Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Afyon Genel Bİlgiler

    AFYON Batı Anadolu ile İç Anadolu Bölgelerini birleştiren yüksek alanın güney parçasını oluşturan Afyon, doğuda Konya, batıda Uşak, kuzeybatıda Kütahya, güneybatıda Denizli, güneyde Burdur, güneydoğuda Isparta ve kuzeyde Eskişehir illeri ile komşudur. Afyon, Türkiye’nin coğrafi bölgelerinden üçü üzerinde (Ege, Akdeniz, İç Anadolu) yayılan bir ildir. Büyük kısmı Ege bölgesinin İçbatı Anadolu bölümünde bulunur. Güneyde bulunan Başmakçı, Dazkırı, Dinar ve Evciler ilçelerinin bazı toprakları Akdeniz Bölgesi sınırları içine girer. İlin doğu ve kuzeydoğu kısımlarındaki bazı topraklar da İç Anadolu Bölgesine taşar. Önemli merkezleri birbirine bağlayan kara ve demiryolları Afyon’dan geçer. Bu özellikleri sebebiyle Afyon, yolların kesiştiği, bölgelerin birbirine bağlandığı bir merkez konumundadır. Yüzölçümü 14.295 km2 olan Afyon ilinin büyük bir bölümü Ege Bölgesinin iç batı olarak adlandırılan kesiminde bulunur. İlin doğusunda kalan topraklar İç Anadolu Bölgesinin özelliklerini gösterir. Güneybatıda kalan çok küçük bir parçada Akdeniz karekteristiğini görmek mümkündür. Afyonkarahisar ismini dünyanın oluşumunun dördüncü zaman diliminde bir yanardağ ağzında meydana gelen sarp kayalar üzerine kurulan kaleden (Karahisar) ve ilk defa "Synnada" antik kenti sikkelerin de karşımıza çıkan haşhaş (Opıum-Afyonkarahisar)'dan almıştır. Afyon çevresinde ilk yerleşimin MÖ.7.000 yılında başladığı, Kalkolitik ve Eski Tunç çağı kültürlerinin burada yaşandığı ele geçen buluntulardan anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra Afyon'un, Hititlerin Arzava Prensliği tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Bilinen en eski adı Akroenos idi. MÖ.X.yüzyıla kadar Hititlerin, MÖ.660 yılına kadar Phrygia'nın, sonra Kimmerlerin, Lydialıların, Helenlerin ve Bergama Krallığının yönetiminde kalmıştır. Son Bergama Kralı Attalos III'ün vasiyeti üzerine Romalıların egemenliğine geçmiştir. XIII.yüzyılda Anadolu Selçuklularının yönetimine giren Afyon'daki kalede Selçuklular devlet hazinelerini saklamış, bu yüzden de şehre Hisar-ı Devre ismi verilmişti. Yöre 1265-1333 yıllarında Saip Ata Oğullarının başkenti olmuş 1329'da Osmanlıların egemenliğine girmiş, 1402'deki Ankara Savaşı'ndan sonra Germiyanoğulları'na bağlanmıştır. XIV.yüzyılda Germiyanlıların egemenliğinde iken, son Germiyan beyi II.Yakup'un ölümü üzerine, vasiyeti uyarınca 1428'de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bundan sonra da Karahisar-ı Sahip olmuştur. Osmanlı yönetiminde 1451'de Kütahya Sancağına bağlanmış, 1802'de eyalet merkezi, Tanzimattan sonra Kütahya'ya bağlı ilçe, 1865'te Bursa iline bağlı sancak merkezi olmuştur. 1914 yılında da bağımsız sancak haline gelmiştir. I.Dünya savaşı'nda 2 yıl boyunca Yunan işgali altında kalmış, Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan düzenlemede Afyon İl Merkezi olmuştur. Başkomutanlık Meydan Savaşı, Afyonkarahisar'da yapılmıştır. Büyük Taarruzdan bir gün sonra 27 Ağustos 1922 günü, saat:17.oo'de Türk orduları Afyonkarahisar'a girmiş bundan sonra Başkomutanlık ve Garp Cephesi Karargâhı Afyonkarahisar'a taşınmış ve karargâh olarak kullanılmıştır. Atatürk, 28 Ağustos1922 günü Afyonkarahisar'daki karargâhına gelmiş, büyük zafere kadar çalışmalarını buradan idare etmiştir. Kentin simgesi olan Kale MÖ.1350'de Hitit İmparatoru II.Murşil tarafından yaptırılmıştır. Frig Kaya Mezarları, Gazlı Göl ve Sandıklı Kaplıcaları,Ulu Cami (1273), Kâbe Mescidi (1397), Gedik Ahmet paşa Külliyesi (1477), Ak Mescit (1397), Çavuşbaşı Camisi (1575), Kubbeli Mescit (1330), Kuyulu Mescit, Mısrî Camisi (1483), Ot Pazarı Camisi (1582), Türbe (Mevlevi) Camisi (1844), Yeni Cami (1711) kentin belli başlı tarihi yapıları arasındadır. Bunun dışında cami, mescit, hamam ve köprüler diğer önemli yapılarıdır. Kentte bunlardan başka 1922 Başkumandanlık Savaşı anısına Avusturyalı Heykeltraş Heinrich Krippel'in kurtuluşu simgeleyen zafer anıtı (1935) kentin simgesi konumundadır.
  2. _asi_

    Aydın Tralleis

    TRALLEİS Lydia’nın Karia sınırındaki antik kentlerinden Tralleis, bugün Aydın İli’nin batısında bulunan bir tepe üzerindedir. Tepenin batı, doğu ve güneyi oldukça dik yamaçlarla sınırlanmış, sadece Güzel Hisar ismi verilen 1800x1000 m2’lik terasa antik kent yayılmıştır. Tralleis’in ne zaman kurulduğu kesinlik kazanmamakla birlikte Polopennesos Yarımadası’ndan gelen Argos’lar tarafından kurulduğu iddia edilmektedir. Bunun yanı sıra Trakia ve İllirya’dan gelen göçmenlerin de Tralleis’i kurduğu da söylenmektedir. Mitolojiye göre de kenti Tralle isimli bir amazon kurmuştur. Strabon “Şehrin Argos’lularla Tralli’ler tarafından kurulduğu için Tralles” ismini aldığını belirtmiştir. Pilinius da bunu doğrulayarak Tralleis sözcüğünün Trak kökenli olduğunu ileri sürmüştür. Tralleis sözcüğü Luwi kökenli olup, Hellen dilinde “halkı” anlamında türetilmiştir. Ksenophon’un Anabasis isimli eserinde, Lydia satraplığına bağlı kent olarak geçmiştir. Bunun ardından karia satraplığına bağlanmış, M.Ö.400’de Sparta Kralı Thibron burasını ele geçirmek istemiş, ancak başarılı olamamıştır. M.Ö.334’de Anadolu’ya gelen B.İskender’e karşı diğer kentlerin yaptığı gibi karşı koymamıştır. İskender’in ölümünden sonra M.Ö.313’de I.Antiogonos’un eline geçmiştir. Bundan sonra M.Ö.301’de Lysimachos, M.Ö.281’de Seleukoslar buraya egemen olmuşlardır. M.Ö.190’da Seleukos Kralı Antiochos’un Roma’ya yenilmesi üzerine yapılan Apameia barışından sonra (M.Ö.188) Romalı’lar tarafından kendilerine yardım edilişinden dolayı Bergama Kralı Eumenes’e verilmiştir. Bunu izleyen yıllarda Tralleis, Bergama krallarının yardımıyla kültürel anlamda parlak bir dönem yaşamaya başlamıştır. M.Ö.135’de Bergama’nın son Kralı III.Attalos’un vasiyetiyle Roma’ya bırakılmıştır. M.Ö.27’de İmparator Augustos zamanında (M.Ö.27-M.S.14.yy) rastlayan bir deprem kenti tamamen yıkmıştır. Augustos’un sağladığı parasal yardımlarla kent yeniden yapılmış ve imparatorun şehri anlamına gelen “Kaisareiara” ismi verilmiştir. Ancak bu isim M.S.I.yüzyılın sonlarına doğru terkedilerek yeniden Tralleis denmiştir. İmparator Hadrianus (M.S.117-188) M.S.129’da doğu seyahatine çıktığında burayı ziyaret etmiş, bu arada Mısır’dan getirmiş olduğu tahıl ürünlerini Tralleis’e bağışlamıştır. Roma’nın ikiye ayrılışından sonra Doğu Roma İmparatorluğu toprakları içerisinde kalmıştır. Bizans’lılar zamanında önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. XI.yüzyıldan sonra Bizans’lılarla Selçuklular arasında birkaç kez el değiştiren kent, XIV.yüzyılın başında Aydınoğulları, sonra da Osmanlı’ların eline geçmiştir. Tralleis antik kentini Ch.Texier, Ch.Fellows, O.Rayet ve A.Thomas gezmiş ve buradaki tiyatro ile yapılardan söz etmiştir. Tralleis’de ilk kez Carl Humann ile W.Dörpfeld başkanlığındaki bir ekip kazılara başlamış, tiyatro çevresinde yapılan kazılarda heykeller ile Skenenin frizleri bulunmuştur. Alman arkeoloji grubunun yapmış olduğu kazılarda ortaya çıkarılan heykel ve mimari parçalar Osman Hamdi bey tarafından İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne götürülmüştür. 1898’de Aydın’da meydana gelen bir depremden sonra yeni yapılan binalarda antik kalıntılardan yararlanma izninin verilmesi Tralleis’in yok oluşunu hızlandırmıştır. Halil Ethem Bey Tralleis’te 1902 ve 1903’te kazılar yapmış, gymnasion ile ona ait Stoa ve geç devre ait bazilika kazılarında zengin heykeller ortaya çıkarmıştır. Tralleis’de tarihi kaynakların sözünü ettiği Antiochos’un sarayından hiçbir kalıntı bulunamamıştır.Günümüzde taş ocaklarının yok ettiği Stadium, tiyatro, agora, gymnasion, tapınak ve kiliselerin kalıntıları gelebilmiştir. Bunlardan akropol yamaçlarına yaslanan tiyatronun büyük bir Caveasının olduğu gözlemlenmiştir. Tralleis’de günümüze gelebilmiş üç kemer kalıntısı halk arasında üç göz ismiyle tanınmıştır. Taş, tuğla karışımı olan bu kemerler de değişik devirlere ait izler kendisini açıkça göstermiştir. Geç Roma devrinin ağırlık kazandığı, yer yer devşirme parçaların kullandığı bu yapının Gymnasion olduğu sanılmaktadır. Ancak, Roma dönemine ait heykel parçaları bu yapının heykellerle süslenmiş olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca burada bulunan Latince yazılı 28 yazıtta oyunlarda başarılı olan sporcuların isimleri yazılıdır. Plinius, M.Ö.II.yüzyılın ikinci yarısından sonra, özellikle Helenistik ve Roma dönemlerinde sigillata denilen çanak çömleklerin büyük bir kısmının Tralleis’de yapıldığını belirtmiştir. Tralleis’de zengin mermer yataklarının bulunuşu, ayrıca Aphrodisias heykel okulunun buraya çok yakın oluşu da burada heykel atölyelerinin çoğalmasına neden olmuştur. Tralleis’in Klasik devirde başlayan heykel yapım merkezi olduğu, Helenistik ve Roma dönemlerinde çalışmaların sürdüğü anlaşılmaktadır.
  3. _asi_

    Aydın Müzesi

    AYDIN MÜZESİ Aydın çevresinden derlenen ve Halkevinde korunan bir gurup eser Aydın Müzesinin çekirdeğini oluşturmuştur. 1959 yılına kadar Halkevinde korunan bu eserler aynı yıl hazineye devredilmiştir. Aydın Müzesi memurluk olarak 16.02.1959 tarihinde kurulmuştur. Halkevinde bulunan eserler 1962 yılında Zafer İlkokuluna taşınmıştır. 17 Şubat 1969 yılında Aydın Müzesi Müdürlüğü olmuştur. 1969 yılında temelleri atılan bugünkü Aydın Müzesi 23 Nisan 1973 tarihinde hizmete açılmıştır. Aydın Müzesi zaman içerisinde Aydında yaşamış uygarlıklara ait birçok eseri bünyesinde toplayarak eşsiz koleksiyonlara sahip olmuştur. Aydın Müzesi çok güzel bir bahçe içerisinde yeni ilave ve onarımlarla modern bir müze binasına sahip olurken, müze çağdaş ve Modern müzecilik anlayışına cevap verebilecek boyutlarda teşhir-tanzim edilerek 22 Mayıs 2003 tarihinde yeniden ziyarete aşılmıştır. Müze bahçesinde Aydın yöresinden derlenmiş heykeller, lahitler, mezar stelleri, sütunlar, sütun başlıkları, yazıtlı steller ve çeşitli dönemlere ait taş eserler sergilenmektedir. Yeniden düzenlenen teşhir salonlarında ise arkeolojik eserler, sikkeler ve etnoğrafik eserler bulunmaktadır.
  4. _asi_

    Aydın Yörük Ali Efe Müzesi

    YÖRÜK ALİ EFE MÜZESİ Yörük Ali Efe Müzesi, Aydın'ın Yenipazar ilçesinde 2001'den bu yana hizmete açılmış bulunan müzedir. Bölge kahramanı Yörük Ali Efe'nin yaşatılması amacıyla kurulan müzenin bahçesinde Yörük Ali Efe'nin mezarı ve heykeli yer alır. Müzenin oluşturulması Aydın ili Yenipazar ilçesi, Yörük Ali Efe Caddesi üzerinde bulunan ve 19. yüzyıl sonunda yapıldığı tahmin edilen Yörük Ali Efe'ye ait ev 1980'li yıllarda çıkan bir yangınla tamamen yanmış, yangından sonra bina ve bahçesi kaderine terkedilmiştir. 1995 yılında Aydın İl Kültür Müdürü Özgen Karaca Başkanlığındaki Aydın Valiliği Kültür Komisyonu, Milli Mücadelede işgalci güçlere karşı silahlı direnişin Aydın'daki önderi Yörük Ali Efe'nin evinin restore edilip, Müze Ev olarak yeniden yaşama geçirilmesini ve gelecek kuşaklara aktarılmasını önermiştir. Bu öneri de Aydın Valiliği'nce Kültür Bakanlığı'na sunulmuştur. Yörük Ali Efe'nin mirasçıları adına Kayhan Kavas'dan projenin gerçekleştirilmesi durumunda, söz konusu taşınmazın Kültür Bakanlığı'na bağışlanacağı sözü alınmış, 1997 yılında Evin Müze olarak kullanılmasına ilişkin Kültür Bakanlığı ve varisler arasında bir protokol yapılmıştır. Taşınmazın Kültür Bakanlığı'na tahsis işlemleri 1999 yılında gerçekleştirilmiştir. İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü rölöve, yeniden tasarımlama ve yenileme projelerini hazırlamış, tescil karar taşınmaza ait bu projeler İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıkların Korunma Kurulu tarafından onanmıştır. 1999 yılı birim fiyatlarına göre yaklaşık 94 milyar TL 1.Keşif bedelli restorasyon işinin Aydın İli Ören yerleri gelirleri ile yaptırılması Bakanlıkça emredilmiş, 13.12.1999 tarihinde 1999–2000 yıllarına sari olarak Aydın Valiliği İl Daimi Encümenince ihale edilmiştir. Bu arada Yörük Ali Efe Evi bütününden daha önce ayrılan 7 parsel nolu taşınmaz da kamulaştırılarak bahçeye dahil edilmiş, sonradan yapılan bina ve sundurmalar yıkılarak bahçe eski özgün haline dönüştürülmüştür. Bu iş kapsamında harap durumda olan bina ve bahçenin tamamı temizlenmiştir. Daha sonra temelden itibaren aslına uygun hazırlanan yenileme projesi ve restorasyon ilkeleri çerçevesinde bina yeniden yapılmıştır. Bahçede gişe, bekçi odası ve ziyaretçilere hizmet verecek tuvaletleri bulunduran ikinci bir yapı gerçekleştirilmiş, sığınak onarılmıştır. Eski bademlik evi olarak bilinen müştemilat binası da onarılıp kır kahvesine dönüştürülerek ziyaretçilere hizmet amacı güdülmüştür. Bir bölümü yıkılan bahçe duvarları onarılmış, yeniden yapılmış, bahçe tanzimi tamamlanmıştır. Yenipazar mezarlığında bulunan Merhum Yörük Ali Efe’nin mezarı ise Bakanlar Kurulu’nun 29.08.2000 tarih ve 2000/1252 sayılı kararları ile Müze Bahçesine nakledilmiştir. Evin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasından sonra Varislerine çağrı yapılarak Yörük Ali Efe’nin özel eşyalarının derlenmesine katkıda bulunmaları istenmiş, Aydın Müzesi Eser Kıymet Takdir Komisyonunca eser derlenerek tefriş ve donanım çalışmaları yapılmıştır. Kültür Bakanlığınca Prof. Dr. Tankut Öktem’e yaptırılan Yörük Ali Efe’nin heykeli de bahçedeki yerine konuşlandırılmıştır. Yörük Ali Efe Evi Müzesi 8 Haziran 2001 tarihinde ziyarete açılmıştır.
  5. _asi_

    Aydın Aphrodisias Müzesi

    APHRODİSİAS MÜZESİ 1979 yılında açılan Aphrodisias Müzesinde sadece Aphrodisias'dan kazılarla bulunmuş eserler sergilenmektedir. Eserlerin çoğunluğunu heykeller oluşturmaktadır. Aphrodisias'da İ.Ö. 1.yy. ile, İ.S. 5. yy.lar arasında çok nitelikli eserler veren bir heykel okulunun varlığını biliyoruz. Mermerler kentin 1 kilometre kuzeyindeki mermer ocaklarından getiriliyordu. Aphrodisias Müzesi, batı Anadolu'daki bilinen en olağandışı, göze çarpan müzelerden birisidir. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan haliyle, anıtlar burada sergilenmektedir. İlk halleriyle bulguların incelenip göz önüne getirilmesi, bu antik anıtların ihtişamının anlaşılmasına yeterli olur. Özellikle Aphrodisias'ın antik heykeltıraş okulunun çalışmaları bu sanatın gelişme seviyelerini gösterir. Müze girişinden sonra hemen sağa dönülerek gezilmektedir. Satış reyonunun karşısındaki duvarda yer alan tondo büstler bazı ünlü antik filozof ve devlet adamlarına aittir. Bundan sonraki salonda imparator heykelleri, portre heykeller, portre büstler ve mevsimleri betimleyen figürlerin yer aldığı özgün bir lahit yer almaktadır. Koridorda sergilenen kabartmalar kentin ikinci kurucusu Zoilos'un anıt mezarına aittir ve ikinci klasik çağda denilen Avgustus dönemine tarihlenmektedir. Melpomene salonunda, giyimli devlet adamları, tragedya perisi Melpomene ve Apollon'a ait heykeller sergilenmektedir. Boksör ve oturan sanatçılara ait heykellerin sergilendiği salon Odeon salonu olarak adlandırılmıştır. Diğer seksiyona geçmeden köşede bitmemiş heykeller sergilenmektedir. Heykel yapım teknikleri ve evreleri hakkında fikir vermesi bakımından dünya çapında bir koleksiyondur. Yakın çevredeki ve Aphrodisias'dan bulunmuş olan prehistorik malzemenin sergilendiği vitrinler önceki duvar vitrinlerinde sikke ve öyküsü yer almaktadır. Truva savaşının trajik bir öyküsünden esinlenerek yapılan Achilleus ve Pentasilia heykelinin ismini verdiği salonda Diskoforos, genç Herakes ve Dionisos'u taşıyan Satir Heykelleri vardır. Bundan sonraki salonun ortasında kentin ana tanrıçası Aphrodithe'nin kült heykeli yer alır. Heykelin hemen arkasında Aphrodithe Tapınağının baş rahibi Diogenes ve hemen sağda da karısı Clodia Antonya Tatiana'nın heykeli yer alır. Soldaki iki heykel İmparator Constantin devrindeki rahip heykelleridir. Soldaki dev heykel kent halkını temsil eden Demos'dur.
  6. _asi_

    Aydın Magnesia (Maindros Magnesiası)

    MAGNESIA İzmir-Aydın karayolu ile ulaşılan Ortaklar bucağına bağlı ve oraya 4 km. uzaklıktaki Tekinköy’ün yanı başındadır. Batı Anadolu’daki İon yerleşmesi sırasında kurulan kentlerin hemen hemen hepsi deniz kıyısında veya sahile çok yakın olmalarına karşılık Magnesia, (Maiandros Magnesiası) Kolophon ile birlikte bunun dışında kalmıştır. Kentin ilk kurulduğu yer kesinlik kazanamamakla beraber Lethaus (Gümüşçay) ile Maindros’un (Büyük Menderes) birleştiği yerdedir. Kuzey Yunanistan’daki Magnesia’dan Anadolu’ya gelen Aioller’in kurduğu bu kentten söz eden kaynakların çoğunda “Magnesia’lıların uğradığı felâketler “denilmiştir. Magnesia kazılarında Agora’nın güney-batı köşesindeki 17 no.lı, 51 satırlık bir kitabe bize kentin kuruluşu ile en güzel ve en doğru hikâyeyi anlatmaktadır . Üst kısmı kaybolmuş olan kitabenin kalan metni şöyledir: “ ...hangi nedenle geldikleri anlaşılıncaya kadar tanrının buyurduğu kehanet gizli kalmaktadır. Tanrının,zamanın geldiğini bildirmesinden az sonra Gortyn ve Phaistos arasında bir kent kurdular ve mutlu bir şekilde oraya yerleşip,kadınlar ve çocuklar edindiler,kehanete göre kendi soylarından gelenlere tanrının isteğini aktardılar. Yaklaşık seksen yıl sonra beyaz kargalar göründüler ve hemen şükran kurbanları keserek geri dönüşleri konusundaki kehaneti öğrenmek üzere, Themisto’nun Argos’da rahibe ve Ksenyllos’da birinci Archon olduğu sırada Delphi’ye bir heyet gönderdiler. Onlara şu kehanet bildirildi; “Siz Magnesialılar,siyah bir kuş yerine,beyaz kanatlı bir kuş gördüğünüz için uzak Girit’ten geldiniz ve ölümlülere bir mucize olarak görünen bu olay karşısında anayurdumuza yeniden dönüp dönmemekte kararsızdınız. Ama anayurt toprağından bir başka yere yelken açmak gereklidir. Babam,benim ve kız kardeşim için Magnesialılara Peneios ve Pelion dağının hakim olduğu topraktan daha kötü olmayan bir toprak parçası tahsis etmek uygundur. Ey asil Magnesialılar, sizler nereye yelken açmanız gerektiğini soruyorsunuz. Tapınağın kapısının yanında duran adam size yolu gösterecek. Bu yol sarp Mykale dağının arkasındaki Pampylialıların ülkesine sizi götürmeli, orada kıvrımı çok (Meander) nehrin kenarında çok sayıda arazisi olan Mandrolytos’un zengin evi var. Burada Olimpialı, hilekârlığa hükmedenlere değil, hak edenlere zaferi ve büyük refahı temin eder. Bu kutsal alanda Glaukos’un soyundan gelen cesur bir adam var. Tapınağı terk ettiğinizde bu kişi karşınıza çıkacak, çünkü kader bunu böyle istedi. Bu şahıs size anakaradaki bol buğdaylı araziyi gösterecek. Magnesialıların silah taşıyan akraba halkını, Thorax dağına ve Manthios nehrine ve Endymion karşısındaki sarp Mykale dağına ulaşmaları için rehberliğin altında Pampylialıların körfezine gönder, Leukippos. Burada zengin ve hayrete değer Magnesialılar, Meandros’un evinde surlarla çevrili kentlerde oturacaklar.” Bilge Umar buradaki yerli halkın Luwi’ler olduğunu söylerken “Magnesia isminin Hellen dilinde bir anlamı olmadığını da belirtir. Burada M.Ö.680 ile 652 arasında Lydia Kralı Gyges’in hakimiyetini görüyoruz. Kentin Gyges’in düşmanlığını kazanmasına sebep olarak bazı antik yazarlar, Gyges’in gözdesi olan bir ozanın Magnesia’da uğradığı hakaretlere bağlamışlardır. Daha sonra Kuzeyden gelen bir kavim olan Kimmerler kente M.Ö.657’de hakim olmuşlardır. Peş peşe gelen bu saldırılar nedeniyle Magnesia tahrip edilmiştir. Daha sonra bütün Anadolu’da bir fırtına gibi esen Pers hakimiyetinden burası da nasibini almıştır. Pers Kralı I.Artaxerxes, Salamis Savaşının Atinalı kahramanı Themistokles’in memleketinde gözden düşmesi üzerine onu Anadolu’ya davet etmiş ve yaşaması için üç kent önermiştir. Themistokles’de bunların içinden Magnesia’yı seçmiştir (M.Ö.460). Magnesia’lılar da kahramana büyük saygı göstermişlerdir. Buna karşılık Themistokles, Magnesia’da Artemis adına bir mabet yaptırarak kızını da oraya rahibe yapmıştır. Themistokles Artemis Leukophryus kutsal alanında kurban sunarken ölmüştür. Onun ölümünden sonra onun anısına Magnesia’lılar agora’da bir anıt yapmışlardır. İon kentlerinin almış olduğu ortak karara uymayan Magnesia, Atina’nın başkanlığındaki Delos Deniz Birliği’ne katılmamış ve Atina-Sparta savaşında taraf olmamıştı. Spartalıların savaşı kazanmasından sonra buraya gelen Spartalı komutan Thibron kentin savunmasız durumunu görünce Perslerin tekrar buraya gelmelerine mani olmak için kenti Thoraks Dağına (Gümüş dağı) taşımıştır. Magnesia’nın yer değiştirmesiyle ilgili bu söylentilerden çok Menderes’in taşıdığı millerin bunda büyük payı olduğu sanılmaktadır. Alınan bütün bu önlemlere karşı Magnesia yine de Perslerin eline geçmiş, Büyük İskenderin Anadolu’ya gelişine kadar da onların egemenliğinden kurtulamamıştır. M.Ö.334’de Büyük İskender’e gönül rızası ile bağlanmışlar, daha sonra M.Ö. 240 da Seleukos krallığına, M.Ö.189’da da Bergama Krallığına tabi olmuşlardır. Bergama Krallığının vasiyet yoluyla Roma’ya bağlanmasıyla Magnesia’da Roma’nın Asya eyaletleri içerisinde önde gelen kentlerinden biri konumuna girmiştir (M.Ö. 133). Nitekim M.S. III.yy.a tarihlenen bir sikke üzerinde “Asya’nın yedinci kenti” yazısı da bunu doğrulamaktadır. M.Ö. 87’de Pontus Kralı IV.Mithradates direnerek Roma’ya bağlılığını kanıtlamış, Sulla’da onları bağımsızlıkla mükafatlandırmıştır. M.S.17’deki büyük depremde çok zarar gören şehri İmparator Tiberius 12 yıldan kısa bir süre içinde yeniden inşa etmiştir. Bundan sonra kent için talihsiz bir süreç başlar, önce Gotlar tarafından yakılıp yıkılır. Daha sonra 620-30’da Pers Kralı II.Hüsrev’in akınları karşısında Artemis kutsal alanı çevresindeki surun içine çekilerek kendini korumaya çalışır. Bizans döneminde ise bir piskoposluk merkezi olur ve daha sonra da önemini tamamen yitirir Platon’un anlattıklarına dayanarak ve son buluntuların ışığında M.Ö. II.yy.da, çevresi surla çevrili,yaklaşık 1300x100 m.lik bir alanı kaplayan, ızgara plânlı bir kent olduğunu tanımlıyoruz. Yine Platon’a göre şehrin nüfusu yaklaşık 20 000 kişi olup, her biri bir tanrının adını alan 12 semte (phyle) bölünmüştü. Bu tanrılardan sekizinin adını duvar yazıtlarından öğreniyoruz. Bunlar Aphrodit, Apollon, Ares, Hephaistos, Hermes, Hestia, Poseidon ve Zues’dur. Magnesia 18.yüzyıldan başlayarak gezgin ve Arkeologların ilgisini çekip araştırdıkları bir yerdir. Buradaki ilk ciddi çalışmayı 1817-21 arasında J.N.Huyot yapmış ve şehir plânını çizmeye çalışmıştır. Bu çalışmalar bugün Paris Bibliothèque National’dadır. 1842-43’de Ch.Texier yanına mimar Jacques Clerget ve ressam Clèm Boulanger’i yanına alarak buraya gelmiş ve ilk ciddi çalışmaları başlatmıştır. Artemis tapınağının çıkmasıyla ünlenen bu kazı maalesef Türkiye için çok acı vericidir,zira tapınağın neredeyse bütün frizleri Türkiye’den Paris’e taşınmıştır. Bugün Paris Louvre Müzesinde “Magnesia of Meandrum” seksiyonunda Ch.Texier’in adı ile teşhir edilmektedir. Bu frizler, toplam uzunluğu 40 m.yi bulan 41 adet blok ve parçalardan meydana gelmektedir. Amazonlar ile Hellenlerin savaşını canlandırmaktadırlar. 1872-73’de O.Rayet ve A.Thomas burada incelemeler yaparak en kapsamlı yayını gerçekleştirdiler. 1887’de İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Osman Hamdi Bey Texier’in arazinin bataklık oluşu ve su basması yüzünden götüremediği 20 m. uzunluğundaki friz bloklarını İstanbul Arkeoloji Müzesine getirir.1890’da Carl Human’ın başkanlığında Alman Arkeoloji Enstitüsü burada küçük bir kazı ile işe başlar ve çalışmalarını 1893’e kadar sürdürür. Bu kazılarda çıkan eserlerin bazı parçaları da ne yazık ki Berlin Müzesine götürülmüştür. Bu dönemdeki çalışmalar Artemis kutsal alanında, altarda, agora’yı çevreleyen Stoa’larda ve Zeus tapınağında yoğunlaşmıştır. Bu dönemden sonra burası uzun süre unutuldu. Ta ki 1985’e kadar. Bu tarihten itibaren Prof. Dr. Orhan Bingöl’ün başkanlığında Ankara Üniversitesi tarafından metotlu bir şekilde araştırma ve kazılar yapılmaktadır. Bu çalışmaların sonunda,Artemis Kutsal Alanı, tapınağı , sunağı, tören yolu, propylon, Agora, Zeus tapınağı, Bizans suru, Latrina, Çarşı Bazilikası, Odeon, tiyatro Athena tapınagı, Theatron , şehir surları, Stadion, Gymnasion ve nekropoller çıkarılıp plânları ve rölöveleri çizilmiştir. Magnesia’daki Mimari yapılar: Artemis Leukophtyene Kutsal Alanı ve Mabedi Portikolarla çevrili olan bu kutsal alanın ortasında Artemis Tapınağı ve sunağı, doğusundaki Propylon ile Agoraya bağlanmaktadır. M.Ö.II.yüzyılın başlarına ait olan Artemis Mabedi 41x67.5 m. ölçüsündedir. Mabedin mimarı aynı zamanda Teos’daki Dionysos mabedini de yapmış olan Hermogenes’tir. Alman Arkeoloji Enstitüsünün yapmış olduğu kazılarda bu mabedin altında M.Ö. IV.yy.a ait arkaik bir mabet olduğu anlaşılmıştır. Bölgesi devamlı su basmasından dolayı epeyce tahrip olan yapının plânı güçlükle çıkarılabilmiştir. Pronaos ile Naos’un içerisi sütunlarla çevrilidir,ayrıca dış sütun dizisi ile mabet duvarları arasındaki uzaklık alışılagelenin iki katına çıkarılmıştır. Antik Çağ mimarisinde bu uygulamaya Pseudodipteros adı verilir. Mabedin kısa kenarlarında 8, uzun kenarlarında da 15 adet attika tipi sütun bulunmaktadır. Burada dikkati çeken bir başka özellik de Pronaosdaki iki sütunun aynı şekilde Opisdodomos’da da uygulanmış oluşudur. Ayrıca Naos’un içerisine üçer sütun konulmuştur. Artemis mabedinde diğer İon mabetlerinde görülmeyen özellikler vardır. Bunun en belirgin olanı cephenin doğuya yönelmesi gerekirken burada batıya doğru olmasıdır. Bunun nedeni Artemis Leukophryene’nin Frig kökenli bir Anadolu tanrısı olmasına bağlanmıştır. Bu anıtta gölge-ışık oyunlarına da çok önem verildiğini anlıyoruz, çatı yükünün hafifletilmesinin yanı sıra bazı yenilikler de yapılmıştır. Daha çok Roma çağında görülen geniş temenosun ortasında yer almış ve bu alan Agora tarafından kesilmiştir. Mermer bloklarla döşeli olan zemin batıya doğru bir eğim yapmakta idi. Mabetteki Artemis heykelinin nasıl olduğunu sikkelerden anlıyoruz. Aynen Ephesos Artemisinde olduğu gibi aşağıya doğru incelen vücudunda dar bir giysi vardır, iki yana açmış olduğu ellerinde birer yün yumağı tutar. Başında yüksek bir Polos bulunmaktadır. Göğsündeki çok sayıdaki çıkıntı ise muhtemelen bereketi sembolize eden koç yumurtaları olmalıdır. Eski tarihçilerin anlattıklarından heykelin ahşap üzerine altınla kaplı olduğunu öğreniyoruz. Ayaklarının iki yanında ise birer kartal yer almaktadır. Tapınağın önemli özelliklerinden biri de alınlıkların ortasında bir büyük yanlarında da iki küçük kapı kabartmalarının yer almasıdır. Bu Artemis Leukophryene ve onun kültü ile ilgilidir. Bu kapı “tanrının kendini göstermesi” ve “varlığını kanıtlaması”(Epiphanie) sembolüdür. Magnesia’lılar her dört yılda bir Artemis adına şenlikler yapmış ve diğer İon kentlerine haber göndererek onların da katılmalarını istemişlerdir. Bunun sonucunda da diğer kentlerden farklı olarak kutsal bir konuma girmiştir.Bu durumu Agora’daki bir duvardaki yazıt açıklamaktadır. Artemis Sunağı: Artemis Mabedinin batısında, Bergama’daki Zeus sunağına benzeyen at nalı şeklinde bir sunaktır. Günümüze sadece temelleri ulaşabilmiştir. Avlulu bir yapı olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Rölyef karakterli heykellerinin bir kısmı bugün Berlin Müzesindedir. 1994 yılından itibaren burada yeniden kazılara başlanmıştır. Sunağın 15.80x23.10 m. ebadında olduğunu temel kalıntılarından anlıyoruz. Etrafı traverten üstüne mermer plakalarla döşeli, Altar iki yandan, sütunlu portikolarla çevrili idi. Prof. Dr. Bingöl, altar kabartmalarında Olympos’lu on iki tanrının heykelleri olduğunu söyler. Bugün bu kabartmalardan iki figür Berlin müzesindedir. Propylon (Anıtsal Giriş) Agora’nın doğu stoasının ortasında, tapınak ile Agora arasındadır. Prof. Orhan Bingöl sütunların bazılarını restore edip ayağa kaldırmıştır. Yapı iki basamaklı mermer bir krepis üzerinde oturur. Sütun kaideleri Attika-İon üslubundadır. Doğu tarafındaki sütunlar kapı söveleriyle sınırlandırılmıştır. 1993 yılından itibaren burada da kazılara başlanmıştır. Zeus Sosipolis Mabedi Agora’nın doğu-batı yönünde İon üslubunda, Hellenistik dönemde yapılmıştır.Kentin kurtarıcısı (Sosipolis) olarak tanımlanan Zeus’a atanmıştır. G.Gruben’in mimar Hermogenes’in ilk yapılarından biri olduğunu söylediği bu mabet stylobat üzerinde 7.38 x 15.81 m. ebadında idi. Cephesindeki frizler bugün Berlin Müzesindedir. Zeus’a ait olduğu kuvvetle muhtemel bir gövde parçası ile vücudun alt bölümüne ait giysinin bir parçası bulunmuştur. Bu parçalar sikkelerin üzerindeki Zeus tasvirleri ile uyuşmaktadır. Sikkelerin ışığında ,Zeus’un sol elindeki asasına dayanarak tahtında oturup sağ elinde ise muhtemelen Artemis’in büstünü tutmakta olduğunu anlıyoruz. Tiyatro Artemis mabedinin güneyindeki bir tepenin batı eteğinde kentin 3500 kişilik tiyatrosu bulunuyordu. Mimar Hermogenes tarafından yapıldığı tahmin edilirse de bu kesin değildir.Son kazıların ışığında tiyatronun üç safhada yapıldığı anlaşılmıştır. İlk inşaası M.Ö. III. yy.a ait olduğu tahmin edilir. Bu tarihten kalma kısım beş bölümlü, kireç taşından sahne binası, iki yanında merdivenleri olan bina ve koridorlar ile orkestranın ortasına kadar uzanan tünel ile yuvarlak orkestradır. İkinci ilavelerin yapıldığı tarihin M.Ö.200 olduğunu, tiyatronun yapımı için para bağışında bulunan Apollophanes’in şerefine konmuş olan iki heykelin kaidesindeki yazıtlardan öğreniyoruz. Bu dönemde 25.5 m. uzunluğundaki analemma duvarları, proskenanın mermer blokları ve duvarların ortalarındaki kapılar yapılmıştır. Bu döneme ait tiyatroda, devrinin önemli müzisyeni ve şairi olan Anaxenor’a ait bir heykel ile yazıt vardır. Strabon’un da bahsettiği bu kişiye, Magnesia’lıların ne kadar önem verdikleri ve onunla gurur duydukları bellidir. Üçüncü yapı dönemi M.S. 22. yy. a aittir. Bu dönemde 3.m.yüksekliğindeki podyum ile Orkestradaki tünelin T şeklinde uzatılmasıdır. Tiyatrodan pek az kalıntı günümüze gelebilmiştir.. Oturma kademelerinin hemen hemen tamamı yok olmuştur. Büyük bir olasılıkla M.S.263’deki Got akınları sırasında büyük tahribata uğramış ve yıkılmıştır. Çünkü buluntular çok dağınık bir haldedir. Odeon Agora’nın güney-doğu yönündedir ve çok az kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Hellenistik çağa tarihlenen odeon’un taşları da muhtemelen Bizans suru’nun yapımı sırasında parça parça sökülüp kullanılmıştır. Stadion Odeon’un güneyinde iki tepenin ortasında,186 m. uzunluğunda “U” şeklindedir. Günümüzde tamamen ağaçlar ve makilerle kaplıdır. Bilgilerimiz buraya gelen Huyots ve Clerget’in çizimlerine dayanmaktadır. Gymnasion Kentin ortasında olup Magnesia’da görülen en yüksek kalıntıdır. Hamam, Apodyterion ve Palaestra’dan meydana gelmiştir. Yaklaşık 100x25 m2’lik bir alanı kaplar. Apodyterion kalın duvarlı dikdörtgen bir yapıdır. Burada halen Prof. Orhan Bingöl kazı çalışmalarını sürdürmekte olup, oldukça geniş bir bölümü açığa çıkarmıştır. M.S. 2-3 yy.lara tarihlendirilir. Hamam kısmı Miletos’daki Faustina hamamına çok benzer. En alttaki tonozlu koridor ve odalardan oluşan 250 m.lik mekan kazılar sonucu açığa çıkarılmıştır. Korent nizamındaki sütunlarla çevrili Palestra Apodyterion’un doğusundadır .Bu kısım doğu’da staolarla çevrili büyük yapı ile birleşmektedir. Latrina M.S.4-5 yy.a tarihlenen bu tuvalet 1993-1995 arasında Prof. Orhan Bingöl tarafından kazısı tamamlanıp restore edilmiştir. Havuzlu bir ön odadan girilen Latrina’nın temizlenmek için kirli ve temiz su kanalları kanalizasyonu ve iki adet güzel çeşmesi vardır. 15.85 x 8.40 m. ebadındır. Latrina’nın oturulan sekisi ile döşemesi mermer kaplıdır. 32 kişinin aynı anda kullandığı oturma sekilerinden anlaşılmaktadır. Genel Tuvalet Roma’da çok yaygındır. Kişiler burada hem ihtiyaçlarını gideriyorlar hem de sohbet ediyorlardı. Bu yüzden Roma devri Latrina’larında insanları birbirinden ayıran özel bölümler yoktur. Duvarlar opus sectile dekorasyon ile bezenmiştir. Buna ait parçalar restorasyon sırasında, kanalizasyon kanalından çok sayıda çıkmıştır. Bizans Suru Bu sur, Pers Kralı II.Hüsrev’in akınlarından korunmak için yapılmıştır. Esas kent surunun blok taşları burada kullanılmıştır. Surun kuzey duvarının iç tarafına 5 m.lik aralıklarla 4.m.yükseğe yerleştirilmiş 50x50 ebadında yuvalar yapılmıştır. Bunların ne için yapıldığı anlaşılamamıştır. Sur duvarlarındaki kaplamanın içi çok sert bir harç ve şpoli malzeme ile doldurulmuştur.
  7. _asi_

    Aydın Didyma (Didymaion-Didim)

    Aydın Didyma (Didymaion-Didim) Aydın ilinin Söke ilçesi, Yeni Hisar köyü (Yoran) sınırları içerisinde yeralan Didyma, Apollon Tapınağı ile ünlüdür. Didymaion, Miletus’a bağlı bir kâhinin ikamet yeri ve mabet olarak bilinir. Son kazılardan Didyma’nın sadece bir kâhinin ikametgâhı değil, aynı zamanda yoğun bir yerleşim yeri olduğu da anlaşılmıştır. Antik Tarihçilerden Thoukydides ve Pausanios'tan öğrenildiğine göre Sicilya'nın kuzeyindeki Lipari takım adalarından iki tanesi de bu ismle anılmıştır. Bunun yanı sıra Yunanistan'ın Thessalia bölgesinde de Strabon tanrılar anası Dinayme'nin tapınağından söz eder. XIX.Yüzyılda Sir Charles Newton "iki dev sütun ile üzerindeki architrav parçası ve tamamlanmamış üçüncü bir sütun, Apollon Tapınağı'ndan tek ayakta kalandır. Anıtsal kalıntılar düştükleri yerde parçalanmış buzullar gibi üst üste yığılmış duruyorlar" diyerek o zamanki tapınağın durumunu açıklamıştır. Didyma Apollon Tapınağı'nın bulunduğu yöre hiç bir zaman bir kent niteliği taşımamış, Claros gibi bie kehânet merkezi olmaktan öteye gidememiştir. Branchidai (Brankhidai) ismi verilen Delphoi kökenli, soylu bir aileden gelen rahiplerin yönetimindeki Didyma'da her yıl veya dört yılda bir ayinler düzenlenmiş, bayramlar yapılmış, şenlikler, geceleri meşale koşuları birbirini izlemiştir. Branchidai sözcüğü Didyma'nın yanında zaman zaman ikinci bir isim olarak kullanılmıştır. Roma döneminde de bu şenlikler sürdürülmüştür. Etimoloji yönünden incelendiğinde, Didyma sözcüğünün Grekçe olmayıp Anadolu kökenli olduğu görülür. Bununla birlikte Grekçe'de ikizler anlamında "didymi" sözcüğünün Didyma'ya benzemesi Apollon ile kız kardeşi Artemis'i çağrıştırmıştır. Ancak Didiyma'da Artemis kültünden de söz edilmişse de bu kült ikinci planda kalmıştır. Anadolu'nun bir çok yerindeki Artemis, Aphrodite, hekate Tapınakları Apollon veya Zeus'un isimleriyle tanınmıştır. Bu nedenle Didyma Apollon Tapınağı'nın da anatanrıça yerine Apollon ismiyle tanınmıştır. Didyma Apollon Tapınağı'nın bulunduğu yerde, İon göçünde ve Miletos'un kuruluşundan kalan arkaik bir tapınak vardı. Büyük bir olasılıkla Apollon'a ithaf edilen bu tapınak, bir çok hükümdar, özellikle Lidya kralı Kroisos da ziyaret etmiştir. Pausanias kehanetin İon göçünden de önce bu yörede var olduğunu ileri sürmüştür.. Didyma'da ele geçen yazıtlar da M.Ö.600 yıllarında burada yapılmış bazı öğütleri içermektedir. M.Ö.V.Yüzyılda Perslarin Anadolu'ya yaptıkları akınlarda arkaik devirde yapılmış olan ilk Apollon Tapınağı Kral Darius tarafından M.Ö.494'de yıkılmış, içerideki bronz Apollon heykeli de Ekbatana'ya götürülmüştür. Herodot, M.Ö.494'te İonia ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanıp Miletos düşünce Dareios'un hem tapınağı hem de kehanet yerini yağmalayıp yaktığını belirtmiştir. Strabon ile Pausanias ise aynı eylemin Kserkes'in M.Ö.479'da Plataia yenilgisinden sonra Yunanistan'a dönerken yaptıklarını öne sürmüştür. Bu olaylardan sonra Brankhidler tanrılara karşı sadakatsiz tutumlarından dolayı suçlanmışlar, tanrılara sunulmuş hazineleri Pers kralına teslim etmişler ve sonra da pers ülkesine kaçmışlardır. Pers kralı onları Sogdiana yakınlarına yerleştirmiştir. Aradan geçen 150 yıl sonra İskender buraya geldiği zaman ordusundaki Miletosluların isteği ile Brakhidlerin yerleştiği köyleri yerle bir etmiştir. İskender, pers İmparatorluğu'nun başkenti Ekbatana'da Kserkses'in Didyma'dan almış olduğu Apollon'un heykelini de geri vermiştir. Bundan sonra tapınak yaklaşık 160 yıl kadar harap durumda kalmış, İskender'in Pers zaferinden sonra Helenistik devirde (M.Ö.300 - M.S.30) yapılmıştır. Bundan sonra Didyma kutsal alanı kısa zamanda zenginleşmiş ve eski canlılığına kavuşmuştur. M.Ö.278'de Galat saldırılarından çok etkilenerek zarar görmüş, Romalılar ise Didyma'ya ilgi göstermiş, M.S.100'de İmparator Traianus Miletos'tan Didyma kutsal alanına giden 17.70 km. uzunluğundaki yolun yapımına katkıda bulunmuştur. M.S.III.Yüzyılda geçtikleri her yeri yağmalayan Gotlar Anadolu'nun batı kıyılarında da ilerlemeye başlayınca Didyma Apollon Tapınağı korunma amacıyla kaleye dönüştürülmüştür. Hıristiyanlık döneminde de burası canlılığını korumuş, tapınağın yanına bir de kilise yapılmıştır. Didyma Apollon Tapınağı Helenistik dönemde yapılan Didyma Apollon Tapınağı’nın mimarları Efesoslu Paionius ile Miletoslu Dapnistir. M.Ö.300’de yapımına başlanan tapınağın planı çok fazla büyük düşünüldüğünden yapım çalışmaları M.S.II.yüzyılın ortalarına kadar sürmüş ancak tam olarak bitirilememiştir. Bazı duvarlarda son işçilik yapılmamış, taşlar traşlanmamıştır. Günümüze ulaşan sütunlardan birinin yivsiz oluşu bunu kanıtlamaktadır. Didyma Apollon tapınağı dipteros plan düzeninde, çift sıra sütunla çevrelenmiş bir yapıdır. Tapınağın kısa tarafında on, uzun tarafında ise yirmi bir sütun bulunmaktadır. Tapınak yedi basamaklı bir kaide üzerinde olup, böyle yüksek bir kaide, Helenistik dönemde Anadolu’da yaşayan bir geleneği gösterdiği gibi, arazi konumundan dolayı da çukurda kalan tapınağın yükseklik kazanmasını sağlamıştır. Mabet sütunlarının her birinin ayrı birer kaideleri bulunmaktadır. Burada kare Plinhos’lar üstüne üst üste ve konkav levhalar (toros) ile konveks levhaların (troçhilos) yerleştirildikleri görülür. Eski İon üslubu denilen bu şekildeki kaideler cephenin ortasındaki sekiz sütun kaidesi dışında kalanların hepsinde uygulanmıştır. Didyma Apollon Tapınağı’nın pronaus, iki sütunlu salon, sekos ve naiskos olmak üzere dört bölümlü bir plan düzeninde olduğu dikkati çeker. Pronaos’da her sırada üçer tane olmak üzere dört dizinin oluşturduğu on iki sütun vardır. Buradaki döşeme taş levhalarla kaplanmıştır. Buradaki iki sütunlu salona açılan kapı 19x5.60 m. yüksekliğinde ve anıtsal bir görünümdedir. Ancak 1.45 m. yüksekliğindeki eşik içeriye girişi engellemektedir. Anadolu’nun diğer Grek ve Roma tapınaklarında görülmeyen bu eşik dini bir görüşten kaynaklanmaktadır. Antik çağlardaki dini görüşe göre ibadete gelen insanlar tapınakların içerisine giremez, dışarıdaki sunağın bulunduğu yerde toplanırlardı. İçeriye sadece rahipler ve Apollon kültü ile ilgili olanlar girebilirdi. Ölümlülerin buradan geçmesine izin verilmediğinden bu anıtsal kapının yalnızca Apollon’a ait olabileceği düşünülmektedir. Tapınağın Naosu’ndan 22 m. genişliğinde, 22 mermer basamakla ayrılan iki sütunlu salon olup, penceresi bulunmamaktadır. Salonun ortasında çok kalın iki sütun tavanı desteklemektedir. Buradaki merdivenlerden üst kata çıkılabilmektedir. Didyma Apollon tapınağında Pronaos’tan Sekos’a (Neos) anıtsal kapının iki yanındaki küçük kapıdan geçilmektedir. Sekos 21.30 m. yüksekliğindeki iri taş blokların oluştuduğu duvarlarlarla bir avlu görünümündedir. Tapınağın üzeri açık olduğundan Sekos’un içerisinde bulunması gereken Apollon’un kült heykeli prostilos üslubunda yapılmış, küçük bir İon tapınağında korunuyordu. Bizans döneminde bu tapınak taşlarından yararlanılabilmek için yıkılmış, yerine de basilika yapılmıştır. Tapınağın güneyinde stadium bulunmaktadır. Ayrıca tapınağın basamaklarından bazıları da yarışlarda belirli kişilerin oturması için ayrılmıştır. Yarışların başlangıç noktası doğu yönünde ve günümüzde de görülebilmektedir. Didyma Apollon tapınağı ile ilgili araştırmalar 1834’te Anadolu’yu dolaşan Fransız gezgin Charles Texier ile Halikarnasis’daki kazıları yapan İngiliz arkeolog Charles T.Newton tarafından yapılmıştır. Onların ardından Berlin Müzesi adına Theodor Wiegant 1904’te bilimsel çalışmaları başlatmış ve 1913 yılına kadar sürdürmüştür. Didyma çalışmaları 1962’de Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Klaus Tucheld tarafından yeniden başlamış ve günümüzde de devam etmektedir.
  8. _asi_

    Aydın Priene (Güllübahçe-Söke)

    PRİENE Priene M.Ö. 1200 yıllarında Batı Anadolu kıyılarına yönelik Dor göçü sırasında Atina Kralı Kodros’un torunlarından Aipytos tarafından kurulmuştur. Ancak Priene’nin ilk kurulduğu yerin nerede olduğu bilinmemektedir. İon yerleşmesinin başladığı yıllarda kurulan kentlerin başında da Priene gelmektedir. Priene sözcüğünün Hellen dilinde anlamı yoktur. Luwi/Pelasg dilinden geldiği.değişerek bu şekli aldığı tahmin edilir. M.Ö.495’de oniki gemiyle Lade Savaşına katılan ve iki önemli limanı olan bu kentte Antik Çağın ünlü düşünürü Bias yaşamıştır. Kentle ilgili olarak Bias’ın iki öğüdü ile tarihe geçkmiş ve çağının önemli olaylarında da bunlar etkili olmuştur. Bunlardan birincisi ile Lydia Kralı Kroisos’un adalara saldırması önlenmiş ,diğeriyle de Pers saldırıları karşısında Prienelilerin yurtlarını bırakıp Sardes’e gitmelerini sağlamıştır. Eski Priene’den günümüze hiçbir kalıntı gelemediği gibi nerede olduğu da kesinlik kazanamamıştır. Ondan günümüze yalnızca M.Ö.500’de basılmış, ön yüzünde Athena’nın resmi olan elektron bir sikke gelebilmiştir. Büyük bir olasılıkla eski Priene Maiandos’un (Büyük Menderes) getirdiği alüvyonların,toprak birikintilerinin,çamırların altında kalmıştır. Bugünkü Priene Atina’nın yardımıyla M.Ö. 350’de eski Priene’nin limanı olan Naulokhos’un kıyıları ile sırtını yasladığı Mykale dağı arasında kurulmuştur. Strabon, Priene’nin başlangıçta deniz kıyısı olduğunu,zamanla Maiandros’un taşıdığı birikintilerden ötürü denizden 6,5 km. içeride kaldığını belirtir. Şöyle ki: “Gerçekten,toprak gevrek ve kolay ufalanabilen cinstendi,aynı zamanda tuzlarla dolu olup kolay yanabilirdi ve belki de bu nedenlerden nehrin akıntısı, sık sık yönünü değiştirdiğinden,Maiandros kıvrılarak akmaktadır. Nehir aşağılara çeşitli zamanlarda, kıyının çeşitli kısımlarına alüvyon yağmakla beraber,sel toprağının bir kısmını da açık denize sürükler. Gerçekte, kırk stadia uzunlukta sel toprağı yığınları evvelce deniz kıyısında olan Priene’yi bir iç kent yapmıştır.” Daha sonra Strabon Priene’yi anlatmaya şöyle devam eder: “Maindros’un denize döküldüğü yerlerden sonra,yukarı kısımlarında Priene kentinin ve üstü yabani hayvanlarla dolu ve ağaçlarla kaplı olan Mykale dağının bulunduğu Priene kıyısı gelir.” Eski Priene, Lydia Kralı Ardys’in saldırısına uğrayıp ele geçirilerek haraca bağlanır. Ardından Pers Kralı Kyros’un eline geçer ve M.Ö.494’de Perslere karşı ayaklanan batı Anadolu kentlerinin, Miletos’un öncülüğünde başlattığı bağımsızlık savaşına katılır. Lade adası da bu deniz savaşına 12 gemiyle katılmıştır. M.Ö.334’de Büyük İskender Perslere karşı savaşa giderken buraya uğramıştır. Yeni kentin yapımı Büyük İskender’in M.Ö.334’de İonla’ya gelişinden sonra büyük hız kazanmıştır. Büyük İskender burada yapılmakta olan Athena mabedinin yapımına maddi katkıda bulunmuş, bunea karşılık Prieneliler de mabedi ona ithaf etmişlerdir. Nitekim Priene kazılarında bunu açıklayan bugün British Museum ‘da olan bir ithaf yazıtında bu açıkça yazılıdır. Priene, M.Ö.II.yüzyılda Pergamon Krallığının yönetimine girmiştir. Bu yıllarda Kappadokia kralı Ariarathes, kardeşi Orophernos tarafından tahttan uzaklaştırılmıştı. Böylece Kappadokia Kralı olan Orophernos eline geçirdiği 400 talenti Priene’ye saklanması için göndermişti. Ne var ki, Ariarathes Bergama Kralı II.Athalos’un yardımıyla yeniden Kappadokia tahtına geçince,kardeşinin gönderdiği bu parayı Prieneli yöneticilerden istemiştir. Prienelilerin parayı ancak onlara veren kişiye iade edebileceklerini söylemeleri üzerine Ariarathes, Attalos’un da izniyle Priene topraklarına saldırmıştır. Prieneliler Roma’dan yardım istemelerinin yanı sıra fırsatını da bularak parayı Orophernos’a geri vermişlerdi. Bütün bu olaylar gelişirken Prieneliler epey güç günler geçirmişlerdir. Priene, Bergama krallığından sonra M.Ö.II.yüzyılda Romalıların egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır. Ancak Maiandros nehrinin sürekli getirdiği toprak ve çamur birikimleri kentin denizden uzaklaşmasını gittikçe hızlandırmıştı. Bu arada kent halkı Roma’ya ödemek zorunda kaldığı vergilerden, Mitpridates zamanındaki savaşlardan büyük zarar görmüştür. Siyasi baskılardan Neulokhos limanını kullanamamış, komşusu Miletos’un güçlenmesi sonucu onunla ekonomik yönden rekabet edemeyince de önemini yitirmeye başlamıştır. Roma İmparatorluğunun sonlarına doğru çevresindeki kentlerin ilgisinden tümüyle uzaklaşan Priene Bizans çağında yalnızca bir piskoposluk merkezi olmasıyla yetinmiştir. Hellenistik çağın en güzel mimari yapıtlarını günümüze taşıyan bu antik kentte arkeolojik kazılara ilk kez (1895-1898) Carl Human başlamış ve öncelikle Athena mabedi üzerinde durulmuştur. Onun ölümünden sonra kazıları Th.Wiegand devam ettirmiştir. Başlangıçta Athena mabedine yönelik olan çalışmalar gün geçtikçe genişlemiş ve tüm Priene’ye yayılmıştır. British Society of Dilettani kazılarından sonra Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Wolf Koenıgs, Athena mabedi, Agora, Zeus MabediGymnasium ve yazıtlar üzerinde çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Antik Çağ’ın en büyük tarihçilerinden olan, aynı zamanda Tarihin Babası olarak bilinen Heredot ise, kitabında Priene için şöyle der ; "Panionion’da toplanan Iyonlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altına ve en güzel iklime sahip yörede kurmuşlardır. Güneyden baslayarak ilk kentleri Miletos’dur; hemen sonra Myus ve Priene gelir. Gerçekten de Milet, Didim ve Priene Antik Kentleri’nin yeraldığı bölge, Anadolu’nun en güzel bölgelerinden birisidir.”Günümüzden 2000 yil önce Söke Ovası tamamen bir deniz, Bafa Gölü de bir koy şeklindeydi. Bu denizin kenarında Antik Çağ’in en güzel kentlerinden birisi `Priene’ yer alıyordu. Priene’ liler denizcilikle uğraşıyorlardı. Priene’nin kelime anlamı "Hisar Yurdu" demektir. Priene Kenti’nin ilk önce nerede kurulduğu belli degildir. M.Ö. 494 yilinda Iyon Birligi ile Persler arasında yapılan Lade deniz Savası’ na Priene’liler 12 gemi ile katılmışlardı. Savaş sonunda lyon donanmasi yenilgiye uğrayınca Milet ve Apollon gibi Priene Kenti de yakılıp yıkıldı. M.Ö. 350 yıllarına doğru kent yeniden bugünkü yerinde inşa edildi. Miletli ünlü şehirci mimar Hippdamos’ un, kendi adıyla anılan “Hippodamos Plani” na göre yeniden yapılan bu kent, arkeolojide Hellenistik Çağ’ın en güzel kentlerinden biri olarak bilinir. Kentin Naulochos adında bir limanı olduğunu belgelerden biliyoruz ama bu limanın yeri henüz belli değildir. Helenistik dönem boyunca şehir Ptolemaic ve Seleucid Krallıklarının ve Pergamum Krallığı’nın yönetimi altına girdi. M.Ö. 133’de Pergamum Kralı II. Attalus’un ölümünden sonra toprakları kendi isteğiyle Roma’ya eklendi ve böylelikle Priene Roma egemenliğine altına girdi. Bizans döneminde şehir piskoposluktu. Bulgular İmparatorluğun çöküşüne kadar yerleşimin devam ettiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemin sonunda ise, Priene tamamen terk edilmiştir.
  9. _asi_

    Aydın Neapolis (Scala Nuova)

    Aydın Neapolis (Scala Nuova) Kuşadası’nın 1 km.güneyindeki Yılanca Burnu denilen ve denize doğru çıkıntı yapan kara parçası üzerinde idi. Hellen dilinde “Yeni Kent” anlamına gelir. Anadolu’da Neapolis sözcüğü ile bilinen başka kentler de vardır. Bunların başında Bursa’da, Karadeniz’deki Ponus yöresinde, Dağlık Klikia’da, Karia’da, Psidia’da, Galatia’dakiler gelmektedir. Strabon ise buradaki Neapolis’e şöyle değinir: “..Sonra önceleri Neapolis gelir. Şimdi burası Samoslularındır ve burasını,daha yakın olduğu için Marathesion ile değişmişlerdir.” Günümüzde Kuşadası yerleşim alanı içerisinde kalan Neapolis’in ismi ilk defa Ephesos yönetiminde bir kent olarak duyulmuştur. Neapolis çoğu kez de Marathesion ile karıştırılmış, bazen her ikisinin de aynı kent olduğu düşünülmüştür. Neapolis ile Marathesion’un birbirine çok yakın iki ayrı kent olmaları çok daha mümkündür. Pauly Wissowa, “Marathesion önce Sisamlılara ait küçük bir kent olup,Ephesos ile Neapolis arasındadır. Sonradan bu kenti Sisamlılar kendi bölgelerine daha yakın olan Ephesos’luların Neapolis’i ile takas etmişlerdir” diyerek konuya açıklık getirmiştir. Ayrıca Kiepert 1890 tarihli haritasında da Kuşadası’nın güneyinde Neapolis’in yerini işaret etmiştir, Ardından 1911’de yapmış olduğu diğer bir çalışmada da Neapolis’i bugünkü Aslan Burnu’nun olduğu yerde göstermiştir. W.M.Calder ile George E.Bean de aynı konuda birleşmişlerdir. İlk Çağdan günümüze yapı kalıntıları gelemeyen Neapolis,Hellenistik çağda liman kenti olarak en yüksek konumuna gelmiştir. Kent Orta Çağda sönükleşmiş, Venedik ve Cenevizlilerin yöreye hâkim oldukları yıllarda yine gelişmiş ve buradan Scala Nuova (Yeni İskele) olarak söz edilmiştir. Çok daha sonraları buraya uğrayan Evliya Çelebi Seyyahatnâmesinde buradan şöyle bahseder: “Kuşadası limanında bir küçük adacık vardır. Bir yalçın kaya üzerinde yuvarlak sağlam kaleciği vardır. Etrafı yüz adımdır. Kırk neferleri, on balyemez topu vardır. Kuşadası denilmesinin sebebi her sene bu adacığa yüzbinlerce kuş gelip ziyaret etmesindendir. Tılsımlı bir adadır.” Günümüzde Evliya Çelebi’nin bahsettiği Güvercin Adası’nın kara ile arası doldurulmuş ve ada yarımadaya dönüşmüştür. Yöre Osmanlı döneminde de önemini korumuştur. XVI.yüzyılda Barbaros’un yaptırdığı cephanelik, Öküz Mehmet Paşa’nın kervansarayı, Kaleiçi Camii ve hamamının da ayrı bir önemi vardır. Özellikle Kervansaray adayı koruyacak kale biçiminde yapılmıştır.
  10. _asi_

    Aydın Gerga Antik kenti

    GERGA Karia’nın dağlık bölgesinin orta kesiminde yer alan Gerga, Aydın’ın Çine İlçesi’nin 7 km. güney-doğusunda, Ovacık köyü yakınındaki bir tepenin üzerindedir. Prof. Bilge Umar, Gerga’nın “doruk yeri” anlamında bir sözcük olduğunu belirtir. Hellen dilinde “köy” anlamına gelen Gerga aynı zamanda mitolojide ismi geçen bir kahramandır. Kentin tarihçesi ile ilgili yeterli bilgiye ulaşamıyoruz. Strabon, Plinius ve Herodotos gibi antik tarihçilerde buradan söz etmemiştir. Son derece sarp ve güçlükle ulaşılabilen bu kenti Richard P.Harpen araştırmışsa da kesin bir söz söyleyememiştir. Fransız gezgini C.G.Cousin 1889’da buraya geldiğinde ayakta duran bazı anıtsal heykellerin olduğunu belirtmiştir. Büyük olasılıkla Gerga bir tanrıya ait mabet çevresinde kurulmuş antik kenttir. Günümüzde de gizemini koruyan ve ne zaman kurulduğu kesinleşemeyen Gerga’nın sur duvarları, mabetten arta kalmış mimari parçalar, heykel kaideleri ve parçaları yakın tarihlere kadar görülebiliyordu. Burada yapılan yüzey araştırmaları bu kalıntıların Karia bölgesinde karşılaşılanlardan çok daha farklı özellikleri olduğunu da ortaya koymuştur. Normal insan boyunu aşan heykellerin benzerlerinden çok daha farklı biçimde bezendiği arta kalan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bazı yapıların ise kayalara oyularak yapılmış oluşu da yöre için oldukça ilginçtir. Karşılaşılan kalıntılar daha çok teras duvarlarına dayanacak biçimde olup yaklaşık 200 m. uzunluğunda, 15-20 m. genişliğindeki bir düzlükte yer almaktadır. Bu düzlüğün tam ortasındaki yapının mabet olması kuvvetle tahmin edilebilir. Bunun 20 m. ilerisindeki iki yazıtta Hellen diliyle “Gergas” ismi okunabilmektedir. Burada bulunan kırık bir heykel parçası da Gergas’a ait olduğu düşünülmektedir. Burada inşaat tarzı oldukça kaba bir işçilik göstermektedir. Klasik Hellen ve Roma sanatının etkilerini burada göremeyiz. Böyle küçük ve gözlerden saklı bir köşedeki bir yerleşim yerinde muhafazakar eğilimlerin kuvvetli olması muhtemeldir. Gergalılarda antik dünyadan etki almayarak kendi gelenekleriyle kaba bir işçilikle eserlerini yapmışlardır. Muhtemelen burası çok eskilere gitmeyen bir Roma devri kasabasıdır. Zira şehre girdiğinizde 16 ayrı yerde duvarlara yazılmış GERGAS ve Gergakome (Gerga şehri) yazıtını görmekteyiz.
  11. _asi_

    Alinda Antik Kent (Karpuzlu)

    ALİNDA Alinda, Aydın ilinin Çine İlçesinin 31 km. batısında,Karpuzlu deresi vadisinin batı ucunda, ovaya hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Alinda sözcüğü Bilge Umar’a göre Luwi veya Kar dilinden gelmiş olup “Işık” anlamındadır.İlk Çağ yazarlarından Arrianus bu kentten “Karia’nın en müstahkem şehri” diye bahseder. Hitit belgelerinde “IJALANTA” adıya anılan kent, M.Ö.451-450’de kısa bir süre Attika-Delos deniz birliğine girmişse da birlikte çok kısa bir süre kalmış ve sonra ayrılmıştır. Tarihte Alinda’nın önem kazanması M.Ö.340’da Karya Satrabı Hekatemnos’un kızı Mausolos’un kardeşi olan Kraliçe Ada’nın yine kardeşi Pixodaros tarafından Halikarnassos’dan buraya sürgün edilmesiyle önem kazanmıştır. Alinda’ya yerleşen kraliçe Ada burayı başkent yaparak son derece dirayetli bir yönetim sağlamıştır. Çok iyi bir siyasetçi olan Ada, Büyük İskender Asya seferine çıktığında ona kentin kapılarını açmış ve adeta onu oğlu yerine koymuştur. Bunun altında kalmayan Büyük İskender Halikarnassos’u zaptedince onu tekrar Karia tahtına geçirmiştir. Ada burada İskender’den dolayı bir Hellen kültürünün gelişmesine yol açmış hatta o kadar kentin adını bile değiştirerek “Latmos Alexandria” adını vermiştir. M.Ö.81’e kadar bu adı taşıyan kent bu tarihten itibaren tekrar Alinda adını almıştır. Büyük İskender’in ölümünden sonra Alinda Bergama Krallığının toprakları içerisinde kalmış,sonra da vasiyet yoluyla Roma yönetimine girmiştir. Kentin kudret ve ihtişamı Roma devrinde de devam etmiştir. M.S.III.ncü yy.da kendi adına sikke bastıracak konuma ulaşmıştır. Bizans döneminde önemini yitirerek Aphrodisias metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olarak kalmıştır. Alinda antik kentinin kalıntıları Demircidere köyünün (Karpuzlu) birkaç yüz metre ilerisinden başlamaktadır. Nitekim buradaki köy evlerinin duvarlarında heykel ve friz parçaları kullanıldığı gibi bazı evler Roma devri duvarlarının üzerine inşa edilmiştir. C.H.Fellows,1840 da Demirci deresinde Alinda’nın bastığı sikkeleri bulmuş ve böylece daha önce Muğla yöresinde olduğu sanılan antik kentin yerini saptamıştır. Yüzyıllar boyu bu antik kentin taşları yeni yapılanmalarda kullanıldığından pek az kalıntı günümüze gelebilmiştir. Bununla beraber kentin M.Ö.334’den önce yapıldığı sanılan surları ve onları takviye eden duvarları yine de dikkati çekmektedir. İki akropolü bulunan kentin etrafını çeviren , granit bloklardan kesilmiş olan bu surların yapımı teknik yönden Assos ve Latmos’dakilere benzemektedir. Tepenin en yüksek yerinde,oldukça iyi durumdaki kare plânlı iki katlı kuleler,tarihçi Arrianus’un “Karia’nın en muhteşem şehri” sözünü doğrulamaktadır. Alinda’nın sırtına yaslandığı tepede yer alan akropolün güney yamacı oldukça dik ve kayalıktır. Buradaki tiyatro kalıntısı ile biraz altındaki Agora ve üç katlı stoa hemen dikkati çekmektedir.90-30 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğindeki iki katlı agora’nın ilk katında dükkan olarak kullanıldığı sanılan odalar bulunmaktadır. Bunun üzerindeki ikinci kat ise çift sıra yarım sütunların oluşturduğu oldukça uzun bir galeri görünümündedir. Alinda agora’sı duvar işçiliğinin mükemmelliğinden ötürü Anadolu’daki Hellenistik devir agoralarının en iyilerinden biri olarak nitelenmektedir. Agoranın batı kanadında ise üç katlı stoa bulunmaktadır. Akropolün güney-batısında, agora’ya göre biraz daha yukarda yer alan, M.Ö. III.yüzyılda yapıldığı sanılan tiyatronun da güzel bir duvar işçiliği vardır. Burası 35 oturma sırası bulunan orta büyüklükte, güzel bir duvar işçiliğine sahip bir tiyatrodur. Letoon, Alabanda, Assos ve Notion tiyatrolarını andıran Alinda tiyatrosunun iki yanındade diazomaya girişi sağlayan simetrik tonozlu geçitler dikkati çekmektedir. Bu galerilerin tonozları,duvar örgüleri,düzgün sıralı granit taşları ile diğerlerinden yapım tekniği yönünden daha özenli işçiliği olduğunu göstermektedir. Cavea’sı Hellenistik dönemde yapılmış olmasına karşılık tonozlu geçidin bazı bölümleri ile Skenesi Roma dönemine aittir. Kuzeyde, Akropolün bulunduğu tepeden biraz daha yüksekçe ikinci bir akropol daha vardır. Burasının ikamete mahsus binalarla dolu olduğu tahmin edilmektedir. Bu iki akropol kulelerle takviye edilmiş olan surla birbirlerine bağlanmışlardır. Akropolde biri küçük diğeri ise daha büyük olmak üzere iki mabedin varlığını belirten temel izlerine rastlanmıştır. Bunların hemen yakınında ise ne olduğu anlaşılamayan yuvarlak plânlı bir yapı kalıntısı ile karşılaşılmıştır. Roma döneminde inşa edilmiş olan su kemerleri oldukça iyi bir durumdadır. Kentin nekropolü ise yamacın doğu eteğindedir.
  12. _asi_

    Alabanda Antik Kenti

    ALABANDA (Araphisar) ANTİK KENTİ Alabanda Aydın'ın Çine ilçesine 9 km uzaklıktaki Doğanyurt köyünde, eskiden Araphisar olarak adlandırılan Doğanyurt mevkiinde bulunan bir antik çağ kentidir. Karya dilinde kentin adı Ala (at) ve Banda (yarış) anlamına gelen kelimelerden türemiştir. Hellenistik dönemden kalan kent surları, bouleterion, agora, tiyatro, Roma hamamları, anıt mezarlar başlıca kalıntılardır. Vitruvius'un sözünü ettiği Apollon tapınağı yöredeki en önemli yapıdır. Aydın İli'nin Çine İlçesi'ne 7 km. uzaklıktaki Araphisar Köyü üzerinde kurulu olup, İsmi Karia dilinde at ve zafer anlamına gelen ALA ve BANDA sözcüklerinden oluşmuş bir Karia kentidir. Karialilar tarihten önceki dönemlerde Ön Asya'ya gelip yerlesmislerdir. I.Ö. 4000 yillarinda Ege Denizi adalarina geçerek Mynos Uygarligi'nin öncüsü olmuslardir. I.Ö.3000 yillarinda yeni bir göç dalgasiyla Aydin-Mugla bölgesine yerlestiler. Bölgeye yerlesen ve Mylasa kentini merkez yapan Karialilar, Çine'nin Araphisar Köyü'ndeki ALABANDA Kentini yenilediler. Alabandalıların büyük bir zenginliğe sahip olduğunu, lüks içinde yaşadıklarını ve şehirdeki bütün kızların harp çaldıklarını Strabon'dan öğreniyoruz. Yapılan kazılarda iki tapınağın temelleri ortaya çıkarılmıştır. Kentteki önemli yapılardan biri bouleuteriondur. Bunun dışında doğuda yoğun şekilde görülen lahitler nekropolün burada yer aldığını göstermektedir. Bunun dışında su kemeri ve tiyatro görülebilen yapılardandır.
  13. _asi_

    Kuşadası Davutlar Kaplıcaları

    KUŞADASI DAVUTLAR KAPLICASI Konumu: Aydın İli, Kuşadası İlçesi, Davutlar Beldesi şehir merkezinde bulunmaktadır. Aydın İl Merkezine 70 km, Kuşadası’ na 17 km, İzmir’ e ise 120 km uzaklıkta bulunan kaplıca alanı yakın çevresinde yer alan Efes, Meryem Ana, Priene, Milet gibi tarihi ören yerleri ile Dilek Yarımadası Mili Parkı, Bafa Gölü, Şirince Köyü gibi doğal güzelliklere günübirlik mesafede bulunmaktadır. Ulaşım Olanakları: Davutlar Beldesine ve kaplıca tesislerine karayolu ile ulaşım imkanları çok geniş ve elverişli olmakla beraber Muğla Dalaman Hava Alanı, İzmir Adnan Menderes ve Çiğli Hava limanları 1-1,5 saat mesafede olması sebebiyle hava alanı ulaşımı elverişlidir. Ayrıca yat ve yolcu gemisi trafiği yönünden önemli bir hudut kapısı olma niteliğini taşımakta olan 17 km mesafede ki Kuşadası Limanı ile deniz yolu ulaşımı sağlanmaktadır. Kuşadası limanı yaklaşık 650 yat kapasiteli yat limanı ile turist gemilerinin yanaştığı iki adet iskelesi ile hizmet vermekte olup yat limanından Yunan Adası olan Sisam (Samos)’a bahar ve yaz aylarında her gün yolcu seferleri yapılıp, kış aylarında bu seferler charter olarak devam etmektedir. Yükseklik Kaplıca alanı deniz seviyesinden 200 m yüksekliktedir. İklim Özellikleri: Akdeniz ikliminin hakim olduğu kaplıca alanında, ılıman iklim koşullarına sahip olması sebebiyle nisbi nem, ortalama sıcaklık, bulutlu gün ve kapalı gün sayısı yönlerinden yörede her mevsim iklim koşulları elverişlidir.Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olan Akdeniz ikliminin etkisi altında bulunmaktadır. Bölgede yarı nemli iklim tipi hüküm sürmektedir. Ortalama sıcaklığın en yüksek olduğu ay Temmuz ve Ağustos, en düşük aylar ise Ocak ve Şubat aylarıdır. Termal Suyun Faydaları: Romatizmal hastalıkların kronik dönemlerinde, ortopedik ve nörolojik hastalıkların rehabilitasyonunda yardımcı ve tamamlayıcı tedavi uygulamalarında tam ve banyolar şeklinde kullanılabilir. Hekim kontrolünde banyo uygulamaları seklinde inflamatuvar romatizmal hastalıkların (romatiod artrit, ankilozan spondilit basta olmak üzere) kronik dönemlerinde; kronik bel agrisi, osteoartrit gibi noninflamatuvar eklem hastalıklarının; miyozit, tendinit, travma, fibromiyalji sendromu gibi yumuşak doku hastalıklarının tedavisinde tamamlayıcı tedavi unsuru olarak, Ortopedik operasyonlar, beyin ve sinir cerrahisi sonrası gibi uzun süreli hareketsiz kalma durumlarında mobilizasyon çalışmalarında, kronik dönemdeki seçilmiş nörolojik rahatsızlıklarda, cerebral palsy gibi hastalıkların tedavisinde rehabilitasyon amacıyla, stres bozukluğu, nörovejetatif distoniler örneklerindeki gibi genel stres bozukluklarında ve spor yaralanmalarında tamamlayıcı tedavi unsuru olarak; banyo ve helioterapi (günes banyosu) uygulamaları ile birlikte psöriasis örneğinde olduğu gibi döküntülü ve kasintili dermatolojik hastalıkların tedavisinde yardımcı/tamamlayıcı tedavi olarak uygulanır.
  14. _asi_

    Akbük Didim

    AKBÜK DİDİM Akbük Didim ilçe merkezine 23, Aydın il merkezine 106 km uzaklıktadır. Doğal limana sahip belde 11 km lik bir sahil şeridine sahiptir. Muhteşem doğası ve güzel sahilleriyle tam bir tatil cenneti olan Akbük, farklı mekanlar arayanlar için idealdir.Belde gürültüden uzak, havası tertemiz, denizin mavisi ile ormanın yeşilinin buluşma noktasında tatil yapmayı arzulayanlar için bulunmaz bir cennettir. 5 bin hektarlık alanı kaplayan Akbük oteller, pansiyonlar, tatil köyleri, barlar, diskolar ve tüm kentsel donanımları ile modern bir kent görünümünde. Hızlı gelişimi ile bugün önemli bir turistik potansiyelin var olduğu Akbük, Avrupalı turistlerin gözde merkezlerinden birisi haline geldi.Akbük Koyu nun tam ortasından denize doğru bir kaşık gibi uzayan Saplı Ada ile onun hemen yanı başındaki Kömür Adası koya ayrı bir güzellik katıyor. Paçalarınızı dizlerinize dek sıvayarak gireceğiniz suda yürüyerek her iki adaya da çıkmak mümkün. Kıyıdan yaklaşık 100 er metre açıktaki bu iki adanın koya yaraşan güzelliklerinin ötesinde en önemli özelliklerini ise adanın toprakları gizliyor. Ne var ki denizin sığ sularının arsızca yaladığı bu topraklar aşındıkça gizlediği sırları birer birer ortaya sermek zorunda kalıyor. Her iki adada da deniz suyunun sürekli yaladığı kıyı şeridinde İ.Ö. 1500 yıllarına dek uzanan bir tarihin tanığı seramik parçacıklar görülebiliyor. Akbük ve Didim çevresinde ilk yerleşim izleri Neolitik Devre ( M.Ö. 8000 ) uzanır. M.Ö. 16. yüzyılda Miken, Giritliler ve daha sonra da Aka kolonilerinin varlığı görülür. Persler, Romalılar ve Bizanslılardan sonra, 1071 Malazgirt Savaşı ve Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasından sonra ilk olarak Karia olarak anılan bu bölge Türklerin eline geçmiştir. 1. Haçlı Seferlerinin ardından yeniden Bizans ın eline geçmiştir.1261 yılından sonra Karia’da Menteşe Beyliği nin kurulmasıyla Akbük ve Didim çevresi bu beyliğin içine alınmıştır.Osmanlı İmparatorluğu zamanında varlığını " yeronda - yoran " ismi ile sürdürmüştür. 1955 depreminden sonra önceleri halk arasinda " Hisar " olarak da adlandırılan Yoran devlet tarafından yaptırılan afet evlerine taşındıktan sonra " Yenihisar " adını almıştır. Ege ve Akdeniz in en güzel koylarında, yeşille mavinin binlerce tonunun kaynaştığı doğal bir ortamda, sürükleyici bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? Üstelik bu yolculuk, dostlarınızla baş başa olabileceğiniz, gününüzü ve gecelerinizi paylaşabileceğiniz, eğlenebileceğiniz güzel bir teknede geçecekse eğer.. Akbük koyundan çıkıp güneydeki güzel koylara Akdenize doğru uzanan rüya gibi mavi yolculuklar... Doğayla baş başa kalmak, ıssız koylarda dinlenip turkuaz bir denizin tadını çıkrmak ve kafanızdaki bütün sıkıntıları atıp, yemyeşil bitki örtüsünü seyre dalmak istiyorsanız; aradığınız tatil türü mavi yolculuk olabilir. Mavi yolculukta; şehrin gürültüsünden uzak, tüm dertlerinizi unutup, gözünüzü her sabah başka bir koyda açabilir; geceleri yıldızların altında uyuyabilir ve istediğiniz yerde demirleyip, oranın zevkine varabilirsiniz. Uğranılan kasaba ve köylerde yapılabilecek günlük gezilerde yöre halkının misafirperverliği ile tanışma, ve turizmin canlandırdığı gece yaşamına katılma imkanı bulunmaktadır. Ege kıyılarında yaşayacağınız bir mavi yolculuk serüveni sizi tekrar tekrar bu farklı tatili yaşamaya davet edecek, mavi yolculuk sizin de vazgeçilmez tutkunuz olacaktır. Güne zengin ve doyurucu bir kahvaltı ile başlanır, öğle yemeklerinde zeytinyağlılar, salata ve meyva gibi akdeniz mutfağından seçilen hafif yemekler tercih edilir. Yüzme molasından sonra sunulan beş çayları ikindi keyfini arttırır. Akşam yemekleri ise tüm mavi yolcuların aynı masa etrafında toplandıkları, uzun sohbetlerin yapıldığı bir ziyafet sofrasına dönüşüyor. Mavi yolculuk, daha önce bu geziye katılmış kişilerce tüm gerginlik ve yorgunlukların karada bırakıldığı tamamen doğa ile başbaşa kalınan ve zaman kavramının anlamını yitirdiği bir tatil olarak tanımlanmakta. Birbirinden sakin ve huzur dolu koylarda günler yüzme, güneşlenme ve su sporları yaparak veya balık tutarak geçmekte, koyda kalınan gecelerde ise güvertede yıldızların altında uyumanın ayrıcalığı yaşanmakta. Türkiye nin en gözde tatil merkezilerinden biri olan Akbük bir yandan son yıllarda yerli ve yabancı turistlerin dikkatini çekerken diğer taraftan Avrupa emlak sektörünün önemli cazibe merkezlerinden biri olmuştur. Akbük koyu 11 km lik muhteşem bir sahil şeridine sahiptir. Yemyeşil doğası, zeytin ve çam ağaçlarıyla çevrelenmiş eşsiz doğası, temiz havasıyla huzur veren gürültüden uzak bir yeryüzü cennetidir. Modern turizm kenti anlayışına uygun bütünsel bir yaklaşımla sağlam bir altyapı, gelişmiş bir ulaşım sistemi, tam donanımlı sağlık hizmetleri, yatak sayısı ve hizmet kalitesi yönünden gelişmiş konaklama tesislerine sahip bir turizm kenti haline gelmeye aday görünüyor.
  15. _asi_

    Aydın-Didim

    DİDİM Didim Aydın İline bağlı alanı 402 km2 olan bir kıyı ilçesidir. Yerleşme alanı ve yakın çevresi dalgalı fakat az eğimli arazi gruplarından oluşmaktadır. Didim İlçesinin yerleşimi çok eskilere dayanmasına rağmen bu güne kadar yeterli çalışma yapılamamıştır. Dağınık bir yapıya sahiptir. İlçenin batısı Ege Denizi, doğuda Milas İlçesi, Bafa gölü, kuzeyi Serçin, Sarıkemer, Atburgazı köy sınırları ve Büyük Menderes Nehri, Güney Ege Denizi ile çevrili Kırıkiçi Yarımadası üzerinde kurulmuştur. Yazlar sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçen Akdeniz iklim kuşağı içinde yer almaktadır. Orman çok az olup, tarım dışı alanlar makiliklerle kaplıdır. İlçenin kıyılar hariç yerleşme Söke yönünden gelip, Altınkum mahallesine ulaşan karayolu oluşturur. Kıyılar hariç yerleşme bu aks üzerinde ve çevresinde gelişmiştir. İlçe tarihi eserlerin bulunduğu ve yerleşmeni ilk kurulduğu en eski mahalle olan Hisar mahallesinin etrafına dağılmıştır. Evler genellikle betonarme, karkas ve tuğladan yapılmıştır. İlçe Söke İlçesi merkezine 55 Km. Aydın İl merkezine 110 Km. uzaklıktadır. Didim İlçesi Batı ve Güneyi Ege Denizi ile çevrili olup, Söke İlçesi ile Menderes nehri sınır teşkil etmektedir. Doğuda Milas İlçesi sınırları ile kesişmekte Güneyi ise Ege Denizi ve Muğla İl sınırı ile sınır teşkil etmektedir. 12 İon kentinden birisi olan Milet in Kutsal Kenti Tapkı Alanı olarak tarih sahnesine çıkan Didyma, Milet Kenti ile birlikte İonlar ın Persler in Romalılar ın Menteşeoğulları Beyliği nin ve Osmanlı nın egemenliği altına girmiştir. 14. yüzyıldaki büyük depremde yıkılan mabetle birlikte uzun yıllar kabuğuna çekilen Didim yerleşimi, Cumhuriyet öncesine değin varlığını küçük bir Rum Köyü olarak sürdürmüştür. Yoran -Yeronda adlı bu köyün, kuzey doğusunda İslam Yoran diye adlandırılan on - on iki hanelik bir de Türk yerleşimi vardı. Kurtuluş Savaşı sonrasında 1922 yılında bölgede yerleşim boşaltılmıştır. 1924 yılında mübadele kapsamında bu bölgeye Yunanistan başta olmak üzere Balkan Ülkelerinden gelen mübadiller iskan edilmiştir. 1955 yılında yörede yaşana deprem felaketi sonrasında Hisar olarak adlandırılan Apollon Tapınağı çevresindeki yerleşim 1961 yılında dağıtılan Afet Konutlarıyla birlikte 1 km güneye Yenihisar adıyla taşınmıştır. 1967 yılına kadar köy olarak kimliğini sürdüren Yenihisar a 1968 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 1980 li yıllarda başlayan turizm hareketiyle birlikte hızla gelişmeye başlayan belde, 1991 yılında Yenihisar adıyla ilçe olmuştur. 1997 yılında Yenihisar ismi Didim olarak değiştirilmiştir. Didim in girişinde, Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak kabul edilen Apollon Tapınağı yükselir. Tapınağın anıtsal boyutları ve benzersiz planı kadar, çok iyi bir durumda koruna gelmesi de hayranlık uyandırmaktadır. Yunan dünyasında Apollon Tapınağı nı boyutları bakımından önemli bir farkla geride bırakacak herhangi bir tapınak yoktur. Hellenistlik dönemde tasarlanan Apollon Tapınağı, dev boyutlu mimarlık yapıtlarının Roma lıların tekelinde olmadığını göstermektedir. Didyma hiçbir zaman bir kent niteliği taşımamıştır. Tapınak ve onun yönetiminde ki bilicilik, Miletos toprakları içerisindedir ve rahibi de kentin önde gelen resmi görevlileri arasında yer almıştır. Didyma adı Yunanca dan değil, Anadolu dillerinden kaynaklanır. Rastlantı olarak Yunanca " ikizler " anlamına gelen didymi sözcüğüne benzemesi, Apollon ve ikiz kız kardeşi Artemis ile ilişkili olduğu sanısını uyandırmaktadır. Apollon Tapınağı bir Bilicilik Merkezi durumundadır. Milet ve çevre kentlerden gelen ziyaretçiler Panormos Limanından ( Mavişehir yakınlarında ) karaya çıkarak, tapınağa bir kutsal yol ile ulaştıkları bilinmektedir. Kutsal Yol un iki tarafında heykeller sıralanmıştır. M.Ö. 6. yy tarihlenen bu heykellerden bir çoğu 1858 yılında Newton tarafından British Museum a gönderilmelerine kadar orijinal yerlerinde kalmışlardır. Çoğu Arkalik döneme ait dik bir biçimde oturan figürleri betimler.Bazıları yazıtlıdır. Kutsal yol heykelleri arasında bir aslan ile bir sfenks heykeli de vardır. Bu heykellerin orijinalleri olmasa da yerlerine kopyalarının bile konması bir önem taşımaktadır. Apollon Tapınağı nın planı çeşitli yönlerden sıra dışı, hatta benzersizdir. İon düzeninde ki yapı " dekastylos dipteros " plan gösterir, yani kısa yanlarda on sütun içeren iki sütun dizisiyle çevrilmiştir. Ön avlu niteliğindeki pronaosta oniki sütun daha vardır. Böylece toplam sütun sayısı 120 olmaktadır. Pronaosla kutsal bölüm arasında içinde iki sütun bulunan bir ön oda vardır. Bu ön odaya başka tapınaklarda rastlanmamaktadır. Ön odadan üç kapı naosa inen basamaklara açılmaktadır. Naos : Kült heykelinin bulunduğu kutsal alandır. Yapı dev boyutları yüzünden hiçbir zaman çatı ile örtülememiştir. Pronaosun iki yanındaki eğimli birer dehliz, pronaoso , naosa bağlar. Bu da eşine rastlanmayan bir düzenlemedir. Yunan tapınaklarında kült ( tapınma ) heykeli genelde naosun arka duvarına yakın bir yerde konumlanır fakat Apollon tapınağının üstü açık olması sebebiyle naosun ortasında, apollon heykeli için ion düzeninde küçük bir tapınak ( naiskos ) yapılmıştır. Bilicilik pınarının yalnızca temelleri günümüze erişen naiskosun içindedir. Tapınağın bir başka sıra dışı özelliği ise ön odanın iki yanında yer alan ve naos duvarlarının üzerine ulaşan merdivenlerdir. Tapınak zengin bir motif çeşidine sahiptir. Özellikle Medusa kabartması benzerlerinden çok daha güzeldir. Apollon tapınağı bilicilik ( kehanet ) yönünden önemli başarılar gösterir ve hızla üne ve zenginliğe kavuşur. Kehanetlerinden teki İskender in kazanacağı kehanet olmuştur. Bilicilik olarak rahiplerhiçbir zaman kesin cevaplar vermez hep yoruma açık yanıtlar verirlerdi. Böylece olan her olay bir şekilde rahiplerin dediğine geliyordu. Ayrıca çok uzaklardan ve çeşitli yerlerden gelen misafirlerle sürekli olarak konuştukları için hemen hemen tüm siyasi sırları biliyorlar ve özellikle siyasi kehanetlerinde bu bilgileri çok işe yarıyordu. Didyma da tek etkinlik bilicilik değildi. Dört yılda bir yapılan Büyük Didyma Şenlikleri Roma İmparatorluğu döneminde büyük rağbet görmüştür. Alışılagelmiş spor yarışmalarının dışında hitabet, müzik ve tiyatro yarışmaları da düzenleniyordu. Şenliğin bir bölümü Didyma da bir bölümü de Miletos da düzenleniyordu. Belki garip ama yarışmaların çoğu Miletos da ki görkemli tiyatro yerine Apollon Tapınağı nın bahçesinde yapılıyordu. Didyma daki stadion hala ayaktadır. Tapınağın güneyinde ve öylesine yakınında yer almaktadır ki tapınağın basamakları oturma yeri olarak kullanılmıştır. Alt basamaklarda oturma yerlerinden her birinin belirli bir kişiye ayrıldığını gösteren yazıtlar vardır.Yaklaşık 200 ayrı ad okunabilmekte, kimisinin özenle kazındığı, kimisinin de kabaca çiziktirildiği gözlenmektedir İsimler en iyi yer sayılan birinci sırada yoğunlaşmıştır.Hepsi de birey yada topluluk statüsünde ki kişilere ait isimlerdir. Hiç bir devlet görevlisine statüsü gereği yer ayrılmamıştır. Koşu yarışlarının başlama yeri stadionun doğu ucunda olup bugün de görülebilmektedir. Didyma Apollon tapınağının ilginç özelliklerinden biri yapının çeşitli kesimlerinde duvarlara ve basamaklara kazılmış harflerdir. Bunların işlevine ilişkin çeşitli varsayımlar ortaya konulmuştur.Harfler üç değişik şekilde konmuştur. Özel isim kısaltmaları oldukları varsayılır ve bu yoldan ele alınarak, tapınağın inşaatına köle işçi veren kişilerin, parça başına ücret aldıkları için yaptıkları parçalara belli olsun diye isim kazıdıklarıdır. Bunlar toplanarak ödemeler yapılıyordu. Tapınağın son rötuş işleminde hepsi silinecekti ama ne var ki tapınak hiç bir zaman tamamlanamadı. Tarihte bilicilik ( falcılık ) merkezi olarak ünlenen Didim, özellikle plajlarıyla, yazlıkçı ve tatilcilerin gözde mekanı olarak rağbet görüyor. Ege nin tertemiz altın kumlu plajı ılık ve sığ denizi tatilcilerin akın akın Didim e gelmesini sağlarken, yeşile hasret Didim in aşırı betona yenik düştüğü gözleniyor. Uzun ve geniş bir caddenin sahile doğru düz inişini T biçiminde karşılayan kıyı bandı Didimin kalbinin attığı yer olarak görülüyor. Geniş ve upuzun kumsal renk renk güneş şemsiyelerinden adeta görünmez olurken, çevre gezileri için birbiri ardına kalkan tekneler denizde, yolun gerisine dizili restoran, kafe,fast - food benzeri lokallerde gün boyu ve gece büyük hareketlilik yaşanıyor. Sabahın erken saatlerinde yazlık evlerinden ve otellerden gelenlerle dolan kumsal denizin ve farklı özellikteki kumun zevkini çıkaranlarla adeta örtü gibi kaplanıyor. Didim sahilinde denizin sığ oluşu özellikle çocuklu ailelerin ilk tercihi sayılıyor. Denizden esen rüzgar sığ denizin çabuk ısınan yüzey suyunu dalgacıklar halinde sahile taşıyınca ılık denizde bebekler bile rahatlıkla yüzebiliyorlar. Tatilini Didim de geçirmek, fakat daha farklı koylar ve adalarda denize girmek isteyenler, genellikle sabah saat 10.00 da sahile bağlı teknelere binerek, yemekli gezilere katılıyorlar. Cennet adaları, Haydar Koy, Çamlık veya Dalyan Koyu, sonrasında yemek molası veriliyor. Kaptanın yaptığı bulgur pilavı,sacda ızgara tavuk şiş, salata dan oluşan tekne mönüsünü iştahla yiyen gezi severler Gümüş Koy, Cennet Koy, Gaye - 2 Koyu ve Akvaryum olmak üzere dört koy daha gezip yüzme molaları sonrasında Altınkum plajına hareket noktalarına bronzlaşmış tenleri ile geri dönüyorlar. Yöre halkı arasında son yıllarda Didim e yabancıların büyük ilgi gösterdikleri ve İngilizlerin Didim de 435 ev satın aldığını konuşuluyor. Dev marketler, butikler,mağazaları ile Didim kışın bile oturulur bir kent görünümüne bürünürken gençlerin çoğu gün batımıyla beraber barlar sokağı ve lokallere gidiyorlar. Trafiğe, araç girişine kapatılan sahil yolu gezintiye çıkanlarla adeta podyuma dönüyor, gün batımını daha manzaralı ve serin olan restoranların ikinci ve teras katları ilgi görüyor.
  16. _asi_

    Aydın Kuşadası

    KUŞADASI Kuşadası Aydın iline bağlı bir ilçedir. İl merkezine yaklaşık 60 kilometre uzaklıkta, Ege Bölgesinin denizle buluştuğu kıyı şeridinde yer almaktadır. Kuzeyde Selçuk ve Pamucak, güneyde Milli Parkın bulunduğu Dilek Yarımadası ile sınırlanan ilçe merkezi, İzmir, Efes, Meryemana, Milet, Didim, Pamukkale, Marmaris, Bodrum gibi önemli turistik merkezlerin odağında bulunmaktadır. Kuşadası Limanı, Yunanistan a ait Sisam adasına yakın olması nedeniyle, buraya gelen turistler için Türkiye nin ikinci önemli deniz kapısıdır. İlçenin Efes e yakınlığı da dış turizmin gelişmesinde etkili olmuştur. Kuzeyde İzmir in Selçuk, kuzey doğuda Germencik, doğu ve güneyde Söke ilçeleriyle çevrilidir. Kuşadası nın ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemekte ise de, Kuşadası yakınında Yılancı Burnu denilen yerde, Efes e bağlı Neopolis ismi ile İonlar tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Şehir daha önce, Pilavtepe eteklerinde, Andızkulesi denilen yerde kurulmuştur. Bir müddet sonra Bizanslılara ait olan bu kıyılara Venedik ve Cenevizliler, ekonomik bakımdan egemen olmuşlardır. Ulaşım güçlükleri nedeni ile Kuşadası Andızkulesi mevkiinden alınarak bugünkü yerinde Yeni İskele ( Scala Nuova ) adı ile kurulmuştur. Kuşadası nın adını verdiği Kuşadası Körfezi ve yakın çevresi, sanat ve kültür merkezleri olarak bilinmektedir ve ilk çağlardan beri birçok farklı medeniyeti barındırmıştır. Kuşadası, antik çağlarda Anadolu nun Akdeniz e açılan başlıca limanlarından biri idi. O devirde Neopolis adı ile anılıyordu. M.Ö. 7.yy.da başkentleri Sardes olan Lydialılar yöreye hakim olmuşlardır. M.Ö. 546'da başlayan Pers hakimiyeti, M.Ö. 334 de Büyük İskender in tüm Anadolu yu ele geçirmesine kadar devam eder. Bundan sonra Anadolu da Yunan medeniyeti ile yerli Anadolu medeniyetinin sentezi olarak yepyeni bir çağ, yepyenibir sanat ve kültür anlayışı hakim olur ve bu çağ " Helenistik Çağ " adı ile anılır. Efes, Milet, Priene ve Didim bu devrin en ünlü şehirleridir. M.Ö. 2. yy.da Romalılar yöreye egemen oldular. Hristiyanlığın ilk yıllarında, Meryem Ananın ve havarilerinden St.Jean ın Efes e gelip yerleşmesiyle burası bir dini merkez haline gelir. Miletus da Hristyanlık çağında Piskoposluk merkezidir. Bizans Çağında " Ania " adı ile anılır. Kuşadası, ortaçağda korsanlar tarafından kullanılan bir liman olmuştur. 15.yy.da, Venedikliler ve Cenevizliler zamanında şehir " Scala Nuova " adını alır. 1086 da I. Süleymanşah ın bölgeyi Selçuk Devletine katmasıyla Türk egemenliği başlar. Bölge, bu devirde kervan yollarının Ege ye açılan bir ihraç kapısı olmuştur. Ancak Selçuk Devletinin egemenliği 1. Haçlı Seferleri nedeniyle kısa sürdü ve yeniden Bizans ın eline geçti. 1280' erin sonunda Menteşeoğulları,1397 - 1402 arasında Osmanlıların egemenliğine girdi. 1402 - 1425 arası yeniden Aydınoğulları nın eline geçtiyse de 1425 te Osmanlılar bölgeyi kesinlikle ele geçirir. Kuşadası, 1413 yılında 1.Mehmet ( Çelebi ) tarafından Osmanlı egemenliğine katılmıştır. Bu tarihten sonra, şehir tamamen Türklerin elinde kalmış ve Türklerin yaptığı eserlerle dolmaya başlamıştır. Bunlardan bugünkü Kervansaray ve Kuşadası nı çeviren surar, Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Surlarla çevrili şehre o zaman ancak üç kapıdan girilebilmekteydi. Bu kapılardan bir tanesi, Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi ile Kahramanlar Caddesini birbirinden ayırmakta ve üst kısmı bugün Şehiriçi Trafik Bölge Amirliği olarak kullanılmaktadır. Diğer kapılar bugün mevcut değildir. Küçükada, Bizanslılar için önemli bir askeri üs görevini yapan Güvercinada, 1834 yılında büyük bir yenilenme görmüş ve ünlü kalesi yapılmıştır. Kuşadası adı bu kaleden gelmektedir. Neopolis - Yılancı burnu Güvercinada nın biraz ilerisinde, denize uzanan ikinci bir yarımada halindedir. Antik Neopolis in Kuşadası nda ilk yerleşme yeri olduğu ve İonlar tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Görünürde birkaç duvar kalıntısı mevcuttur. Panionion Kuşadası na bağlı Güzelçamlı sınırları içinde, Davutlar - Güzelçamlı yolu kenarında, yoldan birkaç yüz metre içeridedir. Tarihte İon Konfederasyonuna bağlı 12 İon şehrinin merkezidir. Ayinlerin ve törenlerin yapıldığı yer burasıdır. Pygale Kuşadası nın 3km. kadar kuzeyinde küçük bir yerleşim yeridir. Kuştur Tatil Köyünün yanındaki burun üzerinde bulunmaktadır. Agamemnon tarafından inşa edilmiştir. Dikkate değer bir kalıntıya rastlanmamaktadır. Kaleiçi Cami Çarşı içindedir. 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa ( ölümü 1619 ) tarafından yaptırılmıştır. Bu nedenle “ Öküz Mehmet Paşa Camii ” adı ile de anılmaktadır. 1830 yılında onarılmıştır. Son cemaat yeri ağaçtan yapılmıştır. Tek şerefeli minaresi sağdadır. Caminin giriş kapısının kanatları geometrik geçmeler ve sedef kakmalarla süslenmiştir. Camiyi 12 kenarlı ve 16 pencereli kasnak üzerine bir kubbe örtmektedir. Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı Kuşadası İskelesi yakınındadır. 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1966 yılında restore edilmiştir. Deniz ticareti için yaptırılan bir Osmanlı Kalesi olup, yaklaşık 18,50 * 21,60 m. ölçülerindeki avlunun etrafını, iki katlı revaklı bir kapalı mekan çevrelemektedir. Kuzeybatı ve Güneydoğudaki köşelerde, arka taraftan üst kata çıkılan iki merdiven vardır. Kervansarayın girişi kuzeydedir. 2.96m. enindeki mermer kapı boşluğu, basık bir kemerle örülmüştür. Kapının sadece bir görünümü vardır. Girişin sağ ve sol tarafında birer kemerle orta mekana bağlanan iki bölüm mevcuttur. Soldakinin, arkaya küçük bir kapı ile bağlandığına bakılarak, eşyaların içeri alındığı emanet bölümü olduğu saptanmıştır. Sağdaki girintinin ise Hanın giriş ve çıkışını sağlayan görevlilerin yeri olduğu düşünülmüştür. Avlunun ortasında kazı ile açığa çıkartılan şadırvan, bugün havuz haline getirilmiştir. Milli Park Samsun dağlarının Ege Denizine uzantısı olan Dilek yarımadasındaki ormanlık alan, 1966 yılında Milli Park olarak korunmaya alınmıştır. Milli Park 11.000 hektarlık bir alanı kapsamaktadır ve Kuşadası ilçesinin sınırları içinde ve ilçe merkezinin güneyinde yer alır. İlginç jeolojik ve jeomorfolojik yapısı yanında, Akdeniz bölgesinde ender görülen bir bitki örtüsüne sahiptir. Bu özelliğinden dolayı, botanikçilerce yapılan araştırmalarla bilimsel bir değer kazanmıştır. Milli Parkın sahip olduğu doğal çevre, yakın zamanlara kadar kara yolunun bulunmamasının da katkısıyla, kimi yaban hayvanlarının da korunduğu bir alan olagelmiştir. Bu arada soyu yeryüzünde hemen hemen tükenmek üzere olan türlere de rast gelinmektedir. Bunun en tipik örneği Anadolu Parsıdır. Milli Parkta, çok sayıda sürüngen, memeli hayvan ve kuş türü bulunduğu gibi, bu alanın kıyılarında da Akdeniz e özgü hemen hemen bütün balık çeşitleri ile deniz kaplumbağaları yaşama ve çoğalma olanağı bulmuşlardır. Akdeniz ülkelerinde korunmaya alınan Akdeniz foku da yörenin tipik hayvanlarındandır. Milli Park alanı içinde bulunan plajlar ve piknik yerleri, ziyaretçiler tarafından Nisan ve Ekim ayları arasında büyük ilgi çekmektedir. Park, ayrıca doğayı sevenler için orman içi patikalarda yürüme ve tırmanma olanakları da sağlamaktadır. Milli Parkın güney kesimleri Söke ilçesinde kalmaktadır. Kadıkalesi Kuşadası - Davutlar yolunun onuncu kilometresinde, dar bir yol üzerinde bulunur. Venedik ve Bizanslılar tarafından kullanılan bu kalenin bir bölümü 1976 yılında restore edilmiştir. Kuşadası nda turist gemilerinin yanaştığı iki adet iskele ve ayrıca 650 yat kapasiteli yat limanı bulunmaktadır. Kuşadası Limanına her mevsim gemiler yanaşmaktadır. Kuşadası limanından Yunan Adası olan Sisam ( Samos ) a bahar ve yaz aylarında ( 1 Nisan - 20 Ekim arası her gün ) düzenli olarak yolcu motor seferleri yapılıp, kış aylarında bu seferler charter olarak değişir. Limanda günübirlik ve saatlik piknik turu yapan yolcu motorlar mevcut olup, Mavi Tur yapan yatlar da yat limanında bulunmaktadır.
  17. _asi_

    Güzelçamlı Kuşadası

    GÜZELÇAMLI KUŞADASI Güzelçamlı Aydın ili sınırları içinde, Kuşadası kıyı şeridi üzerinden 25 km. güneyinde, Dilek Yarımadası - Büyük Menderes Deltası Milli Parkı na komşu bir sahil beldesidir. Sürekli yerleşik nüfusu 10.000 kadar olup, turizm sezonunda bu nüfus yazlık sahipleri ile yaklaşık 50.000 e, turistlerle birlikte de daha fazlasına erişmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Rum kasabası olan ve Rumçamlısı diye anılan beldenin ahalisi, Kurtuluş Savaşı nda nihai Türk taarruzu sürerken, 7 Eylül 1922 de sandallarla Sisam adasına kaçmış, 1924 Nüfus Mübadelesi ne kadar 2 yıl boş kalmış, sonradan Kavala nın Eleftheres ( Leftere ) köyünden 80 hane olarak gelen Türk göçmenlerce iskan edilmiştir. Güzelçamlı köyü, 1992 yılından itibaren belediyesi bulunan bir belde sıfatını almıştır. Güzelçamlı bölgesi antik çağda, Pers İmparatorluğu nun Anadolu yu işgali sonrasında aralarında direniş amaçlı ( Panionion ) siyasi birliğini oluşturan 12 İyon Kenti nin toplantı ve ayinler için bir araya geldiği Poseidon Helikonios sunağının bulunduğu yer olarak ön plana çıkmıştır. Samsun dağı ( Mykale ) eteklerindeki ve küçük bir tiyatro şeklindeki sunak 1957 - 1958 de Gerhard Kleiner in yönetiminde burada gerçekleştirilen kazılarla gün ışığına çıkarılmıştır. Bu anlamda, bölge İyon kentleri konfederasyonu için sembolik bir başkent işlevi görmüştür. Pers İmparatorluğu ile Panionion birliği arasındaki en önemli ve nihai savaşlardan biri de yine Güzelçamlı yakınlarında cereyan etmiştir. M.Ö. 479 yılında Dilek yarımadası nda Mykale savaşı adıyla anılan savaş bugünkü Dipburun mevkiinde yapılmış ve burada karaya çekilmiş bulunan Pers donanması bütünüyle yakılmıştır. Bu savaşlar sonrasında Panionion birliği Yunanistan antik kentlerini de kapsayacak şekilde genişleyerek Attika – Delos Deniz birliği adı altında gerçek bir askeri ittifak şeklini almıştır. Yunanistan, Ege adaları ve Anadolu kıyılarındaki pek çok kenti, bölgeyi ve halkı koruma amaçlı bu ittifaka katılımlar zaman içinde artmıştır. Güzelçamlı, birçok turistik belde ve merkezden farklı bir turizm potansiyeline ve çeşitliliğine sahiptir. 30 Km ye yakın bir kıyı şeridi içinde plajlarda ve koylarda sörf, yelken, kano, su kayağı, balık avcılığı tekne turları yapma imkânları mevcuttur. Güzelçamlıyı çevreleyen Dilek Milli Parkı ve Samsun Dağları ise gerçek anlamda bir cennettir. Çok zengin bitki örtüsü, hayvan türleri, mağaralar, vadiler, kanyonlar, ziyaretçilere hobi turları imkânı sağlar. Bu hobi turları Dağcılık ( Treking ), kuş gözetleme gezintileri, mağaracılık, botanik turları, at binme, bisiklet turları diye sıralanabilir. Ayrıca Güzelçamlı da Yamaç paraşütü de yapılmaktadır . Güzelçalı merkez den kaplan kayası pisti, araç ile 35 - 40 dakikadır, yol stabilize ve her türlü araç çıkabilir. Güzelçamlı Beldesi, turistik tesislerin ve ikinci konutların artmasıyla bir turizm beldesi haline gelirken kültürel dokusunu kaybetmemiş, gelenekler korunmuştur. Güzelçamlı yı ziyaret edenler Türk kültürünü ve yaşam tarzını rahatça izleyebilirler ve bundan keyif duyarlar. Güzelçamlı 3000 yatak kapasitesiyle turizme hizmet vermektedir.
  18. _asi_

    Bafa Gölü Tabiat Parkı

    BAFA GÖLÜ TABİAT PARKI Bafa Gölü Tabiat Parkı Aydın ili Söke ilçesi sınırları içerisinde, Büyük Menderes deltasının hemen güney doğusundadır. Karayolu ile ulaşmak mümkündür. Çevresi binlerce yıldan beri insanlar tarafından yaşanılan önemli bir alandır. Göl çevresindeki mağaralarda bulunan mağara resimleri bölgede yerleşimin başlangıcının prehistorik döneme kadar uzandığını göstermektedir. Göl kıyısında yer alan ve uzmanlarca 2.400 yaşında olduğu saptanan zeytin ağacı görülmeye değerdir. Bafa gölü, ülkemizde az bozulmuş ender kıyı sulak alanlarından biri olan Büyük Menderes Deltasının jeomorfolojik gelişimi sonucunda Ege denizinin bir koyu iken göl halini almıştır. Gölün maksimum derinliği 25 metreye ulaşmaktadır. Gölün ana su kaynağı Büyük Menderes nehri taşkınları ve çevresindeki dağlardan gelen yeraltı ve yerüstü sularıdır. Beşparmak dağlarının göle dik inen güneybatı eteklerinde antik Heraklia kenti bulunmaktadır. Antik kent içerisinde kurulduğu dönemi karakterize eden Athena Tapınağı, Agora, Konsey Binası, Hamam, Tiyatro, Nymphaion ( Çeşme Binası ), Endymion Tapınağı bulunmaktadır. Latmos Herakliası Bafa Gölünün güneyindeki çamiçi köyünden ayrılan 10 km lik asfalt yolla ulaşılır. İlk kurulduğunda beşparmak dağının adıyla latmos olarak anılmıştır. Kent isadan önce 4.yy da karya satrapı mausollos döneminde eski latmos körfezi kıyısına taşınmıştır. Helen standartlarında inşa edilen herakleia düzenli bir plana sahiptir. Bir kaya üzerinde yer alan athena tapınağı ve mermer yazıtı görülebilir. Tapınağın yanında yer alan agora görülmeye değerdir. Agoranın doğusunda yer alan boulevterion ( kent meclisi ), göl kıyısına inerken görülebilen endymion sunağı, yamaçta yer alan tiyatro kentin zeytin ağaçları ve gnays kayalıklarıı arasına saçılmış önemli yapılarıdır. Manastırlar Beşparmak dağına çıkan yollar, döşemeler, hem yukarı kale savunma sistemleri, hem de kapadokya bölgesi gibi 10 - 13.yy da göl çevresinde gelişmiş hristiyanlık anıtları görülebilir. Ege denizinin bir parçası olan Latmos Körfezi İ.Ö. 50 yıllarında kullanımdan çıkmıştır. İ.S. 1000 yıllarında denizle bağını yitirmiştir. Herakleia kenti de roma çağında körfezin ağzının dolması yüzünden kullanım dışı kalmıştır. Bu dönemde sina yarımadasından ve yemenden gelen hristiyanlar bölgeye yerleşmiş ve 7.yy dan başlayarak manastırlar kurmuşlardır. Bölgede 13 manastır adı bilinmesine karşın günümüzde ancak 2 tanesi adıyla saptanabilmiştir.bu manastırlar çevresi surlarla çevrili kalelerle korunaklı yapılardır. Heraklia adı efes konsilinde İ.S. 431 yılında kayıtlıdır. Heraklia 9.yy da piskoposluk merkezi olarak bilinmektedir. Kent öreni güneyindeki kale içinde piskopos oturmaktaydı. Kıyıda şimdi sular altında görünen bir piskoposluk kilisesi vardır. 11.yy da Türk akınları yöreye ulaşmıştır. Aleksios komnenos devrinde yeniden durulma çağı gözükmesine karşın 14.yy da manastırlar tümüyle terkedilmiştir. Yediler Manastırı Latmos'un en büyük manastırıdır. Surla çevrili, içinde 2 kilise ve bir şapel bulunmaktadır. 10.yy dan önce inşa edildiği düşünülmektedir. Bu manastıra ulaşmak için latmos herakliasına gelmeden gölyaka köyünden yukarıya çıkmak gerekir. Manastıra giden yol yerel rehberlerce kırmızı boya ile işaretlenmiştir. Manastırın doğu avlusunda bulunan bir kayanın içindeki sağlam resimlerde isanın doğumu, vaftiz edilişi, çarmıha gerilmesi, mezara konması ve gökyüzüne çekilmesi sahneleri yunanca açıklama yazıları ile görülmeye değerdir. Yazılı İn- Pantoktator Mağarası- Akavlu Manastırı Kapıkırı ve gölyaka köyleri arasında kayalık bir vadide bulunan patika eski latmos kentine ulaşır. Yol kırmızı renki işaretlemelerle kolayca takip edilebilir. Yolun sonlarına doğru ulaşılan taş bloklar ve mermer mimari parçalarla inşa edilmiş anıt mezar yörenin söylence çobanı endymion un mezarı olarak tanımlanmaktadır. Akavlu adı verilen bu çevre bir karia kenti olan latmos un agorasıdır. Mağara içindeki isa betimlemesinin " herşeyin efendisi " pozu nedeniyle geçen yüzyıldan beri pantokrator mağarası olarak tanımlanmaktadır. İsa ile birlikte beş aziz, lucas, paulos, güneş, ay resimleri, resmin tamamlayıcısıdırlar. İsayı tahtta gösteren resim levhası melekler tarafından taşınmaktadır. Stylos Manastırı ve Aziz Paulosun Çilehanesi Dışı duvarlarla çevrili bir yapıdır. iç kalesi oldukça yüksektir. En kutsal yeri paulos un çilehanesidir. Paulos elaialı fakir bir çobanken latmos kentine gelip 8 ay theotokos mağarasında kalmıştır. Soteros manastırının baş rahibinin gösterdiği kayanın içine çekilerek stylos manastırının temelini atmıştır. Paulos a miletos, girit ve rusyadan ziyaretçiler gelmiştir. bir rahip papanın selamını getirmiş, bir bulgar prensi mektup yazmıştır. Mansastırın bazilikasıT biçimlidir. Yanında sarnıcı bulunan manastırdaki kilise iyi durumdadır. Soteros Manastırı Dİğer adı agraulon manastırıdır. 11.yy belgelerine göre Stylos a komşu 3. büyük manastırdır. Eğridere mevkiinde bulunmaktadır. Menet adası Bizans köy kalıntılarıyla kaplıdır. Yonca yaprağı planlı bir kilisesi ve 2 küçük şapeli vardır. İkiz adalar Bafa gölünün kuzey kıyısına bağlı büyük ada ve kayalık 2. bir adadan oluşan ikiz adalar grubu kale görünümlü manastırlar içermektedir. Doğudaki büyük ada karaya ince bir kumsalla bağlıdır. Batıdaki kayalık adanın ortasında bulunan kilisede kapı üstünde yer alan yazıta göre methodios adında bir keşiş tarafından yapılmıştır. Kapıkırı köyünden sağlanacak kayıklarla hem ikiz adalar hemde batıdaki bir bizans köyü içeren melanoudion - menet adası gezilebilir. Kapkırı Adası Dış surların içinde bir apsisli kilise bulunmaktadır. İki küçük şapel bulunmaktadır. Adanın bir başka özellliği ise helenistik çağda anakaraya bağlı bir savunma hisarı olmasıdır. Bu evrenin duvar ve kesme taş kalıntıları yer yer seçilebilmektedir. Göl çevresi bitki örtüsü ılgınlardan zeytinliklerden ve çam ormanlarından meydana gelir. Bafa gölü, Büyük Menderes deltasının saklı olduğu ekosistem özelliklerini bünyesinde barındırmakta ve nesli tehlike altında bulunan birçok kuş türüne üreme ve kışlama ortamı yaratmaktadır. Bölgede gözlemlenen başlıca kuş türleri; tepeli pelikan, cüce karabatak ve deniz kartalıdır. Ayrıca 300.000 nin üzerinde değişik türden kuşlara kışlak alanı niteliğindedir. Gölün 700 - plakton ve su bitkileri açısından çok zengin olması birçok balık türünün gölde yaşamasına imkan sağlamaktadır. Park içerisinde ziyaretçi merkezi, kamping, günübirlik kullanım alanları, yürüyüş patikaları ve kuş gözlem istasyonları düzenlenecektir.
  19. _asi_

    Milet

    MİLET Milet geçmişte Ege bölgesinde Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir liman şehri iken şimdi limanı Büyük Menderes tarafından doldurulduğu için yaklaşık 10 km denizden içeride Aydın ın Söke ilçesinde Akköy ün 5 km. kuzeyinde ve Balat köyü yakınında antik bir harabe halindedir. Milet te ilk yerleşimin M.Ö. 2000 ortalarından başlamak üzere Myken kolonisi varlığı ile görüldüğü bilinmektedir. Daha sonra Milet, Atina Kralı Kodros un oğlu Nekus önderliğindeki İonialılar tarafından tekrar kurulmuştur. İonia nın en önemli şehir limanlarından birisidir ve dört limanı vardır. En parlak dönemini M.Ö 7. ve 6. yüzyılda yaşamıştır. Özellikle M.Ö. 650 den sonra Karadeniz ve Akdeniz deki kolonileri sayesinde çok zenginleşmiştir. M.Ö. 546 da Perslerin eline geçmiştir. M.Ö. 38 de şehir, Roma imparatorlarının özel ilgisiyle özerkliğini elde etti. Böylece Milet İyon şehirleri arasında metropol düzeyine ulaştı. M.S. 3. yüzyıldan başlayarak, bu parlak dönem yavaş yavaş kötüye gitmeye başladı. Şehir, limanlar alüvyonla doldukça, etrafı bataklığa döndükçe ve sıtma tehlikeli boyutlara ulaştıkça terk edilmeye başlandı. Bizans döneminde, şehrin sınırları oldukça daralmıştı ve binalar tiyatronun çevresinde toplanmıştı. Duvarlar yeniden inşa edildi ve bazı binalar restore edildi. M.S. 6. yüzyılda ilerlemek için yapılan çabalar ise uzun sürmedi. Erken Hıristiyanlık döneminde de önemli bir merkez olan Milet te, yerleşim yeri küçülmüş, 13. yüzyılda Selçuklu egemenliğine, daha sonra da Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Milet kuruluşunda bir liman kenti olmakla beraber, Büyük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla liman doldurulduğu için bugün denizden içeride bulunmaktadır. Kentte ızgara plan uygulanmış ve yapılar bu planın öngördüğü biçimde konumlanmışlardır. Kentte bulunan yapılar arasında 15.000 kişilik kapasitesi olan ve son yıllarda onarılmaya başlanan Roma çağı yapısı Tiyatro, M.S. 1. yüzyılda inşa edilmiş Roma Hamamları, ana dini merkez olan Delphinion, Kuzey Agora, M.S. 1. yüzyıla ait Ionik Stoa, Capito hamamları, Gymnasium, 2. yüzyılda inşa edilen Bouleterion, 164 x 196 m. boyutlarındaki Güney Agora, M.S. 2. yüzyılda yapılan Faustina Hamamı önem kazanır. Milet te ilk kazılar 1899 da Th. Wiegand tarafından başlatılmış ve 1938 e kadar devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra tekrar başlatılan çalışmalar halen kazı ve onarımlarla Alman uzmanlar tarafından sürdürülmektedir.
  20. _asi_

    Dilek Yarımadası Milli Parkı

    DİLEK YARIMADASI MİLLİ PARKI Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı dünyada bir örneği daha olmayan ve Akdeniz den Kafkasya ya kadar kıyılarda yayılım gösteren neredeyse tüm bitkilerin doğal olarak bir arada görüldüğü bir botanik bahçesi halindedir. Milli Park 27.675 hektarlık bir alana sahiptir. Bu alanın 10.985 hektarı 1966 yılında Milli Park ilan edilen Dilek Yarımadası na 16.690 hektarı 1994 yılında Milli Park ilan edilen Büyük Menderes Deltasına aittir. Milli Parkın Dilek Yarımadası bölümü, Samsun Dağları nın Ege Denizi ne doğru uzanan son noktasıdır. 20 km uzunluğunda ve ortalama 6 km genişliğindedir. Yarımadanın morfolojik yapısı içinde bir çok tepe, vadi, kanyon ve koy bulunur. Ortalama 650 m yüksekliğe sahip yarımadanın en yüksek yeri 1237 m yüksekliğindeki ve Milli Parkın adını aldığı Mykale yani Dilek Tepesi dir. Ayrıca kumlu, killi, yatık ve yüksek kıyı şekillerini içeren plajlarıyla ilgi çekici kıyı özelliklerine sahiptir. Yarımadanın güneyine bitişik olan Büyük Menderes Deltası nın en önemli su kaynağı 584 km. uzunluğundaki Büyük Menderes Nehridir. Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı nda yaklaşık 250 adet kuş türü bulunur ve bunlardan 70 i burada ürer. Nesli dünya ölçeğinde tehlike altında olan Küçük Karabatak, dünyada toplam sayıları 3000 çift olduğu tahmin edilen Tepeli Pelikan, Küçük Akbalıkçıl, Küçük Kerkenez, Akça Cılıbıt ve Akkuyruklu Kartal deltada üreyen önemli kuş türlerinden bazılarıdır. Milli Park içerisinde 804 bitki türü belirlenmiştir. Bu bitkilerden 6 sı dünyada sadece burada bulunur. Ayrıca dünyada sadece Türkiye de bulunan 18 bitki türünü de bünyesinde barındırır. Akdeniz maki bitki örtüsünün hemen hemen bütün bitki türlerinin en canlı ve sağlıklı örnekleri yarımadada yer alır. Dilek Yarımadası genelde yaygın olarak Kuzey ve Batı Anadolu da yayılış gösteren Anadolu Kestanesi nin en güneye indiği ülkemizde birkaç yerde bulunan Kartopu nun, Finike Ardıcının, Melez Pırnal Meşesinin ve Dallı Servinin küçük orman toplulukları meydana getirerek yetiştiği tek yerdir. Başka bir ifade ile Milli Park Akdeniz den Karadeniz e kadar tüm Anadolu da var olan bitki türlerinin doğal olarak bir arada görüldüğü yegane doğa müzesi olma özelliğini taşımaktadır. Bu benzersiz biyolojik çeşitlilik nedeniyle Dilek Yarımadası Avrupa Konseyi tarafından Flora Biyogenetik Rezerv Alanı yani, bitki örtüsü açısından soyu tükenmekte veya genetik çeşitliliği çok azalmakta olan canlı türü ya da topluluklarını korumaya yönelik uluslararası düzeyde koruma alanı olarak kabul edilmiştir. Milli Park ayrıca 28 memeli, 42 sürüngen, 45 çeşit balık türüne ve çok sayıda deniz canlısına ev sahipliği yapar. Yunusların ve Deniz Kaplumbağalarının özgürce dolaştığı bu ortam içinde, türlü alglar, ahtapot ailesinden kafadan bacaklılar, deniz kestaneleri ve deniz yıldızları, süngerler ve pek çok balık türü yaşar. Orfoz, Lağos, Sinarit, Mığrı, Müren, Levrek, Eşkina, Akya, Sarpa, İskaroz, Papaz balığı, Karagöz, Melanur, Lapin, Mırmır, Sargoz, Hanoz, İskorpit, Kefal, Çipura bu balıklardan bazılarıdır. 1998 yılında Kavaklıburun koyu sahilinde karaya vuran Akdeniz de yaşayan bir tür olan Uzun Balina nın 14 metre boyundaki ölüsü Milli Park sahillerinin ender de olsa balinalara ev sahipliği yaptığını ortaya çıkarmıştır. Milli Park nesli tükenmiş ya da tükenmek üzere olan Anadolu Parsı nın batıda yaşadığı son noktadır. Dünyanın en nadir 10 deniz memelisinden biri olan Akdeniz Foku da milli park kıyılarında yaşar. Yaban domuzu, Karakulak, Vaşak, Çakal, Sırtlan, doğaya terkedilmiş ve yabanileşmiş sığırlar ve atlar ile bir çok hayvan türü milli parkta bulunan hayvanlardan bazılarıdır. M.Ö. 9. yüzyılda 12 ion kentinin kutsal toplanma merkezi Panionion, antik Thebai kenti, Ayayorgi Manastırı, tarihi Doğanbey Köyü, Karina, Hagios Antonios Manastırı ve Zeus Mağarası da Milli Park sınırları içerisindedir. Yılda yaklaşık 600 000 yerli ve yabancı misafir Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkını ziyaret etmektedir. Milli Park sahilleri yapılaşmanın olmadığı en temiz ve doğal kıyılardandır. Milli Park a gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler 2004 Yılı Uluslararası Mavi Bayrak ödüllü koylarda deniz sporları yapabilecekleri gibi belirlenmiş rotalarda doğa yürüyüşü, dağ bisikleti, foto safari, manzara izleme, olta balıkçılığı, kültürel yürüyüşler, kuş gözlemciliği, resim ve botanik turu etkinlikleri de yapabilirler.
  21. _asi_

    Aydın Aphrodisias

    APHRODİSİAS Karacasu ilçesinin 12 km. güneydoğusunda bir Karia kenti olarak kurulan Aphrodisias altın çağını Roma döneminde yakalamıştır. Bu dönemde olağanüstü güzellikte mermer heykeller ve yapılar inşa edilmiş ve Aphrodisias stili olarak bilinen bir sanat ekolü de gelişmiştir. Bizanslı yazar Stephanos, tarafından kuruluşu M.Ö. 13. yüzyıla kadar dayandırılan bu kent antikçağın önde gelen mimarlık, sanat, heykeltıraşlık ve tapınma merkezlerindendir. Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda kentte mimarlık ve heykeltıraşlığın yanı sıra tıp ve astronomi alanlarında da çalışmalar yapıldığı belirlenmiştir. Kentte görülebilecek başlıca yapı kalıntıları, M.S. 2. yüzyılda İmparator Hadrianus zamanında yapılan hamam, büyük havuzlu agora, M.Ö. 1. yüzyılda Tanrıça Aphrodite için yapılan tapınak, stadyum, tiyatro, tiyatro hamamı, odeon, piskopos sarayı, felsefe okuludur. Afrodit Tapınağı Afrodit Tapınağı Afrodisias kentinin odak noktası olmuş, ancak sonradan bir Hristiyan bazilikasına dönüştürülmesi esnasında karakteri önemli ölçüde değiştirilmiştir. Afrodisias lı heykeltıraşları antik çağda haklı bir üne kavuşturan ustalıklarının ve üretkenliklerinin örnekleri bu Tapınak ta sitin diğer bölümlerinde ve Afrodisias Müzesinde görülebilmektedir. Agora bölümünde pek çok hasarsız heykele ulaşılabilmiş ve gerçek anlamda bir heykelcilik okulunun varlığına işaret eden deneme heykelleri ve tamamlanmamış eserler keşfedilmiştir. Ayrıca, sitin çeşitli noktalarında sütunlar ve çelenklerle bezenmiş sarkofaj lar bulunmuştur. İnsan, kuş ve diğer hayvan figürleri ve bitkisel motiflerle süslenmiş pilaster ler de Afrodisias'ın cevherleri arasındadır. Yakın çevrede zengin mermer yataklarının varlığı heykel sanatının gelişimine doğrudan katkıda bulunmuştur. Tören Kapısı - Tetrapilon Afrodit tapınağı kutsal alanına girişi sağlayan tören kapısı M.S. II. yüzyıl civarında yapılmıştır. Bu kapı ile Afrodisias ın kuzey - güney yönünde devam eden ana yolu tapınağın önündeki geniş bir avluya bağlanmıştır. Anıtsal yapının bilimsel verilere dayalı yeniden yapımı ( rekonstrüksiyonu ) 1991 yılında tamamlanmıştır. Bu projenin gerçekleşmesi yapının özgün mermer bloklarının % 85 gibi çok büyük oranda korunarak günümüze ulaşmış olmasına bağlıdır. Yapı yeniden ayağa kaldırılırken sütunları desteklemek amacıyla çelik çubuklar ve diğer destek elemanları kullanılmış, ayrıca gerekli yerlere özgün kalıplardan parçalar yardımıyla dökülen bloklar yerleştirilmiştir. Tiyatro Tiyatro binası hem gösteriler için hem de halkın toplanma yeri olarak kullanılmıştır. Yaklaşık 7000 kişilik oturma yerine sahip olan bu bina iki ana bölümden oluşmaktaydı. Seyirci kısmı tarih öncesi yerleşimine ait bir tepeye sırtını dayamıştı. Bunun önünde ise üç katlı ve mermerden yapılmış gösterişli sahne binası yer almaktaydı. Sahne binasının birinci katı arşitrav yapılmış olan adak yazıtı ile birlikte yeniden ayağa kaldırılmıştır. Yazıtta binayı yaptıran kişinin kendisini ilk roma imparatoru Augustus un azatlı kölesi olarak tanıtan Gaius Julius Zoilos olduğu belirtilmiştir. Zoilos olasılıkla Afrodisias ın yerlisiydi ve beklide korsanlar tarafından kaçırılıp daha sonra Oktavian tarafından satın alınmış ya da ona miras olarak kalmıştır. Daha sonra azat edilince zengin ve başkentle ilişkileri güçlü biri olarak memleketine geri dönmüştü. Zoilos tiyatronun yanı sıra agoranın kuzey portikosunu ve Afrodit tapınağını da yaptırmıştır. Tiyatronun 1970 lerdeki kazıları sırasında sahne binasını süsleyen heykellerin çoğu oldukça iyi korunmuş vaziyette ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında şu anda Afrodisias Müzesinde teşhirde bulunan Apollon, iki Musa, Demos, iki boksör, Polykleitos tarzında yapılmış heykelleri sayabiliriz. Hadrian Hamamı Afrodisias kamusal binaların en büyüklerinden biri olan büyük hamam M.S. II. yüzyılda yapılmış ve Roma İmparatoru Hadrian a adanmıştır. Hamam roma mimarisine uygun olarak her biri farklı işlevleri olan birbirine paralel tonozlu odalardan oluşmuştur. Büyük kalker bloklardan oluşmuş önemli bir kısmı ayakta olan duvarların üzeri mermer plakalarla kaplıydı. Yıkılan tonozların molozlardan oluşan harçla yapıldıkları ve iç kısımların sıva ile kaplandığı anlaşılmaktadır. Olasılıkla tüm yapı oluklu kiremitle örtülmüştü. Binanın önünde etrafı sütunlarla çevirili bir ön avlu kuzeyinde ise ince bir işçilikle yapılmış bir çeşme yer almaktadır. Günlük hayatta önemli bir yeri olan hamam zengin bir heykeltıraşlık ürünleri ile süslenmişti. Çeşmenin içinde ve etrafında mitolojik sahneleri içeren heykeller ön avluda mimari öğeler üzerinde işlenmiş kabartmalar ve sütunlu kısımlarda portre heykeller yer almaktaydı. Kazılar sonucunda bulunmuş olan bu eserler Afrodisias müzesinde görülebilir. Bouleuterion - Meclis Binası Meclis binası Afrodisias ın antik devir şehir hayatında çok önemli bir yeri vardı. Bina şehrin yerel yönetimini sağlayan meclisin toplanma yeri olduğu gibi kapalı tiyatro konser salonu halkın toplanma yeri olarak da çok amaçlı kullanılmıştır. Mevcut yapı M.S 200 yıllarında halka açık ana meydan olan kuzey agoranın kuzey kenarında yapılmıştır. Bouleuterion a agoranın kuzey portikosundan girilmekteydi. Bu oldukça yüksek çift koridorlu portikonun eni 15 m uzunluğunda boyu 200 metreden fazlaydı. M.Ö I. Yüzyılın sonlarında inşa edilen yapı daha sonra arka kapısından Bouleuterion a beş ayrı giriş açmak amacıyla değişikliklere uğramıştır. İki dış kapının yanında yerel bir hayırsever olan Dometeinos un ve onun yeğeni Tatiana nın portre heykelleri bulunmaktaydı. Her iki heykelde yazıtlı kaidelerin önünde bulunmuştur. Kaideler hala orijinal yerlerinde durmaktadır. Heykeller ise Afrodisias müzesinde sergilenmektedir. Güney Agora M.S. I. yüzyılın başları ile II. yüzyılın ortalarında kuzey agora ile tiyatronun arasında yapılan güney agora kentin ikinci büyük meydanıdır. Güney agorada inşa edilen ilk yapı olan kuzey portiko imparator Tiberius a adanmıştır. Portikonun frizleri çelenk zincirleri arasında yer alan tiyatro maskeleri ve diğer başlarla süslenmiştir. Bu seçkin frizlerin bir bölümü Afrodisias müzesinin bahçe duvarları üzerinde sergilenmiştir. Güney agoranın güney ve batı kısımlarında sütunlu portikolarla çevrilmiştir. Bunların arkasında kentin önemli kamusal alanları konumlandırılmıştır. Batıda Hadrian Hamamı ve güneyde kamusal bazilika ile tiyatro. Güney agoranın güneydoğu köşesinde masif duvarlarla desteklenmiş kapalı bir geçit doğrudan tiyatroya ulaşımı sağlıyordu. Güney agoranın doğu tarafında yüksek sütunları olan ve zengin bir heykel koleksiyonu barındıran bir cephe yer almaktadır. Güney agoranın merkezinde yer alan bezemeli uzun havuz yapının en göze çarpan unsurlarından biridir.
  22. _asi_

    Nysa Antik Kenti

    NYSA ANTİK KENTİ Antik Karia bölgesinin en önemli kenti olan Nysa Sultanhisar ilçesinin 3 km kuzeybatısında yer almaktadır. Nysa doğusunda bulunan Aydın dağlarının güneye bakan yamacında Tekkecikdere adlı bir akarsuyun çevresinde çok dik bir boğazın oluşturduğu alanın her iki yanında kurulmuş romantik görünümlü bir kenttir. Kent ile ilgili önemli bilgiler yaşamının büyük bir bölümünü Nysada geçiren coğrafyacı Strabon ile tarihçi Stephanus dan kaynaklanıyor. Nysa daki yapı kalıntıları, batıdaki modern arkeolojinin gelişmeye başlaması ile birlikte özellikle 18. Yüzyılın sonlarından başlayarak gezgin ve araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Daha sonra 1907 ve 1909 yıllarında antik kente gelen Alman Walther von Diest in sistematik araştırmaları ile Dr. Heinrich Pringsheim in yönetiminde Nysa da ilk arkeolojik araştırmalar başlamıştır. Bunu 1921 de yunanlıların kısa süreli kazısı ve daha sonra da İzmir ve Aydın Müzelerinin kazıları takip etmiştir. 1990 yılından başlayarak T.C. Kültür Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı adına başkanlığım altında Nysa'daki arkeolojik kazı ve restorasyon çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalara önümüzdeki yıllarda da devam edilecektir. Kentin sur duvarları Bugün Nysa yı çevreleyen Helenistik devir suruna ait herhangi bir kalıntıya rastlanmamaktadır. Ancak yer yer Bizans döneminden kalma sur izleri görülmektedir. Gymnasium Nysa daki gençlerin düşünsel ve bedensel olarak eğitim gördükleri, 70 x 165 m ölçütlerindeki bu büyük yapı kalıntısı Strabon zamanında büyük olasılıkla daha küçük ölçülerde bulunuyordu. Bugünkü yapı kalıntıları ise Roma imparatorluğu dönemine aittir. Roma Hamamları Nysa da Strabon tarafından değinilmeyen yapı kalıntılarından biriside Antik kentin doğusunda yer alan oldukça büyük bir yapı kalıntısıdır. Bu yapı geniş mekanları, dikdörtgen biçimli duvarları ve bir havuzu ile antik kentteki Roma Hamamlarıdır. Kütüphane M.S. 2.yy da inşa edilen ve 2 yılda büyük olasılıkla 3 katlı olan bu yapı Efes teki Celcus kütüphanesinden sonra Türkiye nin en iyi korunmuş 2.antik çağ kütüphanesidir. Okuma salonunun yüzölçümü 13.40 x 14.80 metrelik bir alanı kaplar. Rulolar yada yazmalardan oluşan ciltler nisler içinde yapılmış raflara konuluyordu. Agora 89 x 105 m. Ölçülerinde olan ve 4 yanı sütunlarla çevrili Agora bir Pazar yeridir. Doğusunda ve kuzeyinde lon düzeninde çift sıra sütunların bulunduğu yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Amphitheatre Strabon un amphitheatre olarak tanımladığı ve bugün sel suları nedeniyle oldukça tahrip görmüş ve 44 x 192 m. Ölçütlerindeki stadyum 30.000 kişiyi alabilecek kapasitededir. Bouleuterion Nysa antik kentinin en iyi korunmuş yapılarından birisi Bouleuterion dur. Strabon bu yapıyı Gerantikan ( Yaşlılar Meclisi ) olarak tanımlamıştır. 600 - 800 kişiyi alabilecek kapasitedeki Bouleuterion M.S. 1.yy da inşa edilmiş olup M.S. 2 yy da değişiklik görmüştür. Roma Tiyatrosu İyi korunmuş bu yapı, Roma imparatorluğu döneminde inşa edilmiştir. 12.000 kişilik tiyatronun sahne alanı 27 metre çapındadır. Tiyatronun sahne yapısının podyumlarında bulunan bağcılık ve şarapçılık tanrısı Dionysos un yaşamına ait frizler çok önemlidir. Çünkü Nysa tiyatrosundaki bu frizler Türkiye deki diğer kabartma frizlere sahip üç antik tiyatronun ( Hierapolis, Perge ve Side ) en iyi korunmuş durumda olanlarını oluşturur. Tünel Tonozlarla örtülü 100 m. Uzunluğundaki bu tünel, Strabon un belirttiği gizli bir yer altı geçididir. Bu tünel, Aydın dağlarından hızla akan sular için kanal görevini yerine getiriyor ve aynı zamanda tiyatro önündeki meydanı alttan destekliyordu. Nekropol Kentin Nekropol ü kentin batı tarafından Akharaka ya doğru giden kutsal yolun üzerinde bulunmaktadır. Bu mezarlıklar içindeyse genellikle lahitler bulunmaktadır. Kiliseler Nysa antik kentinde yapılan ilk araştırma olasılıkla tapınaklar üzerine inşa edilmiş olan 2 adet Bizans Kilisesine ait kalıntılara rastlanmıştır. Ancak, bugün kalıntılara ait izler kaybolmuştur Bizans çağında kent 12. yüzyılda Selçukluların yönetimi altına geçmiş, ancak kısa bir süre sonra yine Bizanslıların hakimiyeti altına girmiştir. Sonuçta kent Aydın da egemen olan Menteşe Emirliği tarafından ele geçirilmiştir. Nysa nın 1402 yılında Timurleng tarafından istila edilmesinden sonra kent yavaş yavaş önemini kaybetmiştir. Kentte bugün görülen kalıntıların büyük çoğunluğu Roma ve Bizans çağlarına aittir.
  23. _asi_

    Aydın Zeybekleri

    AYDIN ZEYBEKLERİ Zeybeklik kurumu üç birimden oluşmaktadır. Efe, Zeybek, Kızan Efe, zeybeklerin başıdır. Zeybekler, kızanlardan sorumlu kolbeyidirler. Kızanlar ise efenin buyruğundaki askerlerdir. EFE Efelik bir tür seçimle olur. Efenin oğlu efenin değerinde ise efe seçilir. Artık her şey onun buyruğuna kalmıştır. Efenin oğlu seçilemezse , Zeybekler aralarından en değerli zeybeği efe seçerler. Efeler birbirlerine ateşli silah çekmezlerdi. Zira bu korkaklık sayılırdı. Mintanlarının yaka düğmeleri sürekli açıktır. Sakal bırakmazlar, pala bıyıklıdırlar. Başları ustura ile tıraş edilir, arka ortadan “Perçem “ sarkardı. Bindikleri at erkek, koşumlarının metal aksamları gümüştendir. Ayaklarında “kayalık” denilen özel işlemeli çizmeler bulunur. Uzun namlu’lu silah olarak da “Filinta “ taşırlardı. ZEYBEK Zeybek kelimesi ve Zeybeklik çeşitli kaynaklarda değişik tariflerle tanımlanmıştır. Bilindiği üzere Anadolu’ya yerleşen ilk Türk’lerde asker ve orduya Sü denilmektedir. Bundan türemiş pek çok kelime arasında subaşı (Ordu Komutanı) Sü-be (ordugah, karargah) ve birde subay anlamına gelmek üzere Sü-bek sözcüğü bulunmaktaydı. Nitekim günümüzde aynı anlamda Su-bay olarak kullanılmaktadır. Bu sözcükteki S harfinin diğer birçok eski sözcükte olduğu kabul edilirse sözcüğün Zü-bek, Zi-bek ve dil akıcılığı dolayısıyla da Ziybek, ZEYBEK şekline dönüştüğü ortaya çıkar. Diğer taraftan başka bir anlama gelen Sü-bek sözcüğü nasıl Arapça kökenli Seybekten alınmışsa Arapçanın o çağlardaki büyük etkisi nedeniyle de SÜ-BEK sözcüğünün Zeybek veya Seybek haline gelmesi o kadar olağandır. Nitekim zeybeklerin tarihteki fonksiyonları üzerinde yapılacak her araştırmada onların askerlikle yakından veya uzaktan kesinlikle bir ilişkisi olduğu görülür.(Türkoğlu,1977) Zeybeklik Türkmenlerin Batı Anadolu’ya gelmeleri ile ortaya çıkmıştır. Bu nedenlede kökleri Türkmenlere kadar uzanmaktadır. bu dönemlerde (10-13.y.y) Bizans metinlerinde görülen Salpace sözcüğü Sahilbeği olarak kabul edilmiştir. Oysa, Bizanslı bir tarihçi bu sözcüğün anlamını kuvvetli insan olarak açıklamaktadır. Bu nedenle de Salpace sözcüğünün Anadolu insanına geçmiş ve zamanla değişerek Zeybek sözcüğüne dönmüş olması mümkündür. Zeybek sözcüğünün kökeni konusundaki diğer bir görüş ise, bu sözcüğün Arapça çevik insanlara verilen bir ad olan Zibaki’den geldiğidir. Ayrıca Şemsettin Sami "Kamus-u Türki" adlı eserinde Zeybekliği hafif silahlı ve güvenliği sağlamakla görevli eski bir sınıf asker olarak tanımlamaktadır. Gerçekten de zeybekler Anadolu’da esas olarak kolluk görevi görmüşlerdir. Bunlar, yolları koruyorlar ve her iki fersah ta bir bulunan kervansaraylarda ve mola verilen yerlerde bekçilik yapıyorlardı. Bu hizmetleri karşılığında ise, yollardan geçen yolculardan aldıkları az miktardaki paralarla geçimlerini sağlıyorlar, ancak bu işi yaptıklarından dolayı buralardan zor kullanarak para almıyorlardı. Zeybekler tutuculuktan uzak kişiler olduklarından bazı zamanlarda adları gavura da çıkmıştı. Aynı zamanda derbentlik yaparak ve ayanların maiyetlerinde bulunarak da geçimlerini sağlıyorlardı. Zeybekler 19.yüz yıl başlarından sonra bir takım sıkıntılar içine girdiler. Bu dönemlerde ayanlığa karşı girişilen hareketler sonucu yeni gelen yöneticiler ile zeybekler arasındaki ilişkiler eskisi gibi süremedi. 1800 lü yıllarda Zeybekler Batı Anadolu ayanların zeybeklere karşı olan olumlu davranışları, 2.Mahmud’un bu yöreye gönderdiği valilerle değişmiş ve sertleşmiştir. Bu davranışlarıyla Aydın halkının eğilimleri hakkında fazla bilgileri olmadığını gösteren yeni yöneticiler oldukça tehlikeli bir ortamın doğmasına neden olmuşlardır. Atçalı Kel Memet İsyanı böyle bir ortamda patlak vermiştir.Batı Anadolu da Aydın’dan Çanakkale’ye kadar olan bölgede, dağlarda, ovalarda yaşayan bu Türk zümresinin bir diğer özelliği, hatta en bariz özelliği giydikleri orjinal elbiselerdir. Bu kıyafet hakkında da çeşitli görüşler mevcuttur. Ancak kısa dizlik hariç diğerlerinin asli Türk kıyafeti olduğuna şüphe yoktur. Türkler kendi geliştirdikleri pantolonu Batı Anadoluda iklim icabı kısa giymiş olabilirler. Bu kısa dizlik yani Zeybek donu üzerinde cepken ve başta bir külah vardır. 2.Mahmud’un reformları döneminde Aydın Valisi Çengeloğlu Tahir Paşanın zeybeklerin geleneksel giysilerini değiştirmelerini istemesi sonucu çıkan ayaklanmada zeybekler önemli kayıplara uğramış ve yenilerek yeni giysileri kabullenmek zorunda kalmışlardır. Zeybekler arasındaki kitlesel bir başkaldırı olayıda 1854’de başlayan Sinanoğlu ayaklanmasıdır. Aydın Kaymakamı Kani Paşa’nın askerlerini yenerek üç dağa egemen olan babaoğul Sinanoğulları daha sonra Arnavutluktan getirilen kuvvetlerin yardımıyla Hekim İsmail Paşa tarafından yenilgiye uğratılarak idam edildiler. Zeybekler 19.yüzyılın son çeyreğine kadar geleneklerini korumuşlardır. 1862’deki Karadağ harekatı ile 1877 Osmanlı-Rus savaşında önemli görevler üstlenmişlerdir. Ancak Osmanlı Devletinin son zamanlarında hükümet otoritesinin yok olması, adaletsizlik, Osmanlıya güvensizlik, köylülerin hor görülmesi, asayişsizlik, harplerin yarattığı ekonomik kriz, sosyal düzenin bozulması sosyo-kültürel alanda zeybekliğin bir kurum olarak ön plana çıkmasına neden oldu. Kültür düzeyi düşük olan köylüler hükümetten öç almak, Osmanlı emniyet ve asayiş kuvvetlerini etkisiz hale getirmek ve zayıf düşürmek için tek yolun zeybeklik olduğuna inandıklarından bu konunun mensuplarına yataklık dahi ederlerdi. Köylü çocuğu küçük yaşlardan itibaren zeybeklik hikayeleri ile büyür ve bu kişilere büyük bir hayranlık duyarlardı. Zeybekler 1.Dünya Savaşı yenilgisinden sonra eşkiyalığı bırakarak yavaş, yavaş köylerine dönmeye başladılar. Hele Yunan işgalinden sonra vatanın müdafaasız kaldığını gören bu Türk çocukları silahları ve adamlarıyla dağlardan inerek Kuva-yı Milliye saflarına katıldılar. Esasen efe ve zeybeklere karşı büyük hayranlık duyan halk da onları tabii bir lider olarak gördüler ve bir çok vatandaş gönüllü olarak onların saflarına katıldı. Bu suretle Kuva-yı Milliye Ege Bölgesinde etkili bir şekilde efe ve zeybeklerin etrafında oluştu. Yörük Ali Efe, Demirci Memet Efe, Danişmentli İsmail Efe, Köşklü İsmail Efe, Sökeli Ali Efe, Kıllıoğlı Hüseyin Efe ve Uzunlarlı Yörük Karahasan Efe bir çokları vatan savunmasında ve düşman işgalinin kırılmasında etkili oldular. Yurdumuzun düşman çizmesi altında kalmasını isyan eden kadın efelerimizi de unutmamak gerek; bu kadın mücahitler, Emire Ayşe Aliye, Şerife Ali Kübara ve Ayşe(diğer adı)Mehmet Çavuş.......daha bir çok isimsiz kahraman. KIZAN Kızanlar efenin maiyetindeki askerlerlerdir.Kızan kelime anlamı olarak; Batı Anadolu’nun bazı yörelerinde "Çocuk" anlamında kullanılan bir sözcüktür. Kızanların; Mintanlarının kolları uzundur. Giyimleri sade, cepkenleri sırma işlemelidir. Başlarının ortası traş edilir. Uzun namlulu silah olarak da "Martin" kullanırlardı. Efenin izni olmadan evlenemezlerdi. ZEYBEKLİĞE GEÇİŞ TÖRENLERİ Kızanlar belli kurallar çerçevesinde zeybekliğe geçerler.Yapılan törende halka olma, çok önemlidir. Yalnızca zeybek adayı kızan ayakta durur, yatağanını çeker, üç kez öperek efenin önünde diz çöker. Efe de aşağıdaki andı içirir: - Bu koca dağların sahibi kim? - Erimiz! - Yiğiti kim? - Efemiz! - Yiğit kime derler? - Sözünde durana, efesiyle ölene ! - Korkak kime derler? - Sözünden dönüp, aman diyene! - Varyemezlere acımalı mı, dayak mı haktır? - Dayak haktır! - Susuz derelerde kavak bitermi? - Bitmez. - Bitkisiz diyarlarda duman tütermi? - Tütmez. - Adem kuşağına bel bağlanırmı? - Bağlanırsa ağlanır. - Yiğitlerde ne yoktur? - Merhamet yoktur. - Şeytan’a bel bağlanır mı? - Yardımcımızdır bağlanır! - Sözünde durmayan ***** bacının kızanı olsun mu? - Olsun. - Şu dualı yatağan böğrüne batsın mı? - Batsın. - Doğru söylediğine Nasuh tövbesi olsun mu? - Olsun. Bu and içme bitince, efe kalkıp defne (tenhal)ağacının yanında durur. Zeybekler çevresine toplanırlar. Efe zeybek adayının yatağanını defne (tenhal)ağacına saplar; zeybek adayı kızan, efesine sadık kalacağına and içerek yedi kez yatağanının altından geçer. Ardısıra tüm zeybekler de geçerler. Efe yeni zeybeğin alnını, yeni zeybek de efesinin elini öper. Efe, yatağanı defne (tenhal)ağacından çekip yeni zeybeğe verir. Böylece kızan artık zeybek olmuştur. Evet, Efeliğin ve Zeybekliğin 10. yüz yılın sonunda Yusuf Paşa ile başladığı 17. yüz yılda Sivri Bölükbaşı, 19. yüz yılda Atça’lı Kel Memet ve nihayet 20. yüz yılda Demirci Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe ile sona erdiği görülür. Efeliğin ve zeybekliğin tarihçesi ne kitaplara sığar ne de internet sayfalarına hepsine buradan şükranla ve rahmetle anıyoruz. Alıntı...
  24. _asi_

    Aydın Camiileri

    AYDIN CAMİLERİ Süleyman Bey Camisi (Merkez) İstasyon binası yakınında bulunan ve Süleyman Bey Camisi, klâsik Osmanlı üslubunda yapılmıştır. Süleyman Bey’in vakfiyesinden, Üveyz Paşazade Mehmet Bey’in torunu ve Cezayir Beylerbeyi Mustafa Paşa’nın oğlu Süleyman Bey tarafından 1683 yılında yaptırıldığı öğrenilmiştir. Mimar Sinan’ın kalfalarından biri tarafından inşa edildiği sanılan bu cami, bir avlu içerisinde kare plânlı, kesme taştan ve tek kubbeli bir yapıdır. Kubbesi iki kademeli beden duvarları üzerinde 16 köşeli bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Camiyi aydınlatan pencereler duvarlarda ve kasnakta yer almaktadır. Dışarıdan dar bir merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır. Kubbe içerisindeki bezemeler XVII.yüzyıl üslubuna göre yenilenmiştir. Kesme taştan yapılmış mihrabı sade olup, mermerden yapılmış minberin merdiven altı işlemelidir. Tek şerefeli minaresinin gövdesi çok kenarlıdır. Caminin minaresi 1899 depreminde yıkılmış, şerefeden yukarı kısımları yenilenmiştir. Ancak bu yenilenme orijinal durumundan çok uzaktır. Yunan işgali sırasında tahribata uğrayan minare 1954-1956 yıllarında cami ile birlikte onarılmış ve orijinal durumuna getirilmeye çalışılmıştır. Üveys Paşa Camisi (Merkez) Aydın’ın en eski camisi olan Üveys Paşa Camisi, Kadı Muhiddin Efendi’nin oğlu Mısır Beylerbeyi Üveys Paşa tarafından 1568 yılında yaptırılmıştır. Üveys Paşa, Başdefterdarlık ile Budin ve Mısır Beylerbeyliklerinde bulunmuştur. Avlu içerisinde kare planlı tek kubbeli küçük bir camidir. Yüksek kasnak üzerine oturan kubbesi kiremit kaplıdır. Dört sütunlu son cemaat yeri kirpi saçaklıklı üç kubbecik ile örtülmüştür. Giriş kapısı üzerinde yazıtı bulunmaktadır. Mihrap ve minberinde dikkati çeken bir bezeme olmayıp sadedir. Büyük olasılıkla caminin yandığı sırasında içerisindeki bezemelerle birlikte tahrip olmuştur.Cami 1899 depreminde yıkılmış, yeniden yapılmış, Yunan işgali sırasında yakıldığından 1947-1948 yıllarında onarılarak bugünkü durumuna getirilmiştir. Ramazan Paşa Camisi (Merkez) Aydın Çarşısı içerisindeki Ramazan Paşa Camisini 1595’te Üveys Paşa’nın kardeşi Ramazan Paşa yaptırılmıştır. Cami 1899 depreminde tamamen yıkılmıştır. Günümüze ulaşan camiyi Sökeli Halil Paşa yaptırmış, orijinalliğinden uzaklaşan camide karmaşık bir üslup görülmektedir.Burada Avrupa mimarisinden yararlanılmak istenmişse de bunda başarılı olunamamıştır. Cami, kare planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Kubbe kasnağındaki yuvarlak pencereler barok kıvrımlarla çevrelenmiştir. Ahşap giriş kapısı, oyma işleri ile bezenmiştir. Yapının üzeri büyük bir kubbe ile örtülmüştür. İçerisini barok üslubu anımsatan on uzun pencere ve su damlacığı şeklindeki küçük pencereler aydınlatmaktadır. Alçı kabartmalar, renkli cam işçiliği ve ağaç oymacılığı bakımından süslemeleri önemlidir. Caminin iç bezemesi bütünüyle barok üsluptadır. Kurtuluş Savaşı sırasında 22 Mayıs1919’da direniş toplantısı bu cami içerisinde yapılmıştır. İlyas Bey Camisi (Söke) Söke’de Miletos’un yanındaki Balat Köyü’ndedir. Menteşoğullarından İlyas Bey tarafından 1404 yıllarında yaptırılmıştır.Cuma Camisi ismiyle tanınan bu caminin yapımında Miletos antik kentinin mermer blok taşlarından yararlanılmıştır. Bu yüzden de caminin içerisi ve dışı düzgün mermer bloklarla kaplanmıştır. Kare planlı caminin kuzeydeki mermer, taş işçiliği yönünden önemli sivri kemerli kapısı üzerinde h.806 (1403) tarihli üç satırlı yazıtı bulunmaktadır. İbadet mekânını öreten kubbesi sekizgen bir kasnak üzerinde 14 m. Çapında olup, üzeri kiremitle örtülüdür. İçerisi her duvarda iki sıra halinde dörder pencere ile aydınlatılmıştır. Doğu duvarındaki ilk sırada bulunan pencerelerin üzerine çini kakmalı ayetler işlenmiştir. İkinci sıradaki pencereler ise geometrik desenli vitraylarla kaplıdır. Caminin 5.20x7.35 m. Ölçüsündeki mermer mihrabı geometrik desenlerle bezenmiş olup, çağının en güzel örneğidir. Caminin karşısındaki dört köşeli 1404 tarihli kubbeli türbe İlyas Bey’e aittir. Menteşeoğulları döneminden kalan medrese ve imaret harap durumda olup, bunlardan iki katlı medrese bir avlu etrafında tonoz üst örtülü odalardan meydana gelmiştir. Ağaçarası (Şemsi Paşa) Camisi (Merkez) Aydın Güzel Hisar Mahallesi’nde, Büyük Menderes Caddesi üzerindedir. Cami, 1658 yılında Ahmet Şemsi Paşa tarafından yaptırılmıştır. Minaresinin kırmızı tuğladan yapılmış oluşundan ötürü de Kırmızı Minareli Cami olarak da tanınmaktadır. Ahmet Şemsi Paşa’nın İstanbul’da Üsküdar’da bir camisi daha bulunmaktadır. Kare planlı caminin üzeri kubbe ile örtülü olup, minaresi tek şerefelidir. Bu cami Yunan işgali sırasında yakılmış ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yenilenmiştir. Bu onarımdan ötürü de orijinalliğinden uzaklaşmıştır. Cihanoğlu Camisi (Merkez) Aydın, Köprübaşı Mahallesi’ndedir. Müderris Cihanoğlu Abdülaziz tarafından 1756 yılında yaptırılmıştır. Moloz taş ve tuğla karışımı olan cami, 9.50x9.50 m. Boyutunda kare planlıdır. XVIII.yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı mimarisine egemen olan barok üslubunda yapılmıştır. Bu özellikler sütunlarda, kabartma motiflerinde ve mimarisinde tümüyle yansımıştır. Camiye 15 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Son cemaat yeri dört yuvarlak sütun üzerine oturtulan üç kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısının etrafı mermer sövelerle sınırlandırılmıştır. Bu kapının üzerinde h.1170 (1756) tarihli yapım kitabesi bulunmaktadır: Her kim bu camiyi kılmış, binası müstedam olsun İlâhi ruzu mahşerde şefi-i Mustafa olsun Sahibül hayrat velhasenat el hac Abdülaziz Efendi 1170. İbadet mekanı üç sıra pencere ile aydınlatılmıştır. İçerisi barok üslupta madalyon ve çiçek motifleri ile bezenmiştir. Bunların arasında hayvansal motiflere de rastlanır. Yüksek bir kaide üzerine oturtulan caminin altı çarşı olarak kullanılmıştır. Yanında bulunan medresesi 1954 yılında onarılmış ve Vakıflar Öğrenci Yurdu haline getirilmiştir. Mihrap duvarının önünde kare planlı kubbeli Cihanoğlu’nun türbesi yer almaktadır. I.Dünya Savaşı sırasında depo olarak kullanılmış, Yunan işgali sırasında zarar görmüş, 1950 ve 1967 yıllarında onarılmıştır. Eski Yeni Cami (Merkez) Aydın Gazi Bulvarı üzerindedir. Mısır Beylerbeyi Üveys Paşa’nın kardeşi Hasan Çelebi tarafından 1585 yılında yaptırılmıştır. Hasan Efendi Camisi olarak tanınan bu cami, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yenilenmiş, bu yüzden de Eski-Yeni Cami ismi halk tarafından verilmiştir. Cami, kesme taştan 11x11 m. Ölçüsünde kare planlıdır. Son cemaat yeri dört yuvarlak sütunun taşıdığı üç kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısı mermerden olup, Osmanlı taş işçiliğinin örneklerindendir. İbadet mekânı üç sıra halinde onar pencere ile aydınlatılmıştır. Ayrıca kubbe kasnağında on altı penceresi bulunmaktadır. Minberi mermerden olup, işlemelidir. Mihrabı da yine oymalı mermerdendir. Tek şerefeli minaresi caminin sağ tarafındadır. Caminin minaresi 1899 yılında yıkılmıştır. Cami Kurtuluş Savaşı sırasında zarar görmüş ve Cumhuriyet döneminde yeniden yapılmıştır. Ahmet Gazi Paşa Camisi (Çine) Çine’nin 8 km. güneyinde, Yunan işgalinden sonra terk edilen Eski Çine’dedir. Menteşeoğlu İbrahim Bey’in oğlu Gazi Ahmet Bey tarafından 1308’de yaptırılmıştır. Caminin yarısı kesme blok taş, yarısı da moloz taştan yapılmıştır. İbadet mekanı 19.50x19.50 m. Ölçüsünde kare planlıdır. Camiye doğu ve kuzey yönlerindeki, çevresi motifli iki kapı ile girilmektedir. İbadet mekânı on iki kenarlı bir kasnağa oturan, kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Pencere kenarlarında Bizans döneminden kalma mimari parçalarından yararlanılmıştır. Mihrap bezeme yönünden ileri düzeydedir. Minberi ise Osmanlı ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden birini sergileyen oyma ve motiflerle bezelidir. Caminin bahçesinde Ahi İbrahim’in türbesi bulunmaktadır. Cihanzade Mustafa Camisi (Koçarlı) Koçarlı çarşısı içerisindedir. XVIII.yüzyılın ikinci yarısında Koçarlı Cihanzade Mustafa tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı caminin üzerini sekizgen kasnağın taşıdığı büyük bir kubbe örter. Tek şerefeli minaresi güneybatı köşesinde olup, burada bazı mimari parçalardan alınma taşlar kullanılmıştır. Mihrabın üzerinde bir İtalyan ressamı tarafından yapılmış Mekke’nin panoramik görünümü ile bunun üzerine bir ayet yazılmıştır. Mermer minberi mihrapla benzerlik gösteren barok motiflerle bezenmiştir. İlyas Ağa Camisi (Koca Cami) (Söke) Söke’nin merkezinde olan bu caminin yapım tarihi belli değildir. Söke Mütesellimi İlyaszade İlyas Ağa tarafından 1821 yılında yeni baştan yaptırılmıştır. Kesme taş ve tuğla karışımı bir işçilik gösteren cami kare planlıdır. Son cemaat yeri üç yuvarlak sütun ve bunları birbirine bağlayan sivri kemerler üzerine küçük kubbelerle örtülmüştür. Giriş kapısı üzerinde 14 satırlı h.1237 (1821) tarihli onarım yazıtı bulunmaktadır. İbadet mekanını örten sekizgen yüksek bir kasnak üzerine sekiz pencereli merkezi kubbesi oturtulmuştur. Caminin tek şerefeli minaresi sağ taraftadır. Caminin geometrik motiflerle süslü kapı kanatlarının Balat İlyas Bey Camisi’nden getirtildiği söylenmektedir. Mihrap ve minberi mermer bezemelidir. Yavuzköy Şemsi Paşa Camisi (Köşk) Köşk İlçesi’nin Yavlu (Yavuz) Köyü’ndeki Camiyi Şemseddin Ahmet Paşa 1654 yılında yaptırmıştır. Ancak, Şemsi Paşa’nın Aydın Vakıflar Müdürlüğü’ndeki vakfiyesinde, bu tarihten daha önce yapıldığı izlenimini vermektedir. Belki de giriş kapısı üzerindeki kitabesi sonradan yenilenmiştir. Cami Aydın depremi sırasında yıkılmış ve sonradan yenilenmiştir. Bu yüzden de kitabe üzerindeki tarihin değiştirilmiş olabileceği sanılmaktadır. Caminin giriş kapısı üzerindeki h.1064 (1654) tarihli mermer üzerine işlenmiş yazıtı: Hakta âlâ mamur kıla sahibi hayrın sakasın Yarabbenâ kabul eyle ben dilerim âmin Mart içinde bed olundu bu camiin binası Erbaa ve sitteyn ve elf idi o zamanın senesi. Cami, tuğladan kare planlı olarak yapılmış, üzeri tek kubbe ile örtülmüştür. Duvarlar sıvalı olup, kubbe ve son cemaat yerinin üzeri de kiremitle kaplıdır. Ana kubbenin örtüsünde kiremit dizileriyle sekizgen bir şekil verilmiş ve böylece kasnak ile birlikte estetik bir görünüm sağlanmıştır. Yapı iki kademe halinde olup, birinci kademesi kare, ikinci kademesi de sekizgen kasnaklı kubbelidir. Minaresi kare bir kaide üzerine yuvarlak olarak yapılmıştır. Mihrap ve minberi yenilenmiş ve yağlı boya ile orijinalliğinden epeyce uzaklaştırılmıştır. Kaleiçi (Öküz Mehmet Paşa) Camisi (Kuşadası) Kuşadası çarşısı içerisinde Kuşadası’nın en anıtsal yapısıdır. Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından 1618 yılında yaptırılmıştır. Öküz Mehmet Paşa Camisi ismi ile tanınmaktadır. Plan ve mimarisi yönünden Aydın ve çevresinde yapılan camilere benzer. Cami kare planlı olup, 12 kenarlı, 16 pencereli bir kasnak üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeyi taşıyan kasnak dört köşede kemerli payandalarla desteklenmiştir. Son cemaat yeri ağaçtan yapılmış olup, tek şerefeli minaresi sağdadır. Caminin giriş kapısı geometrik geçmeler ve sedef kakmalarla süslenmiştir. Günümüzde bu kapının sedefleri sökülmüştür. Mihrap barok özellikler gösteren yuvarlak kemerli bir niş biçimindedir. İki yanında korint başlıklı sütuncuklar bulunmaktadır. Buradaki bezemeler mihrabın 1830 yılındaki onarımda yenilendiğini göstermektedir. Hanım Camisi (Kuşadası) Yapım tarihi kesinlik kazanamayan bu cami, kare planlı olup, üzeri 16 köşeli bir kasnağa oturan kubbe ile örtülmüştür. Camiyi aydınlatan iki kat halindeki pencerelerin üst sıralardaki yuvarlak, alçı şebekeli ve vitraylıdır. Son cemaat yeri sonradan eklenmiş olup, bağdadi bir işçilik gösterir. Mihrap ve minberi çok sadedir. Tek şerefeli silindirik minaresi sekizgen bir kaide üzerine oturtulmuştur. İbrahim Ağa Camisi (Kuşadası) Yapım tarihi ve yaptıranı belli değildir. Kare planlı, ahşap tavanlı olup, içerisi tek sıra pencereler ile aydınlatılmıştır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerinde yağlı boya bitkisel motifler bulunmaktadır. Minberinin çok sade olmasına karşılık, mihrabı oldukça gösterişlidir. Beş kademeli mihrap mukarnas ve kıvrık dallarla bezenmiştir. Üst kısmına madalyonlar içerisinde Allah ve Muhammet isimleri yazılmıştır. Türkmen Camisi (Kuşadası) Yazıtı bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Dikdörtgen planlı, ahşap tavanlı bir yapı olup, iki sıra pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. Son cemaat yeri geç dönemlerde yapılmış, mihrap ve minberi ise oldukça sadedir. Girişin sağındaki minare, tek şerefeli olup, çokgen bir kaide üzerine oturtulmuştur. İki Oluklu Cami (Kuşadası) Bu caminin de ne zaman ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Mimari yönden Türkmen camisine benzemektedir. Yalnızca, minaresinin solda oluşu ile ondan ayrılmaktadır. Son cemaat yeri ve giriş kapısı geometrik geçmelerle bezenmiş olup, iki yanına mukarnaslı nişler yerleştirilmiştir. Bezeme ve mimari yönden oldukça sade bir yapı olup, silindirik gövdeli, konik çatılı şadırvanı avluda yer almaktadır. Hacı Ziya Bey Camisi (Söke) Söke’de Yeni cami Mahallesi’nde olup, Söke eşrafından Hacı Ziya Bey tarafından 1896’da yaptırılmıştır. Osmanlı mimarisinin son döneminde eglektik üslupta yaptırılmıştır. Avlu içerisindeki caminin giriş cephesi, kubbesi ve içerisi barok üslupta bezenmiştir. Kare planlı caminin üzeri yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Cephelerinde üçer pencere ile, kubbe kasnağındaki yan yana barok dekorlu iki rozet pencere ile aydınlatılmıştır. Son cemaat yerindeki mihrap nişi madeni şebekelidir. Minareye buradaki bir kapıdan çıkılır. Yuvarlak kemerli bir niş biçimindeki mihrap, iki kenardaki korint başlıklı iki sütunla sınırlandırılmıştır.Avlusunda sekizgen bir şadırvan bulunmaktadır. Çarşı Camisi (Kuyucak) Kuyucak Çarşısı içerisinde bulunan bu caminin kitabesi olmadığından, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Batısındaki bir çeşmenin kitabesine ve yapının mimari üslubuna dayanılarak XIX.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Cami muntazam örülmüş taş duvarlı olup, doğu ve batı duvarlarındaki iki pencere dizisi ile aydınlatılmıştır. Caminin önünde sekiz sütunlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanı Bursa kemerleriyle birbirine bağlanan ahşap sütunlarla üç sahna ayrılmış olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mihrap ve minberi yeni olup, bir özellik taşımamaktadır. Aydın Valiliğine 1832 yılında atanan Yakup Paşa, caminin batı duvarına 1836 tarihinde bir çeşme yaptırmıştır. Ayrıca kentin üç ayrı mahallesinde birer çeşme, su kemeri ile su yolları yaptırmıştır. Hacı Ali Ağa Camisi (Çarşı Camisi) (Karacasu) Karacasu çarşısının ortasında yer alan caminin girişindeki çeşme yazısına göre, 1591 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca minaresinde de 1728 ve 1886 yıllarında onarıldığını gösteren yazıtlar bulunmaktadır. Moloz taş ve tuğladan yapılan cami, dikdörtgen planlı, ahşap çatılıdır. İbadet mekanı on ahşap sütun ile 5 sahna ayrılmıştır. Son cemaat yerinde ve iç kısımda çiçek dalları, bitki motifleri, sitilize servi ağaçları ile rokoko üslubunun bezemesi görülmektedir. Yuvarlak kemerli üç bölümlü mihrabı ve sitilize lalelerle süslü minberi XIX.yüzyılda yapılmıştır. Cumaönü Camisi (Karacasu) Karacasu, Cuma Mahallesi’ndeki bu camiyi yazıtından öğrenildiğine göre, 1768 yılında Hacı Ali Çavuş yaptırmıştır. Ahşap tavanlı olan cami moloz taştandır. Mihrap ve minberi yeni olup, bir özellik taşımamaktadır. Kuzeybatı köşesindeki minare, dört köşe bir kaide üzerinde ve iki şerefelidir. Avluya son yıllarda bir şadırvan eklenmiştir. Neşatiye Köyü Camisi (Germencik) Bu caminin de yazıtında herhangi bir isim ve tarihe rastlanmadığından, yapıldığı tarih ve yaptıranı bilinmemektedir. Mimari özelliklerinden ötürü XVIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kare planlı, tek kubbeli bir cami olup, duvarları taş ve tuğladandır. Ana duvarlar Aydın camilerinde olduğu gibi iki kademe halindedir. Son cemaat yeri üç bölümlüdür. Kesme taş kaideli silindirik minaresi tek şerefelidir. Mihrap ve minberi oldukça sade ve bir özellik taşımamaktadır. Eski-Yeni Cami (Nazilli) Nazilli Dumlupınar Mahallesi’ndeki Eski-Yeni Caminin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Ahşap son cemaat yeri XX.yüzyılın başlarında yapılmıştır. Kare planlı caminin üzeri kubbe kasnağı üzerine oturan ve dört paye ile desteklenen bir kubbe ile örtülmüştür. İç mekanında kubbe geçişini sağlayan pandantifler ve kubbe içerisinde rokoko üslubunda bitkisel bir bezeme görülmektedir. Mihrap ve minberinin bir özelliği yoktur. Yalnızca mihrap tarafında antik bir lahit çeşmeye dönüştürülmüştür. Ağa Camisi (Nazilli) Eski-Yeni Caminin kuzeyindeki Ağa Camisi XVIII.yüzyılın başlarında Yahya Paşa tarafından yaptırılmış, 1900 depreminde yıkılmış, 1927 yılında Vakıflar genel Müdürlüğü’nce onarılmıştır. Moloz taş ve tuğladan yapılan cami ahşap çatılıdır. İbadet mekanı iki sıra halinde oval pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunların aralarında tuğla süslemeli üçgen alınlıklarla bir hareketlilik sağlanmıştır. Ahşap örtülü son cemaat yeri XX.yüzyılın başlarında yenilenmiştir. İç mekân ahşap sütunlarla üç sahna ayrılmış olup, mihrap ve minberi yenidir. Minaresi kare kaide üzerinde yuvarlak gövdelidir. Koca Cami (Nazilli) Bu caminin içerisindeki bir yazıdan 1886 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. 1930 ve 1952 yıllarında onarım görmüştür. Mihrap önünde küçük bir kubbe, iki yanında da daha küçük elips biçiminde iki kubbecik vardır. Son cemaat yeri sonradan eklenmiştir. Mihrap ve minberi de yeni olup, yakın tarihlerde çinilerle kaplanmıştır. Kestane Pazarı Camisi (Nazilli) Nazilli kestane Pazarı’nda oluşundan ötürü, Kestane Pazarı Camisi ismiyle tanınmıştır. Camiyi 1900 yılında Demir Hacı Ali, Hacı İsmail ve Hacı Ethem isimli kişiler yaptırmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında yanmıştır. Sonraki yıllarda yenilenen cami, moloz ve taş duvardan olup, ahşap tavanlıdır. Cami fevkâni olup, alt katında dükkanlar, üstünde de ibadet yeri bulunmaktadır. Üst kata caminin içerisindeki ahşap bir merdivenle çıkılır. İkinci katta son cemaat yeri olarak kullanılan mekanda devşirme sütun başlıkları ters olarak yerleştirilmiş ve sütun kaideleri olarak kullanılmıştır. Üst katta üç kemer biçiminde eğimli çatının oluşturduğu üçgen bir alınlık dikkati çeker. Caminin içerisi son derece sade olup, mihrap ve minberi yenidir. Minaresi camiden ayrı ve 1951’de Hacı Ramazan Efendi tarafından yaptırılmıştır.
  25. _asi_

    Aydın Yörük Ali Efe Hikayesi

    YÖRÜK ALİ EFE Aydın Yörük Ali Efe Hikayesi Yörük Ali Efe, (d. 1895-Kavaklı, Sultanhisar, Aydın, ö. 23 Eylül 1951-Bursa), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919'da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan Türk kahramanı. Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Apti, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti'nden Fatma’dır. Yörük Ali 19 yaşına geldiğinde, Aydın (il) dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü. İstanbul, Büyükçekmece'de bulunan Yörük Ali Efe heykelciğiYörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i, ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti. Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli’nin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak, Sultanhisar ilçesine iki kilometre uzaklıkta Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki güçlü ve tam teçhizatlı düşman karakoluna baskın yaptılar. Tarih:16 Haziran 1919. karakol tümüyle imha edildi. Oldukça önemli cephane ve erzak ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskındır. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek... Daha sonra 7. Tümen kumandanı Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir. Yörük Ali'nin Yenipazar'daki evinden hayat hikayesiDüzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür. Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır: "Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olur mu ki?" Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını alan Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, İzmir'de geçirdiği tramvay kazasında bacaklarını kaybetmiş, 1953 yılında tedavi için gittiği Bursa’da ölmüştür. Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca "Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi." Kuvayı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Türk halkının onun adına yaktığı bir türkü de vardır. Yörük Ali Efe’nin Aydın 1997’de Aydın Belediyesi’nce yaptırılan heykeli, efelerin bıyıksız olamayacağı gerekçesiyle kaldırıldı ve 1998’de bıyıklı olarak yeniden dikildi. Ayrıca Yenipazar'da Yörük Ali Efe Müzesi'de yapılmıştır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.