-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
gelenek ve görenekler Örf-adet, gelenek ve görenekler, toplumun bütün geçmişinin ortaya çıkardığı ve yılların süzgecinden geçerek, toplumu temsil eden ve ona yaşama şevki veren, dinamizm kazandıran değerlerdir. İşte, Iğdır ve çevresinde de bu değerler çok güzel ve özüne uygun olarak kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Çocuğun doğumundan evlenmesine ve daha sonraki faaliyetlerine kadar birbirinden güzel adetler ard arda uygulanmaktadır. On Dökme : Çocuğun doğumundan, on gün geçtikten sonra, anne ve çocuk banyo ettirilerek, temizlenmeleri sağlanır. Bu günde yakınları çeşitli hediyelerle çocuğu görmeye gelirler. Halk arasında “on dökme” olarak bilinen bu gün yalnız bayanların katıldığı şenlikli bir ortam içerisinde geçer. Çocuğun kısa bir süre sonra kopan göbeği özenle alınarak, ileride çocuğun olması istenen mesleğin icra edildiği yerlere gömülür. Çocuğun göbeği nereye gömülmüşse, ileride o işi yapacağına inanılmaktadır. Kız Beğenme : Iğdır ve yöresinde evlenme ile ilgili adetler de çok görkemlidir. Çeşitli vesilelerle (düğünlerde, bayram ziyaretlerinde, pazarda vs.) kızı, gören ve beğenen gençler, evlenme isteklerini ailelerine çeşitli yollarla duyururlar. Direkt olarak anneye ve babaya söylenmesi hoş karşılanmaz. Bunun için çeşitli simgeler veya aracılar kullanılmaktadır. Oğullarının bu isteğini öğrenen aile büyükleri kısa ve titiz bir araştırmadan sonra kızı ve ailesini beğenirlerse, kıza elçi gitmeye karar verirler. Kız İsteme, Nişan : Erkek tarafı, kız evine hatırı sayılır kimselerle elçi gider. Kız evine giden elçiler Allahın emrini anarak, kızı babasından isterler. Kız tarafından olumlu cevap alınınca hazırlıklar yapılıp birkaç gün içerisinde kız evine akrabalar, komşular ve yakınlarla birlikte gidilerek söz kesilir. Erkek tarafı bu gidişte bulunanlara ikram edilmek üzere tatlı başta olmak üzere, bir çok malzeme götürürler. Burada kız tarafına verilecekse başlık, altın v.s. gibi çeyiz ile ilgili işler karara bağlanır. Daha sonra hayır dualarla kızın parmağına “belge (söz) yüzüğü” takılır. Söz kesimini müteakiben, daha sonra kararlaştırılan bir günde nişan töreni yapılır. Nişan törenini bazı aileler çalgısız ve yemekli yaparken, bazı ailelerde çalgılı yapmaktadır. Törenin belli bir yerinde davetlilerin huzurunda, hatırı sayılır bir kişi tarafından nişanlılara yüzükleri dualar ve alkışlar arasında takılır. Bu arada törene gelenler de çeşitli hediyeler takdim ederler. Nişandan sonra düğüne kadar, bayramlarda, çilelerde, sair özel günlerde mutlaka gelinin ziyaretine erkeğin yakınları çeşitli hediyelerle giderler. “Görüş” adı verilen bu ziyaretlerde “Honça” tabir edilen ve en önde giden tepsi içerisinde, üzeri kapalı hediyenin çok büyük bir önemi vardır. Düğün : Nişanın yapılmasından sonra, her iki ailede uygun olan bir zamanda düğün tarihi kararlaştırılır. Düğün vakti geldiğinde her iki aile yapılan hazırlıkları bir daha gözden geçirir varsa eksiklikler giderilir. Düğünler genellikle diğer safhalara nazaran daha görkemli olmaktadır. Eskiden üç gece, üç gündüz olarak yapılan düğünlerde, davul, zurna, mey, kabık hamame, akardion gibi çalgılar kullanılmaktadır. Bu düğünlerde, cambaz, güreş, at yarışı gibi bir çok etkinlik icra edilmekteydi. Ancak, her safhada olduğu gibi günümüzde bu adetlerde de büyük değişiklikler olmaktadır. Kirvelik : Kirvelik, Iğdır ve yöresinde önemli bir olgudur. Eski Türklerde de kirveliğe benzer bazı adetler görülse de, esas önemini islamiyetle birlikte kazanmıştır. Sünnet ettirilecek çocuğun kirvesi büyük bir özen ve dikkatle seçilir. Zira kirve olunduktan sonra her iki tarafta birbirlerini kendi ailelerinin içerisinde mütaala eder. Acısıyla, tatlısıyla, her zaman kirveler birbirlerinin yanındadırlar. Bu iş o kadar önem kazanmıştır ki, kirve, kirvenin kızını almaz, şeklinde bir adette geliştirilmiştir. Bazı aileler sünnet yaparken, aynen düğünde olduğu gibi çalgılı ve eğlenceli yaparlar. Genellikle, sünnetle birlikte geniş bir davetli topluluğuna yemek ikram edilir. Çocuklar sünnet olduktan sonra davetliler ve yakınları tarafından para ve çeşitli hediyeler verilir. Ayrıca iki gün sonra da “külden çıkarma” yapılır. Asker Uğurlama: Türk töresinin gereği olarak Iğdır ve civarında da askerliğe büyük bir önem verilmektedir. Askerlik çağına gelen her Iğdırlı erkek severek ve büyük bir şevkle askerlik hizmetine koşmaktadır. Asker uğurlamaları ise buna paralel olarak çok neşeli ve eğlenceli olur. Askere gidecek gençler, bir-iki ay öncesinden komşu, akraba ve arkadaşları tarafından eğlendirilir, yemek davetlerine çağrılır, çeşitli hediyeler verilir. Askerliğe gidileceği gün davullu, zurnalı bir şölene dönüşmekte ve bu eğlencenin sonunda asker adayları dualar ve kahramanlık türküleri ile vatani görevlerine uğurlanırlar. Asker dönüşlerinde yine ailesi, yakınları tarafından ziyaret edilerek göz aydınlığı verilir. Koç Katımı : Türk kültüründe önemli bir yeri olan hayvancılık, koç katımı törenleriyle önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Iğdır ve yöresinde eskiden beri süre gelen bu adet genellikle koyun sürüleri olanlar arasında yapılır. Ekim ayının son haftasında yapılan bu törende, koçlar rengarenk boyanır, çeşitli meyve (elma, armut v.s.) ve şekerlemelerle süslenir. Çobana çeşitli hediyeler alınır. Koç katım günü bir bayram havasında koçlar sürünün içerisine bırakılır.
-
HALK EDEBİYATI ATASÖZLERİ Iğdır ve yöresi, buram buram kokan Türk kültürünün en güzel örneklerinden olan atasözleri açısından da çok zengindir. Atasözlerinde; yiğitliği, mertliği, çalışkanlığı, doğruluğu telkin eden bir çok söze rastlamak mümkündür. Atasözleri bölgenin bir nevi anatomisini ortaya koymaktadır. Bunlardan bazılarına örnek verecek olursak; - Anasına bah gizini al, gırağına bah bezini al. - Tike ile dost olanlar, iller ile küsülü olar. - Yahşi oğul neyleyir ata malını-yaman oğul neyler ata malını. - Utan utanmazdan, gorh gorhmazdan. - Gurt tükünü değiştirer, hesiyetini değiştirmez. - Ağıllı fikir eyleyinceye geder, deli vurdu çayı geçti. - Yaman avrat, yaman gonşu, yaman at; birini boşa, birini bağla, birini sat. - Bu ilki serçe, bildirkine çihçih örgedir. - Özüne erişte kesebilmir, özgesine umac avır. - Gurddan gorhan goyun sahlamaz. - Ay daş atan bahtavar, daşında bir vahtı var. - Serti sumda kesek, hermen üste yabalaşmı-yah. - Doğru söz bayramlıdır, yalan söz viranlığ. - Yalandan düzelen evi yol yıhar. - Novruzda at bezesen murada yetersen. - Novruzda gülen il boyu güler. - Can çıkar huy çıkmaz. - Fehleçiliknen (Amelecilikle) karın doymaz. - Gezmeyen ayağa taş değmez. - İt başı honçada durmaz. - Keçel yağı (ilaç) bilse öz başına yakar. - Lotuynan gezen lotu olar. - Min bilsen, bir bilene sor. - Niyet hara (nereye) menzil ora. - Ocaktan kül eksik olmaz. - Ölmüş essek kurttan korkmaz. - Pulsuzluk (parasızlık) kara gün getirir. - Sürüden ayrılanı kurt yiyer(yer). - Şirin dil ilanı (yılanı) yuvasından çıkarır. - Toyuğ kaz yumurtası doğmaz. - Üz verdikçe astarını da istiyir. - Yağcı gün ağardar yaman gün karardar. - Zererin harasından gayıtsan kârdır. DEYİMLER Iğdır ve yöresinde deyimlerin de en güzel örneklerini bulmak mümkündür. Geçmişin ince süzgecinden süzülüp gelen ve birbirinde derin manalar saklı olan bu sözlerden bazıları şu şekildedir; - Bir evin iki arvadı olursa, ev süpürülmemiş olar. - Düşmenine dost olan dostundan uzağ gez, ondan el çek. - Geyretsiz, namuzsuz yaşamaktansa, ölmek yahşidir. - Emanete hıyanet eden olmaz. - Baha sözü ayahlıyanın, halaya sözü olmaz. - Novruz''da düzeldilen beşik heyirli olar. - Bulanık suda balık avlamak - Damın dalı dağın dalı - Üzümü ye bağını sorma BİLMECELER Bölgede tapmaca adı verilen bilmeceler de büyük bir zenginlik göstermektedir. Hepsi birer zeka kıvraklığı ürünü olan bu bilmeceler bilhassa uzun kış gecelerinin çocuk ve büyükler açısından vazgeçilmez eğlence kaynağıdır. Çeşitli toplantılarda, kınalarda, beybaşı toplantılarında da birbirinden güzel ve zor bilmeceler sorularak cevap aranır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz; - Dam üstünde yarım fetir. (Ay) - Yer altında yağlı geyiş. (Yılan) - Bazardan aldım bir tene, eve geldim min dene.(Nar) - Ağaç başında gırmızı yumağ. (Elma) Narda var, varda var, Nardan şirin harda var, El değmez, bıçak kesmez, Ondan şirin harda var. (Uyku) Üstü kadife, Ortasu un ambarı Altı odunluk. (İğde) Saç üstü çattar Ovuçdan-ovuça addar (Patlamış mısır)
-
IĞDIR YEMEKLERİ BOZBAŞ Malzemeler: Yarım kg et, 1 baş kuru soğan, Yeteri kadar yağ, 2-3 adet patates, 1-2 tane domates, Bir yemek kaşığı salça, Lepe (Nohutun kırılmışı) Yapılışı: Önce normal bir tencereye soğanları küçük küçük kıyıp koyun. Eti normal büyüklükte doğrayın, yağla birlikte hafif kızartın. Sonra domatesi doğrayıp, salçayı da hafif sulandırıp tencereye dökün. Tencerenin yarısına gelecek şekilde su koyun. Bir taşım kaynadıktan sonra lepeyi (isterseniz nohut kırılmadan da konur). Patatesleri dörde bölüp tuzunu da ekleyerek tencerenin kapağını kapatın. Altını da hafif kısarak yarım saat kadar pişmesini bekleyin. İçi biraz çukur yemek tabaklarda servis yapın. Not: İçine tandır ekmeği doğranıp yenirse lezzetine lezzet katılır. Tabiki yanında yeşil soğanı veya salatayı eksik etmeyin. TAŞ KÖFTE Malzemeler: 1 kg parça et, Yeteri kadar yağ, 3 adet patates, 1-2 adet domates, 1 yemek kaşığı salça, 1 baş kuru soğan, 1 çay bardağı pirinç, 1 çay bardağı bulgur, 1 çay bardağı lepe (Nohutun kırılmışı), Yeteri kadar nane, tuz, kırmızıbiber ve karabiber Yapılışı: Düz bir taşın üzerine eti koyup iyice ezin. Sonra etin içerisine istenirse soğanları ve lepeyi ezebilirsiniz. Eğer etin içine ezmezseniz, eti taşın üzerinden alıp, içine soğanı küçük küçük doğrayın. Soğanı katıp elinizle hepsini iyice yoğurun. Diğer tarafta normal bir tencereye yağı ve kıyıp ayırdığınız soğanları koyun ve hafif kavurun. Sonra domatesleri doğrayıp salçayı da sulandırarak ilave edin. Tencerenin yarısına kadar su koyun ve bir taşım kaynatın. Yoğurduğunuz eti elinizle normal büyüklükte yuvarlayın ve kaynayan suyun içine atın. Patatesleri de dörde bölüp tencereye koyun yarım saat kadar pişmesini bekleyin. Çukur yemek tabaklarında servis yapın. YOĞURT ÇORBASI Malzemeler: Yarım kg yoğurt, Yarım kg ıspanak, 1 demet maydanoz, 1 çay bardağı pirinç, Tuz, Yapılışı: Normal bir tencereye bir miktar su koyun kaynasın. Sonra içerisine yıkanmış pirinci ilave edin, bir miktar kaynadıktan sonra daha önce yıkayıp küçük küçük doğradığınız ıspanakları ve maydonozu ilave edin. Üzerine biraz daha su koyup karıştırın. Kaynamasına yakın tuzunu koyun. 15-20 dakika pişirin. Piştikten sonra ocağın üzerinden alın, serin bir yere bırakın soğusun. Büyük bir tabakta yoğurdu iyice çırpın. Üzerine soğumuş ıspanağı ilave edin ve iyice karıştırın. Çorba eğer katıysa biraz su ve tuz koyup kıvamını yakalayın. QATIĞAŞI 1 Su bardağı pirinç ve lepe 1 Demet kazayağı 1 Demet maydanoz 1 Demet dereotu ½ Demet salmanca 1 Su bardağı et suyu 2 Su bardağı su, yeteri kadar tuz 1 Kg. yoğurt Tencereye su, lepe/lapa, pirinç kurutularak ateş üzerine alınır. Kaynayınca kazayağı, salmanca, dereotu, maydanoz sırasıyla küçük küçük doğranarak ilave edilir. Sebzeler piştikten sonra tuz eklenir. Ateşten alınır. Ateşten alınan karışım buzdolabında veya soğuk bir yerde soğumaya bırakılır. Diğer tarafta yoğurt iyice çarpılır. Soğuyan karışım porselen bir kâsede yoğurt ve soğumuş et suyu ile karıştırılır. Tuzu eklenir. (Fazla karıştırılmaz; çünkü sebzelerin rengi yoğurda çıkabilir.) Katı olmuşsa su ilave edilir. Not: Kazayağı ve salmancanın her mevsim bulunmaması ayrıca mevsiminde bulunsa bile toplanmasının zor olması nedeniyle bunların yerine ıspanak kullanılmaktadır. KELECOŞ 1 Çay bardağı bulgur 1 Su bardağı lepe 1 Orta boy patates ve soğan 5 Tane kurut 2 Yarım kaşık margarin Tuz – 1 tatlı kaşığı pul biber Tencereye bulgur, lepe konularak pişirilir. Patates kare şeklinde küçük küçük doğranıp bulgur ve lepe eklenir. Daha sonra kurut bu karışıma eklenerek kaynatılır. Diğer yanda soğan küçük küçük kıyılıp yağda kavrulur. Pul biber eklenerek pişen çorbanın üstüne gezdirilir. Not: Kurut kış hazırlıkları bölümünde hazırlanmıştır. AYRANAŞI 1 demet emen kömeci 1 demet yarpız 1 demet evelik 6 dal pancar yaprağı 2 kg yoğurt 1 su bardağı bulgur 7 su bardağı su 3 diş sarımsak 4 kaşık un Tencereye su konularak bulgur kaynatılır. Buna ince ince doğranmış bütün otlar ilave edilip iyice pişirilir. 4 kaşık un su da ezilerek karışıma ilave edilir. Diğer tarafta ayran hazırlanır sarımsaklar ezilerek ayrana katılır. Pişirilen karışıma sonra ayran eklenir. Bir iki taşım kaynatılıp ateşten alınır. SABAHAŞI 3 su bardağı çiğden (olmamış buğdayın dövülmüş hali) 2 lt. su, 1 tatlı kaşığı tuz 4 parça kemikli et Bütün malzemeler güvece konulduktan sonra güveç tandıra yerleştirilir. Etler iyice eriyip su ve buğdayla karışıncaya kadar kaynaması beklenir. Yaklaşık iki saat kaynadıktan sonra tandırdan çıkarıp servis edilir. Not: Çorbanın özelliğinin başında tandırda pişmesi gelir. Ayrıca diğer bir özelliği ise çok kaynamasıdır. O kadar kaynar ki malzemeler tanınmaz hale gelir. PERZANA 1 su bardağı pirinç ½ ltd. et suyu 1 ltd. su 5-6 tane kuru erik ½ demet maydanoz 2 tatlı kaşığı margarin İsteğe göre tuz 1 adet yumurta 4 yemek kaşığı yoğurt Tencereye pirinç, et suyu, su, kuru erik ince kıyılmış maydanoz margarin konularak kaynatılır. Pişene yakın tuz eklenir.(Eğer kıvamına gelmemişse un suda iyice ezilerek eklenir.) Diğer yanda yumurta ile yoğurt terbiye edilerek çorbaya ilave edilir. Bir iki taşım kaynadıktan sonra ateşten alınır. TAŞ KÖFTE 500 gr kemiksiz et 1 çay kaşığı sarıkök 1 tatlı kaşığı salça 1 yemek kaşığı ayçiçeği yağı 1 çay kaşığı karabiber 3–4 dal maydanoz ½ kuru soğan 1 çay bardağı lepe 1 çay bardağı pirinç 1 yumurta 1 orta boy patates 1 yemek kaşığı margarin Et dövme taşında tokmakla dövülür. (Kıyma olarak da kullanılabilir.) Et iyice dövüldükten sonra salça ayçiçeği yağı, ince ince kıyılmış maydanoz, lepe, pirinç ete karıştırılıp yoğrulur. Yoğrulmuş etin üzerine sarı kök, karabiber serpilip yumurta kırıldıktan sonra tekrar yoğrulur. (Köftelerin pişerken dağılmaması için iyice yoğrulması gerekir.) Yoğrulduktan sonra et avuç içinde yuvarlanarak orta boy bir patates büyüklüğünde köfteler hazırlanır. Diğer yanda margarinle ince kıyılmış soğan kavrulur. Salça, su eklenip suyun kaynaması beklenir. Su kaynayınca köfteler suya ilave edilip beş dakika kadar kaynatılır. Sonra patatesler 5–6 parçaya bölünerek Yemege eklenir. Tuzu da eklenip bir süre daha kaynatılır. Patatesler pişince ateşten alınır. TAVUK ŞORVA 1 tavuk 1 orta boy soğan 1 çay kaşığı tuz 125 gr margarin 1 Çay kaşığı sarıkök 1 orta boy domates 3 sivri biber 1 orta boy patates ½ su bardağı lepe 1,5 lt su Öncelikle tavuk parçalara ayrılarak bir tencereye konulur. Lepe ve su eklenerek ateş üzerine alınır. İnce ince kıyılmış soğan ve tuz, hazırlanan karışım içine konarak tencerenin kapağı kapatılır. Lepenin pişmesi beklenir. Lepe pişince rendelenmiş domates, halkalar halinde doğranmış biber ve patates eklenerek bir süre kaynatılır. Daha sonra yağı konularak, üzerine sarıkök serpiştirilir. Patatesler ve tavuk pişince ateşten alınır. TANDIR ŞİŞ 500 gr kemiksiz et 6 adet domates 6 adet sivribiber Tuz Et kuşbaşından büyük olacak şekilde doğranır. 2 m uzunluğunda ucu çengelli bir şişe dizilir. Diğer yandan domatesler ve biberler bütün halinde diğer şişlere dizilir. Şişler tandıra sarkıtılır. Piştikten sonra geniş bir tabağa domatesler ve biberler doğranıp yerleştirilir. Tabağın bir kenarına etler de yerleştirilerek servis yapılır. (Genelde ayranla ikram edilir.) EKŞİLİ 500 gr kemiksiz et 1 Su bardağı lepe 1 domates veya 1 çay kaşığı salça 5 gr limontuzu 2 su bardağı su 1 çay kaşığı sarıkök 1 yemek kaşığı margarin Tuz 1 orta boy kuru soğan veya yarım demet sebzi “Yöresel bir ot” Et kuşbaşından biraz büyük parçalara ayrılıp tencereye konulur. Lepe ve su eklenerek ateş üzerine alınır. Diğer yanda yağ ile bütün bir soğan kavrulur. (Eğer sebzi varsa soğan kullanılmaz sebzi 2 cm büyüklüğünde doğranır ve yağla kavrulur.) Kavrulan limontuzu konularak tencereye boşaltılır. Daha sonra salça veya rendelenmiş domates, sarıkök, tuz eklenerek iyice pişirilir. Lepeler pişince ateşten alınır. İŞKEMBE KAVURMA 500 gr işkembe 3 orta boy patates 1 orta boy soğan 2 adet domates 3 adet sivribiber 2 yemek kaşığı margarin 1 yemek kaşığı tuz İşkembe iyice yıkanıp temizlendikten sonra kaynar su hazırlanır. İşkembe bu suya batırılıp çıkarılarak yeşil kısmı bıçakla kazınarak temizlenir. Temizlenmiş işkembe kuşbaşı büyüklüğünde parçalara ayrılıp tencereye konulur ve haşlanır. Diğer yanda ince ince kıyılmış soğan ve biberler, küçük karelere bölünmüş patates ve domatesler bir tencerede margarinle kavrulur. Daha sonra haşlanmış işkembe kavrulan karışıma eklenir. Patatesler pişince tuz ilave edilerek ateşten alınır ETLİ SARMA 500 gr et (kıyma) 1 çay kaşığı sarıkök 1,5 yemek kaşığı salça 1 yemek kaşığı Ayçiçeği 4 dal dereotu 4 dal maydonoz ½ kuru soğan ½ kg salamura yaprak ½ su bardağı lepe 1 su bardağı pirinç Tuz, sarabiber 1 yemek kaşığı karabiber Sosu için: ½ kg yoğurt, 2 diş sarımsak Öncelikle lepe ve su bir tencerede kaynatılarak pişirilir. Dereotu, maydonoz, soğan ince ince kıyılır. Bunlar kıyıldıktan sonra kıyma, ayçiçeği, soğan, dereotu, maydonoz haşlanmış lepe, pirinç, karabiber karıştırılıp yoğrularak iç hazırlanır. Salamura yapraklar haşlandıktan sonra tek tek açılır. İç konarak sarılır. Sarılan dolmalar tencereye dizilerek sarıkök, tuz, salça, margarin ve sarmaların üstünü kapatacak şekilde su konarak ateş üzerine alınır. Pişince sarımsak yoğurt yapılır. Üzerine dökülerek servis edilir. CILVIR 1 kg kazayağı 1,5 su bardağı pirinç 2 yumurta 2 yemek kaşığı margarin ve tuz Öncelikle kazayağları ve pirinçler ayıklanıp yıkanır. Kazayağları ince ince kıyılır. Sonra bunlar bir tencereye konulur. Tencere ateş üzerine alınır. Biraz pişirildikten sonra üstüne yumurtalar kırılır. Tuzu, margarini eklenerek karıştırılır. Üzerini örtecek kadar su ilave edilir. Kapağı kapatıp, pişmeye bırakılır. Pişince ateşten alınır. EKŞİLİ PİLAV 3 su bardağı pirinç 3 yemek kaşığı margarin veya tereyağı 6 su bardağı su, süzülecekse 10 su bardağı su Tuz Sosu için: Et yemeklerinde geçen ekşili aynı zamanda bu pilava olarak kullanılmaktadır. Not: Ekşili pilav iki yöntemle yapılmaktadır. Süzülerek ve kavrularak 1. YÖNTEM: Tencereye yağ konulur. Pirinçler kızgınlaşan kuma ilave edilir. Bir süre kavrulduktan sonra diğer yanda kaynamış su veya soğuk su kavrulan pirincin üzerine boşaltılır. Tuzu eklenir. Pişince ateş kısılır. Bir süre dinlendirilip ateşten alınır. 2. YÖNTEM: Büyükçe bir tencerede pilav suyu kaynatılır. Kaynatılan suyu tuz ve pirinç eklenerek pişmeye bırakılır. Pirinçler tam pişmeden ateşten alınıp süzülür. Diğer yanda margarin tavada eritilerek hazırlanır. Süzülen pilav bir tencereye alınarak kısık ateşin üzerine konulur. Erimiş yağ pilavın üzerine dökülerek karıştırılır. Tencerenin ağzına temiz bir kâğıt yerleştirerek kapağı kapatılır. Dinlendirerek iyice pişmesi sağlanır. Not: Süzme pilavın dinlendirilmesi genelde köz üzerinde yapılır. Bu nedenle yapılması zordur. Daha çok düğünlerde yapılır. Evlerde kavurarak hazırlanır. Hangi yöntemle hazırlanırsa hazırlansın pilav servis edilirken üzerine ekşili konulur. FETİR 400 gr tereyağı 250 gr şeker 7 su bardağı un Süt (3 veya 4 su bardağı) 40 gr kuru maya 1 tutam tuz 250 gr yoğurt 2 yumurta Öncelikle ½ bardak sütte maya ezilir. 6 bardak una tuz maya eklenerek geri kalan sütle kulak memesinden yumuşak hamur hazırlanır ve mayalanmaya bırakılır. Diğer tarafta içi için yağ eritilir. Eritilen yağa un ilave edilip kavrulur. Pembeleşince şeker eklenir çok az su dökülerek yumuşak bir hamur haline getirilir. İçi bir tarafta soğutulurken, mayalanan hamur yumruk büyüklüğünde bezelere ayrılır. Ayrılan bezeler elle biraz açıldıktan sonra hazırlanan iç konulup tekrar beze haline getirilir. Tekrar elle 1 cm kalınlığında 15 cm çapında açılarak üstüne önceden hazırlanmış yoğurt yumurta sarısı karışımı sürülür. Tandıra yapıştırılır. Kızarınca alınır. KUYMAK 2 yemek kaşığı tereyağı 1 kahve kaşığı sarıkök 3 su bardağı un 1 çay kaşığı tuz 250 gr kepleme Su Tavaya yağ konularak eritilir. Eritilen yağa sarıkök ilave edilir. Diğer tarafta bir kap içerisinde hazırlanmış su, un, tuz karışımı erimiş yağın içine yavaş yavaş dökülüp hızlı hızlı karıştırılır. Pişince ateşten alınıp üstüne kepleme dökülür. “kepleme”: Nabat şekeri, tarçın, akkök, muğek ve karabiberden oluşan, İrandan gelen bir karışımdır. OMAÇ HELVASI 2 kg un 1 kg şeker 2 margarin Su Un az su ile ovalanarak kalburdan veya elekten geçirilir. İri parçalarla küçük parçalar birbirinden ayrılır. Tencereye yağ konulur. Erimeye başlayınca önce büyük parçalar eklenerek kavrulur. Pembelenmeye başlayınca küçük parçalara ilave edilip dibi tutmaması için çok hızlı karıştırılır. Kahverengi bir renk almaya başlayınca diğer tarafta ılık suda eritilmiş şeker una dökülür. Katılaşıncaya kadar çok hızlı karıştırılır. Katılaşınca ateşten alınır. KAVUT 1 su bardağı mısır 1 su bardağı buğday 1 su bardağı susam 2 su bardağı şeker 3 su bardağı su Mısır, buğday ve susam kavrulur. Kavrulduktan sonra öğütülüp un haline getirilir. Diğer tarafta hazırlanan şekerli su unun üzerine dökülerek yoğrulur. Suyunu iyice çekince toplar haline getirilir.
-
Iğdır Coğrafyası Genel Bilgiler Yüzölçümü 3.588 Km.yi bulan bölgenin Ermenistan ile hududunu boydan boya Aras Nehri teşkil etmekte olup, hattı 51 km.dir. İl, Dünya coğrafyasında eşine ender rastlanabilecek bir özelliğe sahiptir. Bir yandan yurdumuzun en büyük ve dünyanın sayılı büyük dağlarından biri olan büyük Ağrı Dağı''nın 5165 metre yüksekliğindeki buzullarla kaplı sivri tepeleri ile diğer taraftan yüksek Doğu Anadolu platosunda ortalama rakımı 800-900 metre arasında değişen ve turunçgiller ile zeytin dışında her türlü meyve ve sebzenin bolca yetiştirilebildiği bereketli Sürmeli (Aras) çukurunu bünyesinde iç içe barındırmaktadır. İlin güneyinde yükselen Ağrı Dağı''nın zirvesindeki kar ile ovada yetişen pamuğun rengi soğuk ve sıcağı adeta yan yana getirmektedir. Bu özellikleri onu, yurt sathında "Doğunun Çukur ovası" olarak tanınmasını sağlamıştır. Doğu Anadolu gibi yüksek platolar ve dağlık bölgelerin geniş yer kapladığı bir bölgede bulunan İl, gerek iklim, gerekse toprak ve bitki örtüsü gibi tabii çevre özellikleri bakımından oldukça farklı özellikler gösterir. Bölge, Aras Nehri''nin birtakım birleşme boğazları ile birbirlerine bağladığı depresyonlardan (çöküntülerden) birisini oluşturur. Ancak, bu depresyon bölgesi, Aras nehri ve bu nehrin yatağı boyunca geçen Türkiye-Ermenistan sınırı tarafından hemen hemen iki eşit parçaya bölünmüştür. Sınırlarımız dışında kalan Erivan (Revan) ovası ile Iğdır Ovası''nın birlikte oluşturduğu bu depresyon bölgesinin tümüne "Sürmeli çukuru" da denilmektedir. Fakat yörede bu çukurluğun sınırlarımız içerisinde kalan kısmına "Sürmeli Çukuru", Ermenistan sınırları içerisinde kalan bölümüne ise "Sahat çukuru" adı verilmektedir. Sürmeli Çukuru, Arpaçay''ın Aras''la birleştiği Ergüder mevkiinden başlayıp, Aras nehrinin ülkemiz sınırlarını terk ettiği Türkiye - İran - Nahcıvan sınırlarının birleşme noktasına kadar devam eder. Yükseltisi, batıdan-doğuya ve güneyden-kuzeye doğru azalan bu çukurluğun merkezinde Iğdır şehri kurulmuştur. Aras nehri boyunca doğu-batı doğrultusunda uzanan Iğdır Ovası, Batı Iğdır, Doğu Iğdır ve Dil Ovası’ndan oluşmaktadır. Iğdır Ovası''nın güneydoğuya doğru bir uzantısı durumunda olan Dil Ovası (Dil Ucu), aynı zamanda ülkemizin en doğu uç noktasını (44 48'') oluşturur. Bölgenin güneyinde, kabaca batı-doğu doğrultusunda uzanan Orta Toroslar''ın uzantısı ve Munzur dağlarıyla başlayıp Karasu-Aras dağlarıyla devam eden dağlık kütlenin doğudaki bölümü yer almaktadır. Bu bölüm üzerinde yer alan dağlar sırasıyla batıdan doğuya doğru Durak Dağı(2811) m), Zor Dağı (3.196 m), Pamuk Dağı (2.639 m) (Pamuk Dağı geçidi ile Büyük Ağrı Dağı’ndan ayrılan Pamuk Dağı ve Zor Dağı batısındaki Asma Geçidi ile Durak Dağlarından ayrılmaktadır. Pamuk Dağı ile Zor Dağları arasında Çilli Geçidi bulunur.) Büyük Ağrı Dağı (5.165 m) ve Küçük Ağrı Dağı (3.986 m) dağlarıdır. Türkiye''nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı, İran ile tabii bir sınır teşkil eder. Anadolu ile Asya''dan uzanan sıradağların bir nevi buluşma noktasıdır. Bitki Örtüsü Bölgede, genel olarak depresyon alanı çevresinde yarı kurak iklim şartları, yüksek kesimlerde ise yarı nemli soğuk iklim şartları hüküm sürer. Bu özelliklere bağlı olarak ağaç yetiştirme sınırının altın da bulunan ve yarı kurak iklim şartlarının görüldüğü depresyon alanına step vejetasyonu, yüksek kesimlerde dağ stepi ve Alpin vejetasyonu mevcuttur. Bölge, iktisadi anlamda orman zenginliğinden büyük ölçüde yoksundur. Ovanın, tuzlu-alkali topraklarında genellikle tuzcul bitkiler görülür. Bu vejetasyon, daha çok Doğu Iğdır ve Dil ovalarında yaygın dır. Söz konusu bu yörelerdeki çorak arazilerde genellikle “kazayağı” familyasına ait bitki türlerine rastlanır. Özellikle taban suyunun yüksek olduğu alanlarda ve bataklıklarda sazlık ve kamışlıklara rastlanır, Aras nehri kıyısında elverişli bir yerleşme ortamı bulan söğüt ve yabani iğde ağaçları, su taşkınlarının etkilerinin azaltılmasında yardımcı olurlar. Büyük ve Küçük Ağrı Dağları nın kuzey ve kuzeydoğu eteklerin de, Aralık ilçesi dolaylarında kumcul bitkiler yaygın olarak görülür. Büyük Ağrı Dağının kuzey kesimlerinde geniş yer kaplayan ve yer yer alüvyonlar üzerine kadar akmış bulunan genç bazalt örtüsü üzerinde çok fakir bir bitki örtüsü nün varlığı dikkati çeker. Yine adı geçen dağların kuzey yamaçların da huş ve titrek ağaçcıklarına rastlanır. Iğdır Ovası, prehistorik (tarih öncesi) çağlardan bu yana önemli bir yerleşim merkezi olduğundan, kültürel faaliyetler doğal vejetasyonu önemli ölçüde değiştirmiş ve ovanın geniş bir bölümü tarım alanı haline gelmiştir. Ovanın sulana bilen kısımlarında, genellikle endüstri bitkileri ve meyvecilik faaliyetleri ön plandadır. İklim Özellikleri Iğdır Ovası ve çevresi, Türkiye ve Doğu Anadolu ölçüsünde kendine özgü iklim özellikleriyle “mikro klima” alanı içine girmektedir. Iğdır Rasat İstasyonunun 40 yıllık ölçümlerine göre, bu merkezde yıllık sıcaklık ortalaması 11.6. C°, yıllık ortalama sıcaklık farkı ise 29.2 C° kadardır. En yüksek sıcaklık değerlerine Ağustos 41.8 C°, en düşük sıcaklık değerlerine de Aralık ayında -30.3 C° rastlanmaktadır. Donlu günler sayısı 112.5 gün, yıllık ortalama yağış tutarı 257.6 mm. kadar olup, yağışların yarıdan fazlası 154.6 mm. ile ilkbahar ve yaz mevsimlerine isabet etmektedir. En az yağış ise 47.8 mm ile kış mevsiminde düşmektedir. Yıllık ortalama sıcaklık değeri, 11.6 C° olarak tespit edilen Iğdır’ın çevre yerleşim birimlerinde ise bu değerler, Iğdır’ın yaklaşık 50 km. güneyinde bulunan Doğubeyazıtta 8.6 °C, 85 km. güneybatısın daki Ağrı’da 6.5 C° ve 130 km. kuzeybatısındaki Kars’ta 4.3 C° kadardır. Görüleceği gibi Iğdır Ova sı, çevresindeki yüksek dağlar ve plato bölgelerinden sıcaklık şartları bakımından belirgin bir şekilde ayrılmaktadır. Kısa mesafede sıcaklığın bu ölçüde değişmesi, topoğrafik yapıdan kaynaklanan yükselti farkının bir sonucu olarak düşünülebilir. Gerçekten de yaklaşık 1600- 1700 m. yüksekliklerde bulunan çevre yerleşim birimlerine göre İğ dır Ovası, 800-900 metre yükseklikte ve etrafı dağlarla çevrili bir havza konumundadır. Bunun yanında yıl içinde atmosfer dolaşım şartları ve bölgeyi etkileyen hava kütleleri sıcaklık şartlarının ova ile çevre plato bölgesinde bu bakımdan farklı sonuçlar doğura cağı da gözden uzak tutulmamalıdır. Ovada, genel olarak doğudan batıya doğru gidildikçe yıllık orta lama sıcaklık değerlerinde bir azalmanın olduğu dikkati çeker. Nite kim, Dil Ovasında bulunan DÜÇ. Rasat İstasyonu’nun ölçümlerine göre, 12.8 C° olan yıllık sıcaklık ortalaması, Iğdır’da 11.6 C°, Tuzluca ilçesinde ise 10.3 C° dolayına düşmektedir. Kuşkusuz, bunun sebebi olarak, doğudan batıya doğru yükseltinin az da olsa artmasını göstermek mümkündür. İlde sıcaklığın mevsimlere göre dağılışı gözden geçirildiğinde ilginç bir durumla karşılaşılır. Aralık, Ocak ve Şubat aylarının sıcaklık ortalamasının fazla düşük olmaması, bölgede zaman zaman görülen aşırı soğuklar hariç, kış mevsiminin fazla soğuk geçmediğini göstermektedir. İlkbahar mevsiminde sıcaklık ortalamasının 10.0 C°nin üstünde bulunmasından, bu mevsimde havanın ısınmaya başladığı anlaşılmaktadır. Yaz mevsimi sıcaklık ortalaması ise, 24.0 C°’nin üstüne çıkmaktadır. Bu bakımdan, özellikle bölgenin doğu kesiminde bulunan Aralık DOÇ. Rasat İstasyonuna ait yaz mevsimi ortalamasının 25 C°nin üstüne çıkması dikkat çekicidir. Bu değer, yurdumuzun güney ve batısındaki bazı istasyonların (Örneğin; Alanya 26.1 C°) değerlerine yakın bulunmaktadır. Sonbahar mevsiminin ortalama sıcaklık değeri ise, ilkbahar mevsimine benzerlik göstermektedir. Bölgede, donlu günler sayısı, Kasım ve Mart aylarında 14 günü aşarken Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 24 günün üzerine çıkmak tadır. Bu durumda don olaylarına kış mevsiminde sıkça rastlandığı söylenebilir. Nisan ve Ekim aylarında ise don olaylarına daha seyrek rastlanır. Iğdır Rasat İstasyonunun 23 yıllık verilerine göre, bölgede yıllık yerel aktüel ortalama basınç, 916 m.b. ‘dır. Bölgede en fazla batı sektörlü rüzgar esmektedir. (SW, W, NW) Bunları, kuzeyden esenler takip etmekte ve en seyrek olarak da, doğu sektörlü rüzgar görülmektedir. Nisan ayından itibaren bölgeyi etkisi altına alan ve yaz mevsimi boyunca sık esmeleri ile dikkat çeken kuzey, doğu, batı ve güney yönlü yağışsız sıcak hava tipleri mutlak yaz kuraklığına neden ol maktadır. Iğdır Rasat İstasyonunun 16 yıllık ölçüm sonuçlarına göre, bölge de havanın yıllık ortalama bağıl nem değeri %63’ü bulmaktadır. Bağıl nem oranı, yıl içinde maksimuma aralık ayında (%73), mini muma da Temmuz ayında (%53) ulaşmaktadır.Yıllık toplam 98.8 açık güne sahip bulunan Iğdır’da, bu gibi günlerin yıl içinde en çok görüldüğü ay Ağustos (16.3 gün), en az görül düğü ay ise Nisan’dır (4.0 gün). Bölgede açık günler en fazla Haziran ile Ekim arasındaki devrede görülür. Buna karşılık yılda 65.8 günü bulan kapalı havalar, 10 günün üzerindeki ortalamasıyla en çok Aralık, Ocak ve Şubat ayların da görülmektedir. Yağış Özellikleri Iğdır’da yıllık yağış tutarı, 44 yıllık ortalamalara göre, 257.6 mm. kadardır. Doğu Anadolu Bölge sinde ise bu değer ortalama 559 mm olarak tespit edilmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi, Iğdır ilin e yıllık ortalama yağış tutarı böl ortalamasının hayli altındadır. Bölgede yıllık yağış tutarlarının ağılışı gözden geçirildiğinde, genel olarak yağışların doğudan batıya doğru gidildikçe arttığı dikkati çeker. Örneğin; D.Ü.Ç.de 229.0 mm., Iğdır’da 257.6 mm, Tuzluca’da ise 282.4 mm ye yükselmektedir. Kuşkusuz bu durum batıya doğru yüksekliğin artması yanın da, bölgeyi etkileyen nemli hava kütlelerinin daha çok bu yönde esmesiyle açıklanabilir. Nitekim, bu artış Aras nehri vadi yamaçların daki Kağızman’da 425.5 mm ye, Kars platosunda bulunan Digor’da 475.6 mm ye kadar çıkmaktadır. Yağışların mevsimlere göre dağılışı gözden geçirildiğinde; mini- mum yağış devresinin kış mevsimine (%18.4), maksimum yağış devresinin ise ilkbahara (%38.0) rastladığı, yaz mevsimi yağışların (%22.2) sonbahar yağışlarından(21.4) fazla olduğu ortaya çık maktadır. Kuşkusuz yaz yağışlarının yıllık toplam yağış tutarı içinde fazla bir pay tutmasında, Haziran ayının Mayıs ayından (46.5 mm) sonra en yağışlı ay (33.6 mm) olmasının büyük etkisi vardır. Bu durumda, bölgede belirgin bir ilk bahar-yaz mevsimi başı (Haziran ayı) yağış maksimumu görülmektedir. Iğdır Rasat İstasyonunun 44 yıllık ortalamalarına göre, bölgede yağışlı günler sayısı 71.5 gündür. Yine ilde; kırağılı gün sayısı 49.7, kar yağışlı gün sayısı 12.7, karla örtülü gün sayısı ise 20 yıllık orta lamalara göre 32.5 gündür. Bu verilerden sonra şu sonuçlar çıkarılabilir. Bölgede, Ocak ve Şu bat aylarında kuraklığın söz konu su olduğu, Kasım, Şubat ve Mart aylarının nemli devreyi teşkil ettiği, Nisan-Ekim arasındaki yedi aylık devrede ise su noksanlığının söz konusu olduğudur. Ovadaki en önemli sorun, yağış noksanlığıdır. Ancak; bu durum Akdeniz iklim bölgesinde olduğu gibi yağış rejiminin düzensiz olmasından değil, temelde yıllık yağış miktarının azlığından kaynaklanmakta dır. Şu hale göre, bölgede su sorunu özel bir önem taşımakta ve ovadaki tarımsal faaliyetlerin iktisadi olabilmesi sulama tesislerinin geliştirilmesine bağlı bulunmaktadır. Bölge, çevresindeki yüksek alanlardan tamamen farklı bir iklime sahip olup, bu farklılıklar sıcaklığın yüksek, yağışların da az olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda bölge, Doğu Anadolu ölçüsünde kendine özgü iklim şartlarıyla bir “yöresel klima” alanı oluşturmaktadır. Yıl içinde kısa, fakat belirgin bir kış mevsimine karşılık (Aralık, Ocak, Şubat) nispeten uzun bir yaz mevsimi hüküm sürmektedir. Kış aylarında sıcaklık değerleri, seyrek de olsa, -25 ile -30 C°ye kadar düşebilmektedir. Temmuz ve Ağustos aylarında ise, maksimum sıcaklıklar 35-40 C°’yi bulur. Don olayları, Ekim-Kasım arası devrede muhtemel olup, Aralık-Mart arası devrede düzenli olarak görülmektedir. Iğdır Ovası ve çevresi, Türkiye’nin en az yağış alan yörelerin den biridir. Bölgede yağışlar belirgin bir ilkbahar maksimumu mey dana getirmekte, kış mevsimi en az yağışlı mevsim olarak dikkati çekmektedir. Karasal bir iklim tipinin egemen olduğu bölgede, yıl içinde altı aydan daha uzun bir devrede az veya çok etkili olan kuraklık, bölge ikliminin hakim karakterini teşkil eder. Toprak Özellikleri Genetikleri yönünden “azonal” topraklar sınıfına giren ova topraklarında hakim olan formasyon bazalttır. Bazaltlar üstünde, muhtelif zamanlarda farklı yerlerden taşınmak suretiyle alüvyal karakterli toprak örtüsü hasıl olmuştur. Batı ve güneydeki yamaç araziler “kolüvyal” karakterlidir. Aras nehri nin, Iğdır Ovası topraklarının bünyesi üzerinde büyük etkisi olmuştur. Geçmiş devirlerde taşkınlar ve Aras nehrinin yatak değiştirmelerine bağlı olarak kil, silt, kum ve değişik bünyede topraklar oluşmuştur. Ovada granüler yapıda olan topraklarda geçirgenlik, su tutma kapasitesi ve havalandırma gibi özelliklerin elverişli oluşuna karşılık, diğer yapılardaki topraklarda bu özellikler zayıftır. Bütünüyle farklı hususiyetler gösteren ova topraklarında kilden çakıla kadar her çeşit bünyeye rastlanmaktadır. Ancak, taban arazilerde kök bölgesi ve kök bölgesinin altında genellikle ağır ve orta bünyeli, yamaçlarda ise hafif ve çok hafif bünyeli topraklar yaygın durumdadır. Ovanın çeşitli kısımlarında üst ve alt toprakların ağır veya orta bünyede bulunmasına karşılık, dağ yamaçlarına ve Aras nehrine doğru yaklaşıldıkça hafif bünyeli topraklar ağırlık kazanmaktadır. Ova topraklarının büyük bir kısmında derinlik 150 cm’den daha fazla olup, batıdan doğuya doğru gidildikçe, toprak kalınlığı genellikle artmaktadır. Toprak derinliğini sınırlayan çakıl ve kum katmanlarıdır. Bu katmanlar, Aras nehrinin geçmiş devirlerde yatak değiştirmeleri sonucu oluşmuştur. Bundan dolayı bazı alanlarda toprak derinliği 10 cm ye kadar iner. Ovanın hemen hemen her tarafında tuzlu, alkali ve borlu topraklara rastlanır. 83.211 hektar yüzölçümüne sahip olan Iğdır Ovasının 36.476 hektarı (%43.8) tuzlu-alkali ve borlu araziler olup, tarıma uygun değildir. Bu gibi sahalara 6.000 hektarı bulan yol, kanal, yerleşme, sazlık ve kamışlık alanları da eklersek, ova yüzölçümünün 41.701 hektarının veya %34den fazlasının tarım dışı olduğu anlaşılır. Ova toprakları, kireç bakımın dan zengindir. Genel olarak toprakların kireç değerleri %10-15 arasında olmakla birlikte bazı arazilerde bu değerler %21-37 arasında değişmektedir. Sulama ve yağışlar neticesi umumiyetle toprak profillerinde nisbi bir kireç yıkanması meydana gelmiş ve mevcut drenaj şartlarına göre kireç alt tabakalar da birikmiştir. Toprak yapısının düzelmesinde, su tutma, havalanma, ısınma ve geçirgenlik kapasitelerinin kireçce zengin oluşu, bil hassa ıslah sahaları için önem kazanmaktadır. Halen bu sahaların PH değerleri çok yüksektir. Islaha müteakip PH değeri %8.5e düştükten sonra kireç, toprakta aktif hale geçmektedir. Toprakta yeter derecede kireç mevcudiyeti, tatbik edilecek jips miktarını zamanla azaltacak ve toprak ıslahına yardım edecektir. Oba topraklarında bitki adaptasyonu ve ziraati tehdit edecek şekilde bilhassa kök bölgesi dahilindeki çeşitli horizonlar tuzluluk problemini göstermektedir. Genellikle alt ve üst topraklar tuzlu, kök bölgesini altındaki tabakalar tuz bakımından normal bir durum göstermektedir. Daha ziyade ziraat yapılmayan sahaların büyük bir kısmında yüksek tuzluluk tespit edilmiştir. Ovada tuzluluğun gelişi çeşitli sebeblere dayanmaktadır. Bu sebebler. a) Civar tepelerde yüzey suları ile ovaya taşınmış olan tuzlar, drenaj yetersizliği dolayısıyla satıhta yoğunlaşmıştır. Yağışların yıkamayı sağlamayacak kadar az oluşu, buharlaşmanın fazlalığı, Aras nehrinden gelen taşkın sularının zaman zaman araziyi basması sonucunda, toprak tarafından sızdırılmayan küvet kısımlarda suların sıtıhta birikerek buharlaşması neticesinde tuzlanmalar meydana gelmektedir. b ) Tuzluluk, toprağın alt horizonlarında ve orjininde mevcuttur. Toprak yüzeyine devamlı olarak çıkan tuzlu suların buharlaşması neticesinde, üst horizonlarda tuz birikmekte ve üst toprağın tuz iyonlarıyla doymasıyla kristalleşmeler oluşmaktadır. c)Ovada taban sularının tuzlu oluşu da tuzluluğun şiddetini artırmaktadır. Ovada büyük bir saha işgal eden tuzlu-alkali topraklarda; tuzluluğu genellikle Na2Co2 ve alkaliği de Na2Co3 tuzları meydana getirmektedir. Ova topraklarının %37sinde bu sorunla karşılaşıl maktadır. Dil ovasında ise bu oran %87 civarındadır.Ova toprakları genellikle organik madde bakımından fakir durumdadır. Bunun sebebi olarak; kireç fazlalığı, oksidasyonun yüksek oluşu ve tuzlu-alkali sahalarda bitki örtüsünün azlığı veya hiç olmayışını göstermek mümkündür. Gübrelemeye önem verilmeden yapılan uzun süreli sulamalar sonucu topraklar organik madde bakımından fakirleşmiştir. Bu bakım dan; toprakların çiftlik gübresi kullanılarak organik madde bakımın dan zenginleştirilmesi zorunlu görülmektedir. Ancak, bölgede çiftlikgübresi aynı zamanda yakacak olarak da kullanıldığından toprakların organik madde bakımından zenginleştirilmesi çok zor gözükmektedir.
-
Iğdır - Tarihi ğdır''ın adı; 24 Oğuz boyundan 21’ncisi sayılan İç-Oğuzlar-Üç-Ok kolunun ve Oğuz Han''ın altı oğlundan biri olan Cengiz Alp''in en büyük oğlu olan "Iğdır Beğ" den gelmektedir. Bu boyun ilk başbuğu Iğdır Beğ''dir. Iğdır''ın kelime olarak manası "iyi, büyük, yiğit başkan, ünlü ve sahip" gibi anlamlara, Yazıcıoğlu ve Resid-Üd-Din''e göre ise "iyi, ulu, bahadır" manalarına gelmektedir. Iğdır Beğ, dört kardeşin en büyüğüdür. Kabilesi Aras havzası ve Azerbaycan bölgelerine yerleşmiştir. Bunun en büyük delili Yıldırım Beyazıt''ın 1402 yılında yapılan Ankara Savaşında Timur''a yenilmesine sevinen Hıristiyan alemi, tebrik için Timur''a birçok elçi göndermişlerdir. Bu elçilerden biri olan İspanyol Klaviyo''nun anlattığı gibi Iğdır Kalası (Iğdır Korganı) bugün Ağrı Dağı eteklerinde halen harabe halinde bulunmaktadır. Klaviyo, buraya "kayalık üzerinde duran bir kal''a” diyerek, adının da "Iğdır" olduğunu belirtmektedir. TARİHİ YAPISI : Prehistorik (Tarih Öncesi), çağlardan bu tarafa önemli bir yerleşim merkezi olmuş Iğdır ve çevresindeki yerleşmelerin ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, yapılan ilmi çalışmaların büyük çoğunluğu Orta Asya''dan geldikleri kabul edilen Hurriler''in bölgenin ilk sakinleri olduklarını göstermektedir. M.Ö. 5000-4000 yıllarında; bugünkü Azerbaycan, Sürmeli Çukuru ve Doğu Anadolu''da yerleşen Hurrilerden sonra, M.Ö. 3000-2000 yıllarında Mitanniler, Etiler, Asurlular, Kimmerler, Metler, Persler, Sümerliler ve Subailer gibi kavimlerin Orta Asya''dan gelerek Ağrı Dağı yamaçlar, Aras Havzası ve Doğu Anadolu''da ikamet ettikleri sanılmaktadır. M.Ö. 1200 tarihlerinde Trakya''dan kalkarak Boğazlar üzerinden Anadolu''ya geçen Trako-Frigler, bölgede hüküm sürdüren Etilerin hakimiyetine son vermişlerdir. Bu sıralarda, Doğu Anadolu''da Hurriler''in soyundan geldiği kabul edilen ve tarihe Urartular olarak geçen küçük bir krallık Asurlulara tabi olarak yaşamakta idi. Asurluların dahili kavgalarla zayıflamaları güneydeki KASİT kabilesinin idareyi ele geçirmesine sebep olmuştur. Daha sonra çok kuvvetlenen ve Mısır''a kadar ilerleyen Asurlar, bir türlü hakimiyetleri altına alamadıkları Urartuları tanımak zorunda kalmışlardır. M.Ö. 1100-800 tarihlerinde kraliyet merkezi Van''da bulunan ve bütün Doğu Anadolu''yu idaresi altında tutan Urartu Krallığı, kendisine bağlı küçük beylik ve krallıklar kurmuştur. Bunlardan biri de Sürmeli adıyla bilinen ve halen harabe halinde bulunan "KARAKALE" şehridir. Iğdır ve Çevresi VII. yüzyıla kadar Urartuların elinde kalmış, bu tarihten sonra M.Ö 665 yıllarında atlı göçebe halinde yaşayan İskit-Saka Türkleri Kafkasları aşarak bölgeye gelmişler ve Urartuların hakimiyetine son vermişlerdir. Ön Asya ülkelerinde Milli destanlarımızdan sayılan Dede Korkut Oğuznamesi; Sakaların bey ve kumandanlarını anlatmaktadır. Aras, Dicle, Kür ve Çoruh nehirleri kıyılarına yerleşen Sakaların bu mıntıkalardaki eserleri bugüne kadar yaşamaktadır. M.Ö. 642-226 tarihleri arasında bugünkü İran ve Doğu Anadolu''da hüküm sürdüren Sasaniler, II. Yezdigerd zamanında, o zamanlarda beylik halinde bulunan Kağızman''da Kamsarakanlı, Aras ve Doğubeyazıt''ta Bağratlı, Muş ve Malazgirt bölgelerindeki Oğuzlar''ı hile ile yok etme mücadelesi vermişlerdir. M.S. 481''de Ağrı dağı yamaçlarında (Arkori-Akuri/Ahura Köyü) yapılan savaşlarda Oğuzlar tarafından ağır bir hezimete uğratılan Sasaniler, bu yenilginin acısıyla 50 yıl kadar Oğuzlar''la savaşmışlardır. Doğu Anadolu ile yakın alakası bulunan Bizanslılar, Sasanilerle çok savaş yapmışlar, Doğudan Sasaniler''e saldıran Göktürk ve Ak Hunlar''ın da yardımıyla Sasanileri Aras Nehri boylarında ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. M.Ö. 149 yıllarında Bulgar Türkleri olan Arsaklı Türkmen göçebeleri Sakaları yenip Karakale''yi kraliyet merkezi yapmışlardır. 366 yıl Arsaklıların elinde kalan bölge, kısa bir süre Bizanslıların eline geçmişse de Kars''ta kurulan Bargatlı krallığı bölgeyi Bizanslılardan geri alarak M.S. VII. yüzyıla kadar hüküm sürmüşlerdir. Hurriler''den sonra; Mitanni, Urartu, Met, Pers, Arsaklı, Sasani gibi devletlerin idaresinde kalan bölge, M.S. 638 yılında Hz. Ömer zamanında İslam ordularının, ARARAT eyaleti üzerinden Gökova denilen Doğubeyazıt düzlüğünden geçerek Aras boylarına inmesiyle, Müslüman-Hrıstiyan savaşlarına da sahne olmuştur. Birkaç kez Araplar ile Bizanslılar arasında el değiştiren bölge 1064 yılında Seçuklular (Oğuzlar)''ın hakimiyetine girmiştir. 1074''de Anı ve Kars''ı da Bizanslılardan alan Selçuklular bölgenin kesin hakimi olmuşlardır. Doğudan bir kasırga gibi önüne ne çıkarsa kasıp kavuran MOĞOL istilası, 1239''da bölgeyi de etkisi altına almıştır. Moğolların zayıflamasından sonra birçok bölgede olduğu gibi bu bölgede de KARAKOYUNLULAR ve AKKOYUNLULAR gibi Türk beyliklerinin idaresini kısa bir süre de olsa görmek mümkündür. 1514 Çaldıran Savaşı ve 1534 Tebriz Seferi ile bölge kesin olarak Osmanlılar''ın eline geçmiş ise de, Osmanlı Devletinin gelişen siyasi olaylar yüzünden zayıflaması Iğdır''ın kaderini de etkilemiştir. 1746-1827 yılları arasında İran idaresinde kalan bölge, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 harbi) sonunda 42 yıl Rus işgaline maruz kalmıştır. 1917 Ekim devriminden (Bolşevik İhtilali) sonra içine düştüğü siyasi bunalımdan kurtulmak isteyen Rusya, diğer devletlerle Brest-Litovks muahedesini imzalamasıyla bölge tekrar Türklere geçmişse de 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle ordu bölgeden çekilince mıntıka Ermeniler''in mezalimine sahne olmuştur. Brest-Litovks muahedesiyle bir yandan işgal ettiği Osmanlı topraklarından çekilen Rusya, diğer yandan da devamlı olarak kukla gibi kullandıkları Ermenileri bölgede büyük bir Ermenistan devleti kurabilecekleri yönünde cesaretlendirmiştir. Ermenilerin "taşnak", "sutyan" ve "hıncak" adındaki terör örgütleri bölgede bir Ermenistan devleti kurmak için akla gelmedik işkence ve katliam yaparak bölgedeki Türk nüfusunu yok etmeye başlamışlardır. Bu katliamlardan günümüze bir çok toplu mezar kalmıştır. 1986 yılında Prof.Dr. Enver KONUKÇU başkanlığındaki bir ekip merkez ilçeye bağlı Oba Köyünde bulunan bir toplu mezarı açarak Türk ve dünya kamuoyuna göstermiştir. Daha sonraları Hakmehmet Köyü ile Gedikli Köylerindeki toplu mezarlar da açılmış, yetkililer tarafından tescil edilerek kamuoyuna sunulmuştur. Oba köyünde olduğu gibi Küllük, Hakmehmet, Hakveyis, Kadıkışlak, Alikamerli gibi köylerde de toplu mezarların olduğu olayların canlı şahitleri tarafından yıllardan beridir anlatılmaktadır. Nihayet, 14 Kasım 1920 tarihinde 15. Kolordu Komutanı Kazım KARABEKİR komutasındaki kahraman Türk ordusunca, Ermenilerin Aras nehrinin kuzeyine püskürtülmesiyle Iğdır ve çevresi kesin olarak Türkiye''nin mukaddes topraklarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Nitekim, bölgede 14 Kasım tarihleri İlin düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü olarak her yıl törenlerle kutlanmaktadır. TARİHİ KRONOLOJİ M:Ö 4000-810 Huriler M.Ö. 810-785 Urartular M.Ö. 785-400 Sakalar M.Ö: 400-M.S. 200 Bağımsız Dönem M.S.200-439 Küçük Arsaklı Devleti 439-646 Sasaniler 646-1064 Müslüman Araplar 1064-1239 Kayılar 1239-1256 Çingizler 1256-1355 İlhanlılar 1355-1404 Timur Egemenliğindeki Türkmen Beyleri 1404-1469 Karakoyunlular 1469-1502 Akkoyunlular 1502-1514 Safavi Devleti 1514-1736 Osmanlı İmparatorluğu 1736-1827 İran Devleti (Revan Eyaleti) 1827-1917 Rusya Egemenliği (Sürmali Sancağı) 1917-1920 Ermeni işgali 14.11.1920 Ermeni İşgalinden kurtulması 1934 Iğdır’ın İlçe oluşu 27 Mayıs 1992 Iğdır’ın İl oluşu İlk belediye teşkilatının 1923 yılında kurulduğu Iğdır, 1934’te İlçe merkezi, 3 Haziran 1992 tarih ve 21247 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 3806 sayılı kanunla da “İl” yapılmıştır. Aynı kanunla Karakoyunlu beldesi de “İlçe” statüsüne kavuşturularak Aralık ve Tuzluca İlçeleriyle birlikte Iğdır İline bağlanmıştır. Doğu Anadolu Bölgesinin Erzurum-Kars bölümünde yer alan Iğdır İlinin kuzey ve kuzeydoğu sınırını Aras nehri ve bu nehrin yatağı boyunca geçen Ermenistan sınırı teşkil eder. Bölgenin, doğu ve güneydoğusunda Nahcıvan ve İran, güneyinde Ağrı İli, batısında ve kuzeybatısında ise Kars İli yer almaktadır.
-
Iğdır Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Iğdır’ın doğu ve güneydoğusunda Nahçıvan ve İran, güneyinde Ağrı İli, kuzey ve kuzeydoğusunda Ermenistan, batı ve kuzeybatısında Kars İli yer almaktadır. Iğdır’ın kuzey ve kuzeydoğu sınırını Aras Nehri ve bu nehrin yatağı boyunca geçen Ermenistan sınırı oluşturmaktadır. İl toprakları dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahip olup, küçük bir bölümü ovalıktır. İlin doğu ve batı doğrultusunu Durak Dağı ve Zor Dağı, Ağrı Dağı’nın da kuzeybatısı kesimi engebelendirir. Bunlardan Ağrı Dağı il sınırları içerisinde 5.137 m. ye ulaşan en yüksek doruğudur. Kutsal kitaplarda ismi geçen Nuh’un efsanesine konu olan bu dağ, birçok dilde farklı isimlerle anılmaktadır. Bunların başında da , Ararat, Kuh-i Nuh, Cebel el Haris gibi isimler gelmektedir. Volkanik bir dağ olan Ağrı, ülkemizin en yüksek dağıdır. Tek bir kütleden oluşmayan Ağrı Dağı’nın çevresi yaklaşık 130 km.yi bulur; 3.000 m.den sonra ikiye ayrılarak, Büyük ve Küçük Ağrı olarak adlandırılır. Büyük Ağrı’nın zirvesi ve krater kalıntısı geniş buzulların altındadır. Küçük Ağrı’nın ise buzul hareketleri ve erozyonlar sonucu krater çanağı yok olmuştur. Bu nedenle de 3.896 m. yüksekliğinde olan dağ oldukça sivri bir görünümdedir. Büyük Ağrı’nın zirvesi birbirine yakın iki ana zirve bloğundan oluşur. Güney ve batı yüzlerinde 4.800 m.den itibaren daimi buzullar dağı kaplar. Diğer yüzeylerinde ise buzullar daha da aşağılara kadar ilerlemektedir. Dağın Güneyinde ve kuzeyinde zirveden başlayarak yaklaşık 2.000 m. kadar aşağıya uzanan iki derin vadi bulunmaktadır. İldeki diğer önemli yükseltiler ise Büyük ve Küçük Ağrı, Zor, Durak ve Pamuk Dağları’dır. Erzurum-Kars platosu kapsamındaki Iğdır Ovası, denizden 850 m. yüksekliğinde olup, 770 km2’lik bir alanı kaplar. Ovanın ortasından geçen Aras Nehri aynı zamanda Ermenistan ile doğal sınırı çizer. Iğdır Ovası oluşum yönünden hem alüvyon dolgulu çöküntü ovası, hem de çöküntü havzası özelliklerini taşımaktadır. İl topraklarını Bingöl Dağları’nın kuzey yamaçlarından kaynaklanan ve doğuya doğru akan Aras Nehri sulamaktadır. Bu nehir, kuzeyden gelen Arpaçayı da içerisine alarak Iğdır Ovasından geçer ve sınır dışına çıkar. İlin bir diğer önemli akarsuyu da Karasu Nehridir. Iğdır’da coğrafî konumundan dolayı karasal bir iklim hüküm sürmektedir. sıcaklık bölge ortalamasından daha yüksektir çok az yağmur almaktadır. Yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve rutubetli bir mikroklima iklime sahiptir. İlin jeolojik yönden yapısı alüvyoniktir. Yüzölüçümü 3.546 km2 olup, toplam nüfusu 64.170’dir. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık ve sınır ticaretine dayalıdır. Tarım daha çok Iğdır Ovası’nda yapılmaktadır. Yetiştirilen başlıca ürünler, sanayi bitkileri şeker pancarı, patates, sebzecilik ve kavun, karpuz, kavun, üzüm, erik ve şeftalidir.Bunların yanı sıra buğday, arpa gibi tahıl ürünleri de yetiştirilmektedir. Hayvancılıkta büyük ve küçükbaş hayvan besiciliği yapılmakta olup, sığır, kıl keçisi, koyun yetiştirilmektedir. Kümes hayvancılığında ise tavuk, hindi, ördek ve kaz gibi çeşitli kümes hayvanları beslense de bunların en önemlisi tavukçuluktur. Hayvancılığa dayalı olarak mandıracılık oldukça gelişmiş, kaşar peyniri başta olmak üzere, yağ, kaymak, deri, yapağı ve kıl üretimi de önem taşımaktadır. Hayvancılık sınır ötesi ticaretin başında gelmektedir. Iğdır ve yöresinde el sanatlarının ekonomiye büyük katkısı vardır. Özellikle köylerde özel kök boyanın kullanıldığı yün veya pamuktan halı, kilim, halça, hurcun, heybe örülmektedir. Bunların üzerinde Karabağ ve Kafkas motifleri işlenmiştir. Ayrıca yün çoraplar üzerinde de bitkisel ve hayvansal motifler bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Şah Maral motiflerine sıkça yer verilmiştir. Iğdır ismi, Oğuz boylarından Üç Ok’ların başında bulunan Oğuz Han’ın oğullarından olan Iğdır Bey’in isminden gelmektedir. Iğdır’daki ilk yerleşim MÖ. 5000-4000 yıllarında Orta Asya’dan geldikleri kabul edilen, bugünkü Azerbaycan, Sürmeli Çukuru ve Doğu Anadolu’da yerleştikleri sanılan Hurriler’dir. Hurrilerden sonra, MÖ.. 3000-2000 yıllarında Mitanniler, Hititler, Asurlular ile başlamıştır. Ardından buradaki Urartu yerleşimi MÖ.646-625 yıllarında III.Sardur döneminde Kimmerlerin ve Sakaların buraya yaptıkları saldırılar sonucunda yıkılmıştır. Bundan sonra bölgede Medler, Persler, Makedonyalılar, Seleukoslar, Romalılar, Arsaklar ve Sasaniler hüküm sürmüşlerdir. VII.yüzyılda Araplar buraya egemen olmuş, ardından yöre Araplar ile Bizanslılar arasında birkaç kez el değiştirmiştir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklu egemenliğine girmiş, 1239’da Moğollar yöreye hakim olmuş, ardından Çingizler, İlhanlılar, Celayırlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safaviler burada hakim olmuşlardır. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferinden (1514) sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlıların 1583’te Revan’ı (Erivan)fetihlerinden sonra, bugünkü Iğdır, Tuzluca ve Aralık ilçelerinin idaresi"Aralık Kazası" adıyla Revan Eyaleti’ne bağlanmıştır. İranlılarla yapılan savaşlar sonunda imzalanan 1736 tarihli İstanbul Antlaşmasından sonra 1827’ye kadar İran idaresinde kalan bölge, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda 42 yıl Rus işgalinde kalmıştır. 1917 Ekim Devriminden, Bolşevik İhtilali sonra içine düştüğü siyasi bunalımdan kurtulamayan Rusya’nın diğer devletlerle Brest-Litovks Antlaşmasının imzalamasıyla bölge, tekrar Osmanlıların eline geçmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Mondros Mütarekesiyle (30 Ekim1918) Türk orduları bölgeden çekilince bölge Ermeniler’in saldırılarına uğramıştır. 14 Kasım 1920’de 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir komutasındaki Türk ordusu Ermenileri bozguna uğratmış ve Aras Nehri’nin kuzeyine püskürtmüş, Iğdır ve çevresi de Türkiye topraklarına katılmıştır. Kars iline bağlı bir ilçe iken, ekonomik,sosyal ve coğrafi özellikleri dikkate alınarak, 27.05.1992 tarihinde Türkiye’nin 76. ili olmuştur. Iğdır’da günümüze gelebilen eserler arasında; Sürmeli Kalesi, kentin 25 km. güneybatısında Selçuklu Kervansarayı (XIII.yüzyıl), Iğdır Ovası’nın batısında Karakale Ören Yeri, Çakırtaş Köyü’ndeki Kümbet, Melekli beldesi yakınlarında Urartu Mezarlığı, Ağrı Dağı eteklerinde Ahura Ören Yeri bulunmaktadır. Garip dede Türbesi, İlde ayrıca Soy Kırım Anıtı, Hakahmet Köyü Anıtı, Oba Köyü Anıt Mezarı bulunmaktadır.
-
Günpınar Şelalesi Mesire Yeri (Darende) Darende Ilçesi'nin 10 km. batısındadır. Günpınar Çayı, kaynağından çıktıktan sonra kayalar arasında oldukça yüksek bir düşüş yapar. Şelalenin çıkardığı ses, toz halinde çevreye yayılan su zerreciklerinin kayalar üzerinde akışı izlenmeye değer görüntüler ortaya çıkarır. Şelalenin çevresini kaplayan ağaçlar, Günpınar'm görünümünü daha da muhteşem hale getirir. Şelale, her yıl çok sayıda ziyaretçinin akınına uğramaktadır. Günpınar'ın çevre düzenlemesi Özel idarece yaptırıldıktan sonra, şelalenin cazibesi daha da artmış bulunmaktadır.
-
Sulu Mağara (Doğanşehir) Malatya Doğanşehir ilçesinde, Polat Bucağına 6 km uzaklıkta bulunan Sulu Mağara içerisinde kristalize kireç taşından oluşmuş sarkıt ve dikitler bulunmaktadır. Bu mağarada Prehistorik Çağlarda yerleşim olmuştur. Bu mağaranın astım hastalığına iyi geldiği yöre halkı tarafından söylenmektedir.
-
Tunceli Sivil Mimari Örnekleri Tunceli ili topraklarının dağlık ve engebeli bir yapıya sahip olmasının yanı sıra ikliminin sertliği de sivil mimariyi etkilemiştir. Ayrıca kapalı toplumsal düzen ve ekonomik koşullar ile aşiret yapılanmaları da mimaride etkili olmuştur. Tunceli’de XVIII.-XIX. yüzyıllarda toprağa gömülü ev tipleri görülmektedir. Bu tür yapılanma baskın ve çeşitli saldırılara karşı korunmak amacı ile yapılmıştır. Bunun sonucu olarak da evler birbirine bitişik düzendedir. Bu yapıların pencereleri bulunmadığı gibi damdan ayakçak denilen basamaklarla yapıların içerisine giriliyordu. Aydınlatma ise baca biçimindeki deliklerle sağlanıyordu. Bu evlerden günümüze pek az örnek gelebilmiş, gelenler de yörede merek denilen samanlık olarak kullanılmaktadır. Tunceli’de ilk yerleşim Munzur Çayı’nın dik ve kayalık yamaçları üzerinde 1930’lu yıllarda kurulmuştur. Bu yeni yapılanmadan ötürü de eski yapılanma ile ilgili örneklere şehirde rastlanmamaktadır. Bunun yanı sıra Çemişgezek ve Pulur gibi ilçe merkezlerinde yöresel mimari örnekleri ile karşılaşılmaktadır. Bu evler kaldırım döşeli sokaklar boyunca sıralanmış ve akrabalık durumlarından ötürü de evler toplu ve kapalı yerleşim biçiminde yapılmışlardır. Sokağa bakan cephelerin duvarları ya sağır, ya da küçük pencerelidirler. Dışa kapalı bir yapılanma açıkça görülmektedir. Çoğunlukla iki katlı ve toprak damlı olan bu evlerde duvarlar ahşap direklerin arasına gogan denilen büyük ve yuvarlak taşlar doldurulmuş, sonra da bunların üstleri çamurla sıvanmıştır. Sokaktan davraza denilen çift kanatlı ve üzerleri madeni kabaralı ahşap kapılardan bir avluya girilmektedir. Buradaki yer katı daha çok ambar veya samanlık niteliğindedir. Üst katta sofa çevresinde oda, mutfak, kiler gibi birimlere yer verilmiştir. Odaların döşemeleri sıkıştırılmış toprak olup, bunların üzeri ak toprak diye isimlendirilen ikinci bir toprak tabakası ile örtülmüştür. Üst örtüyü ahşap hatıllar meydana getirmiştir. Keran denilen bu hatılların üzerine cisir veya kisek denilen ağaçlar yerleştirilmiştir. Bunların üzerine de yine mertekler döşenmiş, çalı çırpı ile örtüldükten sonra toprakla kapatılmıştır. Odaların pencere önlerine sedirler yerleştirilmiştir. Yüklükler, pihiriğ denilen ocaklar ve yanlarında da taka ismi verilen küçük nişler odaların belli başlı ögeleridir. Yöresel evlerin günümüze gelen en iyi örnekleri Pertek’de karşımıza çıkmaktadır. Pertek evleri dar ve düzensiz yollar boyunca sıralanmıştır. Bunlar da çoğunlukla iki katlı olup, ender olarak üç katlı evlere rastlanmaktadır. Evlerin yapımında yığma tekniği, kerpiç ve düz damlar kullanılmıştır. Evlerin yer katında diğerlerinde olduğu gibi ahırlar, ambarlar, üst katlarda da yaşam birimleri bulunmaktadır. Bazı evlerde ise her iki kat arasında ahır sekisi denilen asma katlara yer verilmiştir. Üst katlar eyvanı andıran geniş bir salona açılan küçük odalar halindedir. Bunların da içlerinde ocaklar bulunmaktadır. Çoğunlukla dikdörtgen olan bu odaların pencerelerinin önünde sedirler bulunmaktadır. Pulur ve Çemişgezek evleri hemen hemen bir birlerinin eşidir. Döşemeler toprak olup, bunları daha düzgün bir hale getirebilmek için üzerlerine sulandırılmış pekmez veya susam yaprağının kaynatılmasından elde edilen bir su ile parlaklık verilmiştir. Yerel düz dokumalar ise bunların üzerine serilmiştir. Bunların dışında kalan daha gelişmiş konak türü evler yörede Şan-i Şirin olarak isimlendirilmiş olup, diğerlerinden farklı olarak dışa yönelik pencerelerinin çok daha fazla olmalarıdır. Tunceli evlerinde düz damlı evlerin çoğunlukta olmasının bir nedeni de damların günlük kullanımda yararlanılmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle yaz gecelerinde yatılan bu damlarda günlük gereksinimi sağlayan sebze, bulgur ve tarhana gibi yiyecekler yapılır, kurutulur. Tunceli’nin günümüzde şehir yapılanması bu geleneksel evlerden farklı olarak çağın öngördüğü koşullarda ve benzerlerine Anadolu’nun bir çok yerinde karşılaşılan beton yapılardır.
-
Tunceli Mezar Taşları Tunceli çevresinde, özellikle Ulukale yakınında Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemlerinden kalma mezar taşları bulunmaktadır. Bu mezar taşları XV.-XVII. Yüzyılda bölgede yapılmış koç ve at motifli mezar taşlarının en erken örnekleridir. Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemlerine ait mezar taşları yeterli biçimde yayınlanmamıştır. Yöreye hâkim olan Akkoyunluların buradaki varlıklarını gösteren belgelerdir. Bu tür mezar taşları blok taşlar oyularak meydana getirilmiştir. Çoğunlukla koyun ve at motifleri işlenmiştir. Ayrıca blok halinde dikey sütunlar olarak da mezar taşları yapılmıştır. Bu taşlarda dikkati çeken bir nokta ise üzerlerinde bir yazı veya kime ait olduklarını belirten bir bilginin olmamasıdır. Tunceli mezar taşları Selçukluların Ahlat’taki mezar taşları ile şekil ve form olarak yakınlık göstermektedir. Ancak Ahlat mezar taşlarında kitabeler olmasına rağmen, buradaki mezar taşlarında yazıya yer verilmemiştir. Bunun yanı sıra insan başlı mezar taşlarına da Ulukale’de rastlanmıştır. Örneğin Ulukale girişindeki baştaşı yerine ölen bir kişinin büstünün konulduğu mezar taşını Ahmet Altınoluk isimli bir duvarcı ustası yapmıştır. Ayrıca çevre köylerde de buna benzer mezar taşları ile karşılaşılmıştır. Yörede yapılan araştırmalarda bu tür insan başlı mezar taşlarının yakın tarihlerde de yapıldığı görülmüştür.
-
Tunceli Ovacık Gözeleri Tunceli il merkezine 80 km., Ovacık ilçe merkezine 17 km. uzaklıkta bulunan Ovacık Gözeleri, Munzur Dağları’nın eteklerinden yaklaşık 200-300 metrelik alanı kaplamaktadır. Bu gözeler karstik kaynaktan irili ufaklı 40 göz halinde fışkıran beyaz köpüklü sular, yamaçlardan aşağılara doğru küçük şelaleler oluşturarak akmakta ve Munzur Suyu’nu beslemektedir. Munzur Gözelerinin 20 hektarlık kısmı, 1963 yılında Orman İçi Dinlenme Yeri olarak ayrılmıştır. Ancak geçen zaman içinde herhangi bir yatırım yapılmadığı için Orman İçi Dinlenme Yeri statüsünden çıkarılmış olmakla birlikte, yöre halkının en yoğun kullandığı mesire yerlerinden biridir. Munzur Gözeleri, sularında avlanan alabalıklarıyla ünlüdür. Ancak yerel olanaklarla yapılmış birkaç beton masa, oturaklar, çocuk oyun alanı ile bir lokantadan başka herhangi bir tesis yoktur. Munzur Gözelerinin kuzey kesiminde bulunan ağaçlandırma alanına 2000 yılında çam, ladin, huş ve akasya fidanları dikilmiştir. Gözeler ile Munzur Suyu arasında kalan kısımlarda yürütülen çevre düzenleme çalışmaları kapsamında beton setler, küçük havuzlar, yürüme yolları, oturma mekanları ve köprüler yapılmıştır.
-
Munzur Suyu Munzur Suyu, Ovacık'ın kuzeyinde yükselen Ziyaret Tepesi’nin eteklerinden doğar. Kuzey ve orta kesimlerinde yer yer çok eğimli bir vadide hızla akan Munzur Suyu, Ovacık düzlüklerinin ortasında batı-doğu yönünde akar. Çeşitli yönlerden gelen Havaçor, Mamuşağı, Şamuşağı, Kabuşağı, Nanikuşağı, Haçılı, Mercan, Merho, Kalan derelerinin sularını toplayan Munzur Suyu, merkez ilçede Pülümür Suyu ile birleştikten sonra güneye akar ve Keban Baraj Gölüne dökülür. Keban Baraj Gölü’ne kadar 144 km.lik bir yol izleyen Munzur Suyu saniyede ortalama 87 m3 su akıtmaktadır.
-
Munzur Vadisi Milli Parkı Tunceli-Ovacık arasında uzanan Munzur Vadisinde, 42.000 Hektarlık bir alan 1971 yılında Milli Park olarak ilan edilmiştir. Türkiye'nin en büyük milli parklarından biri olan "Munzur Vadisi Milli Parkı", Tunceli kent merkezine 8 Km. uzaklıkta başlayıp, vadi boyunca Munzur Dağlarına kadar uzanmaktadır. Kuzeyde 3300 metreye kadar yükselen Munzur Dağları, Mercan ve Munzur Suyu vadileri tarafından parçalanmıştır. Bu bölgenin milli park olarak ilan edilmesinde etken olan veriler, başta akarsu kaynakları ve gözeler olmak üzere zengin doğal veriler, endemik bitki türleri ve yöreye özgü hayvan türleri ile zenginleşen bitki örtüsü ve yaban hayvan varlığıdır. Munzur Suyu ve Mercan Deresinde yaygın ve yoğun olarak bulunan yöreye özgü nadir alabalık türleri ile çengel boynuzlu ve bezuvar adlarıyla bilinen iki tür dağ keçisi ile av kuşlarından ur kekliği yabanıl yaşamın yöreye özgü değerlerini oluşturmaktadır. Milli parkın kuzeyinde, Munzur Dağlarının üzerinde 2000-3000 metrelik zirvelerde yer alan krater gölleri, Ovacık düzlüğünde kaynayan gözeler ve kanyonlar ile vadi boyunca dökülen şelaleler parkın doğal değerlerini zenginleştirmektedir. Milli parkın her köşesinden eşsiz doğal görünüm ve tüm yabanıl yaşam kolaylıkla izlenebilmektedir. Bu özellikleriyle Munzur Vadisi, gerek rekreasyonel etkinlikler, gerekse doğa araştırmaları için turizme yönelik çok önemli potansiyel taşımaktadır. Bitki örtüsü bakımından çok zengin olan Munzur Vadisi Milli Parkı florasında, 1518 çeşitli bitki kayıtlı olup, bunlardan 43 çeşidi Munzur Dağlarına, 227 çeşidi Türkiye'ye endemik türlerden oluşmaktadır. Munzur Dağlarından başka hiçbir yerde bulunmayan endemik bitkiler arasında Çan Çiçeği, Erzincan Kirazı, Bindebirdelik Otu, Munzur Kekliği, Munzur Düğün Çiçeği, Dağ Çayı, Munzur Dağı Oltu Otu ve Menekşe sayılabilir. Ovacık ilçesiyle Munzur gözelerinden 1.5 km. aşağıda Munzur Suyunun iki yanında bölgenin karakteristik ağacı olan huş meşceresi bulunmaktadır. Ülkemizde ender bulunan ağaç türlerinden olan huş, bu bölgede su kenarında güzel gövde yapmakta ve bölgenin florasına önemli bir katkı sağlamaktadır. Milli Parkta hâkim ağaç türü meşe ve çeşitli türleridir. Tepeler ve yamaçlarda kayalık olmayan yerler meşe ormanları ile kaplıdır. Vadi tabanında ve su boylarında karışık olarak karaağaç, akağaç, kızılağaç, dişbudak, çınar, asma, huş, ceviz, yabani fındık, kavak, söğüt ve çalı türlerinden oluşan zengin bir bitki örtüsü bulunmaktadır. Alt flora, meşelerin koru niteliğinde olduğu yerlerde zengin durumdadır. Dağların sarp ve dik yamaçları tamamen çıplaktır. Munzur Vadisi Milli Parkında doğal çevre yaban hayvanları için elverişli bir ortam sunmaktadır. Çengel boynuzlu keçi ve bezuvar isimli iki tür dağ keçisi ile av kuşlarından ur kekliği gibi yaban hayvanları bu yöreye özgü ilginç ve nadir türlerdir. Munzur Vadisi ve çevresi av hayvanları bakımından oldukça zengin sayılır. Milli Parkta kurt, tilki, sansar, ayı, vaşak, su samuru, porsuk, sincap, tavşan, yaban domuzu ve yaban keçisi bulunmaktadır. Mağaralarda ve kaya kovuklarında yaşayan boz ayı, Munzur yaban hayatının önemli büyük memelilerinden biridir. Bölgenin diğer büyük memelileri orman içerisindeki kayalıklarda yaşayan vaşak, yaban domuzu ve kurt'tur. Kuş türleri bakımından da oldukça zengin olan Milli Parkta yırtıcı kuşlardan kartal, akbaba, doğan, şahin, atmaca, kerkenez, delice,çaylak nadir türlerden ise kaya kartalı bulunmaktadır. Gece yırtıcılarından puhu, baykuş ve yarasa yaygın türlerdendir. Milli Parkta bulunan diğer kuş türleri arasında keklik, çil keklik, toy, mezgeldek, turna, bıldırcın, çulluk, üveyik, tahtalı ve kaya güvercinleri, bazı ördek türleri ve ender olarak da kaz bulunmaktadır. Munzur Suyu Vadisinde çeşitli av hayvanları için bir koruma ve üretme alanı vardır. Munzur Suyu, Mercan Deresi ve çevresindeki akarsularda yaşayan bol miktarda alabalık, yöre için önemli bir ekonomik değer oluşturmaktadır. Munzur Gözelerinden başlayarak 80 Km.'lik bir su alanına yayılmış olan alabalık, Tunceli ekonomisi için olduğu kadar, ülkemiz için de çok önemli bir doğal servettir. Bölgede sert karasal iklim hüküm sürdüğünden, milli parktan faydalanmak için en uygun zaman Haziran ve Eylül arasındaki dönemlerdir. Milli Park alanındaki doğal veriler, kamp kurma, piknik yapma, sportif balıkçılık ve doğa yürüyüşleri gibi günübirlik etkinliklerin yanı sıra çeşitli su ve doğa sporları (rafting, dağcılık v.b.) için de çok elverişli potansiyele sahiptir.
-
Munzur Dağları Munzur Dağları, ilin kuzeybatısı, kuzeyi ve kuzeydoğusunda çok zor geçit veren sıralar halinde 130 km. boyunca uzanmaktadır. 25–30 km. arasında değişen çok geniş bir taban üzerine oturan Munzur Dağları’nın doruklarında yükselti genellikle 3.000 metrenin üzerindedir. Munzur Dağları’nın Tunceli sınırları içerisinde kalan bölümünde en önemli dorukları batıdan doğuya Biçare Dağı (3.111 m.), Ziyaret Tepe (3.071 m.) ve Akbaba Tepesi’dir (3.463 m.). Munzur Dağları, dik bir biçimde Ovacık çöküntü alanına inmektedir. Bu kesim Mercan Dağları olarak da bilinmektedir. 1.400 m. yükseklikteki Ovacık'tan sonra, 2.800–3.000 m. ye çıkan yükselti kuşağında çok dik yamaçlar bulunmakta ve bu yamaçlardan kuzeye doğru açılan havza tabanlarına inilmektedir. Havza tabanlarıyla havzaları birbirinden ayıran yüksek sırtlar, yaz aylarında yöre halkının yaylak alanlarını oluşturmaktadır. Güney yamaçlarında yer yer rastlanan meşe ve ardıç toplulukları dışında hemen tümüyle çıplak olan Munzur Dağları’nın 2.700 metreden yüksek kesimleri sürekli karlarla kaplıdır ve kış aylarında yüksek ve sarp geçitler kapanmaktadır. Bu geçitlerin en önemlileri yükseltileri 3.000 metreye yaklaşan Mercan ve Kemah geçitleridir.
-
Tunceli Camileri Yelmaniye Camisi (Çemişgezek) Tunceli ili Çemişgezek ilçesi Medrese Mahallesi’nde bulunan Yelmaniye Camisi kitabesinden öğrenildiğine göre, Timur devrinde Taceddin Yalman tarafından yaptırılmıştır. Ancak kitabenin tarih kısmı okunamamıştır. Bununla birlikte, caminin 800–809 (1397–1406) yıllarında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra caminin duvarındaki kitabe de zamanla bozulduğundan okunamamıştır. Bu nedenle mimarı hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Caminin giriş kapısı üzerindeki kısmen okunabilen kitabesi: “Emere bi-imaret……. El-mübâreke el-Melik el-Adil Taceddin Yalman ibn-i Keykubât ibni Halid el-Kürdi fi eyyâmi Timur Han……hallet Allahu devlete-himâ …….. Muharrem el-harâm fi sene…… ve semâne-mie.” Yelmaniye Camisi halk arasında Eski Cami olarak da tanınmıştır. Değişik dönemlerde yapılan onarımlar ve yapılan eklerle orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Ancak yapının güneyindeki bazı temel kalıntıları caminin bir külliye olarak yapıldığına işaret etmektedir. Eğimli bir arazide kesme taştan yapılan caminin giriş kısmı iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Ancak günümüze gelen kalıntılar yapının tam olarak orijinal planını ortaya koymaktan uzaktır. Cami mimari ve süsleme yönünden de üzerinde durulması gereken bir eserdir. Selçuklu ve Beylikler devrinde yapılmış bazı camilerle de benzerlikleri bulunmaktadır. Anıtsal giriş kapısından sonra arazi konumuna uyulduğundan ötürü birkaç basamakla ana mekâna çıkılmaktadır. Girişin iki yanında duvara dayalı sekizgen birer sütun bulunmaktadır. Bu sütunların gövdeleri ve kapının çevresi taş oymalarla bezenmiştir. Buradaki sütunlar taşıyıcı özelliğinden çok cepheye hareket sağlamayı amaçlamaktadır. Kalıntılar yapının haçvari bir planı olduğunu ortaya koymaktadır. Ortada bir kubbe dört yanında da bunu destekleyen tonozlar ve güneyde de mihrap yer almaktadır. Mihrap taştan olup, geometrik geçmeler, çini üzerine yazılmış yazıların yanı sıra XIV. yüzyılda uygulanan motifler burada da tekrarlanmıştır. Mihrabın sağında minber bulunmaktadır. Giriş kısmında yukarıya çıkan bir merdiven ve girişin solundaki bir oda dikkati çekmektedir. Süleymaniye (Kale) Camisi (Çemişgezek) Tunceli ili Çemişgezek ilçesi Kale Mahallesi’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Orijinal yapısından kalan çinili minaresi ise tamamen sıvanmış ve özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Bu bakımdan minareden yola çıkarak tarihlendirmek de mümkün olamamıştır. Cami kesme taş ve moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Üzeri toprak dam ve çatı ile örtülüdür. İbadet mekânında dikkati çeken bir özellik görülmemektedir. Bu cami XVIII. yüzyılda yeniden yapılırcasına onarılmış ve orijinalliğini bütünüyle yitirmiştir. Minaresi kesme taştan, oldukça kalın ve yuvarlak gövdeli tek şerefelidir. Kaynaklarda minarenin çini ile kaplı olduğu belirtilmektedir. Elti Hatun Camisi (Mazgirt) Tunceli ili Mazgirt ilçesinde bulunan Elti Hatun Camisi’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Yapı üslubundan Akkoyunlu dönemine ait olduğu anlaşılmaktadır. Son cemaat yerinin kuzey duvarındaki çeşme üzerinde Elti Hatun adına 1252 yılında yaptırıldığı yazılıdır. Bu çeşme kitabesine dayanılarak caminin de aynı tarihte yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taştan yapılmış olup, son cemaat yerinin ibadet mekânından daha yüksek oluşu dikkat çekicidir. Son cemaat yerindeki iç içe iki niş şeklinde bir kapıdan ibadet mekânına girilmektedir. İbadet mekânı dikdörtgen planlı olup, üzeri tonozlu ve dıştan da çatı ile örtülmüştür. İbadet mekânı sütunlarla üç sahna ayrılmıştır. İçerisini aydınlatan pencereler oldukça düzensizdir. Caminin yanında taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Caminin içerisinde Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi ve küçük kardeşinin türbesi bulunmaktadır. Aşağı (Çelebi Ali) Camisi (Pertek) Tunceli ili Pertek ilçesinde bulunan bu cami 1570 yılında Çelebi Ali tarafından yapılmıştır. Cami baraj gölünün yapımı nedeniyle Eski Pertek’ten Yeni Pertek’e taşınmıştır. Kesme taş ve moloz taştan yapılan cami kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Ön kısmında iki renkli taşların alternatif dizilerek meydana getirilmiş üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekânının üzeri içten kubbe, dıştan da kasnaklı bir külahla örtülmüştür. İbadet mekânı duvarlardaki sivri kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Mihrap yarım yuvarlak bir niş şeklindedir. Camide dikkat çeken herhangi bir bezeme bulunmamaktadır. Yanındaki minaresi kesme taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Minarenin şerefe altı mukarnaslıdır. Yukarı (Baysungur) Camisi (Pertek) Tunceli ili Pertek ilçesinde bulunan bu caminin Harput Müzesi’nde bulunan kitabesine göre cami, Baysungur tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılan cami plan olarak Çelebi Ali Camisi’ne benzemektedir. Caminin önünde üç bölümlü ve üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri ile minare iki renkli taştan yapılmıştır. Son cemaat yerinden ibadet mekânına giriş kapısı taş işçiliği yönünden son derece dikkat çekicidir. Stalaktitli olan giriş kapısının çevresi geometrik desenlerle bezenmiştir. İbadet mekânı kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üzeri tromplu merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Mihrap yarım yuvarlak niş şeklinde olup, özenli bir taş işçiliği göstermektedir. İbadet mekânını aydınlatan pencereler dikdörtgen sövelidir. Yanındaki minaresi kesme taş kaide üzerine iki renkli taştan yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Taş kaide duvarla kaynaştırılmış olup, caminin saçak hattına kadar yükseltilmiştir. Sağman Camisi (Pertek) Tunceli Pertek ilçesi, Sağman Köyü’nde bulunan bu caminin kitabesi bulunmamakla beraber kaynaklardan Keyhüsrev Bey’in oğlu Salih Bey tarafından 1555 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Kesme taştan ve renkli taşlardan yapılan cami kare planlı olup, üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerindeki giriş kapısı mukarnaslı olup, Selçuklu taş işçiliğinin güzel örneğini yansıtmaktadır. Mihrap ve minber herhangi bir özellik taşımamaktadır. Caminin yanındaki minaresi kesme taş kaideli, yuvarlak gövdelidir. Diğer minarelere göre farklı olarak minareye dışarıdan çıkılmaktadır. Minare gövdesi üzerinde alçı bezemeler dikkati çekmektedir. Ayrıca çeşitli yerlerden toplanan çiniler bu minare üzerine yerleştirilmiştir. Caminin yanında altıgen planlı renkli taştan bir türbe bulunmaktadır. Bu türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Salih Bey’in burada olduğu gömülü olduğu sanılmaktadır. Ulukale Camisi (Çemişgezek) Tunceli ili Çemişgezek ilçesinde, Ulukale Köyü’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiştir. Bununla beraber eski kayıtlarda ve Prof. Dr. Metin Sözen’den öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da valilik yapan Yusuf Paşa’nın vakfı olup, h.1208 (1793–1794) yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan camiye XIX. yüzyılda eklenen beş bölümlü, yuvarlak kemerli ve tonoz örtülü son cemaat yerinden girilmektedir. Giriş kapısı eksen üzerinde olmayıp, kısmen yana kaydırılmıştır. İbadet mekânının ortasında üç kalın paye bulunmaktadır. Yapı enine olarak dört, mihrap yönünde dikey olarak da iki sahna ayrılmıştır. Ortadaki payeler, doğu ve batı duvarlarını kemerlerle bağlamıştır. Cami eğimli bir arazide yapıldığından ibadet mekânını aydınlatan pencereler batı duvarına açılmış, doğu duvarındaki tek pencere ise yukarıya alınmıştır. İbadet mekânının ortasındaki üç payeden ötürü giriş kapısı gibi mihrap da doğuya kaydırılmıştır. İbadet mekânının üzeri tonozla örtülüdür. Mihraba yakın bölümün üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Yanındaki taş kaideli, çokgen gövdeli ve tek şerefeli minaresi daha geç dönemde yapılmıştır.
-
Tunceli Köprüleri Çemişgezek (Tağar) Köprüsü (Çemişgezek) Tunceli ili Çemişgezek ilçesine 3 km. uzaklıkta, Tağar Çayı üzerinde bulunan köprü kitabesinden öğrenildiğine göre, h. 1222 ( 1807–1808) tarihinde Yusuf Ziya Paşa tarafından Ova köyleri ile bağlantıyı sağlamak amacı ile yaptırılmıştır. Halk arasında Aşağı Köprü olarak da tanınmaktadır. Köprünün kitabesinin okunan kısımları şöyledir: ”Maşallah ……Kıldı şad ihya-ı hamid –abad Eyleye ya rab….cisr-i nevi cad Banisine namzeyledi bir tarih Cihan durdukça ma’murede hak bu cisr-i bünyadı Sene 1222 (1807–1808).” Diyarbakır Valisi Akif Paşa tarafından da 1856 yılında onarılmıştır. Ayrıca batı ve güney cephesindeki kitabelerden öğrenildiğine göre ise h. 1332 (1906) tarihinde bir kez daha onarılmıştır. Mamuret’ül Aziz Salnamesi de (h.1307 m.1891–1892) köprü ile ilgili bilgiler vermektedir: “Kasabanın pişgahında cereyan eden doğar nehri üzerinde iki adet kargir köprü mevcut olup kemer formu sivridir. Kemer uzunluğu ise 16 metredir. Su seviyesinden kilit taşına kadar olan yükseklik 9.2 metredir. Kesme taşlarla yapılan köprü iki profillidir. Köprü başlarında dört tane kaba taş vardır ki birinin üzerinde bir vazodan çıkan üç servi motifi vardır. Onun için halk servili köprü de demektedir.” Kesme taştan yapılmış olan köprü 29.00 m. uzunluğunda olup, 4.35 m. genişliğindedir. Köprünün tempan duvarları moloz taştan yapılmıştır. Ortaya doğru yükselen sivri kemerli tek gözlü köprü yanlara doğru alçalmaktadır. Günümüze sağlam bir durumda gelmiş ancak, köprünün yakınına yeni bir köprü yapılmış ve bu köprü anıt niteliğinde korunmaktadır. Hanım Köprüsü (Pülümür) Tunceli ili Pülümür ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta, Pülümür Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelememiş, kaynaklarda da yeterli bilgiye rastlanmamıştır. Bu nedenle de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bu köprü ile ilgili bir söylence bulunmaktadır. Bu söylenceye göre; Pülümür Çayı üzerinde bir hanım tarafından bir su kemeri yapılması istenmiş, kemer ve yanındaki köprünün yapımı için bir taşçı ustası görevlendirilmiştir. Bir de şart koşmuştur. Köprünün yapımında kullanılacak taşlar Tercan’dan getirilecek ve taşlar ne bir eksik, ne de bir fazla olacaktır. Bu şekilde eksiksiz tamamlandığında usta ile evleneceğini, aksi halde de ustanın boynunu vurduracağını söylemiştir. Taşçı ustası belirlediği sayıdaki taşları eksik ve fazla olmadan köprüyü tamamlamış ve hanımla da evlenmiştir. Köprü moloz taştan ve tek gözlü olarak yapılmıştır. Köprü yakınında kaleye su taşımak için bir çıkış yolu bulunmaktadır. Günümüzde harap durumdadır. Sivdin Köprüsü (Çemişgezek) Tunceli ili Çemişgezek ilçesi Sivdin Mahallesi’nde Karar Deresi üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak yapı üslubundan XII.-XIII. Yüzyıllarda Selçuklu döneminde yapıldığı sanılmaktadır. İki kaya üzerine oturtulan köprü kesme taştan ve tek gözlü olarak yapılmıştır. Sivri kemer açıklığı 11 m. olup, su seviyesinden kilit taşına kadar olan yüksekliği de 6.50 m. dir. Kemerin üzerinde dışarıya doğru çıkıntı yapan ince bir tahfif kemeri bulunmaktadır. Çeşitli dönemlerde onarılan köprü günümüze harap bir durumda gelebilmiştir.
-
Tunceli Kaleleri Mazgirt Kalesi (Mazgirt) Tunceli ili Mazgirt ilçesinde bulunan bu kale MÖ. IX. yüzyılda yöreye hâkim olan Urartular tarafından yapılmıştır. Kale içerisinde bulunan bir Urartu kitabesine dayanılarak da kalenin Urartu Kralı II.Rusas zamanında yapıldığı sanılmaktadır. Kale kayalardan ve moloz taşlardan yararlanılarak yapılmıştır. Kale girişi bir mağaradan olup, buraya taş bir merdivenle çıkılmaktadır. Sur duvarları moloz taşlardan yapılmıştır. Yer yer de kayalardan yararlanılmıştır. Kale içerisinde yapı kalıntıları ile geç devirlere ait yel değirmeni kalıntıları bulunmaktadır. Pertek Kalesi (Pertek) Tunceli ili Pertek ilçesinin 3 km. güneybatısında, Eski Pertek’in güneybatısında kayalık bir tepe üzerinde, Murat Nehri kıyısında bulunan bu kale Keban Barajı’nın yapımından sonra etrafı sularla çevrili bir ada görünümünü almıştır. Kale Mengücekoğulları tarafından XI. yüzyılda yapılmıştır. Bazı kaynaklarda da Selçuklular zamanında yapıldığı yazılıdır. Daha sonra Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Halit Bin Velid tarafından onarılmış, daha önce kalede bulunan karakuş heykeli kaldırılarak Arapça yazılmış bir kitabe konulmuştur. Evliya Çelebi’ye göre Pertek sözcüğü Moğolca Karakuş anlamına gelmektedir. Buradaki Karakuş heykeli kale burçları üzerinde bulunuyordu. Kale kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Çevresindeki kayalardan da savunma amaçlı olarak yararlanılmıştır. Kale iç içe iki surdan meydana gelmiştir. Kuzeybatısındaki bir kapıdan iç kaleye girilmektedir. Güney duvarında da yer yer taşlar arasında mavi renkte çini parçaları ile karşılaşılmıştır. Günümüze kale içerisindeki büyük bir sarnıç ile küçük yapılara ait kalıntılar gelebilmiştir. Kalenin eteklerinde Pertek Beyi Baysungur’un yaptırdığı Baysungur Camisi (1577), Çelebi Ali Camisi (1568) ve Bağdat Savaşı sırasında yapılmış olan Murat Kervansarayı bulunuyordu. Sağman Kalesi (Pertek) Tunceli ili Pertek ilçesi Sağman Köyü’nde bulunan bu kale sarp bir tepe üzerinde yapılmıştır. Kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kalenin yapımında moloz taş kullanılmış, ayrıca çevresindeki kayalardan da yararlanılmıştır. Tam bir planı çıkarılamamakla beraber çevreyi kontrol eden gözetleme kalesi niteliğinde olduğu sanılmaktadır. Yuvarlak burçlarından biri iyi durumda günümüze gelebilmiştir. Kale Köyü Kalesi (Mazgirt) Tunceli ili Mazgirt ilçesi Kale Köyü’nde bulunan bu kalenin giriş kapısı üzerindeki kitabeden MÖ. IX. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Moloz taş ve kayalardan oluşan kalenin sur duvarları kısmen günümüze ulaşabilmiştir. Ancak bu kalıntılardan planını çıkarmak mümkün olamamıştır. Kale içerisinde moloz taştan yapılmış çeşitli yapı temel kalıntıları görülmektedir. Bağın Kalesi (Mazgirt) Tunceli ili Mazgirt ilçesi Bağın (Dedebağ) Köyü yakınlarında bulunan bu kaledeki bir kitabeden MÖ. IX. yüzyılda Urartu Kralı Menuas tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Bu kitabe Harput Müzesi’nde bulunmaktadır. Selçuklular XIII. Yüzyılın başlarında yöreye hâkim olmuş ve bu kaleyi bir süre kullanmışlardır. Moloz taşlardan ve kayalardan yararlanılarak yapılan kalenin çevresindeki surlardan çok az bir kalıntı ile bazı temel izleri günümüze gelebilmiştir. Kalenin bulunduğu alanda çeşitli yapılara ait temel kalıntıları vardır. Ayrıca kalenin içerisine merdivenle çıkılmakta, girişin yanında kayalar oyularak oluşturulmuş bir mekân bulunmaktadır. Ambar Köyü Kalesi (Merkez) Tunceli Merkez ilçeye bağlı Ambar Köyü’nde bulunan bu kalenin kitabesi bulunmamaktadır. Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bununla ilgili kaynaklarda da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kale kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Giriş kapısı kayaların oyulması ile oluşturulmuş, bunun arkasına da iç içe üç oda yapılmıştır. Kale içerisinde sarnıç kalıntıları vardır. Ayrıca çevresinde de sulama kanallarına ait izler görülmektedir.
-
TUNCELİ' NİN EKONOMİK YAPISI Tunceli, ekonomik faaliyetler açısından Türkiye'nin geri kalmış illerinden biridir. İlde elverişsiz doğal koşullara bağlı olarak tarım alanlarının kısıtlı olması, ilin ekonomik gelişmesini engellemiştir. İl topraklarının büyük bir kesiminde dağların zor geçit veren sıralar halinde uzanması, 1950'lere kadar Tunceli'nin çevre illerle olan ulaşım olanaklarının çok sınırlı kalmasına ve uzun yıllar dışa kapalı ve durağan bir ekonomik yapının hakim olmasına neden olmuştur. İl ekonomisi tümüyle tarıma dayanmakla birlikte ne bitkisel üretim ne de hayvancılık gelişkin değildir. Tunceli, 1968'de 'kalkınmada birinci derece öncelikli iller' kapsamına alınmış ve ilde 1970'lerin sonundan başlayarak birkaç kamu yatırımı yapılmıştır. İlde imalat sanayi kurmaktan çok tarımı geliştirmek amacıyla kurulan ve süt, yem ile halı ipliği üretimine yönelik olarak kurulan fabrikalar, ekonominin dışa kapalı ve durağan yapısını biraz kırmıştır. Ancak ilde işlenebilir hammadde kaynaklarının olmaması, tarımda verimliliğin düşük olması ve sermaye birikiminin yetersiz olması nedeniyle özel sektör yatırımlarının çok sınırlı olması, sanayi sektörünün de çok geri kalmasına neden olmuştur. Tunceli'de tarım ve sanayi sektörlerinin geri kalmasına bağlı olarak ticaret ve hizmet sektörleri de gelişmemiştir. Ekonomik ilişkiler yönünden büyük bölümü Elazığ'a bağlı olan ilde halen imalat sanayi sektöründe 10 ve daha çok sayıda işçi çalıştıran 4 adet işyeri vardır. Tunceli kent merkezinin kuzeyinde kurulacak olan Tunceli Organize Sanayi Bölgesi tamamlandığında imalat sanayi yatırımlarının artacağı tahmin edilmektedir. Tunceli'de maden yataklarının zengin olmayışı ve ormanların genelde bodur ve baltalık meşe ağaçlarından oluşması nedeniyle, ilde madencilik ve ormancılık sektörleri de gelişmemiştir. Tunceli'de faal nüfusun temel geçim kaynağı tarım olmakla birlikte, ilde ekilebilir arazilerin eğimli ve küçük parçalar halinde olması, toprak kalınlığının az ve buna bağlı olarak toprak verimliliğinin düşük olması ve modern girdilerin yaygınlaşamaması nedeniyle tarım daha çok iç tüketime yönelik olmuştur. İl topraklarının % 43'ünü (336277 hektar) tarım arazileri oluşturmakla birlikte işlenen tarım arazilerinin oranı (113180 hektar) % 14.5' tir. Sulanabilir arazi miktarı 45.000 hektar olup, bunun 22.882 hektarı sulanmaktadır. İl topraklarının % 34'ünü oluşturan çayır ve meralar yılın 4-5 ayı karlarla örtülü olmakla birlikte hayvancılık ildeki en gelişmiş ekonomik etkinliktir. Hayvan varlığının çoğunluğunu kıl keçisi ve koyun olmak üzere küçükbaş hayvanlar oluşturmaktadır. Tunceli, doğal su kaynakları bakımından çok zengin olmasına karşın, su ürünleri üretimi ve tüketimi yok denecek kadar azdır.
-
Tunceli El Sanatları Tunceli'de geleneksel el sanatları arasında en yaygın olanlar halı, kilim, cicim ve palaz dokumacılığı, dericilik ve çanak-çömlek yapımıdır. Günümüzde halı ve kilim dokumacılığı ilçe merkezlerinde; çanak-çömlek yapımı ise daha çok köylerde yaygındır. Dokumacılık İlde temel ekonomik faaliyetin hayvancılık olması, geleneksel el sanatları arasında dokumacılığın ön plana çıkmasını sağlamıştır. Yörede yünden yapılan halı, kilim, çanta, heybe, çorap ve keçi kılından çuval, palaz, harar, örken gibi el dokumaları yapılmaktadır. Pamuk ipliğinden çizgili olarak dokunan ve çoğunlukla kadın şalvarlarında kullanılan manusa (arap dudağı), günümüzde yaygın değildir. Yöreye özgü el sanatları arasında önemli bir yeri olan cicim dokumacılığı, Hozat'ın Dervişcemal Köyünde halen sürdürülmektedir. Yörede günümüzde de bitki köklerinden elde edilen doğal boya kullanımı yaygındır. Süslemelerde geometrik biçimlerle oluşturulmuş kompozisyonlar yaygındır. Bitki ve hayvan motiflerine daha çok aşiret dokumalarında rastlanır. Halı dokumacılığı Mazgirt, Çemişgezek, Pülümür ve Ovacık ilçelerinde gelişmiştir. Özellikle Ovacık ilçesinin Yeşilyazı Bucağında dokunan Kemaliye türü ince halılar ünlüdür. Yöre halılarının ortak özellikleri, ilmek iplerinin uzun kesilmesi, kök boya ve doğal renk kullanımıdır. Yaygın olarak lacivert, kırmızı, tuğla kırmızısı, yeşil, pembe, sarı ve turuncu renkleri kullanılır. Yörede 'mazman' denilen göçebe tezgahlarında küçük boyutlu olarak dokunan kilimlerde motiflerde küçüktür. Motifler, çözgü yönüne göre aynı renk dikey veya yatay sular halinde sıralanır. Kumaş dokumacılığı daha çok aşiretlerde yaygındır. Bunlar yünden iki iplik tekniğinde dokunur. Beyaz ve siyah renkli kumaşlara yörede 'barason' kumaşı denir. Çanak-Çömlekçilik Çemişgezek ilçesinin Karahisar Köyündeki yaygın çanak-çömlek yapımcılığı, günümüzde kaybolmaya başlamıştır. Kadınlar kırmızı killi topraktan başta güveç, kazan kapağı, ibrik, ayran leğeni, yayık ve pekmez küpü gibi kaplar yapmaktadırlar. Dericilik Tunceli'de günümüzde örnekleri çok az görülmekle birlikte, koyun derisinden namazlık, keçi derisinden tuluk (Sütün yağını çıkarmak için kullanılır), dağarcık, öküz ve inek derisinden de çarık, atların palan kayışları, eğerleri, üzengileri ve dizginleri yapılır. Ağaç Oyma - Ahşap İşçiliği İlimiz merkezinde iki adet saz yapım ve onarım atölyesi birer usta ile varlığını sürdürmekte ve sipariş üzerine çalışmaktadırlar. Mazgirt ilçesine bağlı Akpazar Beldesinde turistik amaçlı çeşitli hayvan figürleri üzerinde çalışan ve işten artan zamanını değerlendiren bir sanatkâr mevcuttur. Çeşitli ağaç köklerini ve dallarını kesip-oyarak akla gelen her türlü hayvan figürünü yapmaktadır. Yine aynı beldede, çok eski olan semercilik ve nalbantlık meslekleri az sayıda da olsa sipariş almakta ancak, hayvancılığa bağlı olarak yok olma ile yüz yüze bulunmaktadır.
-
Tunceli Yöresel Kıyafetleri Tunceli’de temel ekonomik faaliyet olarak hayvancılığın ve buna bağlı olarak dokumacılığın gelişmesi nedeniyle 1950’lere kadar ev dokumalarından yapılan geleneksel giysiler yaygın olarak kullanılmaktaydı. Tunceli yöresinde ekonomik ve sosyal yapıdaki değişimler, giyim-kuşam özelliklerini de etkilemiştir. Büyük merkezlerle ilişkiler, geleneksel giysiler yerine çağdaş giyim-kuşam özelliklerinin benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Kadın Giyimi Gençler ince tülbent, oyalı yazma, yaşlılar da koyu renkli ipek başörtüleri, kış aylarında yünlü dokuma atkılar kullanırlar. Çarşaf dışarıda başörtüsü olarak giyilmekte, üstüne ince çit (yazma) bağlanmış fesler kullanılmakta, bunun üstüne de ‘izar’ denilen beyaz bir örtü örtülmektedir. ‘Ev Bezi’ denilen beyaz bezden iç gömlek, alacasından da ucu büzgülü topuklara uzanan diz donu yapılır. Renkli dokumadan yapılan önden düğmeli içlik, ‘işlik’ üzerine üst giysisi olarak üç ya da dört etekli entari giyilir. ‘Peşli’de denilen bu entarilerin kol ağızları (zilek) geniştir. Bele kuşak, bunun üstüne de ‘kejik’ denilen ucu püsküllü şerit sarılır. Kış aylarında çuhadan, sırma işlemeli salta ya da gocik ve hırka giyilir. Şalvar, iş giysisi olarak kullanılır. Ayakkabı olarak giyilen yüksek topuklu, nalçalı yerli ‘kara kundura’ bileği sarar. Yün çoraplar nakışlıdır. Bunlara ‘çakkala’ veya ‘menemse’ denir. Erkek Giyimi İçlik, don ve kuşak, geleneksel iç giysilerini oluşturur. Üstte şalvar, tosya kuşak ve erkek saltası bulunur. Zenginlerde şalvar çuhadan dikilir. Üç etek ve kalın ak bezden dikilen mintana kırsal kesim erkek giyiminde de rastlanmakta, bu giysiler gocik ve hırka ile tamamlanmaktadır. Çuhadan önü ikili cepkenin iki kolu, koltuk altından bileğe kadar açık olup soğuk havalarda iliklenir. Palto yerine kolsuz keçe kullanılır. Dokumadan yapılan ve şal-şepik denilen giysi, bol pantolon ve yakasız ceketten oluşur. Kolları ‘zilek’li geniş ve püsküllüdür. Başta ise el örgüsü başlık ve puşi bulunur. Erkek çorapları ‘gallik’, ‘dizleme’ ve ‘konçlu’ olmak üzere üç çeşittir. Erkek çoraplarına bazı hayvan motiflerinden oluşan nakışlar yapılır. Ayakkabı olarak kış aylarında çevresi kasnaklı, altın deri ya da kıl ip örgüsü, üstten bağcıklı ‘hedik’ giyilir. Yazları ‘mazdu’, ‘ham’ ve ‘dedemburnu’ denilen çarıklar giyilir.
-
HALK EDEBİYATI EFSANELER Munzur Baba Efsanesi Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al.” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın.” der. Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar. Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve; -Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der. Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a; -Al evladım götür, der. O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur’a; -Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der. Munzur’da; Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der. Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok. Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler.Munzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağa Munzur’u görünce yanındakilere; -Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar. Munzur bu konuşmaları duyduğunda; -Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar. Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar. Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider. Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler. Gelin Pınarı Efsanesi Gelin Pınarı ya da diğer adıyla Gençlik Şelalesi Nazımiye İlçesinin kuzeyinde, İlçeye 13 Km. uzaklıkta Dereova Bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 metre yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında buraya bir efsane havası vermektedir. Yazın bunaltıcı sıcaklarında şelalenin 50 metre kadar yakınına varıldığında bir an da sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir doğa harikasıdır. Tunceli’de her güzelliğe bir efsane yakıştırılmıştır. Buranın da kendisine özgü efsanesi şöyledir. Bu yörede yaşayan ailelerden birinin genç oğlu ile genç kızı evlendirilir. Yeni gelin yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası kendisine; -Haydi gelinim, şu bakracı al sağım yerine getirilen hayvanlarımızı sağ ve sütü al getir, der. Gelin bakracı alır, köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi o da sağım yerine gelir ve kendilerine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden ayağını bakraca vurur. Süt dolu bakracı devirir, bütün süt akar gider. Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. “Daha yeni gelinim. Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler. Benimle alay edecekler, diye sızlanır. Bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır. O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahcup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense yaratana sığınarak yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatarak, o şekilde eve getirerek sepetin altına koyar. Bir müddet sonra sütü kaynatıp mayalamak için, bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında bakracın içindeki su süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahcup etmediği için Tanrıya şükreder. O gün, bugündür bu pınarlardan akan sular koyunlar sağılmaya başladığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de tekrar doğal rengine döner. Düzgün Baba Efsanesi Şah Haydar Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlarıyla meşgul olur. Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor. Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar. Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür. Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar. Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış. Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km.) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır. Bu izler hala durmaktadır. Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der. Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler. Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir.
-
GELENEKLER İlimizdeki gelenek ve görenekler günümüzde toplumsal ve ekonomik yapıda meydana değişikliklere paralel olarak artık kaybolmaya yüz tutmuştur. Kent ve kasaba merkezlerinde gelenek ve görenekler büyük ölçüde değişime uğramıştır. Ancak kırsal kesimde günümüzde az da olsa halen bir takım geleneksel unsurlara rastlanılmaktadır. Evlenme Gelenekleri İlimiz ve ilçelerinde küçük farklılıklarla da olsa aşağıda anlatılan evlenme gelenekleri geleneksel bir köy düğününü ifade etmektedir. Ancak günümüzde toplumsal yapı çok hızlı bir değişiklik yaşadığından kent merkezleri bir yana köylerde dahi aşağıda anlatıldığı şekilde bir düğün görmek hemen hemen olanaksız gibidir. Ancak geçmişte de kalsa bilinmesi açısından geleneksel bir evlenme olayı aşağıda anlatıldığı gerçekleştirilmektedir. Kız İsteme (Dünür Gitme) Evlenmeler geleneğe göre görücü usulde yapıldığı için, erkek tarafı beğendiği kızın ailesine dünür gönderir. "Allah'ın emri, peygamberin kavli ile" kızı ailesinin büyüğünden ister. Eğer yanıt olumlu ise iki taraf arasında söz kesilir ve aralarında nişanın şartları konuşularak bir tarih üzerinde anlaşmaya varılır. Nişan Erkek tarafı nişan hazırlıklarını gördükten sonra belirlenen tarihte ileri gelen bazı yakınları ile birlikte kızın tarafına gider. İki taraf arasında sohbet devam ediyorken uygun bir ortamda erkek tarafı tekrar Allah'ın emri ile kızı oğlana ister. Olumlu yanıt geldikten sonra nişan için getirilen takılar takılır. Şerbet içilir, daha sonra kız babasından şartlarının ne olduğu, başlık parası isteyip istemediği sorulur. Kız babası günün şartlarına göre belli oranda başlık ister. Oradaki cemaat erkek tarafının mali durumuna göre itirazda bulunur ve başlık parasının makul bir düzeye indirilmesi istenilir. Neticede arabuluculuk yapan hatırlı kişilerin yardımı ile başlık konusunda uzlaşma sağlanır. Kız tarafı aldığı bu başlık parasının büyük bir bölümü ile kızının çeyiz ve düğün masraflarını karşılar. Daha sonra düğün günü konuşulup karara bağlanır ve arkasından misafirlere kız evi tarafından yemek verilir. Anlaşma sağlanmadan kız tarafının yemeği yenmez, aksi takdirde yemek protesto edilir. Nişana uzaktan gelinmiş ise o gece misafir kalınır. Yakın ise herkes evine döner. Düğün Düğün gününden birkaç gün önce erkek tarafından kız evine elçi gönderilir. Herhangi bir olumsuzluk olup olmadığı sorulur. Engel bir durum yok ise, davetiyeler (mum) özel görevliler kanalı ile dağıtılarak düğün günü duyurulur. Geleneğe göre düğünler davul-zurna eşliğinde üç gün, üç gece devam eder. Düğünlerin Salı günü başlayıp Perşembe günü akşamı bitirilmesine özen gösterilir veya Cuma günü başlar, Pazar günü akşamı son bulur. Düğün Salı günü başlayacaksa, en geç bir gün önceden iki tarafın anlaştığı şekilde bir veya iki adet küçükbaş hayvan, tereyağı, şeker, çay, tuz ve yeterince un erkek tarafınca hazırlanır ve kız evine gönderilir. Davetliler erkek tarafına giderlerken düğün evinin dışında davul-zurna ekibince karşılanır. O sırada davulun üzerine para atılır. Akşam yemeğinden önce davul-zurna kapı kapı gezip komşuları düğüne davet eder. Salı günü erkek tarafı kendi çevresine, kız tarafı da kendi çevresine akşam yemeğini verir ve davul-zurna eşliğinde eğlenirler. Çarşamba günü erkek evinin bayanlarından asgari beş-altı kişi geleneksel giysileri içerisinde atlara binerek, kalabalık bir davetli gurubu ile birlikte gelini almak üzere kız tarafına giderler. Kız tarafı, erkek tarafından gelen davetli gurubunu karşılarken her aile gücüne göre üç ile beş kişilik guruba sahip çıkarak sen bu akşam benim misafirimsin der ve misafirini evine götürür. Bir çay içirerek konaklama yerini gösterir. Daha sonra beraberce düğün evine giderler. Düğün evine çevreden giden becerikli davetliler tarafından çeşitli seyirlik oyunları düzenlenir ve davul-zurna eşliğinde yöresel halk oyunları oynanır. Akşam olunca herkes davetli olduğu eve giderek akşam yemeğini yer ve isteyen tekrar düğün evinde eğlenmeye gider. İsteyen konakladığı evde istirahat eder. Sabahleyin kız tarafı gelini hazırlarken bir yandan da kızın çeyizleri genişçe bir odada cemaatin önünde açılıp sayım dökümü yapılır. Bu arada bilir kişilere sorularak eşyaya değer biçilir ve bir tutanakla karşılıklı imza altına alınır. Ancak eşyanın değeri genelde normalin hayli üzerinde fiyatlarla yazılır. Bunun amacı ileride eşler arasında bir huzursuzluk ya da ayrılma durumunda gelinin kendi eşyasını alabilmesidir. Bu bir bakıma bir çeşit sosyal güvence olarak kabul edilmektedir. Daha sonra hazırlıklar tamamlanır ve davul-zurna ekibi gelin çıkarma havasını çalmaya başlar ve bir yandan atlar hazırlanarak gelin beklenir. Tam bu sırada gelinin kardeşi ya da bir yakını gelin için hazırlanan ata binerek bahşiş ister. Bahşişini almadan attan inmez. Daha sonra gelin geleneksel giysileri içerisinde ata bindirilir. Adetlere göre gelinin bindiği atla, arkadan gelen yengenin atı arasından uğursuzluk sayıldığından kimsenin geçmemesi sağlanır. Bunun için güvenilir bir kişiye atın kuyruğu tutturularak yol boyunca yürütülür. Erkek tarafına gelindiğinde gelinin atı bir köy damının altında bekletilir. Damat, sağdıcı ile birlikte evin damına çıkar ve elindeki elmayı gelinin başına atar. Yanında harmanlayıp götürdüğü şeker, buğday, bozuk para gibi karışımı aşağıda bekleyen topluluğun üzerine serpiştirir. Bolluk, bereket ve mutluluk getirmesi dileği ile atılan yiyecek ve paraları kapmak için çocuklar birbirleriyle yarışarak toplamaya çalışırlar. Nihayet damat damdan indikten sonra köyün gençleri tarafından espri olsun diye bazen sulanır, bazen de tekme tokatla gerdeğe gönderilir. Ertesi gün gelinin evinde duvak açılır ve hanımlar yüz görümlüğüne giderler. Böylece evlilik süreci tamamlanır. Sünnet Düğünü ve Kirvelik Sünnet Düğünü Sünnet gününden birkaç gün önce kirveye haber verilir ve davetiyeler dağıtılır. Düğün günü gelen davetliler davul-zurna ile karşılanır. Gün boyunca eğlenilir. O akşam düğün sahibi gelen davetlilere ve komşularına bir yemek ziyafeti verir. Sabahleyin erken saatte kahvaltı yapıldıktan sonra çocuklar sünnete hazırlanarak bir odaya alınır. Odanın ortasına honça denilen ekmek tahtası onun üzerine de bir tepsi bırakılır. Tepsinin üzerine hiç kullanılmamış bir havlu serilerek sünnet takımları içerisine konulur. Önde sünnetçi olmak üzere davetliler kıbleye dönerek dualar okurlar. Hayırlı olması dileği ile hazırda bulunanlar tarafından tepsiye para atılır. Daha sonra oda tenhalaştırılarak kirve, sünnetçi, çocuğun babası ve bir görevli odada bırakılır. Çocukların kirvesi olan kişi yerini aldıktan sonra çocuk kucağına oturtulur ve sünnetçi tarafından sünnet gerçekleştirilir. Sünnet bittikten sonra eller yıkanır. Geleneğe göre el yıkanırken en üstte babanın eli onun altında kirvenin elleri olmak üzere üst üste tutulur. Hiç kullanılmamış bir sabunla eller aynı anda yıkanır. Bu toplu yıkamadan sonra eller tek tek ayrıca yıkanır. Bu şekildeki yıkama kirvelerin bir aile haline geldikleri anlamına gelir. Kirvelik sonucu, yeni kurulan bu aile dostluğunun saadeti temennisiyle dualar okunur ve davetliler çocukları görüp tebrik ettikten sonra ayrılırlar. Sünnet düğününden bir süre sonra kirve, çocuklara ve aile fertlerine çeşitli hediyeler alarak onları sormaya gelir. Düğün sahibi ise, kirvenin getirdiği hediyenin bir kat fazlasıyla kendisine iade eder. Kirvelik Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çok köklü bir gelenektir. İki aile arasında kirvelik törenleri yerine getirilip bağ kurulduktan sonra artık birbirleri için kutsal sayılırlar. Kirvelik koşullarının yerine getirilmesi için ailelerden biri diğerine oniki imam anlamına gelen oniki kuruşu vererek arada "Hz. Muhammed ve Ehlibeyt dostluğu"nu kurar ve ikrarını yerine getirir. Dargınlıklar ve düşmanlıklar kirvelik sayesinde dostluğa dönüşür. Kirvelik eski önemini korumamakla birlikte bugün bile toplumsal barışın sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Cenaze Törenleri Tunceli toplumunun önemli gelenek ve göreneklerinden birisi de cenaze törenleridir. İnanışa göre Allah'tan gelen ölüm haktır. Ölümden hemen sonra ölünün çenesi bağlanır. Elleri de göğsünde bağlanır. Ölüm hadisesi duyulduktan itibaren kapı komşular ve yakın akrabalar toplanarak herkes elinden gelen yardımı yapmak için bir hizmet yarışına girerler. Bir yandan mezar hazırlanırken bir yandan da cenaze yıkanıp tabuta yerleştirilir. Genelde kadınlar sesli bir şekilde ağıt yakarlar. Defin öncesinde hocanın önderliğinde cenaze namazı kılınır. Hoca dua okurken, törene katılan herkes tabutun üzerine para atar. Toplanan para ile hocanın ücreti ve araç gereç masrafları karşılanır. Defin işleminden sonra hizmeti geçen insanlara gerek ölü evinde gerekse komşu evlerinde hazırlanan yemekler törene katılanlara ikram edilir. Daha sonra ölü sahibine başsağlığı dilenir ve herkes dağılır. Ölü sahibi üçüncü günde bazı yiyecekler hazırlayarak mezara gider, dualar okunur. Ayrıca ölüm olayının kırkıncı gününde ölü sahibi hayrını verir. Bu nedenle helva pişirilip mezar ziyaret ediler ve yine dualar okunur. Yörede "insan öldüren Hakkın binasını yıkmış gibidir" inanışı hakim olduğu için katil olanlar ne cemaate alınır ne de Cem'e. Doğum Adetleri Doğum sırasında komşu kadınlar ve genç kızlar doğumun olduğu eve giderek çeşitli oyun ve eğlencelerle hastayı sabaha kadar eğlendirmeye çalışırlar. Bu eğlenceler üç gece devam eder. Eski geleneğe göre kırsal kesimde yeterli sayıda ebe-hemşire olmadığı için bu görev genellikle tecrübeli köylü kadınlar tarafından yerine getirilir. Doğan bebeğin göbek bağı bu tecrübeli kadın tarafından kesilerek ebelik görevi yapılmış olur. Günümüzde doğum olayı imkânlar ölçüsünde modern tıbbın gereklerine göre yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Yörenin eski kültüründe erkek çocuk isteği ailede ağır basar. Çocuğu olmayanlar ve, Çocuğu olup ta değişik hastalık nedeniyle kısa sürede ölen aileler tarafından dilek tutulup ziyaretlere gidilir. Çocuğu olmayanların çocuğu olması ve çocukları olup ta kısa sürede ölen ailelerin çocuklarının yaşaması için adaklar adanır. Dileklerinin kabul olması halinde bu aileler tarafından adaklar yerine getirilir ve kurbanlar kesilir. Ancak ifade edilmeye çalışılan bu inanışlar günümüzde çok az yerine getirilmektedir. Diş Hediği Çocuk ilk diş çıkardığı zaman, buğday haşlanarak diş hediği hazırlanır. Bu hedik komşulara dağıtılır. Komşularda hedik kabına çeşitli hediyeler koyarak çocuğa gönderir ve tebrik ederler. Niyaz Kaçırma Diğer bir adı da köstek kaçırmadır. Yeni gezmeye başlama döneminde çocuğun ailesi tarafından niyaz denilen yağlı ekmek hazırlanır ve kolayca kopacak bir pamuk ipliği ile yürümeye başlayan çocuğun ayağına bağlanır. Çok hızlı koşan bir genç bu ekmeği tepsiyle birlikte kaparak kaçırır. Kaçıran genci, diğer gençler yakalamak için kovalarlar, sonra yanına gelerek niyazı yerler. Bundan maksat, çocuğun çevik ve hareketli olmasını dilemektir.
-
TUNCELİ YEMEKLERİ Keledoş (Tunceli) Malzemesi: Kurut ayranı Soğan Kavurma Yağ Tandır ekmeği veya yufka ekmeği. Yapılışı: Soğan halka şeklinde doğranır, kavurma, yağ ve salça ile kavrulur. Üzerine yavaş yavaş kurut ayranı dökülerek kaynayıncaya kadar karıştırılır. 20 dakika pişirilmeye bırakılır. Bir sahan içine ekmeği veya pişmiş yufka ekmeği (yörede fetir ekmeği de denir) doğranır. Küçük parçalar halinde doğranmış ekmeğin üzerine dökülür. Sabah kahvaltısında yenir. Sarımsaklı Ekmek (Tunceli) Malzemesi: mayasız hamurla yapılmış yufka (pişmiş olarak) 2 veya 4 diş sarımsak yoğurt tereyağı. Yapılışı: Yufka ekmekler yuvarlanarak (rulo şekline getirilerek) küçük parçalar halinde koparılıp sarımsaklı yoğurda batırılıp tepsi veya tabağa dizilir. Yağ iyice kızdırılır,tabağa dizilen ekmeğin üzerine dökülür(gezdirilir). Servise sunulur. Ayranlı Çorba (Tunceli) Malzemesi: 1 kg ayran 1 kaşık tuz 1 kaşık (avuç) un 1 adet yumurta 500 gr. döğme 1 avuç nohut Reyhan veya yarpuz (yabani nane). Yapılışı: Bakır bir tencere içine ayran konarak içine un, tuz,yumurta sarısı ilave edilir ve iyice karıştırılır. Kaynayıncaya kadar tahta kaşıkla karıştırılmaya devam edilir. Önceden ıslatılmış nohut ilave edilir. Nohut biraz piştikten sonra döğme katılır, 20-30 dakika kaynatıldıktan sonra yarpuz (yabani nane) konur. Taze yarpuz daha iyi tat verir. Mevsim kış ise kuru nane karıştırılır. 5 dakika daha kaynatılır. Soğuk servis yapılır. BINBAR DOLMASI (Tunceli) Malzemesi: Küçük baş hayvan bağırsağı (temizlenmiş şekli ile) İnce bulgur Tuz Tahta tokmakla tahtada dövülmüş kıyma Baharat Reyhan. Yapılışı: Bulgur, kıyma, salça, baharat, reyhan bir kap içinde su ile karıştırılarak az sulu bir şekilde temizlenmiş bağırsakların iç kısmı dışa gelecek şekilde doldurulur. Uçları bağlanır ve bakır tencerede mantız üzerinde kömür ateşi ile haşlanarak pişirilir. Pişme işleminden sonra tavada ısıtılmış yağda kızartılır. Kızartma işleminden sonra küçük parçalar halinde (dolma şekli bozulmadan) doğranarak servis yapılır. GÖMME (Tunceli) Malzemesi: 1 kg un 1 kg ayran veya yoğurt 500 gr. tereyağı 2 baş sarımsak Yapılışı: Özellikle kış mevsiminde yapılan, ilçemize özgü bir yemek çeşididir. Asıl gömme, killi bir topraktan yapılmış özel bir ocakta pişirilmekle beraber bazen iki saç arasında da pişirilir. Hazırlanan hamura (mayasız olacak) ocağın büyüklüğüne göre kalın ve yuvarlak bir ekmek şekli verilir. Kızgın ocağın tabanı temizlendikten sonra ocağa konur, üzerine saç kapatılır, ateş örtülür ve pişirilmeye bırakılır. İyice pişirilen ekmek çıkarılıp soğutulduktan sonra, orta kısmı tabak şeklinde oyulup ekmekler ufaltılır (küçük küçük doğranır) oyulan kısma yerleştirilir. Kenarlarına sarımsaklı yoğurt dökülür. Gömmenin üst kabuğu yuvarlak şeklinde kesilerek ortası delinir. Ufalanmış gömmenin üst tepesine konur üzerine eritildiği kızgın tereyağı dökülür. Not: Yöremizde hazırlanan en eski yemeklerden olan gömme değişik hazırlama ve servis şekillerine göre zılfet, borani, parğaç, deve lokması gibi isimler alırlar. Ayrıca bulgurlu ve içli gömme çeşitleri de mevcuttur. BABUKO (TUNCELİ) Yarım kilo süzme yoğurt (Damal da Kurutulmuş yoğurt Keş denir) Yeterince bayat ekmek Yeteri kadar su tuz Tereyağı 1. Buğday unundan hamurunu hazırla,mayasınıda koymayı unutmayın.Daha sonra mayalanmaya bırakın.Hamur mayalandıktan sonra ona yuvarlak teker şeklinde bir şekil verilir..Sonra meşe odunu ile ıstılmış ocakta sacın altına yerleştirilerek pişirmeye bırakılır.Nar gibi piştikten sonra çıkarılır.Kömbe kuzine sobadada pişirilebilir 2.Yoğurt yada keşten yapılmış ayran bir kaba konur 3.Yeterince tereyağı bir tavada eritilir 4. Buğday unundan yapılmış ve kömbe diye bilinen büyükçe ekmeği üzerindeki kızarmış kabuğu bıçakla daire şaklinde kesilerek çıkarılır.Kömbenin içi oyularak çıkarılır.Çıkarılan iç lokmalar şeklinde doğranır.Kömbenin içerisine dökülür.Üzerine ayran ve ayranında üzerine eritilmiş tereyağı dökülerek sevise hazır hale getirilir. Herkes çataliyle bu yemeği kömbenin tepsi şeklindeki o kabuğunun içerisinde yer. Bıcık (Tunceli) Malzemeler: hamur için: un tuz maya yeteri kadar su yağ sosiçin: tereyağı sarımsak ayran Yapılışı: Önce hamur yoğrulur ve genişce bir kaba yayılır, fırına sürülür normal ekmek gibi pişince fırından alınarak sogutulur. Tepsiden çıkarmadan ekmeğin içi oyulur ve çıkan ekmek parçaları ufaltılarak tekrar tepsinin içine konur. sos yapılışı: sarımsaklar ezilir ve ayran ile karıştırılır elimizdeki sarımsaklı ayranı daha önce hazırladığımız ekmeğin üstüde gezdirerek ekmeğe ayranın yedirilmesi sağlanır daha sonra bir tava içine istediğiniz kadar tereyağını koyarak eritip ayranlı ekmeğin üzerinden gezdiriniz. sıcak servis ediniz. ŞORBİK (TUNCELİ) MALZEME: Nohut 1/2 su bardağı Su 6 su bardağı Soğan 4 adet Süt 2 su bardağı Katı yağ 5 çorba kaşığı Tuz Kemikli dana eti 500 gr. YAPILIŞI: Nohutu bir gece öncesinden (ya da 6 saat önce) bol soğuk su ile ıslatarak şişmeye bırakın. Soğanları ince ince kıyın. Yağı tencerede eritin. Yağ kızınca etleri her yanı eşitçe renk alıncaya kadar kızartın. Kavrulmuş etlere soğanları ve nohutları katıp, 5 dakika daha kavurmayı sürdürün. Suyu ekleyip bir taşım kaynatın. Köpüğünü alıp, tuzunu ayarlayın. Ateşi kısın, etler ve nohutlar yumuşayıncaya kadar pişirin. Pişen malzemeye sütü katıp, kısık ateşte 10 dakika pişirin. Ateşten alıp, sıcak olarak servis yapın. Taş Ekmeği (Tunceli) Malzemesi: Un Yumurta Su Tereyağı Şeker Tuz. Yapılışı: Un, su, yumurta, tuz bir kapta karıştırılır. Bulamaç haline getirilir. Kızgın taş veya saç yağlı bezle temizlenir. Bulamaç kepçe ile üzerine dökülür.Taşın üstündeki ekmekler piştikten sonra bir tepsiye alınarak üst üste dizilir. Baklava dilimi doğranır. Üzerine şeker şerbeti ve tereyağı dökülür. Yemek servise hazırdır. İçli Köfte (Tunceli) Malzemesi: Bulgur Un Kıyma veya kavurma Tuz Soğan Baharat Yapılışı: Bulgur suda az kaynatılarak yumuşatılır. Yumuşayan bulgura leğende biraz un karıştırılarak yoğrulur. Bir baş soğan doğranarak kıyma veya kavurmaya karıştırılır. İsteğe bağlı olarak baharat kullanılabilir. Bu iç hazırlandıktan sonra bulgur ceviz büyüklüğünde topaklar haline getirilir ve baş parmakla içi açılır. Hazırlanan kıymalı, soğanlı iç doldurulduktan sonra topak bulgurun ağzı kapatılır. Hazırlanan köfteler kaynatılmış suya bırakılır. Yaklaşık on dakika kaynadıktan sonra ocaktan indirilir. Bu köfteler bütün olarak yenebileceği gibi bir sahanda doğranarak üzerine tereyağı dökülerek de yenebilir.
-
COĞRAFİ YAPI Tümüyle Fırat Havzası içerisinde kalan İl, doğal sınırlarla kuşatılmış yüksek bir bölgedir. Doğu Toros Dağlarının uzantıları doğu-batı yönünde uzanarak ilin kuzeybatısını, kuzeyini ve kuzeydoğusunu hemen hemen bütünüyle kaplar. Bu dağlar aşılması güç sıralar oluşturduğu için Tunceli, Türkiye'nin doğu ucunda Iğdır Ovasından başlayıp Erzincan Ovasına kadar uzanan verimli çöküntü alanıyla bütünleşememiştir. Bu dağlar, yer yer hem yüzey sularıyla aşınarak hem de akarsular tarafından derince oyularak yüksek platolara dönüşmüştür. Vadiler çok dar ve dik olup vadi tabanlarında ovalar oluşmamıştır. Güneyden kuzeye ve batıdan doğuya yükselen il topraklarının % 70'ini dağlar, % 25'ini platolar, % 5'ini ovalar ve düzlükler oluşturmaktadır. DAĞLAR Tunceli il sınırları içerisinde bulunan dağlar Doğu Torosların uzantısı olarak batı-doğu yönünde uzanmaktadır. Munzur Dağları ve uzantısı olan Avcı Dağları, il topraklarının kuzeybatı ve kuzey kesiminde doğal sınır oluşturmakta, kuzeydoğusunda ise Bağırpaşa Dağı yer almaktadır. İlin en yüksek noktası, Munzur Dağlarının doğusunda 3463 metre yükseklikteki Akbaba Tepesidir. İlin orta ve güney kesimlerinde 1500-2000 metre yükseklikte dizilen tepeler vardır. Mazgirt'in doğusundaki Kırklar Dağı (2033 m.), Hozat'ın güneydoğusundaki Topatan Tepe (2234 m.) , Merkez-Ovacık arasında bulunan Karaoğlan Dağı (2422 m.) ilin başlıca yüksek tepeleridir. Birbirlerinden derin ve dar vadilerle ayrılan ve tek tek yükselen bu dağlar, sık sayılabilecek meşe ormanlarıyla kaplıdır. Eteklerde ise ardıç topluluklarına rastlanır. Munzur Dağları Munzur Dağları, ilin kuzeybatısı, kuzeyi ve kuzeydoğusunda çok zor geçit veren sıralar halinde 130 km. boyunca uzanmaktadır. 25-30 km. arasında değişen çok geniş bir taban üzerine oturan Munzur Dağlarının doruklarında yükselti genellikle 3000 metrenin üzerindedir. Munzur Dağlarının Tunceli sınırları içerisinde kalan bölümünde en önemli dorukları batıdan doğuya Biçare Dağı (3111 m.), Ziyaret Tepe (3071 m.) ve Akbaba Tepesidir. (3463 m.) Munzur Dağları, dik bir biçimde Ovacık çöküntü alanına inmektedir. Bu kesim Mercan Dağları olarak bilinmektedir. 1400 metre yükseltili Ovacık'tan sonra, 2800-3000 metreye çıkan yükselti kuşağında çok dik yamaçlar bulunmakta ve bu yamaçlardan kuzeye doğru açılan havza tabanlarına inilmektedir. Havza tabanlarıyla havzaları birbirinden ayıran yüksek sırtlar, yaz aylarında yöre halkının yaylak alanlarını oluşturmaktadır. Güney yamaçlarında yer yer rastlanan meşe ve ardıç toplulukları dışında hemen tümüyle çıplak olan Munzur Dağlarının 2700 metreden yüksek kesimleri sürekli karlarla kaplıdır ve kış aylarında yüksek ve sarp geçitler kapanmaktadır. Bu geçitlerin en önemlileri yükseltileri 3000 metreye yaklaşan Mercan ve Kemah geçitleridir. Bağırpaşa Dağı Bağırpaşa Dağı, Munzur Dağlarını Karasu-Aras Dağlarına bağlayan geniş ve yüksek bir kütledir. İl alanının kuzeydoğu ucunu tamamıyla kaplayan Bağırpaşa Dağı, batıdan Pülümür Çayı Vadisi, kuzeyden Karasu Vadisi, güneyden Peri Suyu Vadisi ile çevrilmiştir. Zirveleri sürekli kar ve buzlarla kaplı olan Bağırpaşa Dağının en yüksek noktası 2906 metredir. Özellikle güney etekleri, meşe ve ardıç ağaçlarından oluşan sık bir örtüyle kaplıdır. Pülümür, Karasu ve Peri Suyu vadilerine doğru alçalan kesimler, zengin otlaklarla kaplı platolar durumundadır. PLATOLAR İl topraklarının % 25'ini kaplayan platolar, Munzur Dağlarının ve Bağırpaşa Dağının doruklar bölgesinde, yüksek sırtlarla çevrilmiş düzlükler şeklindedir. Ayrıca güneydoğu ve doğuda Pülümür Çayı Vadisine inen kesimde, çeşitli yükseklik basamaklarına sıralanmış platolar vardır. Bu platoların en ünlüleri, Mercan Dağları üzerindeki Merk Yaylası ve Munzur Dağlarının orta bölümünde yer alan Kepir Yaylası'dır. Kışları çok soğuk geçen bu platolar yazın otlak alanları olarak kullanılır. İlin orta ve güney kesimlerindeki dağlarda kalkerli kayaçların aşınmasıyla oluşan platolar, ot ve su kaynakları açısından kuzeydeki platolara göre daha zayıftır. Ancak ulaşım kolaylığı ve otlatma süresinin uzunluğu nedeniyle hayvancılık açısından önem taşımaktadır. VADİLER Tunceli'de vadiler yüksek ve sarp kesimlerde hem il içinde hem de çevre illerle bağlantıyı sağlayan doğal ulaşım yollarını oluşturmaktadır. Çoğunlukla güney doğrultusunda uzanan vadiler, henüz gelişmelerini tamamlamamış, dar ve dik yarıklar halindedir. Tektonik çöküntü alanlarında oluşan akarsu vadileri biraz daha geniştir. İlin en önemli vadileri Munzur, Mercan, Pülümür, Peri ve Tahar Çayı Vadisidir. Bu vadilerin özellikle güneyinde yer yer genişleyen kesimlerinde tarım yapılabilmektedir. Munzur Vadisi Munzur Vadisi, Munzur Dağlarının orta bölümünde yer alan tepelerin güney yamaçlarından pek çok kol halinde başlar. Bu kollar, ilin en büyük düzlüğü olan Ovacık çöküntü alanında birleşir. Munzur Vadisi, merkez ilçede Pülümür Vadisiyle birleşerek güneye uzanır ve orada Keban Baraj Gölüne ulaşır. Pülümür Vadisi Pülümür Vadisi, Avcı Dağlarının doğu yamaçlarından birkaç kol halinde başlayıp güneye uzanan çok dar ve dik bir vadidir. Merkez ilçede Munzur Vadisi ile birleşip güneyde Keban Baraj Gölüne açılmaktadır. Peri Vadisi Peri Vadisi, Bingöl Dağlarının batı yamaçlarında çok sayıda kol halinde başlar. Elazığ-Tunceli sınırını oluşturarak güneye Keban Baraj Gölüne açılan vadi yer yer dar ve diktir. Peri Vadisi, Tunceli-Bingöl arasındaki ilişkiyi sınırlandıran doğal bir engel oluşturmaktadır. Tahar Vadisi Tahar Vadisi, Kırklar Dağının batı yamaçlarından batıya ve güneye yönelerek Keban Baraj Gölüne açılmaktadır. Diğer vadiler kadar dar ve dik değildir. Çemişgezek yöresinde yer yer genişlediği kesimlerde, akarsu yatağının iki yanında sıra sıra bükler oluşmuştur. OVALAR Tunceli'de ovalar il topraklarının % 5'ini kaplamaktadır. İlde önemli sayılabilecek ova ve düzlükler bulunmamaktadır. Tunceli'nin kuzey yarısındaki düzlükleri, Munzur Dağlarının güneyindeki çukurlukta oluşmuş Zeranik Ovası ile Ovacık ilçesinin Yeşilyazı Bucağında bulunan Yeşilyazı Ovasıdır. Munzur Dağlarından ovaya inen çok sayıda akarsu ve yüzey sularının taşıdıkları maddeler, çöküntü alanının tabanında kalın bir alüvyal toprak tabakası oluşturmuştur. 74 Km2 büyüklüğünde ve 1350 metre yükseltili Ovacık Ovasında toprak bitkisel üretime elverişli olmakla birlikte, iklim çok sert olduğu için tarımsal etkinlikler sınırlıdır. Ovacık İlçesi Yeşilyazı Bucağındaki Yeşilyazı Ovası ise 44 Km2 büyüklüğündedir. Buralarda hububat ve bakliyat ekimi yapılmakta ve bu alanların bir kısmı sulanabilmektedir. AKARSULAR Tunceli, akarsu yönünden çok zengindir. Düzenli yağış alan yüksek dağlarda yer altına sızan kar ve yağmur suları, daha düşük yükseltilerde kaynaklar şeklinde yeniden yüzeye çıkar. Akarsuları besleyen bu kaynaklar sürekli olduğundan, akarsuların taşıdığı sular bol ve akışları da oldukça düzenlidir. İlin önemli akarsuları, Munzur Suyu, Mercan Deresi, Pülümür Çayı, Peri Suyu ve Tahar Çayıdır. GÖLLER Tunceli'de Keban Baraj Gölünün dışında önemli ve büyük göl yoktur. Munzur Dağları ile bu sıranın alt birikimlerini oluşturan Mercan, Avcı, Karasakal Dağları üzerinde ve Bağırpaşa Dağının doruklar bölgesinde buzul yataklarının zamanla suyla dolması sonucunda oluşmuş küçük krater gölleri vardır. Bunlardan bazıları Karagöl, Koçgölü, Mercan Gölleri, Katır Gölleri, Dilincik Gölü, Çimli Gölü, Şer Gölü ve Buyer Baba Gölleridir. Krater gölleri içerisinde en büyüğü, Ovacık-Koyungölü Köyünün kuzeyinde, 2400 metre yükseklikte yer alan Karagöl'dür. Koyungölü Köyü sakinlerinin geçmişte yayla alanı olarak kullandığı göl çevresinde bitki örtüsü ve doğal peyzaj etkileyicidir. Genelde 2000-3000 metre yükseklikteki zirvelerde yer alan bu göllere bugünkü durumda herhangi bir ulaşım olanağı yoktur. BİTKİ ÖRTÜSÜ Tunceli ilinde çok farklı veriler sunan fiziki coğrafya özelliklerine, iklim farklılıklarına ve çok zengin olan su kaynaklarına bağlı olarak ortaya çıkan bio-çeşitlilik, il topraklarında özellikle bahar aylarında bitki örtüsü ve doğal peyzaj bakımından da zengin görüntülerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Doğu Anadolu Orman Kuşağı içinde kalan il topraklarının % 27'sini kaplayan ve genelde bodur ve baltalık meşe ağaçlarından oluşan ormanlar, ilin orta ve kuzey kesimlerinde, Tunceli Merkez, Ovacık, Pülümür, Hozat ve Nazımiye ilçelerinde yoğunlaşmaktadır. İlin kuzeyinde batıdan doğuya sıralar halinde uzanan dağların 1800-2000 metreden daha yüksekteki sarp ve dik yamaçları, doğal koşullar ve iklim nedeniyle ağaç yetişmediği için genel olarak çıplaktır. Bu dağların güney yamaçlarında, 1800 metreden daha alçak kesimlerde yer yer meşe ve ardıç topluluklarına rastlanmaktadır. Dağların güneye doğru alçalan orta ve güney kesimlerinde, tek tek yükselen dağlarla, bu dağları birbirinden ayıran sırtlar genelde meşe ormanlarıyla kaplıdır. Vadilerde ve akarsu boylarında meşe ağaçlarının yanı sıra ardıç, gürgen, dişbudak, akağaç, söğüt, kavak ve çınar ağaçları da bulunmakta, platolarda ise doğal bitki örtüsünü kısa boylu çayır otları oluşturmaktadır. Munzur Vadisi tabanında ve su boylarında karışık olarak karaağaç, akağaç, kızılağaç, dişbudak, çınar, asma, huş, ceviz, yabani fındık, kavak, söğüt ve çalı türlerinden oluşan zengin bir bitki örtüsü bulunmaktadır. Alt flora, meşelerin koru niteliğinde olduğu yerlerde zengin durumdadır. Bitki örtüsü bakımından çok zengin olan Munzur Vadisi Milli Parkı florasında 1518 çeşitli bitki kayıtlı olup, bunlardan 43 çeşidi Munzur Dağlarına, 227 çeşidi Türkiye'ye endemik türlerden oluşmaktadır. Munzur Dağlarından başka hiçbir yerde bulunmayan endemik bitkiler arasında; Çan Çiçeği, Erzincan Kirazı, Bindebir Keklik Otu, Munzur Kekiği, Munzur Düğün Çiçeği, Dağçayı, Munzur Dağı Oltuotu ve Menekşe sayılabilir. Çemişgezek ve Pertek ilçelerinde orman varlığı gün geçtikçe azalmakla birlikte Keban Baraj Gölüne bakan kesimlerde bodur meşeliklere rastlanmaktadır. Güney ilçelerinde orman varlığının zayıflamasına karşın meyve bahçelerinin yaygın olması, bitki örtüsünü zenginleştirmektedir. İlin özellikle orta ve kuzey kesimlerinde düzlüklerde ve akarsu kenarlarında ilkbahar aylarında canlanan çeşitli kır çiçekleri, rengârenk örtüler oluşturarak çok güzel görüntüler oluşturmakta ve ilin bitki çeşitliliğine çok önemli katkı yapmaktadır. YABANİ HAYVAN VARLIĞI Tunceli ili, yaban hayvan hayatı bakımından da oldukça zengindir. Özellikle Munzur Vadisi ve çevresi yaban hayvanları için elverişli bir ortam sunmaktadır. Çengel Boynuzlu Yaban Keçisi ve Bezuvar isimli iki tür dağ keçisi ile av kuşlarından Ur Kekliği bu yöreye özgü ilginç ve nadir türlerdir. Çengel boynuzlu yaban keçisi, yazın orman sınırının üzerindeki kayalık yerlerde, kışın ormanın içindeki sarp yerlerde yaşamaktadır. İlde sansar, kokarca, porsuk, tavşan, dağ keçisi, dağ koyunu, tilki, boz ayı, domuz, kurt, sincap ve kirpi yaban hayatının yaygın türlerini oluşturmaktadır. Mağaralarda ve kaya kovuklarında yaşayan boz ayı Munzur yaban hayatının önemli büyük memelilerinden biridir. Bölgenin diğer büyük memelileri, orman içerisindeki kayalıklarda yaşayan vaşak, yaban domuzu ve bozkurt'tur. İlde yırtıcı kuşlardan kartal, akbaba, doğan, şahin, atmaca, kerkenez, tellice ve çaylaklara hemen her yerde rastlanmaktadır. Gece yırtıcılarından puhu kuşu, baykuş ve yarasa da yaygın türlerdendir. Yörede yaşayan diğer kuş türleri arasında keklik, çil keklik, toy, mezgeldek, turna, bıldırcın, çulluk, üveyik, tahtalı ve kaya güvercinleri, bazı ördek türleri ve ender olarak da kaz bulunmaktadır. Munzur Suyu, kırmızı benekli alabalık türlerinin yetişmesine çok elverişli olup, özellikle yukarı çığırında bol alabalık yaşamaktadır. Munzur Suyunda alabalık, kepenez ve dargın balığı, suyun ısındığı aşağı kısımlarda yayın balığı, diğer akarsularda ise alabalık, kepenez balığı ve çay balığı bulunmaktadır. Keban Baraj Gölünde ise sazan, küpeli balık ve turna balığı türleri bulunmaktadır. Ovacık'ın doğusunda Munzur Gözelerinin 1-2 Km. güneyinden başlayarak, başta Munzur Suyu ve Mercan Deresi olmak üzere Tunceli'ye kadar 80 Km.lik alana yayılmış bulunan kırmızı benekli alabalık önemli bir değere sahiptir.