Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Yeniden Cumhurbaskanligi Secimi


restpektif

Önerilen İletiler

Abdullah Gul, diplomatik bir dille adayliginin surecegine dair onemli bir isaret verdi.

 

AKP'nin oylarinin artmasinda en onemli faktor olarak, Abdullah Gul'un cumhurbaskanliginin engellenmesi olarak gosteriliyor. Secmen ayni zamanda Gul'un koske cikmasina da onay verdi mi?

 

CHP genel baskan yardimcisi Ozyurek'in aciklamasi, Gul'un adayliginin sozkonusu olmasi halinde eski tavirlarinin devam edecegi yonunde. Ancak MHP daha ilk basta uzlasma sinyalleri vermeye basladi ve Agar'la Mumcu gibi hareket etmeyeceklerini soyledi. Meclise bagimsiz milletvekilleriyle giren DTP'nin de benzer yonde aciklamalari var.

 

Bulent Arinc ise Meclis Baskanligi'na aday olmayacaginin sinyallerini verdi. Acaba AKP Gul'un cumhurbaskanligina karsin Meclis Baskanligi'ni mi pazarlik konusu yapiyor?

 

Yeniden Abdullah Gul secenegi ilerde, Edip Baser'in iddia ettigi gibi dozaji daha farkli bir askeri mudahaleye kapi aralar mi?

 

Hep uzlasi deniyor. Sandiktaki Halk destegi bu konudaki en buyuk toplumsal uzlasi degil mi? Ya da uzlasidan kasit nedir, nasil olmalidir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 72
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bugün muhaliflerin uzlaşı dediği aslında "ben ettim sen etme, beni yerimden etme" dir...

 

Darbe, iç savaş vb. bir şeyler yeniden ateşlenebilir ama özellikle seçim sonucu beni fazlaca bu ihtimallerin zayıflaması yönünde umutlandırdı...

 

Bir de bir haber vardı:

 

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=568412

 

Emekli Orgeneral Edip Başer'in İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği röportajda cumhurbaşkanlığı seçimi süreciyle ilgili darbe tehdidi içeren sözlerine aydınlardan sert tepki geldi.

Başer, "Cumhurbaşkanını belirlemede durum raydan çıkarsa, ordu yine müdahale edebilir. Bunu, nisan sonunda internette bildiri yayımlamaya oranla farklı bir şekilde de yapabilir." ifadelerini kullanmıştı. Star Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mehmet Altan, Türk milletinin bu tür tehditlerden bıktığını söyleyerek tepkisini şöyle dile getirdi: "Bu kadar halka karşı olmayı göze alabiliyorsa darbe yapsınlar." Radikal Gazetesi yazarı Avni Özgürel, "Şu anda Türkiye'de söylenebilecek en abuk laf bu. Talihsizlik." değerlendirmesinde bulundu. "Bu bir tehdittir." diyen Sabah Gazetesi yazarı Emre Aköz, "Tehditlere devam edecekler. Somut bir darbenin olacağına inanmıyorum. Ama korkutma amaçlı bu numaralar devam edecek." şeklinde konuştu. Başer'in tartışılan sözlerine sert tepki gösterenlerden biri de Hürriyet Gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever oldu. Ülsever, "Hiçbirimizin bu safhada milli iradenin tersine konuşmak haddimiz değildir." dedi. Posta Gazetesi yazarı Mehmet Barlas da anayasal bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Anayasa'yı yok edeceğine inanmadığını belirterek, "Herkesin haddini bilmesi lazım." dedi.

 

Linkte aydınların görüşleri diyerek yorumlar devam ediyor...

 

Ben özellikle Barlas gibi "haddin bilinmesi"nden yanayım...

 

Saygılar...

 

Sevgiler...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hep uzlasi deniyor. Sandiktaki Halk destegi bu konudaki en buyuk toplumsal uzlasi degil mi? Ya da uzlasidan kasit nedir, nasil olmalidir?

 

respektif herşeyden önce sence AKP kendi içinde uzlaştımı. Yoksa, Erdoğan, Arınç ve Gül koalisyon ortağı farklı partilerin liderleri gibimi konuşuyor ?

 

Abdullatif Şener, iki seçenek ya Cumhurbaşkanını meclis dışından seçmek için meclis dışında bırakıldı. Yada Bülent Arınçla aralarında gerçek bir çatışma var ve Şener gerçekten küskün.

 

Bülent Arınç ya Erdoğandandan Cumhurbaşkanlığıyla ilgili bir söz aldı ve şimdi Gül'ü "Ben dururken o nasıl cumhurbaşkanı olurmuş bu hareketin içinde" mantığıyla değerlendiriyor ve süreci baltalamaya çalışıyor. Yada AKP seçimlerde "Mağdur" kartını kullanmak için Arınç aracılığıyla gerilimi tırmandırdı.

 

Zira 50 yıldır Türkiye siyasetinin içinde olan Arınç her halükarda çıkıp "Dindar olmalı, eşinin başı kapalı olmalı, milli görüş kökenli olmalı" gibi Cumhurbaşkanı kriterleri koyarsa, bunun nasıl bir tepki doğuracağını ve hangi odakları harekete geçireceğini bilir.

 

Erdoğan ya gerçekten, Arınç, Gül ve Şener arasındaki rekabetten bunaldı ve tarafsız kalmaya çalışıyor. Yada yine oldukça gereksiz bir şekilde, biz adayımızı son ana kadar saklarız politikasını uyguluyor.

 

İlginç bir şekilde adaylıkla ilgili Gül topu Erdoğan'a , Erdoğan ise Gül'e atıyor. Sanki Erdoğan Gül'ün çıkıp "ben adayım" demesini bekliyor. Gül ise Erdoğan'ın çıkıp yine "bizim adayımız Gül'dür" demesini bekliyor. Ve Sanki Gül kendi ağzıyla ben adayım diyerek, Cumhurbaşkanlığı konusundaki rakipleriin parti içinde onu "koltuk sevdalısı ve muhteris" olmakla suçlamasından bunu kendisine karşı kullanmasından çekiniyor. Ve Adaylığını Erdoğan'ın açıklayıp böylece zor halde "Erdoğan beni aday gösterdi" demek istiyor. Erdoğan ise yine rekabetin sertleşmesi halinde, taraflardan hiçbirini açıkça desteklememiş ve rekabetin dışında kalmış lider konumunu bozmak istemiyor

 

Yoksa parti içinde anlaşdıysa. Çıkarlar Evet adayımız şudur derler. MHP ve DSP'de oturuma katılacaklarını açıkladılar. E daha ne.

 

Bence ve akla tek yatkın olan. Şu an olan uzlaşmazlık sadece AKP içinde gibi görünüyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Edip Baser'in sözlerine aydinlardan tepki gelmis!!!Edip Baser belki söylememsi gerekenleri söylemistir olabilir ama bu tepkinin özellikle aydin kesimden gelmis olmasi ve bu aydinlarinda kimler oldugunun bilinmesi cok önmelidir.Barlas'in Altan'larin,Oral'larin ve daha adini yazmaya bile degmeyecek kadar gereksiz aydinin kimler oldugu zaten malum.

Darbeyi- eger öyle bir olasilik düsünülüyorsa ki ben düsünmüyorum-kimler cagristiriyor?Bunu iyice bir incelemek gerekmezmi.Birileri hep ayni nakarattan gidiyor ve;Halkin iradesine karsi gelinmez gibi laflar ediliyor.ve bu sloganlarla Abdullah Gül'ün cumhurbaskani olmasini hakli ve demokrasi geregi göstermeye calisiyorlar.Yani dayatma ile onu cumhurbaskanligina getirmektir amac.neye ragmen???Darbe olasiligina ragmen!!Peki madem ki siz darbelere karsisiniz ve darbe olmasini istemiyorsunuz bunu istemediginiz ama bir ihtimal olarak gördügünüze göre neden hala israrla Gül Cumhurbaskani olmali diye dayatiyorsunuz?B u resmen darbe cagrisi degilmi?Oturun ve iyice bir düsünün.Yoksa AKP bu dayatma ile bir tasla iki kus mu vurmaya calisiyor?Yani hem AB nin ordu ile ilgili isteklerini gerceklestirirken hemde orduyu halkin gözünde bes para etmezler gibimi göstermeye calisiyor.

AKP bile blie rizikoya oynuyor bu ülkemizin cikarlarina uygun olmayan bir tarzdir ve cok tehlikeli bir santajtir.

MHP ve DTP nin yakinlasmasi ileri sürülen iddialarinda gercek oldugunu göstermektedir.Bu demek oluyorki MHP ve DTP ayni amaclar pesindeler.Gül 'ün cumhurbaskani secilmesine DTP nin sicak bakmasini anlamak kolaydirda MHP nin AKP ye en büyük rakip olarak görülen MHP nin böyle bir seyesicak yaklasimi onlarin aslinda rakip degil hemfikir olduklarini gösterir.

Ozaman MHPnin inandiriciligi nerede kaliyor,o zaman neden secimden önce AKP ile isbirligine gitmediler de secimden sonra akillari baslarina geldi.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Selamlar,

 

Bugünlerde cerbedeli konulara pek dalmadan arada bir kısa kısa olaylara bakmak adına konulara cevap vermiyordum...

 

Açıkçası bugün en cerbedeli mesele bu ve ben niye daldım bilmiyorum...

 

Sanırım Bülent Arınç etken oldu...Hani bir ara dedi ya dilimi tutsaydım....

 

Bülent Arınç doğru bildiği şeyler hakkında dilini tutamayan biri. Dedikleriyin hepsi doğru olsun ama her doğruyu demek doğru değildir diye bir aforizma vardır sanırım Said Nursi'ye aitti...

 

Kendi öngörülerimi belirtirsem; AKP'nin Abdullah GÜL yerine başka bir adayı göstermesinin yolu %46 oyla tıkanmıştır...

 

Oran %30'larda olsaydı AKP başka birini aday gösterebilirdi. Tarihte siyasi hayatıma mal olacak olsa dahi bunu yapacağım diyen insanlar görülmüştür ancak Tayyip Erdoğan böyle biri değildir...

 

Bu sebeple halkın teveccüh gösterdiği aşikar olan, mağdur psikolojisi ile desteklediği Abdullah GÜL, yerine başka birini aday göstermek herhangi bir babayiğidin harcı değildir...

 

Benim merakımı celbeden bir saçmalık var...Niye bir parti adayını 1 yıl evvelinden açıklanmadı diye sorgulanıyor. Niye açıklasın. Seçim zamanı herkes çıkar aday olur, Meclis kime teveccüh gösterirse onu seçer. Bir kişinin önceden aday olması ancak Meclis dışından birinin aday olması durumunda erkene alınmalıdır zira o durumda meclis dışından aday olan zemin yoklamak için harekete geçmektedir...

 

Bunun haricinde, 1 hafta olmuş, 1 ay olmuş, 1 yıl önce olmuş açıklama diğer partilere herhangi bir kazanç sağlamayacaktır. Bu durumda diğer partiler neden 1 yıl evvelinden Cumhurbaşkanı adayının kim olduğunu sürekli olarak AKP'ye soruyorlar.

 

Benim gönlüm Sami SELÇUK'tan yana...

 

AKP keşke onu seçebilseydi...Ama bu noktadan sonra gerçekçi ol imkansızı iste sendromuna dönmüş bir durumdur...

 

Bana kalırsa Abdullah GÜL, yeni Cumhurbaşkanımızdır. AKP'nin içerisinde milli görüş teşkilatından gelen ve Arınç'a sadık bazı kimseler Arınç'ın Cumhurbaşkanı olmasını isteyebilirler ama burada aranacak uzlaşı değil 276'dır artık...Yalnız Meclisin ilk toplanmasında Abdullah GÜL'ün 356 kabul oyu aldığını hatırlarsak bana kalırsa Abdullah GÜL, ilerleyen safhada Arınç tarafından da desteklenecektir. Pekiyi bu durumda Bülent Arınç'ın yeni görevi ne olacak...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Benim merakımı celbeden bir saçmalık var...Niye bir parti adayını 1 yıl evvelinden açıklanmadı diye sorgulanıyor. Niye açıklasın. Seçim zamanı herkes çıkar aday olur, Meclis kime teveccüh gösterirse onu seçer. Bir kişinin önceden aday olması ancak Meclis dışından birinin aday olması durumunda erkene alınmalıdır zira o durumda meclis dışından aday olan zemin yoklamak için harekete geçmektedir...

 

Bunun haricinde, 1 hafta olmuş, 1 ay olmuş, 1 yıl önce olmuş açıklama diğer partilere herhangi bir kazanç sağlamayacaktır. Bu durumda diğer partiler neden 1 yıl evvelinden Cumhurbaşkanı adayının kim olduğunu sürekli olarak AKP'ye soruyorlar.

 

Bu saçmalıkmı

 

Niyemi açıklasın? uzlaşma için. Hem siyasi partilerle, hemde toplumla. Cumhurbaşkanı adayı aylar öncesinden açıklanır. Toplum adayı tanır, değerlendirir. Parti kendi tabanında adayı değerlendirir. Diğer partilerin adayla ilgili görüşleri alınır.

 

Buna uzlaşma denir.

 

Aksi ne olur. Gerginlik olur, hem kendi partin içinde, hemde diğer siyasi partilerle ve toplumda. Bu olmuşmudur. Evet olmuştur.

 

Bülent Arınç'a gelince. doğruları yanlış zamanda söyledi diyemi.

 

"Seçeceğimiz cumhurbaşkanı dindar olmalı, eşinin başı kapalı olmalı, milli görüş tabanlı olmalı" Tarafsızlık üstüne yemin etmiş bir meclis başkanı. Veyahutta onu geçtim. Cumhurbaşkanı için böyle kriterler ortaya koymak doğru bir şeymide.

 

Bir partinin tarafsızlık ilkesiyle göreve başlayan meclis başkanı. Böyle partizanca davranırsa. elbette o partinin seçeceği cumhurbaşkanının ne kadar tarafsız olacağı endişesi ve gerginliği doğar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cyrano, her ne olursa olsun, demokratik mekanizmanin islemesi gerektigi dusuncesine katildiginizdan eminim. Anayasaya uygunluk ve hukukun ustunlugu temelinde siyaset yorumlanmali ve objektif bakistan kastim da her zaman bu olmustur. Siz AKP'nin sozkonusu surecin mimari oldugunu soyluyorsunuz ve iktidar partisinin takip ettigi siyasetten orneklerle elestirilerinizi ortaya koyuyorsunuz. Elestirilerinizin bir kismina tamamen katilmakla birlikte, cikrimlarinizi paylasmiyorum. Sebebine gelince;

 

Oncelikle bir seyi netlestirmek gerekiyor: Hersey anayasaya ve siyasi teamullere uygun bir sekilde yurumeli. Cumhurbaskanligi adayligi icin istenen sartlar anayasada acik bir sekilde yer alir. Adaylara yapilacak itirazlar bu kistas icinde oldugu taktirde dikkate alinir. Onun haricinde yeni sartlar ortaya koymak, hukuk disi yorum ve kisilere dair anayasanin disinda herhangi bir gerekce olsa olsa demokratik tartisma ortaminin bir parcasi olarak kalir ve asla mekanizmayi etkilemez. Cunku sonucta yasalar neyi soylerse o olur. Tabii bu durum demokratik ulkeler icin gecerli bir kistas.

 

Simdi bu kistasla ilgili sunu gorebiliriz: AKP iktidar partisidir ve mecliste cogunluga sahipti. Bu ulkenin anayasasi Cumhurbaskanini meclis cogunlugu secer diyor. Ortada elbette bir temsil adaletsizligi vardi ama bu ulkenin anayasasi bunu da ongoruyor. Baraj sistemi nitekim muhalefet tarafindan da asagiya cekilmek istenmedi. Dunyanin hicbir demokrasisinde, anayasa ve hukuk kurallari icinde, secimle cogunlugu elde etmis bir iktidar "temsil sorunu" ile elestirilmez. Halk iradesiyle meclise girmis olanlara, "sen bu isi yapamazsin" denmez, denemez. Ancak politiklar, yapilanlar elestiri konu olabilir. Ama bizde ne oldu? Surekli olarak AKP'nin ucte bir oyla ucte iki cogunlugu uzerinde duruldu. Bunun herhangi bir hukuki dayanagi var midir? Begenmiyorsaniz, o zaman secim barajini dusurelim deseydiniz..

 

Bugun MHP'nin aldigi tavir demokrasilerde olmasi gerekendir. Zamaninda CHP bu olgunlukla sureci baslatsaydi (Cunku tartisma surecini CHP baslatmistir, AKP son ana kadar polemige girmemeye calismistir) durum cok daha farkli olabilirdi. Ama tabii Baykal'in secim hesaplarini gozden kaciranlar var. Bu yolla oyunu arttirabilecegini dusundu ama bekledigi sonucu alamadi. Gerilim politikasi ve oy... Bu durum bana o denli net gorunuyor ki, neyse..

 

Surec bir yil oncesinden kendisini dayatmaya basladi. Once Baykal onderliginde Tayyip Erdogan'in Cumhurbaskani olamayacagi dillendirilmeye baslandi. Deniz Baykal, TSK ile ayni dusunmeyen birisinin Baskomutan olamayacagini soyluyordu. Biraz geriye dondugumuzde ilk tartismanin bu sekilde basladigini gorebiliriz. Bir ulkede Basbakanlik yapmis birisi Cumhurbaskani olamazdi! Baykal boylece anayasanin disinda yeni kriterleri bu sekilde siyasetin icine sokmus oluyordu ve gundemi takip edenler cok iyi bilir ki, bu ilk degildi. Erdogan ve AKP ise, gazetelerde, TV'lerde suregiden polemikten uzak durmaya ve muhalefetin soylemleriyle ilgili yorum yapmamaya ozen gosterdi. Her soruldugunda, "Nisan'a kadar bu konu gundemimizde yok" denildi. Cunku ulkeyi aylar oncesinden Cumhurbaskanligi secimi gerilimine sokmanin bir anlami olamazdi.

 

Gercekten AKP mi baslatti gerilimi? Muhalefet lideri aylar oncesinden yaptigi konusma ve gerilim politikalariyla uzlasmanin tum kapilarini kapatacak, sonra da dayatmak suretiyle "ya bizim onay verecegimiz biri olacak, ya da siz secemezsiniz" diyecek. Buna ragmen Erdogan polemige girmekten hep uzak duracak, itidali elden birakmayacak. Nitekim AKP'nin o donemdeki stratejisi oldukca akillicaydi. Dusunun, muhalefet iktidar partisinin lideri Basbakana 'sen Cumhurbaskani olamazsin, cunku Cumhuriyet'e ve Ataturk'e bagli degilsin' diyecek ve biz de Basbakandan muhalefetle uzlasmasini bekleyecegiz. Var mi boyle bir sey? Hangi siyasetci, kendi sahsi hakkinda aylarca demedigini birakmayan kisiyle uzlasabilir? Hayir, bunu duygusal anlamda soylemiyorum. Siyaset acisindan dusununuz. AKP tabani bu durumda Erdogan'a "helal olsun" mu diyecekti? Sanmiyorum. Ben dahil bircok insan, bu kadar da pasif siyaset olmaz diye dusunecektik. Kaldi ki, hukuk disi davranarak, yasalarda olmayan kriterleri ve kendince bazi isimler uzerinden isteklerini dayatmak suretiyle CHP, ta basindan uzlasi yolunu kapatan parti olmustur.

 

Nisan ayina geldigimizde ise AKP'nin hatalariyla yuzlesmeye basladik. Baykal isin basindan niyetini belli etmis, Mumcu ve Agar da 'halk secsin' diyerek isim uzerinde uzlasmaya gitmeyeceklerini belli etmislerdi. Bu durumda AKP 'muhalefet destek olmuyor, biz de Cymhurbaskanini sececek cogunlugumuz oldugu halde bunu yapmayacagiz' mi demeliydi? Hangi iktidar bunu yapar? Hele AKP gibi bir partinin tabani gozonune alindiginda, intihar demek olurdu bu. AKP anayasanin kendisine verdigi yetkiler icinde elbette secimi yapmaliydi. Ama kendi icinde Bulent Arinc'la onemli bir problemin icine girdi. Secime bes kala, parti icinde etkili bir ismin onderliginde parcalanma belirtileriyle halka gitmenin riskini degerlendirebilmek icin siyasetci olmak sart degil. Arinc'in da olurunu alacak bir adayin belirlenmesi AKP acisindan bir zorunluluk halini almisti. Ve ortaya atilan isim; Abdullah Gul. Bana sorarsaniz, bu en mantikli tercihti. Ama Arinc'in konusmalari, uslubu sozkonusu tercihi saibeli hale getirdi. Arinc, parti icinde kalmasi gereken itirazlarini, Erdogan'in kendisine ragmen birseyler yapmasindan korkarak, daha dogrusu guvenmeyerek disavurmustur. Dayatmalarini garantiye almak istemis ve Gul'e de, AKP'ye de en buyuk zarari vermistir.

 

Adayin son saatlere kadar aciklanmayisi da son derece yanlis bir taktik idi. Ben aslinda bunu bir taktik olarak degerlendirmiyorum, zira parti icinde bir uzlasiya son saatlere kadar varilamamasindan kaynaklandigini dusunuyorum. Bu yine de, muhalefetin her ne olursa olsun "Bu meclis Cumhurbaskanini secemez" tavrini golgede birakmaz.

 

Yandas medyanin surec icerisindeki tavirlari uzerinde duruluyor. Acik olmak gerekirse, Taliban'i bile mucahit olarak lanse eden o yandas diye tabir edilen gazetelerin uclarda gezinen sorumsuz yayinlarina belki bircok kisiden daha fazla karsiyimdir, daha fazla rahatsiz oluyorum. Fakat o surec icinde diger medyanin attigi mansetler, konu edindigi haberler, carpitmalar, niyet okumalar vs. de gozden kacirilmamali. Aslinda orneklerle konuyu acmak isterdim ama yazinin hacmini hayli buyutur. Belki sonra orneklemelerde bulunabiliriz; her iki medyadan da. Kisacasi, tek yonlu bakmamak gerekiyor olaya.

 

Cumhuriyet mitinglerine gelince.. Forumda defalarca goruslerimi paylastim. Insanlarin hassasiyetlerini demokratik olarak dile getirdiklerini, bu kaygilara ve kayginin sahibi halka saygi duydugumu hep belirttim. Bununla birlikte, bazilarinin kaygilari korukledigini, hassasiyetler uzerinden toplum muhendisligi yaptiklarini, mitingleri organize eden guc ile samimi halkin talepleri arasinda uyumsuzluk oldugunu soyledim ve hala da ayni gorusteyim. Guc cevrelerinin amaclarini bir tarafa koyarak mitinglere katilan halki kucumseyici, suclayici her uslubun da karsisinda oldum. AKP'nin konuyu degerlendiris tarzini da begenmedim. Dolayisiyla, bu konudaki elestirilere de katilmak zorundayim.

 

Ne muhalefet ne de iktidar partisi ulkeyi gerecek sorumsuz politikalar yapamazlar. Sorunu demokratik mekanizmayi zorlayarak buyuten CHP olmustur. Anayasaya zoraki yorumlar, askerin siyasete mudahale ortamini hazirlama, muhtirayi bile sosyal demokrasiden nasibini almamis bir parti edasiyla degerlendirme... Yine diyorum, objektif olalim. Anayasal duzlemde AKP Cumhurbaskanini secebilirdi, anayasal bir hak da degildi bu, bir gorevdi. Uzlasma aramasi sorumlu bir politika anlayisi olurdu. CHP'nin tavri bastan ortadaydi, bunu gorememek icin iyi bir mantikci olmak lazim, yoruma gerekce uretilmesi bazinda. "Sen olamazsin cunku guvenilmezsin, secemezsiniz, sectirmeyiz ama ola ki secmenize izin veririz o halde Sener olsun." Bunu "AKP neden Sener'i secmedi" seklinde degerlendirmek, bilmiyorum nasil mumkun olur?..

 

Hasili konuyu uzatmayalim fazla. Medyadan ve siyasetcilerin konusmalarindan orneklerle tartismaya devam edebiliriz. Yalniz, ne AKP sutliman, ne de CHP tek basina herseyin sorumlusu. Ama ben cozumu meclisin disina tasiyarak siyasetin yeniden siyaset disi unsurlara devredilip bundan iktidar devsiremeye calisma zihniyetinden uzagim. Bircok insan iste bu yuzden AKP'yi desteklemistir. Ulkenin her kesiminden oy alma basarisi kucumsenmemeli.

 

Saygilar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tek bır cevap yeter dıye yola cıkanlar meydanlarda hesap sormassam namerdım dıyenler ılk gunden akp nın yanında oluverdıler.yarın bırgın dtp lı mıllevekıllerı federasyonu gundemegetırırlerse bunlar gıder onlarında yanında olursa hıc sasırmam.abd ıle en ıyı muttefıkı ben yaparım dıyen bır partı lıderınden hersey beklenır.askerımızın basına cuval gecırıldıgınde ben o zamanlarda bıle abdye karsı olmadım dıyerek abd ye baglılık mesajı veren denız baykaldanda hersey beklenır.abd ye baglılık anlamında hepsı bırbırlerıyle yarıs ıcerısındeler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Restpektife tekrar katılıyorum...

 

Bu arada politika adlı vatandaş da belirttiğim güzel iletiden önce öyle cümleler kurmuş ki ülkeyi nasıl "kalıp" pencerelerden gördüğünü ortaya koymuş...

 

Cumhurbaşkanlığı ülke yönetiminde rol oynamış herkesin "hakkıdır", sırf birilerinin işine gelmiyor diye bu "inatlaşma" olarak gösterilemez; halk seçimlerde "inatlaşma" konusunda hangi tarafa daha çok katıldığını da göstermiştir...

 

Biz seçim öncesinde de söyledik sırf Cumhurbaşkanlığı için önceden oy verdiği partilere oy vermeyip AKP'yi tercih edecek olanları...

 

Darbeye ortam olamamalı, hiçkimse "ama onlar da çok kaşındı" tarzı yaklaşım gösteremez; tabi demokrasi gerçekten isteniyorsa!!!

 

HİÇ KİMSE BANA DARBEYİ GEREKLİ GÖSTERMESİN; BUNU YAPANLAR HALKA MONTE ETMEK İSTEDİKLERİNİ YAPAMAMIŞ OLANLARDIR VE HER ZAMAN SEVİLMEMEYE MAHKUM OLACAKLARDIR!!!

 

ONCA DARBE-MIHTIRA BİR-İKİ YE RAĞMEN HALA BİRİLERİNİN TEHLİKECİLİK YAPMASININ SEBEBİ DE BUDUR; HALK BİR TÜRLÜ ONLARI SEVEMEMİŞTİR!!!

 

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

[22 temmuz seçimlerinden önce mecliste yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini chp dyp ve anap protesto edip katılmamış ve çok büyük bir demokrasi utancı sergilemişlerdir. cumhurun kendi başkanını yani cumhurbaşkanını halkın seçmesini istemişlerdir. ak parti hükümeti de buna karşılık yeni bir anayasa değişikliği yaparak seçimlerin 4 yıla indirilmesini cumhurbaşkanının 5+5 sistemine göre halk tarafından seçilmesinini içeren teklifini köşke sunmuş ve veto ile geri dönmüştür tüm demokratik yönmtemler denenmiş olmasına rağmen bütün süreç tıkanmış ve içinden çıkılamaz hale gelmiştir bunun tek yolu ise erken seçimden geçtiği anlaşılmış ve 22 temmuz 2007 günü halk büyük bir demokrasi sınavı vererek ak partiyi tek başına iktidara getirmiştir

 

sonuç olarak cumhurbaşkanlığı oylamasını protesto edenler sandığa gömülmüştür

 

cumhuriyet halk partisi tekrar oylamaya katılmayacağını bildirmiş ve kendi gerçek yüzünü de ortaya koymuştur

 

uzlaşma tek yoldur demokrasiyi tıkamanın hiçbir kesime fayda getirmeyeceği açık bir gerçektir

 

saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tabiki Abdullah Gül cumhurun başı olacak.

eger ki Ak parti bu tercihden, herhangi bir nedenden dolayı vazgeçerse kendisi kaybeder.

vatandaş miting meydanlarında, özellikle bu konuda müthiş bir destek vermiştir.

MHP ve bagımsızların da meclise girme kararından sonra, seçim yüzde 80 lik bir tabana oturmaktadır.

bundan sonra yapılacak olan Abdullah Gül'ün seçilmesidir.

yüzde 20 lik (elesen oda kalmayacak ya neyse) bir dayatmaya kimsenin haklı gerekçesi olamaz.

demokrasi çogunlugun tahakkümü degilse, azınlıgın tahakkümü hiç degildir.

bu seçim, askeri vesayet sistemi açısından eksensel bir kaymaya sebep olabilir, bu, demokrasi adına bir kazanım olacakdır.

 

selam hidayete tabi olanlara.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cumhurbaskanligi makamina oturacak olan kisi herseyden önce Türkiye Cumhuriyetinin temel yapisina onu kuranlara ve ona saygi duyanlara saygi duymalidir eger bu özelliklere sahip degilse o birakin Cumhubaskani olmayi devlette görev bile yapamaz o ancak pastirmacilik yapabilir.Benim adimi vererek yazan kisi herseyden önce olaylara objektif bakmasini ve gercekleri kabullenmesini ögrenmelidir.Mademki AKp yi savunuyorsunuz bu sizin demokratik hakkinizdir ama elinizi vicdaniniza tabiki eger varsa koyun ve AKP nin neden ve nasil oiktidar koltuguna tasindigini medenice anlatin,birakin burada halkin iradesini falani filani halkin iradesi asla sorulmamistir bu ülkede,bu ülkede halka ne yapacagi empoze edilmistir.Bu ülkede Cumhurbaskanligi yapacak olan kisi önce soyunu sopunu halka aciklasin kimlerin hesabina calistigini otursun delikanli gibi anlatsin ondan sonra sizler onun savunmasini yapin.Amerikan elcileriyle CIA yetkilileri ile kapali kapilar ardinda gizli dolaplara kafa sallayan bir adam CUmhurbaskanligini haketmemistir.Askerler sehit edilirken ABD ye telefon acip *ya birseyler yapin yoksa iktidarimiz elden gidecek*diyen bir adam Cumhurbaskanligini haketmemistir.Laiklige küfreden bir adam bu ülkede cumhurbaskani olamaz olurasa ancak AKP lilerin ve DTP lilerin cumhurbaskani olabilir.

 

 

saqygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cumhuriyetle beraber saltanat yıkılmiştir..Halkın tercihleri Önplana alınmiştir..Cumhuriyeti savunanları anlayamıyorum Seçimlerde kendini Yönetmek isteyeni tercih ettiğinde neden karşi çıkılıyor..Bunu bir türlü anlayamıyorum..

 

Politika DEvletin gizli Bilgilerine vakıf bir arkadaşimiz baksanıza kapalı kapılar ardındaki CIA söylemlerinden,telefon trafiğinden bile haberdar..

 

SaygıLar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cumhuriyetle beraber saltanat yıkılmiştir..Halkın tercihleri Önplana alınmiştir..Cumhuriyeti savunanları anlayamıyorum Seçimlerde kendini Yönetmek isteyeni tercih ettiğinde neden karşi çıkılıyor..Bunu bir türlü anlayamıyorum..

 

Politika DEvletin gizli Bilgilerine vakıf bir arkadaşimiz baksanıza kapalı kapılar ardındaki CIA söylemlerinden,telefon trafiğinden bile haberdar..

 

SaygıLar..

 

Onlari sagir sultan bile duydu birtek AKP lilerin kulagina gelmedi.

Asil saltanat AKP ile basladi cünkü AKP nin basinin Busch gibi bir dostu Berluskoni gibide nikah sahidi var.Bu ancak saltanat sahiplerine yakisir.******* ***** ******* Vahdettinde saltanat sahibiydi bütün imparatorluk onun emrindeydi ama memleketi Ingilizlere satmisti.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu saçmalıkmı

 

Niyemi açıklasın? uzlaşma için. Hem siyasi partilerle, hemde toplumla. Cumhurbaşkanı adayı aylar öncesinden açıklanır. Toplum adayı tanır, değerlendirir. Parti kendi tabanında adayı değerlendirir. Diğer partilerin adayla ilgili görüşleri alınır.

 

Buna uzlaşma denir.

 

Aksi ne olur. Gerginlik olur, hem kendi partin içinde, hemde diğer siyasi partilerle ve toplumda. Bu olmuşmudur. Evet olmuştur.

 

Bülent Arınç'a gelince. doğruları yanlış zamanda söyledi diyemi.

 

"Seçeceğimiz cumhurbaşkanı dindar olmalı, eşinin başı kapalı olmalı, milli görüş tabanlı olmalı" Tarafsızlık üstüne yemin etmiş bir meclis başkanı. Veyahutta onu geçtim. Cumhurbaşkanı için böyle kriterler ortaya koymak doğru bir şeymide.

 

Bir partinin tarafsızlık ilkesiyle göreve başlayan meclis başkanı. Böyle partizanca davranırsa. elbette o partinin seçeceği cumhurbaşkanının ne kadar tarafsız olacağı endişesi ve gerginliği doğar.

 

Evet CYRANO, saçmalık...

 

Anayasanın bizzat kendisi Cumhurbaşkanlığı için uzlaşma aramıyor. İdeal olan uzlaşma ile birinin Cumhurbaşkanı seçilmesidir ancak örneğin bir parti 400 milletvekili çıkartırsa diğer partilere müracaata zaten uzlaşmaya gerek yoktur.

 

Gerginlik mi? Komik olmanın yeri ve zamanı vardır...Bunun dışında yapılan komiklikler olayı trajik hale getirir. CYRANO, verilen kararı hatırlıyorsun 367 ile ilgili olan...Bu karar uzlaşmanın filan gerek olmadığını açıkca göstermiştir. Siz seçemezsiniz. Siz seçemezseniz kim seçebilir. Her zaman dediğim gibi Kahtalı Mıçı...

 

Cumhurbaşkanı Adayının aylar önceden açıklanmasına gerek yoktur. Anayasa Cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasından 1 ay önce seçimlere başlanır der ve bu bir ayın ilk bölümünde adaylar belli olur. Son Cumhurbaşkanımızın nasıl seçildiğini hatırlayın...

 

Ali Fuat Başgil, Cumhurbaşkanı olmaya kafasına koyduğunda bütün halk teveccüh göstermesine rağmen askeri zevattan bazıları onu nasıl da susturmuşlardı...

 

Tayyip Erdoğan kendisi Cumhurbaşkanı olmaya niyetlenmiş biriydi, muhalefeti susturmak için son anda çekildi ve onların da isteği olmuş olsun diye Abdullah GÜL ismini öne sürdü...Muhalefet bu ismi niye kabul etmedi. Niye...Abdullah Gül'le ilgili meseleleri neydi. Niye şimdi çıkıp da Abdullatif Şener olsa olur diyorlar...Sizin istediğinizi seçtirmek istemiyoruz diye...

 

Daha önce sizinle tartışmıştık...İdeal olan cereyan etmiyor maalesef. Karşınızdaki parti muhalefeti marifet bellemiş bir parti. Bu partiyle uzlaşmanın mümkün olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu...

 

Bülent Arınç'ın sözlerini başka bir yerden okuyalım. İmam Hatipli Cumhurbaşkanı istemiyoruz, eşi başörtülü Cumhurbaşkanı istemiyoruz, dindar cumhurbaşkanı istemiyoruz...Bunların söylenmesi doğruysa Bülent Arınç'ında tersini söylemesi doğrudur. Kaldıki eşi başörtülü, dindar bir Cumhurbaşkanının tarafsızlığı konusunda nasıl bir sorun olabilir. Dindar biri tarafsız olamaz mı...Şu anki Cumhurbaşkanımız tarafsızmı? Tarafsız biri olabilir mi gerçekten yoksa vs. vs...(Milli görüş tabanlı olmalı kısmına katılmıyorum maalesef...Söyledi mi onu da bilmiyorum)

 

Bu arada Bülent Arınç'ın söylediği doğrularla ilgili meselem Cumhurbaşkanlığı ile ilgili olanlar değildi. Daha önce başka konularda söyledikleriydi. AKP'nin milli görüş anlayışı dışında olan ılımlılık yerine daha radikal, daha köklü, daha çabuk hareket edilmesiyle ilgili bazı sözleriydi...

 

Tekrarla: İdeal olan herkesin isteyeceği birinin Cumhurbaşkanı olmasıdır. Ancak, böyle biri asla bulunamaz. O halde Cumhurbaşkanı olacak kişinin halkın büyük kısmını temsil etmesi gerekir. Halkın büyük kısmını temsil edecek Cumhurbaşkanı ancak ve ancak seçim sonuçlarıyla ortaya çıkar. Bu noktada halk ya bizzat Cumhurbaşkanını kendisi seçmelidir veya bu seçimde olduğu gibi Cumhurbaşkanını seçecek insanlara bu yetkiyi vermelidir.

 

367 Uzlaşma sayısı değil bu sayıya ulaşan partinin Cumhurbaşkanını seçme sayısıdır. Bir parti 400 milletvekili çıkardığı durumda kimse uzlaşma gerekir diyemeyecektir, ancak bu zamana kadar sorun olmayan uzlaşma meselesini ortaya atan bürokratik oligarşi (buna dikostokrasi de diyebiliriz) bugün bir sorun olarak karşımızda duruyorsa acaba 400 milletvekili durumunda ne diyecekti onu merak ediyorum...

 

Saygılarla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...

Bülent Arınç'ın sözlerini başka bir yerden okuyalım. İmam Hatipli Cumhurbaşkanı istemiyoruz, eşi başörtülü Cumhurbaşkanı istemiyoruz, dindar cumhurbaşkanı istemiyoruz...Bunların söylenmesi doğruysa Bülent Arınç'ında tersini söylemesi doğrudur. Kaldıki eşi başörtülü, dindar bir Cumhurbaşkanının tarafsızlığı konusunda nasıl bir sorun olabilir. Dindar biri tarafsız olamaz mı...Şu anki Cumhurbaşkanımız tarafsızmı? Tarafsız biri olabilir mi gerçekten yoksa vs. vs...(Milli görüş tabanlı olmalı kısmına katılmıyorum maalesef...Söyledi mi onu da bilmiyorum)

...

 

Konuyu hic bu acidan dusunmemistim Karabekir. Medya ve sesleri daha gur cikanlar herseyi o kadar tersten cigiriyor ki, sagduyulu ve objektif bir sekilde olaylari degerlendirmek imkansizlasiyor. Cunku hep tek yonlu agir sesler dolusuyor kulaklara. Ben dahil, bircok insana bazi sozlerin nelere karsilik olarak soylendigi, iste bu agirligin altinda ezilerek gorunmez oluyor. Aslinda, 'dusunulmeyecek bir sey de degilmis hani' diyerek herhangi bir seyi dogru yerinden kavrayabilecegimiz o kadar cok sey var ki. Ama gel gor ki, farkliligin olmadigi ve tektip kalipsalliga teveccuh edildigi ortamlarda zihinsel yeteneklerimiz de kisirlastiriliyor.

 

Bu sozler elbette sadece isaret edilen noktaya dair degil ama genel halimiz uzerine, alintidaki gerceklige istinaden aklima gelenlerdi. Tesekkurler Karabekir, gozden kacirilani goze yeniden ikram ettiginiz icin..

 

***

 

Bulent Arinc illa ki dindar olsun dedi. Bulent Arinc, esi basortulu olsun dedi... Bu sozler yanlis bulunuyor da, tersini soyleyenler neden yanlis degil? Cumhurbaskani'nin esi basortulu olamaz, Cankaya'da turban istemiyoruz gibi sozlere tepki olsun diye Arinc boyle bir soylem gelistirdi halbuki. Sen kalk demokrasilerde hic dillendirilmeyen seyleri soyle, sartlar koy, sonra da senin tersini soyleyeni sucla! Objektif bir insan, acik goruslu bir insan bu her iki kistasa da esit itiraz dile getirmelidir. Cunku dindar cumhurbaskani olmasin demekle cumhurbaskani dindar olsun demek arasinda bir fark yok. Esi basortulu olsun demekle esi basi acik olsun demek arasinda da fark yok. O halde neden sadece Arinc'a yuklenildi? Kendi anti-demokratik taleplerini hakli cikarmak icin olmasin?..

 

Denebilir ki, ulkenin hassasiyetleri falan fistan fesmekan... O zaman size yukaridaki yorumumu hatirlatmaktan ote bir sey yapamam. Sesin gur cikmasiyla irtibati iyi kurmaliyiz. Nitekim gur sesli olmayan hassasiyetlerin sandikta sesini duyduk...

 

Selam ile

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet CYRANO, saçmalık...

 

Anayasanın bizzat kendisi Cumhurbaşkanlığı için uzlaşma aramıyor. İdeal olan uzlaşma ile birinin Cumhurbaşkanı seçilmesidir ancak örneğin bir parti 400 milletvekili çıkartırsa diğer partilere müracaata zaten uzlaşmaya gerek yoktur.

 

Anayasa partilerin cumhurbaşkanı konusunda uzlaşmaları için bir sürü yaptırım uygulamış. Bir anayasada cumhurbaşkanı uzlaşma ile seçilir diye muğlak bir madde olmaz. Ama anayasının 102 . maddeside dahil konuyla alakalı maddeleri, partilerin uzlaşarak cumhurbaşkanı seçmeleri için yaptırımlar uyguluyor. Bir meclisin bir ay içinde cumhurbaşkanı seçememesi halinde fesh olması maddesi ne için vardır.

 

Eğer bir parti, bu seçimde olduğu gibi, verilen oylarla orantılı temsil edecek şekilde 400 milletvekiline sahip olduysa, o zaten toplumun o parti üstünde büyük çoğunlukla uzlaştığını gösterir. Elbette uzlaşma o zaman elzem olmaz. Ancak toplumun %35 inin desteğine sahip bir parti bir hükümet, uzlaşma aramak zorundadır pragmatik ve yangından mal kaçırı zihniyetle makamı seçmek, ülkenin gelecek 7 yılına bir toplumsal çatışmanın zeminini oluşturmaktır.

 

Cumhurbaşkanı Adayının aylar önceden açıklanmasına gerek yoktur. Anayasa Cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasından 1 ay önce seçimlere başlanır der ve bu bir ayın ilk bölümünde adaylar belli olur. Son Cumhurbaşkanımızın nasıl seçildiğini hatırlayın...

 

Cumhurbaşkanı adayları aylar öncesinden tartışılmaya başlanır. Partiler adaylarını belirler. Diğer partilerle görüşür. Ortak bir isin üzerinde uzlaşıya varılır ve Cumhurbaşkanı seçilir. Ahmet Necdet Sezer'de böyle seçilmiştir. Partiler diğer adaylar üstünde görüşmeler yapmış ve sonunda Sezer üstünde karar kılmışlardır.

 

%35 i temsil edip ben güçlüyüm, kimseye danışmam, kimseyle uzlaşma aramam son gün adayımı açıklarım sonra seçerim mantığıyla Cumhurbaşkanı seçmeyi siz hangi demokrasi ve toplumsal uzlaşma anlayışıyla bağdaştırıyorsun bunuda anlamak mümkün değil. ( idi amin'de, stalin'de, pol-pot'da o toplumun en az %35 inin desteğine sahipti)

 

Ali Fuat Başgil, Cumhurbaşkanı olmaya kafasına koyduğunda bütün halk teveccüh göstermesine rağmen askeri zevattan bazıları onu nasıl da susturmuşlardı...

 

Bütün halk teveccühmü göstermişti? Ülke 27 Mayıs sürecinden çıkmış. 27 Mayıs öncesi toplumsal kutuplaşma bitmiş şimdi yeni ve 20 yıl sürecek kanlı toplumsal kutuplaşma başlıyor. Ve tarafsızlık hususunun elzem olduğu Cumhurbaşkanlığı makamına Ali Fuat Başgil gibi koyu taraflı bir kişiyi oturtmak.

 

Ki herkesten önce kendi partisi baskı yaptı aday olmaması için, allah aşkına tarihi böyle çarpıtmayalım.

 

Otururuz 27 Mayıs'ı tartışırız. Ama 27 Mayıs la ilgili konuları böyle çarpıtıp. Kullanma bence. Ali Fuad Başgil, zorla engellenmeyi. Menderes muhalifi (menderesin deyimiyle kara cübbeliler) üniversite hocalarının üstünde terör estirilirken düşünseydi. Hangi hocaların ezileceği hususunda menderese danışmanlık yaparken düşünseydi. Menderes ülkeyi demir yumrukla yönetirken, akıl hocalığını yaparken düşünseydi.

 

Evet bir anayasa hukukçusu ama. Kendisi, bütün muhalif gazeteler kapatılırken, binlece insan hiçbir hukuki gerekçe olmadan gözaltına alınırken tutuklanırken, muhaliflere zor kullanması için orduya emriler verirken Menderes hükümetinde. Ali Fuat Başgil anayası unutmuştu sanırım. Yada anayasa aklına ihtilal olunca geldi.

 

 

Tayyip Erdoğan kendisi Cumhurbaşkanı olmaya niyetlenmiş biriydi, muhalefeti susturmak için son anda çekildi ve onların da isteği olmuş olsun diye Abdullah GÜL ismini öne sürdü...Muhalefet bu ismi niye kabul etmedi. Niye...Abdullah Gül'le ilgili meseleleri neydi. Niye şimdi çıkıp da Abdullatif Şener olsa olur diyorlar...Sizin istediğinizi seçtirmek istemiyoruz diye...

 

Tayyip Erdoğan AKP içinde dahi kimi radikaller dışında, Cumhurbaşkanlığına uygun bulunmadı. Kendi parti meclisi bile adaylığına karşı çıktı bırak muhalefeti. Dışarıya karşı yok başımızda kalsın gibi argümanlar türetilsede, Tayyip'in cumhurbaşkanlığına uygun birisi olmadığını kendiside partiside biliyordu.

 

Makam tarafsızlık makamıdır.

 

Askerler müdahele edene kadar. "Ben laik değilim müslümanım" , "Millet isterse laiklik gider" , gibi ve daha ağır bir sürü radikal söyleme imza atmış bir kişi o makama uygun değildir.

 

Artı Muhalefet Abdullatif Şener ismini, Abdullah Gül'ün ismi açıklanmadan önce önermiştir.

 

Muhalefet, eşi türbanlı cumhurbaşkanı istemiyordu. Milli Görüş kökenli cumhurbaşkanı istemiyordu argümanları geçersizdir. Uzlaşmazlığa kılıf aramak için. Çünkü bu iki özelliğede sahip olan kişiyi önermiştir Muhalefet, Yani hem eşinin başı kapalı, hem AKP li hede milli görüş kökenli olan birisini.

 

Hükümet ise bunu muhalefetle müzakere dahi etmeye tenezzül etmemiştir.

 

Daha önce sizinle tartışmıştık...İdeal olan cereyan etmiyor maalesef. Karşınızdaki parti muhalefeti marifet bellemiş bir parti. Bu partiyle uzlaşmanın mümkün olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu......

Bu partiyle uzlaşmak mümkün değildidee. Erdoğan nasıl milletvekili oldu ?

 

Erdoğan'ın milletvekilliği dışında Hükümet hangi başlıkta muhalefetle uzlaşma aradı ?.

 

ben anlamıyorumki siz başka bir türkiyemi seyrettiniz beş yıl boyunca.

 

Bülent Arınç'ın sözlerini başka bir yerden okuyalım. İmam Hatipli Cumhurbaşkanı istemiyoruz, eşi başörtülü Cumhurbaşkanı istemiyoruz, dindar cumhurbaşkanı istemiyoruz...Bunların söylenmesi doğruysa Bülent Arınç'ında tersini söylemesi doğrudur. Kaldıki eşi başörtülü, dindar bir Cumhurbaşkanının tarafsızlığı konusunda nasıl bir sorun olabilir. Dindar biri tarafsız olamaz mı...Şu anki Cumhurbaşkanımız tarafsızmı? Tarafsız biri olabilir mi gerçekten yoksa vs. vs...(Milli görüş tabanlı olmalı kısmına katılmıyorum maalesef...Söyledi mi onu da bilmiyorum)

 

Birincisi, gerçekten hukuğu işimize göre yorumlamak oluyor bu. Bülent Arınç kimdir. Tarafsızlık konusunda yemin etmiş bir meclis başkanıdır. Ancak Hükümet Partisinde cumhurbaşkanlığı ile ilgili olarak başbakandan sonra en çok konuşan kişidir. AKP'nin cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili, en radikal çıkışları ve başbakandan sonra ( kimi zaman daha fazla) yorumları en çok yapan ve en kavgacı tavır izleyen kişi kimdir. AKP 'nin seçtiği ve bağımsız olması gereken meclis başkanı. Hesap et artık seçeceği cumhurbaşkanının tavrını buradan.

 

Nasıl bir mantık bekir? kusura bakmada kelime oyunu yapmaya çalışmışsın. Sen "dindar bir cumhurbaşkanı olmalı" "eşinin başı kapalı olmalı" "milli görüş kökenli olmalı" gibi kriterler koymayı. Eşi türbanlı cumhurbaşkanı istemiyoruz söylemine misilleme olarak görüyor ve normalmi karşılıyorsun.

 

Birincisi Anayasa cumhurbaşkanlığıyla ilgili kriterleri belirtmiştir. Buna ek olarak kriterler koymak, bülent arınç'ın hele hele meclis başkanlığı koltuğunda otururken haddine düşen bir şey değildir.

 

Muhalefetin yada sivil toplum örgütlerinin biz şunu istemiyoruz demesi farklıdır. Hükümetin "şöyle şöyle olmalı" demesi farklıdır. yaptırım gücünü elinde bulundurmayan muhalefetle, yaptırım gücünü elinde tutan hükümet aynı konumda değildir. İkincisinin ortaya koyduğu kriterler hükümeti ve devleti bağlar.

 

Cumhurbaşkanımızın hangi tarafsızlığını gördük ? ayaklarını yere oturtalım. Cumhurbaşkanı şu icraatıyla, şu açıklamasıyla tarafsızlık örneği göstermiştir diyelim.

 

Bu arada Bülent Arınç'ın söylediği doğrularla ilgili meselem Cumhurbaşkanlığı ile ilgili olanlar değildi. Daha önce başka konularda söyledikleriydi. AKP'nin milli görüş anlayışı dışında olan ılımlılık yerine daha radikal, daha köklü, daha çabuk hareket edilmesiyle ilgili bazı sözleriydi...

 

Bu konu tartışmamız dışındada. bir yorumum var. AKP seçmeni eğer daha radikal milli görüş politikası isteseydi. Krala oy verirdi kralcıya değil. Yani milli görüşün ana adresine (kralcı tanımını teknik anlatım için kullandım)

 

Tekrarla: İdeal olan herkesin isteyeceği birinin Cumhurbaşkanı olmasıdır. Ancak, böyle biri asla bulunamaz. O halde Cumhurbaşkanı olacak kişinin halkın büyük kısmını temsil etmesi gerekir. Halkın büyük kısmını temsil edecek Cumhurbaşkanı ancak ve ancak seçim sonuçlarıyla ortaya çıkar. Bu noktada halk ya bizzat Cumhurbaşkanını kendisi seçmelidir veya bu seçimde olduğu gibi Cumhurbaşkanını seçecek insanlara bu yetkiyi vermelidir.

 

Hem ideal olan bu diyorsun. Hem o dönem %35 i temsil eden partinin, kimseyle uzlaşmadan ve kimseye danışmadan dayatmayla cumhurbaşkanı seçmesini normal olarak karşılıyorsun. Hükümet'in uzlaşma aramamasını "zaten uzlaşmaya gerek yok, o partiyle uzlaşılamazdı" gibi argümanlarla mantıklı hale getirmeye çalışıyorsun. Dediğim gibi o partiyle uzlaşılamasaydı, Erdoğan ne milletvekili ne de başbakan olabilirmiydi ? Demekki uzlaşılabiliyormuş.

 

 

 

Uzlaşma meselesi her zaman sorundu. 25 yıldır seçilen cumhurbaşkanlarının hangisi tek yönlü dayatmayla seçildi. Evren haricinde.

 

Saygılarla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Birde, askerlerin siyasete müdahele etmesi darbeler ve muhtıralarla ilgili bir şey söyliyeceğim.

 

Akerlerin ülke yönetimini ele alması. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisidir.

 

Ancak ilginç olan bir şey var.

 

Biz nasıl oluyorda, Türkiye tarihinin gördüğü en ileri ve en özgürlükçü anayasası bir askeri ihtilalin ve bu ihtilali gerçekleştirenlerin hazırladığı anayasa oluyor. 27 Mayıs anayasasından bahsediyorum.

 

Ve nasıl oluyorda, sonasında gelen sivil iktidarlar, o anayasanın verdiği özgürlükleri anayasa değişikliğiyle sınırlandırıyor veya geri alıyor ?

 

Bir mantık varmı. Yada ezberi kökünden bozuyor.

 

Nasıl oluyorda, biz bu ülkede, basın özgürlüğünü, siyasi parti kurma haklarını, sendika kurma ve örgütlenme haklarını, bireyin devlet karşısındaki dokunulmazlık haklarını bir askeri ihtilalin yarattığı 27 Mayıs anayasasına borçlu oluyoruz ? Ve nasıl oluyorda bu hakların verildiği anayasa sonrasında yapılan sivil hükümetlerin değişikliğiyle daha geri oluyor ?

 

Nasıl oluyorda bu gün sivil yönetimin önerdiği en özgürlükçü anayasa değişiklikleri bile , ilgili maddelerde 27 mayıs anayasasının gerisinde kalıyor ?

 

Bunun tam tersi olması gerekmiyormu ?

 

İşte bunu düşünmek gerekiyor. Slogan atmadan önce. Kim ne kadar mağdur, kim ne kadar suçlu bir daha düşünmek gerekiyor.

 

Ha keza bakalım 28 Şubat sürecine.

 

28 şubat dönemini daha yasakçıydı yoksa öncesindeki erbakan - çiller hükümeti dönemimi. 28 Şubatçılarmı daha inanca saygılıydı yoksa Erbakan hükümetimi ?

 

İsterseniz ben çok uzun örneklemeler ve karşılaştırmalar yaparım. kısa kısa örnekler vereyim.

 

Evet 28 Şubatta üniversitelerde türbana yasak kondu. Ancak, hiçbir öğrenci başı açık diye linç edilmeye kalkışılmadı. Ama 28 şubat öncesinde iktidar partisinin gençlik örgütünün başkanı bunu açık açık söyleyecek cesareti bulabiliyordu. "kafalarını koparırız" diyerek.

 

28 şubattan sonra, türban yasağını protesto etmek için seslerini yükselten ve haklarını arayan öğrencilere, 28 şubatı destekleyen partilerin yandaşları bile saldırmadı . Ama 28 şubattan önce, YÖK ü protesto etmeniz bile hükümet partisinin gençlik örgütünün üyelerinin satırlı, sopalı saldırısına maruz kalmanıza yetiyordu.

 

İktidar partisinin milletvekili, bu ülkede laiklere, eşitlikçilere ağzına gelen her türlü küfürü edebiliyordu (karını coniye sat diyecek kadar)

 

inanca saygı. Toplumsal muhalefetin yaptığı eylemleri bile değerlendirirken adalet bakanı ( ışık kapatma eylemleri) "mum söndü oynuyorlar" diyecek kadar inanca saygılıydı.

 

Hükümet partisinin Ankara belediye başkanı "tükürürüm ben böyle sanatın içine" diyerek, sanat eserlerini toplatacak saygılıydı.

 

Sincan belediye başkanı, kendilerinden olmayanları ölümle tehdit edecek kadar ve bunun nasıl olacağını detaylıca anlatacak kadar saygılıydı.

 

kimse kalkıp bana, bunlar o kişileri bağlar vs demesin. Diyecek varsada kimsenin çocuk olmadığını hatırlasın. Bunları yapanlar birey olarak yapmıyorlardı. Hükmetmenin gücüyle yapıyorlardı. Ve bunları yapıp partilerinden destek ve sahiplenmeyi görüyorlardı.

 

Sanırım neyi anlattığım anlaşılırdı.

 

Herkesin elini vicdanına koysun, bu ülke 28 şubat öncesinde mi daha inanca saygılı, daha demokratik ve iç huzura sahipti. Yoksa sonramı .

 

Bu 28 şubatı haklı çıkarmaz.

 

Ama kimsede bana, nasıl oluyorda. Bir askeri muhtıranın öncesindeki yönetim, askeri muhtıradan sonraki asker güdümlü siyasetten, daha baskıcı, daha inanca saygısız ve daha az demokrat olabiliyor bunu açıklayamaz.

 

Bir düşünün bence.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CYRANO

Anayasa partil]erin cumhurbaşkanı konusunda uzlaşmaları için bir sürü yaptırım uygulamış. Bir anayasada cumhurbaşkanı uzlaşma ile seçilir diye muğlak bir madde olmaz. Ama anayasının 102 . maddeside dahil konuyla alakalı maddeleri, partilerin uzlaşarak cumhurbaşkanı seçmeleri için yaptırımlar uyguluyor. Bir meclisin bir ay içinde cumhurbaşkanı seçememesi halinde fesh olması maddesi ne için vardır.

 

Uygulamış değil de düzenlemiş diyelim. Lakin bildiğim bir tane var. Seçimlerin yenilenmesi. 367'yi bulduğunuzda gerek de yok. Hatta aslında 276'yı bulduğunuzda bitti. Yaptırım filan yok. Uzlaşma ile seçilmesi şart olsaydı 3/4 veya daha yüksek bir oy potansiyeli istenirdi veya son turda 276'ya düşürülmezdi. Anayasamız Uzlaşma istemiş, ancak uzlaşma olmazsa 276 da yeter, yeter ki Cumhur başsız kalmasın demiştir. 61 Anayasasından farklı bir düzenlemeye bu yüzden gitmiştir...

 

Eğer bir parti, bu seçimde olduğu gibi, verilen oylarla orantılı temsil edecek şekilde 400 milletvekiline sahip olduysa, o zaten toplumun o parti üstünde büyük çoğunlukla uzlaştığını gösterir. Elbette uzlaşma o zaman elzem olmaz. Ancak toplumun %35 inin desteğine sahip bir parti bir hükümet, uzlaşma aramak zorundadır pragmatik ve yangından mal kaçırı zihniyetle makamı seçmek, ülkenin gelecek 7 yılına bir toplumsal çatışmanın zeminini oluşturmaktır.

 

Pekiyi, 340 milletvekili ve %46 oy alan bir parti için hala niye uzlaşma şart deniyor. Aslında hepimiz biliyoruz ki, Anayasa Uzlaşmayı şart koymuyor. Şu durumda zayıf olan (muhalefet) güçlünün istediğini yapmasını engellemeye çalışıyor. Ama güçlü de gücünü muhalefetin engel koymaya çalıştığı mecradan alıyor. Böyle bir durumda güçlünün muhalefetle işbirliğine gitmesi gücünün teorik olarak ortadan kaldıracaktır. Bu noktadan sonra muhalefet Abdullah GÜL'ün adaylığını desteklemeyecek iktidar ise Abdullah GÜL'ün arkasından çekilemeyecektir...Muhalefet daha önce güçlünün inisiyatifini kendilerinin istediği şekilde kullanmasını istemiş, olmayınca Anayasa Mahkemesince güçlüye sed çekilmişti. Bilindiği üzere her inisiyatif onu kullanana bağlıdır ister yapar istemezse yapmaz...

 

Cumhurbaşkanı adayları aylar öncesinden tartışılmaya başlanır. Partiler adaylarını belirler. Diğer partilerle görüşür. Ortak bir isin üzerinde uzlaşıya varılır ve Cumhurbaşkanı seçilir. Ahmet Necdet Sezer'de böyle seçilmiştir. Partiler diğer adaylar üstünde görüşmeler yapmış ve sonunda Sezer üstünde karar kılmışlardır.

 

Sanırım, süreci hatırlamıyorsunuz. Demirel çok sevilmiş ve tekrar aday yapılmaya çalışılmıştır. Olmamış, anayasayı değiştirmeye muktedir olamayan partiler Ecevit'in adaylığı üzerinde durmuş, merhumun lise mezuniyeti engel olmuştur.Ta ki, son ana kadar Sayın Sezer'in Cumhurbaşkanlığı ortada yoktu. Hatta Sezer'den evvel bazı aklı evvellerin dilinde Sami Selçuk ismi dolanıyordu. Olmadı, keşke o olsaydı...

 

%35 i temsil edip ben güçlüyüm, kimseye danışmam, kimseyle uzlaşma aramam son gün adayımı açıklarım sonra seçerim mantığıyla Cumhurbaşkanı seçmeyi siz hangi demokrasi ve toplumsal uzlaşma anlayışıyla bağdaştırıyorsun bunuda anlamak mümkün değil. ( idi amin'de, stalin'de, pol-pot'da o toplumun en az %35 inin desteğine sahipti)

 

%35 meselesini de tartışmıştık. Son seçimi (2002) yapan herkes bu meclisin Cumhurbaşkanı seçeceğini bilmek zorundaydı. Son seçimde gerek oy verenler, gerekse oy vermeyenler bir tercih yapmışlardı. Bu tercihi, susarak, hareket etmeyerek yapanları da AKP temsil edecekti. Yani ki, %34'ün karşısında %66 yoktu. %34 muhalefet hariç herkesin oyu demekti...

 

Pekiyi 2007'de kullanılan oy sayısında artış niye oldu. Oy vermeyenler birşeyi hatırladılar. Oy kullansanız da kullanmasanız da birini seçmiş oluyorsunuz. Yani birini tercih etmiş oluyorsunuz. Oy kullanmayanlar güçlüye yarar sağladıklarını farkettiler. Yani oy kullanmayanlar da dolaylı yoldan AKP'yi seçmiş oldular...Yani tarafsız kalamazsınız...

 

 

Bütün halk teveccühmü göstermişti? Ülke 27 Mayıs sürecinden çıkmış. 27 Mayıs öncesi toplumsal kutuplaşma bitmiş şimdi yeni ve 20 yıl sürecek kanlı toplumsal kutuplaşma başlıyor. Ve tarafsızlık hususunun elzem olduğu Cumhurbaşkanlığı makamına Ali Fuat Başgil gibi koyu taraflı bir kişiyi oturtmak. [

 

Ki herkesten önce kendi partisi baskı yaptı aday olmaması için, allah aşkına tarihi böyle çarpıtmayalım.

 

Otururuz 27 Mayıs'ı tartışırız. Ama 27 Mayıs la ilgili konuları böyle çarpıtıp. Kullanma bence. Ali Fuad Başgil, zorla engellenmeyi. Menderes muhalifi (menderesin deyimiyle kara cübbeliler) üniversite hocalarının üstünde terör estirilirken düşünseydi. Hangi hocaların ezileceği hususunda menderese danışmanlık yaparken düşünseydi. Menderes ülkeyi demir yumrukla yönetirken, akıl hocalığını yaparken düşünseydi.

 

Tarihi çarpıtmaya çalışmak yapacağım en son şeydir. Tarihi yorumlayabilirim...Ve lütfen 27 Mayısı tartışmayalım. Eğer halk veya Meclis Ali Fuat Başgil'i seçmek istemiyorsa bunu seçim arenasında oyları ona vermeyerek gösterebilirdi. Demokrasi biraz da bu değil mi?Niye adaylıktan çekilmeye zorlandı, acaba adaylıktan çekilmesini isteyenler kendi adaylarının seçilmeyeceği endişesi mi taşıyorlardı. İsteyen adaylığını koyar ve kim seçilecekse seçilir. Seçim şekli bu değil midir? Mesela bu seçimde CHP aday göstersin, AKP'de kendi adayını gösterir kim seçilecekse seçilir. CHP illaki AKP'nin adayını desteklemek zorunda değil ki! Daha önce öyle olmuyor muydu?

 

 

 

Tayyip Erdoğan AKP içinde dahi kimi radikaller dışında, Cumhurbaşkanlığına uygun bulunmadı. Kendi parti meclisi bile adaylığına karşı çıktı bırak muhalefeti. Dışarıya karşı yok başımızda kalsın gibi argümanlar türetilsede, Tayyip'in cumhurbaşkanlığına uygun birisi olmadığını kendiside partiside biliyordu.

 

Makam tarafsızlık makamıdır.

 

Askerler müdahele edene kadar. "Ben laik değilim müslümanım" , "Millet isterse laiklik gider" , gibi ve daha ağır bir sürü radikal söyleme imza atmış bir kişi o makama uygun değildir.

 

Tayyip Erdoğan aday olsaydı şu anda olmayan parti içi demokrasi=muhalefet o zaman, Erdoğan'ı desteklemekten imtina mı edecekti. Bu arada kimin Cumhurbaşkanlığına ehil olduğunu bilmek maalesef mümkün değildir. Tarih bize bunu açıkca göstermiştir...

 

Artı Muhalefet Abdullatif Şener ismini, Abdullah Gül'ün ismi açıklanmadan önce önermiştir.

 

Muhalefet, eşi türbanlı cumhurbaşkanı istemiyordu. Milli Görüş kökenli cumhurbaşkanı istemiyordu argümanları geçersizdir. Uzlaşmazlığa kılıf aramak için. Çünkü bu iki özelliğede sahip olan kişiyi önermiştir Muhalefet, Yani hem eşinin başı kapalı, hem AKP li hede milli görüş kökenli olan birisini.

 

Hükümet ise bunu muhalefetle müzakere dahi etmeye tenezzül etmemiştir.

Böyle birşeyin yaşandığını tam olarak hatırlamıyorum. Aslında yarım olarak da hatırlamıyorum. Olduğunu varsayalım. Şener ile Başbakan arasında evvel ahirde bir anlaşmazlık olduğu belli. Zira Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce Şener'in bazı serzenişlerini hatırlıyorum. Başbakanla aralarında gereksiz (gerekli kırgınlık da olabilir) bir kırgınlık olduğu, milletvekili adayı olmadığını belirttiği zaman ortaya çıkmıştı. Kırgınlığın başlangıç tarihi daha eski bana kalırsa.

 

(Cumhurbaşkanlığ ve Şener ile ilgili TAHMİNİM: Tayyip Bey, kendisi Cumhurbaşkanı olmak isterken taban Şener veya olmazsa Abdullah GÜL üzerinde ittifak etti. Şener'de kendisinin Cumhurbaşkanı olmak istediğini Tayyip Erdoğan'a bildirdi. Ancak, Tayyip Erdoğan kendi adaylığın üzerinde düşündüğü için bunu kabul etmedi, bu durum ise anlaşmazlığın derinleşmesine neden oldu. Tam da bu sırada Muhalefetin Şener ismini ortaya atması belki de kışkırtıcılık olarak düşünüldü.)

Yukarda bir tahmin mevcut. Şener isminin Abdullah Gül isminden önce ortaya atılıp atılmadığını hatırlamıyorum zira hafaza-i beşer nisyan ile malulmuş...olabilir...

 

 

Bu partiyle uzlaşmak mümkün değildidee. Erdoğan nasıl milletvekili oldu ?

 

Erdoğan'ın milletvekilliği dışında Hükümet hangi başlıkta muhalefetle uzlaşma aradı ?.

 

ben anlamıyorumki siz başka bir türkiyemi seyrettiniz beş yıl boyunca.

 

 

O bir uzlaşı meselesi değilmiş. Deniz Bey, Tayyip Erdoğan'ın kahramanlık figürünü Onu, başbakan yaparak bitirmeyi amaçlamış. Erdoğan'a, Deniz Baykal'ın milletvekilliği konusundaki yaklaşımı kaç gündür Livaneli tarafından yazılıyor. Bu bir anlaşmanın değil yanlış çıkan bir öngörünün ürünü...

 

Bu arada ikimizde aynı Türkiye'yi farklı bakış açılarıyla seyrediyoruz.

 

Birincisi, gerçekten hukuğu işimize göre yorumlamak oluyor bu. Bülent Arınç kimdir. Tarafsızlık konusunda yemin etmiş bir meclis başkanıdır. Ancak Hükümet Partisinde cumhurbaşkanlığı ile ilgili olarak başbakandan sonra en çok konuşan kişidir. AKP'nin cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili, en radikal çıkışları ve başbakandan sonra ( kimi zaman daha fazla) yorumları en çok yapan ve en kavgacı tavır izleyen kişi kimdir. AKP 'nin seçtiği ve bağımsız olması gereken meclis başkanı. Hesap et artık seçeceği cumhurbaşkanının tavrını buradan.

İdeal olan cereyan etmez. Zira siyasetten bahsediyoruz. Bu sebeple tarih Hitler örneğini çıkartmıştır. Demokrasi en kırılgan rejimdir. kendi partiniz içinden çıkan birinin tarafsız olmasını düşünebilir misiniz? Ben düşünemiyorum. Meclis Başkanının tarafsızlığı bana kalırsa Meclisi yönetirkenki faaliyetlerinde tarafsız olmasını gerektirir. Kendisinin bu konudaki açıklaması aşağıdadır.

BÜLENT ARINÇ

Meclis Başkanıyım, milletvekiliyim ve milletvekili adayıyım. Bu ilk kez başıma geliyor. Sanırım Türkiye’de çok az insanın başına gelmiştir. Anayasa’da ‘Meclis başkanları ve başkanvekilleri mensup oldukları siyasi partilerin seçim çalışmalarına katılamazlar’ diye bir hüküm var. Seçim dönemine girmeden önce parlamentoda kesinkes uyguladık bu hükmün gereğini, ve tarafsızlığımızı koruduk. Ancak 20 Haziran itibariyle herkes biliyor ki milletvekili adayıyım. 20 Haziran’dan itibaren de propaganda faaliyeti yapabilirim. Bu faaliyet başkalarına göre daha sınırlı olabilir. Bunu yanlış şekilde yorumlayanlar var. Cumhurbaşkanı tarafsızlığı ile Meclis başkanı tarafsızlığı farklıdır. Cumhurbaşkanı mutlak tarafsızdır, seçildiği andan itibaren partisi ile ilişkisi kesilir. Meclis başkanının ise partisiyle ilişkisi devam eder. Ben 5 yıl boyunca AK Parti milletvekili olarak devam ettim. Meclis yönetimi ve iç tüzük hükümleri bizim bütün partilere eşit mesafede olmamızı gerektirir. Propaganda dönemi başlayınca, geçmiş Meclis başkanlarına, Sayın Hikmet Çetin, Mustafa Kalemli ve Yıldırım Akbulut’a “Sizler ne yaptınız?” diye sordum. Bazıları Meclis başkanıyken aday olmamıştı ama bazıları olmuştu. Dediler ki; “Ben de çıkıyordum. Takdim ediyorlardı, birkaç cümle ile düşüncelerimi ifade ediyor ve partimin propagandasını yapabiliyordum.”

 

Nasıl bir mantık bekir? kusura bakmada kelime oyunu yapmaya çalışmışsın. Sen "dindar bir cumhurbaşkanı olmalı" "eşinin başı kapalı olmalı" "milli görüş kökenli olmalı" gibi kriterler koymayı. Eşi türbanlı cumhurbaşkanı istemiyoruz söylemine misilleme olarak görüyor ve normalmi karşılıyorsun.

Kelime oyunu yapmaya çalışmam. Burada sözü yumuşatmaya çalışmanın anlamı yok. Ya yapmışsın, ya yapmamışsın. Ortada kelime oyunu yok, mantık meselesi var. Muhalefet böyle tavır takınırsa iktidarda takınabilir. Herkesin bir seçmen kitlesi var ve seçimler yakın. Ama bütün akil adamlar bilir ki, bu sadece seçmen kitlesine yönelik bir söylemdir. Zira Cumhurbaşkanlığı makamı sadece bunlara sahip olmakla yetinilecek bir yer değildir.

 

Birincisi Anayasa cumhurbaşkanlığıyla ilgili kriterleri belirtmiştir. Buna ek olarak kriterler koymak, bülent arınç'ın hele hele meclis başkanlığı koltuğunda otururken haddine düşen bir şey değildir.

Anayasada belirtilen kriterler içerisinde eşin başörtüsüz olması yoktur. Eğer Anayasaya bağlı kalacak olsaydık AKP 356 milletvekiliyle son turda seçimi yapardı. Demek ki, bizde Cumhurbaşkanlığı seçiminde Anayasaya bağlı kalmamak gibi bir uygulama var. Veya yeni yeni oluşuyor.

 

Muhalefetin yada sivil toplum örgütlerinin biz şunu istemiyoruz demesi farklıdır. Hükümetin "şöyle şöyle olmalı" demesi farklıdır. yaptırım gücünü elinde bulundurmayan muhalefetle, yaptırım gücünü elinde tutan hükümet aynı konumda değildir. İkincisinin ortaya koyduğu kriterler hükümeti ve devleti bağlar.

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaptırım gücü olanla olmayanın ortaya çıktığı bir süreç değildir. Sayısal çoğunluğu elinde bulunduranın daha önde olduğu bir süreçtir. Muhalefet saçma sapan kriterler ortaya atarsa iktidar susmak zorunda değildir. İktidar’da halkının çoğunluğu Müslümanlardan müteşekkil bir toplumun başındaki kişinin de halka uzak olmayan, bigane olmayan birini işaret etmesi normaldir. Yani ki, AKP’de kendi seçmenini temsil edecek, kendi görüşüne yakın birilerini Cumhurbaşkanı seçmek istemek konusunda haklıdır. Turgut ÖZAL’ın seçimi hatırlanabilir. Onun tarafsızlığı da sorgulanmadı mı?

 

Bu konu tartışmamız dışındada. bir yorumum var. AKP seçmeni eğer daha radikal milli görüş politikası isteseydi. Krala oy verirdi kralcıya değil. Yani milli görüşün ana adresine (kralcı tanımını teknik anlatım için kullandım)

Sanırım, sizinle bunu uzun uzadıya tartışmıştık. Zaten burada bahsini ettiğim 99 seçiminde değil de neden 2002 seçimlerinde Erbakan Hoca, dibi bulurken AKP’nin yükselişi değildi. (Erbakan %70 oy alsa dahi iktidara getirilmeyecekti ve herkes bunu biliyordu) Milli Görüş ve Arınç arasında yaptığım tespit milletvekilleri üzerindendi…

Hem ideal olan bu diyorsun. Hem o dönem %35 i temsil eden partinin, kimseyle uzlaşmadan ve kimseye danışmadan dayatmayla cumhurbaşkanı seçmesini normal olarak karşılıyorsun. Hükümet'in uzlaşma aramamasını "zaten uzlaşmaya gerek yok, o partiyle uzlaşılamazdı" gibi argümanlarla mantıklı hale getirmeye çalışıyorsun. Dediğim gibi o partiyle uzlaşılamasaydı, Erdoğan ne milletvekili ne de başbakan olabilirmiydi ? Demekki uzlaşılabiliyormuş.

Uzlaşma meselesi her zaman sorundu. 25 yıldır seçilen cumhurbaşkanlarının hangisi tek yönlü dayatmayla seçildi. Evren haricinde.

İdeal olanın cereyan etmesi (%35’i temsil değil)…356 milletvekili olan bir partinin Cumhurbaşkanı seçmesinden bahsediyorum. Anayasamıza göre seçilen vekiller, bir yeri, bir zümreyi temsil etmiyor. Milletvekilinin kimi temsil ettiğini biliyoruz. Demekki, 356 milletvekili halkı temsil ediyormuş. Halk böyle bir tablo istemiyor olsaydı diğer partilere yeterince oy verirdi. Demek ki, halkı istediği tablo o seçimde oymuş.

CHP ve AKP yaptıkları siyaset, seslendikleri kitle olarak zıt anlayışa sahip. Bu iki partinin bir kişi üzerinde uzlaşması bana hala mümkün görünmüyor. Erdoğan’ın milletvekilliği meselesine değindik.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hepsi dayatmadır. 276 sayısı da bir dayatmadır. Nihayetinde her seçim kazananlarca diğerlerine dayatmadır. Normal süreç herkes kendi adayını gösterir içlerinden biri seçilir. Adaylar adaylıklarını koyarlar, ister CHP’li olsun, ister AKP’li olsun ve seçim süreci başlar. Son turda 276’yı alan Cumhurbaşkanı seçilir. CHP’nin yapması gereken kendi adayını koymaktan ibaretti. Bir partinin son anda adayını açıklaması bir dayatma değildir. Zaten Cumhurbaşkanı adayları parti adayı değildir. Milletvekilleri nihayetinde istedikleri adaya oy verebilirler.

Diğer Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakalım. Örneğin Turgut ÖZAL, adaylığını açıkladı veya Demirel…Süreç nasıl işledi. Seçime girilir ilk turda bir kişi 367 bulursa ne ala..Bulamazsa devam. Son turda en fazla oy alan adaylardan biri 276’yı bulursa seçim tamamlanmıştır. Bu seçimde de olması gereken; aday olanlar adaylıklarını açıklayacaklar ve son turda 276’yı bulan seçilecekti. Bu bir uzlaşı meselesi değil seçim meselesidir. İllaki uzlaşı şart olsaydı bütün turlarda 367 veya daha yüksek bir sayı aranırdı, ikinci bir aday gösterilmesi yasak olurdu vs…CHP, kendi adayının seçilemeyeceği öngörü ve düşüncesiyle AKP’nin çok erken olarak adayını açıklamasını istemiş, eğer adayı beğenmezse yıpratarak seçimini engellemeyi düşünmüştür. Yapması gereken diğer seçimlerde olduğu gibi bir adayı varsa bunu göstermekten ibaret olmalıydı.

 

Bugün CHP inanılmaz bir atak gerçekleştirerek Sami Selçuk (ikna edebilirlerse)’u aday gösterse mesela inanılmaz bir hareket olur…

 

Bütün bunları kısaca tekrarlayayım.

1-Anayasamıza göre Cumhurbaşkanlığı için uzlaşı şart değildir.

2- Siyasilerimiz bugüne kadar Cumhurbaşkanlarını uzlaşı ile seçememişlerdir zira ilk turda 82 anayasasına göre 367 bulan yoktur.356 bulan dahi yoktur. Ancak, birkaç partinin birden desteklediği insanlar olmuştur.

3- AKP adayının 1 yıl önceden açıklamak zorunda değildi, Demirel’in Cumhurbaşkanlığı piyangodan çıkmadır, Turgut ÖZAL ve Ahmet Necdet Sezer’in adaylıkları 1 yıl değil 6 ay dahi evvelinden söylenmemişti.

4- CHP niye kendi adayını ortaya koymamıştır da, sadece AKP’nin adayını göstermediğinden bahsetmiştir. Sadece AKP’nin mi aday gösterme hakkı vardı.

5-Anayasamızın ilgili maddesi uzlaşıyı istemiş ancak sağlanamaması durumunda meclis birini seçsin ama en azından üye sayısının altında Cumhurbaşkanı seçilmesin diye 276 sayısını kabul etmiştir.

6- İlk turda bu zamana kadar en fazla oyu aldığı halde seçilemeyen tek kişi Abdullah GÜL’dür.

 

SAYGILARLA...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde meşruiyet tartışmaları 1989'da Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi sırasında da yaşandı. Org. Kenan Evren'in görev süresinin 1989'da dolması üzerine Başbakan Özal adaylığını ilan etti. ANAP 1987 seçimlerinde yüzde 36 oy almıştı. Tek başına iktidardı, Meclis'te çoğunluğu elinde tutuyordu. 1989 yerel seçimlerinde ise ANAP'ın oy oranı yüzde 21.75'e düşmüştü. DYP lideri Demirel ve SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, Özal'ın Cumhurbaşkanlığı'nın meşru olmadığı tartışmasını başlattı. Demirel Cumhurbaşkanı Özal'ın Çankaya'daki davetlerine katılmadı. Demirel ve İnönü 1991 seçimleri kampanyasında Özal'ı Köşk'ten indireceklerini ilan ettiler. 1991 seçimlerinde ANAP'ın oyu yüzde 13 idi. Sonuç, DYP-SHP Koalisyonu'nu getirdi. Özal'ın 1993'de ani vefatı üzerine Demirel, ortağı İnönü'nün desteğiyle Cumhurbaşkanı seçildi. DYP'nin oy oranı yüzde 27 idi. Özal'ın Cumhurbaşkanlığı'nı tartışanlar, Demirel'in Köşk'e çıkmasını meşruluk açısından tartışma konusu bile yapmadılar. Oysa Özal 263 oyla, Demirel ise 244 oyla Cumhurbaşkanı seçilmişti. Demirel bu rakamları hatırlatan gazetecilere, "263 oyla seçilen birinci sınıf Cumhurbaşkanı, 244 oyla seçilen ikinci sınııf Cumhurbaşkanı olur diye düşünürseniz, bu yanlıştır. Anayasa'daki hükümler çerçevesinde seçilen herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'dır" diyordu. Şimdi ise SHP'nin devamı CHP Meclis'te çoğunluğu elinde tutan ve oy oranını koruyan Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi olasılığına karşı Demirelvari söylem geliştiriyor.
yenişafak..Abdullah Muradoğlu

 

 

1982 ANAYASASI ÖZAL’A UYGULANIRKEN SAYI TARTIŞILMADI [ Sayı: 630 - 01.01.2007 | Fatih Uğur - aksiyon)

 

20 Ekim’de Yıldırım Akbulut başkanlığında toplanan Meclis, DYP ve SHP sıralarında milletvekillerinin bulunmamasına rağmen cumhurbaşkanlığı seçimine geçti. O gün TBMM üye sayısının üçte ikilik çoğunluğu aransaydı 300 milletvekilinin hazır bulunması gerekiyordu. Oysa TBMM 285 vekilin katılımıyla toplandı. O gün Meclis kürsünde itirazlarını ileten tek muhalefet partisi milletvekili Hasan Fehmi Güneş’ti. Akbulut’tan Meclis’te sadece ANAP grup üyelerinin yer aldığını tescil ettirmek isteyen Hasan Fehmi Güneş de aynı gerekçeyle itiraz etmiş. Ancak sadece tespit ve sayım yapılmasını istemişti. Toplantı yeter sayısı bulunduğu gerekçesiyle oturum açılmış ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu, sonra sırasıyla ikinci ve üçüncü turlar yapılmıştı. Özal’ın seçildiği gizli Meclis oylamasında milletvekili olarak tasnif üyeliği yapan AK Parti Balıkesir Milletvekili Ahmet Edip Uğur, sine-i millet ve oylamaya girmeme tartışmalarının bugün de aynı noktada yapıldığına işaret ediyor. Uğur’un itirazı ise TBMM’nin toplanması için gerekli olan üçte bir çoğunluğun sağlanma kuralı ile cumhurbaşkanlığı seçimi karar sayısının birbirine karıştırılması. Uğur, “Anayasa o çoğunluğu arasaydı, bizim grubumuzda 300 kişinin toplanması beklenirdi. Hiçbir açık bulunamadığı için ANAP’ın yerel seçimlerde oyunun yüzde 21,73’e gerilemesi Demirel tarafından polemik konusu yapılmıştı.” diyor.

 

 

Dalgalanma yaratır mı? VATAN-Bilal ÇELİK

Muhalefetin "Yüzde 35'le cumhurbaşkanı olunur mu?" eleştirilerine, kamuoyundan gelen sert tepkilere de Demirel'in DYP'si ile İnönü'nün SHP'sinin "indiririz" tehditlerine de hiç aldırmadan cumhurbaşkanı seçilmiş, Çankaya Köşkü'ne yerleşmişti. Nisan 2003'te ölünceye kadar da kimse indirmeye yeltenmediği gibi, "alışamadık" diyenler bile fazlasıyla alışmıştı Özal'ın cumhurbaşkanlığına.

 

Özal'ın ölümünün ardından ise "Yüzde 36 oyla cumhurbaşkanı olunmaz" diyen Demirel, partisinin oy oranının yüzde 27 olmasına rağmen Köşk'ün yeni sahibi olmakta beis görmemişti.

 

O nedenle bugün de hiç kuşku yok ki Tayyip Erdoğan'ın gönlünde yatan makam Çankaya Köşkü'dür. Ki, işin matematiğine bakıldığında Erdoğan'ın işi, Özal'dan da Demirel'den de daha kolay. Özal 283 milletvekiline sahip partisinin 263 oyu ile, Demirel de 178 DYP milletvekilinin oyu ve koalisyon ortağı SHP'nin kısmi desteği ile üçüncü turda 244 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmişlerdi. Bugün Meclis'te 357 sandalyeye sahip AKP'nin Erdoğan'ı cumhurbaşkanı seçebilme konusunda hiçbir zorluğu olmaz.

 

 

Barem Dergisi...

 

1989 yılında Evren’in görevinin sona ermesiyle dönemin Başbakanı Turgut Özal Cumhurbaşkanı adayı oldu. Mevcut CHP kadrolarını bünyesinde bulunduran SHP, Özal’ın adaylığına şiddetle karşı çıktı. Parti içinde bu adaylığa tepki için ‘sine-i millet’ tartışmaları dile getirilmeye başlandı ancak Parti Genel Sekreteri Deniz Baykal, bu tepkinin sonuç vermeyeceği gerekçesiyle toplu istifaya karşı çıktı. SHP tepkisini daha sonra Cumhurbaşkanı seçimlerinin yapıldığı Genel Kurul oturumuna katılmayarak gösterdi. Özal, kullanılan 285 oyun 263’ünü alarak Cumhurbaşkanı seçildi.

 

Özal’ın 1993’teki ani vefatından sonra ise bu kez dönemin Başbakanı Süleyman Demirel aynı göreve talip oldu. 1992 yılında yeniden CHP’yi kuran Deniz Baykal ve arkadaşları desteklerken Baykal, partisinden İsmail Cem’i Cumhurbaşkanı adayı ilan etti. Cem, ilk iki turda 25, üçüncü turda 27 oy alabildi. Kamuran İnan ve Lütfi Doğan’la yarışan Demirel, son turda 244 oy alarak Köşk’e çıktı. CHP’nin söz sahibi olamadığı son Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise 2000 yılında yapıldı. 1999 yılındaki genel seçimlerde baraj altında kalan CHP, Ahmet Necdet Sezer’in Çankaya’ya çıktığı seçimlerde Genel Kurul’da oy kullanamadı. Partilerin uzlaşmasıyla aday gösterilen Sezer, buna rağmen Nevzat Yalçıntaş, Sadi Somuncuoğlu, Yıldırım Akbulut, Doğan Güreş, Ahmet İyimaya, Rasim Zaimoğlu, Agah Oktay Güner, Oğuz Aygün ve Mail Büyükerman ile yarıştı.

 

 

BUDA SON ALINTIMIZ....

Başına silah dayanan Köşk adayı

 

27 Mayıs 1960 darbesinden bir buçuk yıl sonra cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Askerin tek adayı Cemal Gürsel'di. Ali Fuat Başgil aday olunca işler karıştı. İki general başına silah dayayarak Başgil'i adaylıktan caydırdı. .

 

Kafasına silah dayanarak engellenen Çankaya adayı

 

Cuntanın tek adayı Cemal Gürsel'di. Ancak anayasa profesörü Ali Fuat Başgil'in de aday olduğunu açıklaması işleri karıştırmıştı. Ya kazanırsa? Hocanın adaylıktan vazgeçmesi şarttı!.

 

Bazı olaylar vardır, uzun süreçlerin özeti gibidir. Prof. Ali Fuat Başgil'in 1961 yılında Köşk'e aday olmasının engellenmesi tam da böyle bir olaydı. O olayı ayrıntılı biçimde anlamak, 1960 darbesinin işleyişini ve Cemal Gürsel'in hangi şartlarda cumhurbaşkanı seçildiğini de anlamak demektir. 1893 doğumlu Ali Fuat Başgil, eğitimini Fransa'da yapmış bir önemli hukuk adamıydı. İstanbul Üniversitesi'nde anayasa hukuku dersleri vermişti. Hocaların hocası olarak, 'ordinaryüs' payesine ulaşmıştı. Darbeden sonra Milli Birlik Komitesi'nin attığı 147 öğretim üyesinden biriydi. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Kurucu Meclis yeni bir Anayasa yaptı. Bu Anayasa 9 Temmuz 1961'de halkoylamasıyla kabul edildi.

 

SEÇİM SONUÇLARI SİNİR ETTİ

Yeni Anayasa parlamentoyu, Meclis ve Senato olarak ikiye bölmüştü. Meclis 'nispi temsil' sistemine göre seçilmiş 450 milletvekilinden; Senato ise 'çoğunluk' sistemine göre seçilmiş, 40 yaşını aşmış, üniversite mezunu 150 senatörden oluşuyordu. Ayrıca cumhurbaşkanının 15 senatör atama yetkisi vardı. (Bir de 'tabii senatör' adıyla ömür boyu Senato'da oturacak 21 Milli Birlik Komitesi üyesi vardı!) 15 Ekim 1961'de de yeni partilerin katılımıyla genel seçimler yapıldı. Sonuç darbeciler ve yandaşları açısından sinir bozucuydu! CHP 173 milletvekili ve 36 senatörü parlamentoya sokmuştu. Ancak çoğunluk, 'karşı grupta' yer alan ve devrilen Demokrat Parti'nin devamı sayılan partilerdeydi. Şimdi sıra cumhurbaşkanını seçmeye gelmişti. Darbecilerin adayı Org. Cemal Gürsel'di. Onun seçileceğine kesin gözüyle bakıyorlardı. İşte tam bu sırada bomba patladı: Samsun'da AP listesinden bağımsız senatör seçilen Prof. Başgil, Köşk adaylığı için İsviçre'den geliyordu. AP tabanı ve özellikle Ege bölgesinden gelen AP milletvekilleri onu hararetle destekliyordu. Başgil'in geleceği duyulunca bazı AP'liler otomobillerin camına hocanın fotoğrafını asarak kentte gezmeye başlamışlardı. Milli Birlikçilerin canı fena halde sıkılmıştı.

 

MİLLİ HÂKİMİYET DE NEYMİŞ?

Hoca uçakla İstanbul'a geldi. Sonra trenle Ankara'nın yolunu tuttu. İlgi öyle yoğundu ki her istasyonda Başgil'e büyük tezahürat yapıldığıiçin tren büyük bir rötarla Ankara'ya ulaşabilmişti. Hoca, İzmir Caddesi'ndeki Barikan Oteli'ne yerleşti. Yanında birkaç AP milletvekili, elinde ise CHP'liler hariç, 120 parlamenterin imzaladığı 'seni destekliyoruz' belgesi vardı. Görüşmeler sürerken bir akşam Prof. Başgil, Başbakanlığa davet edildi. Hoca 24 Ekim günü saat 20.00 civarında Başbakanlığa gitti. Orada kendisini Org. Fahri Özdilek ile Org. Sıtkı Ulay bekliyordu. Kahveler içildikten sonra sadece gelindi: Org. Ulay, özetle, "Gürsel dışında bir adaya izin veremeyiz" dedi: "Milli Birlik Komitesi olarak zor durumdayız. Çünkü Silahlı Kuvvetler Birliği adlı başka bir cunta var. Eğer ısrar ederseniz parlamentonun açılmasına izin vermeyecekler." Ancak Prof. Başgil ısrarlıydı: "Demokrasiden, milli hakimiyetten, aday olma özgürlüğünden, askerlerin halka verdiği sözlerden" filan bahsediyor, adaylıktan çekilmeyeceğini belirtiyordu.

 

KILIFINDAN ÇIKAN TABANCA

Tam bu noktada duralım... Ve bu sohbetin 15 dakika sonrasına atlayalım: Prof. Başgil'in Başbakanlık çıkışındaki hali, Akis dergisinde şöyle betimlenecekti: "Yüzü kıpkırmızıydı... Flaşlar patladıkça daha da kızarıyordu... Gözleri faltaşı gibi açılmıştı... Elleri titriyordu... Alt dudağı sarkmıştı... Etrafındakiler olmasa düşecekti..." 21.30 sularında Başbakanlıktan çıkan Prof. Başgil, arkadaşlarından kendisine bir taksi ayarlamasını istedi. Sabaha karşı hesabını kesip otelden ayrıldı ve İstanbul'a doğru yola çıktı. Daha sonra, sadece adaylığı bırakmadığı, senatörlükten de istifa ettiği öğrenildi. Şimdi soralım: Başbakanlıkta neler olmuştu da Başgil'in kimyası değişmişti? Onu böylesine korkutan neydi? Bazı kaynaklara göre "Org. Sıtkı Ulay, bütün gün belinde taşıdığı için ağırlık yapan tabancasını çıkarıp masanın üstüne koymuştu." Peki bu hareket insanın kimyasını değiştirir miydi? Alt dudağını sakıtır mı? Yoksa başka kaynaklarda iddia edildiği gibi, o tabanca kılıfından çıkarıldıktan sonra, hiç de nazik olmayan kelimeler eşliğinde Başgil'in kafasına mı dayanmıştı? Bir soru daha: Acaba o an hocanın aklına, düzmece Yassıada Mahkemeleri sonucunda Eylül 1961'de idam edilen Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gelmiş miydi?

 

***

ASKERİ BİRLİKLER MECLİS'İ SARDI

Cemal Gürsel 25 Ekim günü tek aday olarak Köşk seçimine girdi. Meclis'in çevresi askeri birliklerle sarılmıştı. Bütün üst rütbeli komutanlar locayı doldurmuştu. Toplam 607 parlamenter oy kullandı. "Çankaya Protokolü"ne uyan dört siyasi partinin lideri, "Cemal Gürsel" yazdıklarını oy pusulalarına foto muhabirlerine göstere göstere sandığa attılar. Oy tasnifi başladığında, toplantıyı yöneten Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Arkadaşlar tasnif bitene kadar kimse dışarıya çıkmasın; kapılar kapatılmıştır" dediği duyuldu. Bu sırada locada oturan üst düzey komutanlar adeta hipnotize olmuş gibi tasnifi izliyorlardı. Genelkurmay Başkanı Org. Cevdet Sunay'ın rengi sararmıştı. Kuruyan dudaklarını diliyle ıslatanlar göze çarpıyordu. Acaba üçte iki çoğunluk sağlanacak mıydı? Ve sonuçlar açıklandı: Cemal Gürsel 434 oy alarak Türkiye'nin dördüncü cumhurbaşkanı olmuştu. 17 oy çeşitli adaylara çıkarken, 156 da boş oy kullanılmıştı. Yemin etmeye üniformasıyla gelen Gürsel yeni Anayasa'ya göre 7 yıl o makamda kalacaktı. Ancak Ocak 1966'da hastaneye kaldırıldı. Şubatta ABD Başkanı Johnson'un gönderdiği özel uçakla Walter Reed Hastanesi'ne taşındı. 9 Şubatta komaya girdi. Yaşamından ümit kesilince yurda getirildi. Cemal Gürsel 14 Eylül 1966'da vefat edene kadar komada kaldığı için, Cevdet Sunay'ın 28 Martta yeni cumhurbaşkanı olarak onun yerine Köşk'e çıkmasına şahit olamadı.

SABAH GAZETESİ -ÇANKAYA SAVAŞLARI-EMRE AKÖZ
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

türkiye cumhuriyetinde 2 kez üst üste tek başına iktidar olmuş girdiği ilk seçimden %34, ikinciden %47 oy almış sayın başbakanımız recep tayyip erdoğan "BEN KEFİLİM YASİN BEYE" dedikten sonra bizce bi sakıncası yok.nur yüzlü güzel bi eabimiz.bence YASİN MU EL KADI OLSUN.

 

ara ara çankaya gider elini eteğini öperiz. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ak parti azınlıgın dayatmalarına boyun egmemeli ve Abdullah Gül'ü çankaya'ya çıkarmalıdır.

her normal sistemde, normal bir partinin yapacagını yapmalı ve adayını seçtirmelidir.

belli bir kesimin 'uzlaşma aranmalıdır' masalına kanmamalıdır, niyetleri uzlaşmak falan degil, düpedüz dayatmadır.

yıllardır işleyen bu 'dayatma' tezgahını boşa çıkarmalıdır.

bu gayri ahlaki ve gayri insani düzeni degiştirmek için bu seçim önemli bir kavşakdır.

toplumuyla kavgalı bir sistemi eksensel bir kaymaya ugratabilir.

eger ak parti uzlaşma masalının ardına düşerse bunda ilk kaybı kendisi yaşar...

mevcut rejim bu ülkeye dar geliyor..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hukukta kuvvetler ayrılığı diye bir ilke vardır.

 

yasama

yürütme

yargı

 

gibi güçler tek zümrede toplanırsa o ülkede diktatörlük olur. bu yüzden yasama yürütme ve yargı birbirinden kesin olarak ayrılmıştır.

 

ülkemizde başbakan aynı partiden, cumhurbaşkanı aynı partiden, meclis başkanı aynı partiden olursa,

tüm yasalar tek kişinin istediği gibi çıkar. buna kısaca diktatörlük yani padişahlık denir.

 

özal cumhurbaşkanı, yıldırım akbulut başbakanken

ülkeyi resmen azerbaycandaki aliyev hanedanı gibi özal hanedanı yönetmişti.ne kadar balık hafızalı bir toplumuz ya.

 

ben tek parti iktidarına hep karşı çıktım.çünkü her zaman şu anda olduğu gibi hilafete geri dönülem ihtimali vardır.halk öyle istiyor o zaman padişahlığa geri dönelim diyorsanız o da sizin uygarlıktan nasibinizi ne kadar aldığınızı gösterir.

 

başbakan, meclis başkanı, cumhurbaşkanı aynı partiden.yargıya da yeni cumhurbaşkanı kendi tarikatının adamlarını atayacak.böyle kuvvetler ayrılığı böyle demokrasi mi olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.