Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Sn 'ali0_1'; Birilerinin size saygı sınırlarını hatırlatmasını istemiyorsanız... Onları yok saymadan isimleriyle hitap etmesini öğrenmeniz gerekir... Birilerine..."Hişt", "Hey", "ilgili üye" gibi ifadelerle hitap etmek insanları saygıdeğer yapmaz! Yazdıklarınızda "probaganda" yaptığınızın ve "din tücarlığına" soyunduğunuzun ima edilmesini bile aşağılanma olarak algıladığınıza göre... umarım birgün size de sizin kullandığınız üslupla sizi yok sayan bir yaklaşımla hitap edilmesi sizde aşağılanma duygusu yaratmaz... İşte bunun için o kadar "sert" yazdım; hala ilgili üye deyimi üzerinden hiştler heyler üreterek konuşuyorsunuz; ben ne dediysem onunla geliniz; üstü kapalı olarak bana yazdığınızı düşündüğüm için böyle bir hitap kullandım, sizi yaraladıysa özür dilerim... Laiklik meselesinde ise konuşmayacağım artık; forumda olduğunu öğrendiğim bazı şeyler beni gerçekten soğuttu bu tartışmalardan... Alıntı
Φ hakanaytac Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Siz önce Türban ile baş örtüsünün arasındaki farlı bana söyleyin...sizin bakışınız nasıl Devlet bahçeli gibimi düşünüyorsunuz bu farlı? Örtü boğazı sarıp yandan bağlanınca türban oluyor -çene altından bağlanınca başörtüsü oluyor !size göre hangisi? ''kamu alanlarında belki şu an yasaktır ancak türban gibi çok katı bir biçimde bakılmıyor başörtüsüne..''ne alaka şimdi kamu alanlarında türban yasak fakat kati bir biçmde bakılmıyor nasıl oluyor?yarın chp iktidara gelmiş olsa baş örtüsüne yumuşakmı bakacak... Ayrıca diğer yorumlara bakın cevabınız oradadır... benim türban ile başörtüsü arasındaki farkından kastım, annelerimizin geleneksel olarak taktığı ve birçok kişinin ortasında düzeltmek amacıyla sürekli çözüp tekrar bağladıkları bu örtüyle, aman saçımız kesinlikle gözükmesin, şu biçimde iyice sıkalım ki bunu neden taktığımız belli olsun düşüncesindeki örtüdür. başörtüsüyle türbanın fark devlet alanına dini sokmak, devletin dinden arındırılmış düzenini yıkmakla, böyl bir niyetin hiçbir zaman olmamış ve olmayacak olan düşüncedir.. benim başörtüsüyle türban arasındaki farkım birkaç santim daha örtmesi veya örtmemesi değil, bu örtüyü "türbanlaştırarak" (zihniyet açısından ) bunu siyasi malzeme haline getirenler ve AKP mitinglerinde, başbakanın konuşmalarında bayrak sopasına türbanı takıp sallayanlardır.. Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Sayın Ali kardeşim ve onun şahsında tüm forumdaşlara seslenerek söylemek isterim ki; benim yığma yapmam ve yüklenmelerim hiç bir zaman kişisel değildir. Suçlama içeren kullandığım hiç bir kelime kişisel olarak yöneltilmemiştir. Eğer yanılıp kişiye yönelttiysem özür dilerim. Fakat toplumda belli empozelerin, belli propagandaların ve belli kandırmacaların yürütüldüğü kaçınılmaz bir gerçektir. Kişiler de bu propagandalara kapılıp onları dillendirebilirler. Bu olağandır, benim tüm amacım tartıştığım kişinin o empozenin etkisinden sıyrılmasını sağlamaya yöneliktir. Kişileri suçlamakla zaten hiç bir yere varılmaz. Hatta kimseye bakış açısının yanlış olduğunu kanıtlamaya, kendi doğru gördüğüm bakış açımı kabul ettirmeye de çalışmıyorum. Çoğu kez görüşlerim, "böyle düşünenler de var, tek kutuplu bakmayın" mesajı verme amaçlıdır. Bütün mesele geniş bir yelpazede bakabilmedir, doğru-yanlış kavramları zaten görecelidir. Ak-kara kesinliği yoktur... Böyle bir iletiyi hazırlama olgunluğu gösterdiğiniz için teşekkür ederim; hani diyorduk ya demokrasi işte demokrasi bir anlayıştır ve bu şekilde farklılıkları özellikle iletişim ve ortak değerler merkezli olarak içinde barındırır... Karşımdakilerin üslubundan çokça anlam çıkarmaya çalışırım işte bundan olsa gerek bazen fazla ileri gidip sinirli bir üslupla yazabiliyorum; kimseyi kırmak değil amacım(Gecekuşu, demirefe ve diğer üyelere de)... Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Değerli arkadaşım; Farklı fikirlerin çarpışması, hedefte bir doğruya gitmek için olmalı. "İtilafım rahmettir ümmetime, ittifaka varabiliyorlarsa" Efendimiz (s.a.v.).... Öncelikle "kalıp"lar konusuna değinmek isiyorum. Ne islam, ne de herhangi bir "izm" sistemi, birey olarak, sabit ve kalıptan çıkmış bireyler üretemez. Bu Cenab-ı Hakkın sistemine aykırıdır. Bir insanın fikrinin 2.bir benzeri yada kalıbı asla olmaz. Bu Allah ın birliğine terstir. Öncelikle, insanın inancı boyutunda "kalıp" yada "şablonlar"dan çıkmazsak zaten büyük hata yapmış oluruz... Bazı cemaat yada guruplarda deniyor ki "islam nakil dinidir, sorgulanmaz!". Bakınız nasıl şaplon haline geliyor. İslam asla nakil dini değildir, akil dinidir. Günde 5(6) vakit namazı neden kıldığını ve her vakit namazının "MANA"sının ne olduğunu bilmeden, sadece emredilmiştir diye icra eden nefis, olsa olsa "taklid-i iman" yapmış olmazmı? Bu nedenle, 12 tarikat ve 4 mezhep çatısı altında bu tip tartışmalar çıkmaza ulaşacaktır. Zira onlarda şablonlar altındadır. Ne dersiniz? Ve merkezi otorite yada devlet yönetiminin "din" üzerindeki etkisi çok farklıdır... Değerli arkadaşım, tüm dünyada "din"ler, toplumlarını tek tip inanç üzerine eğitmektedir. Gidin bakın, tüm kiliselerde tüm resimler yada heykeller tıpa tıp hepsinde aynıdır. Tek tiptir. Çünkü dünyada tüm dinler "ibadethane" ve "rahip" üzerinden ibadete izin vermektedir... Yanlızca tek bir din, dünya kurulduğundan beri sadece tek din bireysel ibadet ve inanca önem vermektedir. Bu da islamdır. İslam bireyin nefs mücadelesi ve güzel ahlakı üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenledir ki, islam devlet yönetimi gerekmezksizin, dünyanın her yerinde her türlü devlet sistemi altında yaşanabilir. Bu samimi müslümanın zaten bildiği bir konudur.... Kısa ve öz "laik" sisteme deyineceğim... Selçuklular devlet olduktan sonra, daha önce halk üzerinde her türlü idarede baş rölü oynayan din adamlarını maaşa bağlayıp "sadece ben sizden bilgi istersem konuşabilirsiniz" dedi. Ki bu din adamları içinde papazlarda vardı. Özellikle başkent konya da, rum, ermeni olmak üzerine hatırı sayılır gayri müslim yaşamaktaydı. Hala bunların izlerini görmenizde mümkündür. Selçuklu neden böyle bir yol izledi? Dinsel anlamda bana göre doğru olan size göre yanlış olacağından "birlik" olmanın daha farklı bir hukuk ile olacağı düşünülmüştür. Hatta Selçuklu Devlet Modeli ni uzun solukluda olsa incelemenizi rica edeceğim. Bu yapının çok hızlı verim vermesini, müslümanlar gibi gayrimüslimlerinde haklarının korunması Selçukluya çok büyük bir itibar kazandırmıştır. İslam da ilim ve bilim, Selçuklu döneminde tırmanışa geçmiştir. Osmanlı bu mirasın üzerine inşa edilmitşri ama "+" bir katkıda bulunamamıştır. Çünkü hilafet üzerine bir sistemle yaşamaya çalışmıştır. Deli bir padişahtan ortaya çıkacak halifelik, islama hakaret değilmidir? Yada, Efendimizin "peygamber kızıyım diye güvenme, seni ancak benim vereceklerim kurtarır" dediği gibi, islam ilim üzre eğitimle kişiyi yükseltmektedir. Babadan oğula geçecek olan alimlik, sonu büyük fiyaskolara zaten gebedir. Din bunu kabul etmez, barındırmaz, dışarı atar! Bu nedenle "halife"ye rağmen Osmanlı yıkılmıştır.... Arkadaşım, siz "din tüccarı"mısınız? Samimi inançlı insanlara burada kimsenin hakaret etmeye hakkı yoktur... Kastedilen "din"i ön plana çıkaran ama asıl amacının insanları kullanmak olanlaradır.... Saygılarımla... Cevabınızın üzerine sessiz kalmayı saygısızlık olarak düşündüm ve bazı noktalara değinmek istedim: Öncelikle İslam'da zaten çok kalıpçı bir devlet anlayışı yoktur hatta çeşitli meselelerde(yani sadece devlet meselesinde de değil) toplumların yapısını göz önünde bulundurmak ve İslamla zıtlaşmak olmadığı sürece onların örflerini, geleneklerini göz önünde bulundurmak söz konusu edilebilir... Burada Selçuklu örneği bir yana aslında Osmanlı örneği de sözünü ettiğimizi kanıtlar niteliktedir... Şimdi şunu soralım: Selçuklu'nun laik olduğu salt onun çoğulcu ve bütünleştirici yapısına bakılarak söylenebilir mi??? Bu yapı gerek İslam'ın gerekse Türk devlet geleneğinin getirdiği bir yapıdır; burası açık... Ya laiklik bu işin neresinde olabilir??? Din ve vicdan hürriyeti; evet... Din ve devlet ayrılığı, dinin toplumsal alandan çıkarılması; işte burada hayır... Siz kimi maaşa bağlarsanız bağlayın eğer temel kuruluşunuzda(siyasi, hukuki, ekonomik) din varsa siz laik olamazsınız; zaten Medine'de de Yahudilerle yaşanmıştır bir dönem bildiğiniz gibi hatta İslam toplumunun içinde bazı Yahudi kabileleri de bulunmuştur daha sonra Müslümanların arkalarından iş çevirmeleriyle yolları ayırılmıştır şimdi burada(Anadolu devletleri) da çok hukuklu bir yapı içerisinde merkezi otorite güçlü olsa da tabiri caizse "herkes kendi halinde" yaşamıştır; sonuçta hem çoğulculuk sağlanmış hem de bütünleştiricilik sağlanmıştır... İşte hata burada yapılıyor; laiklik ya dar anlamda ele alınarak salt "din ve vicdan özgürlüğü" olarak anlaşılıyor ya da geniş ve sınırı belirsiz bir anlamda ele alınarak "çoğulculuk, hoşgörü, evrensellik, hukuk devleti, demokrasi" gibi şeylerle karşılanmaya çalışılıyor halbuki eğer bunlar tam manasıyla karşılıyor olsaydı o kadar çok vurgulanan bir başka kavrama neden ihtiyaç duyulacaktı??? Ortaya koymamız gereken bazı şeyler var mesela üzerinde konuştuğumuz konuda da: Öncelikle eğer evrenselse her şey; Türkiye dışında üniversite gibi evrensel bilim ortamında bu tarz yasaklar yürüten bir ülke yok bildiğim kadarıyla... He eğer mahkeme gerekçelerinde belirtilen ve teoride katıldığım ama uygulamaya aktarılırken ülkenin belirli bir kesiminin yorumuna bağlı kalındığını düşünerek yanlış görünüm kazandığını düşündüğüm biçimde toplum ve mekanlara göre değişkenlik gösterebilecekse o zaman forumda tartışdığımız bazı vatandaşlarımız kendileriyle çelişmekte... Bana göre türban ne din ve vicdan özgürlüğünü zedeler ne de devletin temel kuruluşunu dine dayandırır... Ancak gerekçelerde adeta bir hak çatışması olduğu vurgulanmaktadır; yani bu ülkenin bir kesimi özellikle son günlerde güçlendiği söylenen bir siyasal İslamcılıktan çekinmektedir ve bu giyim tarzı da İslamiyetin devlete uzanan yoludur onlara göre... İslam ve İslamcılık toplumsal alanda etkinlik kazanırsa laikliğin zayıflatılacağını düşünme sebeplerine daha önceden de değindim; gerek İslam'ın yapısı gerekse İslami geçmişi kuvvetli bir ülke olmamız dine karşı daha fazla müdahale gerektirmektedir onlarca ve böylece ülkemizde din-toplumsal alan ayrımı hedeflenir... Şimdi bana göre de topluma ve mekana göre değişkenlik olabilir ancak bu hiçbir zaman "seçkinciliğe" hizmet edemez... İşte o yüzden türbanın laikliği temelinden sarsıcı olduğunu düşünmüyorum ancak hukuk düzenimiz içinde yorumlandığı şekliyle türban serbestisinin mümkün olmadığı da açıktır... Yani bence bu yasak gereksiz ancak hukuk düzeni içinde "merkez"le uzlaşılmadan aşılamaz... Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Değerli Arkadaşım; Yazında bazı yerlere katılmakla beraber bir çok yerini eleştirmeden geçemiyeceğim... Öncelikle İslam'da zaten çok kalıpçı bir devlet anlayışı yoktur hatta çeşitli meselelerde(yani sadece devlet meselesinde de değil) toplumların yapısını göz önünde bulundurmak ve İslamla zıtlaşmak olmadığı sürece onların örflerini, geleneklerini göz önünde bulundurmak söz konusu edilebilir... Burada Selçuklu örneği bir yana aslında Osmanlı örneği de sözünü ettiğimizi kanıtlar niteliktedir... Biz kavramların netleştirmek zorundayız. "Kalıpçı" bir yapı "din devleti" ni temsil eder, ki herkezin iman ve inanç kabı farklı olacağından zaten başarı göstermesi mümkün değildir.... Müslüman Arapların yayılmacılığını araştırısanız, başlangıç ve gelişme dönemindeki sosyal ve ekonomik paylaşım, toplumsal kültür, ilim ve bilim alanındaki ilerlemeler ile gelişmenin durduğundaki yapıya baktığınızda; merkezi idareye ve dolayısıyla halka ganimet aktıkça devlet otoritesinin yerinde olduğu görülmektedir.... Oysa, Selçuklu da devlet yönetimi ile din işlerinin ayrılması, uzun ve kalıcı bir devlet yapısının ortaya serilmesini sağlamıştır... Şimdi şunu soralım: Selçuklu'nun laik olduğu salt onun çoğulcu ve bütünleştirici yapısına bakılarak söylenebilir mi??? Bu yapı gerek İslam'ın gerekse Türk devlet geleneğinin getirdiği bir yapıdır; burası açık... Ya laiklik bu işin neresinde olabilir??? İşte bunun adına "laik"lik deniyor arkadaşım.... Din ve vicdan hürriyeti; evet... Din ve devlet ayrılığı, dinin toplumsal alandan çıkarılması; işte burada hayır... Dinin toplumsal hayattan çıkarılması diye birşey yok... Biz hala üniversitelerde türban konusunda dayatma yapmaktayız farkındamısınız? Bakınız arkadaşım, ben içki içmek istiyorum! Ama Ankara da yasak... Doğrumu? Dün türbandı konu, sonra "müslüman cumhurbaşkanı" dendi, sonra sigara yasağı geldi (hoş onca fabrikayı kapatmak, ithalatı durdurmak, tütün çiftçisini başka ürüne yönlendirmek varken, sadece vatandaş tarafında dayatma var), sonra içki yasağı! Ortada "özgürlük" kisvesi altında Türkiye Cumhuriyeti yok edilmek isteniyor ve bununda siyasal simgesi türbandır... Hala söylüyorum, üzerine basa basa söylüyorum; islamda türban yoktur; eğer benim eşim türban örterse onu boşarım! Benim hiristiyan adeti ile işim yok.... Vahabiliğin kendi emperyalizmini yayma derdi, vatikanın müslümanları biri birine düşürme derdi ortak çatıda birleşti ve karşımızı ülkemizde 20 yıldır, başka ülkelerde 30 başkalarında da 50 yıldır bu türban tantanası sürmektedir.... Arabistan Kralı bu yola 100 milyar dolar para harcamıştır. Bu dayatmanın asıl kaynağı "Allah(c.c.)ın emri" olduğundan değil; birilerinin isteğindendir... Ve samimi inanan insanları mahfeden, onların eğitim haklarına kadar tüm yaşamlarını darma dağın eden, işte bu zihniyetle yola çıkıp türbanı siyasal simge yapanlardır. Bu vebalinde altından kalkamayacaklardır.... Bu işin başlangıcı 1987 dir... Saygılarımla Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Sayın Arkadaşım; "Laik"lik kavramını anlamanın en güzel yolu; tüm dünya insanlarını, kültürlerini ve dinlerini ortak ticaret yapar hale getiren sistemi kurmaktan geçer!!! Bu nasıl olabilir? Ne kendi ırkınız, ne dininiz ne de diliniz ön plandadır. Tüm insanlık eşittir ve evrensel kanunlar kabül görmüştür. Elbette etkilenmeler, alıntılar, hatta dinsel bazı kanunlarda işin içine girer ama amaç insanlığın devlet yönetimidir... Devlet içinde temelde kanunların "din" bazlı olmayışı, o devleti dinsiz yapmaz( Bkz:Japonya, Fransa, Almanya..). Yada bir devletin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları ve meclisi olmasıda o devleti demokrat yapmaz (Bkz:İsrail, Vatika... başka yok!). Burada önemli olan, din kavramının bireysel olmasıdır. Toplumsal olduğunda; şeriat denen bir sistem ortaya çıkar ki bugün İsrail in yaşadığı durumda bundandır. Bakınız çevresinde hiç iyi olduğu komşusu varmıdır? Bizler müslüman gözü ile İsraile bakıyoruz. Oysa bir yahudi gözüyle baktığımızda aslında doğru yapmıyorlarmı? Yani dinlerinin emrettiğini yapmıyorlarmı? Peki çevresindeki insanlar mutlumu? Ne demiştik, "Kul hakkı yemiyeceksin"... değilmi? İşte bu nedenle devlet rejimleri din odaklı olamaz. olursa da ortada canı yanan, yani "ah" eden onca insan olur... Saygılarımla Evet Laiklik dediğiniz gibi ticaret haline gelen değerleri ve bunları sistemleştiren anlayışları ezip geçmektir.Devletin kendi insanlarına evrensel olan ölçülerde tavır almasıdır.Devletin yasa ve kurallarında dinin baz alınmamasıdır.Devlet dediğiniz anlayışata eğer birey varsa;bu devleti dinsizleştirmez.Yasa ve hukuk varsa da bu kavramlar zaten dinsizleşemez.Yani şunu anlamakta geçer tüm yollar;devlet yasa ve hukuklarında dini baz alıyorsa o devlet teokratiktir.Yasa ve hukukta din yoksa bu dinsiz olan devleti değil;yasa ve hukukunda dinin olmadığı devleti temsil eder. Ve din;mutlaka bireyseldir. Birey ve devlet.Birey devlet içerisinde yer alır,onun ortaya çıkardığı yaptırımları ve düzenlemeleri kendi alanı içerisinde yaşar.Devletin dine bakışı da on bağlamaz.İnanıyorsa inandığı değerleri,yine o düzenlemeler ışığında yaşar.Devlet;tekratik ise din zaten vardır.Değilse;o zaman ona düşen var olduğu bireyin yaşama alanını korumaktır.Yine düzenlemeler ışığında. Dikkat ederseniz;düzenlemeler ve yaptırımlar dedim. Düzenlemeler ve yaptırımlar,daha doğrusu devletin yapısı. örnek vereyim...A kişisi diyelim ki bir müslüman...inandığı değerler ışığında yaşamak ister.A kişisi eğer Laik olan bir yapı içerisinde yer alıyorsa;bu yaşamak istediği değerlere kesinlikle teokrasiyi bırakamaz...ama istediği değerler içerisinde bit başörtü olabilir.Bireyin başını örtmesi demek devletin de örtmesi anlamına gelmez. bakın şimdi nereye geleceğim...''toplumun dinselleşmesi''gibi bir kavramdan ve onun götüreceği şeriaatten bahsettiniz.Toplumlar değişir,iyi yada kötü...kimse buna dur diyemez;ama bu gelişim bir örtü ile şeriata kadar gidecek bir seyirler kitabınıda yazmaz;ki yasaklar taraf toplar,sorgulanır ve başa bela açar! Şunu belirteyim ki;benim için zorla kapatanda zorla açtıranda insani değerler noktasında sıfırdır.Olaya biraz demokrasi biraz da özgürlük sınırı çerçevesinde bakmalıyız. Örneğin Osmanlı Dönemi;meşrutiyet!Özgürlük sınırı belli.Verilen haklar var;ama bunun yanında saltanat da var.Saltanat tüm bu hakları istediği an yok sayabilir.Başörtü;sınırları belli,devlet otorite....sağlam yasalar,açık uçlu bırakılmayacak düzenlemeler...sorunun çözümü burda olamsın mı? Kul hakkı yemeyelim;devletin dini olmasın...ama bireysel tercihlerde kul hakkı ise o da yok sayılmasın.saygılar. Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 8 Eylül , 2008 Evet Laiklik dediğiniz gibi ticaret haline gelen değerleri ve bunları sistemleştiren anlayışları ezip geçmektir.Devletin kendi insanlarına evrensel olan ölçülerde tavır almasıdır.Devletin yasa ve kurallarında dinin baz alınmamasıdır.Devlet dediğiniz anlayışata eğer birey varsa;bu devleti dinsizleştirmez.Yasa ve hukuk varsa da bu kavramlar zaten dinsizleşemez.Yani şunu anlamakta geçer tüm yollar;devlet yasa ve hukuklarında dini baz alıyorsa o devlet teokratiktir.Yasa ve hukukta din yoksa bu dinsiz olan devleti değil;yasa ve hukukunda dinin olmadığı devleti temsil eder. Ve din;mutlaka bireyseldir. Birey ve devlet.Birey devlet içerisinde yer alır,onun ortaya çıkardığı yaptırımları ve düzenlemeleri kendi alanı içerisinde yaşar.Devletin dine bakışı da on bağlamaz.İnanıyorsa inandığı değerleri,yine o düzenlemeler ışığında yaşar.Devlet;tekratik ise din zaten vardır.Değilse;o zaman ona düşen var olduğu bireyin yaşama alanını korumaktır.Yine düzenlemeler ışığında. Dikkat ederseniz;düzenlemeler ve yaptırımlar dedim. Düzenlemeler ve yaptırımlar,daha doğrusu devletin yapısı. örnek vereyim...A kişisi diyelim ki bir müslüman...inandığı değerler ışığında yaşamak ister.A kişisi eğer Laik olan bir yapı içerisinde yer alıyorsa;bu yaşamak istediği değerlere kesinlikle teokrasiyi bırakamaz...ama istediği değerler içerisinde bit başörtü olabilir.Bireyin başını örtmesi demek devletin de örtmesi anlamına gelmez. bakın şimdi nereye geleceğim...''toplumun dinselleşmesi''gibi bir kavramdan ve onun götüreceği şeriaatten bahsettiniz.Toplumlar değişir,iyi yada kötü...kimse buna dur diyemez;ama bu gelişim bir örtü ile şeriata kadar gidecek bir seyirler kitabınıda yazmaz;ki yasaklar taraf toplar,sorgulanır ve başa bela açar! Şunu belirteyim ki;benim için zorla kapatanda zorla açtıranda insani değerler noktasında sıfırdır.Olaya biraz demokrasi biraz da özgürlük sınırı çerçevesinde bakmalıyız. Örneğin Osmanlı Dönemi;meşrutiyet!Özgürlük sınırı belli.Verilen haklar var;ama bunun yanında saltanat da var.Saltanat tüm bu hakları istediği an yok sayabilir.Başörtü;sınırları belli,devlet otorite....sağlam yasalar,açık uçlu bırakılmayacak düzenlemeler...sorunun çözümü burda olamsın mı? Kul hakkı yemeyelim;devletin dini olmasın...ama bireysel tercihlerde kul hakkı ise o da yok sayılmasın.saygılar. Değerli Arkadaşım; Yazınız tamamen masumane demokrasilerde bireysel yaşam ve inanç özgürlüğünü aynen tanımlıyor. Yazınızı okuduğumda gördüğüm şey ile şuan Türkiyemizde toplum-devlet paralelinde olup bitenlerin ilgisi yoktur.... Her dayatmalı fikrin karşısında dayatmacı karşı fikir doğal olarak ortaya çıkacaktır.... Başörtüsü yasağına karşı başörtüsüne sarılan bir toplumun oluşmasından daha doğal ne olabilir ki? Farkındaysanız, "türban" kelimesini hiç kullanmıyorum. Hadiseye masum bir başörtüsü olarak bakıyorum ki; türban konusu bana göre konuşulacak birşey bile değildir... yukarıdaki yazılarımda satır aralarında zaten bu mevzunun neden ısıtıldığını yazdım. Bu tamamen ortak paydada uzun yıllar önce birleşmiş olan Vahabilerin ve Vatikan ın ortaya attığı koca bir YALANdır.. Siz dilediğiniz kadar değil deyin; son 20 yıldır bu olayın adım adım gelişmelerini ve rantını yakından izlemiş biriyle konuşuyorsunuz bunuda belirteyim... 1987 yılından önce, Türkiye de, devlet daireleride dahil, hiç bir okul yada üniversitede başörtüsü konusu gündemde değilken ne oldu da ortalık biranda karıştı? Çünkü inancı siyasete alet ettiler... Çünkü insanımızın "iman"ını suistimal ettiler... Çünkü başa gelmek için ortaya koyacakları başkada bir farklılıkları yoktu.... Tek farkları tüm tarikat yada cemaatler ile ortak paydada anlaşmalarıydı, o kadar! * * * Meselenin özü şudur arkadaşlar.... 1940 lardan 1960 lere kadar avrupa hayranlığı peşinde koşan zihniyet, Anadolu insanımıza avrupai yol güzargahına girmesi için baskılar yapmıştır. 1960 lardan 1980 lere kadar da ABD keşfedilmiş; ve zihniyet ABD ci olma yönünde baskıya kaymıştır... Her dönem içinde olup bitenlere baktığımızda karşımıza çıkan şey, milletin yada devletin bekası düşünülmeden, illede birilerinin bize dayattıklarının peşine düşmemizi sağlamalarıdır... 1980 lere komünizm Türkiye için bir tehditken; bugün baktığımızda o dönem için asla böyle bir tehditin var olmadığını görüyoruz... 1980 den sonra, tarikat ve cemaat eksenli yapılanma başlanmıştır. Hey haaatt... Arap emperyalizmiyle 10 yıl yol almışken, bir anda AB ve ABD baskıları üzerine siyaset yapan bazı insanlar başımıza gelmiştir... Sayın Erbakan Arap Birliği derken, Sayın Çiller ve Erdoğan Avrupa Birliği demiştir... Sonuçta ha anam ölmüş ha babam ölmüş ne değişir ki? İllede yabancı emperyalizmine kucak açmışım ne farkeder ki? İşte başımıza gelenlerin asıl nedenleri bunlardır.... Yıl 1986, Konya Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Meram Yolundaki yerleşkeden şuan ki kampüse taşınmıştır... O zamanlar şehirden 20 km uzakta kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde olan fakülteye ulaşım sadece belediye otobüsleri sayesinde olmaktadır.. Az otobüs, tıkış tıkış yolcu... O dönem B.Şehir Belediye Başkanı Ahmet Öksüz. Velilerden bu sıkış tokuş yolculuklarda meydana gelen çirkin olaylardan dolayı çok büyük baskı görmüştür. Başkan sonunda "BAYANLARA ÖZEL" bir araç tahsis etmek zorunda kalmıştır... Belediyenin görevleinden biride talepler doğrultusunda yeni düzenlemeler yapmak zorunda olmasıdır.... Tam haıtlamıyorum ama ya 1987 de yada 1988 de yerel seçimler yapıldı. Sayın Erbakan Konya Belediyelerini 4-0 ele geçirdi. Ve belediye başkanımızın ilk açıklaması "biz türbanlı kızlarımıza özel otobüs kaldırmaya başladık"... Kayseride bir dostumuzun evinde iftar sofrasında haberlede bu sözleri duyduğum anda söylediğim şey "eyvah türbanın arkasına saklanıp hükümet kurmak istiyorlar"... O güne kadar tek bir öğrenci üzerinde "türbanlı" yada "başörtülü" diye bir tepki yoktu. Böyle bir çatışma ortamından zerre eser yoktu... Ama bu yalan üzerine "siyasal simge" olduğu tescillenir teşcillenmez bir anda büyük tepki aldı... Zaten istenende buydu! Tepki almalıydılar ki halk desteğini arkalarına alsınlar. İşte o yüzden Sayın Erbakan böyle bir yalanın rahat rahat söylenmesine izin verdi. Bu çatışma ortamı zaten özgür olan insanımızın özgürlüklerini yok etmek adına ortaya çıkmıştır! Biz ne kadar bu konuda onların istediği davranışı sergilersek, onları daha çok başarıya; yani din üzerinden "rant" elde etmelerine yardımcı olmuş olacağız.... Dikkat edin, bu sayede "ÖZGÜRLÜKLER KISITLANMIŞTIR" dedim... Zaten özgür olan insanları bu şekilde kendi elleriyle cendereye sokmuşlardır... * * * Ben bilsem ki Türkiye ye şeriat gelecek amaaaaa hakkıyla bir şeriat; en önde ben koşarım! Zira gerçek manada yani Efendimiz (s.a.v.) in emrettiği şeriat dünya üzerinde en güzel yaşanılacak sistemdir... Ama öyle olmayacak! Bizlere "din" yada "şeriat" ile dayatılacak olan şey, bazı özel ellerin hazırlamış olduğu değişik KÖLELİK sistemi olacaktır.... En baştada kadınlarımızla buna başlamış oldular... Saygılarımla Not: Hz.Kuran-I Kerimde geçen "yahudi ve hiristiyanlar" tanımlamalarını ve müslüman ilişkilerinin bugün ne kadar çarpıtılarak aktarıldığına bakın arkadaşlar... Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 1987 yılından önce, Türkiye de, devlet daireleride dahil, hiç bir okul yada üniversitede başörtüsü konusu gündemde değilken ne oldu da ortalık biranda karıştı? Bu sözleri söylemek için ya ciddi anlamda Türkiye'deki başörtüsü problemi tarihçesini okumamak gerekir ve-ya/da söyleyeceklerimize (doğruluğu su götürmez şekilde yanlış) bir zemin hazırlama isteği şarttır. Konuya bu zamana kadar dahlolmamamın bir nedeni vardı? 2005 yılında bu sorunun ancak ve ancak bir Anayasa Maddesinin değiştirilmesi ile mümkün olacağını belirtmiştim zira Anayasa Mahkemesinin bu normu inceleyemeyeceğini düşünmüştüm. Anayasa Mahkemesi beni fena halde yanılttığı ve konuyu çözümsüzlüğün içine attığı için artık türbanla ilgili herhangi bir meseleye katılmama kararı almıştım. Yani ki pasif bir direnişti...Ne mi değişti...birşey değişmedi...Herkese anlata anlata alnımın damarları yırtılma aşamasına geldi...O karardan sonra da birkaç gün böyle saçma bir kararın alınamayacağını filan belirttim ama anlayan da yoktu...Hasılı nafile... Hala niye mi yazıyorum. Bir sebebi yok...İnsan işyerinde sabahlayınca ne yapacağını şaşırıyor o kadar... Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Bu sözleri söylemek için ya ciddi anlamda Türkiye'deki başörtüsü problemi tarihçesini okumamak gerekir ve-ya/da söyleyeceklerimize (doğruluğu su götürmez şekilde yanlış) bir zemin hazırlama isteği şarttır. Acitasyon yazılarımı yazacaksınız bana? Yada hadi eliniz değmişken bizi bilgilendirin. Bana müsbet olaylar sunun. Falan fakülte filan okul diye yazın lütfen. Yada filan kurumda başörtüsüne şu oldu filan deyin... Başörtüsü ile Türbanı karıştırmadan yazın ama... 1987 öncesinde tek bir müsbet olay söyleyin! Hadi boşverin Özal dönemini 1980 öncesi tek bir olay söyleyin! Ne yalana ihtiyacım var nede çamur atmaya. Ortada olan salt gerçeklerinde kamufle edilip farklı bir arabesk noktaya çekilmesinede müsaade edemem... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜ İLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE diye bir konu var...google yazsanızda bulabilirsiniz illaki forumda aratmanıza gerek yok. 87 öncesinde müspet olay derken. Müspet olay derken...Neyse... "Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!" bunu aratsanızda olur google'da...Müsbet diye de yazılmaz ayrıca...Acaba menfi demiş olabilir misiniz... Her ne ise; yukarda bahsettiğim başlık altındaki tüm yazılarımı bir okuyun cevabını alamadığınız bir soru varsa ondan sonra sorarsınız... NOT: Bir yanlışlık neticesinde (sürekli yaptığım bir yanlışlıktır) bekir rumuzuyla konuya cevap vermişim. Karabekir=bekir aynı kişilerdir. Bu yanlışlıktan dolayı özür dilerim. Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Vediğiniz uygulamadan elde ettiğim birkaç sonucu buraya yazacağım! Müsaadenizle! 12 Eylül öncesi yasaklar İnönü dönemi, dini alana yönelik sınırlamalarla ve dindarlara yöneltilen akıl almaz baskılarla hafızalara kazınmıştır. Milli Şef’in döneminde idarenin ve hükümetin faaliyetlerine karşı en ufak bir tenkit yapılamıyordu. Göstermelik seçimleri, basın ve yayın organları üzerindeki sıkı denetimi, din, dil ve eğitim gibi alanlarda halka rağmenci ve dayatmacı icraatlarıyla bu yönetim, 1950’ye doğru halkta giderek somutlaşan bir muhalefeti kaçınılmaz kılmıştı. Türk toplumu da geleneksel düzenin köklü ve kapalı bağlılığından, serbest hareket eden ve devlet idaresine katılan modern topluma geçiş dönemine girmiştir. Şehirleşmenin artması, ulaşım kolaylıkları, okur-yazar oranındaki artış bu geçişi hızlandıran unsurlar olmuştur. 12 Eylül öncesi diyor ama 1950 den bahsediyor... Neyse! Okul dışında da baskılar başlamıştı Başörtüsüne karşı yürütülen kampanya sadece okullarda devam etmiyordu. Eğitim kurumları dışında günlük hayatta da başörtülü insanlar büyük sıkıntılara maruz kalıyorlardı. Konya’da, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’yi ziyaret amacıyla Ankara Üniversitesi’nden gelen genç kızların ve Kur’an Kursu talebelerinin, kızların topuklarına kadar uzun başörtüleri gerekçe gösterilerek " Kıyafet Kanunu"na aykırılık iddiasıyla polis tarafından tutuklanmışlar; ancak, savcılık tarafından serbest bırakılmışlardır. (????? Tarih!!!) İlk başörtülü öğrenci: Babacan Ve İlk Başörtüsü Eylemleri Türkiye başörtüsü tartışmalarının bugünkü halini aldığı ilk olayla gençlik hareketlerinin dünyayı sardığı yıllarda karşılaşır. A.Ü. İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan 1967 yılında başı örtülü olarak İslam tarihi dersine girer. Kürsüdeki hoca Prof. Neşet Çağatay, Babacan'ı farkeder ve yıllarca aynı kalıp içinde tekrar edilecek olan cümleyi ilk kez sarfeder: "Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!" Gerilimin sürmesi ve genç kızın bir gün tartışma esnasında bayılması üzerine konu basına yansır. İlahiyat Fakültesi'nde öğrenci eylemleri yapılır. Bu eylem öğrenci eylemlerinin ilki olarak Türkiye tarihe geçer. Direk olarak provakasyon olduğu zaten burada açıkça gösterilmiş... Hala araştırıyorum! Daha kaçYÜZLERCE olay olmuş diye.. Bakalım ne çıkacak! "Türkiye'de irtica tehlikesi var" Evren: Başörtülılar tamam ama ya çarşaflılar ve mayolular da gelirse Başörtüsüne "Başörtü" adının verildiği bu yıllar, Turgut Özal'ın başbakanlığının ilk yıllarıdır. Özal yasağa karşı çeşitli girişimlerde bulunur ve 1984 yılında YÖK'ten Başörtüa izin çıkar. Aynı yıl Başörtü yüzünden okuldan uzaklaştırılan bir kız öğrencinin itirazını reddeden Danıştay'ın kararı, tartışmaları alevlendirir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in "Türkiye'de irtica tehlikesi var" demesi üzerine YÖK, Danıştay kararına da uyarak 1987 yılında Başörtüı tekrar yasaklar. Yoruma hacet yok!!! Önce kabul eder sonra mahkemeye götürür Turgut Özal 1987 genel seçiminden hemen sonra Meclis'te, Başörtüı serbest bırakmak için yasa tasarısı hazırlığı başlatır. ANAP Malatya Milletvekili Bülent Çaparoğlu'nun öncülük ettiği çalışma sonucunda yasa çıkar ama Cumhurbaşkanı Kenan Evren "Başörtülılar tamam ama çarşaflı ve mayolular da gelirse ne olacak" diyerek yasayı veto eder. Bunun üzerine Turgut Özal ve Avni Akyol, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren'le konuşup mutabık kaldıktan sonra YÖK Disiplin Yönetmeliği'nde değişiklik yapılır ve Başörtüa özgürlük sağlayan yeni yasa Aralık 1988'de Meclis'ten geçirilir. Evren yasayı bu defa veto etmez, önce imzalar, sonra da Anayasa Mahkemesi'ne götürür. Mahkeme 26 Mart 1989 yerel seçimlerinden hemen önce Başörtü yasasını iptal eder. Bunun üzerine İstanbul başta olmak üzere ülkenin pek çok şehrinde geniş katılımlı protesto mitingleri düzenlenir. Kasıtlı olarak gündeme bu şekilde ayak oyunları ile sokulup halkın dikkati çekilmiştir... O güne kadar "türban" eylemleri yapmayan insanlar, bir çok bölgede, kah üniversite önünde, kah şehir meydanın gösteriler yapmış; açlık grevleri düzenlemiştir... Doğrumu? Doğru! Yıl 2008, bu ülke 2002 den beri hiç gösteri yada açlık greviyle muhatap oluyormu? Olmuyor ! Neden? Bittimi "türban" tantanası? Kanunu kabül gördümü? Serbest oldumu "kamusal alanda siyasal simge ile gezmek"? E peki ne olduda sustu o "türban"ına bağlı millet? Seçim zamanı yine devlete karşı provakasyon yapmak için yedekte neden bekletilmeye devam ediliyor? Cumhurbaşkanını seçmeye kadar her türlü GÜÇ ile donatılmış, kafasına göre "çete"ci ilan ettiğini süresis içeride tutabilen, isterse içkiyi yasaklayan, isterse sigarayı yasaklayan bu hükümet; NEDEN HALA TÜRBAN KONUSUNDA BİR ADIM ATMAZ? Zira bu ülkede her 5 yılda seçimler olur. Ve her defasında ortaya koyacakları başkaca bir RANT araçları olmadığından bu meseleyi ortaya sürer dururlar! Oysa onlarda çok iyi bilir ki; türban serbest olsa arkadan gelecek olan talepler kendi makamalarını bile tehlikeye sokacaktır... Saygılarımla Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Sayın Simalyıldızı; bana verdiğiniz son cevaba dair yine cevap vermiş olduğunuz iletimde bilgi ve yorum mevcuttur... Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Sayın Simalyıldızı; bana verdiğiniz son cevaba dair yine cevap vermiş olduğunuz iletimde bilgi ve yorum mevcuttur... Sayın ali0_1, Yukarıdaki yazılarım zaten konuyu kendince haklılık felsefesine dayandırmaya çalışan gurupların içinden alınmıştır. Kırmızı yazılar, tamamen yanlı ve "türban" olunca cennete gideceğini sanan; hatta utanmasalar islamın şartının 5 değil 6 olduğunu söyleyecek kadar sadece islamı türban olarak görüp; diğer "asıl" emirlerin kıyısından bile geçmeyen zihniyette aittir... Bu nedenle; başka birisinin bana örnek gösterdiği konuda yazışmalarımızı size sorduğum soru olarak pay çıkarmayınız! Ben o kırmızı ile yazılanlardan sadece "irtica" yaftasına katılıyorum. Bunun dışındakiler "provokasyon" amaçlı belli bir masanın direktifinde ortaya serilen SİYASAL bir oyundur..... Saygılarımla Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Sayın ali0_1, Yukarıdaki yazılarım zaten konuyu kendince haklılık felsefesine dayandırmaya çalışan gurupların içinden alınmıştır. Kırmızı yazılar, tamamen yanlı ve "türban" olunca cennete gideceğini sanan; hatta utanmasalar islamın şartının 5 değil 6 olduğunu söyleyecek kadar sadece islamı türban olarak görüp; diğer "asıl" emirlerin kıyısından bile geçmeyen zihniyette aittir... Bu nedenle; başka birisinin bana örnek gösterdiği konuda yazışmalarımızı size sorduğum soru olarak pay çıkarmayınız! Ben o kırmızı ile yazılanlardan sadece "irtica" yaftasına katılıyorum. Bunun dışındakiler "provokasyon" amaçlı belli bir masanın direktifinde ortaya serilen SİYASAL bir oyundur..... Saygılarımla Benim yazımı alıntılayarak cevap verdiğiniz ileti için söyledim onu... Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Benim yazımı alıntılayarak cevap verdiğiniz ileti için söyledim onu... herkezle ayrı ayrı konuşmaya kalkarsam böyle olacaktır elbette kusura bakmayın! Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 herkezle ayrı ayrı konuşmaya kalkarsam böyle olacaktır elbette kusura bakmayın! Önemli değil... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 İşte bunun için o kadar "sert" yazdım; hala ilgili üye deyimi üzerinden hiştler heyler üreterek konuşuyorsunuz; ben ne dediysem onunla geliniz; üstü kapalı olarak bana yazdığınızı düşündüğüm için böyle bir hitap kullandım, sizi yaraladıysa özür dilerim... İlgili Üyenin İlgili Yazısını "Üstü kapalı ve kişileri hedef almadan" yazıldığını düşünerek bir kez daha okunduğunda, görüş ve düşüncelerin "bana göre" denilerek ifade edildiğini...Kişilerin bakış açılarının bize göre farklı olmasının "sert yazılar" yazmayı gerektirmediğini... İçeriğin "hiştler ve heyler" üreterek değil sami ve içten bir yaklaşımla yazılmış olduğunun anlaşılacağını umuyorum... *** Yukarıda alıntı yaptığım kişiler forumda bilinçli olarak ilgiyle takip ettiğim kişiler... İnsanlar fikir sahibidirler, bu fikirlerini kendilerince doğru olduğu için inançla ifade ederler... Karşılarındaki kişilere bu fikirlerini anlatmaları onları ikna etmeye çalışmaları sadece düşünce açıklama değil geniş bir kitleye hitap ediyorsanız... Bir fikri, düşünceyi veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla yapıyorsanız aynı zamanda propagandadır... İnsanlar inandıkları fikirleri yaşamın gerçeklerine uysun uymasın, doğru yada yanlış dile getirirler... Bu nedenle de karşıt fikirler tartışılır... Fikir tartışmaları kişisel hakaret ve karalamalar içermediği sürece düşüncelerimize zıt yada yanlışlarımızı dile getiriyor diye saygısızlık olarak algılanmamalı bence... Ayrıca edinmiş olduğumuz düşünceler aynı zamanda yaşamın gerçekleri karşısında test edilerek doğrulanmak zorundadır...Bireysel olarak herzaman bu testi sağlıklı olarak yapmamızda mümkün olamıyor çoğu kez... O nedenle karşıtlarımızın da deneyimlerini değerlendirmek, düşünsel açılımımızda yararlanmasını bilene doğru açılımlar sağlıyor her zaman... Fikirlerin doğruluğunu ve geçerliliğini, bizim ona katılıp katılmadığımız değil sosyal ve toplumsal yaşamın ondan ne kadar olumlu etkilenip etkilenmediği, doğal yaşamın bu yararlı bir düşüncedir onayı belirler... _İçkinin günah olduğunu kabul edip ardından içki satışını yapan bir kişinin çelişkiler içinde olduğunu söyleyebilir miyiz? _İşyerinde kitap defterin yanısıra vida, civata satıpta ben hırdavatçılık yapmıyorum demek ne kadar geçerlidir? _Gerçekliğin onaylamadıklarını kendi fikrimiz bu diye ısrarla savunmak yerine karşıt fikirlerin ne demek istediğini anlamak,kavramak amacıyla araştırmak sağduyulu bir insan tavrı değil midir.? *tna Sizi tanıdığım kadarıyla özürünüz de samimi olduğunuza da inanıyorum... O nedenle sizde samimiyetime inanarak, farklı bakış açılarımız olsa da tartışmalarımızın düşünce bazında olduğunu, kişisel bir tavrım olmadını kabul edin lütfen... *tna Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Vediğiniz uygulamadan elde ettiğim birkaç sonucu buraya yazacağım! Müsaadenizle! 12 Eylül öncesi yasaklar İnönü dönemi, dini alana yönelik sınırlamalarla ve dindarlara yöneltilen akıl almaz baskılarla hafızalara kazınmıştır. Milli Şef’in döneminde idarenin ve hükümetin faaliyetlerine karşı en ufak bir tenkit yapılamıyordu. Göstermelik seçimleri, basın ve yayın organları üzerindeki sıkı denetimi, din, dil ve eğitim gibi alanlarda halka rağmenci ve dayatmacı icraatlarıyla bu yönetim, 1950’ye doğru halkta giderek somutlaşan bir muhalefeti kaçınılmaz kılmıştı. . . Güzel. En azından 87'den önce de bu konuda bazı sorunlar olduğunu öğrenmiş oldunuz. Bir de gerçekten 2002 ile 2008 yılları arasında türban gösterisi yapılıyor mu yapılmıyor mu o konu hakkında bilgi sahibi olursanız güzel olacak. İyice bir araştırın bakalım ne çıkacak. NEDEN HALA TÜRBAN KONUSUNDA BİR ADIM ATMAZ sorunuza da dalga mı geçiyorsunuz diye bir soru yönelteyim. Ha bir şeyi daha unutmuşum 1950<12 Eylül=1980 Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Güzel. En azından 87'den önce de bu konuda bazı sorunlar olduğunu öğrenmiş oldunuz. Bir de gerçekten 2002 ile 2008 yılları arasında türban gösterisi yapılıyor mu yapılmıyor mu o konu hakkında bilgi sahibi olursanız güzel olacak. İyice bir araştırın bakalım ne çıkacak. NEDEN HALA TÜRBAN KONUSUNDA BİR ADIM ATMAZ sorunuza da dalga mı geçiyorsunuz diye bir soru yönelteyim. Ha bir şeyi daha unutmuşum 1950<12 Eylül=1980 A evet haklısınız... 80 öncesi oluyordu değilmi? Eh madem türban konusunda bu kadar bilginiz var, zahmet olacak ama, islam ile türban bağlantısını bizlere anlatsanız ne iyi olurdu... Açık! Net! Sahih olan şeyler... "Yalan söyleme", "Hırsızlık yapma", gibi net olan şeyler... Cümle arasında parantezli farklı farklı yoruma açık acabalarla dolu şeyler olmasın, en baştan beri bu konular çerçevesinde yazışmaktan gına geldi... 70 milyon nüfuslu Türkiye (1950 ne kadardı bilmiyorum ama tahminim 35 milyon olduğu), en az 10 milyon okuyana sahip ve bunların üniversite düzeyinde abartısız 500 bin kız öğrencimiz var ama nedense 50-60 kişiyi geçmeyen tepkilerle bu millet "islam" dışı yaşamakla suçlamak çok akıllıca gelmiyor bana.... Öyle ya, diğer insanların ana-babaları müslüman değilmi? Acaba bu öğrencilerin ailelerimi hatalı; yoksa türban a dalarak islamın vecibelerini yerine getirdiğini sananlarmı? Türkiyede trüban için çıkartılan tantana, ne yolsuzluklarda, ne sağlık skandallarında, nede ali-kemal oyunlarında çıkmadı! Çıkmıyor! Çıkartılmıyor... Zira her "al takke ver külah" işler döndümü ta ta taaaaaa "türban".... Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Değerli Arkadaşım; Yazınız tamamen masumane demokrasilerde bireysel yaşam ve inanç özgürlüğünü aynen tanımlıyor. Yazınızı okuduğumda gördüğüm şey ile şuan Türkiyemizde toplum-devlet paralelinde olup bitenlerin ilgisi yoktur.... . . ... Özgürlük ve esaret arasında ki ince çizgiyi kalınlaştıran zihniyetler,insanlar,değerler ve siyasal hesaplara veba edilen insani haklar.Özgürlük ve esaret hangi noktada bu ince çizgiyi zorlar;tabi ki bu ince çizgi kalınlaştıkça.Kalınlaştıkça göze çarpar;esaret,esaret içinde ki özgürlük;özgürlük,özgürlük içerisinde yer alan esaret. Burada her özgürlük kelimesinden sonra forum arkadaşlarım tarafından ''ama'' ile karşılandım.''Ama''diyorlardı;türban yada başörtü,iradeye dayanan değildi,dayatmaydı;işin içinde aile vardı,toplumsalş değerler vardı,yaptırımlar vardı.dayatmalar vardı...vardı da vardı.Bu özgürlük olamazdı;o zaman hangimiz özgür olan bireydik? Başörtü diyeyim o zaman bende;çünkü burada siyasi olan örtüyü değil;inanç gereği takılan örtü için yazıyorum. Ekliyorum.10 örtü takan bayanların 9 da siyaset için takıyorsa;beni ilgilendiren tek de olsa o örtüyü inancı için takan bayandır.İnsan gerçekten özel bir varlıktır.Hakları hiçbir otoriteye feda edilemez.Devlet birey için vardır,ideolojiler birey için vardır,dinler birey için vardır... Türban ve bunun sorunlu olarak ülke gündeminde yer alması hakkında ki tespitlerinizi merakla okuyorum.Özellikle Selçuk Üniversitesi ile ilgili verdiğiniz örnek! Değerli arkadaşım,ben Kürt sorunu ile ilgili yazarken de hep bunu belirttim;şimdi de belirtiyorum.Siyaset beni ilgilendirmiyor.Hele ki benim ülkemde ki tüm siyasi anlayışları red ediyorum.Yıllardır var olan sorunlar,sorunsallaştıran insanlar;bunlar siyasi arenamızda ki çıkarlarla,kirli hesaplarla bugüne taşınmıştır;maalesef yarına da taşınacaktır. Emperyalizm;kendi içimizde halledilmeyen kimlik anlayışımız...nereli olduğumuz;nerede olmak istediğimiz... AB yolunda ilerleyen bizler aynı anda Ortadoğua aynı anda Kafkasyaya uzanabiliyoruz.Doğulu ve Batılı olma arasında cebelleyen bir ülke;siyaseti ile,ekonomisi ile,sosyal ve toplumsal olan tüm değerleri ile... Osmanlı Devleti;700 yıllık bir imparatorluk.Kendi içinde devasa bir güç;gerileme ve yıkılma sürecinde Batılı olma derdinde.Jön Türklerimiz,Meşrutiyet,askeri ve ekonomi düzenlemeler;nihayetinde son. Türkiye Cumhuriyet'i;yüzü batıya dönük.Kurulma aşamasında batıya ait sosyal,siyasal,ekonomik düzenlemeler.Ve kendi içerisinde doğuyu yaşayan bir Cumhuriyet;ne de olsa bir imparatorluktan arda kalanlardı tüm değerleri. Demokrasi çabaları,dünya siyasi sahnesinde ki çabaları;darbeler,kafa karışıklığı,taraf iken tarafsızlık!İşte nerede olduğumuz.Çok ilgin gelişmeler. ABD süper güç,Suriye hemen yanıbaşımızda,Ortadoğu hesaplar üzerine kurulu,İran es geçilmeyecek bir Ortadoğu iktidarı ve uzanalım Rusyaya,Ermenistana,Gürcistana... İktidarlarımızla değişen yasalar,devlet içinde yapılanmalar,nereli olma durumları(Refah Partisi döneminde çevrilen rota ile bugünkü durumu karşılaştırmak,işte bu bize net gösterir tüm anlayışları) Ve dönelim tüm bu ilişkiler ağından özgürlüklere.Emperyalizm yıkmayı değil;köleleştirmeyi amaçlar.Ne zaman ki köle bulursa o zaman sömürür.Bu noktadan bakıldığı zaman tespitleriniz oldukça yerinde .Ne zaman sorun oldu sorusuna kısmen de olsa cevap verebiliriz.Bakın kısmen dedim;çünkü işin içinde birde kendi tarihimiz vardır. Peki dediğiniz gibi Türban bu amaçların dayattığı mıydı?Evet derim;çünkü güçlü olan ülke sorunu olmayan ülkedir.Hayır derim;çünkü bu ülkenin kendi sorunudur. 2 farklı noktadan da bakılabilir.Haklı kılan özgürlük talepler siyasi olan hesaplarla altüst edilebilir. Özgür olan birey;özgürlüğünü yasalardan alır.Yasalar ise bireyi ve alanını korumak için vardır.Kavramlar toplumlarla dönüşür,farklı mecralara taşınır.Özgür olan birey;istediğini düşünen,istediğini giyen ama düşündüğü ile giydiği ile toplum içinde rahatsızlık yaratmayandır.Onun için ben derim ki;başörtü serbestliği özgür,demokrat,Laik bir ülkeye yaraşandır;sizinde dediğiniz gibi dayatmalar dayatmalar doğurur. Şeriat ayrıca bir tartışma alanıdır;ben şeriat ister miyim?Şeriatın ne olduğu konusunda fikir sahibi olmakla tam olarak ne sunnduğu hakkında bilgim yok;onun için yazılabilecek tek cümle...önce anlamalıyım! Siyasi hesaplarla değil insan ile ölçülen özgürlükler...Saygılar! Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Değerli Arkadaşım, Çok güzel ifadelerle, siyasi ve ekonomik yaptırımların bizleri nereye taşıkmakta olduğunu aktarmışsınız teşekkür ederim... Bakınız, öncelikle bireyin yaşamsal tercihlerine müdahale konusunda bende sizinle aynı fikirdeyim. Bizim burada orta noktayı bulamadığımız tek konu türban! Ve eğer yanlış ifade ediyorsam lütfen düzeltin; insanlarımıza dini konularda bilgi aktarılırken, ilk ve dayatılan şey türbandır! Eğer kişi bu dayatma dışında dinini anlar ve tanırsa, bu noktadan sonra kendi tercihi ile ister namaz kılar, ister açılır, ister kapanır ki bu konuda bende destek olurum... Ama konu bu değil! Hala bastıra bastıra söylüyorum; 20 bin nüfuslu bir ilçede 20-30 cami vardır... ve bi o kadarda imam-müzezzin vadır. Sadece 30 kişinin takınacağı tavır ile halk hop oturup hop kalkabilir. Annem ile ilgili aynı örneği tekrar vermek istiyorum "oğlum, Erbakana oy vermezsek diğer tarafta nasıl hesap vereceğiz?"... Hadi buyrun! Anlatmaya çalıştığım budur... Dinle-imanla (gerçek manada) hiç alakası olmayan onca insan tanıyorum, sırf rant için milli görüş ve akp etrafında dönen! Hatta çoğu millet vekilimizin (akp den) bile ilgileri yoktur.. Sadece takiyye yapılmaktadır. Aynı gün 5 kez cuma kılanların, iki de bire kalkıp türbanı pişirip insanlarımıza VİCDANİ baskı yapması hakmıdır? Peki bir teklifim var; samimi olarak söylüyorum. Hepimiz türban konusunda susalım. "Türban" lafını eden siyasilere oy vermeyelim. Hatta irtibatımızı keselim. Sonuçta bu insanları siyasal arenadan uzaklaştıralım.... Ve bakalım gelecekte Türkiye de neler olacak? Bu konuda çok net söylüyorum, biz zaten tarihte özgürlüklerin insanlarıyız, bu konu konuşulmayacak kadar küçük kalacak ve halledilmiş olacaktır... Yeter ki samimi bir şekilde "inanç sömrüsü"ne dur diyelim... Saygılarımla Not: Ben hala "türban" bahsi açılmadan eğitim gören insanların, ileride dinlerini yaşamak için buna gereksinim duyacağını sanmıyorum! Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 İşte Türkiye’nin tarikat haritası Türkiye’nin her bölgesinde bir tarikat ve cemaat var? İşte şehir şehir tarikat haritası: Çoğunlukla kapalı bir ilişki ağı kuran ve içe dönük yaşayan tarikatlar, bunlardan doğan cemaatler neredeyse tüm şehirlerde faaliyette. Kökleri çok eskiye dayanan tarikatların çizgisinden geldiğini iddia eden birden fazla cemaat var. Sık sık kendi içlerinde bölünüyor, aralarında mücadele ediyorlar. Çoğunlukla kurdukları vakıflar aracılığıyla hareket ediyorlar. Kimileri de neredeyse holdingleşmiş durumda. Postluk bazen babadan oğula, bazen kardeşlere geçiyor. Cemaatlerin bazılarının siyasetle çok yakın bağları var, bazıları politikayla ilgilenmiyor. Ancak tüm Türkiye’nin her bölgesinde günlük hayatı ve insan ilişkilerini etkiliyorlar. Tarikatları, kurucularını, etkili oldukları bölgeleri, yaklaşımlarını araştırdık, haritasını çıkardık. İSTANBUL-KAYSERİ-DÜZCE-ANKARA Kadiri Muhammediye Kadiri tarikatı kökenli Muhammediye kolu İstanbul, Ankara, Kayseri ve Düzce’de güçlü. Lideri Şeyh Seyyid lakabını kullanan Muhammed Ustaoğlu. 1987’de imamlıktan emekliye ayrılan Ustaoğlu, İstanbul’da yaşıyor. Kendisinden sonra yerine geçmesine kesin gözüyle bakılan oğlu Muhittin Ustaoğlu da Diyanet İşleri’nde görevli, Düzce’de imamlık yapıyor. Cemaatin Kayseri vekili Muammer E. Almanya vekili Şükrü Oral. Muhammediye, tarikat şeceresini Kadiri tarikatının kurucusu Abdülkadir Geylani’ye dayandırmakla birlikte kendisini Nakşibendi ve Mevlevi geleneğinin parçası kabul ediyor. Zikir törenlerinde zaman zaman yaklaşık bin kişiyi buluşturmayı başarıyor. KÜTAHYA Halveti tarikatının Şabaniye Kolu Şeyhlik postunda Mehmet Dumlu oturuyor. Türkiye’nin en aktif Halveti tarikatı olarak biliniyor. Düzenli yaptıkları zikir törenlerine kadın ve erkeğin bir arada katılmasıyla tanınıyorlar. Kütahya merkezli cemaatin zikir törenlerine İstanbul’un yanı sıra, Bursa, Uşak, Eskişehir, Ankara ve Afyon’dan da geniş katılımlar oluyor. ANKARA-VAN-Ş.URFA-İSTANBUL Hizb-ut Tahrir Grup kendisini "İdeolojisi İslam olan parti" olarak tanımlıyor. Adlarını Hizb-ut Tahrir Türkiye sözcüsü Yılmaz Çelik’in İstanbul Fatih Camii’ndeki basın açıklamasıyla duyurdular. Ankara ve İstanbul’un yanı sıra Şanlıurfa ve Van’da da güçlü oldukları biliniyor. Örgüt çalışmalarını Ankara merkezli adlı dergi çevresinde sürdürüyor. ANKARA- ANTALYA Galibiler Kadiri-Rufai tarikat geleneğinden gelen cemaatler arasında tarikatlığını ilan eden tek kol. Şeyhleri Hacı Galip Hasan Kuşçuoğlu. Zikirde şiş çekmeleriyle tanınıyorlar. Her perşembe akşamı Ankara’nın Hüseyingazi semtindeki Tevhid Camii’nde yaptıkları zikre yaklaşık 3 bin kişi katılıyor. Müritlerin çoğu çevredeki sitelerin esnafı. Şeyh Kuşçuoğlu kendisini şöyle tanımlıyor: "Mezhep olarak Hanefi; meşrep olarak Alevi; yol olarak Kadiri-Rufai Galibiyiz." Faaliyetlerini, şeyhin adını taşıyan eğitim vakfı kanalıyla sürdürüyor. Cemaat Antalya’da da faaliyette. ERZURUM Nurcu Kırkıncı Hoca Grubu Said Nursi’nin ölümünden bu yana Nurcular 10’dan fazla gruba bölündü. En etkin grup Fethullah Gülen cemaati. Ancak, Nurcular içinde bir isim var ki, Said Nursi’nin ölümünden bu yana "talebeler" içindeki saygın önder konumunu hiç kaybetmiyor. Bu isim, Nurcular arasında Kırkıncı Hoca olarak tanınan Mehmet Kırkıncı. Said-i Nursi’nin, "Evlerinizi medrese yapın" çağrısına uyup Erzurum Karanlık Kümbet Medresesi’ni kuran Kırkıncı, yaşamını burada sürdürüyor. 12 Eylül darbesinden iki yıl sonra MGK Başkanı Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’e mektup yazan Kırkıncı Hoca, "Dini güçlendirmek, milleti güçlendirmektir" demiş, ima yoluyla da olsa anayasa referandumunda cemaat desteğine karşılık, cemaate destek arzusunu dile getirmişti. Bu tavrı nedeniyle Nurcular arasında eleştirilse de, müridleri ve Gülen’i Nurcu yapan hocası olduğu için, Gülen Cemaati taraftarları arasında özel bir otoriteye sahip. TRABZON İcmalciler Kadiri Tarikatı’nın İcmal Kolu’nun lideri Haydar Baş son dönemde çalışmalarını Bağımsız Türkiye Partisi adıyla sürdürüyor. Parti, 3 Kasım 2002 seçimlerden büyük bir yenilgiyle çıktı. Ulusal televizyon ve günlük bir gazetenin sahibi Haydar Baş’ın Türkiye’nin en zengin cemaat liderleri arasında olduğu iddia ediliyor. Trabzon ve çevresinde güçlü. Baş’ın ismi Trabzon’daki rahip cinayeti sonrasındaki tartışmalarda geçmişti. İSTANBUL-BURSA Cerrahiler Halveti tarikatına dayanıyor. Dergahları, İstanbul’da Fatih-Karagümrük’teki Kethüda Canfeda Hatun Camii bitişiğinde. Zikirlerinde, müzik ve ibadet dışında hiçbir şey konuşulmuyor. Müritleri arasında çok sayıda tanımış ses sanatçısı bulunuyor. Tarikatın Tophane’deki Kadiriler yokuşundaki Kadirhane’sinde düzenlenen zikir törenleri neredeyse turistikleşmiş durumda. Kadirhane’nin şeyhi Ahmet Misbah Erkmenkul. Celvetiye tarikatına bağlı İsmail Hakkı Bursevi tarafından kurulan Hakkıye kolunun müritleri ise en çok Bursa’da yaşıyor. Kurucularının adını taşıyan bir vakıfları var. İSTANBUL-ANKARA-ÇORUM-BOLU Uşşakiler Halveti Tarikatı’nın bir kolu Uşşakiye. Merkezi İstanbul Kasımpaşa. Kurucusu Pir Hüsameddin’in türbesi de bu semtteki aynı isimli camide. Tarikatı kamuoyuyla tanıştıran isim İbrahim İpek. Uzun yıllar sessiz faaliyet gösteren tarikat onunla birlikte ün kazandı, İpek Yolu adlı yeni bir cemaat oluştu. İpek’in 2000 yılında ölümünün ardından posta 44 yaşındaki eski milli güreşçi Fatih Nurullah oturdu. Nurullah tarikat nüfusunu artırmak için herkese açık kutlamalar, piknikler düzenliyor; zikirleri tarikat üyesi olmayanlara da açıyor. Tarikatın Kasımpaşa’daki merkezi her sene Bolu’da ve Çorum’da düzenlediği "Devran" adlı zikir törenleriyle tanınıyor. Bolu’daki son devrana 2 bin kişi katılmıştı. ADIYAMAN-ANKARA-AFYON-SAKARYA-İSTANBUL Menzilciler Nakşibendi Tarikatı’nın Menzil Kolu adını Adıyaman’ın Menzil köyünden alıyor. Cemaatin en ünlü ismi, uğradığı zehirli iğne saldırısından bir süre sonra hayatını kaybeden Raşit Erol. Şeyh postunda şimdi kardeşi Abdülbaki Erol oturuyor. Şeyh adaylarından Fevzettin Erol ise şimdilik cemaatin Ankara ve Afyon örgütlenmesini yönetiyor. Menzilcilerin Ankara çevresi "Semerkant Grubu" olarak da adlandırılıyor. Fevzettin Erol, yılın bir bölümünü de Afyon’daki merkezde geçiriyor. Cemaat ekonomik gücünü özellikle kendilerine derviş adını veren müritlerin kurduğu şirketlerin belediyelerden aldığı ihalelerle arttırıyor. Raşit Erol’un "İmanı kurtarmanın ve pekiştirmenin kafi olduğu bir devir yaşıyoruz" anlayışıyla hareket eden cemaatin Adıyaman Menzil ve Ankara merkezleri özellikle alkol bağımlılığından kurtulmak isteyen kişilerin ilgi odağı. SİİRT- ANKARA- İSTANBUL- ELAZIĞ Tillocular Kurucuları Sultan Memduh Hazretleri’nin türbesinin bulunduğu Siirt’in Tillo beldesi manevi merkezleri. Süryanice "Yüksek Ruh" anlamına gelen Tillo geleneği Kadiri Tarikatı’nın en güçlü kollarından. Siyasete uzak durmaları nedeniyle İcmalcilerden, Kadiri-Rufai geleneğinde faaliyet sürdürmesi nedeniyle de Galibilerden ayrılıyor. HATAY-GAZİANTEP-ŞANLIURFA-KİLİS-MARDİN-BATMAN Hazneviler Türkiye Kürtleri arasında en güçlü Nakşibendi cemaatlerinden biri. Merkezi Suriye’de. Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Batman ’da örgütlüler. Cemaatin şeyhi Muhammed Haznevi yılda en az bir kez Türkiye’ye gelip, zikir törenlerini yönetirdi. Geçen yıl öldüğünde, binlerce Türk müridinin cenaze töreni için Suriye’ye geçmek istemesi haber bültenlerine konu olmuştu. Şeyhliği Muhammed Haznevi’nin oğlu Muhammed Muta Haznevi üstlendi. SAKARYA-DÜZCE-BURSA Hakikatçılar Hemen hemen tüm cemaatlere karşı yürüttüğü mücadeyle tanınan Hakikatçılar’ın şeyhi Ömer Öngüt. Adapazarı’nda yaşıyan Öngüt, Cemalettin Kaplan, Fethullah Gülen, Necmettin Erbakan, Süleymancılar, İsmailağa Cemaati ve Diyanet’e yönelik ağır eleştiri içeren kitaplarıyla tanınıyor. Sakarya başta olmak üzere Düzce, Bursa ve Ankara’da önemli sayıda müride sahip. Tarikat, şeyhe mutlak itaat ilkesiyle yaşıyor. KAYSERİ NakşibendiYahyalı Cemaati Kayseri’de Gülen Cemaati’yle birlikte en güçlü dini grup. Nakşibendi tarikatının Anadolu’daki en önemli kolları arasında. Yahyalı Hacı Hasan Efendi’den alıyor adını. Şimdi şeyh postunda oturan kişi Ramazan Dinç. Cemaat, Kayseri’deki sanayi gelişimine paralel olarak hızla büyüdü. Müritleri arasında Kayseri’nin önde gelen işadamları bulunuyor. İSTANBUL Işıkçılar Seyit Abdülhalim Arvasi’ye bağlı Hüseyin Hilmi Işık’ın kurduğu cemaat günümüzde İhlas Holding şemsiyesi altında büyüdü. Cemaatin lideri Enver Ören’in rahatsızlığı ve İhlas Finans’a el konulması cemaatin güç kaybetmesine neden oldu. TÜRKİYE’NİN EN YAYGIN İKİ CEMAATİ Gülen Cemaati ve Nurcular Türkiye’nin tarikat ve cemaat haritasında Nurcular ağırlıklı yer işgal ediyor. Tarikatın en ünlü ismi Fethullah Gülen’in etkinlik alanı Türkiye’nin tüm illerini kuşatıp, tarikat okulları kanalıyla Afrika’dan Uzakdoğu’ya uzanıyor. 1941 doğumlu Gülen, 1970’lerden itibaren Nur hareketi içinde gözyaşı eşliğindeki vaazlarıyla kendi yolunu çizdi. Akyazılılar ve Türkiye Öğretmen Vakfı gibi kuruluşlarla başlayan örgütlenmesi bugün büyük bir ekonomik ve siyasi güce dönüşmüş durumda. Cemaatin medyadan eğitime, finansa, sağlık sektörüne kadar pek çok alanda yatırımı bulunuyor. Gülen uzun süredir ABD’de yaşaması, olası vefatı sonrasında bu büyük ekonomik gücün nasıl paylaşılacağı belli değil. Nur cemaatinin içinde adı sık geçen diğer gruplar şunlar: Liderliğini Mehmet Kutlular’ın yaptığı Yeni Asyacılar (İstanbul), liderleri İzzet Yıldırım, Hizbullah tarafından kaçırılıp öldürülen Med-Zehra Vakfı çevresi (Doğu-Güneydoğu Anadolu), Müslüm Gündüz liderliğindeki Aczmendiler (Elazığ-İstanbul), Yeni Nesilciler, Yazıcılar Süleymancılar Cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, soyunu Nakşibendi Şeyhi Selahaddin İbni Seracettin ’e dayandırıyor. Zamanla bağımsız bir yol izledi. Kurduğu Kuran kurslarından yetişen öğrenciler, hocalarının mehdiliğine iman edip, Süleymancılar cemaatini oluşturdu. Ege ve Akdeniz bölgelerinde güçlenen Süleymancılar zamanla tüm yurda yayıldı. Faaliyetlerini "kurs ve okul talebelerine Yardım Dernekleri" adı altında yürütüyor. Hakikatçılar’ın şeyhi Ömer Öngüt, Süleymancılar’ı "Dinleri Süleymancılık, imanları para, huyları gasp, meslekleri de dilencilik olan bir cemaat" olarak adlandırıyor. Türkiye’nin her ilinde en az bir Kuran kursuna sahip cemaatin, kurs ve öğrenci yurtlarının toplam sayısının 1500’ü bulduğu söyleniyor. Tunahan ’ın ölümünün ardından cemaat liderliğine Kemal Kaçar geçti. Onun vefatı sonrasında ise cemaat her ne kadar reddedilse de iki kardeş Ahmet Denizolgun ile Beyazıt Denizolgun arasında bölündü. İSTANBUL-ANKARA İskenderpaşa Cemaati Geçmişi 1800’lü yıllara, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi’ne uzanıyor. Uzun süre, Gümüşhanevi tekkesi cemaate ismini verdi. Mehmet Zahit Kotku şeyhlik postuna oturduktan sonra, görev yaptığı İskenderpaşa Camii tarikata ismini verdi. Kotku’nun ölümünden sonra liderliğe geçen damadı Prof. Esad Coşan da 2001 Şubat’ında Avustralya’da trafik kazasında öldü. Post oğlu Nurettin Coşan’a kaldı. Esat Coşan, tarikatı kurduğu vakıflar sayesinde büyüttü. Bunların en etkini Hakyol Vakfı. Koşan, İlim Kültür ve Sanat Vakfı ile Sağlık Vakfı’nı da kurarak örgütlenmeyi genişletti. "Hanım Dernekleri"yle kadın örgütlenmesine yöneldi. Şu andaki lider Nurettin Coşan, dini eğitiminin yanı sıra New York’ta işletme öğrenimi gördü. Babasının isteğiyle 1996’da aile şirketi Server Holding’in yöneticiliğini üstlendi. Ticari faaliyetleri ve seyahatleri nedeniyle liderlik görevini yerine getiremediğini iddia eden bir grubun muhalefet başlattığı ve tarikattan koptuğu söyleniyor. Siyasetin birçok önemli ismi cemaatle gönül birliği içinde: Eski cumhurbaşkanı Turgut Özal, başbakana Recep Tayyip Erdoğan, Korkut Özal, maliye bakanı Kemal Unakıtan, bir dönem için dahi olsa Necmettin Erbakan. İskenderpaşa Tarikatı’nın bir de siyasi partisi var: "Sağduyu Partisi." Recep Tayyip Erdoğan’ın, 3 Kasım 2002 Seçimleri sonrasındaki ilk cuma namazını Ankara’nın Dikmen semtindeki Mehmet Zait Kotku Camii’nde kılması bu gönül bağının sembolik işareti olarak değerlendiriliyor. İZMİR-MANİSA-AYDIN Melamiler Melami Tarikatı’nın kamuoyu önüne çıkan en önemli ismi Ahmet Arslan. Emekli astsubay Arslan, Şeyh Hasan Özlem’in 1996’da ölümünün ardından posta oturdu. 66 yaşındaki Arslan, Manisa’nın Salihli ilçesinde yaşıyor. Cemaatin Aydın, Adana, Uşak ve İzmir’de mürit grupları bulunuyor. Tarikatın diğer önemli ismi Davud Yılmaz. 73 yaşında, İzmir’de yaşıyor ve küçük bir cemaati kontrol ediyor. İstanbul’da da takipçileri var. "İbadet gizli, gösterişsiz olmalı" yaklaşımını savunan Melamiler genellikle ev toplantılarında bir araya geliyor. İSTANBUL-KONYA-ANKARA Erenköy Cemaati Kökleri Kelami Dergahı’na ve şeyhi Erbilli Mehmet Esat’a dayanıyor. Mehmet Esat, tekkeler kapatılınca Erbil’deki arazilerini satıp, İstanbul’a yerleşti. Erenköy’de bir köşk aldı, cemaatin temellerini attı. Menemen Ayaklanması’na karıştığı iddiasıyla gözaltındayken rahatsızlanıp hayatını kaybetti. Erenköy Cemaati, Mehmet Esat’ın halifesi Mahmud Sami Ramazanoğlu’nca kuruldu. Nakşibendi geleneği içinde, esnaf ve işadamlarının kolu olarak biliniyor. Ramazanoğlu’nun ardından cemaatin dini sorumluluğunu Musa Topbaş üstlendi. Onun ölümüyle üç isim ön plana çıktı: Yeni Şafak’ın eski başyazarı Ahmet Taşgetiren, Eymen Topbaş ve Konya’da yaşayan Tahir Büyükkörükçü. Şeyh postuna Büyükkörükçü’nün oturduğu ileri sürülüyor. Konya’da Erenköy Mahallesi’nde yaşayan Büyükkörükçü bir dönem Milli Selamet Partisi milletvekilliği de yapmıştı. Erenköy Cemaati’nin Ankara örgütlenmesini ise Muradiye Vakfı yürütüyor. İSTANBUL İsmailağa Cemaati Kurucusu Ebuishak İsmail Efendi, 1723’te Fatih’te adını taşıyan camiyi inşa ettirdi. Ölümünden sonra cemaati tarikat yoluna girdi. Şeyh Batumlu Ali Haydar Efendi, 1960’da ölene kadar liderliği yürüttü. Görevi İsmail Ağa Camii imamı Mahmut Ustaosmanoğlu devraldı. Cemaat İstanbul’un merkezi Fatih’te, Türkiye’nin en dikkat çeken İslami gettosunu oluşturdu. Sarık, şalvar ve cübbeli giyimleriyle diğer Nakşibendi gruplarından ayrılıyorlar. İsmailağa Cemaati, Ustaosmanoğlu’nun kökeni nedeniyle İslami gruplar içinde "Oflular" olarak da tanınıyor. Cemaatin önde gelen bazı isimlerinin Salih Mirzabeyoğlu liderliğindeki İBDA-C ile birlikte hareket etmesi, grubun radikalleşme potansiyelinin bir kanıtı gösteriliyor. Hürriyet Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 9 Eylül , 2008 İşte Türkiye’nin tarikat haritası Türkiye’nin her bölgesinde bir tarikat ve cemaat var? İşte şehir şehir tarikat haritası: ..... Anlatmaya çalıştığım şey bu! Bu rant olduğu sürece, insanlarımızın her türlü inançsal sömürüsü sonsuza kadar devam edecektir... Kişi, kendi hür iradesi ve anlayışıyla yapacağı tercihlerinde, insan olarak, toplum olarak, hepimizin saygılı olması şarttır; ama şuan durum öylemi? Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 10 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 10 Eylül , 2008 A evet haklısınız... 80 öncesi oluyordu değilmi? Eh madem türban konusunda bu kadar bilginiz var, zahmet olacak ama, islam ile türban bağlantısını bizlere anlatsanız ne iyi olurdu... Açık! Net! Sahih olan şeyler... "Yalan söyleme", "Hırsızlık yapma", gibi net olan şeyler... Cümle arasında parantezli farklı farklı yoruma açık acabalarla dolu şeyler olmasın, en baştan beri bu konular çerçevesinde yazışmaktan gına geldi... 70 milyon nüfuslu Türkiye (1950 ne kadardı bilmiyorum ama tahminim 35 milyon olduğu), en az 10 milyon okuyana sahip ve bunların üniversite düzeyinde abartısız 500 bin kız öğrencimiz var ama nedense 50-60 kişiyi geçmeyen tepkilerle bu millet "islam" dışı yaşamakla suçlamak çok akıllıca gelmiyor bana.... Öyle ya, diğer insanların ana-babaları müslüman değilmi? Acaba bu öğrencilerin ailelerimi hatalı; yoksa türban a dalarak islamın vecibelerini yerine getirdiğini sananlarmı? Türkiyede trüban için çıkartılan tantana, ne yolsuzluklarda, ne sağlık skandallarında, nede ali-kemal oyunlarında çıkmadı! Çıkmıyor! Çıkartılmıyor... Zira her "al takke ver külah" işler döndümü ta ta taaaaaa "türban".... İslam ile türban arasında nasıl bir bağlantı var ben defalarca anlattım. Siz sonradan dahil olduğunuz için yazdıklarımı görmemişsiniz anlaşılan. Her önüme gelene de tekrarlayacak değilim. Ama en yalın en basit şekliyle söyleyeyim ve siz de işin için sıyrılamayıp da başka bir arenada bana meydan okuma yolunu açayım. Soru 1: Sahih'ten kastınız nedir? İslam nazarından mı sahih, Kur'an nazarından mı, hadis nazarından mı? Bu soruya islam eşittir Kur'an ve hadis gibi bir açılım da getirebiliriz. "Yalan söyleme, hırsızlık yapma"'da da zemine göre yalan söyleyebilirsiniz veya hırsızlık yaptığın için ceza verilmeyecektir durumları mevcuttur. Mesala zina yapmayın veya içki içmeyin deseydiniz daha uygun olurdu. Bunlar hiçbir ahvalde yapılamayacak şeylerdir. Ve sormak istediğiniz şey sahih değil kat'i, kesin hüküm sorusudur. Yani islamın hangi Nass'ında başıörtmek kesin bir hüküm olarak yer bulmaktadır gibi bir soru. Bunun için öneri Hayrettin Karaman'ın "Başörtüsü Kur'an da vardır" adlı makalesidir. Dahası hiç olmazsa, yani Kur'an'da yok, hadiste yok olsa dahi; bir tavır bir davranış o dinde var olarak görülmüş, uzun yıllar yapılagelmiş olursa artık o hal, davranış, tarz o dinden sayılabilir. Hatta sayılır. İslamın tüm beldelerinde 28 Şubat sürecine kadar hiç düşünülmeyen başörtüsü islamda yoktur safsatası bir cinlik eseri bizim tarafımızdan üretilmiştir. Başörtüsü takmayanlar islam dışılıkla suçlanmamaktadırlar sadece Allah'ın bir emrini yerine getirmemektedirler. Allah'ı inkar etmedikten sonra insan islamın dışına çıkmaz sadece günah işlemiş olur. Öğreneceğiniz daha çok şey var bu konuda... EK BİLGİ: 22 Ekim 1950 : Genel Nüfus sayımı yapıldı. Nüfusumuz: 20.947.188 Alıntı
Φ Taylan Abi Gönderi tarihi: 10 Eylül , 2008 Gönderi tarihi: 10 Eylül , 2008 ...Dahası hiç olmazsa, yani Kur'an'da yok, hadiste yok olsa dahi; bir tavır bir davranış o dinde var olarak görülmüş, uzun yıllar yapılagelmiş olursa artık o hal, davranış, tarz o dinden sayılabilir. Hatta sayılır. Başörtüsü takmayanlar islam dışılıkla suçlanmamaktadırlar sadece Allah'ın bir emrini yerine getirmemektedirler. Allah'ı inkar etmedikten sonra insan islamın dışına çıkmaz sadece günah işlemiş olur. Öğreneceğiniz daha çok şey var bu konuda... Birincisi; koyu renk ile işaretlediğim cümle kadar mesnetsiz bir cümle görmedim. Bu hurafenin ağababasıdır, dindeki yozlaşmanın, sömürünün, sapkınlığın da yansımasıdır. Zamanla değişen değerlerin kaynağı eğer ki belli değilse, yorumunu kendince yapan ve kervanına şık bir şekilde uyduranlar istediği gibi dini değiştirmeye çalışacaktır. Kur'an ve hadiste yok ama bu böyledir sözüne inanmam, inanamam, inananı da aklı ve vicdanı ile başbaşa bırakırım. İkincisi; başörtüsü takmayanlar İslam dışılıkla suçlanmamaktadır demişsiniz. Siz suçlamıyor olabilirsiniz. Ancak başörtüsünün fanatizm rüzgarına kapılmış, bu davayı kendine bayrak edinmiş, velev ki siyasi simge olmasını bile hazmedebilmiş bir çoğunluk karşısındasınız. Çok basit bir örnekle izah etmeye çalışayım. Konya Taşkent'te çöken kız yurdunda ölen çocuklarımızdan birinin babası şikayetçi olmaması durumuna açıklık getiriyordu; "kızımız balede diskoda ölmedi ki" diye. Örnekleri çoğaltıp laf salatası yapmanın gereği yok, mevzu sadeleştirilerek de göz görecek şekilde ortadadır. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.