Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 MAVİ GÖZLÜ DEV ŞİİRLERLE ANILDI Dünyaca ünlü şair Nazım Hikmet Ran, ölümünün 45’inci yıl dönümünde Moskova’daki mezarı başında düzenlenen törenle anıldı. Rus-Türk Araştırmalar Merkezinin düzenlediği törene gazeteci Nebil Özgentürk, sanatçı Zeliha Berksoy ve Türk-Rus İşadamları Derneği (RTİB ) Başkanı Ali İhsan Akıskalıoğlu ile Moskova’da yaşayan Türk vatandaşları katıldı. Berksoy’un Nazım’ın mezarı başında bir şiir okumasının ardından, Özgentürk ve Akıskalıoğlu, birer konuşma yaptılar. Türkiye’den anma törenine gelen iki genç, Anadolu’dan getirdikleri toprağı Nazım’ın mezarına serptiler ve toprağı yine Türkiye’den getirdikleri bir şişe suyla suladılar. Gazeteciler Evinde bu akşam düzenlenecek Nazım Hikmet gecesinde de “Bir Yudum İnsan: Nazım Hikmet” belgesi gösterilecek. Gecede Nazım Hikmet’in “Sevdalı Bulut” adlı çizgi filmi, bir slayt gösterisi ve ünlü şairin eşyasından oluşan küçük bir sergi ilk kez Moskovalıların ziyaretine açılacak. Sanatçı Zeliha Berksoy, gecede Nazım’ın “Yakond ile Si Ya U” adlı eserini sahneleyecek. Habertürk'ten alıntıdır. HAZİRAN DA ÖLMEK ZOR... (Nazım'a) Gece leylek ve tomurcuk kokuyor Yaralı bir şahin olmuş yüreğim Uy anam anam haziranda ölmek zor Çalışmışım onbeş saat Tükenmişim onbeş saat Yorulmuşum acıkmışım uykusamışım Anama sövmüş patron Sıkmışım dişlerimi Islıkla söylemişim umutlarımı Sıcak bir ev özlemişim Sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler Çıkışım bir dalgada Vurmuşum sokaklara Sokakta tank paleti Sokakta düdük sesi Sarı sarı yapraklarla Dağlarda insan iskeletleri Gece leylek ve tomurcuk kokuyor Uyarına gelirse tepemde bir de çınar demişti Yıllar önce Demek ki on yıl sonra Demek ki sabah sabah Demek ki manda günü Demek ki şile bezi Bir de memedin yüzü Bir de saman sarısı Bir de özlem kırmızısı Demek ki göçtü usta Kaldı yürek sızısı Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü Bıraktım acının alkışlarına Üç haziran altmış üçü Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta Okşar yanan alnını Nazım ustanın Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta Yatıyor oralarda bir eski gömütlükte Yatıyor usta Gece leylek ve tomurcuk kokuyor Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların Şuramda bir kuş ötüyor Haziranda ölmek zor Hasan Hüseyin Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Nazım Hikmet Ran Kronolojisi 1902 : 15 Ocak'ta Selânik'te dünyaya gelir. 1913 : "Feryad-ı Vatan" başlığını taşıyan ilk şiirini yazar. Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar. 1914 : Ekonomik nedenlerle Nişantaşı Sultanisi'ne geçer. 1917 : Bahriye Mektebine girer. 1918 : İlk kez bir şiiri yayınlanır. Yeni Mecmua'da yayınlanan bu ilk şiiri "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı" başlığını taşır. 1920 : Bahriye'yi bitirmesine birkaç ay kala sağlık nedeniyle ayrılmak zoruna kalır. İstanbul işgal altındadır. Arkadaşı Vâ-lâ Nurettin ile birlikte gizlice Anadolu'ya geçer. Ankara Hükümeti tarafından Bolu'ya öğretmen olarak atanır. 1921 : Azerbaycan üzerinden Moskova'ya gider. Devrimin ilk yıllarına tanık olur. Ekonomi politik öğrenim görür. Sanat çalışmalarına katılır. 1924 : Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı "28 Kânunisani" sahnelenir. 12 Mart günü Pravda'da bu gösteri övgüyle yer alır. Türkiye'ye döner ve Aydınlık Dergisi'nde çalışmaya başlar. 1925 : Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle yokluğunda yargılanarak "on beş yıl küreğe konulma cezası" verilir. Bu durum onun ülkeden ayrılmasına yol açar. Moskova'ya gider. 1926 : Viyana'ya geçerek ileride suçlanmasına konu olarak "parti" toplantısına katılır. Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle, "küreğe konulma" cezası ortadan kalkar. 1927 : Katılmış olduğu "Viyana Konferansı" nedeniyle İstanbul Ceza Mahkemesi'nde yokluğunda yargılanır. Üç ay hapis cezası verilir. 1928 : Yurda dönmek üzere Moskova'daki Büyükelçiliğe başvurur. Pasaport almak istemektedir. Ancak kendisine yanıt verilmez bunun üzerine gizlice sınırı geçerse de Hopa'da yakalanır. İstanbul üzerinden Ankara'ya götürülür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce yokluğunda yapılan yargılamalar yinelenir. Üç ay hapis cezası verilir. Cezaevinde geçirdiği süre gözönüne alınarak serbest bırakılır. 1929 : Resimli Ay Dergisi'nde çalışır. İlk şiir kitabı "835 Satır" yayınlanır. Bunu diğerleri izler. 1930 : "Sesini Kaybeden Şehir" başlıklı şiir için dava açılır. Yargıtayca aklanır. 1931 : "1+1=1", "835 Satır", "Jokond ile Si-Ya-U" ile bir kez daha "Sesini Kaybeden Şehir" ve "Varan 2" adlı kitapları hakkında dava açılır. Hepsinden aklanır. 1932 : "Kafatası" oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahneye konur. 1933 : "Gece Gelen Telgraf" şiirinden dolayı yargılanır. Altı ay üç gün hapis cezası verilir. Babası bir kaza sonrası ölür. Onun ölümü üzerine "Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" başlıklı şiiri yazar. Şiirde babasının patronu Süreyya Paşa'ya hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılır. Bir yıl hapis, 200 lira para cezasına çarptırılır. Bu sıralarda "gizli örgüt" kurduğu savıyla Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan ayrı bir davada idamı istenir. Dört yıl ağır hapisle cezalandırılır. 1934 : Cumhuriyetin 10. Yılı nedeniyle çıkarılan af yasasından yararlanır. Serbest bırakılır. 1936 : Gizli örgüt kurmak ve yönetmek savıyla yargılanır ve aklanır. 1937 : "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı" yayınlanır. 1938 : Askeri öğrencileri isyana teşvik suçlamasıyla da "Donanma" davaları açılır. Toplam 28 yıl 4 ay ağır hapisle cezalandırılır. 1941 : Bursa'da "Memleketimde İnsan Manzaraları" nı yazmaya başlar. 1943 : Cezaevi arkadaşı Orhan Kemal tahliye olur. Balaban'ın resim çalışmalarına yardımcı olur, yetişmesini sağlar. 1944 : Karaciğer ve kalp rahatsızlıkları başlar. 1949 : Basında haksız mahkumiyetine ilişkin yazılar artmaya başlar. Ahmet Emin Yalman, Vatan Gazetesi'nde "Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet" başlığını taşıyan bir yazı yayımlayarak dikkatleri Nâzım'ın haksız mahkumiyeti çeker. 1950 : Yurt içinde ve dışında çeşitli kuruluşlarca "Nazım'a Özgürlük Kampanyaları" açılır. Meclis'in gündeminde bulunan Af Kanunu'nu çıkarmadan tatile girmesi üzerine, Nazım, 8 Nisan'da açlık grevine başlar. Aynı gün, Bursa'dan İstanbul'a Paşakapısı Cezaevi'ne götürülür. 23 Nisan'da grevini avukatlarının isteği üzerine geçici olarak durdurur. Ağır hastadır, doktorlar üç ay bir hastanede tedavi görmesi gerektiğini belirtirler. Ancak durumunda hiçbir değişiklik olmayınca 2 Mayıs'ta yeniden greve başlar. Açlık grevi kamuoyunda büyük yankı uyandırır. İmza kampanyaları başlatılır. "Nâzım Hikmet adlı bir dergi çıkarılır 9 Mayıs'ta annesi Celile Hanım 10 Mayıs'ta şair Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat açlık grevine başlarlar. 14 Mayıs seçimleri sonucunda ortaya çıkan yeni durum üzerine, 19 Mayıs'ta greve ara verir. Çıkarılan Genel Af Kanunu'yla serbest bırakılır. 22 Kasım'da Dünya Barış Konseyi tarafından Pablo Picasso, Paul Robeson, Wanda Jakubowska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü"nü almaya hak kazandığı açıklanır. Kendisinin katılamadığı törende ödülünü Neruda alacaktır. 1951 : Oğlu Memed dünyaya gelir. Askere çağrılır, 49 yaşındadır ve hastadır. Üstelik askeri okulda öğrenci olarak geçirdiği sürelerin yasa gereği askerliğe sayılması gerekmektedir. Yaşamına yönelik tehditler üzerine ülkeden ayrılır. 15 Ağustos günü resmi gazetede, Bakanlar Kurulu kararıyla "yurttaşlıktan çıkarıldığı" duyurulur. Dünya Barış Konseyi'nin bir yıl önce kendisine verdiği "Uluslararası Barış Ödülünü" Prag'da düzenlenen bir törenle alır. 1952 : Çine'e gider. Ancak hastalanınca gezisini yarım bırakmak zorunda kalır. Enfaktüs geçirmiştir. Dört ay yatar. Bundan sonraki yaşamı artık doktor gözetiminde geçecektir. 1953 : Uluslar arası toplantılara katılmayı sürdürür. "Bir Aşk Masalı" oyunu Moskova'da sahnelenir. Bunu diğer oyunlarının sahnelenmesi izler. 1958 : Paris'e gider. Aralarında Aragon ve Picasso'nun da bulunduğu çok sayıda yazar ve sanatçıyla görüşür. 1962 : Sovyet Yazarlar Birliği tarafından 60. yaş günü kutlanır. Yazarlar Evi'nde düzenlenen gecenin ertesinde Politeknik Müzesi'nde, okuyucuları için ikinci bir toplantı gerçekleştirilir. Gecenin yöneticiliğini İlya Ehrenburg yapar. 1963 : Afrika'ya, Tanganika'ya gider. "Cenaze Merasimim" başlıklı şiirini kaleme alır. (Nisan) 3 Haziran sabahı Moskova'da evinde ölür. Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Nazım Hikmet Ran 'ın Biyografisi 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü'nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı. 1921 başlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmen olarak görevlendirildi. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldı. Burada siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova'ya gitti. 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. 3 Haziran 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda toprağa verildi. http://www.nazimhikmet.info Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Dostlarının Ağzından Nazım Hikmet Ran İbrahim Balaban 'Şair Baba'sını anlatıyor... Türk resim sanatının yaşayan büyük ustalarından biri olan İbrahim Balaban, 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken cezaevine düştü. Altı ay hapis ve üç ay da para cezasına çarptırılan Balaban, para cezasını ödeyemeyince üç yıl cezaevinde kaldı. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala dört mahkumun saldırısına uğradı. Balaban, daha sonra hasmını öldürdüğü için yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 45 ve 1948 ile 50 yılları arasını Bursa Cezaevi'nde geçirdi. Resme yeteneği olan ve sürekli resim yapan Balaban, Nazım Hikmet'le Bursa Cezaevi'nde tanıştı. Nazım'ın desteğiyle resim çalışmalarını sürdürdü. Balaban, kendisinden 20 yaş büyük olan ve 'Şair Baba' diye çağırdığı Nazım Hikmet'le geçirdiği günleri anlattı: "Nazım Hikmet, hapispaneye ilk geldiği zaman herkes onun hakkında bir şeyler söylüyordu. Bence söylenilen hiç bir şey Nazım Hikmet'i tam olarak yansıtmıyordu. Bütün mahpuslar, Nazım'ı kendilerine göre anlatıyordu. Mesela, Nazım'ın Yavuz Zırhlısı'nı kaçırırken yakalandığını söyleyenler vardı. Bazıları onu bu yüzden büyük bir kahraman olarak görüyordu. Çünkü onlar, bu kadar büyük bir gemiyi ancak Don Kişot gibi, Köroğlu gibi bir adamın kaçırabileceğini düşünüyorlardı. Mahkumların bir çoğu da Nazım Hikmet'i kötü tanıyordu. Onlara göre Nazım Hikmet komünistti ve komünizm kötü bir şeydi. Ben de Nazım'ın neden içeri düştüğünü sorduğumda komünist olduğunu söylemişlerdi. Benim için önemli değildi bu. Zaten o sıralar komünizmin ne olduğunu da bilmiyordum. Bana komünizmin kötü bir şey olduğunu söylediler. "Ayıp mıdır bunu konuşmak dedim" ayıp olduğunu söylediler. Lugatlara bakarım o zaman dedim, onlar bu sözcüğün anlamının lugatlarda da olmadığını söylediler. Bana kalırsa o dönemlerde Nazım Hikmet'in tek suçu dünyaya gelmiş olmaktı. Ne yaparsa yapsın, onu cezalandırıyorlardı. Oysa şimdi aradan bunca zaman geçtikten sonra doğumunun 100'üncü yılı kutlanıyor. NAZIM DÜNYAYA SIĞMIYORDU İnsanların o dönemde Nazım Hikmet'ten korktuğunu düşünüyorum. Korkuyorlardı, çünkü Nazım Hikmet dünyaya sığmıyordu. Yazdığı şiirler o kadar çok sevilip okunuyordu ki... Bana kalırsa bu, iktidarı rahatsız etti ve Nazım Hikmet'i içeri atmaktan başka çare bulamadılar. Herkes bu güzel adama kendince bir çamur atıyordu. "Öyleyse bu çamurun içinde 28 yıl yatsın bakalım" deniliyordu. Ben de suçsuz yere cezaevine düşmüştüm. Jandarma beni falakaya yatırıp suçu kabul ettirmişti. Öfkeden patlayacak haldeydim. Habire resim çiziyordum. Daha çok da tüfek resimleri. Jandarmalardan ve hükümetten intikam almayı düşünüyordum. Ben bunları yapıp dururken mahkumlardan biri bana cezaevine bir ressamın geldiğini, insanların yüzüne baka baka resim yaptığını söyledi. Beni o adama götürmesini istedim. "Olmaz" dedi. "Neden" diye sorunca da "Bu adam komünist. Hem, eğer seni beğenirse resmini yapar" dedi. Portresini yaptığı insanlardan kaç lira aldığını sorunca da "Para almıyor, sadece boya parası, 250 kuruş" dedi. Sonunda beni Nazım Hikmet'in yanına götürdüler. Resmimi yapmaya başladı. Aslında benim amacım resmimi yaptırmak da değildi. Bir ressamın nasıl çalıştığını görmek istiyordum. Nazım Hikmet, kalemi kaldırıp yüzüme karşı önce dikey olarak, sonra yatay olarak tutuyordu. Sonunda benim resmimi yaptı. Ben de onun nasıl çalıştığını izledim. Koğuşa dönünce de bir mahkuma "Geç bakalım Ali Dayı" dedim ve Nazım'dan gördüğüm yöntemle adamın portresini çizmeye başladım. Derken Çete Hasan diye bir mahkum geldi. "Sen ne yapıyorsun, resim yapmak için Nazım Hikmet'ten izin aldın mı" diye sordu. " Bu hükümete karşı gelmiş adam, bir dilekçe yazarsa seni Sinop Cezaevi'ne sürerler " dedi. Sonra bir gün berberhanedeydim. Ekmek parası kazanmak için berberlik yapıyordum. Nazım Hikmet girdi içeri. Herkes ayağa kalktı. Ben aynanın önünde oturuyordum. Arkamda dikildi "Merhaba İbrahim' dedi. Benim resmimi yapmak istediğini söyledi. Ben "Zaten benim resmimi yaptın" deyince onu beğenmediğini bir kez daha yapmak istediğini söyledi. Yaptırmak istemedim. "Neden" diye sorunca ben de resim yaptığımı söyledim. "Yani böyle aynaya bakarak kendi resmini yapabiliyor musun" diye sordu. "Tabi" yaparım deyince "Benim resmimi de yapabilir misin" dedi. Ben de oturup onun resmini çizmeye başladım. Hiç model gibi durmazdı. Hareketliydi. Tam ben resmi çizerken kağıdı elimden kapıp bakmaya başladı. Daha bitirmediğimi söylememe karşın geri vermedi. Daha önce çizdiğim resimleri de görmek istedi. Nazım Hikmet bana akademi okuyup okumadığımı sordu. Okumadığımı söyledim. "Peki ya lise" dedi. Bu arada liseyi okumayan bir adamı Nazım Hikmet sevmez diye düşünüp korkuyordum bir yandan da. "Peki ortaokul" diye sorunca "Bizim köyde ortaokul yoktu" dedim. Ayağa kalktı, beni öyle bir kucakladı ki. İkimizin de gözlerinden yaşlar akıyordu o sırada. "Beni çıraklığa kabul ediyor musun" diye sorunca "Sen beni ustalığa kabul ediyor musun" diye cevapladı. O günden sonra da resim çalışmalarını hızlandırdık. ONDAN AYRILMAK İSTEMEDİM Bir ara benim İmralı'ya gitmem gerekti. İstemedim gitmeyi, Nazım Hikmet'ten ayrılmak istemedim. Yarım kalmış kültürümle ne yapabilirim diye düşünüyordum. Nazım bana "Bu kadar aşkla, şevkle çalışan bir delikanlı nereye giderse gitsin kendine bir usta bulur" dedi. -Sonuçta İmralı'ya gittiniz... -İmralı'dan Bursa Cezaevi'ne döndüğüm zaman ustam Şair Baba'ya kavuşmanın sevincini yaşıyordum. Yeniden tablolar yapmaya başladım. Bu arada Nazım Hikmet "Balaban, artık yağlı boyaya başla" dedi. Bir gün oturup, düşünüyordum. Yanıma geldi "Neden çalışmıyorsun" dedi. "Düşünüyorum" deyince "Olmaz" dedi. "Hem resim yapacaksın, hem düşüneceksin. Oturduğun yerde düşünmekle bir şey yapılmaz" dedi. Bu arada bir gün Hazım Hikmet gelip bana "Resim yapmayı bırak artık dedi. Bana ders vereceğini söyledi. Sosyoloji, ekonomi politik ve felsefe dersleri verdi bana. İki ay böyle sürdürdük çalışmalarımızı. Nazım anlatıyor, ben dinliyordum. Sonra bana soruyordu anlattıklarından. -Diğer mahkumlar Nazım Hikmet'e nasıl davranıyordu, tavırları nasıldı? -Nazım Hikmet'te mesafeli davranıyorlar. Çekiniyorlardı biraz ondan. -Nasıl bir insandı genelde? -Coşkulu, yerinde duramayan, hareketli bir adamdı. -Ressam olmanız konusunda büyük desteği var. -Evet. Nazım Hikmet'le röportaj yapmak için Ahmet Emin Yalman falan geliyordu cezaevine. Nazım onlara benim yaptığım tabloları da gösteriyordu. O ara Vatan Gazetesi'nde 'Cezaevinde Yetişen Ressam' diye benden sözeden bir haber çımkıştı. Bana gerçekten de büyük katkısı oldu. Ressam olmamı sağladı. Bildiklerini öğretti, beni kültürle donattı. Ama bana asla şunu şöyle yap, bunu böyle yap demedi. Kendi yöntemimi bulmam konusunda beni serbest bıraktı. Eğer aksini yapsaydı ben 'cüce' kalırdım. -O sırada evliydi Piraye ile... -Evet evliydi. Ama ayrılmak üzereydi. Çünkü Münevver gelmişti. O sıralarda çok karamsardı Şair Baba. Şiirleri Fransa'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da yayınlanıyordu, serbest bırakılması için kampanyalar yürütülüyordu. Ama o cezaevindeydi. Münevver Yenge gelince neşelendi yine. Birden bire Piraye'den boşanmaya karar verdiğini söyledi. Ama arada kararsız kalıyordu. Münevver de evliydi ve çocuğu vardı. O yüzden birden bire kocasından ayrılmak istemiyordu. Bu arada Nazım Hikmet Piraye'ye de pişmanlık dolu mektuplar yazıyordu. Bir keresinde Piraye'nin kendisini ziyarete geldiğini tam ona sarılmak istediğinde onu ittiğini anlatmıştı bana. İNTİHAR EDECEĞİM DEDİ Bir gün çok perişandı Şair Baba. Yatağına uzanmıştı. "Balaban gel buraya" dedi. Bir kutu hap vardı onları gösterdi. "İntihar edeceğim" dedi. Şaşırdım. Ağlamaya başladım. "Üç yere mektup yazacağım. Sen de bunları göndereceksin" dedi. Hazırladığı mektup da şöyleydi: "İnsanlar! Duyduk duymadık demeyin. İnsanlar! İyiyi ve güzeli, çalışkan insanları ve baskı altında tutulan aydınları savunmak için, Türkçe konuşabilmek için silahımı sıkıyorum. İnsanlar, beni kınamayın. Ne yapayım, ölümü silah gibi kullanmaktan, kendimi fişek yerine koymaktan başka. Biliyorum, kavganın en kolayıdır, ama karşı koymanın son çaresi." Bunu bana ezberletti. Avlunun ön kısmına çıktık ben, bunu tekrar ediyordum ona. Avluda gezip dururken ben de bir takım çareler düşünüyordum. Konuşuyorduk. Bana namaz kılıp kılmadığımı sordu, sonra da oruç tutup tutmadığımı. Hayatımın bir döneminde, cezaevine gelinceye kadar tuttuğumu söyledim. "Zor mudur" diye sordu. Zor olmadığını söyledim. Anlatım ona. "Ya ne güzelmiş oruç tutmak" dedi. "Oruç tutmak!" dedi "Balaban, dur hele dur, aklıma bir şey geldi. Ben açlık grevine gireceğim. Eğer serbest bırakmazlarsa ölene kadar vazgeçmem." Sonra bana şöyle dedi: "İyice bakacaksın, öldüğümden emin olduktan sonra yazdığım mektubu Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na ve Adalet Bakanı'na göndereceksin." Bu arada o açlık grevindeyken resmini çizmemi de istedi. Ne kadar zamanda ne kadar zayıflayacağını görmek istiyordu. Açlık grevine başladıktan sonra onu İstanbul'a götürdüler. Ondan sonra da uzun bir süre mektuplaştık. Af oldu ve o da ben de özgürlüğümüze kavuştuk. Sonra resimlerimle beraber İstanbul'a gittim. Altı ay kadar Nazım'la kaldım. Benim tablolarımı annesinin evinin duvarlarına asıyordu. Eve gelenlere gösteriyordu. -Nazım Hikmet'in kaçtığını nasıl öğrendiniz? -Nazım'ın kaçtığını ben Sivas'ta askerdeyken öğrendim. Bir pazar günüydü. Gazetede okudum. Öyle çok üzüldüm ki... Kendimi rüyada gibi hissettim. Sanki çok ağır bir hastalığa yakalanmış gibiydim. İki arkadaşım koluma girip beni birliğime kadar götürdüler. Nazım Hikmet gerçekten de büyük bir adamdı. Beni kültürle donattı ressamlığa yöneltti. Bir güneşti ve ben o güneşin içinden doğdum.Bence onun gibi insanlar bu dünyaya kolay kolay gelmez. www.Hurriyetim.com.tr Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Dostlarının Ağzından Nazım Hikmet Ran Ataol Behramoğlu 'Şair' Nazım Hikmet'i değerlendiriyor... -Bir şair olarak Nazım Hikmet'in Türk ve dünya şiiri içindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? -Nazım Hikmet, çağdaş Türk şiirinde en önemli devrimi gerçekleştirmiş bir şairdir. Bu devrim, şiirin teknik alanında "özgür koşuk" diye adlandırılan bir yenilikçi harekettir. Kaynağında hem Türk şiirinin 19'ncu yüzyıl sonlarındaki gelişmeleri, hem Fransız "özgür koşuk" hareketi, hem Rus modernizmi ve bütün bunların Nazım Hikmet tarafından Türk dili temelinde gerçekleştirilmiş sentezi söz konusudur. Bu aynı zamanda şiir dilinin o güne kadar kullanılmamış sözcüklerle zenginleştirilmesi, yepyeni uyum, ses ögeleri kazanmasıdır. İçerikte de yenilikçi bir şairdir. Yine çok az ilgilenilmiş konular, temalar denebilir ki insan yaşamının tüm alanları Nazım Hikmet'le birlikte şiirin konusu durumuna gelmiştir. -Nazım Hikmet, devlet yönetimi tarafından önce inkar edildi sonra birden bire ona ve şiirine sahip çıkılmaya başlandı.. -Yaratıcılığının ilk dönemlerinde de siyasi görüşleri nedeniyle, siyasal yönetimlerin tepkisini çekmekle birlikte, özellikle sanat ortamında çok popüler olmuştu. Dönemin bütün sanatçılarının, her kuşaktan yazarların ve şairlerin ilgisini ve hayranlığını kazanmış bir şairdi. O yıllarda da tutuklandığı, cezaevinde kaldığı oldu. Fakat 30'lu yıllarda gerginleşen dünya koşullarının da Türkiye'de yarattığı gerici siyasal ortamda, Nazım Hikmet bir tehdit olarak görülmeye başladı yönetici çevrelerce. Bir iftira ve tuzak niteliği taşıyan bir komplo girişim sonucunda tutuklanarak, ağır hapis cezasına mahkum edildi. O dönemlerde adının anılması bile yasaklanır duruma geldi. 1950'de af yasasından yararlanarak serbest bırakıldıktan sonra yaşamına yönelik bir başka komplo üzerine ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Yurtdışında bulunduğu yıllarda aleyhinde çok çirkin kampanyalar yapıldı. Fakat 1960 sonrası Türkiye'sinde şiirlerinin yeniden yayınlanışıyla birlikte, büyük çaptaki şair ve insan kimliğiyle yeniden ülkesinin okurlarıyla buluşmuş oldu. Bugün bir ulusal kahraman gibi algılanmaktadır. Fakat yönetici siyaset çevrelerinde Nazım Hikmet düşmanlığının tümüyle kalkmış olduğu söylenemez. Belki şöyle özetleyebiliriz, Nazım Hikmet'in hem şair, hem bir toplumal eylemci kimliğiyle nesnel olarak değerlendirilmesi için yine de bir zaman geçmesi gerekmektedir. Fakat hiç kuşkusuz 100'ncü doğum yılının Türkiye'de ve başka ülkelerde kutlanmakta oluşu dilimiz ve edebiyatımız için hem büyük bir onur hem de büyük şairimizin hak etmiş olduğu bir başarıdır. -Nazım Hikmet hala Tük vatandaşı değil, vasiyeti de yerine gelmedi. Mezarı Moskova'da... -Orada yaşamdan ayrıldı ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından da çıkarılmış olduğu için Türkiye'ye getirilmesi sözkonusu değildi o dönemde. Ama mutlaka ülkesinde olması gerekir bu anıt mezarın. Er geç olacaktır bu. -Sizce Nazım Hikmet'in gücü nedir? Bütün yasaklamalara ve yoksaymalara karşın insanlar az ya da çok onu ve şiirlerini tanıyorlar. Özellikle son yıllarda Nazım bir efsane haline geldi. -Büyük bir şair olmak, büyük bir sanatçı olmak kolay değildir. Eğer Nazım büyük bir şair, bir dil ustası olmasaydı kişisel yaşamı ya da toplumsal düşünceleri ilgi de çekse de bu kadar karizmatik bir kişiliği olamazdı. Herşeyden önce şairliğinin etkisidir Nazım'ı bugünkü konumuna yükselten. Onun yanısıra denebilir ki ele avuca sığmaz canlı kişiliği ve özellikle de toplumsal alandaki eylemci ve düşünür kimliğiyle cesareti tüm bunların birarada oluşu, Nazım Hikmet efsanesini yaratmıştır. Ama bu efsane aynı ölçüde de gerçektir. www.Hurriyetim.com.tr Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Dostlarının Ağzından Nazım Hikmet Ran Ressam Avni Arbaş Ressam Avni Arbaş anlatıyor "Nazım'ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı. O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü. Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. "Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede bulaşacağız sen de gel". Eşimle birlikte gittik. Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette'i Nazım'la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım. Picasso ile tanıştığımızda Henriette "Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye eklemişti. Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım'a "Niye Henriette'e teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni düşündüğü için" diye cevap verdi. Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük. "BUNLAR AVNİ ARBAŞ'IN ATLARI" Bir sergi açmıştık Paris'te. Benim orada Atlar diye bir tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova'ya döndüğünde bana bir mektup yazmıştı. O şiiri de yazmış. Şiirin iyi olmadığını düşünmüş, özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede mütevazı bir insandı." www.Hurriyetim.com.tr Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Dostlarının Ağzından Nazım Hikmet Ran Attila İlhan "Yaşarken çektirdiler, şimdi doğumunu kutluyorlar"... "Nazım Hikmet'in bir zamanlar durumunu anlatan bir mektup var benim elimde. Annesi Celile Hanım'ın Müzehher Va-Nu'ya yazdığı bir mektup bu. Celile Hanım, Nazım Hikmet'in cezaevinde intihar edebileceğini söylüyordu mektupta. Şimdi bunu unutup Nazım Hikmet'in doğum yıldönümünü kutluyorlar. Ben Hazım Hikmet'i kurtarma kampanyasında Paris'te etkin olarak görev yapmıştım. Nazım ağır hapis cezasını, komünizm propagandası yapmaktan değil, Türk Hükümeti'ni yıkmaya teşebbüsten yemişti. Bu mümkün olamayacak, akla bile gelmeyecek bir durum. Nazım Hikmet yaşarken ona o kadar çektirdiler şimdi de kutluyorlar. Bu bir skandaldır. " Vedat Günyol Vedat Günyol anlatıyor... - Nazım Hikmet'i ilk kez ne zaman gördünüz, nasıl tanıştınız? - Nazım Hikmet'le altı ay kadar süren bir dostluğumuz oldu. Aslında onunla tanışmadan önce de peşine düşmüştüm. Orhan Burian o dönemde yayınlanan Yücel Dergisi'nde kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yapmış, onun 10- 15 tane şiirini arka arkaya yayınlamıştı. Onu tanımadan da ona hayrandık. Dünyanın en ünlü şairlerinden biriydi o dönemde. Onu ilk kez Erkin Zırhlısı'nda görmüştüm. Hapis cezasını çekiyordu. Geminin yargıcı Haluk Şeyhsuvaroğlu aslında onu korumak için elinden geleni yaptığını söylüyordu ama, Nazım o gemide pislik içinde yaşıyordu. Bir keresinde ambarda yarı beline kadar suyun içinde kalmış. - Kısa süren bir dostluğunuz var... - Nazım Hikmet, Peride Celal'in arkadaşı Münevver Hanım'la dost olmuştu. Ben de o grubun içinde olduğum için Nazım'la altı ay kadar bir dostluk yaşadım. Kaçmadan 15 gün önce pazar yerinde tesadüfen karşılaştık. Yeni buzdolabı almıştı Nazım. Beni yemeğe çağırdı. Buz gibi domates suyu ve külbastı yedik. Bundan 15 gün sonra da kaçtığını duydum. Önce çok üzüldüm. Ama bir yandan da sevindim. Çünkü o yaştan sonra askerlik yaptırmak istiyorlardı ona. - Sizin tanıdığınız Nazım Hikmet nasıl bir insandı? - Nazım çok alçakgönüllü bir insandı. Büyük şairlik duygusuna kapılmış biri değildi. Dost bir insandı, kim olursa olsun aynı gözle bakardı. Herkese 'üstat' derdi. Nazım Hikmet insan olarak yaman bir insandı. Sıcak ve insanın içine işleyen bir kişiliği vardı. www.Hurriyetim.com.tr Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Nazım Hakkında Yazılmış Kitaplar Nazım Hikmet'in Aşkları Sevdayım Tepeden Tırnağa A.Emin Karaca Gendaş Kültür / Araştırma-İnceleme Dizisi Nazım Hikmet'in yaşamında kadınların büyük ve önemli yerinin tanığı çocukluk ve gençlik arkadaşı Vala Nurettin, şu saptamayı yapıyor: "Aslında, Nazım monogamdı. Birini severse -iyice severse- ona sadık kalmak isterdi. Sevemediği sıralarda da, sevilecek birini daldan dala arardı. Bunu bilinçle mi, içgüdüsüyle mi, can sıkıntısıyla mı yapardı? Daha ziyade kadınların ayartma çabasına kurban gittiğini, tanıdığım kadınların sözlü ve yazılı itiraflarından öğrenmiş bulunuyorum." "Nazım Hikmet'in Aşkları" ünlü şairin Nüzhet, Piraye, Münevver, Vera ile evliliklerini, Dr. Lena, Semiha Berksoy, Doktor Galina ve diğer kadınlarla birlikteliklerini; öncesi, sonrası ve yaşanmışlıklarıyla, sevda yüklü dizelerle sarmalanmış olarak bir araya getiriyor. Ayrıca, Nazım Hikmet'in "dayı kızı" Münevver Hanım'la yaşadığı aşk yüzünden çıkan, Adnan Cemgil'in ve Yalçın Küçük'ün Emin Karaca ile polemikleri de kitapta yer alıyor. Boğaz'daki Aşiret Mahmut Çetin Edille Yayınları "Boğaz'daki Aşiret" başlığı ister istemez "Boğaz Neresi" ve "Aşiret Kim" sorularını akla getiriyor. Evet Boğaz, bildiğimiz Boğaziçi. Genelde kırsal kesimle alakalı bir kavram olan aşiret kelimesi ise Boğaziçi"nde bir kast oluşturan büyükçe bir ailenin tarihini anlatırken hassaten seçildi. Bir sülale tarihi diyebileceğimiz Boğaz'daki Aşiret yer yer Türk Solu tarihi, yer yer de Batılılaşma Tarihi'nin belirli dönemlerini resmediyor. Aileler arasında evliliklerle kurulan bağların, sanata, ticarete, eğitime, bürokrasiye ve giderek bir yabancılaşma zihniyeti şeklinde hayata nasıl yansıdığı eserdeki ipuçları yardımıyla daha iyi görülecektir zannediyoruz. Boğaz'daki Aşiret, dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatından oluşur. Eser bu sebeple dört bölüm olmuştur. Aile büyüklerinin asıl isimleri seçilerek de Konstantin'in Çocukarı, Detrois'in Çocukları, Sotori'nin Çocukları, Topal Osman Paşa - Namık Kemal kanadı bölümleri ortaya çıktı. Boğaz'daki Aşiret! şenlikli bir kitap. Ali Fuat Cebesoy'dan Nazım Hikmet'e, Oktay Rifat'tan Refik Erduran'a, Rasih Nuri İleri'den Ali Ekrem Bolayır'a, Zeki Baştımar'dan Sabahattin Ali'ye, Numan Menemencioğlu'ndan Abidin Dino'ya uzanan ilginç akrabalık zinciri. Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum kökenli meşhurların, yerlilerle evliliklerinden oluşan "Boğaz'daki Aşiret"in, batılılaşma tarihinde oynadığı roller... Kimlerin kimlikleri, Çıldırtan çizelgelerle soyağaçları. Ve dipnotlar! Onlar hiç bu kadar sevimli olmamışlardır. Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı 1902-1928 Cilt: 1 Kemal Sülker Yalçın Yayınları / Bilim Belge İnceleme Dizisi ... Pek çok belgeye sahip bir yazar olarak bu yapıtımızda daha önce hiç bir kitapta yer almayan, bilinmeyen, ya da bilindiği halde belgesi edinilemeyen olayları günlerini, hatta saatlerini ve belgelerini vererek bir araya getirmeye çalıştık. Böylece Nazım Hikmet hakkında sanırız en derli toplu çalışmayı okurlara sunmayı başarabildik. Şair ve piyes yazarı, romancı, fıkracı Nazım Hikmet hakkında bu ciltler, okurları geniş ölçüde tatmin edecek niteliktedir inancındayız. Nazım Hikmet, çok daha derli toplu, çok daha sağlam incelemelerle yaşayacak, dünyamızın önde gelen onurlu şairlerinin ilk sırasındadır... Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı 1929-1933 Cilt: 2 Kemal Sülker Yalçın Yayınları / Bilim-Belge-İnceleme Dizisi Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı 1934-1935 Cilt: 3 Kemal Sülker Yalçın Yayınları / Bilim Belge İnceleme Dizisi Demokrasiden yana olanlarla, faşizme kayanların kesin çizgilerle ayrılmaya başladığı 1934-1935 yıllarında Nazım Hikmet; başarılı, güçlü bir yazarlık sınavı verdi. Mussolini Habeşistan'a saldırmış, faşizmin beşinci kolu General Franko İspanya Cumhuriyeti'ne başkaldırmıştı. Nazım, Habeş halkını, İspanyol Cumhuriyeti için direnenleri savunuyor, bazı kalemler aksi yönde ahkam kesiyordu. O günleri İstanbul'da yaşayan Kemal Sülker Babıali'deydi. Olup bitenleri öğreniyordu. ... Bu üçüncü ciltte bütün gelişmeler yaşanırken, Nazım, Piraye Altunoğlu ile evlendi. Bu ve benzeri olay ve gelişmeler bu ciltte belgeleri ile verildi. Bazılarının başlıkları şöyle: Nazım'ı karşı saflara davet girişimi, Tahliye sonrası düşünceler, Gericiler Orhan Selim'e saldırıyor, Faşizm Habeşler'e saldırınca, Hitlersever'ler Babıali'de, Sükun yok hareket var, Sağ kanadın uçuştuğu yıllar, Babıali'nin kan kusanlarından biri daha. Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı 1936-1937 Cilt: 4 Kemal Sülker Yalçın Yayınları / Bilim Belge İnceleme Dizisi Temmuz 1987'de yayımına başladığımız "Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı" inceleme dizisi altı ciltte noktalanacak. İlk üç cildi, ikinci basım beğenisine de kavuşan dizinin bu 4. cildi, Nazım Hikmet'in 1936-1937 yıllarındaki yaşamını kapsıyor. 1938'de iki askeri mahkemede ağır cezaya çarptırılmasına yol açacak ziyaretlerin, arkadaşlığın; bu dönemdeki oluşumu okurlarn elbette dikkatlerini çekecektir. İşi yüzünden oturdukları konaktan ayrılmak gereğini duyan Nazım'ın; çevresi, anıları, İstanbul'un güzelliğinin Nazım'daki etkileri, Şehir Tiyatrosu Sanatçıları hakkındaki söyleşileri, İzmirli bir okurun Peyami Safa'nın bir eserinin şair Necip Fazıl'dan esinlenerek yazıldığı yorumu hakkındaki mektubunu saklamış bulunması Nazım'ın okurlarına verdiği önemi kanıtlıyordu... Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı 1938 Cilt: 5 Kemal Sülker Yalçın Yayınları / Bilim-Belge- İnceleme Dizisi Bu 5. ciltte, Kara Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi ile Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde 1938 yılında sivil ve asker kişiler arasında Nazım Hikmet'in de yargılandığı olaylarla ilgili yayınlanmamış belgeler bulunmaktadır. Türk siyasi tarihinde çok önemli bir yeri olan ve Nazım Hikmet'in 28 yıl 4 ay ceza aldığı bu iki dava en ufak ayrıntısına kadar verilmiştir. Bu ciltte ayrıca, Nazım'ın savunması, yargıtaya başvurması, B.M.M.'sine verdiği af dilekçesi ve avukatların yargılamada okudukları savunmalar ilk kez okurlara sunulmaktadır. Alıntı
Φ made in turkey! Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 3 Haziran , 2008 büyük ustayı saygıyla anıyorum......... Alıntı
Misafir Evren. Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Bugün Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü ve Laik-Kemalist kesim Nazım Hikmet için yazılar dizmeye, anmalar yapmaya ve şiirler okumaya başladı bile. Peki Nazım Hikmet’i hapsettiren, yurtdışına çıkmasına neden olanlar ve vatandaşlıktan atanlar kimlerdi? Kısa bir Nazım Hikmet kronolojisi Nazım Hikmet 1925'te Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle yokluğunda yargılanarak "on beş yıl küreğe konulma cezası"yla mahkum edilir. Bu durum onun ülkeden ayrılmasına yol açar. Moskova'ya gider. 1926: Viyana'ya geçerek ileride suçlanmasına konu olacak "parti" toplantısına katılır. Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle, "küreğe konulma" cezası ortadan kalkar. 1927: Katılmış olduğu "Viyana Konferansı" nedeniyle İstanbul Ceza Mahkemesi'nde yokluğunda yargılanır. Üç ay hapis cezası verilir. 1928: Türkiye'ye dönmek üzere Moskova'daki Büyükelçiliğe başvurur. Pasaport almak istemektedir. Ancak kendisine yanıt verilmez bunun üzerine gizlice sınırı geçerse de Hopa'da yakalanır. İstanbul üzerinden Ankara'ya götürülür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce yokluğunda yapılan yargılamalar yinelenir. Üç ay hapis cezası verilir. Cezaevinde geçirdiği süre gözönüne alınarak serbest bırakılır. 1933: "Gece Gelen Telgraf" şiirinden dolayı yargılanır. Altı ay üç gün hapis cezası verilir. Babası bir kaza sonrası ölür. Onun ölümü üzerine "Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" başlıklı şiiri yazar. Şiirde babasının patronu Süreyya Paşa'ya hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılır. Bir yıl hapis, 200 lira para cezasına çarptırılır. Bu sıralarda "gizli örgüt" kurduğu savıyla Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan ayrı bir davada idamı istenir. Dört yıl ağır hapisle cezalandırılır. 1934: Cumhuriyetin 10. Yılı nedeniyle çıkarılan af yasasından yararlanır. Serbest bırakılır. 1938: Askeri öğrencileri isyana teşvik suçlamasıyla da "Donanma" davaları açılır. Toplam 28 yıl 4 ay ağır hapisle cezalandırılır. 1950'de aftan yararlanıp çıkar. Askere çağrılır gitmez ve yurtdışına çıkar 1963'te yurtdışındayken ölür. Bu ülkede Nazım Hikmet'e etmediğini bırakmayanların şimdi onu savunması ve propaganda malzemesi yapmasına ne demek lazım?! Haksöz-Haber Alıntı
Φ ahmetsalih Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Bugün Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü ve Laik-Kemalist kesim Nazım Hikmet için yazılar dizmeye, anmalar yapmaya ve şiirler okumaya başladı bile. Peki Nazım Hikmet’i hapsettiren, yurtdışına çıkmasına neden olanlar ve vatandaşlıktan atanlar kimlerdi? laik-kemalist sistem mutlaka bir açıklamasını yapar inandırıcı olur mu? inandırıcı olmasına ne gerek var. nasılsa sopa elinde. Alıntı
Φ deniz_kizi Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 BEN SEN O O, yalnız ağaran tanyerini görüyor ben, geceyi de Sen, yalnız geceyi görüyorsun, ben ağaran tanyerinide. NAZIM HİKMET Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 *** zihniyet Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümünü bile propaganda malzemesi haline getirmeyi becerebiliyor. Gerçekten çok takdir ediyorum; bu kadar başarılı propaganda faaliyetini ancak onlar gerçekleştirebilir. Meğer Nazım Hikmet'i hapse atan vatandaşlıktan çıkarıp yurt dışına çıkmasına neden olanlar Atatürkçülermiş. Yani sözün özü, bu ülkenin yazar ve sanatçılarını açık açık yurt dışına kovan, geçmiş yüzyılların örümcekleşmiş zihniyetini, ülkenin tüm hücrelerine sızım sızım sızdırmaya çalışan ***, şeriatçılar, tekkeciler, zükkeciler, ne idüğü belirsizler, amerikancılar falan ve fistanlar bu ülkenin vatanseveri sanatçı dostu yüz akıymış. Ha! Bir de Atatürkçülerin elinde sopa varmış. Yahu biraz akıl biraz mantık çok az da yakın tarih bilgisi bunların palavra olduğunu anlamaya yeter. Bu memleketin hakimiyeti İnönü'den sonra kimlerin eline geçti. ABD nin kuyruğundan ayrılmayan, her dediğini yapan emir kulları vatandaşı kandırıp hükümet olduklarında ilk iş olarak din sömürüsü ve ***** yapmadılar mı? Ellerinde asa ile cami-cami dolaşıp abdestsiz namaza durup gösteriş yapmadılar mı? Bu asalardan ala sopa mı olur? Alıntı
Φ ahmetsalih Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Yahu biraz akıl biraz mantık çok az da yakın tarih bilgisi bunların palavra olduğunu anlamaya yeter. Bu memleketin hakimiyeti İnönü'den sonra kimlerin eline geçti. ABD nin kuyruğundan ayrılmayan, her dediğini yapan emir kulları vatandaşı kandırıp hükümet olduklarında ilk iş olarak din sömürüsü ve gericilik yapmadılar mı? Ellerinde asa ile cami-cami dolaşıp abdestsiz namaza durup gösteriş yapmadılar mı? Bu asalardan ala sopa mı olur? 1950'de aftan yararlanıp çıkar. Askere çağrılır gitmez ve yurtdışına çıkar 1963'te yurtdışındayken ölür. yapmayın lütfen, kısa bir Nazım Hikmet kronolojisi demiş, onu bari okusaydınız. hangi yakın tarihden bahsediyorsunuz. bu rejim için yıllarca koministlik düşman olmadı mı?.. islamcı olmak, kominist olmak, türkçü olmak... bu rejimin yıllardır savaştıgı kesimler degil mi? bu rejim sadece 'kurtuldugu' batıcı olmayı dayatmışdır... yapmayın.... Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 1950'de aftan yararlanıp çıkar. Askere çağrılır gitmez ve yurtdışına çıkar 1963'te yurtdışındayken ölür. yapmayın lütfen, kısa bir Nazım Hikmet kronolojisi demiş, onu bari okusaydınız. hangi yakın tarihden bahsediyorsunuz. bu rejim için yıllarca koministlik düşman olmadı mı?.. islamcı olmak, kominist olmak, türkçü olmak... bu rejimin yıllardır savaştıgı kesimler degil mi? bu rejim sadece 'kurtuldugu' batıcı olmayı dayatmışdır... yapmayın.... güzel kardeşim 1950 uzak geçmiş mi? ne demek hangi yakın tarih? ne söylemek istediğine önce kendin karar ver? rejim rejim deyip duruyorsunuz; hangi rejimle derdin, net olarak söylesene. hangi rejimden bahsediyorsun? Alıntı
Φ ahmetsalih Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Yahu biraz akıl biraz mantık çok az da yakın tarih bilgisi bunların palavra olduğunu anlamaya yeter. Bu memleketin hakimiyeti İnönü'den sonra kimlerin eline geçti. ABD nin kuyruğundan ayrılmayan, her dediğini yapan emir kulları vatandaşı kandırıp hükümet olduklarında ilk iş olarak din sömürüsü ve **** yapmadılar mı? Ellerinde asa ile cami-cami dolaşıp abdestsiz namaza durup gösteriş yapmadılar mı? Bu asalardan ala sopa mı olur? dostum yakın tarihden bahseden sizsiniz. Nazım ile kimlerin ugraştıgı orta iken siz kalkıyor bunu ****olarak nitelediginiz kesimlere yüklemekle en bilinen gerçekleri çarpıtıyorsunuz. yapmayın lütfen, kısa bir Nazım Hikmet kronolojisi demiş, onu bari okusaydınız. söylenen şu; ''Bugün Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü ve Laik-Kemalist kesim Nazım Hikmet için yazılar dizmeye, anmalar yapmaya ve şiirler okumaya başladı bile. Peki Nazım Hikmet’i hapsettiren, yurtdışına çıkmasına neden olanlar ve vatandaşlıktan atanlar kimlerdi?'' bu rejim için yıllarca komünistlik düşman olmadı mı?.. islamcı olmak, komünist olmak, türkçü olmak... bu rejimin yıllardır savaştıgı kesimler degil mi? (batıya verdigi sözden dolayı) bu rejim sadece 'kurtuldugu' batı gibi olmayı dayatmışdır tüm herkese... herşey ortada iken bari yapmayın.... Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 dostum yakın tarihden bahseden sizsiniz.Nazım ile kimlerin ugraştıgı orta iken siz kalkıyor bunu **** olarak nitelediginiz kesimlere yüklemekle en bilinen gerçekleri çarpıtıyorsunuz. yapmayın lütfen, kısa bir Nazım Hikmet kronolojisi demiş, onu bari okusaydınız. söylenen şu; ''Bugün Nazım Hikmet?in ölüm yıldönümü ve Laik-Kemalist kesim Nazım Hikmet için yazılar dizmeye, anmalar yapmaya ve şiirler okumaya başladı bile. Peki Nazım Hikmet?i hapsettiren, yurtdışına çıkmasına neden olanlar ve vatandaşlıktan atanlar kimlerdi?'' bu rejim için yıllarca komünistlik düşman olmadı mı?.. islamcı olmak, komünist olmak, türkçü olmak... bu rejimin yıllardır savaştıgı kesimler degil mi? (batıya verdigi sözden dolayı) bu rejim sadece 'kurtuldugu' batı gibi olmayı dayatmışdır tüm herkese... herşey ortada iken bari yapmayın.... dejavu yaşıyorum herhalde EEE....! sevgili arkadaşım. sen eğer benim yazdıklarıma katılmıyorsan, sorularıma ve iddialarıma tek tek karşılık ver. ordan burdan kırparak yol almaya çalışırsak tartışma taşlamaya dönecek. ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki genelde öyle oluyor. ben net yanıt istiyorum. saptırmaları bırakalım şimdi. Alıntı
Φ kaplan-200 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Yahu biraz akıl biraz mantık çok az da yakın tarih bilgisi bunların palavra olduğunu anlamaya yeter. Bu memleketin hakimiyeti İnönü'den sonra kimlerin eline geçti. ABD nin kuyruğundan ayrılmayan, her dediğini yapan emir kulları vatandaşı kandırıp hükümet olduklarında ilk iş olarak din sömürüsü ve *** yapmadılar mı? Ellerinde asa ile cami-cami dolaşıp abdestsiz namaza durup gösteriş yapmadılar mı? Bu asalardan ala sopa mı olur? Diğer söylediklerinde haklı olabilirsinizde anlamadığım elinde asa ile Abdestsiz cami,cami dolaştığını nerden biliyorsunuz?Abdestli olmadığını nereden anladınız? Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Diğer söylediklerinde haklı olabilirsinizde anlamadığım elinde asa ile Abdestsiz cami,cami dolaştığını nerden biliyorsunuz?Abdestli olmadığını nereden anladınız? Bu irticai ekibin anadolu'yu köşe bucak dolaşıp peşlerine dini söylemlerle kandırdıkları insanları katıp yol kenarlarını, ****** vakitli vakitsiz peşlerine taktıklarıyla beraber namaz kılıp yollarına aynen devam ettiklerini bizzat biliyorum. Alıntı
Φ ahmetsalih Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 dejavu yaşıyorum herhalde EEE....! sevgili arkadaşım. sen eğer benim yazdıklarıma katılmıyorsan, sorularıma ve iddialarıma tek tek karşılık ver. ordan burdan kırparak yol almaya çalışırsak tartışma taşlamaya dönecek. ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki genelde öyle oluyor. ben net yanıt istiyorum. saptırmaları bırakalım şimdi. dostum sen olayı anlamamışlıga vurmaya çalışıyorsun. Bugün Nazım Hikmet?in ölüm yıldönümü ve Laik-Kemalist kesim Nazım Hikmet için yazılar dizmeye, anmalar yapmaya ve şiirler okumaya başladı bile. Peki Nazım Hikmet?i hapsettiren, yurtdışına çıkmasına neden olanlar ve vatandaşlıktan atanlar kimlerdi? sorulan soru gayet açık degil mi? yazdıklarına katılmıyorum artı açık bir çarpıtma var. Alıntı
Misafir Evren. Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 4 Haziran , 2008 Bugün Nazım Hikmet?in ölüm yıldönümü ve Laik-Kemalist kesim Nazım Hikmet için yazılar dizmeye, anmalar yapmaya ve şiirler okumaya başladı bile. Peki Nazım Hikmet?i hapsettiren, yurtdışına çıkmasına neden olanlar ve vatandaşlıktan atanlar kimlerdi? Kısa bir Nazım Hikmet kronolojisi. . . Haksöz-Haber Kisaca sunu demek lazim, Kasap sevdigi deriyi yerden yere vururmus. ****** Ben sahsen kendimde siir yazan birisi olarak, Nazim hikmetin sanatsal yonune her zaman saygi duymusumdur. Bizim okudugumuz yillarda, okul kitablarinda onun siirleri dahi yoktu. Sahsen her hangi bir siir kitabini okumus degilim, ilk ve son okudugum siiri, Makinalar isimli siiri idi. Hayran kalmistim. Nazim Hikmeti elestirenler, siyasal yonden siyeseti kendi siyasetlerine uymadigindan dolayi elestirmislerdir. Bu yanlis bir elestiri tarzi diye dusunuyorum. Nazim Hikmetin sanatsal yonunu ben sahsen her zaman taktir etmisimdir. Edelojik yonune gelince, Sosyalizmle, islam arasinda, gelir dagilimi acisindan, ortusme vardir. Islam kapitalizmi reddeder. [102.001] [FK] Mal ve evlat çoğaltma yarışı sizi oyaladı. [102.002] [FK] Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. [102.003] [FK] Hayır yakında bileceksiniz. [102.004] [FK] Yine hayır yakında bileceksiniz. [102.005] [FK] Hayır gerçeği kesin bilgi ile bilseydiniz, [102.006] [FK] Andolsun ki cehennemi göreceksiniz. [102.007] [FK] Andolsun ki onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. [102.008] [FK] Sonra o gün size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz Mesajlariyla, rabbim. ihtiyac sahibinin elinden tutmayi ogutler. Nazim hikmetin benimsedigi, ideloji, kurandaki soylemleri, cok iyi kullanmis, bu soylemleri, sosyalizm adi altinda kendisindende, bir seyler katarak, uygulamaya gecirmistir. Libya, Hala, Libya sosyalist arab, halk cemahiriyyesi, diye gecer ismi/ Sosyalizmin cazibe ceken yonu, ezilen halklarin yaninda yer alacagini vadetmesindendir, oysa devrimde, milyonlarca insan katletmistir, sosyalizmin kurandan alarak bayraklastirdigi ayet. [004.075] [DI] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? Yalniz onlar Allah yolunda degil sosyalizm yolunda savasmislardir. Kapitalizme gelince. Kapitalizm, biriktirip yigmayi,goz onunde bulundurur. Kuran bu tutumu reddeder. [104.001] [iK] Diliyle çekiştirip yüzünde de alay edenin vay haline. [104.002] [sY] Böylesi mal yığar ve onu sayar durur. [104.003] [iK] Malının kendisini ebedi kılacağını sanır. [104.004] [iK] Hayır; andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. [104.005] [iK] Hutame'nin ne olduğunu bilir misin sen? [104.006-7] [sY] Allah?ın tutuşturulmuş bir ateşidir. Bir ateş ki ta kalplere kadar işleyip yakar. Laiklige gelince. Laiklikte, Kurandaki soylemi almis, kendisinden bir seyler katarak uygulamaya gecirmistir. Laikligin kurandan aldigi referans ayet sudur. [002.256] [DI] Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkar edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir. Dinde zorlama yoktur, bolumunu atip, laiklikte zorlama yoktur, sozunu bayraklastirmislar. laik olmayan , olmak istemeyen insanlari, zorla laik yapmislar, insanlari iki yuzluluge zorlamislardir, cikardiklari yasalarla, herkes istediginden benimsediginden degil, ama dayatildigindan bende laikim demistir. Oysa Kurana gore, zorlamayla soylenen sozun hic bir gecerliligi yoktur. [016.106] [DI] Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir. Demek istedigim sudurki, Insanlarin duygulariyla oynayan sistemler, her zaman insanlari kandiracak soylemleri , bulacak bir yerler bulmuslar. ve kitleleri peslerinden kosturmuslardir. Oysa, Allahin insanlardan hic bir cikari yoktur, Allah istiyorki, yer yuzunde bozgunculuk kalmasin, zengin fakiri kollayip gozetsin, zulum iskence son bulsun, Bu mutlu yasamin ardindan , gelecek icinde mutluluklar vadetmektedir, oda Bu dunyadan sonradir, fakat insanlarin cogu, bu dunyaya inandigindan ahiretide gormediginden, inanmamaktadir. Ahirettede sonucuna katlanmak zorundadir. Ama gerek din uzerinden insanlari kullananlar olsun, gerekse, ideloji uzerinden insanlari kullananlar olsun, onlari ahirette hicte iyi bir son beklememektedir. Sagilarimla. Evren. Alıntı
Φ ahmetsalih Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Diğer söylediklerinde haklı olabilirsinizde anlamadığım elinde asa ile Abdestsiz cami,cami dolaştığını nerden biliyorsunuz?Abdestli olmadığını nereden anladınız? bunu yapsa yapsa ikiyüzlü insanlar yapabilir. Alıntı
Misafir Evren. Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 MAVİ GÖZLÜ DEV ŞİİRLERLE ANILDI Dünyaca ünlü şair Nazım Hikmet Ran, ölümünün 45’inci yıl dönümünde Moskova’daki mezarı başında düzenlenen törenle anıldı. Rus-Türk Araştırmalar Merkezinin düzenlediği törene gazeteci Nebil Özgentürk, sanatçı Zeliha Berksoy ve Türk-Rus İşadamları Derneği (RTİB ) Başkanı Ali İhsan Akıskalıoğlu ile Moskova’da yaşayan Türk vatandaşları katıldı. . . DAVET Dörtnala gelip Uzak Asya'danAkdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplakve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim....Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hürve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim... Nâzım HİKMET Alıntı
Φ LostsouL Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 isterdimki bu konu baslıgında sadece şiir olsa.. sadece nazım olsa... ucuz tartısmalar olmasa... cekememezlik haset olmasa... kelime olsa kafiye olsa... anlam olsa agır gelse insan durgunlassa... isterdimki burda sadece mavi gözlü bir dev olsa.. devin sözleri olsa... birileri onu cekemesede sevmesede saygı duysa sessiz kalsa... devin yüreği gibi buyuk bir sevda olsa sonra sabah olsa sanki o dev hep aramızdaymıs gibi yazmaya devam etse... sonra aksam olsa karsılıklı kadeh kaldırsak ben istanbulda o moskovada o olsa mavi gozleriyle iri iri baksa gulumsese biz biraz nefeslensek kurtulsak ucuz pazarlama hikayelerinden onunla olsak sözleri olsa biz okuyup içlensek koynunda yasarken bir ulkenin onun gibi özlesek.. kurtulup icimizdeki hapishaneden tek derdimiz etrafımızı saran duvarlar olsa... üzülme diye şiirler yazsak karımıza.... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.