıl yönünden zayıftırlar!.

 

Bir insan zekî olabilir; fakat yeterince akıllı olmayabilir!... Akıllı olabilir; zekî olmayabilir!. Hem zekâsı hem de aklı kıt olabilir!. Hem zekî ve hem de akıllı olabilir!.. Çünkü zekâ Merkür`ün ruhâniyetinden kaynaklanır, akıl ise Satürn ve Uranüs tesirleri ile meydana gelir.

 

İdrak (kavrama) gücünü Güneşin ruhâniyeti verir.

 

Hayâl gücü Venüsün ruhaniyetinden hasıl olur. Buna Musavvire, şekillendirme gücü de denebilir.

 

Kişinin himmeti (azmi) jüpiter`in ve Şiron`un tesirleri iledir.

 

Güçlü olarak Jüpiter`in ruhaniyetini almışsa o kişi, maddeye dönük bir şekilde şanslı hayat sürer. Maddi sıkıntıları az, refahı fazla olur.. Şiron`un tesirini güçlü almışsa kişi, mâneviyata yönelir ve mâneviyatta büyük derecelere ulaşma imkanını elde eder.

 

Satürn tamamen maddeye dönük bir akıl verir; yani bu kişi maddeyi ne yönde nasıl değerlendireceğini iyi bilir.

 

Uranüs`ün ruhâniyetinden feyz alan kişi maddi nesnelere hiç bakmaz, değer vermez. Tamamen madde ötesi soyut değerler ve nesnelerle ilgilenir.. Yani, gerçek âlemin, madde ötesi bir yapı olduğunu idrak eder. Ona yönelir.

 

Ancak, madde ötesi yapıya yönelme eğer Şiron’dan destek almamışsa o kişi felsefeci olarak kalır. Eğer bu hâl Şiron`dan desteklenmişse bu defa tasavvuf ehli velâyet mertebelerinin sahibi olur; icabında nübüvvet mertebesiyle zâhir olur. Aradaki fark Şiron`dan desteklenen bir Uranüs; veya Şiron`dan desteksiz kalmış Uranüs`tür.

 

Felsefeci ile tasavvuf ehli arasındaki fark, "Şiron" farkıdır!. "Şiron" güneş sistemi içinde yer alan ve son yıllarda tesbit edilen bir gezegendir!.. ile tasavvuf ehli arasındaki fark, "Şiron" farkıdır!. "Şiron" güneş sistemi içinde yer alan ve son yıllarda tesbit edilen bir gezegendir!..

 

Ancak şunu dikkatten kaçırmıyalım!..

 

Allah, bir kişinin maneviyat ehli olmasını takdir etmişse, onu, uygun tesirler altında dünyaya getirir; ve mesela Şiron`un güçlü açılımı o kişiyi bu olaya hazırlar!. Yani, takdir ALLAH`ındır; yıldız ve planet etkileri ise takdiri oluşturan mekanizmadır!. Beyindeki bilincin yanında, elin yeri ne ise; ALLAH takdiri ve hükmünün yanında planet ve yıldızların yeri de odur!.

 

Programında, Uranüs`ün etkisi güçlü olan; yani yüksek akıl sahibi olup maddeye değer vermeyen kişi eğer Şiron`un ruhaniyetinden feyz almamışsa bu kişi felsefeci olarak kalır!. Madde dünyası ile hiç uğraşmaz ve maddeye değer vermez. Ama mâneviyat yönü zayıftır.

 

Esasen, bu tesirler, her insanda vardır..Ancak, bu tesirler kiminde güçlü olarak alınmıştır; kiminde de zayıf olarak... Bizler bu değişik tesirlerin oluşturduğu farklı formüle sahip bileşimleriz!.

 

Burada önemli olan nokta şudur:

 

Eğer belli bir akıl gücüne sahip isek... Bilebiliriz ki "Akıl" Arapçada "Ukl" kelimesinden gelmiştir. "Bağlamak" anlamınadır.. Yani bir şeyi. diğer bir şeye bağlayarak, aralarında bir bağlantı kurarak, bir sonuç çıkarma özelliğidir..

 

Bu akıllı bir kişidir demek, yani birtakım nesneleri, birtakım bilgileri, cevherleri birbirine bağlayarak ortaya bir sonuç çıkartıp buna göre kendine yön verebiliyor demektir.

 

Zeki kişi o anki menfaatine göre ne gerekiyorsa onu derhal bulup gereğini tatbik eder. kişi o anki menfaatine göre ne gerekiyorsa onu derhal bulup gereğini tatbik eder.

 

Zekâ kısa vadelidir, günlük çözümler içindir.

 

Akıl ise uzun vadeli bakışlar ve değerlendirmeler getirir.

 

Zeki kişi günlük menfaatlerinin gerektirdiği bir biçimde yaşar. Akıllı kişi ise geleceği düşünerek hayatına yön verir. kişi günlük menfaatlerinin gerektirdiği bir biçimde yaşar. Akıllı kişi ise geleceği düşünerek hayatına yön verir.

 

Aklın iki boyutu vardır.

 

Birincisi avam boyutu...

 

Yaşadığı süreci göz önüne alarak, yapacağı işleri düzenler... Ölüm ötesini aklına getirmez!. Ömrünü dünyevi değerlere göre düşünür. Bütün ömrü boyunca, kendisine yarar sağlayacak şeyleri tasarlar.

 

Aklın ikinci mertebesi ve makbul olanı ise; ölüm ötesini düşünüp ölüm ötesi hayata göre yaşamını düzenler.. Programa alır... Ancak aklın bir zayıf noktası vardır. O zayıf noktası dolayısı ile de zekâ oyunlarına gelerek vehmin hükmü altına girmesi ihtimali sözkonusudur.

 

Akıl, daima eldeki mevcut donelere göre, bunları birbirine bağlayarak bir sonuç elde eder. Beş duyu kanalından gelen bilgiler bir kaba konur. Akıl onları bileştirir ve neticede bir sonuç çıkarır; buna göre de kendine bir yön çizer.

 

Ancak "şeytâniyet" vasfıyla bilinen cinler çok zekidirler!. Bunlar kişinin aklını karıştıracak bazı fikirleri insanların beyinlerine impalslar halinde gönderirler. Bu ilka edilen fikirleri kişinin vehim gücü kolaylıkla kabul eder..

 

Herkeste mevcut olan bu vehim gücü, aslı olmayan şeyleri varmış gibi kişiye kabul ettirir!.

 

Vehmin esası nedir?.. in esası nedir?..

 

Varolmayan şeyleri var zannetmek; var olan şeyleri de yok zannetmek. Yani varsayım !.

 

Vehim gücün, her nekadar işin doğrusunu bilsen de, buna rağmen senin bir an içinde akıl ve irade boşluğunu yakalar; ve sana bir fikir ilka eder. gücün, her nekadar işin doğrusunu bilsen de, buna rağmen senin bir an içinde akıl ve irade boşluğunu yakalar; ve sana bir fikir ilka eder.

 

Bu fikirler cinni, şeytâni de olabilir. O an gelen meleki tesirlerden de olabilir!.

 

O tesir sende bir fikir meydana getirir, sen bu fikre kapılırsın ve işi geniş planda düşünmeyi geriye bırakırsın.

 

Oysa, her gelen fikri geniş planda düşünüp; sistemi düşünüp; o sistem içindeki yerine oturduktan sonra onaylaman gerekir.

 

Aklına bir fikir geldi!... O an için sana makul gelebilir... Tamam bu güzel fikir, ben bunu böyle yapayım, dersin.

 

O an için doğru gözükebilir. O anki menfaatine uygundur.. Ama genel sistem içindeki senin yerine uygun değildir!.işte bu gelen fikri, vehim gücü sana kabul ettirir. Çünkü vehim gücü "nefs" üzerinde hükmünü icra eder.

 

Nefs, ya aklın doğrultusunda hareket edecektir; ya da vehmin hükmü altında istikametini bulacaktır... Seyyaldir!. ya aklın doğrultusunda hareket edecektir; ya da vehmin hükmü altında istikametini bulacaktır... Seyyaldir!.

 

Nefs başta da söylediğimiz gibi dünyanın ruhâniyetinden kaynaklanır. Birimsel nefs dünya üzerinde var olmuştur. başta da söylediğimiz gibi dünyanın ruhâniyetinden kaynaklanır. Birimsel nefs dünya üzerinde var olmuştur.

 

Yani, "nefsim" dediğin şey; yanlış anlamayalım..

 

Eskilerin bir kısmı, özellikle de taklid ehli "nefs"i yanlış târif etmişlerdir... "Nefs", sadece ve yanlızca "benlik" duygusudur.

 

"Ben varım", dersin ya; bu, "ben" kelimesi ile kastettiğin şey nefstir. Bu bedene ait tüm özellikler ise tabiat kelimesi ile anlatılır. Bedenin tabiatı tabii istekleri yani, tabiat tabii isteklerden meydana gelir. Doğal istekler de bedenin çeşitli organlarının çalışması sırasında oluşturduğu istek ve arzulardır.

 

Nefsî istek ayrıdır, tabîi istek ayrıdır!.

 

Bu ikisi tamamen birbirinden ayrı şeylerdir. Bunu bilmeyenler karıştırır; nefsin isteğine, tabii istek, der; veya, tabii isteğe yani tabiatının oluşturduğu isteğe nefsin isteği der.

 

Hayır!

 

Nefsin isteği benliğinin yücelmesi, benliğinin mertebe kazanması, benliğinin, sayılması, sevilmesi, korunması, yüceltilmesidir. isteği benliğinin yücelmesi, benliğinin mertebe kazanması, benliğinin, sayılması, sevilmesi, korunması, yüceltilmesidir.

 

Bedenin isteği ise güzel yemek, güzel içmek güzel uyumak güzel çiftleşmek... Yani kendi tabiatına uygun hallerle bezenmek. Bu tabiatının isteğidir. Nefsin isteği değildir.

 

HAC`da şeytan taşlama vardır... Üç şeytan taşlanır!. O taşlanan şeytanlardan her biri ayrıca bir semboldür... Meselâ birincisi, büyük şeytan, varsayım benliktir..ikinci şeytan, tabiattır. Üçüncü şeytan da, âdetler yani şartlanmalardır!.

 

Evliyaullahtan Şah Nakşıbend der ki:

 

"Biz halkın âdetlerini terkettirmek için görevdeyiz. Nebi ve Rasûller halkın âdetlerinin yanlışlığını ispat için gelmişlerdir. Çünkü âdetler insanı "ALLAH"tan alıkoyar, dünyaya ve maddeye yöneltir"

 

İnsanın zihinsel oluşumunda üç ana girdisi var:

 

1.NEFS

 

2.TABİAT ( Yani bedensel istek ve arzular )

 

3.ŞARTLANMALAR

 

Basit bir tâbirle şöyle de açıklıyabiliriz.

 

"Etraf ne der?"... "Etraf"ı atmadıkça "ALLAH"'a yönelemezsiniz!. Çünkü çevreniz kendini madde beden kabul edip, bedene dönük zevkler ve arzular ve istekler içinde yaşayan kişilerle dolmuş.

 

Kişideki vehim gücü nefsi etkileyerek, onu yanlışa saptırır..

 

Nefs neyin tesiri altındadır?.. Şartlanmaların tesiri altında.. neyin tesiri altındadır?.. Şartlanmaların tesiri altında..

 

Sana sorduğum zaman "Sen kimsin?"..

 

Sen dersin ki: "Ben buyum!... Yani, bu bedenim"!.

 

Halbuki, sen, bu beden değilsin!.

 

Senin, kendini bu beden olarak kabul etmen;

 

1.Bedenin tabiatı içinde kendini tanımaya başlamandan,

 

2.Ve etrafının, çevrenin seni bu yolda şartlandırmalarından ileri geliyor.

 

Sen, kendini, bu bedenin tabiatı içinde hapis olarak buldun..

 

Sonra da herkes sana "sen busun, sen bedensin" demeğe başladı.

 

Böylece, sende "ben bu bedenim" fikri geldi yerleşti, oturdu.. Bu böylece oturduğu için bu defa vehim sende hükmünü icra ediyor.

 

Vehim sende hükmünü nasıl icra ediyor?.. Nefsi tahrik ederek!. sende hükmünü nasıl icra ediyor?.. Nefsi tahrik ederek!.

 

Vehim ne idi?.. Var olmayanı var göstermek, var olanı da yok göstermek. ne idi?.. Var olmayanı var göstermek, var olanı da yok göstermek.

 

Gerçekte, senin nefsinin benliği, Rabbi'nin benliğidir!. Senin kendine has bir benliğin yoktur!. Kâinatta var olan tek mutlak benlik "ALLAH"'ın benliğidir.

 

"Benlik "ALLAH"a aittir. Senin ben demeğe hakkın yoktur" diyerek bunu basite indirgemişlerdir.

 

Yani, bu varlığa "Ben" kelimesi ile işaret ettiğin zaman, o "ben" aslında senin nefsin değil, "nefs"in hakikatı olan "Rabb"indir. O yüzden denmiştir ki:

 

"Nefsinin hakikatını bilen Rabbini bilir."

 

Çünkü Rabbi bilmek, nefsi bilmeğe bağlıdır. Çünkü nefsin hakikatı Rubûbiyet mertebesinden gelir.

 

"Nefs", "Rubûbiyet" hakikatından varolduğu için, mutlaka aklettiğini yapmak ister!. Nefs için iyi-kötü diye bir ayırım yoktur. Çünkü Rabbani hakikattır aslı!... Rab ise dilediğini yapar!.

 

Nefsin hakikatı da Rab olduğu için nefs daima ne dilerse, kendisine ne fikir gelirse onu hemen yapmak ister. Bunun benliği kuvvetli deriz. Nefsi kuvvetli, deriz... Yani, bu kişideki Rubûbiyet zuhuru kuvvetlidir, demektir...

 

Yalnız rubûbiyetin oradaki zuhur şekli bu saydığımız iki yoldan biri ile olur:

 

Ya vehim yollu olur..

 

Ya akıl yollu olur..

 

Vehim yollu olursa, gelen fikre tabi olur; gelen fikri genel sistem içinde, ilahi nizam içinde düşünmeden; yerine oturtmadan, hemen geldiği gibi tatbik etmek isteriz.

 

Nefs bu durumda kendi hakikatından ****** ve kendini beden olarak sandığı için, gelen istek ve arzuları hemen tatbik etmek ister ve dolayısı ile bedene dönük yaşamağa çalışır. bu durumda kendi hakikatından ****** ve kendini beden olarak sandığı için, gelen istek ve arzuları hemen tatbik etmek ister ve dolayısı ile bedene dönük yaşamağa çalışır.

 

Halbuki, nefs, hakikatı olan rabbani güç ve kendi hakiki vasfı olan, ilim sıfatından kaynaklanan bir şekilde; yaşadığımız sebepler âleminde akıl yolu ile varlık üzerinde hükmünü icra etmek ister.

 

Şimdi biz aklımıza bir fikir geldiği zaman, hemen o fikri, Allah düzeni içinde, genel idare sistemi içinde yerine oturtup; bu yapacağımız işin tabiatımıza mı dönük; var sandığımız fakat aslında var olmayan izâfi benliğimize mi dönük; yoksa kendi hakikatımızı bilmemize, "ALLAH"a yönelmemize, "ALLAH"ı tanımamıza vesile olacak bir biçimde özümüze mi dönük diye düşünüp değerlendirmemiz gerekir..

 

Şeytanın silahı iyi bilelim ki fikirdir!.

 

Çünkü bütün cinler Merkür`ün güçlü tesiri ile beslenmişlerdir. Bu yüzden onlarda fikir çok yüksektir. Fakat bu fikri kısa süreli menfaatler istikametinde kullandırırlar insana.

 

O an için senin bedeninin ve benliğinin amaçları ne ise, o doğrultuda yeni yeni fikirleri sana telkin eder ki, sen daima bedene dönük düşünesin, bedene dönük yaşayasın.

 

Halbuki akıl seni daima maddenin ötesindeki bir boyutta kendini bulup değerlendirmeye yönelik biçimde düşünmeğe sevk eder.

 

Çünkü akıl çok geniş boyutta düşünür. Çok kapsamlı olarak meseleleri ele alarak, bunları birbirine bağlayarak yeni yeni sonuçlar çıkartmağa sevk eder... Bu çalışmayı yaptığın zaman otomatikman manevi âleme girersin; madde dünyasından çıkarsın!..

 

Ne varki aklın, bu gelen fikirleri her an gerektiği gibi değerlendirememesi tehlikesi vardır. Zira vehim "nefs" üzerinde ağır basar.

 

İnsan için eğer şer diye kabul edilebilecek bir şey varsa o da vehimdir. Vehimden daha şerli bir şey yoktur!

 

Eğer aklınla vehmi hükmün altına alırsan velâyetin en üst mertebesine çıkarsın!.

 

Eğer akıl, vehmin hükmü altına girerse, şekavetin, sapmışlığın en berbat derecesine düşersin!.

 

Bütün evliyanın kerameti, vehim kuvvetinin tasarrufuyladır. Kendindeki vehim kuvvetini tasarruf altına alarak o kerametleri izhar eder.

 

Şimdi; eğer burayı anlayabiliyorsak "iman" olayının neye dayandığını çıkartabiliriz.

 

 

 

 

 

 

alıntı...............

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aklın önemi üzerinde dururken, bilindiği üzere imamı Gazalî'nin "İHYA"sında yazdığı Rasûlullah Aleyhisselâm’ın şu açıklamasını nakletmiştik..

.

.

 

alıntı...............

 

 

Sevgili FMF ;

 

Şize Yalnızca Şunu Söylemek İsterim ki ;

 

Kelime nin Tam Anlamı İle ; ''TEBRİKLER'' .

 

Cümlenin Tam Manası İle ; ''EMEĞİNİZ E SAĞLIK''

 

Temenni min Dua ya Dönüşmesi Adına ; ''MAŞALLAH''

 

Yolunuz Açık Ve Nur a Hemhal Olsun.

 

 

Saygılaımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bağımlı ve bağımsız değişken arasındaki ilişki bana da çok alakasız geldi sevgili dipnot.

 

Şimdi şöyle gördüm. İki istatistik var. Birincisi genel zeka seviyesinin yükseldiği. Öteki tanrı inancının zayıfladığı. Şimdi paralellik ve zeka seviyesinin bağımsız değişken olarak alınmasını sağlayan ne?

 

"Aydın Elit" ve "akademisyenler" arasındaki tanrı inancı yüzdesi ile , ülke nüfusunun tanrı inancı yüzdesi karşılaştırılmış. Burada "eğitim" seviyesi diyebiliriz. Ama "zeka" seviyesi biraz alakasız oluyor.

 

 

"ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!"

 

Bu önermenin dayanağı şu olabilirdi. çeşitli toplumlar ve kültürlerden denekler alıp "Tanrıya inanan" ve "inanmayan" olarak gruplara ayırıp zeka testine tabi tutup bir çıkarıma varmaya çalışmak.

 

Ancak "eğitim seviyesi" kriteriyle bu iddia birbirini örtmüyor. Eğitim seviyesinin yüksek olduğu kesimler daha sorgulayıcı, daha şüpheci olurlar. Tanrı gibi maddi ispatı mümkün olmayan bir kavrama inanç seviyesinin daha düşük olması gayet normal.

 

Ha keza. Alalım bu önermeyi, ırkçılığa, fanatizme, şiddet eğilimine uyarlayalım. Genel zeka seviyesinin artmasıyla ırkçılığın artmasının parallelliği üzerinden. Irkçılığı zekaya bağlayalım. Aydın Elit ve Akademik camialar dersek bir çok ülkede bu kesimlerde de ırkçılığın gitgide daha fazla taraftar bulduğunu. Kimi ülkelerde aydın elit ve eğitim camiasında toplumun geri kalan kesiminden daha fazla taraftarı olduğunuda görebiliriz.

 

Yani gerçekten sadece iki ayrı istatistik gibi duruyor. Birbirinin sebebi veya sonucu olarak aralarında bir ilişki kurmak için ortaya konanlar alakalı görünmüyor.

 

...

 

İslam ülkelerinin ortaya koyduğu bilimsel eserlerin, diğer ülkelere oranla karşılaştırılmasında biraz "ceteris paribus" dendiğini görüyorum. Yani diğer herşey eşit, tek değişken müslüman olan ve olmayan ülkeler ayrımı gibi duruyor. Yani şimdi buradan çıkışla Yahudiler gibi dini konuda çok tutucu ve bağnaz olan bir milletin bilim alanındaki başarılarını neyle açıklarız ? Yine Japon'lar gibi gerçekten din konusunda tutucu bir milletin bilim alanındaki başarılarını neyle açıklarız? Japonları ve yahudileri örnek göstermemin sebebi. Sosyal hayatı düzenleme konusunda iki milletin dininde islamdan geri kalmamasıdır.

 

Halkının çoğu müslüman olan bu 41 ülkeyi saysak bilim alanında geri kalmışlığın altında dinden önce diğer geri kalmış ülkelerle ortak hangi özellikleri görürüz? Bu 41 ülkenin kaçı fiilen işgal altındadır? Kaçı açlıkla boğuşmaktadır. Kaçında iç savaş vardır. Kaçında vasat denilebilecek dahi eğitim sistemi vardır ?

 

Yoksulluk, eğitimsizlik, açlık, terör, iç savaş. Bizi örnek alalım. Bırakalım içsavaşlarla, kıtlıkla, açlıkla, yoksullukla gerçekten insanlığın minumum değerlerinin altında kalan müslüman ülkeleri. Bizim bilim alanında geri kalmamızın sebebi müslüman bir toplum olmamız mıdır sevgili DİPNOT? Bizim eğitim sistemimizin bilimsellikten uzak olmasının, ezbere dayalı olmasının sebebi müslüman bir toplum olmamız mı? Bütçeden eğitime ayrılan payın Avrupa kıyaslamasında yerlerlerde sürünmesinin sebebi müslüman bir ülke olmamız mı? Toplumu ileriye götürecek, toplumsal bilinçlenmeyi aşılayacak aydınların öldürülmesinin ,sindirilmesinin, aralarında hapse girmemiş işkence görmemiş neredeyse hiç kimse olmamasının sebebi müslüman bir toplum olmamız mı?

 

Yani herkesi geçtim. Senden duyunca şaşırdım. Emperyalizm bir yandan müslüman ülkelerin hemen hemen hepsinin bulunduğu doğuyu sürekli savaşlarla, ambargolarla, işgallerle yüzyıldır tahakkümü altında tutuyor. Bombaların patlamadığı, uçakların sorti yapmadığı, taraflarından birinin mutlaka emperyalist devletlerden birisinin olmadığı iç çatışmasız geçen bir gün yok. Aynı emperyalist kültür bir yandanda onları geri kalmış olmakla suçluyor. Dalga geçiyor, aşağılıyor.

 

örnek. Adamlar afrika kıtasının anasını ağlatmışlar. Para eder yer üstünde ne var ne yoksa el koymuşlar. Adamları köle diye dünyaya satmışlar. Birbirlerini kırdırmışlar. Ondan sonra kalkıp "bakın afrikalılar, sanatta, bilimde hiçbir başarı gösteremiyorlar. Çünkü henüz evrimlerini tamamlamamışlar" diyerekte "bilimsel" teoriler üretmişler.

 

Hayır sen bunları benden daha iyi bilen bir insansın sevgili dipnot.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Zeki insanların tanrıya inanma oranının diğerlerine nazaran az olmasında şaşılacak bir şey yoktur.

Tanrı derken dinlerin anlattığı tanrılardan bahsediyorum. Diğer tanrı inançlarına ise hiç değinmeyeceğim.

 

Din insanların zekasına koyulmuş bir ambargodur. Bir ipotektir, bir sınırlamadır. Zaten dinin ana vazifesi de budur. Çünkü zekasına ihtiyaç olmayan insanlar da gereklidir. Bazılarının zekası mümkün mertebe az olmalıdır, çünkü zekası artarsa bedeninden, yani iş gücünden gerektiği gibi faydalınamaz.

Mesela süper zeki bir insana bir fabrikada gece bekçiliği veya çobanlık yaptıramazsınız. Oysa ki böyle insanlara da ihtiyaç vardır.

Bunu söylediğim için, şimdi aklınıza din insanın zekasını çoban seviyesine kadar indirir mi? sorusu gelebilir. Aslında aklınıza böyle bir soru gelmemsi lazım ama gelir bilirim sizi. O yüzden, her zaman olduğu gibi gereksiz detayları da açıklamak zorundayım, kısaca yazıp anlatma şansına sahip değilim.

Din süper zeki olabilecek bir insanın zekasını çoban seviyesine kadar indirmez. İndirmez ama azaltır. Mesela 100 üzerinden 90 seviyeli olabilecek bir zekayı en iyi ihtimalle 80'e indirir.

Peki zekası 90 olabilecek "her insanın" zekasını 80'e mi indirir? Hayır. Bazı 90'lıkları 80'e, bazı 90'lıkları 70'e, bazı 90'lıkları 60'a, bazılarını ise 50'ye indirir.

Neden bütün 90'lıklara aynı etkiyi yapmaz? Sebebi gayet basit, doz meselesi. Bir kadeh rakı içenle 2 şişe rakı içen aynı mıdır?

Diyelim ki 1 milligram afyon çektin, bunun etkisi 10 milligram çektiğin zamanla aynı mıdır? Değildir değil mi. O halde dinin insan üzerinde yaptığı etki de ne kadar din içtiğine bağlıdır. Yani ne kadar dindar olduğuna, ne kadar dinle yatıp, dinle kalktığına bağlıdır. Bunu da belirleyen çevre faktörüdür.

Çevre dindarsa o kişi de dindarlıktan kolay kolay kurtulamaz. Bundan daha da önemlisi, dindarlıktan kurtulsa bile dindar bir çevreden geliyor ise, dinin etkisinden kurtulamaz. Yani dindarlıktan kurtuldu diye, dinin zekasına vurduğu ambargodan tamamen kurtulmuş sayılmaz. Çünkü kültürüne işlemiştir. Belki din kültürü değil ama dinin çevreye yaptığı etki ile, dünyaya bakış açısı etkilenmiştir, düşünme sistematiği etkilenmiştir. Dini bir çevrenin yıllarca havasından suyundan soluduktan sonra dindar olmasanız da çok fazla bir faydası yoktur. Hatta rahatlıkla şunu da söyleyebiliriz; bu kişi ateist bile olsa, dinden payını mutlaka almıştır. Yani din ateistin zekasında bile negatif etki bırakır.

 

İşte tam bu noktada şunu söyleyebiliriz: Din sadece bireyin değil, aynı zamanda toplumun da zeka seviyesini düşürür. Çünkü toplum kültürüne işler.

Ve tekrarlarsak; Bundan kimse tamamıyle kurtulamaz, ateist bile olmak ancak hasarı hafifletir, yok etmez.

 

Pekiyi, bütün dinler zekaya aynı şekilde mi hasar verir? Hayır bu dinden dine değişir. Nasıl ki, esrar ile eroinin verdiği hasar aynı değilse, A dini ile B dininin verdiği hasar da aynı değildir. Bunun formulü şudur:

 

Normalde olabilecek zekan + ((okul eğitimi + okul sonrası kendini eğitmen) - ne kadar din eğitimi aldın?)) - (ne kadar dindarsın? + çevrende ne kadar dindar var? + ülken ne kadar dindar? + ailen ne kadar dindar? + dinin ne dini?) = kalan zekan.

 

Etki puanlarını da vererekten tam formülünü de vermek isterdim ama bu fazla detaya inmek olur.

 

Din sadece bireyin değil aynı zamanda da toplumun zekasını da negatif etkiler demiştik değil mi? Demediysek demiş olalım ve bir ülkeyi ne kadar etkiler ona bakalım.

Bunu size programlama diliyle anlatacağım, ama anlamak için programlama dili bilmeye gerek kalmayacak.

Dinin ülkeyi nasıl etkilediğinin formülü:

 

require "world/ulkeismi.txt";

 

$egitim_puani = $okul_sayisi - ($din_okulu_sayisi * 10);

$tapinak_puani = $nufus / $tapinak_sayisi;

$tapinak_puani = $tapinak_puani * 100;

 

$ulke_puani = $egitim_puani - $tapinak_puani;

 

if ($tutulan_meslekler=~ /Papaz|Rahip|Zangoç|Haysurp|Sırpazan|Haham/) { $ulke_puani = $ulke_puani - 10000; }

 

if ($tutulan_meslekler=~ /Hacı|Hoca|İmam|Derviş|Ermiş|Evliya|şeyh|şıh|Ulema/) { $ulke_puani = $ulke_puani - 20000; }

 

if ($halkin_ilgi_alanlari=~ /Cin|Şeytan|Fal|Büyü||Nazar|Ruh|Peri|Ufo|İlah|Silah|Dincilik|Farklı insana kincilik|Komplo teorileri|Piknik yapıp orman yakmak|Hayvanlara eziyet etmek|Cep telefonuyla hava atmak|Kahve köşelerinde politika yapmak|Kendisinde bir şey bulamadığı için, diliyle, diniyle, ırkıyla, cinsiyetiyle gurur duymak|Bir organı korumak için, başka bir organa bez sarmak veya sardırmak|Yatıra yatırım yapmak/) {

$ulke_puani = $ulke_puani - 20000;

}

 

if ($ulke_puani < 0) {

 

if ($anla == "dı beni") { print "Yanlış yerde doğmuşsun, sana sabırlar dilerim.\n"; }

else { print "Elhamdürüllah anlamazsın."; exit; }

 

}

 

if ($ulke_puani < -10000) { print "Yavaş yavaş bavulunu hazırlarsan iyi olur.\n"; }

 

 

if ($ulke_puani < -20000) { $meyva='Muz'; }

if ($ulke_puani < -30000) { $meyva='Hurma'; }

 

if ($meyva == "Muz") { print "Acele et biraz bu ülke bir muz cumhuriyetine benziyor.\n"; }

 

if ($meyva == "Hurma") { print "Yok yok bavulu da bırak şimdi. Bu kesinlikle bir hurma ülkesi. Kabe'yi arkana almak şartıyla herhangi bir yöne dön ve 3000 kilometre dinlenmeden kaç.\n"; }

 

 

Şimdi şu sorulara cevap arayalım: Zeka nedir? Nerden gelir? Kimde azdır? Kimde çoktur?

 

Zeka doğuştan gelebilir. Buna makinenin sağlamlığı ve kapasitesi denir. Fakat doğuştan gelen zeka çok az bir fark oluşturur.

Gerçek zeka farkı doğduktan sonra yaşadıkça ortaya çıkar. Bunu şöyle anlatalım:

 

Bir bilgisayar ile insan beyninin çalışma sisteminin farkı insanın bilincinin olmasıdır. Yani bir bilgisayar yaptığı işlemlerin farkına varmaz, insan ise farkına varır. Bilincin ne olduğunun da açıklaması vardır fakat onun da detayına girersem konunun takibi zorlaşır.

 

Bir bilgisayar işlem yükü arttıkça, yani çok düşündükçe ısınır. Beyin'in de işlem yükü arttıkça, yani çok düşündükçe ısınır.

Bunların her ikisi de, ısı belirli bir seviyeyi aşmadan çalışmayı, yani düşünmeyi durdururlar. Böyle durumlarda bilgisayar kendini kapatır, beyin ise dinlenmeye geçer.

Bunların her ikisi de, ısınma sebebiyle düşünmeyi durdururken, işim yarım kaldı diye düşünmez. Düşünme işi yarım kalınca ne olur? İki şık vardır:

 

1- Isı düştükten sonra aynı düşünceyi tekrar ele alırsın.

2- Bu yoğun düşünce beyini/bilgisayarı çok ısıtıyor ve dolayısıyla düşünceden sonuç alınamıyor. Yine aynı düşünceyi ele alırsam sistem yine düşünmeyi bitiremeden dinlenmeye geçecek. O yüzden boşu boşuna aynı düşünceyi tekrar tekrar gereksiz yere ele almaya gerek yok.

 

İkinci şık devreye girerse, düşünme devre dışı kaldığından, zeka da devre dışı kalmış olur. Zira düşünmeyen zeka olmaz.

Peki birinci şık devreye girerse ne olur? Bunu söylemeden önce birinci şık devreye girer mi? girmez mi? Onu düşünmek lazım. Çünkü bunu yapabilecek bir zekaya sahip olabilmek için, bunun da önceden düşünülüp kararlaştırılması lazım. Yani makinenin daha önceden şunları düşünmüş olması lazım:

 

"Ben bazen yoğun düşünceleri düşünürken aşırı ısınmadan dolayı kapanıyorum. Bu yoğun düşünceler aynı zamanda da önemli konulardır. Bu yüzden, dinlendikten sonra aynı düşünceyi yeniden ele almalıyım. Bu düşüncenin sonucu alınana kadar, kaç kere kapanırsam kapanayım, açıldıktan sonra yeniden ele almalıyım. Bunlardan dolayı, sonsuz döngüye girmemek için, kapanmalarımdan önce nerede kaldığımı hafızama yazmalıyım. Aksi halde, her seferinde yeniden başlarım."

 

Evet, yukarıdaki birinci şıkkı gerçekleştirebilmek için, makinenin ilk önce yukarıda yazdığım düşünceleri düşünüp kabul etmesi, bunu karar ve huy haline getirmesi gerekir. Bu tarza kesin karar vermiş olan makineler zaten bunu huy haline getirmiş demektir, kaç kere kapanırsa kapansın, hiç bir düşüncenin yakasını bırakmayacak demektir.

 

Ya nerde kaldığını hafızaya yazmadan birden bire kapanırsa? Kapanmaz. O makine sık sık yazdığı dosyayı üşenmeden kaydeder. Dolayısıyla aniden kapansa bile en fazla dosyadan bir kaç satır kaybetmiş olur. Ayrıca buna alışmış bir makine ne zaman kapanacağını da bilir. Çünkü beyinde bir uyuşukluk ve/veya uyku hali gelir makineye.

 

Şimdi aşağıda kısaltma olarak kullanmak maksadıyla, bu iki ayrı makineye birer ad verelim. Makinelerden birinin adı, aynı düşünceye defalarca dönme huyundan dolayı Bumerang olsun. Diğerinin adı ise zoru görünce kaçtığı için, Kolaycı olsun.

 

 

Bilgisayarlar kendilerini aldatacak şekilde programlandırılmamışlardır. Fakat insanların çoğunluğunda bu kendini aldatma programı yüklüdür.

Bir bilgisayar yaptığı her işlemin sonucunda 1=true(doğru) veya 0=false(Yanlış) sonuçları çıkarır. Fakat yanlış demek hata demek değildir. Bir şeyin öyle olmadığı anlamına gelir. Ancak, bir bilgisayar bir düşünmeyi tamamlayana kadar, saniyede binlerce işlem yapıp, binlerce true ve false döndürebilir. Burada önemli olan en son neticedir. Eğer sonuçta çıkan false(yanlış) ise bu gerçekten yanlıştır, bir hata oluşmuştur ve bunun neticesinde error, yani gerçek hata döner.

Kolaycıda kendini aldatma programı default olarak yüklüdür. Isınıp da düşünme işi yarım kaldığı zaman bu kendini aldatma programı devreye girerek, error mesajını ortadan kaldırır, onun yerine sahte bir true değeri döndürür. Çünkü o aynı düşünceyi tekrar ele almak istemez. Zira ona göre; bin kere de denese aynı makine aynı işin altından kalkamaz.

 

Peki ama ya kolaycının da o düşüncenin neticesini bilmeye ihtiyacı varsa? O zaman ne olacak? Düşünmeyi bitirmeden aldatma programı sayesinde bitirmiş gibi davrandı. Ya o düşüncenin sonucu ona lazımsa?

Mesela iki bilgisayar birbirleriyle iletişim kurarken ilk önce kendilerini tanıtırlar. "Merhaba, ben Macintosh'um benim benimle şu şu ve şu dillerde konuşabilirsin." veya "Ben Explorer 7, şunu şunu tanırım".

İnsanlar da birbirleriyle iletişim kurarken ilk önce bir tanışma faslından geçerler. Örneğin biri "Hi, my name is Brown. James Brown" der ve öbürü de bunu duyunca, önce adının sonunun sonra da hepsinin söyleneceğini sanarak; "Hi, my name is Tafa. Mus Tafa." şeklinde cevap verir. Sonra da birbirleriyle birbirlerinin cinsine göre anlaşmaya başlarlar.

Demek istediğim; toplum içinde diğer insanlarla diyalog kurarken, Kolaycı aslında bilmesi gereken düşünce sonuçlarını bilmiyorsa ne yapacak? Bir problem yok. Aldatma programı o işi ayarlar. Hemen en yakın bilgisayardan aynı düşüncenin sonucunu kopyalar ve Kolaycının makinesine yapıştırır. En yakın makineler de babası, anası, dedesidir.

Mesela birisi "senin dinin ne? Sorarsa makineler arasında şöyle bir bağlantı gerçekleşir:

Ana makineye bağlanılır ve:

"Anneeee bizim dinimiz nee?"

"Biz Budistiz oğlum"

 

Döner öbür makineye; "Biz Budistiz. En güzel ve hak din bizimkidir, seni de davet edeyim."

 

Ana makine ordan: "şaka yaptım oğlum. Biz hristiyanız."

 

Döner öbür makineye: "şaka yaptım. Ben hristiyanım. Zaten Budistler putperestdir. Bizimkisi ise dinlerin en alası."

 

Ana makine: "şaka yaptım oğlum. Biz elhamdürüllah müslümanız."

 

Döner öbür makineye: "Yine şaka yaptım. Ben elhamdürüllah müslümanım. Gel seni de hak dine alalım.".

 

İşte böyle, ısı yüzünden makine error verir, kendini kapatır. Bir dahaki açıldığında ise aldatma programı devreye girerek, ona hazır bir düşünce sonucu yapıştırır. Oysa ki anası da aynısını yapmıştır ama onun için bunun bir önemi yoktur, çünkü bunu düşünmek de ısı yayar.

 

 

Dönelim Bumerang'a. Bu bumerang hep böyle ısına ısına cehennemi mi yaşar?

Hayır. Bunu şöyle anlatayım:

Bumerang her yoğun düşüncede, tekrar açılır, tekrar kapanır ve neticede o düşüncenin sonucunu bir dinamik kütüphane olarak hafızaya atar. (illa ki din olarak düşünmeyin)

Dikkat edin! "Bilgi" demiyorum. "Dinamik kütüphane" diyorum. Dinamiktir çünkü o düşünce onun domestic, yani kendine öz malıdır artık. Emin olmuştur ondan.

Dışarıdan kopyalanan bilgi ise sınanmamıştır, o yüzden dinamik değil, statiktir ve yanlış olma ihtimali de vardır.

Bumerang başka makinelerden de bilgi alır ama o bilgiyi aynı titizlikle, hangi güvenilir makineden gelirse gelsin, iyice bir virüs taramasından geçirmeden, farklı bilgilerle onu karşılaştırmadan, asla diskine yapıştırmaz. Çünkü Bumerang için, ne Nuh nede ruh, ne anası, ne dedesi, en güvenilir makine kendisidir.

Dolayısıyla Bumerang'ın düşünme kütüphanesi büyüdükçe büyür. Bu geniş kütüphane sayesinde, başka konular hakkında düşünürken, hız kazanır. Dolayısıyla sonraki düşünmeleri artık çok hızlıdır. Çok hızlı olduğu için ise, düşünmeleri bilgisayar ısınmadan tamamlanır. Yani hiç bunalmadan, en zor sanılan doğruları bulur, üstelik onları da kütüphane yaparak, bir dahaki sefere daha da hızlanır. Bu hızlara ulaştıktan sonra, artık ciddi ısınma sorunları olmaz, ancak belki keyif için, daha zorlara koşulur, keyif için beyin zorlanır.

 

İşte düşünme hızı bu yüzden çok önemlidir. Hız için ise kütüphane genişliği gereklidir. Kütüphane genişliği için ise, kendini aldatma programını uninstall edip, dedelerinin kendi dedesinden kopyalayıp sana yapıştırdığı virüslü dosyalarını silip, yerine kendi dosyalarını koymak gerekir. Ama bunlardan önce, bunları yapmaya gerçekten karar vermek gerekir, aldatma programı vasıtasıyla verilmiş sahte karar değil.

İşte zeki insan budur.

Doğuştan değildir bu. Karar meselesidir. Zeki olmaya karar verme meselesidir. Zeki olmayı göze alma meselesidir. Zeki olmaya üşenmeme meselesidir.

 

 

Eğitimin önemi nedir? 2 çeşit eğitim vardır. Başka makinelerden gelen eğitim. Kendi makinenin kendini eğitimi.

Aldatma programı devredeyse, ne yaparsan yap kendini eğitemezsin. Dışardan gelen eğitim ise, tam güvenilir değildir, dikkatli olmak lazımdır. Dışardan gelen dosya virüslü olabilir, dışardan gelen eğitim de dinli olabilir. Bunların farkına varmak lazım.

Eğer, eğitim bu şartlarda alınacaksa zekaya birebir pozitif etkilidir. Yani eğitimle zeka artabilir.

Zeka doğuştan gelen bir şey değildir. Fakat sadece dışardan gelen eğitimle fazla birşey olunmaz. İçerdeki eğitim çok daha önemlidir.

 

Entellektüel kesimde dinin azlığı gösterilerek, zeki insanların din ve dinin anlattığı tanrılara inanma oranının çok azaldığından bahsedilmiş. Hatta buna dinin anlatmadığı tanrı inancı da katılabilir.

Peki entellektüel demek, zeki mi demek ki, entellektüeller örnek gösterilmiş? Elbette zeki demek. En azından toplumun diğer kesiminden çok daha fazla zeki demek. Çünkü entellektüel demek, kendini eğiten insan demektir. Eğitim de zekayı arttırdığına göre, demek ki entellektüeller bu konuda kıstas olabilir.

Bu elbette ki kime entellektüel dediğine bağlı. Bu yüzden, kişileri tek tek inceleyemeyiz fakat entellektüelLER dediğin zaman, bu kesiminin diğerlerinden zeki olduğunu inkar etmek ancak kasıtla olur.

 

Zeka gelişiminde nerede yaşadığın da önemlidir. Yaşadığın yerde insan kitlesinin ne olduğu çok önemlidir. Çünkü dışardan aldığın eğitimde makineye yanlış dosyalar gelmemelidir. Ayrıca yaşadığın yerde yeterince çeşitli insan da olması gereklidir. Çünkü bilmek'de gözlemlemek, sınamak ve karşılaştırmak diye bir şey vardır. Bu yüzden ne kadar çok denek olursa o kadar iyidir.

İnsanlar birbirlerinin zekalarını geliştirirler. Bu yüzden geniş kitle iletişimi çok önemlidir.

Yaşadığın yer her neresiyse, coğrafi olarak dışarıyla iletişimi kolay bir yer olmalıdır. Zaten coğrafi olarak dışarıyla iletişimi zor olan yerler, insan kitlesi olarak da az gelişmiştir. Dolayısıyla zeka seviyeleri, toplum olarak diğerlerinden biraz az olur.

Köylüler bu yüzden şehirliye nazaran az gelişmiştir. Dışarıyla iletişimi zor olan, dağlık bölgelerin köylüleri ise, daha da az gelişmiştir. Önü karşı sahile uzak, arkası dağ olan köyler daha da az gelişmiştir, insanı daha da az zekidir. İletişim zorlaştıkça, insan zekası seviyesi de düşer. Aradan istisnalar da çıkabilir ve bunu da yazmasak birisi burdan girer.

 

Eğitimin zekaya etkisini ve sebeplerini anlattım. (kütüphane meselesinden dolayı hızlı düşünebilme ve dolayısıyla ısınmadan düşünmeyi tamamlayabilme.)

Peki köylü için şehirliden eğitimli diyebilirmiyiz? Elbette ki diyemeyiz. Çünkü şehirli daha eğitimlidir. Dedik ya, insanlar birbirlerini eğitir diye!

Şehirli daha eğitimliyse, o halde köylüden daha zekidir. (Köylü daha kurnazdır ama kurnazlık zaten zekanın değil, zeka eksikliğinin ispatıdır)

 

Şehirlinin köylüden daha zeki olduğunu bitirdik, şimdi geçelim şehirlinin dine ne kadar inandığına, köylünün ne kadar inandığına. Bakalım hakikatten zeki insanlar dinlere, cinlere, ilahlara inanıyormuymuş? İnanıyorsa oranı neymiş?

 

AKP bir din partisi. Oyu kimden? Köylüden ve varoşdan.

Refah partisi daha da din partisi. Oyu kimden? daha da köylüden, daha da varoşdan.

İmamlar nereden? Köylerden. İmam hatiplerde okuyanlar kim? Köylü ve varoş.

Türbanı ezici bir çoğunlukla kim takıyor? Köylü ve varoş. (Başka şehirleri tam bilmiyorum ama türbanlı tek bir İstanbullu yoktur)

Kara çarşafı kim giyiyor? İstisnasız köylü ve varoş.

Çember sakallı kim? istisnasız köylü ve varoş.

Şeyhler, şıhlar nereli? İstisnasız köylü.

 

Bütün bunlar neyi ispatlıyor? Zeka azaldıkça, dinlerin, cinlerin arttığını, zeka arttıkca da azaldığını ispatlıyor.

 

Dinin zaten var olabilme sebebi köylüdür. Hele ki İslam gibi çağ dışı bir din, köylü olmasa asla bir şehirde barınamaz.

Niye peki bütün şehirliler dinsizleşmiyor? Hepsinin buna yetecek zekada olması mümkün değil ama köylü olmasa din yine de şehirlerde barınamaz. Hele büyük şehirlerde hiç barınamaz.

Şehirlinin dindar olmasa da hala inanıyor olması, köylünün şehirliyi tehdit etmesinden dolayıdır. İmamların yalanlarıyla, dalavereleriyle, sürekli cehennem tehditleriyle.

Şehirli dindar olmadığı için dinini araştırmaz, dindar kim ise onun dediğine inanır. Dindar olan da köylü olduğuna göre, köylünün dediğine inanır. Köylü de dini öylesine yalanlarla anlatır, kendi de inandığı için öylesine iyi anlatır ki, şehirli hiç şüphelenmez. Zaten araştıracak olsa dahi ona doğruyu anlatacak birini de bulamaz. Son 10 yıldır internet çıktı ama doğruyu anlatana interntte de nefes aldırmıyor bu köylüler. Ya sitesini kapatırlar yada forumdaysa forumdan kovarlar.

Devletin zorla din pompalaması ve dini gerçekmiş gibi sunması da cabası. Bunu da yapan devletin içindeki köylüdür.

Diyanet çalışanlarına bakın, din dersi hocalarına bakın. Tamamı köylüdür veya varoşdur. istisnası bile yoktur.

 

 

Başka bir zeka testi yapalım. Bu seferki testi canlı yapacağız.

Bir gününüzü ayırın, bir üniversiteye girin ve "Allah yoktur" diye bağırın, bakalım size saldıran olacak mı?

Sonra da o üniversiteden çıkın, herhangi bir inşaata girip, orada "allah yoktur" diye bağırın. Bakalım ameleler sizi sağ bırakacaklar mı?

Üniversitelerde sürüyle ateist varken, amelelerin içinden tek bir tane bile ateist çıkmaması bir tesadüf mü?

 

 

"Ama ben bütün bunlara rağmen zeki insanların inancının daha zayıf olduğuna inanmıyorum." mu diyorsun?

Ben de zaten her zeki insan inançsızdır, her zeki olmayan inançlıdır demiyorum. Din zekayı "olabildiğinden" aşağıya çeker diyorum. Zekanın artması ise, dini olabileceğinden aşağı çeker diyorum.

Ama sen buna da anlamıyorsan, bilerek anlamıyorsundur.

 

 

Hepinize saygılar, sevgiler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Öncelikle Richard Lynn'in bu önermesine bilim dünyasından gelen tepkilere bakalım. "Aşırı basitleştirilmiş genellemeler" bende ilk iletimde bundan bahsetmiştim. Aynı mantığı yürüterek ırkçılığın yükselişiyle genel zeka seviyesinin yükselişinin aynı zaman diliminden olması üzerinden zeki insanların daha ırkçı olduğu tespitinide çıkarabiliriz.

 

Konu için notmatik arkadaşımızın vermeye çalıştığı tüm örnekler aslında. Zeka nedir? Nasıl gelişiri, nasıl geriler gibi temel bilgilerde ne kadar bilgi eksikliği söz konusu olduğunu gösteriyor.

 

Kişinin potansiyel zekasının gelişimi 4-5 yaşlarında biter. Bu süreçten sonra zeka geriliği gibi durumlar ancak beyne fiziksel hasar verebilecek, ağır hastalıklar, aşırı strese bağlı depresyonlar, şiddete dayalı hasarlar gibi faktörler sonucu doğar.

 

Pratik zekada ise dengesiz beslenme ve günlük yaşam şartlarının daha az zahmet gerektirdiği durumlarda geçerli olur. İnsan yaşamında zekasını kullanma ihtiyacını ne kadar az hissederse zamanla zeka geriliğide o kadar artar.

 

Bir ikincisi dünyada zeka seviyesinin yükseldiği savıda geçersizdir. Aksine bilim adamları insan yaşamının gitgide basitleşmesiyle zeka seviyesinde genel bir gerilik söz konusu olduğunun altını çiziyorlar. Zira insanoğlunun zekasının evrimi önce ellerini daha sonra çevresindeki cisimleri yaşamını daha kolay devam ettirmesini sağlayacak şekilde kullanmasıyla başladı. İnsanoğlunun yaşamı kolaylaştırmak adına gösterdiği çaba ve geliştirdiği tekniklerle zekasının evrimi bugünlere geldi. Fakat artık insanların günlük yaşamının giderek kolaylaşması, ev hayatından, iş hayatına kadar daha basitleştirilmiş teknikleri kullanması sonucu zeka seviyesinde hızlı bir düşüş olduğunu söylüyor bilim adamları. İq su yüksek insanların kurduğu bir organizasyon olan MENSA'nın girişimiyle bu konuda çalışmaya başlayan bilimadamları İnsanoğlu'nun genel IQ seviyesinde hızlı bir düşüş yaşandığını belirtiyorlar. Basitleştirilmiş iş ve ev yaşamı insanların zeka gelişimlerine en büyük katkıyı sağlayacak olan olaylar ve durumlar üzerinde sürekli düşünme, çözümler bulma gayretlerini gereksiz kılıyor. Ev yaşamında artık herşeyi birer düğmeye basarak halletmeye başlayan insanoğlu zekasını kullanma ihtiyacını gitgide daha az hissediyor.

 

Efendim üniversitede Allah yok diye bağır. İnşaatta bağır ne olur? Ne mi olur? O bağırdığın üniversite ve bağırdığın inşaata göre değişir. Ha keza oruç tutmuyor diye insanlarıda inşaatta değil üniversitede öldürdüler. Taliban üniversitelerden çıktı. Bu tarz basitleştirilmiş genellemelerle nereye varılmak istenmektedir? Allah yok diye inşaatta bağırdığında işçiler sana kalaslada saldırabilir, aman biz işimize bakalım da diyebilir, bravo doğru söylüyorda diyebilir, üniversitede bağırdığında satırla da saldırabilir birileri, bana ne ya da diyebilir, doğru söylüyorlarda diyebilir. Bunlar üstünde nasıl genelleme yapılabilir?

 

Buyur Fethullah Gülen organizasyonu, başarısının altında onlarca başka faktör olsada, adamların kadrolarının Türkiye'nin en kaliteli üniversitelerinden, yüksek başarı ile mezun olmuş insanlardan ağırlıkla oluşturmasını neyle açıklarız?

 

böyle basitleştirilmiş genellemeleri "esprili yazayım ki dolu görünsün" şeklinde savunularla meşru kılmak mümkün değildir. Al bütün bu örnekleri, ırkçılığın akademik dünyada toplumun geri kalanından daha yaygın bir görüş olmasına uyarla. Ne sonuç çıkıyor?

 

Richard Lynn'in önermesinin durumu, aynen bilimadamları tarafından aldığı eleştirilerdeki gibidir (aşırı basitleştirilmiş genellemeler)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aynı mantığı yürüterek ırkçılığın yükselişiyle genel zeka seviyesinin yükselişinin aynı zaman diliminden olması üzerinden zeki insanların daha ırkçı olduğu tespitinide çıkarabiliriz.

CYRANO bu araştırmada "aydın elit" tabakadan bahsediliyor, ırkçılardan değil.

Ayrıca konunun ana teması dünyada zeka seviyesinin gitgide yükselip yükselmemesi de değil.

Şimdi diyeceksin ki, "dünyadaki zeka seviyesinde artış ile dinden uzaklaşma arasında bir paralellik kuruluyor". Evet kuruluyor ama ana tema yine de bu değil. Burada esas anlatılmak isteden aydın elit tabakanın, yani entellektüel kesimin dine bağlılığının diğerlerinden daha zayıf olmasıdır.

İster dünya üzerinde genel zeka seviyesi düşüyor olsun, ister yükseliyor olsun, bu yine de meselenin özünü değiştirmeyecektir.

Meselenin özü şudur: Aydın insanların dini bağlılık oranı, tanrıya inanç oranı aydın olmayanlardan az mı? Çok mu? Azmış, onu söylüyor, gerisi teferruat.

Yukarda benim anlattıklarımın da özü aynı şey. Dünyada genel anlamda insanların zeka düzeyinin gitgide artıp artmaması değil.

 

 

Kişinin potansiyel zekasının gelişimi 4-5 yaşlarında biter.

Bu da benim yukarda anlattıklarımla alakasız.

O senin dediğin iddiada 4-5 yaşında biter diyerek doğuştan gelen fiziksel zeka gelişiminden bahsediliyor. Ben ise yaşayarak edinilen zekadan bahsettim.

Ama senin "4-5 yaşından sonra yaşadıkça hiçbir şekilde zeka artmaz" gibi bir iddian varsa o halde tartışmaya gerek yok demektir. Zira bunun manası "6 yaşında bir çocuğu sürücü kursuna gönderip ehliyet verilir" manasına eşit olur. Çünkü eğer zeka yeterliyse sadece bilgi eksik demektir. Bilgi de sürücü kursunda verilir, iş biter. "Boyu yetmez" filan deme, ona göre otomobil yaparlar.

 

Amele konusuna gelince. Sen onu bunu boşver de bana direk olarak şunu söyle. Amelelerin ateist oranı mı yüksektir? Yoksa bilim adamlarının mı ateist oranı yüksektir?

Meseleyi dallandırıp budaklandırma lütfen. Sadece tek bir cümle istiyorum.

 

Bir de sana şunu söylemem gerekiyor. Bu yazını okurken sanki bir yerden alınmış taze bilgi gibi geldi bana. Bunun üzerine araştırdım. Bir de baktım ki senin bu anlattıkların farklı cümleler kullanılmış şekilde tıpatıp anlatılıyor.

Ben seni böyle bilmiyordum. Anlattıklarının hep kendine has bilgiler olduğunu sanıyordum. Hala da yanılıyor olabilirim.

Fakat eğer yanılmıyorsam lütfen artık bana cevap olarak başka yerlerden anlık taze bilgileri getirme, direk olarak kendi fikirlerini yaz. Bu şekilde daha sağlıklı tartışırız. vakit olursa tabi ki.

 

Saygılar, sevgiler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CYRANO bu araştırmada "aydın elit" tabakadan bahsediliyor, ırkçılardan değil.

Ayrıca konunun ana teması dünyada zeka seviyesinin gitgide yükselip yükselmemesi de değil.

Şimdi diyeceksin ki, "dünyadaki zeka seviyesinde artış ile dinden uzaklaşma arasında bir paralellik kuruluyor". Evet kuruluyor ama ana tema yine de bu değil. Burada esas anlatılmak isteden aydın elit tabakanın, yani entellektüel kesimin dine bağlılığının diğerlerinden daha zayıf olmasıdır.

İster dünya üzerinde genel zeka seviyesi düşüyor olsun, ister yükseliyor olsun, bu yine de meselenin özünü değiştirmeyecektir.

Meselenin özü şudur: Aydın insanların dini bağlılık oranı, tanrıya inanç oranı aydın olmayanlardan az mı? Çok mu? Azmış, onu söylüyor, gerisi teferruat.

Yukarda benim anlattıklarımın da özü aynı şey. Dünyada genel anlamda insanların zeka düzeyinin gitgide artıp artmaması değil.

 

Konunun ana teması, konunun başlığı olan topicte açıkça yazıyor. Lynn'in önermesini nelere dayandırdığıda.

 

 

senin önermen şöyle bir bilgiye dayanırsa anlamlı olabilirdi. Aydın elit tabaka dediğimiz insanlar. Tanrı inancını reddetmeyi kendi kendilerine mi geliştirmişlerdir. Ya da "tanrı yoktur" fikrini tamamen kendi gözlemleri ve mantık yürütmeleriyle mi oluşturmuşlardır? O insanlar eğitim almasaydı ve ne bileyim ilkokuldan sonra bir ayakkabı atelyesine çırak olarak verilecek bir ailede yetişselerdi. Kendi kendilerine bu fikre mi varacaklardı yani. böyle bir kesinlik mi var ?

 

Bakalım, Tengeriin güzel birşekilde anlatmış aslında ama ben çeşitlendirerek tekrarlıyayım. Alternatif görüşleri okuyan, alternatif görüşlerin varlığı hakkında bilgisi olan kesimle. Alternatif görüşleri bilmeyen kesim arasında söz konusu olguya inanış tabiki aynı olmaz.

 

Eğitimli kesim ateizmin savları, ileri sürdükleri, tanrı inancı ve dinler hakkındaki eleştirilerini okumuştur. Neticede alternatif ve karşıt bir görüşde vardır önlerinde. Ama hayatı ayakkabı atelyesi, kahvehane, ev arasında geçen bir insanın tanrı inancına karşı görüşler hakkındaki tek bilgisi, yine ona tanrı inancına sahip olanlar tarafından verilen bilgilerdir. Bunlar ikna etmekten uzaktır. Hiçbirşekilde ateist görüşe değer vermemesini sağlayacak bilgilerdir.

 

Yani şöyle bir tablo yapalım;

 

A grubundaki insanlara X olgusu hakkında sadece Y görüşü veriliyor. X olgusu hakkında çevresinden sadece Y görüşünün öne sürdükleri veriliyor. Ancak bu konuda Y görüşüne karşı ve alternatif olan Z görüşü var.

 

B grubundaki insanlar ise X olgusu hakkında Y görüşünün yanında Z görüşünüde biliyorlar. Yani X olgusu hakkında hem Y görüşünün, hemde Z görüşünün iddialarını okuyorlar.

 

Bu tabloya göre, A grubundakilerin X olgusu hakkında Z görüşünü benimseme olasılığı B grubundaki insanlara oranla ne kadar düşük olur ?

 

Burada iki grubun zeka seviyelerinde ki fark mıdır?

 

Bu ister din olsun, ister siyasal görüş olsun, ister ahlak kuralları olsun, ister töreler olsun, ister evlilik kurumu olsun.

 

Bu tabloda B grubu aydın elit tabaka, A grubu ise geri kalan kesim oluyor anlayacağın gibi.

 

 

 

 

Bu da benim yukarda anlattıklarımla alakasız.

O senin dediğin iddiada 4-5 yaşında biter diyerek doğuştan gelen fiziksel zeka gelişiminden bahsediliyor. Ben ise yaşayarak edinilen zekadan bahsettim.

Ama senin "4-5 yaşından sonra yaşadıkça hiçbir şekilde zeka artmaz" gibi bir iddian varsa o halde tartışmaya gerek yok demektir. Zira bunun manası "6 yaşında bir çocuğu sürücü kursuna gönderip ehliyet verilir" manasına eşit olur. Çünkü eğer zeka yeterliyse sadece bilgi eksik demektir. Bilgi de sürücü kursunda verilir, iş biter. "Boyu yetmez" filan deme, ona göre otomobil yaparlar.

 

Neyle alakasız arkadaşım? "Din kişinin zeka seviyesini geriletir" iddiana karşı yazdım onları. 4-5 yaşından sonra insanların pratik zeka seviyesinin ancak fiziksel hasarlar veya günlük yaşamın basitleşmesiyle gerileyeceğini göstermişim. Sen ne diyordun? Din işte zeka seviyesi 90 olan adamın seviyesini 80'e düşürür vs. Pratik zekada ancak fiziksel hasar

 

 

Amele konusuna gelince. Sen onu bunu boşver de bana direk olarak şunu söyle. Amelelerin ateist oranı mı yüksektir? Yoksa bilim adamlarının mı ateist oranı yüksektir?

Meseleyi dallandırıp budaklandırma lütfen. Sadece tek bir cümle istiyorum.

 

Amele dediğimiz adam hayatında belkide, ateist görüş hakkında hiçbir şey okumamıştır. Ateizmin ne dediği, ne söylediği hakkında, çevresinden duyduğu olumsuz şeyler dışında hiçbir bilgisi yoktur. Bir bilim adamı ise hem teist görüşleri, hemde ateist görüşleri biliyordur. Elbette karşıt görüş hakkında bilgi sahibi olan kesimde daha fazla ateist olur. Ateizmin a sını okumayan bir adamın ateist olma ihtimali ne kadardır? Zeka mı belirliyor bunu? Yoksa eğitimli olmak mı? Alternatif görüşleri bilmek mi?

 

 

Bir de sana şunu söylemem gerekiyor. Bu yazını okurken sanki bir yerden alınmış taze bilgi gibi geldi bana. Bunun üzerine araştırdım. Bir de baktım ki senin bu anlattıkların farklı cümleler kullanılmış şekilde tıpatıp anlatılıyor.

Ben seni böyle bilmiyordum. Anlattıklarının hep kendine has bilgiler olduğunu sanıyordum. Hala da yanılıyor olabilirim.

Fakat eğer yanılmıyorsam lütfen artık bana cevap olarak başka yerlerden anlık taze bilgileri getirme, direk olarak kendi fikirlerini yaz. Bu şekilde daha sağlıklı tartışırız. vakit olursa tabi ki.

 

Söz konusu yazım hiçbiryerden alıntı değildir.

 

Zeka nedir? Zeka geriler mi? Nasıl geriler? Gibi tanımlar evrensel bilimsel tanımlardır. Davranış Bilimlerine Giriş dersi görmüş her insan evladının, ezberleyip man sorular olarak sınavda karşısına çıkan sorulardır.

 

Anladığım kadarıyla benim verdiğim bilgileri anında internette kontrol etmişsin ve doğru olduğunu görmüşsün. "Temel Bilgiler" demiştim değil mi?

 

Bir ikincisi forumda biraz arama yaparsan benim bu konularda aynı daha önce bir sürü yazı yazdığımıda görürsün.

 

Senin söylediğin şu anlama geliyor "bana bilimsel tanımları verme kendi fikirlerini yaz" :)

 

mesela burada daha önce tanrı inancına sahip olup sonradan ateist olan bir sürü arkadaşımız vardır. Sorsak onlara eminim hemen hemen hepsi, çevrelerinin değişmesiyle, eğitimle birlikte ateist görüşleride okumaya başlamalarıyla yani üstünde fikir yürütecekleri bir verinin kendilerine ulaşmasıyla değişmiştir inançları. Bu şimdi daha önce zeki olmadıkları, sonradan zeki oldukları anlamına mı gelir?

 

Mesele sadece din değil, hertürlü toplumsal kurumda böyledir. Kişinin alternatif görüşler hakkında bilgisi arttıkça, alternatif görüşü benimseme olaslığıda artar. Alternatif görüşleri okumayan, o görüşler hakkında net bir bilgisi olmayan insanların, alternatif görüşü benimseme oranı tabiki diğerlerinden daha düşük olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Amerika diyor! Bilimsel faaliyet diyor. Bu ateistlerin Yahudi olma ihtimali gayet yüksek. Çünkü Tüm dünyada bilim kuruluşları üniversiteler, medya masonlar tarafından yönetiliyor. Nobel Ödülü de hep Yahudilere veriliyor. Ha orhan Pamuk mu? O da onlardan...

 

Gerçi bende Yahudi olsaydım kendi dinimden çıkardım. Bu kadar çelişkinin, aldatmanın, diğer halklara ikiyüzlülük yapılmasını tavsiye eden,

ve onları insan saymayan bir inancın nesi Tanrı tarafından gönderilmiş olabilir ki? Bu hangi adalete sığar...************. Delilleri var ve yalan olduğunu kendileri de söyleyemez..Bak ben yahudilerin zeki olmadıklarını iddia etmiyorum. Bir zaman tek Allah'a inanan tek kavim oldukları için Allah onları kayırmıştır.

 

Ama kendie fikrinden olmayanların okumasına izin vermedikleri ilerletmedikleri için İnananlar ***** sınıfına sokuluyor.

 

Ben bu DAHİ kimselerin o kadar dahi olmadıklarını iddia ediyorum. Kendini ve hayatı anlamamış birinin uzaya roket göndermesi çok büyük bir başarı mı?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

senin önermen şöyle bir bilgiye dayanırsa anlamlı olabilirdi. Aydın elit tabaka dediğimiz insanlar. Tanrı inancını reddetmeyi kendi kendilerine mi geliştirmişlerdir. Ya da "tanrı yoktur" fikrini tamamen kendi gözlemleri ve mantık yürütmeleriyle mi oluşturmuşlardır? O insanlar eğitim almasaydı ve ne bileyim ilkokuldan sonra bir ayakkabı atelyesine çırak olarak verilecek bir ailede yetişselerdi. Kendi kendilerine bu fikre mi varacaklardı yani. böyle bir kesinlik mi var ?

Böyle bir kesinlik yok. Ama neredeyse yarı yarıya ihtimal var. Ben kendim için ne aydın, nede elit diyebilirim. Ben dinden çıktığımda ne Turhan Dursun'u tanırdım nede İlhan Arsel'i. Zaten bu kişilerin kitapları 100 kitapçıdan ancak birinde satılır. Ben dinden çıktığımda internet bile yoktu birşeyler araştırmak için. Her şeyi kendi kendime düşünüp dinden çıktım. Kuran bile okumamıştım, okumaya da gerek yoktu çünkü bozacının şahidi bozacının kendisi olamazdı. Dinden çıktığımda tek bir ateist dostum yoktu. Daha doğrusu varmış da benim haberim yokmuş çünkü o sıralar kimseyle en ufak bir din konusu konuşmuyordum henüz. Benim yaşadığım çevrede dine inananların bile ancak ramazanda ara sıra din aklına gelir. Oruç tutulmaz, namaz kılınmaz, camilere gidilmez. Din kimsenin umurunda değildir. Bu yüzden din konuşulmaz.

Gördüğün gibi, ben aydın elit tabakadan olmadığım halde dinden kendi kendime çıkmışım. Aydın elit tabaka başkalarının fikrine ihtiyaç duymadan benden daha kolay dinden çıkabilir.

 

Ayrıca neden sadece dinden tamamen çıkmayı ele alıyorsun? Bunun ortası yok mu? Yukardaki araştırma sadece dinden tamamen çıkmaktan mı bahsediyor?

Çevrende görmüyormusun? Aydın elit tabakanın dini ibadetleri de zayıftır. Hacca gitmezler, namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, içki içerler, kapanmazlar, dinden bihaber yaşarlar. Şimdi diyebilirsin ki; "ben falancayı tanıyorum, o da aydın ama ibadetlerinin hepsini yapıyor." Olabilir, o adam ya istisnadır, yada aydın elit tabakadan değildir, sen onu sevdiğin için sana öyle geliyordur. Çoğunluğa bakmak lazım.

Tekrarlıyorum, illa ki dinden tamamen çıkmak olarak düşünme, bunun ortası da var. Git camilere bak bakalım; içersi köylü dolu.

Ama 2 tane saf vardır, köylü olmadığı halde camiye gidiyordur, bütün ibadetlerini yapıyordur, onu da bana örnek gösterme. O insan saftır, yani iyi niyetlidir, aldatılmıştır.

Bütün şehirliler aydın elit tabakadan mıdır? Hayır ama gördüğün gibi, köylü veya varoş olMaMak bile yetiyor dinden uzaklaşmak için.

 

 

 

Bakalım, Tengeriin güzel birşekilde anlatmış aslında ama ben çeşitlendirerek tekrarlıyayım.

Bence hiç boşuna zahmet etme. O çocuk eşi benzeri olmayan çok özel bir çocuk. (Çocuk dediğime kızmasın, ben onun genç oluşunu da seviyorum da ondan öyle diyorum) Ben o lep demeden leblebiyi anlarım. Bu foruma girip de onun yazılarını okumadığım da hiçbir zaman olmaz. Bana Tengeriin'in anlattığını anlatmaya çalışıyorum deseydin, baştan beri hiç yorulmana gerek kalmazdı.

 

Evet, alternatif görüşlere ulaşabilme fırsatı. Ben ne demişim, bakalım şurdan:

Zeka gelişiminde nerede yaşadığın da önemlidir. Yaşadığın yerde insan kitlesinin ne olduğu çok önemlidir. Çünkü dışardan aldığın eğitimde makineye yanlış dosyalar gelmemelidir. Ayrıca yaşadığın yerde yeterince çeşitli insan da olması gereklidir. Çünkü bilmek'de gözlemlemek, sınamak ve karşılaştırmak diye bir şey vardır. Bu yüzden ne kadar çok denek olursa o kadar iyidir.

 

İşte bu yukarda yazdıklarım, alternatif görüşlere ulaşabilme fırsatı oluyor. İnsan çeşitliliğine kavuşuyorsun, görüş alışverişinde bulunabiliyorsun.

Ben böyle bir şey yok mu dedim? Blakis unutmamışım onu da yazmışım. Aslında bu manaya gelecek başka şeyler de yazmıştım ama fazla yazı kalabalığına gerek yok, yukardaki yetmesi gerekir.

 

Benim söylediğimle aynı şeyleri söylüyorsun fakat şunu düşünmüyorsun. Alternatif görüşlere ulaşabilen kişilerin bu görüşlere ulaşabildiği için zaten zekaları da gelişmiş oluyor.

Üstelik din konusuna gelene kadar, bu kişinin daha önceden alternatif görüşlerden faydalanma alışkanlığını edinecek zekaya da ulaşması lazım. Bu da din konusundan önce, başka konularda alternatif görüşlerden faydalana faydalana olur. Hakkari'nin bir köyündeki Fatma nineye alternatif görüşleri anlat bakalım anlayacak mı? Anlamaz çünkü onun zekası daha önce alternatif görüş görmediği için, gelişmemiştir.

 

Ben seni anlıyorum. Sen diyorsun ki, "Fatma nine de aydın elit tabakanın içinde yetişseydi o da en az onlar kadar olabilirdi."

Elbette olabilirdi, bunu söylemeye bile gerek yok. Ama fatma nine aydın elit tabaka içinde yetişseydi ne olurdu? Zeki bir insan olurdu. Çünkü zeka gelişebilen bir şeydir.

Yani mesele neticede yine zeka meselesi olmuş oluyor.

 

 

Anladığım kadarıyla benim verdiğim bilgileri anında internette kontrol etmişsin ve doğru olduğunu görmüşsün.

Kontrol etme amacım yanlış olabilir meselesi filan değildi. Daha önce de söyledim, o bilgileri başka yerden anlık alıp getirdiğini düşündüğüm için, böyle olup olmadığını anlamak amacıyla kontrol ettim.

Yazının nerelerinden şüphelendiğimin ve şu anda ne düşündüğümün filan çok detayı var ama uzatmak istemiyorum, çünkü hoş olmayan bir polemik başlamış olur. Onu sana söylemek zorundaydım ve söyledim bitti ve kapattım o konuyu.

 

 

Neyle alakasız arkadaşım? "Din kişinin zeka seviyesini geriletir" iddiana karşı yazdım onları. 4-5 yaşından sonra insanların pratik zeka seviyesinin ancak fiziksel hasarlar veya günlük yaşamın basitleşmesiyle gerileyeceğini göstermişim.

CYRANO, yani bir insan bir lafı anlamamak için en fazla senin kadar çaba gösterebilir herhalde.

Bak ben sana ne söylediğimi bir daha anlatayım, yine anlamazsan benden günah gitti.

 

Din bir insanın zekasını 90'dan alıp 80'e getirmez. 90'a çıkabilecekken 80'de kalmasını sağlar. Yani halihazırdaki zekaya zarar vermez, kazanabileceği zekayı engeller. Böylelikle zekasını düşürmüş olur. Yani kazanabileceği zekasını düşürmüş olur, halihazırdaki zekasını değil.

Bir örnek vereyim: Sen mesela şu anda 80'misin? Eğer din olmasaydı 90 olacaktın.

Yada ben diyelim ki; 50'miyim. Eğer doğuştan ateist olsaydım 60 olacaktım.

Bak şu satırlarıma dikkat et:

 

Mesela 100 üzerinden 90 seviyeli olabilecek bir zekayı en iyi ihtimalle 80'e indirir.

Ne demişim "olabilecek" zekayı 80'e indirir.

 

Bak bir tane daha:

Peki zekası 90 olabilecek "her insanın" zekasını 80'e mi indirir? Hayır. Bazı 90'lıkları 80'e, bazı...

 

Al bir tane daha:

Din zekayı "olabildiğinden" aşağıya çeker diyorum. Zekanın artması ise, dini olabileceğinden aşağı çeker diyorum.

Not: yukardaki "olabildiğinden" sözcüğü de "olabileceğinden" olacaktı. Yazım hatası yapmışım. Gönderdikten sonra farkettim ama 2 dakikayı geçince değiştirilemiyor diye bildiğim için değiştimeye çalışmadım.

 

Gördüğün gibi 3 yerde "olabileceğinden" sözcüğünü telafus etmişim. Aslında hiç de telafus etmeye gerek bile yoktu, onu anlayabilecek kişi zaten anlardı çünkü. Ama ben yurdum insanımı bildiğim için işimi sağlama alıp özellikle 3 kere belirtmişim bunu, ama bin kere de söylesem nafile galiba.

 

Ayrıca şu da var. Dinin insanın "halihazırdaki" zekasını indirmesine zaten imkanı da yok. Çünkü "mevcut" zeka senin de söylediğin gibi, herhangi bir psikolojik hastalık geçirmeden veya bir darbe almadan gerilemez.

Gerileyemeyeceği gibi de, bir insan önce dine inanmayıp sonradan inanamaz. Çünkü zeka geriye doğru gelişmez, ileriye doğru gelişir.

Aslında bu bile zeki insanların dinden uzaklaştığının bir delilidir. Ateist olup da sonradan dine giren yok. Ama dinli olup da sonradan ateist olan çok. Neden çünkü zeka geriye değil, ileriye doğru çalışır. Hiçbir insan kolay kolay doğruyu bulduktan sonra vazgeçip yanlışa yönelmez. Neden? Çünkü zeka geriye doğru gelişmez, ileriye, daha doğru olana doğru gelişir.

Evet, "ben bir zamanlar ateistdim" diyenler olur nadir de olsa. Onlara diyeceğim şey şudur: Ben de bir zamanlar hayvanlarla konuşuyordum, ama sonradan unuttum. O zamanlar hatta uçabiliyordum.

Bir de hiçbirinden anlamadığı halde komünist veya rock'çı veya punkçı olmaya özenenler var. Bunlar da bazen "ateistim" diyebilir. Çünkü dilin kemiği yoktur, salla gitsin.

Ayrıca bir de ateist olmadığı halde, başına gelen bir olaya kızıp "ben ateistim" diyenler var. Eh yurdum insanım işte.

 

CYRANO seninle tartışmak hoş ama ben bazen vakit bulmakta çok zorlanıyorum. İşlerimin de ne zaman yoğunlaştığı hiç belli olmuyor. O yüzden sen yazarsan da ben sana cevap yazamazsam, şimdiden özür dilerim.

 

Güzel dileklerimle.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CYRANO

hayatı ayakkabı atelyesi, kahvehane, ev arasında geçen bir insanın tanrı inancına karşı görüşler hakkındaki tek bilgisi, yine ona tanrı inancına sahip olanlar tarafından verilen bilgilerdir. Bunlar ikna etmekten uzaktır. Hiçbirşekilde ateist görüşe değer vermemesini sağlayacak bilgilerdir.

 

Yazınızdan şunu anlıyorum. İşi , kahvehane ve evi arasında hayatı geçen BİLGİ YOKSUNU insanların ateist olma oranı düşüktür.

Nedeni ARAŞTIRMAMALARI , BİLGİ EDİNMEMELERİDİR.

Zeka belki var ama kullanılmayınca , bilgiye ulaşmayınca ,başkaları tarafından yönetilince , pek işe yaramıyor demek ki.

 

 

 

Amele dediğimiz adam hayatında belkide, ateist görüş hakkında hiçbir şey okumamıştır. Ateizmin ne dediği, ne söylediği hakkında, çevresinden duyduğu olumsuz şeyler dışında hiçbir bilgisi yoktur. Bir bilim adamı ise hem teist görüşleri, hemde ateist görüşleri biliyordur. Elbette karşıt görüş hakkında bilgi sahibi olan kesimde daha fazla ateist olur. Ateizmin a sını okumayan bir adamın ateist olma ihtimali ne kadardır?

 

Bilim adamlarının dinden uzaklaşıp ateizme yönelmeleri , sahip oldukları bilgi sayesinde oluyor. Değil mi.

 

Bilim adamının her iki görüşüde bilerek ateizmi seçmesi hata mıdır.

 

Yoksa amele gibi davranıp hiçbirşey bilmeden Allaha inanması mı hata olurdu.

 

Saygılar.

 

Taklamakan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.