-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
1.KÖRFEZ SAVAŞI Birinci Körfez Savaşı (1990-1991), 2 Ağustos 1990'da Irak'ın Kuveyt'i isgal etmesiyle başlayan körfez krizinin sonucunda gerçekleşen, ABD öncülüğünde, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır gibi 28 devletin askeri koalisyonuyla Irak Devleti arasında yapılan uluslararası çatışma. Kuveyt'in İşgali Irak'ın Kuveyt'i işgali genelde Saddam Hüseyin'in politikalarına bağlansa da tarihsel olarak sorun 1932 ve 1961'de gündeme gelmiş, hatta Irak Temmuz 1961 'de burayı ilhak ettiğini açıklamış ama bundan vazgeçmek zorunda kalmıştı. İran-Irak Savaşı'nın 1988'de sona ermesinden sonra Saddam rejimi Kuveyt'in kendisine ait petrolü çaldığını ve üretimi yüksek tutarak petrol fiyatlarının düşmesine neden olarak Irak'ı zarara uğrattığını ileri sürmüş ve bu ülkeye 50-80 milyar ABD Doları civarında tahmin edilen borcunun silinmesini istemişti. Bu konuda yapılan görüşmelerden sonuç alınamayınca Irak 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti. Irak lideri Saddam Hüseyin Kuveyt'e karşı giriştiği saldırı ve işgal hareketinin açık hedefi bu ülkenin zengin petrol rezervlerini ele geçirmekti. Saddam Hüseyin yönetimi uluslararası çağrılara rağmen ısrarlı bir tutumla Kuveyt'teki kuvvetlerini çekmeyi reddetti ve 8 Ağustos 1990'da Kuveyt'i Irak'ın 19. ili olarak ilhak ettiğini açıkladı. Diploması Ve Askeri Hazırlık Kuveyt'i işgal etmekle Irak, dünyanın bilinen petrol rezervlerinin yüzde 20'sini ele geçirmişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 3 Ağustos'ta Irak'a Kuveyt'ten çekilme çağrısında bulundu ve 6 Ağustos'ta da uluslararası düzeyde Irak'la ticareti yasaklayan bir karar aldı. Kuveyt'in işgalinden sonra Irak bu kez Suudi Arabistan için potansiyel bir tehdit oluşturmaya başladı; Irak'ın Suudi Arabistan'a da girmesi, dünya petrol rezervlerinin yarıya yakınının bu ülkenin eline geçmesi anlamına geliyordu. ABD ile Batı Avrupa'daki NATO müttefiklerini olası bir saldırıyı caydırmak üzere hemen Suudi Arabistan'a asker sevk etmeye yöneltti. Mısır ve öteki bazı Arap ülkeleri de Irak karşıtı koalisyona katıldı ve bölgeye kuvvet göndererek askeri yığınağa katkıda bulundu. BM Güvenlik Konseyi 29 Kasım 1990'da Irak'ın 15 Ocak 1991'e değin Kuveyt'ten çekilmemesi halinde kuvvete başvurulmasını öngören bir karar aldı.Ocak 1991'e gelindiğinde Saddam'a karşı oluşturulan koalisyonun bölgedeki askeri gücü 700 bin kişiye ulaşmıştı. ABD 540 bin askerle bu gücün asıl ağırlığını oluşturuyordu; geriye kalan bölüm Birleşik Krallık, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve başka ülkelerin sayıca daha küçük asker birliklerini kapsıyordu. Savaş Hava Harekatı Savaş, 16-17 Ocak 1991 geceyarısı ABD öncülüğünde Irak'a karşı girişilen geniş çaplı hava akımıyla başladı.Savaş boyunca kesilmeden süren hava bombardımanı, izleyen birkaç hafta içinde Irak'ın komuta ve iletişim altyapısını, elektrik üretim kapasitesini, havaalanlarını ve hava savunma sistemini, kimyasal silah ve nükleer araştırma tesislerini büyük ölçüde yok etti.Şubat ortalarına gelindiğinde müttefik hava saldırılarının ağırlığı Kuveyt'te ve Irak'ın güneyinde bulunan ileri kara kuvvetlerine kaymış bulunuyordu.Bu saldırılar tahkimatlar, yeraltı sığınakları, silah depolarının, tankların ve öteki zırhlı araçların yok edilmesini getirdi.23 Ocak 1991'de, kara harekatını deniz yönünden bakleyen Irak, petrol vanalarını açarak Basra Körfezi'nin kuzeyini petrol kuyusu haline getirdi. USAF 4. Fighter Wing'e bağlı F-16, F-15C ve F-15E yanan petrol sahasının üzerinde (Kuveyt, 1991) Kara Harekatı 100 Saatlik Kara Harekatı: 24 Şubat'ta Suudi Arabistan'ın kuzeydoğusundan Kuveyt içlerine ve Irak'ın güneyine doğru geniş çaplı bir müttefik kara saldırısı başladı.Müttefikler üç gün içinde Irak direnişini çökerterek Kuveyt kentini geri aldı.Bu arada Kuveyt'in batı kesiminde zırhlı birliklerle bir yarma hareketine girişen asıl kuvvetler hızla Irak içlerine yöneldi ve Basra'nın güneyinde tutunmaya çalışan Cumhuriyet Muhafızları adlı seçkin Irak birliklerinin çoğunu 27 Şubat'ta saf dışı bıraktı.ABD başkanı George Bush 28 Şubat'ta ateşkes ilan ettiğinde, Irak direnişi bütünüyle kırılmış bulunuyordu.Ateşkes, Bağdat saatiyle 28 Şubat günü saat 08:00'de uygulamaya konuldu. Ölüm Otoyolu; Kuveyt ile Basra arasında uzanan otoyol, ABD kuvvetlerince yok edilmiş, Irak'a ait binlerce askeri ve sivil araçla dolmuştu. Ateşkes Ateşkes görüşmeleri, Körfez Savaşı'na katılan Koalisyon Kuvvetleri ve Irak askeri heyetleri arasında 3 Mart 1991 günü Kuveyt-Irak sınırının 5 km kuzeyindeki Koalisyon Kuvvetlerinin eline geçmiş, Safven kasabası yakınında bir Irak hava üssündeki bir çadır içinde yapıldı.Görüşmeleri Koalisyon Kuvvetleri komutanı ABD'li General Norman Schwarzkopf, İngiliz komutan Sir Peter de la Billiere ve Fransız general Michel Roquejeoffre ile Iraklı generaller Sultan Haşim Ahmet ve Irak'ın Kuveyt işgalinde 3. Alay komutanı olan Salih Abbud Mahmut yürüttü. BM Güvenlik Konseyi'nin 686 numaralı kararı olarak bilinen ateşkesin başlıca şartları; Irak'ın, Kuveyt'i ilhak ettiğine dair kararı kaldırması. Irak'ın, Kuveyt'ten elde ettiği tüm mülkleri ve esirleri iade etmesi. Kuveyt'e yönelik askeri harekata son verilmesi. Irak, bundan böyle tüm Birleşmiş Milletler üye ülkelerine yönelik, füze saldırıları ve savaş uçağı uçuşları dahil, şiddete ve provokasyona dayalı hareketlerden kaçınması. Irak, Kuveyt'i ilhak kararını kaldırmak ve tazminat ödemek başta olmak üzere bütün şartları kabul etmek zorunda kaldı. Bu şekilde Körfez Savaşı fiilen sona ermiş oldu. 1991 yılı Nisan ayının ilk haftasında, Irak'ın BM Güvenlik Konseyi tarafından ortaya konan ateşkes şartlarını kabul ettiğine dair yazılı müracaatı ile de Körfez Savaşı resmen sona erdi. Irak'ın Yenilmesinin Sebepleri Savaş başlamadan önce Irak, dünyanın beşinci büyük kara ordusuna sahipti. Fakat bu durum Irak'ın çok kısa bir sürede yenilmesine engel olmadı. Bu yenilginin en büyük sebebi, Amerika Birleşik Devletleri ve müttefik ordularının nitelik (eğitim ve donanım) bakımından Irak ordularına kıyasla çok üstün olmasıdır. Müttefik orduları, hızla haraket edebilen ve yüksek teknolojiyi etkin biçimde kullanabilen ordulardı. Buna karşılık Irak orduları, 8 yıl süren Irak-İran Savaş'ndan yorgun çıkmış, savaşma iradesi düşük ve klasik piyade savaşına göre eğitilmiş ordulardı. Irak'ın yenilmesinde pay sahibi olan ikinci önemli etken, II. Dünya Savaşı'ndan beri bilinen bir savaş gerçeğiydi: Savaşılan bölgede hava üstünlüğünü sağlamak ve hava ile kara güçleri arasında etkin bir eşgüdüm sağlamak; karşı konulmaz bir üstünlük getirir. Müttefikler hava-kara koordinasyonunu parlak bir biçimde gerçekleştirirken Irak güçleri bu avantajdan yoksundu. Çölde saklanamayan ve havadan korunamayan Irak ordusu, müttefik saldırıları karşısında yok oldular. Nedenlerden üçüncüsü, vurucu gücü ne olursa olsun, tek bir silaha dayanmanın yarattığı aşırı ve yapay güven duygusudur. Saddam, Sovyetler'den aldığı Scud füzelerine ve bu füzelerin ucuna yerleştirmeyi planladığı kimyasal/biyolojik başlıklara güveniyordu. Ancak, bu füzeler savaş sırasında istenilen başarıyı gösteremedi. Füzeler Amerikan Patriot Hava Savunma sistemi tarafından havada yok edildiler. Kayıplar Körfez Savaşı modern tarihte yaşanmış savaşlar içinde belki de askeri bilançosu en orantısız olanıydı. Irak'ın kayıpları hakkında kesin rakamlar olmamakla beraber, Savaş sırasında Irak kuvvetlerinin, Kuveyt cephesinde bulunanlar da dahil yaklaşık 100-200 bin ölü, 75-150 bin dolayında yaralı, ayrıca 60 bin tutsak verdiği kesin gibi görünmektedir. Irak'ın komuta ve kontrol merkezlerinin yer aldığı Bağdat özellikle savaşın ilk günlerinde yoğun hava saldırılarına maruz kaldı. Askeri komuta merkezlerinin sivil yerleşmelere yakın olması, hem koalisyon güçlerinin hava harekatı sırasında hedef gözetmemesi, hem de Saddam yönetiminin önemli hedefleri insan kalkanıyla çevirmesi sivil ölümleri daha da artırdı. Irak'ın askeri kayıpları gibi sivil kayıpları da hayli yüksek oldu; kesin bilgiler olmamakla birlikte Irak'ın yaklaşık 100 bin sivil kaybı verdiği tahmin edilmektedir. Buna karşılık müttefik kayıpları çarpışma sırasında 190, dost ateşi, kaza ve öteki terslikler sonucunda da 358 dolayında olmak üzere tahmin edilenin çok altında bir düzeyde kaldı. Savaş Sonrası Irak Irak'ın yenilgisinden hemen sonra Saddam yönetimini hedef alan halk ayaklanmaları ülkenin önemli bir bölümünü sardı. Saddam yönetimi belirli bir güçlükle karşılaşmakla birlikte elinde kalan kuvvetleri kullanarak bu ayaklanmaları bastırmayı başardı.Mart 1991'de, Basra ve çevresinde başlayan, iki hafta süren ve Bağdat'a kadar sıçrayan Şii ayaklanması Irak kuvvetlerince sert biçimde bastırıldı. Şii ayaklanmasından birkaç gün sonra da kuzeyde Kürt ayaklanması başladı. Ayaklanmalara karşı Saddam Hüseyin yönetiminin giriştiği sindirme hareketinin vardığı boyutlar yeni bir uluslararası bunalım yarattı. Toplu katliam korkusuyla Türkiye ve İran sınırlarına yığılan yaklaşık 1.5 milyon Kürt mülteci için Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında bir kurtarma harekatı başlatıldı. Nisan 1991'de, ABD yönetimi, Irak'a, Kürtlerin bulunduğu bölgede 36. paralelin kuzeyinde karada ve havada faaliyet göstermemesi uyarısında bulundu. Bu çerçevede 36. paralelin kuzeyinin Irak uçuşlarına yasaklanması, Çekiç Güç adındaki uluslararası bir askeri gücün bölgeye yerleştirilmesi ve sonraki gelişmeler Kuzey Irak'ta fiili bir Kürt yönetiminin oluşmasını getirdi. Ağustos 1990'da uygulamaya konan, Birleşmiş Milletler'in Irak'a yönelik ticaret ambargasu savaşın bitiminden sonra da yürürlükte kaldı. Başlangıçta ateşkes hükümlerine uyan Irak yönetimi, zamanla müdahale olarak gördüğü yardım programlarına ve Birleşmiş Milletler'in kitle imha silahlarını yok etme yönündeki çalışmalarına karşı çıkmaya başladı. Savaştan yenik çıkan Saddam Hüseyin'in içerideki konumunu yeniden güçlendirmesi dünya kamuoyunda savaşın gerçek sonucu konusunda kuşkular uyandırdı. Kasım 1992'de, George H. W. Bush'un ABD Başkanlık seçimlerini kaybetmesinden sonra, Saddam yönetimi Kuzey Irak'taki durum, ambargo ve ateşkes uygulamasıyla ilgili olarak sertleşmeye yöneldi. Gerginliğin tırmanmasıyla birlikte Şiileri korumak üzere 32. paralelin güneyi de uçuşa yasak bölge ilan edildi. Körfez Savaşı fiilen sona ermesine rağmen Amerika bazı bahanelerle zaman zaman Irak'ı bombalamaya devam etmiştir. 23 Ocak 1993 gecesi Güney Irak'ı, ABD eski Devlet Başkanı George H. W. Bush'a Kuveyt'te bulunduğu sırada suikast planladıkları gerekçesiyle 26 Haziran 1993 gecesi de Bağdat'ı bombalamıştır. Savaş'ta Türkiye Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Batı açısından stratejik önemini kaybedeceğini düşünen Türkiye'nin endişeleri Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle birlikte ortadan kalktı. Özellikle Cumhurbaşkanı Turgut Özal, doğan fırsatı kullanarak Türkiye'nin stratejik öneminin azalmadığını göstermek istiyordu. Körfez krizinde aktif politika izlemek isteyen Özal, temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kaldı, Özal'ın tutumuna tepki gösteren Dışişleri Bakanı Ali Bozer (11 Ekim 1990), Milli Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay (3 Aralık 1990) görevlerinden istifa ettiler. Ayrıca Özal'ın uygulamak istediği aktif siyaset muhalefet tarafından sert biçimde eleştirildi. ABD bu kriz sırasında Ankara'dan 3 konuda yardım istedi; Türkiyedeki üslerin Irak'a yönelik hava hareketlarında kullanıdırılması ve Saddam'ın Kuveyt cephesideki asker sayısını azaltması için Türkiye'nin Irak sınırına asker kaydırması. Türkiye bu iki talebe olumlu cevap verirken, Suudi Arabistan'da toplanan koalisyon kuvvetlerine birlik göndermesi isteği ise Özal'ın ısrarına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı çıkması sonucu gerçekleşmedi. Türkiye bu doğrultuda 180,000 kadar askeri Irak sınırına kaydırarak, Irak'ın kuzeyde 8 tümen tutmasını sağladı ve kara savaşında koalisyon güçleri üzerindeki yükü hafifletmiş oldu. Türkiye, Körfez krizinin başında ılımlı bir politika izlemesine rağmen 8 Ağustos 1990'da, BM'nin Irak'a ambargo kararlarına uyarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapattı. Ambargoya katılmasına rağmen Türkiye, Körfez Savaşı'na fiili olarak katılmadı. Irak sınırına asker yığdı ve İncirlik Hava Üssü'ndeki Amerikan uçaklarının kullanılmasına müsaade etti. Özal'ın Musul ve Kerkük'ün alınmasından, bölgedeki Arap ülkeleriyle geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler ile bu ülkeleri potansiyel silah pazarı olarak görme planları uzun vadede sonuç vermedi. Aksine, savaştan sonra Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatılmasından dolayı Türkiye'nin uğradığı zararın tazmin edilmesi için Körfez ülkeleri tarafından verilen 3 milyar dolarlık yardımın ödenmesinde bile isteksiz davranıldı. Körfez ülkelerinden ve ABD'den alınan yardımlar ve tazminatlar, Türkiye'nin, Körfez Savaşı'ndan sonra da yaklaşık 12 yıl yürürlükte kalan BM ambargosuna uyması nedeniye uğradığı 100 milyar ABD Dolarının üzerindeki zararın karşılanmasında çok yetersiz kaldı. Ayrıca savaştan sonra ayaklanan Kürtlerin Saddam kuvvetleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda, yarım milyon Kürt Türkiye sınırına yığıldı. Türkiye, 1988'deki gibi bir Kürt göçünün yaratabileceği güvenlik ve maliyet sorunlarından çekinerek sınırlarını Kürtlere kapadı. Ancak duruma kayıtsız kalmayıp Kürtlerin sığındıkları dağlardan indirilip, Irak tarafındaki düzlüklere yerleştirilmesi için burada bir tampon bölge oluşturulması fikrini ABD'ye iletti. Bundan sonra Irak'ın kuzeyinde Kürtler için oluşturulan Güvenlik Bölgesi'nin korunması için aralarında Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransız askeri kuvvetlerinin bulunduğu Çekiç Güç'ün (Operation Provide Comfort 2) Türkiye sınırları içinde de konuşlanmasına izin verildi (Temmuz 1991). 2003'teki Irak Savaşı'na kadar görev yapan Çekiç Güç'ün varlığı Türkiye'de büyük tartışmalara yol açtı. Savaşın Sonuçları Körfez Savaşı kesin bir askeri sonuç getirmekle birlikte bölgedeki istikrarsızlığı doğrudan çözemedi. Birinci Körfez Savaşı'nın en önemli ve en uzun vadeli sonucu, tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde köktenci akımların güçlenmesidir. Bölgede 1945'den beri üzerinde çok konuşulan ve tüm siyasal partilerin programlarının başında yer alan Arap Birliği fikri, büyük bir darbe yemiştir. Körfez Savaşı'nda Arapların ayrı ayrı saflarda toplanmaları ve kendi ulusal devletlerinin olduğu kadar Batı'nın da çıkarlarını korumak için savaşmaları, Arap Birliği düşünü çok zayıflattı. Savaşın bir o kadar önemli başka bir sonucu da, Irak'ın zayıflamasıyla beraber, İran'ın bölgedeki ağırlığı arttı. Bölgede İsrail Irak'ın yanilmesiyle rahatlarken, Irak'ın yanında yer alan Filistin Kurtuluş Örgütü zor durumda kaldı. Komplo Teorileri ABD'nin Bağdat'taki büyekelçisi olan April Glaspie'nin 28 Temmuz 1990'da Irak lideri Saddam Hüseyin'le yaptığı görüşmede Araplar arasındaki sorunlara karışmak istemediğini belitmesi, 2 gün sonra da Bağdat'tan ayrılması ve Irak'ın Kuveyt sınırına asker yığdığını bilmesine rağmen ABD yönetiminin ciddi bir uyarıda bulunmaması ABD'nin bilinçli olarak Irak'a yeşil ışık yaktığı şeklindeki değerlendirmelere yol açtı. ABD'nin bu savaştan elde ettiği kazançlar öyle sıralanabilir; 500,000'den fazla askeri Orta Doğu'ya kaydırıp Irak'ı kesin bir yenilgiye uğratarak uluslararası alanda lider olduğunu ve Vietnam sendromunu atlattığını göstermesi Savaşın maliyetinin önemli bir kısmının Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Japonya ve Almanya gibi ülkelere yüklemiş olması Demode olan ve silahsızlanma anlaşmaları doğrultusunda elinden çıkarmak zorunda olduğu silah ve cephanenin bir kısmını burada kullanarak bunlardan kolay yoldan kurtulması Yeni silah sistemlerini gerçek savaş ortamında denemesi ve geliştirmesi Saddam'ı devirmeyerek ondan çekinen tutucu Körfez ülkelerine daha sonraki dönemde büyük müktarlarda silah satarak fazladan büyük karlar elde etmiş olması Irak'ı fiilen üçe bölerek ve ambargo uygulayarak zayıf tutması ve bu ülkenin petrol ihracını baskı altına alarak uluslararası alanda petrol fiyatlarını denetleyebilmesi.
-
ÇUVAL OLAYI Çuval olayı veya Çuval hadisesi, (İngilizce'de The Hood event) 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan (bir binbaşı komutasında) 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval (kukuleta) geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleri hadisesini tanımlamak için kullanılan terimdir. ABD'nin sonradan özür dilediği belirtilmişse de, hadise Türkiye - ABD ilişkilerini derinden yaralamıştır. Operasyon için ABD'nin en önemli milli bayramı olan 4 Temmuz (Bağımsızlık Günü - Independence Day) tarihinin seçilmiş olması, günün Cuma'ye denk gelmesi, bu şartlarda konuyu süratle ve diplomatik tarzda çözüme kavuşturabilecek yetkili Amerikan makamlarına ulaşmanın uzun sürmesi ve Türk askerlerinin bu yüzden 60 saat gözaltında bekletilmeleri, Amerikan askerlerince küçük düşürücü kasıtlı hareketlere başvurulmuş olması, "Çuval hadisesi"nın bir provokasyon olduğu görüşlerinin dile getirilmesine sebebiyet vermiştir. Olayın geçmişi Hadisenin kaynağı, ABD başkanı George Bush ve yardımcısı Dick Cheney'in ekibini oluşturan Amerikan Girişim Enstitüsü (AEI, American Enterprise Institute) kuruluşundan ABD Savunma Bakanlığı'na getirdiği şahinler (Neo-Conlar) adıyla anılan kişilerin Irak'ı işgal etmek istemesi ve Türk hükümetinden ABD silahlı kuvvetlerinin Kuzey Irak'a serbest geçiş yapabilmesi ve Adana'da bulunan İncirlik Hava Üssü'nün Amerikan keşif ve ağır bombardıman uçaklarına açılması talebinin TBMM tarafından 1 Mart tezkeresi olarak adlandırılan tezkere ile reddedilmesidir. Bu olayın sonrasında ise Irak'taki direnişin uzaması, işgalin ABD Hazinesine 3 trilyon dolar'a patlaması, ABD Doları'nın büyük değer kayıpları ve petrol fiyatlarının kısa zamanda varil başına 20 dolardan 100 dolara çıkması neticesinde George Bush'un Cumhuriyetçi Parti'sinin 2006 Meclis ve Senato seçimlerinde yenilgiye uğraması sonucunda ABD Savunma Bakanlığı'na Robert Gates getirilerek, Neo-conlar tasfiye edilmiştir. Gazeteci-yazar Turan Yavuz baskının, dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve Amerikan Girişim Enstitüsü'nün (AEI, American Enterprise Institute) üst-düzey mensuplarından olan Paul Wolfowitz’in emriyle başlatıldığını iddia etmektedir. 4 Temmuz günü yapılmasının nedeni; o günün cuma olması ve 3 günlük ‘Kurtuluş Günü’ tatili ile Amerikalı yetkililerin işbaşında olmayacakları, dolayısıyla Türkiye’den gelen tepki telefonlarının da cevapsız kalacak olmasıydı. Wolfowitz’den Irak İşgal Yönetimi (Coalition Provisional Authority) Başkanı Paul Bremer’e ve oradan da Wolfowitz'in AEI'dan Irak'a gönderdiği Michael Rubin'e uzanan yeşil ışığın son adresi, Kerkük’teki Albay William Mayville oldu. Süleymaniye’deki operasyon, IKYB lideri Celal Talabani’nin Bağdat’ta Amerikalılara verdiği bir bilgi ile başladı ve Amerikan istihbaratı, operasyon için Kuzey Irak’taki ‘Türkçe konuşmaları’ dinlemeye aldı. Bu dinlemeye bölgedeki tüm Özel Kuvvetler’in haberleşmeleri de dahildi. Olay Celal Talabani'nin oğlu, Bafel Talabani tarafından kameraya alındı. "Çuval olayı" Olayda Türk askerleri ve Türkmen mihmandarları ile birlikte Süleymaniye'de kızını aramakta olan bir İngiliz sivil de tutuklanmış, Bağdat'ta 15 gün hapiste tutulduktan sonra salıverilmiştir. Michael Todd isimli bu İngiliz ülkesine dönüşünde Amerikan hükümetine karşı 10 milyon dolarlık bir tazminat davası açmıştır. Bu olaydan sonra "...Eyleme kolaylıkla karşılık verebilecek eğitime ve cesarete sahipken, Türk binbaşı bilinçli bir şekilde emrindeki askerlerin en doğal tepkilerini frenlemeyi başarmış, bir çatışma yaratmanın kolaylığını ve sıradanlığını aşmış, bunun bir eziklik olmadığını, davranışının muhatabıyla kıyaslanmayacak kadar büyük bir cesaret ve özgüven gerektirdiği sonraki gelişmelerle ortaya çıkmıştır." görüşü ile, "...Bir Türk subayı hiçbir durumda teslim olmamalıydı, emrindeki askerlerle beraber sonuna dek gerekeni yapmalıydı." gibi iki ayrı görüş oluşmuştur. Daha sonra iddalara göre ABD GenelKurmay Başkanı, TSK Genelkurmay başkanını arayarak 'Askerlerinizin gösterdiği anlayış beni çok mutlu etti. Tanrıya bin şükür ki askerleriniz askerlerimizi evlerine sağsalım gönderdi' Buna mukabil, oluşabilecek bu tip olaylara karşı Türk-Irak sınırında süratle müdahale edebilecek yeterli birlik ve teçhizat bulunmaması da sözkonusu Binbaşı'nın kararını herhalde etkilemiştir. Nitekim bu olaydan sonra bu sınıra sürekli olarak zırhlı birlik ve komando takviyesi yapılmış ve neticede Türkiye'nin istediği zaman ve şartlarda havadan ve karadan Irak'a müdahale edebilmesi sağlanmıştır.
-
Irak İç Savaşı Irak İç Savaşı Amerika Birleşik Devletleri'nin 2003 yılında Irak'a yaptığı askeri müdahele sonucu Irak'ın Sünni ve Şii toplumları arasında ortaya çıkan iç savaştır. Şavas sonunda Irak Harabe haline almış. Irak'ı tamamen cökertmiş Ortadoğuda dengeleri değiştirmiştir. ABD-ISRAIL-IRAN gızlı müttefiklerin geniş alana yayılmasına sebeb olmuştur. ABD Iraktan Cekildikten sonra yeniden Ic şavas olasılığı devam etmekte olup Iraklı Araplarla-Kürtler arasında her an patlak verebilecek şavas durumu halen mevcuttur. Bu Şavasın Ortadoğuya sıcmaraması Kontrolden cıkma durumu vardır. Iraktan başlıyacak bir iç savas Iran-Turkiye-Pakistan Diğer Arap devletleri ve Israil sınırlarına kadar dayanabilir. Irakta yaşanan iç şavasdan en karlı cıkan ülkelerin başında Iran gelmektedir. Iranın Irakta Etkili Şii nufuzu vardır. Şiilerin amaclarının başında yeniden Şii'ligi diriltme güclendirme politikası vardır.
-
Irak Dünya Mahkemesi Irak Dünya Mahkemesi (İngilizce ismi World Tribunal on Iraq; WTI), ABD'nin Irak'ı 2003 yılında işgal etmesinin ardından, savaş karşıtı hareketin Vietnam Savaşı'na yönelik olarak düzenlenen Russell Mahkemesi’nden ilham alarak tüm dünya organize ettiği bir girişimdir. Amacını savaş ve işgale ilişkin gerçekleri ortaya koymayı ve işgalin sessizce unutulmasını engelleyerek işlenen suç ve ihlallerin yanı sıra, çekilen acıların, susturulan seslerin ve direnişin de kayda geçirilmesi olarak açıklayan girişim somut kanıtlara dayalı bir dinleme, düşünme, değerlendirme ve yargı süreci ön görmüştür. Yatay organizasyon modelinde, tüm dünyada yürütülen çalışmaların sonucunda İstanbul'da yapılan değerlendirmeyle süreç boyunca işlenen tanıklıklar ve kanıtlar, katılımcıların değerlendirmesiyle birlikte kamuoyuna vicdan jürisi kararı olarak sunulmuştur. Oturum listesi Londra, Kasım 2003 Konu: Askeri operasyon ve işgal sırasında Koalisyon Güçleri’nce savaş suçu işlendi mi? Mumbai, Ocak 2004 Konu: Savaşın suç olduğuna ilişkin dünya kadın mahkemesi - ABD’nin savaş suçları Düzenleyen: Dünya Sosyal Forumu’ndan El Taller Londra, Şubat 2004 Konu: Irak’ın Koalisyon Güçleri tarafından işgali hakkında halk soruşturması Düzenleyen: Peacerights Kopenhag, Mart 2004 Konu: Savaş ve işgal sırasında, Irak kamu kuruluşlarının ve kaynaklarının satışa çıkarılmasının ve 20.000’i aşkın kişinin hiçbir hukuki sürece bağlı olmaksızın kamp ve hapishanelerde tutulmasının uluslararası hukuk açısından yasallığı Brüksel, Nisan 2004 Konu: Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) çerçevesinde Irak’a açılan savaşın ideolojik arka planı New York, Mayıs 2004 Konu: Uluslararası hukukun, BM şartlarının ve dünya halklarının 15 Şubat’ta ortaya koyduğu iradenin ihlali dahilinde savaş ve işgal suçları Almanya, Haziran 2004 Konu: Uluslararası hukukun ihlali ve Alman hükümetinin ambargo, savaş ve işgaldeki suç ortaklığı İstanbul, Haziran 2004 Konu: Kültürel mirasa karşı işlenen suçlar New York, Ağustos 2004 Konu: Bush ve Blair yönetimlerinin Irak’ı işgal ederek yaptıkları uluslararası hukuk ve temel insan hakları ihlalleri; Irak Dünya Mahkemesi’nin bu ana kadar elde ettiği bulguların ortak deklarasyonu; Asker aileleri ve savaşmayı reddeden ordu mensuplarının dinlenmesi Düzenleyen: International Action Center Japonya, Ekim 2004 Konu: Seyreltilmiş uranyum kullanımı ve Japon hükümetinin suç ortaklığı Düzenleyen: Irak Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTI) Stokholm, Kasım 2004 Konu: İşgalin Irak toplumu üzerindeki sosyal, ekonomik ve kültürel etkileri ve sonuçları Japonya, Aralık 2004 Konu: Yıl boyu çeşitli kentlerde yapılan oturum sonuçlarının değerlendirilmesi Güney Kore, Aralık 2004 Konu: Güney Kore hükümetinin savaş ve işgaldeki suç ortaklığı Roma, Aralık 2004 Konu: Irak savaşının hukuka aykırılığı ve İtalyan hükümetinin suç ortaklığı Frankfurt, Ocak 2005 Konu: Almanya oturumlar dizisi kapsamındaki üçüncü oturum düzenlenecek. Roma, Şubat 2005 Konu: Medyanın, gerçeklere ve insanlığa karşı işlediği suçlar ve dezenformasyon politikası Lizbon, Mart 2005 Konu: Irak’a karşı savaş hazırlıklarında, savaş sırasında ve işgal süresince, Portekiz devletinin, diğer kişilerin ve kuruluşların sorumluluğu Cenova, Mart 2005 Konu: Medyanın savaş ve işgaldeki rolü İspanya, Mayıs 2005 Konu: A.B.D. sömürgeci hakimiyet projesi karşısında Irak toplumu: Egemenlik nasıl yeniden kazanılabilir?
-
IRAK SAVAŞI Ebu Gureyb Cezaevi işkenceleri Ebu Gureyb Cezaevi işkenceleri, 2003 yılında Amerikalı askerlerin, işgal altındaki Irak'ta yer alan Ebu Gureyb Cezaevi'nde tutuklulara uyguladıkları işkence ve kötüye kullanma olaylarıdır. Irak'taki işkencelerin anlatıldığı kamuoyundan gizlenen 53 sayfalık bir raporda Ebu Garib'den çıkan resimlerin ardından bu rapordan kimi bölümler de Amerikan basınında yer almış, buna göre, "sadistçe, kaba ve gayri ahlaki" diye tanımlanan çok sayıda işkence örneği anlatılırken, "Iraklı esirlere sopalar ve farklı aletlerle tecavüz edildiği, çırılçıplak soyuldukları, kadın çamaşırları giymeye zorlandıkları, günlerce su ve tuvalet bulunmayan hücrelerde tutuldukları ve sürekli olarak dövüldükleri" dile getirilmiştir. Olayların ortaya çıkmasından sonra ABD'li çavuş Charles Graner askeri mahkemede yargılayarak suçlu bulmuşlardır. Ebu Garib'ten sorumlu general J. Kaprinski, Ebu Garib Cezaevi'nin askeri istihbarat tarafından yönetildiğini, taciz ve kötü muamelenin fiilen resmi politika olduğunu ve sorgulamalara CIA ajanlarının da katıldığını belirtmiştir. Askerler tarafından çekilen ve daha sonra montajlanarak DVD haline getirilen görüntüler, 'Palm Beach Post' gazetesinin internet sitesinde yayınlanmıştır. Hadisa katliamı Hadisa katliamı 19 Kasım 2005 tarihinde bir grup ABD'li askerlerin, aralarında çok sayıda çocuk, kadın ve yaşlılar olan bir grup Iraklı sivilleri suçsuz yere öldürmeleri olayıdır.
-
IRAK SAVAŞI Irak Savaşı, 20 Mart 2003'de Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık önderliğinde oluşturulmuş Çokuluslu Koalisyon Kuvvetlerinin bir askeri harekâtla Irak'a girmesiyle başlayan ve devam eden savaş. Ayrıca İkinci Körfez Savaşı, Irak'ın İşgali ve koalisyon ülkelerince Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu olarak adlandırılır. Savaş öncesinde, ABD ve İngiliz hükümetlerinin Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahların koalisyon ülkeleri başta olmak üzere bir çok ülkenin güvenliğini ciddi şekilde tehdit ettiği gerekçesiyle Birleşmiş Milletler Doğrulama ve Teftiş komisyonu yetkililerinin kimyasal silahların varlığı konusunda kanıtlarının olmadığı, işgal sonrasında, ABD-Iraklı İnceleme Grupları Irak'ın kitle imha silahı programına 1991'de son verdiği fakat ambargo kalkmazsa tekrar faaliyete geçirebileceği belirtti.Buna rağmen terk edilmiş veya konulduğu yerin belirsiz olduğu kimyasal silah kalıntıları olacağı gerekçesiyle koalisyon kuvvetleri harekat düzenlemiştir.Bazı ABD'li görevliler Saddam Hüseyini, El Kaideye destek vermek ve barıdırmakla suçladılar fakat bu ilişkiler hiçbir zaman kanıtlanamadı.Bir söylentiye göre dönemin ABD başkanı George W. Bush Filistinli bir görevliye Tanrı'nın kendisine Saddam'ı devirerek Irak'ı baskıdan kurtaracağına yönelik ilham verdiğini söylemiştir. İşgalin diğer sebepleri ise Irak'ın Filistinli intihar bombacılarına parasal destek sağladığı,Irak hükümetinin insan haklarını suistimal ettiği, ve demokrasinin ülkede ve bölgede yaygınlaştırılmasıydı.Bazı görevliler işgal kararında Irak'ın petrol rezervlerinin önemli bir etmen olduğunu belirtmiştir.fakat bu görüş ABD'lilerce yalanlanmıştır. İşgalin başlamasından kısa süre sonra düzenli Irak ordusu yenildi, neticede Saddam Hüseyin yakalanarak idam edildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak'ta yeni bir demokrasi inşa etme denemelerine başladı. Bazı tarikat ve diğer çeşitli silahlı gruplardan oluşan direnişçilerle koalisyon güçleri arasında bir asimetrik savaş başlamış, Şii ve Sunni gruplar arasında sorunlar çıkmış, ve Irak'ta El Kaide operasyonları başlamıştır.2007 yılında yapılan araştırmalara göre Irak'ta tahmini 1.000.000 sivil yurttaş hayatını kaybetmiştir. UNHCR Nisan 2008 tarihli verilerine göre 4.7 milyon Irak'lı yer değiştirdi (Irak nüfusunun %16sı), bunların iki milyonu komşu ülkelere sığındı Kızıl Haç Mart 2008'de Irak'taki insani durumu "dünyada diğerlerine göre en kritiği" olarak tanılamıştır. Haziran 2008, ABD savunma resmi kaynakları güvenlik ve ekonomik göstergelerde düzelme işaretleri görüldüğünü açıkladı. Ağustos 2008'de Irak ile ABD rasında SOFA anlaşması tasarlandı. Bu anlaşma ABD'nin beş yıl içinde Irak'tan tamamen çekilerek güvenliği Irak yönetimine bırakacağını belirtiyordu 2008'in sonlarına doğru SOFA yürürlüğe girdi. Bu anlaşmaya göre ABD askerleri 30 Haziran, 2009 tarihinde Irak şehir merkezlerinden muharip güçlerini çekdi ve 30 Haziran Irk'ta resmi tatil ilan edildi. Ancak anlaşma dahilinde 2009 yılını ortalarında bir halk referandumu yapılarak ABD güçlerinin konumu tekrar değerlendirilecek. Anlaşmanın maddeleri arasında, Irak mahkemelerinin, Amerikan askeri personel ve ABD ordusuna iş yapan şirketlerin çalışanlarını yargılayamayacağı, 10 yıllığına savunma ve içişleri bakanlığı gibi bazı bakanlıklar ile istihbarat gibi stratejik noktaların, ABD gözetimine bırakılacağı, ABD`nin Irak`ta özel cezaevleri olacağı, Amerikan askerlerinin, Irak`tan `terörist grupları destekleyen` herhangi bir ülkeye operasyon düzenleyebileceği gibi maddeler yer alıyor. Anlaşma çeşitli Iraklı gruplar tarafından protesto edildi. Büyük Ayetullah Ali Hüseyini el-Sistani anlaşmanın yabancı varlığını sona erdirmesi gerektiğini söyledi. Irak Parlementosu ve ABD, Stratejik Çerçeve Anlaşması imzaladı. Bu anlaşma; ülke içindeki etnik grupların ve siyasi oluşumların haklarının garantiye alınması, öğrenci takasları; eğitim, enerji sahalarının geliştirilmesi , çevresel temizlik, sağlık bakımı, bilgi teknolojisi, iletişim, ve infaz hukuku gibi konuları içeriyordu. Bush'un yeni Irak Stratejisi Amerikan Başkanı George W. Bush, 11 Ocak 2007 Perşembe sabahı Türkiye saati ile 04.00'te ABD'nin yeni Irak stratejisini açıkladı. Bush, ABD halkına ve dünyaya seslendiği konuşmasında Irak Savaşı'nda birtakım hataların yapıldığını kabul ederek, "hataların yapıldığı yerlerde sorumluluk bana aittir" dedi. Bush, direnişle mücadele ve mezhep çatışmalarının önlenmesi konusunda başarısız olmalarının sebebi olarak asker sayısını daha önce artırmamayı gösterdi. Bush'un itirafının ardından açıkladığı yeni Irak stratejisinin temel unsuru asker artırımı. Bu strateji çerçevesinde Irak'a 21.500 Amerikan askeri daha gönderilecek. Bunların 17.500'ü Bağdat'a, 4000'i de Sünni direnişin kalesi El Anbar eyaletine konuşlandırılacak. Bu askerlerin Irak'ta ne kadar süre kalacağı belli değil. Yapılan açıklamaya göre ilk birlikler 15 Ocak'tan itibaren yola çıkacak. ABD'nin yeni Irak stratejisi ulusal uzlaşıyı sağlaması için Irak hükümetine daha fazla baskı yapılmasını da içeriyor. Sünnilerin siyasi sürece katılımının artırılması için bir an önce eyalet seçimlerinin yapılması, petrol yasasının çıkarılması, eski Baasçıları yasaklayan kanunun yumuşatılması isteniyor. Bush, konuşmasında Irak Başbakanı Nuri El-Maliki'yi uyararak "Irak hükümeti verdiği sözleri tutmazsa, Amerikan halkı ve Irak halkının desteğini kaybeder. Amerika'nın Irak için taahhütleri açık uçlu değildir." dedi. Yeni strateji uyarınca, Irak'a 1,2 milyar dolar ekonomik yardım yapılacak. Bush, ayrıca Irak hükümetinin de toplam 10 milyar doları kalkınma projelerine ayırmayı kabul ettiğini açıkladı. Bush yeni stratejsini açıklarken Suriye ve İran'ı da ağır şekilde suçladı. İran'ın Irak'taki mezhep çatışmalarını körüklediğini ileri süren Bush Suriye'nin de yabancı direnişlerin Irak'a geçmesine izin verdiğini savundu. Bush, Irak hükümetini desteklemeleri için Suudi Arabistan Ürdün ve diğer Körfez ülkelerine de çağrıda bulunarak onları "Bizim başarısızlığımız sizin için de tehdit oluşturur" diyerek uyardı.Bush konuşmasında sınırdaki sorunların çözülmesi konusunda PKK sorununa atıfta bulunarak Türkiye ve Irak ile birlikte çalışacaklarını söyledi ancak ayrıntı vermedi. Ancak PKK ile mücadelenin yoğunlaştırılması ve Kerkük konusunda Türkiye'nin hassasiyetlerinin dikkate alınmasının da ABD'nin yeni Irak stratejisinin bir parçası olduğu belirtiliyor. Savaş ve Çevre Birleşmiş Milletlere göre ‘Bugün yaşanan hava kirliliği, toprak kirliliği, yer altı ve yerüstü su kaynakları kirliliği, tehlikeli atıklar gibi çevre sorunlarının %34’ü savaşlar, yeni silah sistemlerinin geliştirilmesi çalışma ve harcamalarından kaynaklanmaktadır. Halen silahlanma için 2 gün içinde harcanan para 4.8 milyar ABD dolarını geçmektedir. Bu rakam BM'nin 3. Dünya ülkelerindeki çölleşmeyi önleme programı için 20 yılda harcadığı paraya eşittir. Savaşın Çevreye Etkisi Körfez savaşında Kuveyt’te yakılan petrol kuyuları 600 milyon ton petrolü tüketerek havada is, gazlar ve tehlikeli kimyasallardan oluşan bir battaniye meydana getirmiştir. Çıkan duman güneşten gelen ışınları engellemiş; bölge ülkelerinde ısı yaklaşık 10° C düşmüştür. Petrol dumanı içindeki CO² bölge ülkelerinde sera etkisi ve asit yağmurlarına neden olmuştur. Bugün Bağdat’ta yaşayanların büyük bir çoğunluğu Dicle’nin kirli sularını içiyor. Kanalizasyon atıkları; arıtma tesisleri tahrip olduğu için kontrolsüz şekilde Dicle’ye akıyor. Dicle nehrine akan kanalizasyon atıklarının içinde Amerikan Ordusunun atıkları da var. Bu atıklar son derece tehlikeli ağır metalleri de kapsıyor. Dicle sularının içme suyu olarak kullanıldığı bölgelerde sinir sistemi hastalıkları, doğum anomalileri ve kanserlerin görülme sıklığı arttığı Irak’lı uzmanlar tarafından belirtiliyor. Alt yapıya Etkisi 1. Körfez savaşı sırasında başta içme suyu sistemleri, kanalizasyon yapıları ve barajlar olmak üzere Irak’ın tüm alt yapısı bombalanmıştır. 1. Körfez savaşında Bağdat’ta temiz su taşıma kanallarının % 40’ından fazlası tahrip olmuştur. 2. Körfez savaşında ise sistemin tamamı tahrip olmuştur. Irak’ın temiz su ve kanalizasyon sistemlerinin tekrar yapılandırılması için tahminen 11 milyar ABD doları gerekmektedir.
-
IRAK DEVLETİN ADI: Irak Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Bağdat YÜZÖLÇÜMÜ: 438.317 km2 NÜFUSU: 18.838.000 (1993) RESMİ DİLİ: Arapça DİNİ: İslam (% 95), Hıristiyan (% 5) PARA BİRİMİ: Dinar Türkiye’nin güneyinde bir Ortadoğu ülkesi.Kuzeyde Türkiye, doğuda İran, güneydoğuda Basra Körfezi ve Kuveyt, güneyde Suudi Arabistan, batıda Ürdün ve Suriye ile sınırlanmış ve 38°-48° doğu meridyenleri ile 28°-38° paralelleri arasında yer almaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir geçit kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler ve BağlantısızlarPaktı üyesi, sosyalist bir ülkedir. Tarihi Irak’ın bulunduğu Mezopotamya bölgesi dünyanın ilk önemli yerleşim merkezlerinden biridir.M.Ö. 7. yüzyıla kadar Sümer-Akad, Babil ve Asurların elinde kalmış, bu tarihte ise Perslerin eline geçmiştir. Bölgede İslamiyetten önceki Araplar da Main,Sebai ve Himyeri devletlerini kurdular. İslamiyetin doğuşu ve hızla gelişmesi ile birlikte Müslümanlar uzun süre bölgeye hakim oldular.Müslümanların dördüncü halifesi hazret-i Ali’nin kabri Necef’tedir.Oğlu hazret-i Hüseyin de burada Kerbela’da şehid olmuştur.İmam-ı A’zam Ebu Hanife,Ahmed bin Hanbel, Abdülkadir Geylani gibi büyük alim ve velilerBağdat ve Kufe’de yetişmişler, insanlığa ilim ve hikmet yaymışlardır. Bu üç zatın türbesi halenBağdat’tadır. Bağdat 762’den itibaren yeni baştan imar edilerek Abbasilerin yani, İslam dünyasının başşehri oldu ve dünyanın en önemli kültür merkezlerinden biri haline geldi. Bilhassa 786-809 seneleri arasında halifelik yapan Harunürreşid ve oğlu Me’mun zamanında Irak dünyanın en parlak ilim ve kültür merkezi oldu. Ancak 1258’de Irak’a girenMoğol hükümdarı Hülagü, şehirleri yakıp yıkmış, binlerce Müslümanı öldürmüştür. Daha sonraki tarihlerde de eski günleri bulamayan Irak, sırasıyla Celayirliler,Timuroğulları, Karakoyunlular,Akkoyunlular, ve Safevilerin hakimiyeti altında kaldı. 1515’te Kuzey Irak’ın Osmanlı topraklarına katılmasını takibenKanuni SultanSüleyman Han 1534’te ülkenin tamamını fethetti.Irak,Osmanlı hakimiyetinde kaldığı yaklaşık beş asırlık süre zarfında en parlak dönemlerini yaşadı. Kıymetli alimler İstanbul’a götürülerek, çalışmaları için her türlü imkan temin edildi.Osmanlı Sultanı Dördüncü Murad Han zamanında Bağdat ikinci defa fethedildi. Bu fetihte padişah bizzat harbe iştirak etmiş, kale kapısı yıkılırken elindeki gürzle o da yardım etmişti.Kalenin fethinden sonra Şiilerin yıktığı İmam-ı A’zam türbesini yeniden inşa ettirdi.Irak’a göz koyan İngilizler,Birinci Dünya Savaşı sırasında 20Kasım 1914’te Basra’ya girdiler. Ancak 29 Mayıs 1916’da Irak ve Osmanlı Kuvvetleri “Selman Pak” meydan savaşında İngilizleri yenerek tamamını esir ettiler. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlılar bölgeden çekildiklerindenIraklılar yalnız ve zayıf kaldılar. Bunu farkeden İngiltere 1918’de ordularını Musul’a soktu. 1920’de yapılan son Roma Konferansında da Irak’ın İngiliz mandası altına girmesi kararlaştırıldı. 1930’da İngiltere Irak’a sözde bağımsızlık tanıdı. 1933’te de Faysal’ın oğlu Gazi, kral oldu. Irakİkinci Dünya Savaşına girmedi. Ancak bütün İngiliz sömürgeleri gibi savaştan etkilendi. 14 Temmuz 1958’de Irak ordusu, 22 yaşındaki Kral İkinci Faysal’ın da öldürüldüğü kanlı bir darbe ile yönetime el koyarak cumhuriyeti ilan etti. Ancak darbeci Abdülkerim Kasım tam bir diktatör olduğundan,Irak’a İngilizlerden fazla bir hürriyet vermedi. Bunun üzerine SosyalistArap Baas Partisi aynı senenin 8 Şubatında yönetimi ele geçirdi. 18 Kasım 1963’te işe Arif Kardeşler, karşı darbe ile başa geçti. Beş sene sonra 30Temmuz 1968’de de BaasPartisi yeni bir darbe yaparak ikinci defa yönetimi ele geçirdi. Saddam Hüseyin’in başkanlığındaki Devrim Komuta Konseyi ve Sosyalis ArapBaasPartisi bugün de işbaşındadır. 22 Eylül 1980’de başlayan Irak-İran savaşı ülkede yüzbinlerce insan kaybına, milyarlarca dolarlık zarara huzurun, barışın ve düzeninin bozulmasına yol açtı.Sekiz sene gibi uzun bir savaş sonunda, 20.8.1988’de ateşkes imzalandı. 1990 ortalarında Irak orduları Kuveyt’e girerek burayı işgal etti. Bunun üzerine başlayan Körfez Krizi petrol fiatlarının artmasına ve ekonomik dalgalanmalara sebeb oldu. ABD-Suudi Arabistan’ın güvenliğini sağlamak için 500.000 asker, birçok Avrupa devleti de Basra Körfezine donanma gönderdi.Irak’a, Kuveyt’i boşaltmak için verilen sürenin bittiği 16 Ocak 1991 günü, Müttefik güçler askeri harekata başladı. Bir ay zarfında Irak mağlub olarakKuveyt’ten çekilmek mecburiyetinde kaldı. Ateşkes antlaşması imzalanarak barış görüşmelerine başlandı. Amerika Irak’ın kuzey sınırındaki kürtleri korumak için askeri birlik bulundurmaktadır. Fiziki Yapı Irak fiziki yapı bakımından genelde dört bölgeye ayrılır:Bunlar, kuzey ve kuzeydoğuyu kaplayan dağlık bölge; bu bölgenin güneyinde yeralan,Basra Körfezi kıyısındaki bataklıklar; güney ve batıdaki çöllerle sınırlanmış olanMezopotamya arazisi ve Ürdün, Suudi Arabistan,Güney Suriye sınırlarına yakın bölgelerden başlayarak komşu ülkelerin içlerine doğru uzanan step ve çöllerdir.Ülkenin en büyük platosu kuzeyde bulunan Cezire’dir.Yine kuzeydeki Alp-Himalaya dağ dizisi üyeleri Zagros Dağları Irak’ın en yüksek bölgeleri olup, 5605 m’ye kadar yükselirler. Dicle ve kolları, Fırat,Irak ve Mezopotamya’nın hayat kaynağıdır. Bu iki ırmak bölgeyi suladıktan sonra,Basra Körfezine 150 km kala Şattülarap su yolunda birleşirler. Bu yol Irak’ın en önemli limanı olanBasra’yı körfeze bağladığından çok önemlidir. Dicle ve Fırat yüzyıllardan beri Türkiye ve Suriye’den,Irak’ın kuzeyinden taşıdıkları topraklarla denizi doldurarakAşağı Mezopotamya’nın ucundaki deltanın alüvyonal özellikte çok verimli bir ova haline gelmesine sebep olmuşlardır. Ülkenin diğer önemli akarsuları Büyük Zap, KüçükZap ve Uzuym nehirleridir.Ülkede çok sayıda göl bulunmasına rağmen, tam bir göl özelliği göstermezler. Bir çoğu yağmur suyu ile dolan sathi (yüzeysel) çukurluklardır. Basra Körfezine yakın göllerin çoğu da sazlarla kaplı bataklıklar halindedir.Irak’ın en büyük gölü Şattülarap su yolu ile Fırat Nehri arasındaki Hürülhammar Gölüdür. İklimi Irak’ta iklim kış-yaz mevsimleri ve güney-kuzey bölgeleri arasında büyük değişiklik gösterir.Yaz mevsimi güneyde uzun, sıcak ve kuraktır.Sıcaklık bölgede ortalama 46°C’yi bulur. Kuzeyde ise serince ve kısa sürer. Kış mevsimi ise güneyde kısa sürer ve serin geçer.Kuzey bölgelerde ise kış çok karlı ve uzundur. Bu bölgelerde kış aylarındaki sıcaklık ortalaması sıfırın altındadır. Yağış ise ülke genelinde kış aylarında olur.Mezopotamya’da senelik ortalaması 178 mm olan yağış, dağlık bögelerde 1016 mm’yi bulur.Yağışlar güneyde yağmur, kuzeyde kar şeklinde olur.Çöl bölgelerinde ise ancak dünya çapında büyük bir kış olduğu zamanlarda kısa süreli yağışlar tesbit edilmiştir. Tabii Kaynaklar Irak bitki örtüsü bakımından da iklime bağlı olarak bölgelere göre dağişiklik gösterir. Dağlık bölge, yamaçlarda çam, meşe, fıstık ağaçları, daha yukarılarda diken ve çalılıklarla kaplanmıştır.Suriye sınırı yakınlarındaki kısımlarda bir iki yıllık cılız bitkilere rastlanır.Güneydeki steplerde bozkır bitkileri, çöllerde ise dikenli bitkiler görülür. Aşağı Mezopotamya’nın bir kısmı ve Basra Körfezi kıyısı bataklık özelliği gösterdiğinden buralar söğüt, kavak ağaçları, yeşillikler, su otları ve sazlarla kaplıdır. Ülkedeki vahşi ve yabani hayvanların en bol bulunduğu yerler dağlardır. Buralarda çakal, sırtlan ve yabani tavşana rastlanır.Çöllerde çölyılanı, çölfaresi,Dicle ve Fırat gibi büyük ırmak boylarında ise kurbağa, yılan ve yabani ördek görülür. Irak’ın en önemli tabii kaynağı petroldür.Petrol, Kerkük,Musul ve Basra olmak üzere üç bölgeden çıkarılır.Ülkenin senelik petrol istihsali 31 milyon varil civarındadır.Kuzeyden çıkarılan petrol, petrol boru hattı ile Suriye’nin Baniyar,Lübnan’ın Trablus-şam limanlarına ve ülkemizin Yumurtalık tesislerine pompalanır.Güneyden çıkarılan petrol ise körfez kıyısındaki limanlardan borularla sevk edilir. Irak’tan çıkarılan, değeri petrolle yakın diğer bir tabii servet kükürttür. Bunu, senede 12 bin ton çıkarılan asbest takib eder. Nüfus ve Sosyal Hayat Irak, ender rastlanacak bir tarihe sahib olduğundan ülke nüfusunu meydana getiren gruplar da kendisine has özellikler gösterir. Birinci Dünya Savaşı sırasında 2,5 milyon olan ülke nüfusu % 35’lik artış oranı ile günümüzde 17.215.000’e ulaşmıştır.Halkın % 80’i Araptır. Geri kalan % 20’lik kısmı, kuzey bölgelerde yaşayan Kürtler,Kerkük ve Musul’daki Türkler ve çeşitli yerlerde yerleşmiş bulunan Ermeni, Yahudi, Yezidi, Süryani ve Asuri azınlıklar teşkil eder. Türkler okullarında Türkçe öğretim yapabilme, diğer azınlıklar da bazı konularda özerk davranabilme hakkına sahiptir. Arapça resmi dil olması ve halkın büyük çoğunluğunun Arap olması sebebiyle en çok konuşulan lisandır.IrakArapçası yazıda modern, telaffuzda mahalli sitili benimsemiştir. Arapçayı, sırasıyla Kürtçe, Türkçe ve Ermenice takip eder.İngilizce ise en çok kullanılan batı lisanıdır. Halkın çoğu Müslümandır.Müslüman olan Araplar, Türkler ve Farslar toplam nüfusun % 95’ini meydana getirirler. 1960’a kadar Müslüman toplumunun yarısına yakını Şiiydi. Ancak bu yıllarda çeşitli siyasi sebeplerden dolayı ülkeden fazla miktarda Şii çıkarıldığından bugün ülkede sadece Kerbela ve Necef civarında Şii bulunmaktadır. Hıristiyan toplumu da, Katolik olan Musul’daki bir kısım Araplar, Ortodoks olan Ermeniler, kendi kiliselerine bağlı olan Süryani ve Yezidiler meydana getirir. Ülkedeki diğer iki dini grup ise Yahudiler ve ilkel dinleri olan Asurilerdir. Ülkede eğitim parasız ve mecburiyet olmadan yürütülmektedir. İlk ve Orta öğretim seviyesi komşu ülkelere nazaran düşüktür. 1959 senesinde başlatılan okuma yazma seferberliği ile okur-yazar oranı 1979’da % 30’a çıkmış, günümüzde ise % 40’ı aşmıştır. Siyasi Hayat Irak, tek partili cumhuriyet sistemi ile yönetilmektedir.Ülke idaresinin görüşüldüğü 250 kişilik bir meclis vardır. Seçimler tek parti ve tek liste ile yapılır.Cumhurbaşkanı 1968 ihtilalini yapan Devrim Komuta Konseyinin başkanlığına 1979’da getirilen Saddam Hüseyin’dir. Irak’taki idari taksimat, Osmanlılar zamanındakinin devamı olup, batı sistemlerinden hemen hiç etkilenmemiştir. 16 şehrin en önemlileri Bağdat, Basra, Kerkük, Musul,Necef,Kerbela, Hilla ve El-Kazimeyn’dir. Şehirlerin başında, ülkemizdeki valiye karşılık olan mutasarrıflar bulunur. Şehirlerden sonra kaymakamların idare ettiği kazalar gelir.Nahiyeler ise, müdürlerin yönettiği köyden büyük yerleşim merkezleridir.Köy idarecisi olan muhtarlar genellikle halk tarafından işbaşına getirilir. Ekonomi Tarım:Irak petrolünün keşfine kadar, ülke tamamen bir tarım ülkesi idi. Tarım eskisi gibi olmamakla beraber bugün de önemini korumaktadır.Petrolden elde edilen gelirin büyük bir bölümü tarımın modernizasyonunda kullanılır. Tarım arazileri genelde Mezopotamya bölgesi ve büyük ırmaklar boyunda toplanmıştır. Ancak buralardaki yüksek vasıflı topraklardan gerektiği kadar faydalanılmamaktadır.Ülkenin 430.000 km2’ye yakın olan arazisinin % 43’ü tarıma elverişli olmasına rağmen, ancak % 8’inden düzenli olarak faydalanılmaktadır. Irmak boylarındaki vadiler ve kuzeydeki yaylalar daha çok tahıl, tütün ve meyve üretimine elverişlidir. Daha güneydeki bölgelerde ise buğday, arpa, mısır, pirinç, susam, fındık, sebzeler, meyveler, tütün ve afyon yetişir.Hurma hemen hemen bütün bögelerde yetişen milli bir üründür.Irak tek başına dünya hurma üretiminin yüzde yetmiş beşini karşıladığından, hurma ekonomiye en büyük katkısı olan tarım ürünüdür. Hayvancılık ve tarım: Irak halkının hayatı ile büyük ölçüde parelellik gösterir.Sığır, eşek, katır kuzey bölgelerinde; deve, Asur arazisi, çöller ve Mezopotamya’nın bir bölümünde; koyun Mezopotamya’nın batısında yetiştirilir. Ülkedeki büyükbaş hayvanların sayısı toplam dört milyon, küçükbaşlarınki ise üç milyon civarındadır. Balıkçılık: Daha çok kuzey bölgelerin merkezi kısımlarındaki ırmaklarda gelişmektedir. Irmak ve göllerde sazan balığı, ve tatlısu balıkları bulunur. Daha önceleri balıkçılık körfez kıyısında da önemli bir geçim kaynağı iken savaş ve savaşın sonucu olan deniz kirlenmesi buradaki balık neslini tüketmiştir. Sanayi: Irak’ta çıkarılan petrolün mühim bir kısmının ham olarak ihraç edilmesine rağmen, sanayinin en önemli kolu petrol rafinerizasyonu vepetro-kimyadır. Petrol rafinerileri Bağdat, Basra, Kerkük ve Musul’da; petro-kimya tesisleri ise,Bağdat’ta bulunur.Sanayiin bu kolunda genelde Rus teknolojisi kullanılmaktadır.Petrolü pamuklu, yünlü ve ipekli dokuma takib eder. Tekstil sanayii Bağdat, Musul ve Hilla’da toplanmıştır.Yakın tarihte büyük ilerleme gösteren diğer sanayi dalları, çimento ve sun’i gübre üretimidir. Konserve, şeker, sigara, nebati yağ ağaç ürünleri imalatı da tarıma bağlı olarak gelişmektedir.Ülke diğer birçok sanayi kolunda olduğu gibi tarım araçları ve otomotiv sanayiinde de Sovyet teknolojisinden faydalanmaktadır. Körfez savaşı ile sanayi ve ekonomik durumu güçlüklerin içine düşmüştür.Memleket bir baştan bir başa harap olmuştur. Ticaret:Irak’ta ülke içi ticaret eski metodlarla yapılmakta, nakliye ve tabiat şartları sebebiyle her bölge kendisini beslemek zorunda kalmaktadır. Dış ticaret ise yeni yeni gelişmeye çalışmaktadır. İhracatında büyük payı ham petrol tutar. Bunu hurma ve çimento izler. İthalat ise daha çok teknoloji transferi ve ağır sanayi ürünleri şeklinde olmaktadır. Önemli ithal ürünleri makina, araç, yiyecek maddeleridir. Ulaşım:Irak’ta ulaştırma genelde karayolu ile yapılır. En önemli yolları:Sınırları ve petrol bölgelerini Bağdat’a bağlayan yollardır.Karayollarının toplam uzunluğu 33.238 kilometredir.Ülke içi ulaşımda demiryolu ikinci sırayı alır. 1914’te yapılmaya başlanan demiryolları bugün 2439 km uzunluğa ulaşmış olup, hemen hemen bütün büyük şehirleri birbirine bağlar. Büyük ırmaklar ve sun’i su yolları da şartların uygun olduğu zamanlarda ulaşımda önemli yer tutabilmektedir . Irak, Basra körfezinde sadece 100 kilometrelik bir kıyısı olmasına rağmen her türlü deniz vasıtasına hizmet verebilecek iki büyük limana sahiptir. Bunlar körfez kıyısındaki Ümm-ül-Kasr ile Şattülarap su yolu kıyısındaki Basra limanlarıdır.Ülke içi ulaşımda havayolu konusuna önem verilmemesine rağmen,Bağdat ve Basra milletlerarası hava trafiğinin mühim durak yerleridir. Irak'ın İşgali ABD ve Birleşik Krallık öncülüğündeki koalisyon kuvvetleri Irak'ı kitle imha silahlarından arındırmak ,Saddam Hüseyin'in teröre verdiği desteği kesmek ve Irak Halkını özgürleştirmek gerekçeleriyle Irak'taki Baas Rejimi'ne karşı saldırıya geçti.20 Mart 2003'te başlayan hava saldırısı ve onu takip eden kara harekatı sonunda 9 Nisan 2003'te başkent Bağdat'a giren koalisyon güçleri Saddam Hüseyin iktidarını devirdi.15 Nisan'da Irak tümüyle koalisyon güçlerinin denetimine geçti.
-
DİN Din Hindistan’da bir hayat tarzıdır. Bütün Hint geleneklerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Birçok Hintli için din, günlük işlerden eğitim ve politikaya kadar hayatın her safhasına nüfuz etmiştir. Laik Hindistan, Hindu, İslam, Hıristiyanlık, Jainizm, Sihizm ve diğer sayısız dini geleneğe ev sahipliği yapar. İslam nüfusun %20’si tarafından uygulanır. Hinduların yanında Müslümanlar önde gelen dini gruptur ve Hint toplumunun ayrılmaz bir parçasıdır. Hindistan Endonezya’dan sonra sayıca en kalabalık Müslüman nüfusa sahiptir. Hindistan’da tüm dinlerce kabul edilen ortak uygulamalar vardır ve her yıl çeşitli müzik ve dans festivalleri tüm topluluklarca kutlanır. Her birinin kendi hac yerleri, kahramanları, efsaneleri ve hatta mutfak alışkanlıkları vardır ki bu toplumun temel özelliği olan özgün farklılık içinde karışır gider. Hinduizm Bir dini gelenekler dermesi Hinduizmin temelini belirleyen inanışları tanımlamak pek kolay değildir. Hindistan nüfusunun büyük bir çoğunluğunun sahip olduğu bu inancı şekillendiren tek bir felsefe yoktur. Hinduizm belki de bu şekilde hem teorik alanda hem de uygulamada farklılıklar içerdiğinden dolayı dinler müzesi diye anılabilecek tek dini gelenektir. Bu dinin bir kurucusu ya da kutsal kitabı yoktur. Rig Veda, Upanişadlar ve Bhagavad Gita, Hinduların kutsal metinleri olarak gösterilebilir. Çoğu diğer dinlerin aksine, Hinduizm tek bir ilaha tapınmayı öngörmez. Bir Hindu, Şiva, Vişnu, Rama, Krişna veya diğer tanrı ve tanrıçalara tapabilir ya da her ferdin içinde yer alan Yüce Ruha veya Yıkılmaz Ruha inanabilir ve hala Hindu olarak anılabilir. Bu Hinduizmin ne derece çelişkiler içerdiğinin bir işaretidir. Terazinin bir yanında Nihai Hakikat yolunda bir arayış, diğer tarafında ise ruhlara, ağaçlara ve hayvanlara tapan mezhepler vardır. Hinduizm’de sadece tanrı ve tanrıçalarla ilgili değil, güneş, ay, gezegenler, nehirler, okyanuslar, ağaçlar, ve hayvanlarla da ilgili festivaller ve törenler vardır. En popülerleri Deepavali, Holi, Dussehra, Ganesh Chaturthi, Pongal, Janamasthmi ve Şiva Ratri festivalleridir. Hinduizmi ilginç kılan ve Hint geleneğini zenginleştirip renklendiren bu sayısız şenlik etkinlikleridir. Hint Mitolojisi ve Yaşayan Tanrılar Mahabharata ve Ramayana gibi destansı kahramanların ölümsüz olduğuna ve insanlar gibi hayatta olduklarına inanılır. Hinduizm tanrıları hem insanüstü hem de insan gibidir ve onlara karşı ayrı bir sıcaklık ve aşinalık duygusu vardır. Ramayana kahramanı Rama, onur ve cesaret gibi nitelikleri temsil eder ve bir erkeklik modeli olarak görülür. Karısı Sita tipik bir Hint kadınıdır ve kocasıyla beraber sürgündeyken Lanka Kralı Ravana tarafından kaçırılmıştır. Sita’nın Rama ve kardeşi Lakşmana ve sadık maymunu Hanuman tarafından kurtarılışı bu son derece ilginç hikâyenin etrafında örülmüştür. Bu destandan çeşitli hikâyeler nesilden nesile anlatılagelmiştir. Dini panayırlar, festivaller, ve ayinler bu efsaneleri canlı tutmuştur ve her etkinlik eski hikâyelerin yeniden anlatılması için bir fırsat olmaktadır. Mahabharata’daki heyecan verici metinler yakın akraba olan Pandavalar ve Kauravalar arasındaki hanedan kavgasının hikâyesini anlatır. Efendi Krişna bu büyük destanda çok önemli bir rol oynar. Kendisi Pandavalardan Arjuna’nın arkadaşı, rehberi ve filozofudur ve Arjuna savaş alanlarında akrabalarını öldürmekte tereddüt gösterdiğinde ona bu tereddüdü aşmasında yardımcı olur. Krişna’nın hikmetli felsefesi ve öğretileri Bhagavad Gita’da yazılmıştır. Krişna, çocukken tereyağı çalan, gençken de flüt çalıp yaramazlık yapan bir tanrı olarak bilinse de yetişkin yıllarında daha ciddi tarafının ön plana çıktığı hikmetli bir filozof olarak tasvir edilmiştir. Hindistan’ın tamamında Hinduların taptığı birçok tanrı ve tanrıça vardır. Bunların arasında Hinduizm için en önemli olanı sırasıyla yaratıcı, koruyucu ve yok edici olarak bilinen Brahma, Vişnu ve Şiva üçlemesidir. Brahma’nın pusuladaki dört yöne tekabül eden dört başı vardır. Hayatı ve tüm evreni yarattığına inanılır. Vişnu doğum ve yeniden doğum devr-i daimini yöneten koruyucudur. Ayrıca dünyayı kötü güçlerden korumak için çok defa dünyaya geldiğine dair bir inanış vardır. Rama ve Krişna’nın Vişnu’nun tecessümü olduğu düşünülür. Genellikle boynuna sarılı bir kobra yılanı ile görülen Şiva tüm kötülükleri yok eder ve birçok tecessümü vardır. Görülemeyen tanrılar ilahi güçleri simgeleyen birçok imge ve putlarla temsil edilir. Birçok put tanımsız güzelliğe ve ihtişama sahip süslü tapınaklarda korunur. Hint tanrıları tapınaklarda, karla kaplı tepelerde, nehirlerde, okyanuslarda ve Hintlilerin zihin ve kalplerinde canlıdır. Hümayun Türbesi Hindistan'da İslam İslam Hindistan’da 8. yüzyılın başlarında Arap tüccarlar aracılığıyla girdi, fakat gerçek etkinliğini 12. yüzyılda kazandı.Hindistanın islamlaşması büyük çoğunlukla Türklerle olmuştur.İlk olarak Gaznelilerle başlayan Türk-islam Devletleri zinciri Tuğluklular,Lodiler,Delhi Türk Sultanlığı ve son olarak Babür imparatorluğuyla 1858 senesinde sona ermiştir.İngilizlerin Babür devletini ortadan kaldırmasıyla Hindistan'daki 9 asırlık Türk-islam hükümdarlığıda sona ermiştir.Türk sultanları içinde Gazneli Mahmut,Babür Şah,Ekber Şah en meşhur olanlarıdır.17. asırda Hindistanda yaşamış olan İmam Rabbani islamın yayılmasında ve doğru bir şekilde yaşanmasında fazlasıyla etkili olmuştur.Yine bu dönemden öncede Türkistanlı alimlerin ve talebelerinin islamın yayılmasın da büyük katkıları olmuştur.Bunlardan en çok akla gelenleri Hoca Ahmed Yesevi,Muhammed Bahaüddin Nakş-ı Bend ve Abdülkadir Geylanidir.Hinduizmin dalları olarak ortaya çıkan Budizm, Jainizm ve Sihizm’in aksine İslam’ın anlayışları, gelenekleri ve dini pratiği bu inanca mahsustur ve evrensel kardeşliği ve her şeye gücü yeten Allah’a teslimiyeti öngörür. 12. yüzyılda Müslüman akınları ve 16. ve 17. yüzyıllardaki Babürlü Türk idaresi Hindistan’da İslamiyet’in yayılışında etkili olmuştur. Başta saldırgan gibi gözüken İslam’ın evrensel sevgi ve barışa yönelik mesajı daha sonraları mistik ve tasavvuf ehlinin yardımlarıyla yayılmıştır. Kabir ve Nanak gibi tasavvuf ehillerinin yaymış olduğu kardeşlik ruhu Hindistan’daki katı kast sisteminin çözülmesinde yardımcı olmuştur. İki inancın karşılıklı iletişimi hayatın ve kültürün her alanında Hindu ve İslami unsurların bir sentez oluşturmasını sağlamıştır. Baştaki çatışma ve çelişme döneminden sonra bugün bu iki din uyum sağlayarak birbirlerinin zenginleştirmişlerdir. Günümüzde de 138 milyonla dünyanın 3. büyük müslüman topluluğu Hindistan'da yaşamaktadır. Sihizm Sihizm olarak geçen Sıkh Dini; Hindistan 'da takriben 1500 'lü yıllarda doğmuştur. Günümüz Hint Yarımadası 'nda diğer dinlere nazaran daha aktif ve uzlaşmaz tutumu ile gündemde kalmaya çalışan Sıkh Dini, Hint Felsefesinden kaynaklanan Maya ve Nirvana tasavvurlarını benimsemiş olmakla tanınmıştır. Sihizm, günümüzde Hindistan 'ın dini ve siyasi hayatında önemli yerini korumaktadır. Hindistan'da Hıristiyanlık Hıristiyanlığın Hindistan’a Güney Hindistan’da bir müddet kalan ve büyük ihtimalle de orada ölen havarilerden Thomas ile geldiğine inanılır. Fakat ülkeye gelen ilk misyonerin Bartholomew olduğunu düşünenler de vardır. Tarihi bilgilere göre Hindistan’daki misyoner faaliyetler 1544 yılında Francis Xavier’in gelişiyle başladı. Onu başta Portekiz’den, daha sonra da Danimarka, Hollanda, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerden gelen misyonerler izledi. 18. ve 19. yüzyıllarda hem Katolik hem de Protestan misyonerler Hıristiyan öğretilerini yaydılar. Bugünkü Hindistan toplumu üzerindeki modern etkilerde Hıristiyanlığın payı da vardır. Hıristiyan misyonerler tüm ülkede okullar ve kolejler açarak inanç ve iyi niyet mesajları yaydılar. Hıristiyanlık ve öğretileri Mahatma Gandi de dahil olmak üzere birçok aydını ve düşünürü etkilemiştir. Bugün Hindistan’da 30 milyon kadar değişik mezheplerden Hıristiyan vardır. Budizm Orta Yol Budizm, Hinduizmin bir kolu olarak ortaya çıkmış fakat zamanla tüm Asya’da yaygın hale gelmiştir. Bu inancın kurucusu Gautama Buddha’nın kişiliği ve öğretileri Japonya, Çin ve Asya’daki milyonlarca insanın hayatını aydınlatmıştır. Budizm ile Hinduizmin temel öğretileri arasında güçlü bir benzerlik vardır. Budizm devamsızlık prensibi veya kanunu üzerine kurulmuştur. Buna göre, bazı şeyler diğerlerinden daha uzun sürse de, her şey değişime tabidir. Budizmin diğer temel prensibi hiçbir şeyin tesadüfen meydana gelmediğini ileri süren sebep kanunudur. Tüm olayların meydan gelişlerindeki etken doğa güçlerinin yanında karmadır. Yok edilemez ruh ve yeniden doğum devr-i daimi kavramları bu iki temel felsefeden kaynaklanmaktadır. Buda, aşırı rahat düşkünlüğü ve her şeyden uzak durma iki uç nokta arasında dengeli ve ahenkli bir hayat tarzı olarak Orta Yol’u savunmuştur. Budizm dört Asil Gerçeğe dayanır: 1. Istırap evrenseldir, 2. Istırabın sebebi hırs ve aşırı arzudur, 3. Istırabın üstesinden gelinebilir ve önlenebilir, 4. Arzulardan sıyrılmak ıstırapları yok edebilir. Istırabı önlemek için kişi aşırı arzularına galip gelmedir ki bu nirvanaya ulaşmayı ve aydınlanmanın tamamlanmasını sağlar. Mirza Gıyas Beg'in mezarı (Agra)
-
HİNDİSTAN Taç Mahal DEVLETİN ADI: Hindistan Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Yeni Delhi YÜZÖLÇÜMÜ: 3.287.590 km2 NÜFUSU: 889.700.000 RESMİ DİLİ: Hindu dili ve İngilizce DİNİ: Hinduizm ve İslam PARA BİRİMİ: Rupee Hindistan, ya da resmî adıyla Hindistan Cumhuriyeti (Hintçe: भारत गणराज्य Bhārat Gaṇarājya; İngilizce: Republic of India), Güney Asya'da bulunan bir ülkedir. Dünyanın en büyük yedinci coğrafî alanı ve en büyük ikinci nüfusuna sahip olan ülkedir, ve dünyanın en büyük demokrasisidir. Güneyinde Hint Okyanusu, batısında Umman Denizi ve doğusunda Bengal Körfezi'nin bulunmalarıyla birlikte Hindistan'ın deniz kıyısı 7.517 kilometre uzunluktadır. Batısında Pakistan, kuzeydoğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, Nepal ve Butan, ve doğusunda Bangladeş ve Myanmar ülkeleri ile sınır paylaşmaktadır. Ayrıca Sri Lanka, Maldivler ve Endonezya'ya çok yakın. İndus Vadisi Uygarlığı, tarihi ticaret yolları ve büyük imparatorlukların yer aldığı bölgesi olan Hint Yarımküresi, uzun tarihin çoğu boyunca ticarî ve kültürel zenginliği için biliniyordu. Dört tane önemli dünya dinleri olan Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Sihizmin doğum yeri olmasıyla birlikte Zerdüştçülük, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam hepsi M.S. birinci milenyumda ülkeye gelerek bölgenin çeşitli kültürünü şekillendirdi. Hindistan, 28 tane eyalet ve birlik bölgesinden oluşan ve parlamenter demokrasi olan bir cumhuriyettir. Borsa sayılarına göre dünyanın en büyük on ikinci ekonomisine ve dünyanın en büyük dördüncü satın alma gücü paritesine sahiptir. 1991'den beri uygulanan ekonomik inkılapları nedeniyle dünyanın en çok hızlı büyüyen ekonomilerinden birisidir; buna rağmen yoksulluk ve kötü beslenme oranları hâla çok yüksek, okuryazarlık ise çok düşüktür. Tarihi Hindistan’ın tarihi hakkında bilgiler, Aryalardan başlamaktadır. Bundan önceki dönemler içindeki olaylar hakkında çok çeşitli ve kesin olmayan bilgiler mevcuttur. Dravitleri yenerek Hindistan’a yerleşen Aryalar, Yunan istilaları, İskender’in saldırıları, Asoka dönemi, Mouryo İmparatorluğu, Gupta Devri, Hunlar, Harşalar, Kuzey ve Güney Sülaleler Dönemi, Türk-Moğol Hakimiyeti, Arapların, Gaznelilerin, Babür Devletinin fetihleri, Avrupalıların yerleşmeleri ve bugünkü Hindistan’ın kurulması safhaları takib eder. M.Ö. 2000 yıllarında Himalayaları aşarak gelen Aryalılar, Hindistan’da asırlarca sürecek bir hayat tarzının temelini attılar. Daha sonraları Maurya İmparatorluğu Hindistan’a hakim oldu. Bu imparatorluğun yıkılmasından sonra hakim olan Guptaların ülkedeki hakimiyetine Hun saldırıları son verdi. Bundan sonrası, ülkede kurulan prenslikler dönemi ve aralarında yaptıkları savaşlarla geçti. Müslümanlar, Hindistan’a ilk olarak sekizinci asırda geldiler. 712 yılında Muhammed bin Kasım’ın ordusu Hindistan’a girdi. Bunu müteakiben ülkede Müslüman Arap ordularının ve Gaznelilerin fetihleri görüldü. Gaznelilerin Sultan Mahmud zamanında başlattıkları seferleri, Muhammed Guri Han zamanında Hindistan’ın tamamının fethedilmesiyle sonuçlandı. Bundan sonra 1206-1290 yıllarında Memlukler, 1290-1320 yıllarında Halaciler, 1320-1413 yıllarında Tuğluklar ve 1526 yılına kadar da Ludiler Hindistan yönetimini ellerinde tuttular. On beşinci asır başlarında bir ara Timur Han ordusuyla Hindistan’ın büyük bir kısmını topraklarına kattı. Böylece Hindistan’da Türk-Hind İmparatorluğu başladı. Timur Hanın soyundan Babür Şah, bütün Hindistan’ı fethederek Gürganiye (Babür İmparatorluğu) Devletini kurdu (Bkz. Babür İmparatorluğu). Bu devlet, İngilizlerin Hindistan’ı işgaline kadar bölgede 342 sene hükümranlığını sürdürdü. Babür İmparatorluğu zamanında Hindistan’da yüzlerce büyük İslam alimi yetişip insanlara doğru yolu gösterdiler, ilim öğrettiler. İslam dinine sokulmak istenen bid’atleri yok ettiler. Bu büyük alimler arasında en meşhurlarından bazıları, İmam-ı Rabbani, Muhammed Ma’sum Faruki, Ubeydullah-ı Ahrar, Muhammed Zahid, Derviş Muhammed, Muhammed Baki-billah, Nur Muhammed Bedevani, Mazhar-ı Can-ı Canan, Senaullah-ı Dehlevi, Abdullah-ı Dehlevi, Abdülhak Dehlevi, Abdülaziz Dehlevi, Muinüddin Çeşti’dir. Avrupalıların Ümit Burnunu dolaşarak Hindistan’a ulaşmaları, 16. yüzyılda burada ilk ticaret merkezinin kurulmasına yol açtı. İngilizler, Hindistan’ı işgal ettikten sonra, Müslüman halka çok eziyet ettiler. 1906 yılında Svaraç (kendi kendini yönetme) sloganı ile bağımsızlık savaşı başlatıldı. Bu arada Hindistan Müslüman Birliği kurulmuştu. 1919 yılında Gandhi ile birlikte Hindistan’da pasif direnme ve protesto hareketlerine başlandı. 1935’te ilk anayasa kabul edilerek parlamenter düzen kuruldu. 18 Temmuz 1947’de tam bağımsızlığını kazanarak, dünya devletleri tarafından tanındı (Bkz. Gandhi, Mahatma). 26 Ocak 1950’de Hindistan Birliği olan devletin ismi Hindistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Bugün de bu isimle anılmaktadır. Ülke yönetim yönünden eyaletlere bölündü. Ekonominin büyük ölçüde bozulduğu bir dönemde yapılan seçimleri İndra Gandhi’nin başkanlığındaki Kongre Partisi kazandı. Radikal tedbirleri başarıyla alan İndra Gandhi, 1971’de erken seçime giderek büyük bir zafer kazandı. Aynı sene Hindistan ile Pakistan arasında savaş çıktı. Bu savaş neticesinde Doğu Pakistan yani Bangladeş bağımsızlığını ilan etti. Baskı rejimi uygulayan İndra Gandhi, 1974’den itibaren halk desteğini kaybetti. 1977’de yapılan seçimleri Canata Partisi kazandı. Canata Partisi yönetimde başarılı olamayınca, 1980’de yapılan seçimleri tekrar Kongre Partisi kazandı. Aynı sene özerklik için mücadele eden Sihler, büyük bir mücadeleye başladılar. 1984 Ekimde iki Sih muhafızı İndra Gandhi’yi bir suikast neticesinde öldürdü. Bunun üzerine başbakanlığa Raciv Gandhi getirildi. İç çatışmalar hala devam etmekte olup, Hindularla-Müslümanlar arasında çatışmalar büyük hız kazandı. Başbakan Raciv Gandhi 22 Mayıs 1991’de uğradığı bombalı suikast sonucunda öldü. Badşahi Mescidi Fiziki Yapı Hindistan Fiziki yapı bakımından üç ayrı bölüme ayrılır. Bunlar Dekkan Platosu, Ganj Ovası ve Himalayalar bölgesidir. 1. Dekkan Platosu: Hindistan Yarımadasının güneyinde, doğu ve batısı Gat Dağları ile çevrili 600-800 m yükseklikte bir platodur. Gat Dağlarından dolayı denizin tesirinden uzaktır. Dekkan Platosu, ülkeyi ikiye ayıran Vindiya Dağları ile Ganj Ovasından ayrılır. 2. Ganj Ovası: Himalaya Dağlarından doğan Ganj Nehrinin ve kollarının suladığı çok verimli bir ovadır. Alüvyonlarla örtülü olup, Brahmaputra Nehri ve Ganj Nehrinin deltası da bu ovaya aittir. Bu ovanın genişliği yaklaşık olarak 320 kilometredir. 3. Himalayalar Bölgesi: Kuzeyde 2400 km uzunluğunda, Hindistan’ı Tibet Yaylasından ayıran ve tarih boyunca istilalara engel teşkil eden tabii bir duvardır. En yüksek yeri Everest Tepesidir (8882 m). Himalaya Dağları Hindistan’ın kuzey sınırını çizer. Çok yüksek olan bu dağlar ancak, Muztag, Karakurum ve Hayber gibi yerlerden geçit verir. Dağları: Kuzeyde Himalayalar, doğuda Doğu Gatlar, batıda Batı Gatlar ve ortada Vindiya Dağları bulunur. Himalayaların Hindistan sınırları içindeki en yüksek noktası 7817 m ile Nanda Devi Dağlarıdır. Akarsuları: En önemli nehirleri Ganj, Brahmaputra, Narbada, Godavari, Krişna ve İndus’un bir kısmıdır. Ganj ve Brahmaputra en büyük nehirleridir. Brahmaputra 2900 km uzunluğundadır. Bu iki nehrin suları bazı bölgelerde ulaşıma elverişlidir. Ganj Nehri, Hindularca kutsal sayılır. Gölleri: Sonbahar ve Kuç Yarımadasındaki küçük göllerden başka birkaç göl vardır. Bunlar da önemsizdir. Delhi İklim Bütünüyle Ekvator’un kuzeyinde kalan Hindistan, sıcak bölge içerisindedir. Ovalık bölgeler yıl boyunca nemli ve sıcak olur. Hindistan ikliminin başlıca özellikleri musonlar, alize rüzgarları, sıcaklık ve düzensiz yağışlardır. Hindistan’da yazlar yağışlı, kışlar ise kurak geçer. Aylık sıcaklık ortalaması 25-35°C arasında değişir. 4500-5000 m yüksekliklerde karlarla örtülü bölgeler bulunur. Muson rüzgarlarının getirdiği yağmurlar bölgelere göre değişmektedir. Dağlık bölgelerde yağış ortalaması 508 milimetreyi bulur. Bu ortalama Tar Çölünde 254 mm, Assam’da 10.000 mm, Dekkan’da 254 mm, Batı Gatlarda ise 5000 milimetreyi bulur. Tabii Kaynaklar Bitki örtüsü ve hayvanlar: Tabii kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Ülke topraklarının % 22’si ormanlıktır. Özellikle Himalaya etekleri sık ormanlıktır. Himalaya eteklerindeki ormanlar yapraklarını dökmezler. Bunlar palmiyeler, liyanlar, meşe, bambu ve defne ağaçlarından meydana gelmiştir. Dekkan’ın kuzeydoğusu ile Ganj Ovasında büyük ormanlar bulunmaktadır. Bu ormanların ağaçları kurak mevsimde yapraklarını dökerler. Hindistan’ın dağlık bölgeleri ve balta girmemiş ormanları; her çeşit vahşi hayvanlar, nesli tükenmek üzere olan kuşlar ve dünyada pek nadir görülen hayvan çeşitlerine sahiptir. Kaplan, pars, arslan gibi yırtıcı hayvanlar bulunmaktadır. Kurt, ayı, yaban kedisi ve tilki gibi vahşi hayvanlara bolca rastlanmaktadır. Fil, misk geyiği, maymun, timsah, kertenkele, akrep, çeşit çeşit yılan cinsleri ve her nevi kuş cinsleri mevcuttur. Madenler: Hindistan madenler bakımından bir hammadde deposu olup, tarih boyunca milletleri kendisinin üzerine çekmiştir. Dünya demir rezervlerinin% 25’ine, mika rezervlerinin % 80’ine sahiptir. Boksit rezervi bakımından dünyanın ikinci ve manganez rezervi bakımından da üçüncü ülkesidir. Hindistan’da çıkarılan diğer yeraltı madenleri krom, kurşun, kömür, altın, gümüş, bakır, uranyum, titanyum ve petroldür. Ayrıca kireçtaşı ve amonyum sülfatlı gübre ile betonarme ve sıvı alçı için lüzumlu alçıtaşı, Rayasthan ve Gucerat bölgelerinde çıkarılır. Hindistan, elmas ve zümrüt bakımından da dünyanın sayılı ülkelerinden biridir. Nüfus ve Sosyal Hayat Dünya nüfusunun % 15’ine sahiptir. Nüfusu 889.700.000’dir. Nüfusun % 20’si şehirlerde, % 80’i köy ve kırlarda yaşar. Halk, beş ayrı etnik gruptan meydana gelmiştir. Bunlar Dravitler, Aryalar, Hindular, Tibet-Çin ve Moğollar ve Müslümanlardır. Resmi dili Hintçe olmasına rağmen, 850 çeşit dil vardır. Yazışmalarda İngilizce kullanılır.Hindistan 27 eyaletten meydana gelmiş olup, her eyaletin kendi resmi dili vardır. Hindistan anayasasında kabul edilen resmi dillerden bazıları şunlardır: Hindu, Urdu, Pecabi, Marathi, Bengali, Gucerat, Oriya, Assamese, Keşmir dili, Sindhi, Sanskritçe, Telugu Tamil, Kannada, Malayam dilleri. Bu dilleri kullanan insanlar arasında anlaşmak için ya Hindu dili veya İngilizce kullanılır. Nüfus sayısı bakımından dünyada Çin’den sonra ikinci sırayı alır. Nüfus fazlalığı sebebiyle Hindistan’da hayat seviyesi çok düşüktür. Halkın büyük çoğunluğu açlıkla karşı karşıyadır. Bunun yanında Hinduların ineği kutsal sayması, ineklerin kesilmesine engel teşkil etmekte, bu da besin yetersizliğine sebeb olmaktadır. İnek kesimi Hindularla Müslümanlar arasında birçok kavgalara sebebiyet vermektedir. Elde edilen tarım ürünleri artan nüfusa cevap verememektedir. Geleneksel kiyafetler giyen bir Hintli kadın. Nüfusu meydana getiren etnik gruplar arasında devamlı sokak kavgaları olmaktadır. Bu kavgalar özellikle Müslümanlarla Hindular arasında cereyan etmektedir. Müslümanların bu ülkedeki varlıklarını tarih boyunca bir türlü içlerine sindirememiş olan Hindular, her fırsatta bir bahane ile Müslümanlara saldırmakta ve kanlı çatışmalara sebeb olmaktadırlar. Müslümanların kurban bayramında inek kurban etmeleri, bu bahanelerin en çok öne sürülenidir. Hindistan hükumetleri de takib ettikleri politikaların, etnik ve kültürel yapılarının icabı olarak bu sataşmalara çok defa ya seyirci kalmakta veya Müslümanların aleyhine uygulamalar yapmaktadır. Böylece tarih boyunca Hindistan’a hakim olan Müslüman devletlerinin, bıraktıkları İslam ilimleri ve kültürünün gün geçtikçe unutulup yok edilmesine sebeb olunmakta, tarihi İslam memleketlerinden olan Hindistan’ın bu vasfının ortadan kaldırılmasına çalışılmaktadır. Aryalar zamanından beri uygulanan kast sistemi, ancak 1975’te çıkarılan bir kanunla kaldırılmış, fakat köylüler yine iyi bir hayat seviyesine ulaştırılamamıştır. Kast sistemi aslında bir dayanışma birliği olarak düşünüldüğü halde tatbikatta birçok insanın köle gibi çalışmasına sebeb olmuştur. Din: Nüfusun % 83’ü Hindu, % 11’i Müslüman, % 2’si Hıristiyan, % 2’si Sih, % 2’si de diğer dinlere mensuptur. Eğitim: Eğitim ve öğretim son yıllarda önem kazanmaya başlamıştır. Ülkede 100’den fazla üniversite, 400.000 civarında ilkokul ve 55.000 civarında ortaokul bulunmaktadır. İlk ve orta öğretimde bugün için yaklaşık 90.000.000 civarında öğrenci okumaktadır. Okuma-yazma oranı % 30’dur. Bunların % 61,2’sini erkekler, % 28,8’ini kadınlar teşkil etmektedir. Önemli şehirleri: Yeni Delhi, Bombay, Kalküta, Mandras, Haydarabat, Ağra, Benares’tir. Siyasi Hayat 1950’de kabul edilen anayasa ile parlamenter sisteme geçildi. Hindistan 9 tanesi merkezi hükumetçe, 18’i eyalet merkezince yönetilen 27 eyaletten meydana gelmiştir. Hindistan Parlamentosu iki meclisten ibaret olup, 250 üyeli Eyalet Meclisi ve 508 üyeli Millet Meclisi vardır. Millet Meclisi üyeleri halk tarafından doğrudan doğruya; Cumhurbaşkanı merkez ve eyalet meclisleri tarafından 5 yıl için seçilir. Eyalet hükumetleri, Devlet Başkanı tarafından 5 yıllığına tayin edilen valiler tarafından idare edilir. Ekonomi 1945’te bağımsızlığa kavuştuktan sonra ekonomik yönden planlı ve hızlı bir şeklide gelişmiştir. Fakat çok artan nüfus, refah seviyesinin yükselmemesine ve kişi başına düşen milli gelirin düşük olmasına sebebiyet vermektedir. Hindistan’ın iş gücünü meydana getiren nüfusun % 80’i tarımla, % 10’u endüstri ile uğraşır. Sanayii: Milli gelirin 1/5’ini imalatçılık ve madencilik teşkil eder. Petrol ve kimya ürünleri kısmen kendi tüketimi için kafidir. Ortalama çelik üretimi 9,5 milyon, demir filizi üretimi ise 40 milyon tondur. Hindistan’da bugün Damador Vadisinde 5 milyar ton kömür rezervi, Madras’da 2 milyar ton linyit rezervi, Assam bölgesi civarında ise 5 milyon ton petrol rezervi bulunmaktadır. Ortalama yıllık kömür üretimi 123 milyon, petrol üretimi 19 milyon ton, boksit üretimi 1.740.000 ton civarındadır. Manganez üretiminde dünyada üçüncü sırayı almaktadır. Maden kaynakları bakımından oldukça zengin olan Hindistan’da alüminyum, krom, petrol, mika, kalay, çinko, kurşun, bakır ve altın çıkarılır. Kalküta ve Bombay bölgesi pamuklu tekstil, jüt, gıda maddeleri ve kimya endüstrisi alanları ile gelişmiştir. Hindistan’da sanayi iki kolda ilerlemiştir. Bunlar pamuklu ve jütlü dokumacılık ve maden çıkarmadır. Makina endüstrisi alanında; vagon, lokomotif, gemi tezgahları ve otomobil fabrikaları vardır. Hindistan’ın elektrik üretimi yaklaşık 112 milyar kws’dır. Nükleler enerji hususunda dünyanın en büyük uranyum ve toryum rezervlerine sahib olduğu için nükleer santralleri bulunmaktadır. Hindistan’ın büyük sanayi merkezleri; Bombay, Kalküta, Ahmedabad, Madras, Bangalore, Delhi, Jodhpur, Bhopol, Manharpur, Nagpur, İndore ve Srinagar bölgeleridir. Mumbai Tarım: Hindistan halkının 3/4’ü tarımla uğraşmaktadır ve gelirlerin yarısı tarımdan sağlanır. Hindistan topraklarının yarısında ekim yapılmaktadır. Tarım topraklarının % 80’ine tahıl ekilmektedir. Malabar ve Kromandel kıyılarında pirinç, şekerkamışı yetiştirilmektedir. Kuzeyindeki Ganj Ovası ve Bengal Körfezi kıyıları çok verimli topraklar olup, her nevi ürün alınmaktadır. Hindistan çay, susam, mercimek, yerfıstığı ve nohut üretiminde dünyada birinci sırayı; pirinç, şekerkamışı, soğan, keneotu ve hindkeneviri üretiminde ikinci sırayı almaktadır. Bunların yanında buğday, arpa, keten, tütün, portakal, mısır, patates ve elma yetiştirilmektedir. Ayrıca her cins baharat, pamuk, kahve ve haşhaş üretilir. Balıkçılık: Hindistan, 4800 kilometrelik sahil şeridi, iç sularla birlikte sığ bölge olarak yaklaşık 260.000 km2lik alanda balıkçılık potansiyeline sahiptir. Fakat yılda ortalama iki milyon ton gibi cüz’i mikdarda balık avlanmaktadır. Hayvancılık: Hindistan hayvancılık bakımından oldukça zengindir. Dini inanışlarından dolayı sağda solda serbestçe gezinen inek, öküz ve mandalardan yeterli şekilde faydalanılamaz. Sadece güçlerinden ve sütlerinden sınırlı ölçüde fayda sağlanabilmektedir. Sığır, tavuk, koyun, eşek, keçi, manda beslenmektedir. Ormancılık: Ülke topraklarının % 22’si ormanlıktır. Ormanlardan kerestenin yanında ağaç zamkı, reçine, ilaç hammaddesi de elde edilmektedir. Ticaret: Ticaretinin büyük kısmını, ABD, AET ülkeleri, İngiltere, Japonya ve Almanya ile yapmaktadır. Tekstil ürünleri, madenler, çay, bazı tarım ürünleri, pamuklu ve jütlü dokuma ve hindkeneviri başlıca ihraç ürünleridir. Besin maddeleri, makina ve aletler, sanayi hammaddeleri, motorlu araçlar ve buğday ithal etmektedir. Dış yardımlar sayesinde ekonomisini geliştirmektedir. İhracatının % 17’sini ABD’ye yapmakta ve ithalatının % 23’ünü ABD’den karşılamaktadır. Ulaşım: Deniz ulaşımı iyi durumdadır. 8 büyük, 150 küçük liman vardır. Demiryolu ulaşımı bakımından dünyanın dördüncü ülkesidir. Toplam demiryolları 61.810 km, karayolları 1.772.000 km kadardır. İç su yolları ise 16.810 kilometredir. Ülkede 95 kadar havaalanı vardır.Hindistan Hava Yollarına ait uçaklar beş kıtaya uçuş yapmaktadır.
-
Freyja Co-Adminimiz Uzun bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza dönmüştür
_asi_ şurada cevap verdi: Admin başlık Öneri ve Eleştirileriniz
Hoşgeldin Freyja -
DEMOGRAFİ Gürcistan nüfusu, etnik çeşitlilik göstermesiyle dikkati çeker. 4382,1 bin (1 Ocak 2008 tah.)[4] kişiden oluşan ülke nüfusun yaklaşık % 83,8’ini Gürcüler, Acaralar, Lazlar, Megreller, Svanlar oluşturur. Diğer büyük etnik guruplar Azeriler (% 6,5), Ermeniler (% 5,7), Ruslar (% 1,5), Abhazlar ve Osetlerdir.Ülkede, Asuriler, Çeçenler, Çinliler, Gürcistan Yahudileri, Yunanlar, Kabardeyler, Kürtler, Tatarlar, Türkler, Zazalar ve Ukraynalılar gibi daha küçük gruplar yaşar. Gürcistan Yahudi cemaati, yeryüzündeki en güçlü Yahudi cemaatlerinden biridir. Gürcistan nüfusu, dilsel dağılım açısından da çok çeşitlilik gösterir. Güney Kafkas dilleri ailesinden Gürcüce, Megrelce, Svanca ve Lazca konuşan nüfus çoğunluğu oluşturur. Megrel, Svan ve Laz dilleri konuşan nüfusunun yanı sıra, Gürcü olmayan nüfus da kendi dillerinin yanı sıra Gürcüce konuşur. Gürcistan’ın resmi dili Gürcüce’dir; Abhazya özerk cumhuriyetinde Abhazca da resmi dil kabul edilmiştir. Güney Kafkas dillerini konuşan nüfusun oranı % 71’dir (Buna Megrelce, Lazca ve Svanca dahildir). Kalan nüfusun % 9’u Rusça, % 7’si Ermenice, % 6’sı Azerice ve % 7’si başka dilleri konuşur. Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başında dağılması sırasında Abhazya ve Güney Osetya olarak adlandırılan bölgede ayrılıkçı yönetimler ortaya çıktı. Abhazya nüfusunun % 46’sını (1989 nüfus sayımı) oluşturan Gürcü nüfusu tamamen göç ettirildi[6] ve bu nüfusun ancak küçük bir bölümü Abhazya’nın Gali bölgesine geri dönebildi. Güney Osetya’daki çatışmalar sırasında Osetlerin bir kısmı Kuzey Osetya’ya göç etmek zorunda kaldı. Bugün Gürcistan’da yaşayan Oset nüfusun büyük çoğunluğu ayrılıkçı Güney Osetya bölgesinde dışında yaşar. 1944 yılında Gürcistan’dan göç ettirilen Meshet Türklerine (Ahıska Türkleri), Gürcistan parlamentosunun 2007’de aldığı kararla ülkeye geri dönme hakkı tanındı. Etnik Gürcü nüfusunun yaklaşık % 5’inin yurtdışına göç ettiği tahmin edilmektedir. 2006 istatistiklerine göre Gürcistan en büyük göçü Türkiye ve Çin’den almıştır. Gürcistan nüfusunun büyük çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan’dır ve nüfusun % 81,9’u Gürcistan Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdır. Dinsel azınlıklar başında Müslümanlar (% 9,9), Ermeni Apostolikler (% 3,9), Rus Ortodokslar (% 2), Katolikler (% 0,8) gelir. Ayrıca başka dinlere mensup küçük gruplar vardır.Abhazya ve Güney Osetya ayrılıkçı bölgelerdir.Güney Osetya için rusya ile aralarında çok büyük bir savaş vardır. KÜLTÜR Gürcistan kültürü ülkenin uzun tarihi ile beraber gelişmiş, Gürcü dili ve alfabesi üzerine dayanan güçlü bir edebiyat geleneği ve eşsiz bir ulusal kültür barındırmaktadır. Bu özelliği güçlü bir ulusal kimlik sağlayarak tarih boyunca tekrarlanan yabancı işgali ve asimilasyon çabalarına rağmen Gürcü kimliğinin korunmasına yardımcı olmuştur. Gürcü alfabesi milattan önce 5. yüzyılda bulunmuş ve milattan önce 284 de Iberia krali 1. Parnavaz tarafindan geliştirilmiştir. Gürcistanin orta cağa ait kültürü büyük ölçüde Ortodoks Hristiyanlik, Gürcü Orotodoks ve Apostolik kilisesinden etkilenerek coğu kez dini bağliliği yüceltmiş ve destek olmuştur. Bu çalışmalar kiliseler, manastırlar Gürcü azizlerin ikonlarını içeren sanat eserleri ve Hagiografi (Aziz çalışmaları) içine almıştır. Bu eserlerle beraber dinden bağımsız olarak, milli tarih, mitolojiler ve hagiografik eserler de yazılmıştır. 17. yüzyıl ve sonrasını içeren modern dönemde Gürcü külturü büyük ölçüde Avrupadan gelen kültürel yeniliklerden etkilenmiştir. Gürcü dilini baskıda kullanan ilk matbağa Italyada 1620 yııinda kurulmuş ve Gürcistan’a ilk defa Tiflis’ e 1709 yılında getirilmiştir. Gürcistan tiyatrosu uzun bir geçmişe dayanmaktadir, en eski formu olarak bilinen "Sakhioba" milattan önce 3. yüzyildan milattan sonra 17 yüzyıla kadar varolmuştur. Gürcistan Milli Tiyatrosu 1791 yılında oyun yazarı ve diplomat olan Giorgi Avalishvili (1769-1850) tarafindan kurulmuştur. Bu tiyatronun onde giden aktorleri olarak Aleksi-Meskhishvili, David Machabeli, David Bagrationi, Dimitri Cholokashvili ve diğerleri örnek gösterilebilir. Gürcistan Devlet Müzesi 1845 yilinda kurulmuştur. Tiblis Devlet opera ve Bale tiyatrosu ise bir kaç yıl sonra 1851 de kurulmuştur. 19. yüzyılda Gürcü kültürünü temsil eden en önemli sanatcılar olarak Nikoloz Baratashvili (şair), Alexander Orbeliani (yazar), Vakhtang Orbeliani (şair), Dimitri Kipiani (yazar), Grigol Orbeliani (şair), Ilia Chavchavadze (şair ve yazar), Akaki Tsereteli (şair), Alexander Kazbegi (yazar), Rapiel Eristavi (şair), Mamia Gurieli (şair), Iakob Gogebashvili (yazar), Simon Gugunava (şair), Babo Avalishvili-Kherkheulidze (aktör), Nikoloz Avalishvili (aktör), Nikoloz Aleksi-Meskhishvili (aktör), Romanoz Gvelesiani (ressam), Grigol Maisuradze (ressam), Alexander Beridze (ressam), Ivane Machabeli (çevirmen), Okropir Bagrationi (çevirmen), Sardion Aleksi-Meskhishvili (çevirmen), Kharlampi Savaneli (opera şarkıcısı), Pilimon Koridze (opera şarkıcısı), Lado Agniashvili (yerel şarkıcı), Alioz Mizandari (besteci), ve benzerleri örnek gösterilebilir. Gircistan’da ilk sinema Tiflis’ de 16 Kasim 1896’ da kurulmuştur. Gürcistan’ın ilk sinema belgeseli “Akaki Tsereteli’ nin Racha-Lechkhumi’ ye Yolculuğu“ Vasil Amashukeli (1886-1977) tarafindan 1912 de çekilmiş, ilk uzun metrajlı filmi olan "Kristine" ise 1916’da Alexandre Tsutsunava (1881-1955) tarafindan çekilmiştir. Tiflis Devlet Sanat Akademisi 1917 yılında kurulmuştur. 20. yüzyılda Gürcü kültürü, Sovyetler Birliği’nin yönetiminde büyük baskılara maruz kalmışıir. Rusikifasyon olarak adlandıralan Ruslaştırma siyasetine bir çok Gürcü şiddetle karşı koymuştur. Gürcistan’ın 1991 de bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana kültürde yeni bir diriliş oluşmuş ancak buna rağmen ülkenin ekonomik ve politik sorunlarından dolayı bu gelişmeler Sovyet sonrası dönemde yavaşlamıştır. Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te yaklaşık 14 tiyatro faaliyet göstermektedir.Ülkedeki kötü ekonomik koşullar tiyatro ve diğer sanat dallarını olumsuz etkilemiştir.Ancak, Tiflis'teki kültürel hayatın imkânlar ölçüsünde canlı olduğu söylenebilir. Son zamanlarda sergi salonları sayısı artmakta, sinema salonlarının sayısı azalmaktadır.Televizyon ve radyo faaliyetleri de artmaktadır; iki devlet televizyon kanalı ile 7 özel televizyon kanalı yayın faaliyetinde bulunmaktadır. EĞİTİM 1999-2000 eğitim yılı verilerine göre ülkede 3305 okul faaliyette bulunmaktadır. Bunların 104'ü özel paralı okuldur, diğerleri ise devlet okuludur.Okullarda öğrenim gören toplam öğrenci sayısı 725, 2 bindir.Ülke genelinde 24 devlet yüksek okulu ile 8 şubesi ve 163 özel paralı yüksek okul bulunmaktadır. Devlete ait 18 yüksek okul ile 5 şubesinde paralı bölümler de bulunmaktadır. Yüksek okullarda öğrenim gören öğrenci sayısı 131 bin olup bunun %45, 3'u (59,6 bin öğrenci) parasız, %24,7'si (32,5 bin) devlete ait yüksek okulların paralı bölümlerde, % 30'u (39, bin) ise özel sektöre ait yüksek okullarda öğrenim görmektedir. Gürcistan Teknik Üniversitesi
-
EKONOMİ Gürcistan ekonomisi tarım ve sanayiye dayanır. Ekime elverişli alanlar az olduğu gibi işlemesi zordur. Buna rağmen fazla iş gücü istemesine rağmen, yüksek gelirli çay ve turunçgiller ekonomiye önemli katkıda bulunur. Diğer ürünler şekerpançarı ve tütündür. Bağ ve bahçelerden çeşitli ürünler elde edilir. Gelişmiş bir sanayiye sahib olan Gürcistan’da başlıca makina yapım sanayi kuruluşları, ağır motorlu taşıt, elektrikli lokomotif, iş araçları, hassas ölçü aletleri, torna tezgahı fabrikalarıdır.Metal işleme sanayii oldukça ileridir. Kimya sanayii gübre, sentetik elyaf ve ilaç üretimine, gıda sanayisi ise çay, konserve, tütün işlemeciliğine dayalıdır. Gürcistan dış ticaretini genellikle, eski Sovyetler Birliğini meydana getiren cumhuriyetler ile yapmaktadır. Ülke ihracatının % 95 ve ithalatının % 75’ten fazlasını eski Sovyet Cumhuriyetleri ile yapılmaktadır. İhracatın yaklaşık olarak yarısını çay, narenciye, tütün gibi tarım ürünleri meydana getirmektedir. Buna karşılık buğday, şeker ve ağır sanayi ürünleri ithal eder. Ülkede halen Sovyet kanunları kullanılmasına rağmen Gürcistan parlamentosu Eylül 1991’de bağımsız gümrük sistemini kuran kanunu kabul etti. Gürcistan ile Türkiye arasında bulunan Sarp sınır kapısının ticari nakliyat ve turizm yönünden önemi çok büyüktür. Sarp sınır kapısı 1988’de açılmıştır. Türkiye-Gürcistan arasında çeşitli anlaşma ve protokoller yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ekonomik ve Ticari İşbirliği Protokolü (1989), 1990-95 yıllarına ait Tıp ve Sağlık Protokolü: Bu protokolle taraflar arasında tıp ve sağlık alanında bilgi alış verişi, uzman eğitimi ve mübadelesi ile ortak araştırmalar ve tesisler kurulması kararı alınmıştır.Telekomünikasyon Protokolü (16.3.1991):Bu protokol ile ilk aşamada Batum’a uzak mesafe hat aboneliği tipi telefon bağlantısı hizmete sokulma aşamasına getirilmiş Teletaş ile Tiflis’te telefon cihazı üretimi için ortak şirket kurulması konusunda ilke anlaşması yapılmıştır. Gürcistan’a 250 milyon kwh elektrik satışına ilişkin protokol. Ulaşım: Ulaşım son derece gelişmiştir. Yük taşımacılığı genelde demiryoluyla yapılır. Batum ve Poti limanları Transkafkasya’nın hepsine hizmet verir.Rusya’nın birçok şehrine düzenli uçak seferleri vardır. Doğal Kaynaklar Gürcistan'ın petrol ve doğalgaz rezervleri oldukça sınırlıdır....Ülkede çıkarılan başlıca mineraller manganez ve perlittir. Bunun yanı sıra, ülkenin dünyaca meşhur şifalı su kaynakları ile kaplıcaları bulunmaktadır. Metal alaşımları üretiminde kullanılan ve önemli ihracat potansiyeline sahip manganez minerallerinin üretimi, hala Sovyet döneminden kalma eski yöntemlerle sürdürülmektedir. Yeryüzündeki en zengin manganez rezervleri Gürcistan’ın Chiatura bölgesinde bulunmaktadır. Borcomi kaplıcası Tarım ve hayvancılık Tarım Gürcistan ekonomisindeki en önemli sektörlerden birisidir. Nüfusun yaklaşık %40'ı tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Tarım ve hayvancılık yüzde 20,3 ile GSYİH içindeki en önemli kalemdir (üzüm, narenciye, çay, fındık, sebze, patates, çiftlik hayvanları). Gürcistan topraklarının %13’ü düz arazi, %33,4’ü meyilli arazi, kalan kısmı da dağlık alandan oluşmaktadır.Toprağın yaklaşık %44’ü tarım amaçlı kullanılmaktadır.Tarım alanlarının %21’i sulu arazidir. Turizm Gürcistan, Karadeniz'e bakan sahil şeridi, dağları, kış turizmine elverişli tesisleri, tarihi ve kültürel zenginlikleri ile önemli ölçüde turizm potansiyeline sahiptir. Ayrıca, zengin termal su kaynakları ve kaplıcaları da birçok turisti ülkeye çekmektedir.Diğer taraftan Avrupa'ya yakınlığı büyük bir avantaj oluşturmaktadır. 1990'lı yılların başında yaşanan güvenlik sorunları ve ekonomik durgunluk nedeniyle, ülkenin turizmi gelişme kaydedememiştir ve ülkeye gelen turist sayısında büyük düşüş yaşanmıştır. Konaklama, uluslararası ulaşım hizmetleri ve diğer birçok altyapı unsuru geliştirilmeye gerek duymaktadır. Gürcistan’da son yıllarda EBRD ve diğer uluslararası kuruluşlarla birlikte turizm sektöründeki altyapının geliştirilmesine yönelik olarak etkin ve ciddi adımlar atılmıştır. Dünya Turizm Örgütü (WTO) ve UNESCO'nun işbirliğinde" İpek Yolu Projesi "nin hayata geçirilmesi desteklenmiştir. Projenin amacı, katılımcı ülkeler arasındaki alt yapı gelişiminin teşvik edilmesidir. Ananuri
-
COĞRAFYA İklim Karadeniz sahili ve Rion havzasında ılık, nemli ve yarı tropik bir iklim hüküm sürmektedir. Doğu Gürcistan'da daha karasal bir iklim hüküm sürmektedir. Kışları soğuk, yazları ise kuru ve sıcaktır. Nehirler Hazar Denizi havzasına akan nehirler Mtkvari(Kura) (1364 km.),Tergi (623 km.) Alazani (351 km.) Karadeniz havzasına akan nehirler Çoruh (438 km.), Rioni (327 km.), Enguri(213 km.) Alazani nehri Göller Paravani, Hozapini, Paliastomi,Tabatskuri, Ritsa, Bazaleti Ritsa gölü Dağları Şara (5068 m), Kazbeg (5047 m), Rustavi (4960 m), Tetnults (4852 m) ve Uşba (4700 m) Şara Dağı
-
GÜRCİSTAN Tiflis DEVLETİN ADI: Gürcistan Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Tiflis YÜZÖLÇÜMÜ: 69.700 km2 NÜFUSU: 5.500.000 RESMİ DİLİ: Gürcüce DİNİ: Ortodoks, İslamiyet PARA BİRİMİ: Ruble Gürcistan Karadeniz’in doğu kıyısında, Güney Kafkasya’da yer alan ülke. Tam adı Gürcistan Cumuhuriyeti’dir. Eski Sovyet cumhuriyetlerinden biri olan Gürcistan'nın kuzeyinde Rusya, güneyinde Azerbaycan, Ermenistan ve güneybatısında Türkiye yer alır. Ülkenin batı sınırını Karadeniz belirler. Gürcistan, seküler, üniter ve başkanlı cumhuriyet olan bir temsili demokrasidir. Henüz bir Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Dünya Ticaret Örgütü, Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Teşkilâtı üyesidir. NATO üyeliği ve ileride Avrupa Birliği üyeliğine sahip olmaya umut etmektedir. Etimoloji Gürcüler kendilerini Kartvelebi , ülkelerini Sakartvelo, dillerini Kartuli olarak adlandırır. Efsaneye göre Kartvellerin atası, Kitabı Mukaddes’teki Yafet’in torunlarından Kartlos’tur. Strabon, Herodot, Plutarkhos, Homeros gibi Eski Yunanlı, Titus, Livius, Cornelius Tacitus gibi Romalı yazarlar ülkenin doğusundakileri İberler (Bazı Eski Yunan kaynaklarında İberoi), batısındakilerini de Kolhlar olarak adlandırmışlardır. Farsça’dan Türkçe’ye geçen Gürcü ve Gürcülerini Batı dillerindeki adının kökenine ilişkin iki farklı yaklaşım vardır. Bunlardan ilki, Eski Yunan ve Latin kökenli, tarımla ilişkili anlamındaki georgicus sözcüğünden geldiğine ilişkin teoridir. Gürcü adının Aziz Giorgi’den türemiş olduğunu belirten kaynaklar da vardır. Bir başka olasılık ise, Eski Pers döneminde Gürcülerin Gurcan, Gurc olarak adlandırıldığı ve Gürcü, Georgian gibi adların buradan türemiş olmasıdır. Tarih Bugünkü Gürcistan Taş Devrinden bu yana yerleşim yeri olmuştur. Dmanisi’de ortaya çıkarılan ve Homo georgicus olarak adlandırılan İnsansıgiller kalıntısı 1,8 milyon yıl öncesine tarihlenir. Klasik dönemde ülkenin doğusunda kurulan İberia Krallığı ve batısında kurulan Kolheti Krallığı, Gürcülerin kültürel gelişiminin ve devlet kurma geleneğinin başlangıcını oluşturdu. Yazılı kaynaklara göre Proto-Gürcülerin İÖ 12. yüzyıllarda tarih sahnesine çıkmışlardır. Arkeolojik buluntular ilk Gürcü siyasal yapılanmasının İÖ 7. yüzyıla kadar gerilere gittiğini gösterir. İÖ 4. yüzyılda ilk birleşik Gürcistan krallığı kuruldu. Kolkhis ve İberya'da 337 yılında Hıristiyanlık resmi din olarak ilan edildi. Ülke, 13. yüzyılda Kraliçe Tamar döneminde küçük bir imparatorluk haline geldi ve Şota Rustaveli’nin ünlü destanını da yazdığı bu dönemde Altın Çağı’nı yaşadı. Yüzyıllar boyunca İran, Moğollar, Rusya ve Osmanlı Devleti’nin çekişmesine sahne olan Gürcistan, 1801’den itibaren Rusya tarafından ilhak edildi. 1918-1921 arasında Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti adı altında bağımsız bir devlet kuruldu. 1921’de ülkeye Kızıl Ordu girdi ve Gürcistan Sovyet cumhuriyetlerinden biri oldu. 1991 yılında yeniden bağımsızlığını kazandı. Antik dönem Antik çağlarda Eski Yunanlılar ve Romalılar Gürcistan’ın doğusunu İberia, batısını Kolhis (Gürcüce: Kolheti) olarak adlandırıyordu. Hıristiyanlıkla ilk tanışan yerler de ülkenin batı kesimleriydi. Hıristiyanlığın 337 yılında (son araştırmalara göre 319 yılında) yayılmaya başladığı kabul edilir. Ülkenin batısı aynı zamanda, Yunan mitolojisinde İason liderliğindeki Argonotların Altın Post’u ele geçirmeye gitti yer olarak bilinir. Kendi dilinde Egrisi veya Lazika olarak bilindiği Kolhis, Persler ve Bizansa arasındaki savaş sonrasında Bizans İmparatorluğu’nun eline geçti. Hıristiyanlık öncesi dönemde Kartli ve İberia Krallığı, batıdan Yunan, doğudan İran’ın baskısı altında kaldı. Roma İmparatorluğu’nun Kafkasya’yı fethettiği İÖ 66 yılından itibaren Gürcistan yaklaşık 400 yıl Roma’nın egemenliği altında kaldı. İS 330’da Kral Mirian Hıristiyanılğı kabul etti ve komşusu Bizans’la yakın ilişkiler kurdu. Böylece birkaç yüzyıl sürecek olan Bizans etkisi başlamış oldu. Gürcistan’daki krallıklar küçük feodal bölgelere ayrılıyordu. Bu durum 7. yüzyılda Arapların Gürcistan’ı fethetmelerini kolaylaştırdı. Zaman içinde bu bölgeler yeniden eski konumlarını kazandılar ve 11. yüzyılda birleşik Gürcistan krallığı kuruldu. 12. yüzyılın başlarında Gürcistan yönetimi, Güney Kafkasya’nın büyük bölümünü, Anadolu’nun kuzeydoğu kesimini kontrol ediyordu. Ortaçağda Gürcistan Kartli Krallığı’nın efsanevi hükümdarı Vahtang Gorgasal, krallığın başkentini Mtsheta’dan Tiflis’e taşımıştı. Sasani kralı Husrev, Kartli Krallığı’nın egemenliğine son vermiş, ardından Arap orduları ülkeye girerek 654’te Tiflis emirliğini kurmuşlardı. Kurucu Davit, Arap emirliğine son vererek 1122’de Tiflis’i de geri aldı. Gürcistan, Kraliçe Tamar döneminde (1184-1215) gücünün doruğuna ulaştı ve küçük bir imparatorluğa dönüştü.Ülke, 1200’lerde başlayan Moğol istilası uğrayarak parçalandı. Ülkeyi kuzeyden güneye ikiye ayıran Surami Dağlarının batısında kurulan İmereti Krallığı, Moğol istilasına karşı ayakta kalmayı başardı. 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarında Timur’un istilası, Gürcistan’ı yerle bir etti. Ülke, ekonomik olarak tam bir felaketin eşiğine geldi. Osmanlıların 1453’te İstanbul’u ele geçirmelerinin ardından Gürcistan’ın Avrupa ile bağları koptu ve Osmanlı Devleti ile İran arasında sıkışıp kaldı. Batıdan Osmanlı, doğudan İran ordularının saldırılarına uğradı. Zaman zaman Osmanlı Devleti ile İran arasındaki savaşlara sahne oldu. Osmanlılar, 16. yüzyılda Gürcistan’ın güneybatı kesimini ele geçirerek bu topraklara Çıldır Eyaleti’ni kurdular. Osmanlı orduları, 1510’da İmereti Krallığı topraklarına da girdi ve krallığın başkenti Kutaisi’yi ele geçirdi. Ardından İran şahı I. İsmail Kartli topraklarını yağmaladı. Osmanlılar 1578’de Tiflis’e girdiler ve böylece Gürcistan’ın batısı Osmanlıların, doğusu İran’ın denetimine geçti. Kral II. Erekle (1746-1798), Kartli ve Kaheti krallıklarını birleştirerek Gürcistan’ın doğusunu bütünleştirdi. Bu arada İmereti kralı I. Solomon da İmereti’den Osmanlıları çıkardı. Eski Tiflis Rusya'nın Ülkeyi İlhakı İran’ın saldırılarından kurtulan II. Erekle, bu kez Dağıstan’ın Müslüman kabilelerinin saldırılarına uğradı. Bunun üzerine 1783’te Rusya ile Georgiyevsk Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşmayla Rusya, Gürcistan’ın toprak bükünlüğünü ve sınırlarını koruma altına alıyordu. Ne var ki buna karşın İran saldırıları sürdü ve Rusya bu saldırılara karşı sessiz kaldı. İranlılar 1795’te Tiflis’e kadar ilerleyip kenti yakıp yıktılar. Ruslar, 1801’de krallığa son verip Kartli ve Kaheti’yi ilhak ettiler. İlki 1804’te çıkan pek çok halk ayaklanmasını kanlı biçimde bastıran Rusya, 1801-1864 arasında Gürcistan’ın öbür bölgelerini de ele geçirdi. Poti ve Batum limanları ile Gürcistan’ın güneybatısı kesimi bir süre daha Osmanlı yönetimi altında kaldı. Ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar bu bölgeleri de ele geçirdiler. Bu savaş sonrasında Gürcistan, tamamen Çarlık Rusya’sının bir parçası durumuna geldi. Sovyet Dönemi Gürcistan’da ulusal harekete, Pirveli Dasi (Birinci Grup) olarak adlandırılan edebi ve toplumsal hareketin kurucusu sayılan İlia Çavçavadze önderlik etti. Noe Jordania ile Karlo Çheidze’nin öncülük ettiği Marksist Sosyal Demokrat Parti de önemli hareketlerden biriydi. Bu partiye zamanla Menşevikler egemen oldu. 1917 Devrimi’nden sonra, 26 Mayıs 1918’de Gürcistan bağımsızlığını ilan etti. Almanya’nın korumasına giren ülkede Noe Jordania başkanlığında bir hükümet kuruldu. I. Dünya Savaşı sonunda Almanya ve müttefikleri yenilince İngilizler Gürcistan’ı işgal etti. Gürcistan, savaş sonrasında Paris Barış Konferansı’na katıldı ve bugünden daha geniş sınırlarıyla 22 ülke ve Milletler Cemiyeti tarafından tanındı. Ancak Bolşevik Rusya’nın tehdidi altındaydı. Buna karşın Mayıs 1920’de Moskova yönetimince de tanındı. Buna karşın Gürcü asıllı Stalin ve Orconikidze’nin yönetimindeki Kızıl Ordu, Gürcistan’ı işgal etti ve Mart 1921’de ülkenin bağımsızlığına son verdi. Tiflis’te Bolşevik yönetimi kuruldu. Gürcistan, Transkafkasya Sovyet Federe Cumhuriyeti’ne bağlandı. Bunun üzerine 1924’te geniş çaplı bir halk ayaklanması başladıysa da Sovyet yönetimince bastırıldı. 1936 Anayasası uyarınca Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu ve Gürcistan, Sovyetler Birliği’nin 15 cumhuriyetinden biri oldu. Tiflis'e giren 11. Kızıl Ordu (25 Şubat 1921) Yeniden bağımsızlığın ilanı SSCB'nin dağılma sürecine girmesinin ardından, Gürcistan`da da 1990 yılında güçlü bir bağımsızlık hareketi başlamıştır. Bu süreç içinde Gürcistan Yüksek Sovyeti tarafından, 1921 Gürcistan-SSCB Anlaşması ile 1922 Birlik Anlaşması geçersiz ilan edilmiş ve 31 Mart 1991 tarihinde Gürcistan düzeyinde referanduma gidilerek bağımsızlık yetkisi alınmış, 28 Nisan 1991'de, Gürcistan Parlamentosu Gürcistan'ın bağımsızlığını ilan etmiştir. 1991 yılı Mayıs ayında Zviad Gamsahurdia halkın %86,5 oyu ile yeni kurulan Cumhuriyetin Başkanı oldu. 21 Aralık 1991 tarihinde başlayan iç çatışmalar,6 Ocak 1992 de Zviad Gamsahurdia’nın ailesi ile birlikte ülkeyi terk etmesiyle son buldu. Ekim 1992’de yapılan seçimler sonucunda Eduard Şevardnadze Devlet ve Parlemento Başkanı seçildi. 2003 yılında yapılan seçimlerin ardından meydana gelen Gül Devrimi ile birlikte Mihail Saakaşvili seçimle devlet başkanlığı görevini üstlendi. Kasım 2007 tarihinde, Saakaşvili siyasal gösteriler sonrasında görevinden bir yıl erken ayrılmaya karar verdi ve yeniden devlet başkanlığı seçimlerine gidildi. 5 Ocak 2008'de yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde Miheil Saakaşvili yeniden devlet başkanı seçildi. Gül Devrimi 2003 yılında ABD merkezli sivil toplum örgütleri muhalefeti harekete geçirdi. Kadife Devrim diye adlandırılan ve ‘demokrasi’ vaatleri veren bu hareket sonucunda Devlet Başkanı Sevardnadze istifa etti. 2004 tarihinde yapılan seçimlerde Saakasvili, ezici bir çoğunlukla iktidarı ele geçirdi.
-
FİLİPİNLER DEVLETİN ADI: Filipinler Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Manila YÜZÖLÇÜMÜ: 299.681 km2 NÜFUSU: 62.400.000 RESMİ DİLİ: Pilidino (Taoaloo) İngilizce DİNİ: Roma Katolik, İslamiyet PARA BİRİMİ: Filipin Pesosu Asyada bir ada devleti. Büyük Okyanusun batısında, Asya kıtasından 966 km açıkta bulunan Filipinler, “Şark denizinin incisi” olarak tanınır. Asya’daki batı sömürgelerinden istiklalini kazanan ilk devlettir. Filipinlerin coğrafi yapısı, milli birliği kurmasını zorlaştırır. Takım adalar 1851 km uzunluğunda ve 1062 km genişliğinde bir alanda, 4° 30’-21°20’ kuzey ve 116° 55’-120° 36’ doğu koordinatlarında yer alır. Doğu ve kuzeydoğuda Filipin Denizi, batı ve kuzeybatıda Güney Çin Denizi güneyde Celebes Denizi ile çevrilidir. Tarihi Filipinlere, Malaya göçlerini, Hint ve Çinliler takip etmiştir. İslamiyet, 14. yüzyılda Borneolu tüccarlar tarafından buralara girmiştir. İslamiyeti kabul etmeyenler, kabileler halinde medeniyetten uzak bir hayat sürerken, Müslümanlar bölgenin en medeni devletlerinden birini kurmuşlardı. Magellan, çıktığı Dünya seyahatinde, 1521’de burada öldürüldü. 1542’de bir İspanya seyyahı, Kral İkinci Philip adına buraya Las Felipinos (Philippines) ismini verdi. İspanyollar 1565’ten sonra hızla sömürgeye başladılar. Ancak İspanyol idaresine karşı isyanlar devam etti. 1898 İspanyol-Amerikan Harbi sonucuAmerikalılar, Filipinleri 20.000.000 dolara satın aldılar. Filipinler, Amerikan yönetiminde fazla kalmadılar. Yavaş yavaş imtiyazlar sağladılar. 1934 yılında kabul edilen bir kanunla, 10 yıl içinde tamamen bağımsızlığına kavuşmasına karar verildi. 1942 yılında adaların, Japonlar tarafından işgal edilmesi, direnme hareketlerini komünist HUK hareketi etrafına itti. Mc. Arthur Japonlarla yaptığı savaşta galip geldi ve ada Japonlardan temizlendi. 1946’da Filipinler Cumhuriyeti resmen kuruldu. Marcos 1972 yılında sıkıyönetim ilan edip, ülke idaresine el koydu. 1973 Anayasası ile de geniş yetkilere sahip oldu. 7 Şubat 1986 devrimlerini hazırladığını iddia eden Marcos, aynı ayın sonunda ülkesinden kaçtı. Devlet başkanlığına Aquino (öldürülen muhalefet liderinin karısı) geçti. Ona karşı 1990 yılına kadar 5 başarısız askeri darbe yapıldı. Filipinli Müslümanların bağımsızlık mücadelesi devam etmektedir. Osmanlı'nın Filipinler'de inşa ettiği yapı:Osmanlı Camii Fiziki Yapı 7109 adadan meydana gelen Filipinlerin, adalarından dört bininin henüz ismi yoktur. Çok girintili çıkıntılı kıyılara sahiptir. Kıyıların uzunluğu ortalama 35.000 kilometredir. Körfezlerinin çoğunluğunda mercan kayalıkları mevcut olduğundan, gemilerin yanaşmasına müsait değildir. Adalar volkaniktir. Dolayısıyla küçük olmalarına rağmen çok engebelidirler. Dağlık bölgeler, kayalıklar ve volkanlardan meydana gelir. Mayon Dağı yeryüzündeki susmuş volkanlardan biridir. Dara Dağı (2400 m), Kuzey Luzonda Apa Dağı (2900 m), Mindanaove Carlaon Dağı (2462 m), Negrada’dır. Dünyanın en derin çukuru(11000 m) Mindanao kıyısındadır. Manilada, Loguna de Bay ve Teal Gölü, Mindanao Lanao Gölü vardır. Nehirler yönünden son derece zengin olmasına rağmen, bu nehirler kısadır. En önemli nehirler Luzonda Cagayan, Agna, Pampanua, Pasig ve Bical Mindanao’da Rio Grande ve Agusan nehirleridir. En önemli adalar kuzeyde Luzon, Babuyan, Botan adaları ortada Visayan adaları güneyde Mindanao ve Sulu takım adalarıdır. Filipinlerde geniş düzlükler pek yoktur. En büyük düzlükler Luzon ve Mindanao’dadır. Ovalar Central ve Agusan ovalarından meydana gelir. Cagayan veCotobata vadileri pirinç üretimi için elverişlidir. En büyük yayla ise Bukidnon’dur (610-914 m). İklim ve Bitki Örtüsü Filipin iklimi coğrafik faktörlere göre her bölgede farklıdır. Baguio yüksekliklerinde ılıman iklim, orta Luzon’un alçak ovalarında sıcak ve nemli iklim vardır. Deniz seviyesinde ortalama sıcaklık 26,7°C’dir. Yağmur bol miktarda olup, mevsime ve bölgeye göre değişiklik arz eder. Bir bölge 1020 mm yağmur alırken, başka yerde 5080 mm olabilir. Yağmur daha çok ekim ve nisan ayları arasında düşer. Hint Okyanusu’ndan buharlaşan hava, muson yağmuru olarak gelir. Yaz ve sonbahar mevsimlerinde adalar, güney ve güneydoğudan gelen tayfunlar, Baguios tarafından dökülür. Baguios’da yıllık yağmur, 1080-4320 mm iken, tayfun zamanı 72 saatte 1830 milimetreye ulaşır. Tabii Kaynakları Filipinlerin yaklaşık % 44’ü ormanlıktır. Ama çok azı kerestecilikte kullanılır. Arazinin % 24’ü bataklıktır. Kıyılar hindistancevizi ağaçlarıyla kaplıdır. Tropik ormanlarda 3000 çeşit ağaç vardır. Ormanların % 75’i, yüksekliği fazla olan 1,5 m çaplı Filipin maunu(Lauan veya Dipterocarpacede) ile kaplıdır. Diğerleri narra, santol, hintkirazı(Mangol), talisau, abanoz legonylı ipil dao ve Mola ağaçlarıdır. Toplam arazinin % 18’i cogonal veya vahşi otlarla kaplıdır. Cogon veya lalono her türlü arazide yetişir. Kalın kabuklu olup, boyu 2 m’dir. Ekilebilir alanın % 2’sini kaplayan muz ağaçlarının 60 çeşidi vardır. Meyve yaygın değildir. En çok atiş dacktruit, star apple ve kalamansi yetişir. Filipinlerde nadide çiçekler çoktur. Mesela orkidenin 1000 çeşidi vardır. En nadide orkidelerden waling-waling (Vanda sanderiano) ot davao yılda bir kere açar. Milli çiçek ise sampaguita’dır. Yabani hayvanlar çeşitleri ve miktar bakımından oldukça boldur. Ormanlık bölgelerde yaşayan kuşların 750’den fazla türü olması, Filipinlere ayrı bir özellik kazandırır. Maymun, yarasa, yaban domuzu, büyük kertenkeleler, piton ve zehirli kobra yılanları ülkenin yarısını kaplayan ormanlara vahşi güzellik kazandırır. Bunlardan başka targule denilen bir cins küçük geyik, takarau denilen cüce manda ile yine cüce maymun çeşidi olan Cadi Maki bu ülkeye aid önemli özellik kazandıran hayvanlardır. Filipinlerde birçok maden çıkarılır. Ancak petrol kafi değildir. Önemli madenleri: Altın, gümüş, bakır, krom, demir, çinko, kurşun, manganez, alçıtaşı ve kömürdür. Filipinlerin krom kaynakları dünyada baş sıralardadır. Altında dünyada sekizinci ve bakır üretiminde ise Asya’da öndedir. Nüfus ve Sosyal Hayat Nüfusu yaklaşık 62.400.000 olan Filipinler, nüfus artış oranı en fazla olan ülkelerdendir. 1900’lü yılların başında 7.000.000 civarında olan nüfusu, yaklaşık 40 senede % 100 artarak 1937’de 14.000.000’a ulaşmış, bu artış günümüzde şimdiki rakama varmıştır. Nüfus yoğunluğu çok değişiktir. Düzgün bir dağılıma sahip değildir. Nüfus üç bölgede yoğundur. Kuzeyde Luzon, güneyde Mindanao ve ortada Visayan adaları. Bu durum bölgelerarası irtibatı zorlaştırmakta ve halkın arasında kopukluk olmaktadır. Nüfusun çoğunluğu (% 72’si) 20 yaşın altındaki gençlerdir. Çoğunluğunu Malaysia veEndonezyalılar meydana getirir. Çin, Arap ve Avrupalıların sayısı da kayda değerdir. Halkın % 68’i köylerde, genellikle bambudan yapılmış damları palmiye yapraklarıyla kaplı evlerde yaşarlar. Çiftçilik ve balıkçılık halkın çoğunluğunun uğraştığı mesleklerdir. Eğlenceyi seven halkın, pekçok bayram günleri vardır. Halkın temel besin maddeleri pirinç, mısır, balık, patates ve manyoktur. Ülkede en çok konuşulan dil togal denilen yerli dilidir ki, yaklaşık 80 farklı lehçe halinde kullanılır. Resmi dili Filipina lisanı olmakla birlikte, İspanyolca ve İngilizce de kullanılır. Nüfusun % 2’si dinsiz, % 5’i Müslüman, % 93’ü Hıristiyandır. Roma Katoliği toplam nüfusun % 84’ünü temsil eder. Başşehri Manila, Lucon Adasındadır. Yine bu adadaki Metro Manila 7.211.753 nüfusu ile en büyük şehirdir. Parlamento ve ülkenin en büyük ticaret ve kültür merkezi Metro-Manila’dadır. Okuma-yazma bilenlerin oranı % 88,7 gibi çok yüksek bir rakama sahiptir. Filipinler bazı yönleriyle komşularından farklıdır. Asya’daki yegane Hıristiyan devlettir ve batı kültürünü kabul etmiştir. Politik kurumları ve yönetim biçimi Amerikan yönetimidir. Filipinliler, esasında Batılılarca, Avrupalı kabul edilmemekte ve Asyalılarca da şüpheyle karşılanmaktadır. Bu durum bazan iç huzursuzluğa sebeb olmaktadır. Siyasi Hayat Filipinler 4 Temmuz 1946’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, 1972’ye kadar sakin yaşadı. Başkan Ferdinand Marcos 1972’de sıkıyönetim ilanıyla beraber anayasayı iptal etti. 1973 Anayasası ile Marcos geniş yetkilere sahip oldu. 1986 seçimlerine hile karıştırdı ve sonra kaçtı. Aquino devlet başkanı oldu. Filipinlerde başbakan güçlüdür. Kabinesini kendi arzusuna göre kurar. Meclis altı ayda bir seçilir. Başbakanın kararlarına 2/3 oy çoğunluğuyla karşı gelinebilir. Filipinler 70 idare merkezine bölünmüştür. Yönetim sistemi ABD’ninkine benzer. 1000’den fazla Belediye, seçimle gelen başkan ve konsey tarafından idare edilir. Birleşmiş Milletlerin kurucu unsurlarından olan Filipinler, Milletlerarası politikada aktiftir. 1954’de Güneydoğu Asya Paktı Antlaşması (SEATO) üyesi olmuştur. Çoğu dünya meselelerinde ABD yanında yer almaktadır. Asya ülkeleri ile bağlarını kuvvetlendirmek için Asya ve Pasifik Konseyi (ASPAC) ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Cemiyeti (ASEAN)ne girmiştir. Ekonomi Tarım ve madenciliğe dayanan bir ekonomik yapısı vardır, halkın ekseriyeti tarımla uğraşır. Başlıca tarım ürünü pirinçtir. Manila çevresinde sebze ve tropikal meyveler yetişir. Ayrıca şekerkamışı, hindistancevizi yağı, tütün, Manila keneviri ürünleri arasındadır. Hayvancılık manda, inek ve öküze dayanır. Sığır besleyiciliği önemli ölçüde değildir. Buna karşılık domuz çoktur. Maden kaynakları, altın, gümüş, krom, demir ve manganez ihraç ürünlerindedir. Hindistancevizi yağı, şeker, tekstil, puro sigara fabrikaları, kimya sanayii, istiklalini kazanmasından sonra gelişti. Balıkçılık kıyı bölgelerde yapılmaktadır. Tamamı iç tüketime harcandığı gibi, ithal de edilmektedir. Kopra denen hindistancevizi yağı ülke ihracatında önemli bir yer tutar. Bunun yanında şeker, tütün, narenciye ve abaka denilen Manila keneviri ihracatta önemli tarım ürünleridir. Orman ürünlerinden istifade oldukça fazladır. Dünya kereste ihracatçıları arasında ilk altı sıraya giren Filipinlerin en çok ihraç ettiği maun kerestesidir. Kahve, ananas ve kauçuk üretimi de her geçen gün artmaktadır. İhraç ettiği diğer bir bölüm ise maden ürünleridir. Altın üretiminde dünya sekizincisidir. Madenleri genellikle işleyerek ihraç eder. İthal ürünleri arasında elektronik aletler, motor, besin maddeleri sırasıyla önem arz eder. Ülkenin fiziki yapısı icabı deniz ve hava ulaşımı gelişmiştir. Karayolları ve demiryolları büyük adalarda ihtiyaca yetecek kadardır. Etnik gruplar Filipinliler çeşitli Avustralyanca kelimelerinin birbirini takip eden bin yıldan daha uzun bir süre boyunca etkisi altında kalmıştır. Filipinliler şu anda, çeşitli etnik guruplar içeren, fakat sınırlanmayan şu guruplara bölünmüştür: Visayanlar, Tagaloglar, Ilocanolar, Morolar, Kapampangan, Bicolano, Pangasinense, Igorot, Lumad, Mangyan, Ibanag, Chabacano, Bajau, Ivatan ve Palawantribes. Diller 1987 Yasasında Filipince ve İngilizce'nin her ikiside resmî dil ilan edilmiştir. Birçok Filipinli İngilizce'yi, Filipince'yi ve yerel dillerini anlayabilir, yazabilir ve konuşabilir. On iki büyük bölgesel dil, yerel bölgelerinin yardımcı resmi dillerinin her birine konuşan bir milyondan daha fazla kişiden olumuştur. Bu diller: Tagalog, Cebuano, Ilocano, Hiligaynon, Waray-Waray, Kapampangan, Bikol, Pangasinan. Kinaray-a, Maranao, Maguindanao ve Tausug. Din Filipinliler Ferdinand Magellan'ın 1521'de ülkeye gelmesiyle Hristiyanlıkla tanıştılar. Filipinler'in yaklaşık %86'ı Hristiyan olmakla beraber bunların %81'i Roma Katolik Kilisesi'ne bağlıdır. Güney Asya'da ticareti geliştiren Arapların teklifiyle 14.yüzyılından kısa bir süre sonra İslamiyetle tanıştılar. Filipinler'in yaklaşık olarak %9'u Müslüman'dır ve yerel dilde 'Moros' olarak bilinirler ve genelde ülkenin kuzeyindedirler. 1899'da Amerikan askerlerinin ülkeye gelmesiyle Presbiteryen ve Metodist (Protestan mezhebi) ile de tanıştılar. Kültür Filipin kültüründe, Filipinlerin İspanyol ve Amerikan kültürleriyle karışık yerli Avustralya uygarlıklarının etkileri görülür. Filipin kültürü İspanyolların üçyüz yıldan fazla süreyle Meksika Şehri kanunları kullanarak Filipinleri sömürmesiyle oluştu. Bu İspanyol tesirleri çok belirgin bir şekilde edebiyat, halk müziği, halk dansı, dil, yiyecek, sanat ve din'de, (Roma Katolik Kilisesi dinsel festivalleri gibi) kendini gösterir. Sayısız cadde, kasaba, ilçe adları İspanyolca isimlerden oluşmuştur. İspanyol mimarisi de ülkede genişçe yeralır. Bu etki özellikle ülkenin kiliseleri, hükümet binaları ve üniversitelerde görülebilir. Vigan şehrindeki İspanyol sömürge kasabasında olduğu gibi birçok İspanyol stili ev ve bina koruma altına alınmıştır. Filipin mutfağında Çin etkisi çok belirgindir. Yerel dilde mami olarak bilinen şehriyenin varlığı, Çin mutfağını andırır. Filipinler'de kullanılan İngilizce dili çağdaşdır ve Amerikan mirası olarak görülür. Filipinler'deki en temel oyun sporları basketbol ve bilardodur. fest-fut ve film aşkı gibi Amerikan Pop Kültür Trentleri'nin geniş bir etkisi vardır. Birçok cadde köşesinde fest-fut büfeler bulunur. Filipinli'lerin şanlı ulusal kahramanları çalışarak ve halkına yol göstererek Filipin'in ulusal şeklini kazanmasında katkıda bulunmuştur.José Rizal halkının ulusal kimliğini kazanmasına yazdığı yazılar ve yaptığı konuşmalarla katkıda bulunmuş, yenilikçi, ileriyi gören bir kahramandır. Orjinali İspanyolca olan Noli Me Tangere ve El Filibusterismo adındaki romanları İspanyol yönetimi altındaki sömürge yaşamını anlatır ve Filipin okullarında okutulur. Müzik (geleneksel müziği içerir) ve serbest etkinlikler Filipin toplumunun önemli bir özelliğidir. Boks, basketbol, badminton, bilardo, futbol, ve bovling gibi çeşitli sporlar da beğenilen sporlardır. Geleneksel Filipin dövüş sanatı (Eskrim gibi) üçyüz yıllık İspanyol sömürgesi zamanında ortadan kaldırıldı, ancak sonradan yeniden ilgi görmeye başladı. Böylece Filipin Dövüş Sanatı 20. yüzyılda Filipin askeriyesinde, polisiyede ve mevcut birçok külüpte bütün üyelere zorunlu kılındı.
-
Kosova`dan merhabalar
_asi_ şurada cevap verdi: kosovali Türk kizi başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalım
Hoşgeldiniz kosovali Türk kızı... -
ERMENİSTAN Erivan DEVLETİN ADI: Ermenistan Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Erivan YÜZÖLÇÜMÜ: 29.800 km2 NÜFUSU: 3.400.000 RESMİ DİLİ: Ermenice DİNİ: Hıristiyanlık PARA BİRİMİ: Ruble Asya’nın batısında yer alan bir devlet. Kuzeyinde Gürcistan, doğusunda azerbaycan, batısında Türkiye, güneyinde Nahçıvan ve İran yer alır. Tarihi Ermeni uygarlığının temeli M.Ö. 6. asırda, eski Urartu krallığının kalıntıları üzerine atılmıştır. Urartuların topraklarına yerleşen Ermeniler bir süre sonra Med İmparatorluğunun hakimiyeti altına girdi. M.Ö 331’de Büyük İskender’in eline geçen bölge, M.Ö 301’de Selevkos İmparatorluğunun bir parçası haline geldi. Bir ara ikiye ayrılan Ermeniler İmparator İkinci Dikran zamanında tekrar birleşti ve güçlerinin en yüksek noktasına ulaştılar. Güneye doğru genişleyen Ermeni devleti, bir süre bölgenin en güçlü devleti haline geldi. M.Ö. 66’dan M.S. 3. asra kadar Ermeniler, Roma ile Partlar ve Persler arasındaki rekabetin ortasında kaldılar. 300’lü yıllarda Ermenilerin Hıristiyanlığı kabulü ile devlet toprakları ikiye ayrıldı. Bir bölümü Bizansın, bir bölümünde Perslerin hakimiyetine girdi. Ermeniler 653’te Müslüman Arapların hakimiyeti altına girmelerine rağmen özerkliklerini korudular. On birinci asırda Ermeni toprakları tekrar Bizans tarafından ilhak edildi. Bunu Selçuklu akınları takip etti. On birinci asrın sonlarına doğru bütün Ermeni toprakları Türk hakimiyeti altına girdi. On üçüncü asırda bölge Moğol istilasına maruz kaldı. Selçukluların Anadolu fethinden sonra, Ermenilerin bir kısmı Kilikya’ya göç ettiler ve Haçlı seferleri sırasında batı devletleri ile ittifak yaptılar. On altıncı asırdan itibaren Ermeniler, Osmanlı Devleti ile İran savaşları arasında kaldılar. Bu durum 17. asrın sonlarına kadar devam etti. Bu dönemde Ermeniler Avrupa ile Doğu arasındaki ticarette önemli rol oynadılar. Rusya’nın 19. asırda Kafkaslara doğru genişleme politikası, Ermeni kültürünün canlanmasına ve batılı devletlerin Osmanlı idaresi altındaki Ermenilerle ilgilenmelerine sebep oldu. Osmanlı-Rus Savaşı (1877-78) ve Ayastefanos antlaşmasından sonra konu “Ermeni Meselesi” halini aldı. Doğu vilayetlerinde Ermeniler arasında 1880’den sonra Rusya’nın desteği ile milliyetçilik hareketi büyüdü. Teşkilatlanma, hayır cemiyetleri adı altında başladı. Buradan çeteciliğe geçtiler. Hınçak Tedhiş Komitesi ve Taşnak Tedhiş Komitesi gibi çeteler, Osmanlı Devleti bünyesinde müstakil bir Ermeni devleti kurmak istiyorlardı. Bunun için de yer yer Osmanlı ülkesinde isyanlar çıkardılar. Birinci Dünya Harbi sırasında, Ruslara yardım etmek için gönüllü taburlar kuran Ermeniler, Müslüman halka karşı katliam yaptılar. Birinci Dünya Harbinin ardından Ermeniler, azeriler ve Gürcüler Transkafkasya Federal Cumhuriyetini kurdular. Fakat bu birlik kısa süre sonra dağıldı. Bu arada kısa ömürlü bir Ermeni Cumhuriyeti kuruldu. Rus ordusu 1920’de Ermenistan’ı işgal etti. Bu arada 19 Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan milletlerarası bir konferansta Anadolu Türkleri ile Orta Asya Türklerinin ittifakını (birleşmesini) kesmek üzere bu ikisi arasına Ermenilerden bir set çekmenin önemi üzerinde duruldu (Bkz. San Remo Konferansı. Ermenistan 1922’de azerbaycan ve Gürcistan ile birleşince Transkafkasya Sovyet Federe Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş oldu. 1936’da kabul edilen yeni Anayasa ile Ermenistan, Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 cumhuriyet arasına girdi. Sovyetler Birliğinde başlayan reformlar Ermenistan’da da köklü değişikliklere sebep oldu. İlk çok partili seçimler 1990’da yapıldı. Ülke yeni bir siyasi ve ekonomik döneme girdi. 1991 Eylülünde yapılan halk oylamasından sonra, Ermenistan bağımsızlığını ilan etti. Aynı sene, Bağımsız Devletler Topluluğuna katıldı. Ermenilerin de yaşadığı Dağlık Karabağ bölgesinin Ermenistan’a bağlanması için başlatılan gösteriler azerbaycan ile ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Gösteriler bir süre sonra iki devlet arasında savaşın çıkmasına yol açtı. Ermenistan ile azerbaycan arasındaki savaş, uluslararası kuruluşların bütün gayretlerine rağmen devam etmektedir (1993). Fiziki Yapı Ermenistan toprakları genelde dağlıktır. Denizden ortalama yüksekliği 1800 m civarındadır. Ülke topraklarının kuzeybatısı yüksek sıradağlar, derin nehir vadileri ve sönmüş yanardağların bulunduğu lav platolarından meydana gelir. Ülkenin en yüksek noktası olan Aragast Dağı (4090 m) bu bölgededir. Güneybatıda Ararat Ovası, doğuda dağlarla çevrili Sevan Vadisi yer alır. Aras Irmağı ve kolları bölgenin başlıca akarsuyudur. Sevan Vadisinde bulunan Sevan Gölü birçok akarsu ile beslenir. Sevan Gölü İklim Ermenistan’da yüksekliğe göre büyük değişikliğe uğrayan kuru bir kara iklimi hakimdir. Yazları genelde sıcaktır. Dağ eteklerinde yüksek olan yıllık ortalaması, ovalarda 2000 mm’ye düşer. Tabii Kaynakları Bitki örtüsü ve hayvanlar: Dağ etekleri ardıç ve yazın otlak olarak kullanılan çayırlarla kaplıdır. Ormanlar ülke topraklarının % 10’unu teşkil eder. Yarı çöl alanlarında, yabangülü, sarısabır, ardıç, hanımeli gibi sıcağa ve susuzluğa dayalı bitkiler vardır. Ülke topraklarının büyük kısmında yabandomuzu, çakal, yabankeçisi, ayı ve değişik yılan türleri vardır. Nüfus ve Sosyal Hayat Ermenistan’ın nüfusu 3,5 milyon civarındadır. Bu nüfusun % 90’ını Ermeniler, % 5’ini azeriler, % 2’sini Ruslar, % 3’ünü de diğer milletler meydana getirir. Nüfusun üçte ikisi şehirlerde oturur. Ararat Ovası ile Irmak Vadileri nüfusun en fazla olduğu bölgelerdir. Başlıca şehirleri başşehir Erivan ve Kumayri, Kirovakon’dır. Eğitim 7-17 yaş arasında mecburi olup, parasızdır. Orta öğretim genel veya mesleki eğitim veren okullardan meydana gelir. Erivan Devlet Üniversitesinin yanısıra çeşitli enstitüler ve konservatuarlar vardır. Gümrü Ekonomi Ülke ekonomisi tarım ve sanayiye dayalıdır. Nüfusun yarısına yakın kısmı tarımla uğraşır. İçki yapımında kullanılan üzüm başlıca tarım ürünüdür. Ayrıca meyve, sebze, tütün, pamuk, şekerpancarı ve patates yetiştirilir. Hayvancılık fazla gelişmemiş olup, çiftlik hayvanı besiciliği yapılır. Güçlü bir sanayi ülkesi haline gelen Ermenistan’da, başlıca sanayi kuruluşları kimyevi madde, demirin dışındaki metaller, makina, hazır aletler, dokuma, içki, giyecek fabrikalarıdır. Madencilik ekonomik açıdan önemlidir. Dağlık arazide ulaşımı zorlaştırmasına rağmen demir ve karayolu ağı oldukça zengindir. Başkent Erivan’dan dünyanın her yanına düzenli uçak seferleri düzenlenir.
-
ENDONEZYA Başkent Jakarta DEVLETİN ADI: Endonezya Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Jakarta YÜZÖLÇÜMÜ: 1.919.443 km2 NÜFUSU: 181.451.000 RESMİ DİLİ: Bahasia DİNİ: İslamiyet PARA BİRİMİ: Rupiah Güney DoğuAsya’da bir devlet. Endonezya, Ekvator üzerinde Sumatra Adasından, Avustralya’ya kadar uzanan adalar topluluğu üzerinde kurulmuştur. Batı ve güneyden Hint Okyanusu, kuzeyden Güney Çin Denizi, kuzey doğudan Büyük Okyanus ile çevrili, 5’i büyük, 300’ü orta büyüklükte, kalanları çok küçük adacıklar olmak üzere toplam 13.677 adadan müteşekkildir. Tarihi Endonezya’nın tarihi hakkında bilinen en eski bilgiler, 4-5 bin yıl kadar önce, Malaysia’dan halkın gelip yerleştikleri hakkındadır. Eski çağlardan beri ülkenin üzerinde bulunduğu adaların deniz ticaretinde ehemmiyeti çok büyük olmuştur. Bu sebepten, halk genellikle denizci veya tüccardı. Tarih çağlarında ülke, Çin, Hindistan, İran ve Bizans İmparatorluğunun deniz ticaret yolu idi. Halen bu özelliğini muhafaza etmektedir. Eski çağlarda ticaret gemileri buraya uğrar, baharat, reçine ve değerli kereste alırlardı. Ticaretteki bu ehemmiyeti sebebiyle, dünyanın çeşitli yerlerinden Endonezya’ya gelip yerleşen insanlar ülkede yeni fikir ve geleneklerin yerleşmesine sebep olmuşlardı. Miladın ilk yıllarına kadar halk aşiretler halinde yaşıyorlardı. Bu zamanda artan Hint tesiri neticesinde halk arasında Allahü tealanın emrettiği hakiki yol olmayan, putperestlik, Budizm ve Hindu dinleri yayıldı. Bu devirlerde ülkede aşiret idareleri krallık haline geldi. Öyle ki her ada ayrı bir krallıktı. Yedinci ve on üçüncü asırlara kadar bölgenin en güçlü krallıkları, Sumatra ve Java krallıkları idi. Güçlü olmalarının bir neticesi olarak da bölge ticaretine hakimdiler. On ikinci ve on beşinci asırlarda Hindistan ve Malaysia’dan ticaret için buraya gelen Müslüman tacirler hak din olan İslamiyetin yayılmasına vesile olmuşlardı. Halk İslamiyeti hiçbir zorlama olmaksızın kabul edip benimsemişti. Bundan dolayı daİslamiyet, Endonezya’da süratle yayıldı. Avrupa’nın sömürgecilik zihniyeti, Endonezya’yı 1511 senesinde yakaladı. Bu sene Portekiz Malakka’yı işgal etti. Bundan sonra İspanya, Hollanda ve İngilizler ülkeyi istila ettiler. Bu devletler Endonezya’yı sömürmenin yanısıra Hindistan’ı da sömürgelerine katmak için üs olarak kullanmakta idiler. On altıncı asrın sonlarında Hollandalılar, Doğu Hindistan, Java ve Moluk’da kurdukları şirketlerle bölge ticaretini ele geçirdiler. Bunun yanısıra Cakarta’ya üs kurmalarıyla Hollanda’nın bölgedeki nüfusu arttı. Diğer sömürgeci devletlerin anlaşmaları neticesinde 18. asrın sonlarında Hollandaülkeyi tam manasıyla tek başına ve insafsızca kendi menfaatine kullanmaya başladı. 1900’lü senelerin başlarından itibaren gün geçtikçe antiemperyalist fikirlerin kuvvetlenmesi sonucu Hollanda sömürgeciliğine karşı, milliyetçilik ve bağımsızlık mücadelesi fiilen başladı. Bu mücadelenin önde gelen liderlerinden Ahmed Sukarno 1927’de kurulan Milliyetçi Partinin başkanı oldu. Endonezya halkının başlattıkları ve her geçen gün kuvvet kazanan bağımsızlık mücadelesi karşısında Hollanda endişeye düştü. Halk tamamen Hollandalı sömürgecilerin menfaatleri doğrultusunda yönetilmekteydi. Milliyetçilik ve bağımsızlık hareketlerini yatıştırmak ve sömürgeciliğini devam ettirmek için Hollanda siyasi bir oyun olarak yerli halka idarede kısmen iştirak hakkı tanıdı. Bu oyuna kanmayıp tam bir bağımsızlık isteyen halkın mücadelesi çok kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Mücadelenin liderlerinden Ahmed Sukarno ve arkadaşları yakalanarak sürgüne gönderildi. İkinci Dünya Savaşında Japonya, Endonezya’yı işgal etti. Siyasi olarak Japonlar ülke halkının Hollandalılara karşı yaptıkları bağımsızlık mücadelesini desteklediler. Japonlar, milliyetçilerin hükümet kurmalarına müsaade etti. 17 Ağustos 1945’te Japonların teslim olmalarıyla Endonezya’da Ahmed Sukarno başkanlığında bir hükümet kurularak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Hollanda, Endonezya’nın bağımsızlığını tanımadı. Endonezya ve Hollanda arasında bu sebepten başlayan mücadele, Endonezya’nın zaferiyle neticelendi. Hollanda, “Endonezya, Birleşik Devletleri”ni resmen tanımak zorunda kaldı. 1950 senesinde devletin adı “Endonezya Cumhuriyeti” olarak değiştirildi. Ülkenin kurulu olduğu adalardan Yeni Gine Hollandalıların elinde kaldı. Endonezya ancak 1962 senesinde adanın batı kısmını Hollandalılardan kurtardı. Çin ve Rusya bütün antikomünist ülkelerde yaptıkları gibi, genç Endonezya Cumhuriyetini de yıkıcı ve bölücü faaliyetlerle kendi sömürgeleri, peykleri haline getirmeye çalıştılar. Ülke idaresini ellerine geçirmek için hükümet darbesi girişiminde bulundular. 1965 senesinde vuku bulan bu ayaklanma kanlı bir iç savaşa sebep oldu. 1.000.000 civarında insanın öldüğü iç savaşta komünistler, milliyetçiler ve ordu tarafından bertaraf edildi. Devletin kuruluşundan itibaren meydana gelen hadiselerde oldukça yıpranan Ahmed Sukarno iktidarı, 1967’de General Suharto tarafından yapılan hükümet darbesi ile son buldu. Darbe sonunda başa geçen General Suharto daha sonra yapılan seçimleri de kazandı. 1982’de Sebker seçimleri kazandı. 1983’te Suharto dördüncü defa 10 Mart 1988’de beşinci defa başkan seçildi. Fiziki Yapı Endonezya’nın üzerinde bulunduğu adalardan büyük olan beş tanesi, Sumatra, Borneo, Java, Celebes ve Yeni Gine’dir. Yeni Gine Adasının Endonezya’ya ait olan batı kısmına İrian Barat adı verilir. Borneo Adasının Endonezya’ya ait olan kısmına ise Kalımantan adı verilir. Sumatra, Borneo, Java ve Celebes adalarına Büyük Sonda Adaları; Bali, Lombok, Sumba, Sumbawa, Flores, Timor vb. gibi orta büyüklükteki adalara Küçük Sonda Adaları; Buru, Ceram, Halmehera vb. adalara ise Moluk Adaları ismi verilir. Adalar arasında çeşitli iç denizler mevcuttur. İç denizlerle beraber yüzölçümü yaklaşık 5.000.000 km2 olan Endonezya’nın kara parçalarının toplam yüzölçümü ise 1.919.443 km2dir. İç denizleri, Java, Sunda, Banda, Flores, Celebes ve Moluk denizleridir. Adaları birbirinden ayıran deniz ve boğazların önemli özellikleri derin olmalarıdır. Endonezya genel yapı itibariyle volkanik adalardan müteşekkildir. Çoğu sönmüş vaziyette yaklaşık 150 civarında volkan bulunmaktadır. Ülke Ekvator çizgisi üzerindedir. Büyük adalardan olan Sumatra ülkenin batısında olup, Malakka Boğazı ile Asya kıtasından, kuzey batı, güney doğu doğrultusunda, güney doğuda Sonda Boğazı ile Java Adasından ayrılmıştır. Birmanya’daki sıradağların bir uzantısı Sumatra Adasının batı kıyılarında devam eder. Bu sıradağlar sönmüş ve halen faaliyette bulunan pekçok volkandan müteşekkildir. 3000 m’yi aşan yüksekliklere sahip bu dağ silsilesinin kuzeyinde geniş ve verimli vadiler, büyük göller bulunur. Adanın doğu kesimleri, düz ve basık olan ovalıktır. Bataklıklar doğu sahillerinde oldukça geniş yer kaplar. Büyük ırmaklara sahiptir. Java Adası, Sumatra ile Küçük Sonda adalar dizisinin en batısındaki Bali Adası arasında batı doğu istikametinde yer alır. Yaklaşık 1000 km boyunda ve 200 km eninde olan bu adada ekvatora paralel sıradağlar vardır. Bu sıradağlar, güneye daha yakın olup, üzerinde çok sayıda, bazıları halen tütmekte olan volkanlar mevcuttur. Adanın kuzeyi düz ovalı olmasına rağmen güney kıyıları yüksektir. Güney de deniz dibi fazla kayalık değildir. Bu da gemilerin adanın güney kıyılarına rahatlıkla yaklaşmalarını sağlamaktadır. Bu sebepten limanlar güneyde kuzey kıyılarına nisbeten daha çoktur. Java Adasının doğusunda yer alan orta büyüklükteki adalar topluluğu olan Küçük Sonda Adaları da fiziki yapı itibariyle diğer Sumatra ve Java Adalarından pek farklı yapıya sahip değildir. Topluluğu meydana getiren adaların hepsi volkanik olup, kıyıları düz ovalıktır. İrian Barat denilen Yeni Gine’nin Endonezya’ya ait batı kısımları da fiziki yapı olarak pek fazla değişmez. Bradjamusti Sıradağları, bölgenin ortasında batı doğu doğrultusunda yer alır. Güney kısmı verimli ovalarla kaplı olan bölgenin kuzeyinde orta kesimlerindekine nazaran daha alçak olan sıradağlar, paralel olarak yer alır. Bu iki dağ silsilesi arada yer alan ova ile birbirinden ayrılır. Her iki sıradağlardan inen çok sayıdaki ırmak tarafından sulanan ova oldukça verimlidir. Yeni Gine Adasının batı kısmı olan bu bölgenin ortasındaki Bradjamusti Sıradağlarında yer alan Carstenz Tepesi 5050 m ile ülkenin de en yüksek noktasıdır. Yeni Gine ve Celebes adaları arasında yer alan pekçok ada ve adacıktan müteşekkil olan Moluk Adaları da dağlıktır. Kıyıları çok girintili çıkıntılı, aynı oranda kayalık olan adalar gemilerin yanaşmasına müsait olmadığı halde bazı yerler gemiler için iyi bir barınak vazifesi görmektedirler. Celebes Adası, adanın tam ortasındaki dağların dört farklı yöne açılması ile bir ahtapot görünümü arzetmektedir. Dört yarımadanın arasında kalan üç körfez de derin ve oldukça geniştir. Dağların en yüksek noktası 3840 m ile Latimodjang Tepesidir. Celebes Adası yakınlarında pekçok küçük adacıklar mevcuttur. Endonezya’yı meydana getiren adaların en büyüğü Borneo’dur. Bu ada siyasi bakımdan üç bölgedir. Kuzeyde ve kuzey batıda Malaysia’ya bağlı Sarawak ve Sabah bölgeleri ve bu iki bölge arasında kalan bağımsız Brunei Devleti ile bu bölgelerin dışında kalan, adanın orta ve güney kısmını teşkil eden Endonezya’ya bağlı Kalimantan adı verilen bölgedir. Güney-batı, kuzey doğu istikametinde, Endonezya, Malaysia sınırının bir kısmında dağlar uzanır. Kalan geniş kısımları düz ovalık, kıyı kesimleri ise bataklıktır. Genellikle alçak ve bataklık olan kıyılarında gemilerin yanaşmasına elverişli pekçok körfez vardır. Önemli akarsuları ülkenin büyük adalarında bulunmaktadır. Sumatra Adasındaki ırmaklar, Musi, Kampar, Rokar ve Hari’dir. İrian Barat bölgesindeki en önemli akarsu ise adanın ortasındaki sıradağlardan çıkıp, kuzeyde Büyük Okyanusa dökülen Mamberamo Irmağıdır. Borneo Adasının Endonezya’ya ait kısmı olan Kalimantan bölgesindeki en önemli akarsuları ise, Kayan, Mahakam, Barito ve Kapuas ırmaklarıdır. Ülkenin en önemli gölleri ise Sumatra Adasının kuzeyinde yer alan Toba Gölü, Celebes Adasındaki Towuti ve Poso gölleri ile Kalimantan bölgesindeki Semajang ve Djempang gölleridir. İklim Ekvator üzerinde yer alan ülkede tabiatıyla ekvator iklimi hüküm sürmektedir. Bütün yıl boyunca muson rüzgarlarının etkisinde kalan ülke, bol yağış alır. Kışın kuzey batıdan esen musonlar bol yağış getirirler. Bahar ve yaz aylarında ise güney doğudan esen yaz musonları yağışlara sebep olurlar. Senelik yağış miktarı, ortalama 3000-7000 mm arasında değişmektedir. Yıllık ortalama sıcaklık ise 25-26°C’dir. Bölgelere göre iklim çok az da olsa farklılık arz eder. Sumatra Adasında yıllık yağış ortalaması 4.500 mm’yi bulurken, sıcaklık, 26°C’lik ortalamaya sahiptir. Muson rüzgarlarının tesirinin en fazla olduğu bölge burasıdır. Java Adasında yağış, diğer bölgelere göre biraz daha azdır. Bilhassa bölgenin doğu kesimlerinde senelik yağış ortalaması 900 mm’ye kadar düşmektedir. Bu bölgenin yüksek bölgelerinin nisbeten serin geçmesine rağmen, sıcaklık farkı pek fazla değildir. Küçük Sonda Adalarından Timor’da, 1400 mm civarında olan yıllık yağış ortalaması, bölgenin en düşük ortalamasıdır. İrian Barat ve Moluk adalar topluluğunda da sıcaklık ortalaması 25°C, yağış ortalaması ise 2500 mm civarındadır. Tabii Kaynakları Endonezya, Hollanda’nın her ne pahasına olursa olsun, sömürge olarak kullanmaktan vazgeçmek istemediği seviyede bol tabii kaynaklara sahip bir ülkedir. İkliminden dolayı gür tropik ormanlar ülkenin bitki örtüsünü meydana getirir. Bol ve çeşitli bitkiler ülkede mevcuttur. Bataklıkların çok bulunduğu kıyı bölgelerinde bataklık bitkileri ve mangrovlar hakim bitki örtüsüdür. Dağ yamaçlarının gür ormanlarla kaplı bulunduğu Sumatra’da bazı bölgelerde kauçuk ormanlarına da rastlanır. Küçük Sonda Adalarında kerestesi makbul ağaçlarla kaplı ormanlar daha çoktur. Ülkede hemen hemen 2500 m yüksekliklere kadar ekvator bitkilerinin meydana getirdiği ormanlar vardır. Celebes Adasında düzlük olan bölgelerde iri yapraklı bitkiler daha hakim olurken, yükseklere çıkıldıkça kerestesi mobilyacılıkta çok değerli olan abanoz ve tek ağaçları ziyadeleşir. Borneo Adasının kıyı kesimlerinde bataklıklar yoğun olduğundan bu bölgelerde bataklık bitkileri hakimdir. Burada da iç kısımlarda ormanlar değerli tropik ağaçlar ihtiva ederler. Bambu, ülkenin her yerinde en bol bulunan ağaçtır. Palmiye, muz, hintkirazı ve turunçgillerin yaygın olduğu Endonezya’da, yüksek ve yağışın daha az bulunduğu bölgelerde ormanlar seyrekleşir ve yerlerini savanlara, tik, kazein, okaliptus ağaçlarına bırakır. Hayvan çeşitleri çok boldur. Dünyada kuş çeşitlerinin bolluğu ile meşhurdur. Tropik ormanlarda kaplanlar, leoparlar, büyük orangutanlar, maymunlar, her boyda yılanlar, sürüngenler, bataklık bölgelerinde timsahlar ülkenin her bölgesinde bulunan hayvanlardır. Sumatra ve Kalimantan’da Hindistan filleri, Sumatra ve Java adalarında ise gergedanlar bol olarak bulunur. Yer altı zenginlikleri bakımından da yer üstü zenginliklerinde olduğu gibidir. Bol ve çok çeşitli madenler mevcuttur. Kalay, petrol, tabii gaz, kömür, boksit, manganez, altın ve gümüş yatakları dünya rezervleri arasında önemli bir yer işgal eder. Ayrıca bunlardan başka nikel, bakır ve iyot ile tuz da zengin yeraltı madenleri arasında yer alır. Nüfus ve Sosyal Hayat Ülke nüfusu 177.046.000 civarındadır. Nüfusu en fazla olan İslam ülkesidir. Halk çok çeşitli etnik gruplardan meydana gelir. Nüfusun büyük bir kısmını meydana getiren Malaysialardan başka Papular, Bataklar, Alaslar, Kabauslar, Gojolar, Araplar, Çinliler ve Hindular da etnik grupları teşkil eder. Ülkenin en dikkat çekici özelliklerinden biri de nüfus dağılımının çok düzensiz olmasıdır. Java adası nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu bölgedir. İrian Barat ise yoğunluğun en az olduğu bölgedir. Ülke yüzölçümünün % 7’sini teşkil etmesine rağmen Java’da nüfus yoğunluğu kilometre kareye 450 kişidir. Yoğunluğun en az olduğu İrian Barat bölgesinde ise kilometre kareye 1,7 kişi düşer. Ülkenin başşehri olan Cakarta, Java adasında bulunmaktadır. Endonezya’nın önemli şehirleri de buradadır. Halk genellikle tarımla uğraşır. Buna rağmen nüfusu milyonları aşan pekçok büyük şehirleri vardır. Ülke halkının başlıca besin maddesi pirinçtir. Halkın % 90’ı Müslümandır. Kalanı ise Konfüçyüs, Budizm, Putperest ve Hıristiyanlık gibi inançlara sahiptirler. Ülkede, birbirine çok benzeyen 250’den fazla dil kullanırlar. Bağımsızlıktan sonra yapılan çalışmalarla ülkenin resmi dili olarak, kullanılan farklı lehçelerin ortak kısımlarını ihtiva eden “Bahasia” denilen lisan kabul edilmiştir. Hollandalılar sömürge zamanlarında kendi dillerini okullarda mecburi etmişlerdi. Fakat, halk bunu kabul etmedi. Okuma yazma oranı toplam nüfusa göre % 75’tir. Bu oran bağımsızlıktan önce % 50’lerin altında idi. Hollandalılar, halkın okur yazar olmasını her fırsatta engellediler. 8-14 yaş arası öğretim mecburi ve parasızdır. 14’ü bağımsızlıktan sonra kurulmuş olmak üzere 17 üniversite vardır. Halkın % 80’i köylerde yaşar. Kıyı bölgelerinde yaşayan halk ile iç kesimlerde yaşayanlar arasında hayat tarzı ve kültür farklılıkları oldukça fazladır. Halk güzel evler yapmaya düşkünlükleri ile meşhurdur. Yaptıkları evler iklim ve imkanlar icabı, daha ziyade kazıklar üzerine kurulmuş, çatıları çok dik, genellikle bambudan yapılmıştır. Temel gıda maddeleri pirinç olmasına rağmen, bazı fakir bölgelerde mısır ve manyok bitkilerinin pirinç yerine ikame olduğu görülmektedir. Erkek ve kadınlar gelenek halinde olan, kain veya sarong adı verilen, vücuda sarılan elbiselere bürünürler. El sanatları, özellikle kumaş dokuma ve işleme yönünde çok yaygındır. Batik denilen egzotik renk ve desenli kumaşlar en fazla işlenen el sanatı ürünleridir. Siyasi Hayat Endonezya’da başkanlık sistemine dayalı, cumhuriyet rejimi vardır. Parlamento, 460 üyeli Millet Meclisi’nden meydana gelmektedir. 1967’ye kadar ülkeyi Ahmed Sukarno başkanlığındaki hükümet yönetti, bundan sonra da Suharto başkanlığa geçti. Ülke idari bakımdan 21 bölgeye ayrılmıştır. Ekonomi Ekonomi tarıma dayalıdır. Fakat bağımsızlığına kavuştuğundan beri sanayi, madencilik ve ticarette çok önemli ilerlemeler kaydedilmiş ve bu ilerlemeler devam etmektedir. Topraklarının ancak % 7,5’u ekilebilir durumdadır. Sulanabilen arazilerde senede iki defa mahsul almak mümkündür. Ülkede en çok ekilen tarım ürünü pirinçtir. Pirincin çok yetiştirilmesine rağmen, halkın temel beslenme maddesi olduğu için ülke ihtiyacını dahi karşılayamamaktadır. Ekilebilir arazilerinin çoğunluğu Java, Bali ve Sumatra adalarındadır. Bu durum nüfus dağılımının en etkili faktörüdür. Pirincin yanında çay, baharat, tütün, mısır, yer fıstığı, şekerkamışı, manyok, patates, kahve, soya fasulyesi yetiştirilen önemli ürünlerdir. Ülkenin üçte ikisinin ormanlık olması ekonomiye orman ürünlerinin katkısını arttırmaktadır. Orman ürünlerinde dünya ülkeleri arasında ikinci sırayı almaktadır. Kerestesi değerli olan abanoz ve hint meşesi ağaçları, kauçuk ormanlarından elde edilen kauçuk, kına ağacı kabuklarından elde edilen kinin ülke ekonomisine büyük katkısı bulunan orman ürünleridir. Dünya kinin ihtiyacının % 90’ını Endonezya karşılamaktadır. Ormanlar devlet kontrolündedir. Madenlerin işletilmesi sömürge devrine göre, ülke için daha faydalı hale gelmesine rağmen, ekonomi halen dışa bağımlı, dış yatırımlara muhtaçtır. Senelik 50 milyon ton olan petrol üretimi ülke petrol rezervlerinin pek azının değerlendirilmesi ile elde edilir. Petrol rafinerilerinin gelişmesi her geçen gün petrol üretimini artırmaktadır. Petrol en ziyade Sumatra ve Kalimantan bölgelerinden elde edilmektedir. İhracatının yarısını petrol tutmaktadır. Petrol ve tabii gaz istihsalinden sonra ülke maden üretiminde ikinci sırayı teşkil eden kalay istihsalinde dünya devletleri arasında üçüncü sırayı almaktadır. Sanayi, ancak bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra kurulmaya başlandı. Petrol rafinerileri, demir-çelik sanayii, lastik, çimento, kağıt, kinin, gübre, dokuma fabrikaları her geçen gün çoğalmaktadır. Tuz üretimi devlet tekelinde olup, ülke ihtiyacını karşılayacak seviyededir. Limanları her tonajdaki gemilerin yanaşmasına elverişli, tersaneleri de her geçen gün gelişmekte olmasına rağmen kendi deniz filosu yetersizdir. Ülkenin en çok sıkıntı çektiği husus elektrik enerjisinin yeterli olmamasıdır. Fakat son yıllarda bu konuda kayda değer çalışmalar yapılmaktadır. Makina, elektronik, dokuma ve kimya sanayii gelişme içerisindedir. Hayvancılık ülke ekonomisinde fazla bir yer tutmaz. Sadece koyun, keçi ve kümes hayvanları beslenmesi yaygındır. Ülkenin fiziki yapısı icabı balıkçılık ekonomide geniş bir yer tutar. Son zamanlarda senelik balık istihsali iki milyon ton dolaylarına erişmiştir. Genellikle kıyı balıkçılığı olarak yapılan balıkçılık, ülke için ticari bir vasıf taşımaz. Japonya’nın yardımlarıyla balıkçılık gelişmekte, açık deniz balıkçılığı için çalışmalar yoğunlaşmaktadır. Karayolu ulaşımı mühim olmadığı için fazla gelişmemiştir. Hava ve deniz ulaşımı ülke ihtiyacını karşılayacak seviyededir.
-
merhaba
_asi_ şurada cevap verdi: L@e başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalım
Hoşgeldiniz L@e.. -
Yabancı Atasözleri
_asi_ şurada cevap verdi: Aries başlık Kitap, Kitaplar, Edebiyat, Öykü ve Şiirler
Evlilik bir kale gibidir. Disaridakiler oraya girmek icin, icindekiler de disari cikmak icin ugrasir dururlar. TAYLAND -
Yabancı Atasözleri
_asi_ şurada cevap verdi: Aries başlık Kitap, Kitaplar, Edebiyat, Öykü ve Şiirler
İdealler yıldızlar gibidir, onlari tutmak mümkün olmaz ama karanlik gecelerde yolumuza onlar rehberlik ederler. FRANSA -
Bu güzel ve içten duygularınız için çok teşekkür ederim ve aramıza hoş geldiniz.. beğenmenize çok sevindim gerçekten yazdıklarınız okadar duygulandırdıki beni bizlerden uzaktasınız fakat biliyorumki bir o kadarda yakınsınız demişsiniz bir tarih sevdalısı olan elinden geldiğince bunu öğrenmeye ve araştırmaya çalışan biri olarak bunu duymak çok büyük bir mutluluk zaten sizde belirtmişsiniz ama birkezde ben söylemek isterim lütfen koruyalım ve sahip çıkalım güzel duygularınız için tekrar tekrar teşekkür ederim sizi aramızda görmekten büyük mutluluk duyarız tekrar hoş geldiniz... çok daha güzel paylaşımlarla görüşmek dileğiyle Sevgiler..
-
ÇİN HALK CUMHURİYETİ DEVLETİN ADI: Çin Halk Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Pekin YÜZÖLÇÜMÜ: 9.572.900 km2 NÜFUSU: 1.149.667.000 RESMİ DİLİ: Çince DİNİ: Konfüçyonist, Budist, Taoist, İslamiyet PARA BİRİMİ: Yuan Yüzölçümü itibariyle dünyanın üçüncü, nüfus itibariyle en büyük Güney Doğu Asya ülkesi. Doğusunda Güney Kore, kuzeydoğusunda ve kuzeybatısında Rusya, kuzeyde Moğolistan, güneybatıda Afganistan ve Pakistan, güneyde Hindistan, Nepal, Butan, Birmanya Laos ve Kuzey Vietnam, doğusunda ise Büyük Okyanus ile çevrilidir. Tarihi Eski devirlere ait yapılan araştırmalar Çin hakkında devamlı yeni bilgiler vermektedir. Ülkeyi yöneten ilk hanedan olarak Hya ve Şang sülaleleri bilinmektedir. Hya sülalesi hakkında bilinen tek bilgi hükümdarların isimleridir. Şang sülalesinin, yapılan araştırmalar neticesinde yaklaşık olarak M.Ö. 1450-1050 seneleri arasında Çin ovalarına hakim oldukları bilinmektedir. M.Ö. 1050-220 yılları arasında değişik çeşitli uygulamalarla Çov Sülalesi yönetmiştir. Şang Sülalesini yıkarak başa geçen Çov Sülalesi, M.Ö. 1050-771 seneleri arasında feodal bir idare kurdular. Ülkede, feodal devletler bağımsız devletler halinde gelişmeye başladı. Bu durum hükümdarın gücünün azalmasına ve feodal devletler arasında savaşa sebeb oldu. Batıdan gelenTürk ve Moğollar, ülkenin büyük bir kısmını fethettiler. Batı milletlerinin eline düşmüş olan topraklarından büyük bir kısmını Çin beyi Tsin, geri aldı. Böylelikle devleti önemli feodal devletlerden biri oldu. M.Ö. 770-472 devri: Feodal beylerin kendi aralarında iç savaşlara giriştikleri bir devirdir. Bu savaşlar neticesinde yedi bey kalmış ve bunlar da kral şanını alarak Çov Sülalesinden ayrıldılar. M.Ö. 472-221 iç savaş sonunda M.Ö. 453 senelerinde Tsin’in feodal devleti üç devlete bölündü. M.Ö. 221-206 aralarında Tsin’in Sülalesi memleketi mutlakiyetle idare etti. Tekerlek dingillerinin standartlaştırılması ve bazı ölçü birimlerinin kullanılmaya başlaması Çin tarihinin bu safhasına ait önemli hadiselerdir. Kuzeyden gelen saldırılardan (Hun saldırıları) korunmak için Çin Seddinin ilk şekli olan toprak tabyalar yapıldı. Doğu Çin bölgesinde başlayan bir ayaklanma, uzun süren savaşlara sebebiyet verdi ve bu savaşlar sonunda Han Sülalesi yönetimi ele geçirdi ise de, bir müddet sonra idare değişti. M.Ö. 206 yılında yönetimi, küçük rütbeli bir asker olan Lui Ki ele geçirerek Han Sülalesini (asiller) kurdu. M.S. 168 senesinde meydana gelen bir hükumet darbesi üzerine 220 senesine kadar devam eden iç savaşlar devri başladı. Büyük bir halk ayaklanması bastırıldı. Bu iç savaş neticesinde ülke üçe bölündü, kuzeyde Vey (220-264), güneydoğuda Vu (229-280), güneybatı Şu (221-263) imparatorlukları kuruldu. Göçlerin arttığı devirde, Tsin Sülalesinin (265-316) başa geçerek, parçalanan Çin’i birleştirmeleri de ülkeye huzur ve istikrar getirdi. Daha önceleri ücretle kullanılan milletler bu savaşlarda (asillerin savaşlarında) o derece kuvvetlendiler ki, bunlardan Hyung-nu’lar (Hunlar) 303’te yeni bir devlet (Han) kurdular. Bu sülale Çin İmparatorunu iki defa esir almış ve 317’den başlayarak bütün Kuzey Çin’de hakimiyet kurmayı başarmıştır. Bunun üzerine Tsin ailesi kuzeye inerek burada Doğu Tsin Sülalesini (317-419) kurdu. Güney Çin’de 580 senesine kadar çeşitli sülalelerin kurduğu muhtelif devletler görülür. Suy Sülalesi (581-618) Çin’i birleştirmeye muvaffak oldu. Bu kısa ömürlü hanedan zamanında Çin, Vietnam’ın kuzey ve güneyini ve Tibet’in kuzeyini ele geçirdi. Çin’in nüfuzunu tekrar Orta Asya’da hissettirdi. Bu devrede Kuzey ve Orta Çin Ovasındaki ticari münasebetleri kolaylaştırmak için kanallar açıldı. Ancak bütün bu işlerin yapılması için yabancılardan yardım istenmesi Suy Sülalesinin sonu oldu. T’ang Sülalesi (618-907) işbaşına geldi. Bu hanedan devrinde (664) toprakların yeniden taksimi ve vergilendirilmesi yapılmıştır. Müslüman Arapların saldırıları üzerine Türkistan Çin’in elinden çıktı. Bundan sonra Türkler devlet idaresinde önemli mevkilere yerleştiler ve sık sık vuku bulan ihtilallerde önemli rol oynadılar. T’ang Hanedanının düşüşünden sonra 960 tarihine kadar 5 küçük hanedan iş başına geçti. Bu devirde Kuzey ve Güney Çin’de küçük eyaletler şeklinde devletler meydana çıkmıştı. 960 tarihinde iş başına geçen Sung Hanedanı zamanında Çin İmparatorluğunun birliği yeniden tesis edilmeye çalışılmış, ancak bunda muvaffak olunamamıştır. Bu hanedan devrinde birçok şehirler kuruldu ve barut kullanılmaya başlandı. Mimari, tarih, şiir, resim, porselen ve bahçecilikte çok yüksek bir seviyeye ulaştılar. Elde bulunan tarihi dokümanlar bu medeniyetin yüksekliğine delil teşkil etmektedir. Cengiz Han, 1206-27 yılları arasında Çin’i işgal etti ve Moğollar, 1214 yılında Sarı Nehirin kuzey tarafındaki bölgede hakimiyeti ele geçirdiler. 1271 tarihinde Kubilay Han, imparatorluğunu ilan etti. Böylece Yüan Hanedanının (1260-1368) ve başşehir Yenching (Pekin)i kurdular. Moğollarla beraber Yüan Hanedanı bütün Çin’i fethederek hakimiyetleri altına aldılar. Bundan sonra Moğollar Çin kültürünün etkisi altına girerek, din, örf ve adetlerinde, giyim ve kuşamlarında Çin örf ve adetlerini benimsediler. Chu Yüan Chang, Yüan Hanedanı yerine Ming Hanedanını (1368-1644) kurdu. Bu hanedan zamanında Moğollar, Baykal Gölünün kuzey tarafına sürüldü ve imparatorluk eski kuvvetine kavuştu. Yine bu devirde Avrupalılar Çin’e ulaştılar. Portekizliler ve İspanyollar 16. yüzyılda, Alman ve İngilizler 17. yüzyılda buraya geldiler. Ming Hanedanından sonra işbaşına geçen Ch’ing Hanedanı (1644-1912) zamanında, Avrupalı tüccarlar, Çin’in önemli kaynaklarını yıllarca batıya aktarıp, bundan istifade ettiler. Çin, uzun yıllar batıya kapalı kaldı. Çin’in batıya açılması 19. yüzyıl ortalarında başladı. Bu yıllarda Portekiz, İngiltere, Fransa, ABD ile ticari, siyasi münasebetler başladı. Bunlardan İngilizler, Hint pamuklukları ve afyonunu, çay ve ipekle değiştiriyorlardı. Çin üst makamları bu ticareti engellemeye çalıştılar. Bununla ilgili olarak afyon ithalini yasaklayan kararlar aldılar. Bunun üzerine İngilizlerle anlaşmazlıklar çıktı ve savaşlar başladı. Ancak bu savaşlar İngilizlerin galibiyeti ile sona erdi (1842). Yapılan anlaşma sonunda İngilizler daha geniş haklara sahip oldular. Bunun neticesi olarak beş Çin limanı İngilizlere açıldı ve Hong Kong Adası da İngilizlere bırakıldı. Bu savaşlara “Afyon Savaşı” adı verildi. Daha sonra yapılan anlaşmalarla ABDve Fransa’ya aynı haklar tanındı. Zamanla anlaşmaların uygulanması aksadı. Çinliler yabancıları ülkelerinden atmak istiyorlardı. Fakat onlar elde ettikleri imtiyazları geri vermeye niyetli olmadıkları gibi, bunları az buldular. Böylece, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ülkede ayaklanmalar oldu. Fakat bu ayaklanmalar yabancı güçler tarafından bastırıldı. 1858 yılında anlaşma uyarınca İngiliz ve Fransızlar yeni haklar kazandılar. Bir müddet sonra aynı menfaatler ABDve Rusya’ya da tanındı. Bu olaylardan sonra, Çin’de bir sükunet dönemi başladı. Çin-Japon Savaşları: Çin’in Kore üzerinde hakimiyet kurmak istemesi üzerine 1894 yılında ilk savaş başladı. Kore’de çıkan ayaklanmayı bastırmak üzere her iki ülke de Kore’ye asker gönderdi. Ayaklanma bastırıldı. Fakat daha sonra her iki ülke birbirleriyle savaşa tutuştular. Bu savaşlar sonunda Çin büyük kayıplara uğradı. 1895 yılında savaş sona erdi ve Çin, Kore’nin bağımsızlığını tanıdı, ayrıca Formoza Adasını da Japonya’ya vermek mecburiyetinde kaldı. 1911’den sonra başa geçen Yuan Şi-K’ay monarşik bir idare kurmaya başlamışsa da muvaffak olmayarak 1916 ‘da öldü. Bu arada 1917’de sembolik olarak Birinci Dünya Savaşına girmiş ancak bir çok şehirleri bu arada Şanghay, Japonya tarafından işgal edilmiştir. 1925 yılında milliyetçilerin önderi olan Çiank Kayşek yönetimi ele geçirdi. Orduları ile Japonlara karşı savaşarak bir çok yerleri geri aldı. Bu arada Şanghay tekrar ele geçirildi. Ülkede 1920 yılında komünist partisi kuruldu ve taraftar toplamaya başladı. Bu parti, ülkede bir çok karışıklıklar çıkardı. Çiank- Kay-Şek bir taraftan Japonlarla savaşırken, bir taraftan da bu ayaklanmaları bastırmaya uğraşıyordu. Nihayet 1927’de komünistlerin başına geçen Mao Çe-Tung, Çu Enlay ve Çu Di’ ile komünist partisi güçlenerek ülke çapında teşkilatlanmaya, hükumet kuvvetleri ile çarpışmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı sona erince, komünistlerle milliyetçiler başbaşa kaldılar. Mao Çe-Tung yönetimindeki komünist birlikleri ülkeye hakim oldular. ABDmilliyetçilere yardım eder göründü. ABD’nin Çin’e gönderdiği diplomatlar hep milliyetçilerin aleyhine çalışmış, onların komünistlerin eline geçmesine sebeb olmuşlardır. Yönetim tamamen komünistlerin eline geçince, Milliyetçi Çin hükumeti, Formoza (Tay-Van) Adasına çekilmek zorunda kaldı. Böylece Çin ikiye ayrıldı: Çin Halk Cumhuriyeti ve Milliyetçi Çin Cumhuriyeti. 1 Ekim 1949 yılında Mao Çe-Tung’un başkanlığında Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuş oldu. Böylece Çin’in Asya kıtasındaki bütün toprakları Çin Halk Cumhuriyeti’nin eline geçti. Milliyetçi Çin Cumhuriyeti de Formoza Adasına çekildi ve orada hükumet kurdu. Mao, 1976’da öldü. Mao’nun ölümünden sonra, Maoizm açıktan tenkid edilmeye başlandı. Çin idarecileri ABD ve Japonya ile ekonomik iş birliği yaptı. Mareşal Ye Cienying, Mao’nun yanlışlarını açıkladı. Eski katı durum kaldırılarak ekonomik ve siyasi yönde yumuşama başladı. Çin kapıları yabancı sermayeye açıldı. Son yıllarda demokratikleşme hareketleri kanlı bir şekilde bastırıldı. Fiziki Yapı 9.572.900 km2lik yüzölçüme sahip olan Çin, fiziki yapı itibariyle genellikle doğu, batı olmak üzere iki bölüme ayrılır. Ülkenin batısı; güneybatı ve kuzeybatıda iki farklı yapıya sahiptir. Güneybatı Hindistan ve Bagnladeş ile olan sınırlarını, dünyanın en yüksek tepesine sahip olan Himalaya Sıradağları teşkil eder. Himalayaların kuzeyinde yer alan 1 milyon km2 yüzölçüme ve ortalama 3900 m yüksekliğine sahip olan Tibet Yaylası, kuzeyden Astin Tagh ve Nam Şam sıradağlarıyla çevrilidir. Bu dağlarla Himalayalar ülkenin batısında birleşirler. Ülkenin kuzeybatısını teşkil eden Astin Tagh Dağlarının kuzeyi, Doğu Türkistan’ın tarım havzasıdır. Ülkenin kuzeybatı bölgesinde, Tiemşan Dağları, Moğolistan sınırını meydana getiren Altay Dağları, batıda Torbagatay ve Çungarski Alatau ile çevrili geniş Çungarya düzlüğü yer alır. Ülkenin kuzeyini Gobi Çölünün güney kısmı kaplar. Doğusunda yüksekliği batıya göre fazla olmayan tepeler bulunur. Bu tepeler ülkenin kuzeydoğusundan, güneybatısına doğru uzanarak dağlık bölgeyle birleşirler. Kıngan, Çangpai ve Çangvansai dağlarıyla çevrili olan kuzey doğu bölgesi Mancurya olarak isimlendirilir. Doğu Çin’in kuzey kısmı Hai Ho, Hvang Ho ve Kuai Ho nehirlerinin havzalarından meydana gelen düzlüklerden, güney kısmı ise Kuzey Burma ve Çin Hindi yarımadası sınırında yükselen yaylalardan meydana gelir. Bu iki bölge arasında ülkenin en bereketli ovalarının bulunduğu ve nüfusun en kalabalık olduğu kesimdir. Toplam sınır uzunluğu 42.500 km olan Çin’in bu sınır uzunluklarının 22.500 kilometresi Büyük Okyanus iledir. Kıyıları Liatoung ve Şantung yarımadalarında genellikle yüksek, diğer kesimlerinde alçak ve alüvyonlu ovalar halindedir. Ülke topraklarının üçte biri dağlık, dörtte biri yayla, beşte biri vadi, onda biri tepeler, yüzde on ikisi ise ovalıktır. Akarsuları doğu ve batıda farklı özelliklere sahiptir. Çöl ve yüksek yaylaların bulunduğu batı kesimindeki akarsular, daha çok yeraltı veya çorak havzalar halindedir. Doğu bölgelerindeki akursular ise genellikle Pasifik Okyanusuna dökülür. Çin’deki zayıf akarsuların suladığı topraklar yüzölçümünün beşte ikisini teşkil eder. En önemli akarsular, Doğu Çin bölgelerinde bulunur. Kuzey doğudaki Mancurya bölgesinde Sungari-Lia Ho ve doğu bölgesinde Sarı Nehir (Huanghı), orta kısımda Mavi Nehir (Yang-tse kiang) ve güneyde İnci Irmağı (Şi-kiang) en önemli nehirlerdir. Doğu bölgesindeki ırmaklar yön değiştirebilme özelliğine sahiptirler. Eriyen kar sularıyla beslenmeler, buharlaşma, kat ettikleri yoldaki çöl şartları bu nehirlerin debileri ve yönlerinin değişmesine etki eden en büyük faktörlerdendir. Mavi Nehir (Yang-tse kiang) 5552 km uzunluğuna sahib olup, dünyanın dördüncü uzun nehridir. Batı Çin’de seyrek rastlanan akarsular göl havzalarında veya kıraç topraklarda yeraltı suları halinde sona erer. Ülkenin iki büyük ırmağı olan Huang-Ho (4845 km) ve Yang-tse kiang, Tibet’te doğar. Kuzeyde Moğolistan kısmında Huang-Ho Nehri ülkenin en önemli nehridir. Batıdaki tarım havzasında birkaç küçük göl vardır. Moğolistan’daki tuz gölleri, doğu bölgelerdeki Tung-Ting, Pu-yang ve Tai gölleri en önemli gölleridir. Ayrıca pekçok küçük göle (daha ziyade doğuda) sahip olmasına rağmen, başka önemli gölü yoktur. İklim Güney kesimlerinde muson iklimi hakim olan Çin’de, özellikle kuzeybatı kesimleri sert kara ikliminin hüküm sürdüğü bölgelerdir. Kış mevsiminde Orta Asya üzerinde bulunan soğuk, kuru ve yüksek basınçlı hava, karalardan denizlere doğru bir rüzgara sebep olur. Yazın bu durum tam tersine olarak meydana gelir. Denizlerden karalara doğru esen rüzgarlar haliyle nemli olurlar. Doğu kesimleri bilhassa yaz aylarında musonlar sebebiyle bol yağış alır. Batı kısımları yağış yönünden son derece fakir bölgelerdir. Kuzeybatıda senelik 50 mm civarında olan yağış ortalaması, güneydoğu kesimlerinde 3000 mm gibi çok yüksek bir rakamı bulur. Mayıs ve ekim ayları arasında yağan yağmur, senelik miktarın yaklaşık % 80’ini teşkil eder. Kuzey bölgelerinde temmuz ve ağustos ayları yağmur mevsimleridir. Güneyde tropikal iklim sıcaklıklarına karşı kuzeyde kara iklimine uygun sıcaklıklar görülür. Yaz mevsiminde kuzey ve güney bölgeleri hemen hemen aynı sıcaklığa sahipken, kış aylarında sıcaklık farkı 35°C gibi büyük bir rakama ulaşır. Kuzey bölgesi, kışın sert kara iklimi sebebiyle soğuk bir kış mevsimi yaşarken, güneyde ılıman bir ekvatoral iklim hüküm sürer. Güneydoğuda uzun ve sıcak yazlar, özellikle Tibet ve Tsinghai platolarında ise çok uzun ve sert kışlar hüküm sürer. Burada yazlar aksine kısa ve sıcak geçer. Tabii Kaynakları İklim ve fiziki yapısının tabii neticesi olarak doğu bölgeleri ormanlarla kaplı, batısı ise çayırlık, geniş olarak da çöl bitkileri ile kaplıdır. Ormanların kapladığı alan, toplam yüzölçümün yüzde onunu teşkil eder. Güney kesimlerde tropikal ağaçların teşkil ettiği ormanlar kuzeye gidildikçe yaprak döken ağaçlardan meydana gelir. Biraz daha kuzeye gidilince, ülkenin orta kesimlerine gelinir ki, buralarda yaprak dökmeyen kozalaklı ağaçlar mevcuttur. Kuzeyde, step ve çöl bitkileri hakimdir. Güneybatıdaki Tibet soğuklarının bulundğu bölgede nadir rastlanan dağınık ve bodur bitkiler yetişir. Dünyadaki hayvanlardan kuş türlerinin % 12’si, memeli hayvan türlerinin % 10’u, balık türlerinin de % 9’u Çin’de yaşamaktadır. Pandalar ve semenderler Çin’de yaşıyan ve dünyada nesli tükenmekte olan hayvanlardır. Madenler bakımından pek fazla zengin olduğu söylenemez. Mevcut zengin maden yataklarının pek çoğu ulaşım ve teknik imkansızlıklar sebebiyle işletilememektedir. Ülkenin özellikle kuzey ve orta kısımları demir üretiminde dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Antimon ve tungsten üretiminde de dünyada ilk sırayı alan Çin, kalay üretiminde ise dünyada ikinci sırada bulunmaktadır. Molibden, civa ve bizmuttan başka az miktarda bakır, çinko, kurşun ile krom ve nikel vardır. Kalsiyum florür, grafit, mağnezit, talk, tuz mineralleri, asbest ve baryum rezervlerinin yanısıra, kükürt ve fosfat da kayda değer madenlerdendir. Nüfus ve Sosyal Hayat Çin nüfus bakımından dünyanın en kalabalık ülkesidir. Nüfusun çoğu, sahil bölgelerinde, delta ve nehir vadilerinde, Szechwan’ın merkez platosundaki münbit arazilerde ve Kuzey Çin’in Büyük Vadisindeki ekilebilir arazide yerleşmişlerdir. Bu bölgelerde nüfusu iki milyonun üzerinde birçok büyük şehir merkezleri bulunmaktadır. Hükumet nüfus kontrolü ile ilgili tedbirler almasına rağmen, yıllık nüfus artışı 15 milyonun üzerindedir. Ülkenin tabiat şartları, nüfusun, ülkenin her yanına eşit olarak dağılımını engellemektedir. Nüfus yoğunluğu ortalaması 109’dur. Fakat bu ortalama yoğunluk olup, batıya doğru yoğunluk azalır ve bir kilometre kareye bir kişiden daha az düşer. Çin’in nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık bölgesi, büyük şehirlerin yığıldığı kuzey doğu bölgesidir. Bu bölge Çin topraklarının % 40’ını teşkil ettiği halde, nüfusun % 90’ını barındırmaktadır. Burada nüfus yoğunluğu kilometrekare başına 450 kişidir. Nüfusun geri kalanı arazinin % 60’lık bir bölümünde yaşarlar. Bu bölgelerin başında Çinlilerin “Yeni Arazi” (Sömürge) dedikleri Doğu Türkistan ile Tibet gelmektedir. Komünist idare başa geçtikten sona doğudan birçok Çinli bu bölgelere yerleştirilmiştir. Bilhassa çok kalabalık olan şehirlerde geçim sıkıntısı sebebiyle kırsal bölgelere göçler yapılmaktadır. Komünist idare 1960 yılından beri doğum kontrolü, aile planlaması, kırsal bölgelere teşvik vb. tedbirler alınmasına rağmen nüfus hızla artmakta ve nüfus problemi çözülemeyecek hale gelmektedir. Çin’in büyük nüfus artışı yeni bir mesele değildir. M.Ö birinci asırda Çin’in nüfusu 50 milyon civarındaydı. M.S. 1200 yıllarında 100 milyona çıkmıştı. 1368’de 65 milyona düşen nüfus, 1600 yıllarında 150 milyona, 1800 yıllarında 430 milyona fırlıyordu. Bugün 1 milyarın üzerine çıkmış durumdadır. Dünya nüfusunun dörtte birini teşkil etmektedir. Ülkede senede 10 milyondan fazla evlilik olmaktadır. Bu kadar büyük nüfusu olan Çin’de 56 etnik grup vardır. Bu etnik grupların % 94’ünü Hanlılar teşkil etmektedir. Hanlılar asıl Çinliler demektir. Türkçedeki Han Kağan ile alakası yoktur. M.Ö. 202-220 yılları arasındaki Hun Hanedanından adını almaktadır. Diğer 55 etnik grup da azınlıkları teşkil etmektedir. Başlıcaları: Türkler: Çinlilerin işgal ederek buradaki Türk devletinin varlığına son verdikleri Doğu Türkistan’da oturmaktadırlar. Çoğunluğu Uygur Türkleri olup, Kazak, Özbek, Kırgız Türkleri burada bulunmakdadır. Nüfusu yaklaşık 19-20 milyondur. Bu bölge 1867 yılında kesin olarak Çin’in sömürgesi olmuştur. İslam dini ve Türk gelenekleri yasaklanmış, camiler ve medreseler kapatılmıştır. (Bkz. Türkistan) Türklerden sonra gelen başlıca azınlıklar: Şuanglar, Hueiler, Tibetliler ve Moğollardır. Şuangların nüfusu 10 milyon kadar olup, Orta Çin’in güney kesimlerinde, Kuang-si Şuang eyaletinde yaşamaktadırlar. Tibetliler: Nüfusü 4 milyon kadar olup, Yüksek Tibet yaylalarında dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar. Huei’ler: Ning-hsia-huei eyaletinde yaşamaktadırlar. 5 milyon civarında nüfusları vardır. Moğollar: İç Moğolistan’da yaşamakta olup, iki milyon civarında nüfusları vardır. Çin’de Sina-Tibet dil ailesine bağlı çeşitli lehçeler konuşulur. Ancak resmi dil Kuzey Çin’in konuştuğu Mandarin lehçesidir. Bölgelere göre lehçeler değişmekte ve farklı telaffuzlar ile mana bozulmaktadır. Ancak kullanılan yazı dili herkes tarafından anlaşılmaktadır. Çincede harfler heceyi gösterdiğinden dolayı, 4 binden fazla harf vardır. Son zamanlarda bu sayı indirilmeye çalışılmaktadır. Azınlıklar ise kendi aralarında kendi dillerini kullanmaktadırlar. Çin’in resmi bir dini yoktur. Ancak halk Taoizm, Konfüçyonizm, Budizm, İslam, az miktarda Hıristiyan dinine mensupturlar. Halkın başlıca gıdaları arasında kuzeyde buğday, güneyde pirinç ve çeşitli sebzeler ile balık başta gelir. Halk yakın zamana kadar geleneksel aile düzenini muhafaza etmekteydi. aileler birçok akrabaları ile beraber yaşamaktadırlar. Komünist idare bunları komünlere dönüştürmektedir. Halkın eğlencelerinin başında uçurtma uçurtmak, milli geçit törenlerinde yapılan ateş oyunları ve kukla ejderler ile güreş başta gelmektedir. Son senelerde dünyaya yayılan Kung-fu sporu da buradan çıkmıştır. Çin son zamanlarda milletlerarası spor müsabakalarına katılmaktadır. Haberleşme tamamen komünist idarenin kontrolü altındadır. Çin eski tarihlerde birçok önemli teknolojiye beşiklik yapmıştır. Bunların başında porselen, kağıt yapımı, demir dökümü, blok baskı, barut ve mağnetik aletleri sayabiliriz. Günümüzde ise Çin üçüncü süper güç haline gelmiş bulunmaktadır. Bloksuz ülkeler safında yer alır. Eğitim, komünist idare tarafından rejimin maksadına uygun olarak düzenlenmektedir. Diğer komünist ülkelerden farklı olarak iş okulları da kurulmuştur. Önemli şehirleri: Pekin, (başşehir), Şanghay, Tientsin, Kanton, Shenyan, Wu-han, Urumçi’dir. Siyasi Hayat 20 Eylül 1954 tarihli bir anayasa ile komünizm idaresi kurulmuştur. İktidara ülkenin tek siyasi partisi olan Komünist Parti hakimdir. Ülkede yaşama ve yönetim 1227 üyeli senede bir defa toplanan Milli Halk Kongresinin elindedir. Seçmen yaşı 18’dir. Senede bir gün toplanan Milli Halk Kongresinin yürütme meclisi olan Daimi Komisyon veya Devlet Meclisi, Kongre üyeleri tarafından kendi aralarından seçilen bir başkan, 13 temsilci, bir genel sekreter ve 65 milletvekilinden teşekkül eder. Yürütme yetkisi başbakan, 12 temsilci, 32 bakan veya bakan seviyesindeki komisyon başkanları ve genel sekreterden teşekkül eden hükumete aittir. Yürütmenin bir kolu olan devlet başkanı kongre tarafından dört yıl için seçilir. İdari bakımdan 28 eyalete ayrılmış olup, bunların 5’ini muhtar eyalet, 21’ini eyalet ve 2’sini de birer şehir olan iller teşkil eder. Ekonomi Tarım: Ekonomik bakımdan az gelişmiş, fakir ve dolayısıyla refah seviyesi çok düşük bir ülkedir. Çin için büyük sıfatı, nüfusunun ve topraklarının çokluğu sebebiyle kullanılmaktadır. Ekonomisi esas itbariyle tarıma dayalı olan ülkede, komünizm idarelerinin her yerde uyguladığı gibi, arazi, tarım araçları, fabrika, işletmeler tamamen devlete aittir. Ülke yüzölçümüne nisbeten az olan ekime elverişli topraklarda ürettiği besin miktarı bakımından dünyada başta gelen ülkelerden olmasına rağmen kendi ihtiyacını karşılayamaz. Yetişen önemli tarım ürünlerinden pirinç, mısır, arpa, darı, soya fasulyesi, susam, fıstık, ceviz, şekerkamışı, tütün başta gelmektedir. Her çeşit meyvenin yetiştirildiği ülkede pamuk, kenevir, kayda değer tarım ürünlerindendir. Ormancılık: Orman ürünleri oldukça fazla olup, bu hususta dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Dünya devletlerine nisbeten üretim çok olmasına rağmen, kendi ihtiyacını karşılamaya yetmez. Bu sebepten köylerde kereste yerine bambu ağaçları kullanılmaktadır. Hayvancılık: Kuzey ve kuzeybatıdaki step bölgelerde daha yaygındır. Küçük ve büyükbaş hayvanlardan, at, deve, eşek en çok yetiştirilen hayvanlardandır. Doğu Türkistan, Şing-Hay ve İç Moğolistan’daki halkın geçim kaynağı hayvancılıktır. Çin denizlerinde 1500’den fazla balık çeşidi bulunur. Senede ortalama 8.5 milyon ton civarındaki balık, ülke hakının en önemli protein kaynağıdır. Pek fazla zengin olmayan maden kaynakları çok iptidai olan teknoloji sebebiyle yeteri kadar işletilememektedir. Ürettiği petrol, ülke ihtiyacını karşıladığı gibi ihraç da edilir. Halkının refah seviyesi, son derece düşük olmasına rağmen, yapılan yatırımlar, nükleer bomba, sun’i peyk, bilgisayar, askeri araç ve gereç imali yönünde yapılmaktadır. Bu yöndeki sanayi yatırımlarında büyük ölçüde dış yardım kullanılmaktadır. El sanatları dünyaca meşhur olan bir ülkedir. Bilhassa ipekçilik, porselencilik, oymacılık ve benzeri el sanatları son derece ileridedir. Ticaretinde, ithalatı ihracatından daha önemlidir. Pamuk, çay, ipek, porselen ihraç ettiği ürünlerin başında gelir. İthal ettiği malların başında ise makina ve sanayi mamülleri ile buğday ve diğer gıda maddeleri yer alır. Ulaşım: Çin’de kara ve demiryolu ulaşımına büyük önem verilmiştir. 982.243 km’yi bulan karayolunun % 83’ü asfalttır. Küçük üretim birimlerine bağlanan yerel hatlarla birlikte demiryollarının uzunluğu 64.960 km’yi bulmaktadır. Akarsuların büyük bir kısmında ulaşım yapılabilmektedir. En işlek akarsuları Yongtzo, X’i Huai ve Huang ırmaklarıdır. Uzun bir deniz kıyısı olan Çin’in 20 kadar açık deniz limanı vardır. Engebeli bir araziye sahip olan Çin’de en uygun ulaşım hava yoludur. Ülke çapında 80 hava alanı vardır.
-
MYANMAR, THAYET MYO TÜRK ŞEHİTLİĞİ Myanmar Thayet Myo Türk Şehitliği, I. Dünya Savaşı 'nda İngilizlere esir düşerek, o dönemde İngiliz sömürgesi olan ve Burma veya Birmanya adı ile tanınan Myanmar'a sevkedilen 12 bin kadar Türk askeri arasında, yıllar süren esaret dönemi boyunca salgın hastalıklar, ağır çalışma ve esaret şartları altında şehit düşen 1500 kadar Türk askerinin gömülü bulunduğu bir şehitliktir. Kalanların kaçının Türkiye'ye dönebildiği bilinmemektedir. Şehitlikte gömü alanının yerini belirten, Türkçe ve Burmaca bir kitabe ve çoğu 1916 Mart ve Nisan ayları tarihli mezartaşları bulunmaktadir. Şehitlik kitabesinin Türkçe (Latin harfleri ile) kısmında bugün zor okunabilen, "Birinci Dünya Savaşı'nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz Orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek Burma’ya getirilen ve burada vefat eden aziz Türk askerlerinin anısına" ifadesi yer almaktadır.
-
Burma (Myanmar veya Birmanya) Myanmar, Burma ya da Birmanya, Güneydoğu Asya'da, Andaman Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, Bangladeş ve Tayland arasında yer alan ülke. Çin - Hindi yarımadasının kuzeybatısında kurulmuş bir cumhuriyet. Asıl adı Bağımsız Birmanya Birliğidir. Yüzölçümü 605.277 kilometrekare, nüfusu 50.509.000 dir. Başşehri 4.082.000 nüfuslu Yangon (Rangoon) şehridir. Myanmar adı, yerel Myanma Naingngandaw isminden türetilmiştir. 12. yüzyıl döneminde bu yerel isim kullanılmaktaydı; ancak bu ismin etimolojisi hala netlik kazanmamıştır. 1989’da Myanmar askeri cunta rejimi ülkeye İngilizlerce konulmuş olan Burma veya Birmanya ismini ülkede Birmanlar'dan başka halkların da yaşadığını belirtmek için Myanmar Birliği olarak değiştirmiştir.Ayrıca başkent Rangoon'un(Rangun) ismi de Yangon olarak değiştirilmiştir. Bu isim değişikliği A.B.D., Avustralya, İrlanda ve İngiltere tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Cunta rejimi seçilerek iş başına gelmediği için bu ülkeler yeni ismi tanımamışlardır. Bunun yanında Birleşmiş Milletler 1989’da isim değişikliğini kabul etmiş ve ülkenin ismini "Union of Myanmar" şeklinde tanımıştır. Avrupa Birliği ise alternatif olarak “Burma / Myanmar” ismini kullanmaktadır. Birmanya, dağlık ve ormanlık bir bölgedir. İrravadi ırmağı ile sulanır. Pirinç, şeker kamışı ,çay, ipek ve petrol bakımından zengindir. XI. ve XII. yüzyıllarda büyük bir İmparatorluk olan Birmanya'nın egemenliğine Kubilay Han tarafından son verilmiş ve uzun yıllar İngiliz Hindistan' ın bir bölümünü meydana getirmiştir. 1941 yılında Japonlar tarafından işgal edilmiştir. 1948 yılında İngiliz İmparatorluğundan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Güneydoğu Asya’da bulunan; kuzey ve kuzeydoğusunda Çin, batısında Hindistan ve Bangladeş, doğusunda Laos, güneydoğusunda Tayland ile komşu olup, Bengal Körfezi ve Andaman Denizinde geniş kıyılara sahip bir ülke. Birmanya ve Burma olarak da bilinir. Uzak Doğu Asya’nın bütün tipik özelliklerine sahiptir. Tarihi Birmanya tarihi hakkında bilinen bilgiler eskidir. Orta Asya’dan Moğol ve Türk asıllı kavimler buraya göç yapmışlardır. On birinci asırda kurdukları bir devletle tarih sahnesinde yer işgal eden Birmanya, 13. asırda Kubilay Han tarafından işgal edilmiştir. Daha sonra çeşitli hanedanların idaresi altında 19. asrın ortalarında refah seviyesi yüksek bir ülke haline gelen Birmanya, 1882’de İngilizlerin istilasına uğradı. İngilizler önce diğer sömürgesi olan Hindistan’a bağladıkları Birmanya’yı daha sonra direkt bir şekilde kendilerine bağladılar (1886). İkinci Dünya Savaşında Japonların işgaline uğrayan ülke, Japonların yenilmesiyle sona eren harbin nihayetinde (1945’te), İngilizlere karşı bir bağımsızlık savaşı başlatarak, 4 Ocak 1948’de İngilizlerin çekilmesiyle bağımsızlığını ,lan etti. 1974’te kabul edilen bir anayasa ile sosyalist bir idare kuruldu. 1988’de demokrasi yanlısı hareketi bastırarak iktidara el koyan asker, yönetim, bütün partileri dağıttı. Asker, yönetimin başında bulunan General Saw Maung, 1992’de geçirdiği sinirsel bir rahatsızlık yüzünden görevi bırakmak mecburiyetinde kaldı. Yerine General Tan Shwe geçti (1993). Fizik, Yapı Fizik, özellikleri bakımından bir sadeliğe sahip değildir. Çok yüksek dağlar, yüksek yaylalar, alüvyonlu ovaların hepsi mevcuttur. Dünyanın en yüksek sıradağları olan Himalaya Dağlarının son uzantıları Birmanya’nın batısında bulunur. Bu sıradağlar ülkenin kuzeyinde aniden sarplaşır ve yüksekliği 5000 metreye varan tepeler halini alır. Güneye doğru alçalarak gider. Burada Arakan Sıradağları ismini alır. Batıdaki bu sıradağların güneybatıdaki kolu denize dik bir şekilde ulaşırken, bu dağların bir uzantısı olarak denize pekçok küçük adacıklar teşekkül etmesine sebep olurlar. Bu bölgede deniz sığ ve kayalık olduğu için gemiler için ulaşım elverişli değildir. Batıdaki sıradağların kuzeyi, ülkenin de kuzey kesimini teşkil eder ki, bu yörede dağlar Theing-Wang Razi Tepesinde ülkenin de en yüksek noktası olarak 6024 metreye ulaşır. Bu bölgeden doğan İrrawadi Nehri, doğusunda ülkeyi bir uçtan diğer uca 2200 km olan uzunluğuyla kat ederek, Bengal Körfezine dökülür. Bu ırmağın kollarıyla beraber meydana getirdiği havza, ülke topraklarının yarısından fazlasını teşkil eder. Kuzeyde hızlı akmasına rağmen, gittikçe hızı yavaşlayan İrrawadi Irmağının güneyden ,tibaren 1450 kilometrelik bir bölümü nehir ulaşımına elverişlidir. Denize döküldüğü yerde geniş bir delta teşkil eder. Ulaşıma elverişli olması sebebiyle bu nehrin ülke hayatında önemli bir yeri vardır. Ülkeyi kuzeyden güneye kateden batı sıradağları ve ortada İrrawadi Havzasından sonra, doğuda yine kuzeyden güneye kateden Chan Yaylası yer alır. Bu yaylanın yüksekliği 1000-2000 m arasında değişirken, yaylanın kuzey kısımları kurak, çıplak ve tarıma elverişli olmayan arazilerle kaplıdır. Güney kesimleriyse zengin tropik bitki örtüsüyle bezenmiştir. Pekçok akarsuyun bulunduğu Chan Yaylasındaki en önemli nehir, bu ülke topraklarındaki uzunluğu 1700 km olan Salven Nehridir. Chan Yaylası güneyde Malaka Yarımadasına kadar uzanarak denize dik yamaçlar halinde ulaşır. Bu yaylanın da denize ulaşması batı sıradağlarında olduğu gibi denizde gemilerin seyrine engel teşkil eden kaya adacıkları şeklindedir. İklim Bütün Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan muson iklimi genel olarak Birmanya’da da hakimdir. Ülke yengeç dönencesi üzerinde bulunduğundan, kışın karalardan denizlere doğru esen kuru; yazın ise denizlerden karalara doğru esen bol yağışlı muson rüzgarları, ülkenin iklimindeki en önemli unsurdur. Ülkenin doğusundaki yüksek yaylalarla, batısındaki yüksek sıradağlar, yağışların bölgelere göre dağılımına tesir etmektedir. Birmanya’nın en çok yağış alan bölgeleri; Arakan Sıradağlarının batı kesimi ile İrrawadi Nehrinin denize döküldüğü yerde teşkil ettiği Delta Ovası ve Chan Ovasının güney kesimleridir. Bu bölgelerde senelik yağış ortalaması 5000 milimetreyi geçer. İç bölgelerde muson rüzgarlarının tesiri pek fazla olmadığı için yağış da azdır. Ülkenin muson rüzgarlarına maruz kalan güney bölgeleri bol yağışlı olup, senelik sıcaklık farkları 17-39°C civarında değişir. Kuzey kısımlarında nisbeten daha kurak ve soğuk bir iklim hakimdir. Tabi, Kaynaklar Birmanya, tabi, kaynaklar bakımından çok zengin bir ülkedir. Ülkenin % 60’ı tropikal ormanlarla kaplı olup, bu ormanlarda fil, kaplan, arslan, maymun gibi vahş, hayvanlar bulunur. Yeraltı zenginlikleri de oldukça fazla olan ülkede petrol, tabi, gaz, kalay, çinko, kurşun, tungsten, altın, gümüş, bakır ve yemiştaşı gibi maden kaynakları vardır. Nehirlerinde ve denizlerde bol miktarda çeşitli balıklar mevcuttur. Nüfus ve Sosyal Hayat 50.509.000 olan nüfusu değişik etnik gruplar meydana getirir. Bu etnik gruplardan en önemlileri; Birmanyalılar, Karenler,Şanlar, Şinler,Kaşınlar ve Kayahlardır. Ancak nüfusun % 74’ünü Birmanyalılar teşkil etmektedir. Bunlardan başka Bangladeş,Hindistan ve Çin’den gelen göçmenler de ülke nüfusunda az da olsa bir yekün teşkil ederler. Refah seviyesinin çok düşük olduğu Birmanya’da halk, kazıklar üzerine bambudan yaptığı evlerde yaşar. Evlerini kazıklar üzerine yapmalarının sebebi; muson yağmurları sebebiyle sık sık maruz kaldıkları sellerden korunmak içindir. Halk, genellikle çiftçilikle uğraşmaktadır. Resm, dilin Birmanca olmasına rağmen, halkın ancak % 65’i bu lisanı konuşmakta, geri kalanlar ise kendi bölgelerine mahsus olan çeşitli dilleri konuşmaktadır. Birmanya halkı genel olarak geleneklerine bağlı, an’anelerinden vaz geçmeyen bir millettir. aile kavramı; anne, baba, kardeşler, dayı, teyze, amca, hala, dede, nine, yeğenlerden müteşekkil topluluktur. ailede söz sahibi olan kimse mutlaka babadır. Halkın ekseriyeti Budizm d,nine inanır. İslamiyetin, halkın genel kültür seviyesinin yükselmesiyle gittikçe yayıldığı Birmanya’da Hıristiyanlık ve Hindu dinleri çok dar sahalarda kalmıştır. Okur-yazar oranının % 70 gibi yüksek bir rakam olmasına rağmen, bu sadece okur-yazar olmaktan ileri gitmeyen halkın kültür seviyesinin yüksek olmasını ifade etmemektedir. Orta öğretim yapan okulların sayısının çok sınırlı olduğu ülkede bir tek üniversite vardır. Sağlık hizmetlerinin de yetersiz olduğu hastahanelerde nüfusa göre yatak sayısı da çok azdır. Siyas, Hayat 1948’de bağımsızlığını ,lan ettikten sonra, Birmanya’da parlamenter demokratik bir rejim benimsendi. Meclis ve Senato’nun teşkili, devlet ve hükumet başkanlarının seçiminden sonra komünist ve bölücülerin meydana getirdikleri kargaşalık net,cesinde ordu yönetime el koydu. Seneler sonra hazırlanan anayasa, 1974’te halk oyuna sunularak kabul edildi. Bu anayasa net,cesinde, Birmanya Sosyalist Federal Cumhuriyeti oldu. İdar, bakımdan 50 vilayete ayrılmıştır. Bunların çoğunluğu küçük şehirlerdir. Ekonomi Dünyanın geri kalmış ülkelerinin başta gelenlerinden olan Birmanya’da ekonomi tarıma dayanmaktadır. Çok bol olan madenler, tarımdan sonra ekonominin dayandığı ikinci büyük faktördür. Ülkede üretilen en önemli tarım ürünü, bütün Uzakdoğu ülkelerinde olduğu gibi pirinçtir. Halkın temel gıda maddelerinin başında gelen pirincin ülke içerisindeki tüketimden artanı ihraç edilir. Buğday, mısır, akdarı, susam, baklagiller, pamuk, çay ve şekerkamışı ülkede üretilen diğer tarım ürünleridir. Tarım en ilkel usullerle yapılmaktadır. Gür tropik ormanlar ekonomiye kereste, kauçuk üretimi şekliyle katkıda bulunurlar. Madenler bol olmasına rağmen işlenememektedir. Ülkedeki petrol üretimi, İkinci Dünya Savaşından önceki seviyesine henüz ulaşmış değildir. Sanayisi yok denilebilecek seviyede olan Birmanya’da, çok az sayıda çimento, kağıt, dokuma ve şeker fabrikaları vardır. Fildişi ve tahta oymacılığı ile ipekçilik ve mücevherat yapımı yaygındır. Ticaret de, bütün ekonomi kolları gibi çok geri kalmıştır. Balıkçılık mevcut sularda çok az yapılmaktadır. Daha ziyade nehirlerde yapılan balıkçılığın yanısıra son zamanlarda deniz balıkçılığı da yaygınlaşmaktadır.