-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Isparta Halk Oyunları Yörede, halk oyunları genellikle düğün zamanlarında, gençler kendi aralarında eğlenirken ve askere uğurlama törenlerinde oynandıkları görülür. Bilinen halk oyunları genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanmaktadır. Ancak zaman zaman halkalı dizili oynandığı da görülmektedir. Bunun yanı sıra teke oyunlarının karşılamalı ve alacalı dizide oynandığı da olmaktadır. Sütçüler ilçesinde oynanan kadın halk oyunlarına “Dut Dibi” adı verilmektedir. Bu oyunlara Dut Dibi adının verilmesinde yörede dut ağaçlarının bol olması, uygun mevsimlerde yapılan düğünlerdeki eğlentilerin dut ağaçları altında yapılmasından ve türkülerdeki müşterek ritmin “Dut Dibi Dut Dibi” hecelerindeki ritmi vermesinden kaynaklanmaktadır. Isparta halk oyunları genellikle zeybek türündedir. Isparta Merkez İlçe, köyleri, Uluborlu, Yalvaç, Gelendost, Keçiborlu, Atabey İlçeleri bu oyunların daha çok oynandığı yerlerdir. Eğirdir, Ş.Karaağaç, Y.bademli ve Sütçüler'in dağlık yerleşim yerlerindeki oyunlar ise kıvrak, hareketli ve kısa süreli olurlar. Bu oyunlar ise Teke Oyunları özelliğinde olan oyunlardır. Bu oyunlar, genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanır. Ancak zaman zaman halkalı dizili oyunlar da vardır. Bununla birlikte yörede; İç Anadolu’ya komşu ilçelerde, kaşıklı oyunlara rastlanır. Yörede oynanan halk oyunlarının çeşitleri ve özellikleri şöyledir: 1. Zeybek Oyunları: Yöredeki zeybek türü oyunlar daha çok dokuzlu aksak tartımlı olup açık havada, davul, zurna, bağlama, kaşık, darbuka karışımından oluşan sazlarla çalınıp oynanmaktadır. Tek ve topluca oynanan zeybek oyunları kol, bacak ve gövde hareketlerine göre düzenlenmiştir. Oyunda haykırışlar, birden bire sıçramalar, yere el atma ve diz vurmalar görülür. Ş.Karaağaç ve Yalvaç ilçelerinde parmak şaklatarak, damak çatlatarak, şişe çalarak ağır ve hızlı zeybekler oynandığı görülür. Serenler Zeybeği, Al Yazma, Osman Zeybeği, Hatçem ilin en çok ilgi gören zeybeklerindendir. Yörede ağır zeybek olduğu gibi hızlı zeybekler de oynanır. ) Ağır Zeybekler: Ege Bölgesine komşu olan Gönen ve Keçiborlu ilçelerinde oynanan zeybeklerdir. Serenler Zeybeği, Evlerinin Önü Mersin, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Mezar Arasında Harman Olur mu? gibi oyunlar bu çeşit oyunlardır. b ) Hafif (Yürük) Zeybekler: Şu Gelen Atlı Mıdır?, Şu Aydın’ın Uşağı, Ay Doğar Ayan Meyan, Sarı Zeybek, Haymanalı, Hatçem, Çayıra Serdim Postu, Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar, Kesinti Zeybeği gibi. 2. Teke Oyunları: Yörede tanınmış olan en yaygın teke oyunları teke zortlatmalarıdır. Bu oyunlar ile "Teke" adı verilen erkek keçinin davranışları temsil edilir. Tekenin hareketlerini yansıtan oyun figürleri; sekme, arkaya dönerek kaçma, ani sıçrayışlar, kıç atışı şeklindedir. Hız, ani davranış ve sıçrayışlar tekenin niteliğidir. Müzikte de aynı nitelikler vardır. Teke oyunları önce gurbet havası denilen uzun hava ile başlamakta, daha sonra yüksek bir hızla oyuna girilmektedir. Örneğin kollu, kolsuz, sağ kol havada yürümelerle, sol kol havada çökmek ve el çırpma bittikten sonra hoplatmaya geçilmektedir. Hoplatmada aynı oyunlar, aynı melodi ile arttırılarak bir kez daha oynanmaktadır. Teke oyunlarında çalgı olarak cura, sipsi ve davul hakimdir. Oyuncular oyun esnasında tahta kaşık kullanırlar. 3. Samah: Samahlar ise bir halk oyunu olmayıp ibadet anlayışı içinde yapıldığı kabul edilmektedir. Samahların açık havada, düğünlerde “dede” nezaretinde icra edilmeyenlerini, eğlence amacıyla icra edilenlerini zorlama yoluyla halk oyunu kapsamına almak mümkündür. Yörede oynanan başlıca halk oyunlarının adları şöyledir: A Yarim Oynasın da Oynasın, Ağır Zeybek, Ali Kavak Kesiyor, Al Yazma Zeybeği, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Avşar Zeybeği, Ay Doğar Ayan Meyan, Aykırı Oyun, Badılcanı Doğradım, Bahçelerde Mor Beni, Boğaz (Hada), Cezayir, Çamdan Aldım Sakızı, Çayıra Serdim Postu, Doğru Oyun, Düz Zeybek, Eğri Oyun, Emmiler, Et Aldım Elim Yağlı, Ferayi Zeybeği, Gabardıç, Gakgili, Hatcem, Haymanalı, İlimonum Sulandı, Jandarma, Kabak, Karamanlı, Kesinti Zeybeği, Kezban Yenge, Gıcır Gıcır, Koca Ceviz, Korunun Düzü, Köroğlu, Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar, Osman Zeybeği, Pembe Girebimin Oyası, Sallama, Sarı Zeybek, Sepetçioğlu, Serenler, Siyah Makarada İpliğim, Tavuk Gıdaklaması, Yayla Yolları, Yürüme, Zambak Oyunu. ISPARTA HALK OYUNLARI GİYİMLERİ A) Kadın Giysileri: Genellikle köylerde basmadan ya da ipekten yapılmış bir şalvar, üç etek, mintan ve kutmiden oluşan bir kıyafet giyilir. Başta fes tepelikli olarak kullanılır. Fes üzerine yörelere göre değişiklik gösteren beyaz, oyalı, kulak kenarından tutturulmuş sarı iri pullu yazmalar bağlanır. Fesin uç kısmında bazı yörelerde "alınlık" denilen bir sıra altın bazı yörelerde de "vurgun" denilen gümüş gerdanlık biçimindeki takılar takılır. Alınlık ya da vurgunun olmadığı hallerde, fes üzerine altın veya gümüş paralar takılır. Üste ipek çitariden yapılmış, üzeri sim sırma işlemeli, yandan yırtmaçlı üç etek giyilir. Üç eteğin içinde genellikle al kumaştan yapılmış, boyuna kadar kapalı mintan şeklinde "sıkma" denilen bir gömlek giyilir. Üç etek üzerine kollu, bol ve üzeri kumaşla sıkılan, kutmi denilen kumaştan yapılmış, üzeri sırmalı bele kadar inmeyen kebe (kısa yelek) giyilir. Üç etek altında bol, ayak bileklerini açık bırakan genellikle al rengin hakim olduğu uçkurlu şalvar giyilir. Bele bazen tek taraflı üçgen sallama yapılarak şal kuşak bağlanır. Bazen de gümüş kemer takılır. Ayakta, işlemeli yün çorap ve dolamalı çarık bulunur. Zaman zaman da çarığın yerini mes alır. Boyunlarda altın, kollarda bilezikler görülür. Üç eteğin önünde bir içlik bulunur. B ) Erkek Giysileri: Başta kırmızı, bazı yörelerde ise beyaz renkli bir fes ya da takke bulunur. Fesin üzerinde siyah rengin hakim olduğu "buldun" denilen bir poşu bağlanır. Üstlerine kollu, kol ağızları, sırtı ve ön yüzü bol işlemeli cepken giyilir. Cepkenler genellikle siyah ve koyu mavi renktedir. "Menevrek" denilen kara koyun yününden yapılmış uçkurlu bir şalvar giyilir. İçte "alaca"dan yapılmış önden ya da yandan düğmeli, yakasız mintan vardır. Bu mintan şalvarın ve kuşağın içine alınır. Yün ya da pamuk kumaştan dokunmuş üzerinde koyu renkli yollar bulunan beyaz benekli kırmızı rengin hakim olduğu bir kuşak sıkıca bele sarılır. İçte uzun paçalı don, yün içlik vardır. Ayağa yün çorap giyilir. Zaman zaman çorabın rengi mor da olabilir. Ayağa deriden dolamalı bir çarık giyilir.
-
Isparta Halk Müziği Isparta Halk Müziğinin Özellikleri: Akdeniz bölgesinin (Isparta, Burdur) halk müziği, bir bütünlük arz etmektedir. Bölge, Akdeniz kıyıları ile İç Anadolu, Ege, Marmara bölgeleri arasında bir köprü görevini görmektedir. Bu sebeple, ilde zengin bir halk müziği varlığı oluşmuştur. İlin Akdeniz, İç Anadolu, Ege bölgeleriyle ortak ezgileri bulunmaktadır. Alevî-Tahtacı inancına bağlı köylerde yaşayanlar, yörenin halk müziğine ayrı bir renk vermişlerdir. Ayrıca Kafkasya, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan’dan yöreye yerleştirilen Türk göçmenler, bölgenin halk müziğine, halk oyunlarına yeni katkılarda bulunmuşlardır. Halk kültürünün konuları olan doğum, sünnet, evlenme, ölüm, asker-hacı uğurlama ve karşılama ile ilgili gelenekler, gezek-sohbetler, mesire yerlerindeki eğlenceler, seyirlik ve çocuk oyunları, dinî ve geleneksel bayramlar, nevruz-hıdrellez gibi kutlamalar, bağbozumları, gül toplama, halı dokuma gibi işler, halk şairleri (âşık) Isparta halk müziğini besleyen, yeni ezgi ve türkülerin oluşmasını sağlayan kültürel unsurlardır. Isparta halk ezgilerini kırık havalar, uzun havalar, karma havalar sınıflandırması açısından bakıldığında kırık havaların çoğunlukta olduğu görülür. Yörede uzun havalara “Gurbet Havası” veya sadece “Gurbet” denildiği gibi “Guval” da denilmektedir. Bağlama veya kemane ile bu havaların özelliğine uygun 5 veya 7 zamanlı ezgiler çalınır. Avşar Beyleri en tanınmış gurbet havalarıdır. Gelin ve güvey okşamaları da uzun hava niteliğindedir. Ağıtlar, ninniler, Garip ve Kerem ayağındaki ezgiler yörede “Guval-Gurbet Havası” olarak okunur. Ağıtlara yörede “yakım” denilmektedir. Gurbet havalarının hemen ardından Teke Zortlaması gibi hareketli, kırık havalara geçilir. Yöredeki ezgiler dinsel (dinî) ve din dışı diye iki şekilde ele alınarak bakıldığında, Cem törenlerinde Pir Sultan, Kul Himmet, Hatâyî gibi Alevî inancına bağlı şairlerden deyişler, duvazların okunduğu ve samah dönüldüğü görülmektedir. Sünnî inancına bağlı topluluklarda ise düğünlerde, kutsal gecelerde, mevlitlerde ilâhiler söylenmektedir. Isparta halk müziğinde Yahyalı Kerem dizisinin çeşitli derecelerinden başlayıp karara giden ezgiler çoğunluktadır. Garip, Kerem, Yanık Kerem, Misket ayarlarında söylenen türküler bunlara örnektir. Bir takım türkülerde bir ayaktan öbürüne geçişteki ustalık dikkat çekicidir. Evlerinin Önü Mersin, Gıcır Gıcır Gelir Yarin Kağnısı bu ezgi yapısındadır. Bunun yanı sıra yaygın olarak kullanılan 2+2+2+3=9 ve 2+3+2+2=9 zamanlı türküler de bulunmaktadır. Bundan başka 2, 3 ve 4 zamanlılar ile 5 ve 7 zamanlı türkülere de (gurbet havalarının saz bölümleri) rastlanılmaktadır. Zeybek, Teke Zortlaması, Gakgili, Dattiri ve Dımıdan havaları 9 zamanlıdırlar. Yöre ezgileri, halk arasında Zeybek, Gurbet Havası (Guval), Yakımlar, Teke Zortlaması, dımıdan, dattiri, Gakgili, Okşama, Boğaz Havası, Oyun Havası, Samah, Deyiş şeklinde sınıflandırılmaktadır. Zeybek: Hem türkü olarak söylenen hem de oynanabilen ezgilerdir. İl merkezi ile Gönen ve Keçiborlu gibi İç Ege’ye açılan ilçelerde ağır zeybekler ön plandadır. Ağır zeybeklerin 9/4’lük, bazen de 9/2’lik ölçüler taşıdığı görülür. Serenler, Evlerinin Önü Mersin, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Kâzım’ım ağır zeybeklerdendir. İlin diğer yerlerinde ve kadın eğlencelerinde ise hafif zeybekler söylenip, oynanır. Şu Gelen Atlı mıdır?, Şu Aydın’ın Uşağı, Ay Doğar Ayan Beyan, Sarı Zeybek, Haymanalı, Hatçem, Çayıra Serdim Postu, Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar 9/8’lik ölçünün hakim olduğu zeybeklerdir. Gurbet Havası: Uzun hava türündeki bu ezgilere “Guval (Kaval)” veya sadece “Gurbet” de denilir. Guvaldan sonra çok hızlı bir tempoda oynanan zortlatmalara geçilir. Toroslardaki Yörükler ağıt, ninni ile Garip, Avşar, Kerem ayağındaki ezgileri “Guval” olarak okurlar. Guval’dan sonra çok hızlı ritimdeki zortlamalara geçilir. Teke Zortlatmaları için çok hızlı olmaları nedeniyle özel bir tezene tavrı geliştirilmiştir. Bu tavır, 9/16’lık bir tartımdadır ve 9/16’lığın tüm varyasyonları görülür. Yakım: Yörede ağıtlara “Yakım” denilmektedir. Boğulan Gelin, Yaralandım, Al Başlı Gelin, Yaran Sürmeli Mehmet, Camız Süsen Gelin, Gerdekte Ölen Güveyi, Deryalar Yüzünde Bir Yeşil Direk, Beni Vuran Amcaoğlu, Süpürün Damları Osman Geliyor, Demir Parmaklıktan Bakar Bakar Ağlarım, Fadimem Fadimem Tombul Fadimem, Bu Gençlikte Ölüm Bazan Zor gibi türküler gurbet havaları içinde yer alan türkülerdir. Teke Zortlaması: Genellikle Anadolu’nun güney bölgelerinden başlayarak, Toros dağları boyunca uzanan ve İçel, Antalya, Burdur, Isparta, Denizli, Afyon, Muğla illerini içine alan yöreye “Teke Yöresi” denilmektedir. Bu bölge, Hamitoğulları Beyliğinin bir kısmı olan Teke Beyliği’nin yönettiği topraklar olması nedeniyle Teke yöresi adı verilmiştir. Bu bölgenin havalarına “Teke Havası”, oyunlarına da “Teke Oyunları” denilmektedir. Bunun yanı sıra yörenin oyun ve ezgilerinde Tekenin hareketleri yansıtıldığı için de “Teke Yöresi” denildiği ileri sürülmektedir. Ezgilerin ritimleri çok hızlıdır. Teke Zortlatmaları, iki bölümlüdür. Yellemede, oyun, yürük olarak başlar ve hoplatmadan aynı ezgi ile hızlanarak devam eder. Teke Zortlatmalarında ağırlama bölümü yoktur. Oyunlar bu nedenle tek bölümlü havayı anımsatırlar. Zortlatmalar çoğu kez sözlüdür. Teke Havaları, bağlama ile ne kadar hızlı çalınırsa çalınsın oynanacak hıza ulaşılamamaktadır. Aynı durum büyük kaval için de geçerlidir. Bu nedenle Sipsi ve Çift Kaval (çifte) kullanılır. Teke Zortlamaları Türk Müziğindeki Ağır Aksak (2+2+3+2), Aksak (2+2+2+3), Raks aksağı (2+3+2+2) ve Oynak (3+2+2+2) olarak bilinen dokuz vuruşlu bileşik ölçülerin 9/16’lık türüne girmektedir. Teke Zortlamalarının “Dımıdan”, “Gakgili” ve “Dattiri” adları verilen çeşitleri bulunmaktadır. Dımıdan: Teke yöresi Türkmenlerinde kadınların leğen dibi döverek oynadıkları Teke Zortlamalarıdır. (2+2+2+3) ölçüsü hakimdir. Dattiri: Yörede zortlamaların daha yürük (hızlı) olanlarına bu ad verilmiştir. Çalgı ile çalınamayacak derecede ritimleri hızlı olduğundan Boğaz Havasıyla eşlik edilirler. Kadın oyunları olup, (2+3+2+2) ölçüsü hakimdir. Gakgili: Teke yöresinde Dattirilerin çalgı ile çalınmasına verilen addır. Çalgı ile çalındığı için daha ağırdır. Okşama: Yörede kadın oyunlarına verilen addır. Zil Okşaması, Gelin-Güvey Okşaması, Davul Okşaması, Kına Okşaması, Sağdıç Okşaması gibi türleri vardır. Gelin-Güveyi okşamalarında övme, övünme duygusu hakimdir. Okşamalar, ağır ve yürük olmak üzere iki biçimde oynanır. Garilom, Gabardıç, Sağdıç Dolanması gibi oyunlar yürük, diğer okşamalar ise ağırdır. Kadın meclislerinde okşamaları defçi kadınlar çalıp söylerler. Teke oyunu olarak tanınan okşamalar, bazı bölgelerde zeybek olarak sayılmaktadır. Isparta, Yenice, Eğirdir gibi yörelerde bu ad verilir. Yörede, ayrıca zeybek oyunlarının yanı sıra samahlar da oynanmaktadır. Isparta’nın çeşitli yerlerinde yerleşen Tahtacı ve Abdalların da, açık olmayan ve kendilerine has ayinlerinde (cemlerinde) oynadıkları oyunlar “Samah” ya da “Semah” olarak adlandırılır. Semahlar bağlama ve bazen de kemanenin eşliğinde, çoğu kez deyiş veya nefeslerin söylendiği, o esnada daha ziyade gençler olmak üzere kadınlı erkekli çiftlerde oluşan gurupların belli bir düzen içinde oynadıkları dini rakslardır. Isparta’da, özellikle düğünlerde kadın kına gecelerinde veya erkeklerin kendi aralarında bir araya geldiği güvey okşamalarında oyunlar oynanarak yaratılan eğlenceye yine “Samah” denilir. Ancak ayin veya dini raks samahları ile bir ilgisi yoktur. Bazı gelin okşamalarında, mısra sonlarında "hı, hı, hıı" ve "ay babam /anam / ağabeyciğim/ kızım/ hı, hı, hıı" gibi ifadelere rastlanmaktadır. Bu ifadeler ile türküde anlatılmak istenen konu daha acıklı ve üzüntülü bir duruma getirilmektedir. Gelin okşamaları; düğün esnasında, gelin hamamında ve kına gecelerinde bir kadın tarafından söylenmektedir. Bu kadın, gelin ve yakınlarına türküler söylemekle birlikte onların ağızlarından da bu tür türküler söylemektedir. Yörede, güvey okşamaları ise kına gecesinde, bir erkek tarafından kına yakılırken söylenir. Bu türküler ile güvey övülür ve düğününün kutlu olması temenni edilir. Boğaz Havası: Teke yöresi Yörüklerinin parmaklarını gırtlakları üzerine bastırarak, bastırma gücü ve parmakların yer değiştirmesi ile elde ettikleri ezgilerin tümüne verilen addır. “Boğaz vurmak”, “Boğaz çalmak” gibi tanımlamalar da boğaz havasını bir ezgi ile söylemek anlamında kullanılmıştır. Boğaz havaları bazı Yörüklerin dilinde “Hada” ve “Doa” gibi isimler almıştır. Boğaz havalarının yörede özel bir önemi vardır. Erkek çobanların kaval, düdük çalmalarına karşılık kız-kadın çobanlar “Boğaz” çalarlar. Nadiren erkeklerin “Boğaz” çaldıkları da görülür. Yörük çoban kızları dağlarda hayvanlarını otlatırken, birbirleri ile haberleşmek, müzik gereksinimlerini karşılamak, atışmak amaçlarıyla kullandıkları bilinmektedir. Teke yöresinde kaval, boğaz havası biçiminde üflenirse, buna “Nefesleme” denir. Bu tür havalara “Boğaz Oyun Havası” da denir. Boğaz havalarını Yörük boğazları diye anılanlar; Sarı Keçili Kızımın Boğazı, Hayta Kızımın Boğazı, Saçı Kınalı Boğazı, Kocakarı Boğazı, Eski Yörük Boğazı, Guguk Boğazı vb. Yörede, boğazlar çalınırken oyun havalarının arasına ayrıca birtakım üflemeler eklenir (gelmiş, şimdi gelmiş, hoyda, hayda vb.) gibi. Boğaz havaları cura ile çalındığında tezene kullanılmaz, curanın tellerine parmakla vurularak ve teli sap ile parmak arasına sıkıştırarak parmakla teli çekerek ses çıkartılır. Kesinti: Sözlü oyunların bitiminde gelen bölüme denir. Bu bölümde yapılan oyunlar şu biçimlerde görülür; Kesinti-sözlü müzik-kesinti, Sözlü müzik-kesinti-sözlü müzik- kesinti, sözlü müzik kesinti sözlü müzik, sözlü müzik-kesinti, kesinti-sözlü müzik-kesinti-sözlü müzik. Kesinti sözcüğü belli bir fasıldaki türkü ve oyunların sonunda, ortasında veya başında çalınan müzik olmak üzere iki anlamda kullanılır. Oyun adı başa eklenerek söylenir, Serenler Kesintisi gibi. Serbest biçimdeki oyun havalarına da aynı ad verilir. Bu durumda kesinti sözcüğü başa gelir. Kesinti Havası, Kesinti Zeybeği gibi. Kaydalama: Teke oyunlarında keklik gibi sekerek yürümek, kanat çırpar gibi el çırpma, eğilerek dönme ve yer değiştirme ile yapılan oyunlara “Kaydalama” adı verilir. Kadınlar arasında, iki kişi ile ve def vurularak oynanır. Deyiş: Alevî-Bektaşî geleneğinde, uluların, dedelerin, babaların ve Pîr Sultan, Kul Himmet, Hatayî gibi şairlerin müzik eşliğinde söylenen şiirleridir. Cem törenlerinde mutlaka deyişler okunur. Isparta sözlü ezgilerinin konuları aşk, doğa, hayvan ve çocuk sevgisi, meslek aşkı, yiğitlik, gurbet, ölüm, erken ve ani ölümlerde duyulan acı, övgü, yergi, kutsal değerlere bağlılık, Allah-Muhammed-Ali sevgisi gibi konulardır. Isparta Halk Müziğinde Kullanılan Çalgılar: Yörede halk müziği ve oyunlarında tezeneli sazlardan divan, cura bağlama, tanbura çalınır. Cura, parmakla “şelpe” tekniğiyle de çalınır. Bağlamalarda “Bozuk” veya “Bağlama” düzeni yaygın olarak kullanılır. Zeybekler çalınırken “Zeybek Tezenesi, Teke havaları çalınırken de “Teke Tezenesi” denilen tezene vurma tekniği kullanıldığı görülür. Tahtacılar arasında düzenlenen cemlerde genellikle iki bağlama, bir cura, bir de kemane bulunur. Yaylılar içinde kabak kemane ve kemane (Kıbrıs Kemanesi) kullanılır. İnce saz takımında Avrupa Kemane yer almaktadır. Üflemeli çalgılardan sipsi, dilli ve dilsiz kaval, zurna yaygındır. Vurmalı çalgılardan erkeklerin çaldığı davul, darbuka yanında kadınların çaldığı def (zilli, zilsiz) dümbelek leğen, şişe, bardak, kaşık başlıca çalgılardır. İnce saz takımında klarnet de yer alır. Bu çalgılara kemik düdük ve çifteyi (çifte kaval) de ekleyebiliriz. Düğünlerde imkanı olanlar ud, cümbüş, klarnet, tef, darbuka zilden oluşan çalgıcı takımını tutarlar. Düğünlerde tefçi kadınlar ön planda yer alır. Ancak son yıllarda düğünlerde keman, cümbüş, dümbelek, darbuka çalan kadınlara rastlanılmaktadır.
-
EVLEVME/DÜĞÜN GELENEKLERİ: A) DÜĞÜN ÖNCESİ 1. Evlilik Çağı: Eskiden "Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır" düşüncesi ile ergenlik çağına gelen kız ve erkekler küçük yaşta evlendirilirmiş. Günümüzde ise kızlarda evlenme yaşı on sekizden sonra, erkeklerde ise askerlik bittikten sonra düşünülmektedir. Köylerde bu durumun aksine evlendirilen gençler bulunabilmektedir. Askere gitmeden önce evlilik olmasa bile en azından nişan yapılır. Kızın yaşının oğlanın yaşından küçük olmasına dikkat edilir. Eskiden evlenme yaşına gelen erkekler, düşüncelerini ailelerine bildirmek için ayakkabısını eşiğe çiviyle çakmak, gündüz lambayı yakmak, zamansız ezan okumak, kaşığı pilava saplamak gibi hareketlerde bulunurlarmış. Şimdiki gençler, bu gibi âdetlere itibar etmeyip hislerini aile büyüklerine anlatabilmektedirler. Aile, oğlu ve aileye uyum sağlayabilecek, oğluna eşlik edebilecek kızları düşünüp aramaya başlar. Eskiden kızların ve oğlanların eş seçiminde rızalarına pek bakılmazmış. "Kızı keyfine bırakırsan zurnacıya, oğlanı kendi haline bırakırsan bir yosmaya gönül verir" inancından hareketle ana ve babanın kararı dışına çıkmak saygısızlık olarak sayılırmış. Günümüzde ise bu düşünce ve hareketlerin kaybolmaya başlandığı görülmektedir. Gençlerin rızası ve beğendikleri kimselerin olup olmadıkları sorulmaktadır. Kardeşler arasında sıra da evlilik çağını belirleyici bir faktördür. Özellikle erkek kardeşler arasında bu sıra daha çok gözetilir. 2. İlde Uygulanan Evlilik Şekilleri: İl merkezinde yakın akraba evlilikleri yaygın değildir. Ancak küçük yerleşim yerleri olan köy ve kasabalarda bu evlilik şekline çokça rastlanılmaktadır. Şehir merkezlerindeki aileler "Geçimsizlik olur", "Çocuklar sakat doğar" gerekçesiyle akraba evliliğine rıza göstermezken, köylerdeki aileler de mallarının dışa çıkmasını önlemek için akraba evliliğine "Evet" derler. Ancak baba malından kıza hak verilmediği ve bu âdetin çok yaygın bir şekilde uygulandığı göz önüne alınırsa bunun zayıf bir ihtimal olduğu görülecektir. Birbirini seven iki genç ailelerinin rızalarını alarak evlenebilirler. "Beşik Kertme Evliliği" yörede bilinmesine rağmen uygulanmamaktadır. İlde evlenmelerin çoğu "Görücü usûlü" ile yapılmaktadır. Kocası ölüp dul kalmış olanlar, genellikle bir daha evlenmezler; fakat, kocasının ölümünden sonra kaynıyla evlendirilmiş kadınlara da rastlanır. Eğer dul kadın koca evinden çıkıp, babasının evine yerleşmişse ve yaşı da gençse ikinci bir evlilik yapabilir. İlde, kız kaçırma olayları da görülmektedir. 3. Kız İsteme/Dünürlük: Oğlan anasının çevrede yaptığı araştırmaları, akraba ve tanıdıkların tavsiyeleri, evlenme çağına gelmiş oğlanın ağzının yoklanması sonucu yapılan araştırmalarla tespit edilen kızların evine kararlaştırılan bir günde oğlan, annesi, babası, akrabalardan ileri gelenler ve kız evi ile aracılık yapacak bir kişi hep birlikte kız evine giderler. Bu kişilere "Görücü", "İsteyici" denilir. İlk görücülük safhası çok kere bir nezaket safhası içinde geçer. Kız evine bir kutu çikolata veya baklava ile giden görücüler, yapılan sohbetten sonra maksada girerler. Oğlanın babası veya akrabalardan ileri gelenlerden birisi, kızın babasına "Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız ..................'yi oğlumuz .............'ya istemeye geldik" der. Eski zamanlarda kız istenirken "Sizin tutmaç keseni bizim kalem tutana münasip gördük" denilirmiş. Kız verilmek istenmiyorsa kızın babası "Kızımız küçük", "Borcumuz var", "Önünde ablası, abisi duruyor", "Evimiz pek yalnız, çocuk da giderse elimiz ayağımız kuruyup kalacak" cevabını verir. Kızı isteyen taraf "Biz sizi sıkmayız", "Hepsinin kolayı bulunur", "Kızın yeri iyidir, kaçırmayınız" gibi gönül alıcı sözler söylerler. Eğer gönülleri verimkâr ise kız evi "İki, üç gün sonra bir daha gelin, biraz düşünelim. Kıza danışalım" derler. "Kız evi naz evi" denilerek kız evine bir kaç defa daha gidilir. Oğlan evi, ayrı ayrı zamanlarda kızın evini "Kız kapısı kale kapısı" diyerek son sözü alıncaya kadar mücadele eder. Oğlan evi, kızın verilip verilmeyeceğini kendilerine yapılan ikramdan, ayakkabılarının çevrilmesinden, uğurlanmalarından anlamaya çalışır. Eğer kız evi kararını vermek şeklinde vermişse "Allah nasip etmişse ne diyelim?", "Allah yazdıysa ne diyelim? Hayırlı olur inşallah" derler. 4. Başlık/Kalın/Ağırlık: Isparta'da, günümüzde başlık alınması hemen hemen hiç kalmamıştır. Eskiden yörede çok yaygın olan bu âdete "Kalın Alma", "Ağırlık Alma" denirmiş. Başlık parası tamamen kız evine ödendikten sonra düğüne başlanırmış. Alınan başlık ile kızın çeyizine hiçbir masraf edilmezmiş. 5. Mendil Alma/Söz Kesme: Belirlenen tarihte -genellikle Perşembe/Cuma akşamları- kız evinde toplanılır. Kız evi önceden hazırlık yapar. Akrabalar ve yakın dostlar çağırılır. Oğlan evi de kendi yakınlarını toplar. Kız evine gelinirken kıza elbiselik, terlik, iç çamaşırı, yemek için çay, pasta, kurabiye getirilir. Kız evi, oğlan evinin getirdiği kahveyi pişirerek misafirlere sunar. Ardından çay ile pasta, kurabiye gibi ikramlar verilir. Sıra yüzüklerin takılmasına gelir. Büyüklerden biri, bir tepsi içinde getirilen, birbirine kırmızı bir kurdeleyle bağlı yüzükleri takar ve kurdele kesilir. Sırasıyla kız ve oğlan el öpmeye başlarlar. İl merkezinde mendil alma günü yapılan törenlere "Mübareke" denilir. Kız evi, oğlan evine "Mendil Alma" adı altında bir bohça verir. Bütün yörede verilen bu bohçanın içerisinde oğlana ait mendil, havlu, çorap, iç çamaşırı, kolonya, kravat gibi eşyalar vardır. 6. Nişan: Kız ve oğlan evleri, belirledikleri bir tarihte nişan yaparlar. Kız evinde yapılan nişan genellikle Perşembe/Cuma günü yapılır. Perşembe günü İslâmî değerlere göre hayırlı bir gün olduğu için seçilir. İslâmî inanışa göre Hz. Muhammed (S.A.V.), nafile oruçlarını Pazartesi ve Perşembe günleri tutmuştur. Ayrıca inanışa göre Perşembe gecesi Cuma gününe bağlayan mübarek bir gecedir. Bu nedenle sünnet, nişan, düğün vb. törenler için bu günler başlangıç olarak tercih edilir. Nişan gününden 4-5 gün öncesinden akraba, komşu ve eş dostlara dilden "Nişanımız var buyrun" denilir. Ş.Karaağaç’ta nişan ve düğün daveti için görevlendirilen kişiye “Gelişçi” denilir. Nişandan bir kaç gün öncesi de kız ve oğlan evinden anneler, babalar, kız ve oğlan ile çarşıya alışverişe gidilir. Kız ve oğlana nişanda giyecekleri elbiseler alınır. Kıza terlik, ayakkabı, çanta, nişan kıyafeti, iç çamaşırı, başörtüsü; oğlana ise pantolon, gömlek, kravat, kazak ve iç çamaşırı gibi giyecekler alınır. Buna yörede "Esbap Görme" denir. Bunun yanı sıra kıza ve oğlana "Takı"lar da alınır. Kıza 1,5 m. zincir, altı ilâ on arası bilezik, altın, küpe, yüzük ve saat; oğlana ise saat ve yüzük alınır. Kıza alınan bütün giyecek ve takıları oğlan evi, oğlana alınan her şeyi ise kız evi karşılar. Keçiborlu'da esbap görmeye "Elbise Görme" denilir. Alışverişler bittiğinde oğlan evi, kız evine lokantada yemek yedirir. Oğlan evi nişan günü kız evinde kullanılacak ve ikram edilecek kuru pasta, kuru yemiş, çay, bisküvi, şerbet, peçete gibi ihtiyaçları alarak nişan gününe hazır eder. Ş.Karaağaç İlçesi Karakaya Köyü'nde nişan hazırlıklarına "Boncuk Takımı" denilir. Senirkent'te ise kıza alınan takılara "Ağırlık Bitirme" denilir. Oğlana alınan hediyeler kız evine, kıza alınan hediyeler oğlan evine götürülür. Bunlar nişan günü sabahı ya da bir gün önce ailelerin münasip gördüğü kişiler tarafından oğlan ve kız evine verilir. Kız evine gelen erkek ve kadın misafirler ayrı odalarda otururlar. Bazı yerlerde nişan gününde eğlenceler tertip edilir. Kadınlar kendi aralarında tefçi bir kadının önderliğinde eğlenceler ve oyunlar oynarlar. Tef yerine bazan müzik kasetleri çalındığı gibi ilâhîler söyleyerek de nişan töreni yapılır. Nişan takılarını kıza kaynanası takar. Gönen'de nişan yüzüklerini boşanmamış, evli, mutlu ve çocuğu olan bir kişi takar. Keçiborlu Aydoğmuş Kasabası'nda nişan takıldığı gün gelinlik kıza abdest aldırılarak başına kırmızı "Allık" denilen bir örtü örtülür. Ortaya oğlan evince alınmış bir takım elbise ile şapka konur. Elbisenin üzerine konan bir yastıktan gelinlik kız üç kere "Pervâneler" adlı bir ilâhî eşliğinde atlattırılır (Bu ilâhi Düğün kısmında verilmiştir). İlâhî bitiminde oğlan evi, nişan takılarını gelinlik kıza takar. Arkasından da davetlilerin verdiği "Belek" denilen hediyeler bırakılır. Nişanda kıza verilen paralarla çeyiz eksiklikleri giderilir. Nişanlı kıza isterse kendi ailesi de takı takar. Yörede, nişanda takılan takılara "Saçı" denilir. Eskiden nişan töreninde oğlan evi, takılarını herkesin gözü önünde; yüksekçe bir yere çıkan bir kadın tarafından, yüksek sesle ilan ederek takarmış. Ayrıca nişana davet edilen eş, dost ve yakınlar da altın ve para hediyelerini aynı şekilde sunarlarmış. Fakat bu gelenek yörede zamanla bir yarış ve itibar meselesi haline gelmesi yüzünden yavaş yavaş kalktığı görülmektedir. Bütün bir nişan devresinde geçecek olan dinî bayramlarda nişanlı aileler birbirlerine hediyeler gönderirler. Genellikle oğlan evi bu konuda daha önde durumdadır. Hediyelerin mahiyetleri ailelerin varlıklarıyla ilgilidir. Ramazan bayramında hamurdan tatlılar, kurban bayramında koç gibi hediyelerin yanı sıra kıza elbiseler vb. şeyler alınır. Buna yörede "Sini Gönderme" denilmektedir. Nişanın olduğu günden itibaren güvey, nişanlısını akşam veya gündüz ne zaman isterse görme hakkına sahiptir. Kimi aileler, nişanlı gençlerin görüşmelerinde dinî bir sakınca olmaması için imam nikâhını kıyarlar. Nişan yüzükleri takıldıktan sonra sebepsiz yere parmaktan çıkarılmaz. Çıkarılırsa eşlerin geçim, dirlik ve düzenleri bozulacağına inanılır. Nişan süresince kız ve oğlan evi birbirlerini yemeğe davet ederler. Böylece samimiyeti ve akrabalık bağını arttırmaya çalışırlar. Nişan ile düğün arasının uzatılmamasına özen gösterilir. B ) DÜĞÜN: Günümüzde Isparta'da yapılan düğünler çalgılı ve çalgısız olmak üzere iki şekilde yapılmaktadır. Çalgılı düğünlerde davul, klarnet, saz ve darbuka çalanlardan oluşan kişilerle düğün icra edilir. Daha çok küçük yerleşim yerlerinde yaygın olan bu düğünlerde çalgıcılar, ilk günden gelin çıkma gününe kadar çalgılarını çalar ve türküler söylerler. Bu tür düğünlerde gençler genellikle oyun oynar, içki içer ve silah atarlar. Bu düğünlere "Samahlı Düğünler" denilmektedir. Çalgısız düğünler ise sadece yemekli olur. "İlâhîli Düğün" de denilen bu düğünlerde içki, çalgı ve buna bağlı olarak oyunlar pek gözükmez. Gelin çıkarmasında tekbirler veya ilâhîler söylenir. İlâhî düğünlerin bu şekilde yapılması, düğünlerin İslâm inancına uygun olarak yapılması gerektiği inancıyla açıklanmaktadır. Isparta genelinde düğünler genellikle üç veya dört gün sürer. Perşembe veya Cuma akşamından başlayan düğün Pazar günü gelin çıkmasıyla son bulur. Köylerde ise Perşembe günü başlaması yaygındır. Düğün tarihini kararlaştıran kız ve oğlan evi düğün hazırlıklarına başlarlar. Kız evi kızın çeyizini tamamlamaya çalışır. Kız, çeyizinde mutfak ve yatak odası takımlarını, dantel, oya ve masa örtüsü takımlarını yapmak zorundadır. Kız evi ekonomik durumuna göre kızın çeyizine isterse fırın, çamaşır makinası, dikiş makinası, halı, kilim, yolluk, paspas gibi eşyaları da koymaktadır. Kız bu eşyalarını çeyiz odasına sererek teşhir eder. Kızın çeyizi çoksa gezenler tarafından “Viri Maşallah pek güzel olmuş, gelinin anası pek maharetliymiş, gelinin çeyizi çok güzelmiş” denilir. Eğer kızın çeyizi yetersiz görülürse bu sefer “Anası uyumuş, kızı büyümüş, örümcekler/salyangozlar duvarlarda yürümüş” denilir. Oğlan evi de evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bunlar oturma ve misafir odası takımları, televizyon, halılar, buzdolabı, kanepeler, sobalar vs. eşyalardır. Bütün bunlardan sonra düğünden bir kaç gün önce kıza ve oğlana alınacak kıyafetler; gelinlik ve güvey elbisesi, için alış verişe gidilir. Alış veriş sırasında kız ve oğlan evinin yakınlarına da çeşitli kıyafetler ve elbiselik kumaşlar alınır. Buna il merkezinde "Elbise Görme", Senirkent'te "Kaba Gitme", Ş.Karaağaç ve Y.bademli'de "Urba Görme" gibi adlar verilmektedir. Kız tarafına alınan gelinlik ve elbiselik gibi hediyeler oğlan evinde, erkek tarafına alınan hediyeler ise kız evinde kalır. Bu hediyeler karşılıklı anlaşarak alınır. Alınan hediyeler düğünün birinci günü kız ve oğlan evine ulaştırılır. Kız evine giden hediyeler bir sandık içinde, oğlan evine gidenler ise bir bohça veya torba içinde gider. Şehir merkezlerinde düğün tarihinden bir hafta öncesinden düğün davetiyeleri bastırılarak dağıtılır. Köylerde ise "Okuntu" olmakla birlikte davetiye kartları bastıranlar da vardır. Köylerde "Un Odunu" ya da "Düğün Odunu" adı altında odun toplamaya gidilir. Düğünden iki-üç gün önce toplanan bu odunlarla yufka yapılır. Gelen misafirler değişik evlerde köylüler ve düğün sahibinin yakınlarınca misafir edilirler. Eskiden misafirler kalacakları eve hediye olarak çay, şeker, kolonya ve mutfak eşyaları getirirlermiş. Bugün ise böyle bir âdet kalmamıştır. Düğünün ilk günü sabahı çoğu yerde oğlan evine Türk bayrağı, Eğirdir gibi bazı yerlerde ise kırmızı yazma veya poşu asılarak düğün başlatılmış olur. Düğünde çalgı çalınacaksa çalgıcılar getirilir. Düğünün ilk gününde çalgıcılar, oğlan evinde oyunlar için saz, davul, klarnet ve darbukalar çalarak, türküler ve şarkılar söylerler. Bazı yerlerde ise düğünün ilk günü sabahı mevlid-i şerif okutulur. Düğün yemeği için hayvanlar kesilebildiği gibi kasaptan da et alınır. Yemeği pişirmek için bir aşçı tutulur. Aşçı, yemek pişireceği kap-kacakları ve bulaşıkçı kadınları beraberinde getirir. Yemek açık meydanda "Sofra" denilen masalarda yenileceği için onar kişilik olan yuvarlak masa ve sandalyeler kiralanarak, bugün oğlan evine getirilir. Ayrıca yemek yenilecek yer için havanın güneşli veya yağmurlu olmasına karşı iskeleler ile brandalar gerilerek, üstü örtülü yerler hazırlanır. Bu, ndan dolayı yapılır. Düğün yemeği hazırlanmasında yardımcı olan akraba ve komşulara yemek yedirilir. Senirkent Uluğbey Kasabası'nda düğünün bu ilk günün akşamı oğlan evi, kız evine yağlı yufka götürür ki buna "Pide" denir. Düğünün ilk gün akşamında helva karıştırma işlemi için güveyin arkadaşları gelir. Burada herkes sırayla kazanda kavrulan irmik helvasını karıştırır. Karıştırırken çeşitli ağız şakaları yapılır. "Hadi Mehmet hızlı karıştır, bak helvayı yakıyorsun", “Helvanın yağı/tuzu/şekeri az olmuş!” gibi sözler söylenerek gülünür. Helvanın şerbeti döküldükten sonra dinlenmeye bırakılır. Güveyin arkadaşları, pişen helvadan sıcak sıcak yiyebilmek için geç saatlere kadar beklerler. Düğünün ikinci günü yenecek olan pilav, kabine, çorba, etli nohut (veya fasulye) ve irmik helvası bu geceden hepsi hazırlanır. Düğün sahibinin durumu şayet iyi ise yemeğin çeşidi de değişir. Bu durumda kapama, çorba, pilav ve irmik helvası yemek olarak verilir. Pişen yemekler gönüllü kişiler tarafından sabaha kadar beklenilir. Bu bekleme işine Kazan Bekleme denilir. Kazan bekleyen kişilere et, tavuk gibi yiyecekler verilerek ikram edilir. Perşembe günü başlayan düğünlerde, düğünün ikinci günü olan Cuma günü "Gelin Hamamı" düzenlenir. Kız evinin ve oğlan evinin yakınları gün boyunca oğlan evinin kiraladığı hamama giderler. Hamamda tefçinin önderliğinde türküler söylenir ve oyunlar oynanır. Tefçiye gelinin anası ve kaynanası bahşişler verirler. Gelin göbek taşına oturtularak, kâkülü kesilir ve tefçi kadın tarafından türkülerle okşanır. Tefçi kadın, eline aldığı tef/def ile kızı üzecek veya ağlatacak şekilde türküler söylemeye başlar. Hamamdan çıkınca önceden kız evinin un, yağ ve susamdan yaptırdığı çörekler gelinin başında bölünerek herkese dağıtılır. Düğünün bu ikinci gününde "Kına Gecesi" de yapılır. Cuma veya Cumartesi günü yapılan kına gecesinde kadınlar kendi aralarında eğlenirler. Türküler söyleyerek kıza ve arkadaşlarına kına yakarlar. Gelin kız, kına yakma merasiminde örtünün altında ağlamadan duramaz. Yörede, kız evinde kına gecesi olurken oğlan evinde de güvey ve arkadaşları çalgıcıların eşliğinde eğlenip, oyunlar oynarlar. Oyunlar zeybek, serenler, teke zortlatmaları şeklindedir. Eskiden kına gecelerinde, bir ateş etrafında "Maşalama" denilen seyirlik oyunlar oynanırmış. Bu oyunları kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde, hep birlikte seyrederlermiş. Ancak bu tür seyirlik oyunlar yörede, artık hemen hemen hiç oynanmamaktadır. Oğlan ve arkadaşları eğlenirken kız evinden gelen kına yakılır ve güveye kına yakılırken türküler söylenir. Kız ve oğlan evinde yapılan akşam eğlencelerine Ş.Karaağaç Karayaka Köyü'nde "Cümbüş" denilmektedir. Düğün yemeği düğünün ikinci günü olan Cumartesi günü veya üçüncü gün olan Pazar günü verilir. Düğün yemeği; oğlan evinde, kadın ve erkeklere farklı yerlerde verilir. Sabah saat sekizden on ikiye kadar erkeklere, saat on ikiden on beşe kadar kadınlara yemek verilebildiği gibi saat on üçe kadar; yerin durumuna göre, kadın ve erkeklere aynı zamanda da yemek verilebilmektedir. Düğün yemeğine gelen davetliler, ekseri bu zamanda düğün hediyesini oğlan evine verirler. Düğün hediyesi olarak para, altın, mutfak eşyaları, halı vb. hediyeler verilir. Köylerde düğün hediyesi kına gecesine gelirken de verildiği görülür. Düğünlerde genellikle tavuk veya yayla çorba, kuru ya da taze fasulye, tas kebabı, bamya, haşlama et, pirinç veya bulgur pilavı, domates salatası, irmik helvası veya zerde hazırlanarak verilir. Çorba, kuru fasulye, pilav, salata ve irmik helvasından oluşan düğün yemeğine “helva kabine” denilir. Çorba, pilav, haşlama bütünet, zerdeden oluşan düğün yemeğine ise “Kapama” denilir. Düğünün son günü "Gelin Çıkarma" günüdür. Gelin genellikle Pazar günü baba evinden alınır. Gelin çıkarılacağı gün sabahtan kalkılır. Kız evinden birkaç erkek, güveyi tıraş yaptırıp güvey elbiselerini imamın nezaretinde giydirirler. Kız evine ise oğlan evinden bazı kadınlar giderek, kızı giydirir ve başını kuaförde yaptırırlar. Bazı gelinler kuaföre gitmezler. Genellikle İslâm inancına uygun olarak düğün yapan bu kişiler, gelin olacak kıza gelinlik olarak özel, kapalı gelinlikler alır veya diktirirler. Kuaföre gidip saçları yaptırmanın günah olacağı inancından dolayı kuaföre gidilmez. Bazı ilçelerde güvey, arkadaşları ile beraber hamama gider. Erkek hamamında çalgı eşliğinde eğlenti yapılır ve içkiler içilir. Sağdıç, güveyin yanından hiç ayrılmaz. Hamamdan sonra oğlan evine çalgı eşliğinde gelinir. Sofralar kurulur, içkilere devam edilir. Gelin alacak alay, ya oğlan evinde ya da öğle namazının kılınacağı caminin önünde toplanarak, öğleden sonra kız evine çalgı ile giderler. Çalgısız düğünlerde gelin alma alayında çalgı yer almaz. Bunun yerini söylenen bazı ilâhiler alır. Yörede, "Gelin Alma" törenleri esnasında ilâhî söyleme geleneği yavaş yavaş kaybolmaktadır. Bu nedenle, günümüzde gelin alma törenleri sadece tekbirler getirilerek yapılmaya başlanmıştır. Düğün alayı gelene kadar kız giydirilmiş olarak hazır durur. Yalvaç, Ş.Karaağaç, Sütçüler ve Eğirdir ilçelerinde "Gelinlik" diye pembe veya beyaz ipekli elbise giydirilir. Kızın başına göre tas konulup, ipekli eşarpla örtülür. Onun üzerine pullu al örterler. Gelin, annesi, babası, kardeşleri ve akrabaları ile helâlleşerek vedalaşır. Gelinin hazırlanması bittikten sonra gelini getirecek güvey, güveyin babası ve çok yakınları kız evine gelinin yanına çıkarlar. Orada hoca duâ eder. Gelin alınırken gelinin kardeşi veya yakın bir akrabası gelin odasının kapısını açmaz. Güveyin babasından veya dedesinden "Kapı Parası" ister. Para verilmeden kapı açılmaz. Kapı açıldıktan sonra bu kez sandığın üzerine oturarak "Sandık Parası" istenir. Yerine göre beş yüz bin, bir milyon lira para verilerek, kız ve sandık evden çıkarılır. Kızın duvağını babası veya dedesi örter. Atabey ilçesinde gelin evden çıkmadan önce kızın babası, kızın beline "Gayret Kuşağı" denilen kırmızı bir kurdele bağlar. Bunun halk arasındaki düşüncesi kızının geri gelmemesi, vardığı yerde gayretle çalışarak, ev sahibi olması anlamındadır. Sonra kızın bir kolundan güvey bir kolundan da babası tutarak gelin arabaya getirilir. Kız arabaya getirilirken ilâhîler, tekbirler söylendiği yerler de vardır. Düğün alayının arabalarının aynalarına kız evinden görevliler mendil veya havlu bağlarlar. Gelin, güvey ve kaynana veya elti ile birlikte süslenen gelin arabasının arka tarafına oturur. Ön tarafta ise güveyin babası oturur. Gelin konvoy halinde gezdirilerek, oğlan evine getirilir. Gelini sadece oğlan evinin davetlileri ve arabaları alarak oğlan evine götürürler. Kız evinden hiç kimse erkek evine gitmez. Uluğbey Kasabası'nda gelin evden alınınca Veli Baba Sultan Türbesi önüne gelinerek, geline ve güveye duâ edilir. Duâ edilirken cemaat imamla birlikte kıbleye döner. Bundan sonra gelin oğlan evine götürülür. Gelin oğlan evine giderken "Yol Kesme" denilen olaylar olur. Amaç oğlan evinden bahşiş almaktır. Güveyin babası, bu duruma hazırlıklıdır. Zarfların içerisine değişik miktarda koyduğu paraları yol kesen kişilere vererek, arabanın önünü açmasını sağlar. Düğünde gelin almaya gidilen yoldan mümkünse gelinmez. Aynı yoldan gelinirse “gelin ölünceye kadar o evde kalmaz, aynı yoldan babasının evine geri döner” inancı vardır. Gelin kız evinden çıkarken ve oğlan evine girerken güvey, bir miktar bozuk para, şeker, buğday ve ceviz gibi maddeleri gelin veya orada bulunan kalabalığın üzerine, havaya doğru saçar. Bu bereket ve bolluk olarak yorumlanır. Gelin attan veya arabadan inmeden önce kaynanasından veya kayınbabasından "İndirmelik" adı altında hediye ister. Geline para, inek, keçi, altın, bahçe vb. şeyler indirmelik olarak verilir. Gelin, eve çıkarken veya eve çıktığında yörede farklı uygulamalar yapılmaktadır: - Atabey'de gelin eve girerken bol nasipli olması için horoz veya bir hayvan kesilerek kanının üzerinden atlatılır. Kaynana, gelinin evdekilere itaat edip, bol nasipli olması düşüncesiyle gelinin başında ekmek böler. Gelinin sevimli, zeki bir çocuğu olsun diye kucağına sevimli, konuşan, hareketli bir çocuk oturtulur. - Gelendost’ta, güvey evine gelindiğinde; güvey ve kaynana tarafından, gelin arabadan inerken şeker, para, buğday gibi şeyler gelinin üzerine serpilir. Bazı ailelerde bu olayı takiben gelin eve girerken kurban kesme olayı yapılır. Gelin kurban kanının üzerinden atlatılır. Akan kandan parmakla gelin ve damadın alnına sürülür. Bunların yapılmasıyla kötülüklerin gideceğine, bolluk ve bereketin artacağına inanılır. - Gönen’de geline hazırlanan yağ, bal ve tatlılara parmağı bastırılıp, yalattırılır. Bu da yağ, bal gibi, tatlı bir yuvanın kurulması anlamına gelir. - Senirkent Uluğbey Kasabası'nda gelin oğlan evine geldiğinde ekmek saçının üzerine koyun postu örtülerek gelin atlatılır. Ayrıca horoz veya keçi kesilerek kanının üzerinden gelin atlatılır. Gelin, odasına girmeden önce ekmek gevreğini avucunda ezer, halka dağıtır. Gelin eline koyun veya margarin yağını alıp, kapının üstüne çalar ve odasına girer. - Yalvaç ilçesinde gelin eve geldiğinde kapının eşiğine yağ sürülür. Gelinin kucağına bir erkek çocuk verilir. Gelin, bu çocuğa bir örtü verir. Gelin, eve geldikten sonra evde kısık sesle konuşur. Gelini sesli olarak konuşturabilmek için geline "Söylendirmelik" adı altında para veya başka bir hediye verilir. Bundan sonra gelin normal konuşmaya başlar. Gelin erkek evine gelmeden önce veya geldiği gün çeyiz eşyaları da getirilir. Bunlar oğlan evinde köylerde iplere, il ve ilçe merkezlerinde ise masa, sandalye, yatak ve koltukların üzerine konularak "Döşeme" işlemi yapılır. Gelinin her yaptığı eşya gelenlerin görebileceği gibi düzenli konur. Gelinin geldiği gün genç kızlar ve kadınlar, en güzel elbiselerini giyerek akşama kadar geline bakmaya giderler. Geline bakma, yörede genç kız ve kadınların vazgeçemediği bir gelenektir. Çeyizlerin içinden beğenilen işlemeler, danteller, yazmalar, oyalar, boncuk işleri hemen belirlenir, sonraki günlerde örnek almak amacıyla istenir. Bundan sonra güvey sağdıcın evine gider ve orada sağdıçla birlikte dinlenir, konuşurlar. Yatsı namazında güvey, camide cemaatla namaz kıldıktan sonra arkadaşlarının sırtına vurmasıyla gelin odasına hızlıca gider. Gelin ve güveyin nikâhları imam tarafından kıyılarak duâsı yapılır. Yörede, düğün ve nikâhla ilgili bazı inanışlar bulunmaktadır: İki bayram arasında nikâh kıyılmaz, düğün yapılmaz, günah ve uğursuzluk sayılır. Nikâh kıyılırken eller kenetlenirse veya eller birbirini tutarsa, o nikâh ilerde bozulur, eşler birbirinden ayrılır inancı vardır. Nikâh kıyıldıktan sonra güvey, gelinin duvağını kaldırıp "Yüz Görümlüğü" olarak altın takar. Gerdekten önce güvey ve gelin kız evinden gelen baklava, sarı burma, tavuk kızartması, söğüş, et ve bal gibi şeyleri yerler. 1. Gelin Ertesi: Düğünden sonra olan Pazartesi gününe yaygın olarak "Gelin Ertesi" denilir. Bugün Senirkent ve Yalvaç'ta "Gelin Yüzü", Y.bademli'de "Bürümcek Günü", Keçiborlu’da “Gelin Yanı”, Gelendost’ta “Gelin Aşı/Ertesi” olarak adlandırılır. Gelin, bugün de tekrar gelinliğini giyerek gelen misafirlerle oturur ve eğlencelere katılır. Keçiborlu’da gelin oynamaya başlayınca avucuna buğday verilir. Gelin oynarken buğday tanelerini her tarafa saçar. Buğday bereketin, mutluluğun ve bolluğun sembolüdür. Bu arada geline paralar takılır. Eğirdir’de bu günün sabahında gelinin başına al örtü örtülür. Kucağına bir erkek çocuğu verilir. Çocuk elindeki oklavayla al örtüyü üç kez açar. Gelin, misafirlere şeker ve kolonya ikram eder. Ş.Karaağaç'ta misafirlere ikram edilen leblebi, kuruyemiş, bisküvi, lokum ve yemişlere "Kırıntı" denilmektedir. Üç gün sürdüğü de görülen gelin ertesinde gelinin çeyizinde ne var ne yok diye bakılır. Bundan sonra gelin, çeyizini toplayarak sandığa koyar. 2. Davetler: Gelin, eve geldikten sonra eşinin anne ve babasına, "anne" ve "baba" diye hitap eder. Evin erkek kardeşlerine "Abi", kendisinden büyük kız çocuklarına "Abla" derken kocasının erkek kardeşlerine de "Çelebi Ağa" der. Kız ve erkek ailesinin çocukları, ailelerin anne ve babalarına "Dünür anne-Dünür baba" diye hitap ederler. Düğünden sonra bir hafta-on gün içinde oğlan evi, kız evini yemeğe davet eder. Kız evi, oğlan evine gelirken hamur tatlılarından bir kutu tatlı getirir. Bu yemekle kız evine kızlarını görmek, aileyi ziyaret etmek konusunda çekinmemeleri gerektiği, rahatlıkla kızlarını görmeye gelebilecekleri anlatılmaktadır. 10-15 gün sonra kız evi de, oğlan evini yemeğe çağırarak akrabalık bağlarını iyice kuvvetlendirirler. Güvey, eşiyle birlikte her Cuma gününün akşamı kaynanasının evine ziyarete gider. Bu gelenek Isparta'da çok yaygındır. Eğirdir’de düğünden sonraki ilk pazar akşamı kız anası, gelinle damada “Kuvvet Tabağı” adı verilen bakır tabakla birlikte kravat, gömlek, çorap ve mendil verir. Günümüzde, Isparta'da düğünler eskiye göre bir çok değişikliklere uğramıştır. Teknolojik imkanların yaygınlaşması, eğitim ve öğretim kurumlarının hemen hemen her köyde açılması, ekonomik şartların ağırlaşması, insanların zevklerinin değişmesi yöredeki âdet ve inanışların değişmesinde başlıca faktörler olmuşlardır.
-
Isparta Gelenek-Görenekler DOĞUMLA İLGİLİ GELENEK VE İNANIŞLAR: Isparta ili genelinde bebeğin, ailenin devamı ve bereketin sembolü olduğuna inanılmaktadır. Yörede; özellikle kırsal kesimlerde, hayatın başlangıç safhası olan doğumla ilgili geçmişten gelen birçok âdet ve inanış bulunmaktadır. Ancak kasaba ve köylerde kurulan sağlık ocaklarının, iletişim ve ulaşım araçlarının artmasıyla bu tür inanış ve uygulamaların yavaş yavaş kaybolmaya ve terk edilmeye başlandığı görülmektedir. A) Doğum Hazırlıkları: Çocuk doğmadan önce doğacak bebek için hazırlıklar yapılır. Bebeğin kullanacağı her türlü kıyafet, yatacağı beşik veya karyola ile ilgili takımları hazırlanır. Doğuma hazırlık zenginlik, fakirlik ve görgü gibi şeylerle ilgili olduğu için yapılan hazırlıklar da değişir. Durumları müsait olan aileler doğumdan önce gömlek, zıbın, entari, bez, kundak, beşik, kazbağı, takke gibi eşyaların hazırlıklarını yaparlar. Bazı yerlerde (Sütçüler) beşiğin boyuna göre yatak hazırlanır. Bu şekildeki beşik, bebeğin kalça kısmına gelecek şekilde, yuvarlak bir delik bırakılmış, içi pamuk ya da halı kırpıntısı doldurulmuş yataktan oluşur. Beşiğin dibindeki deliğe lazımlık oturtulur. Yatak çarşafı da ortası delik şekilde yapılır. Beşik örtüsü yazlık ise ince kumaşa işlemeler yapılarak hazırlanır, kışlık ise kilim ya da battaniye örtülür. Bunların hepsini kız düğünden önce çeyizi ile birlikte getirebildiği gibi kaynana ve görümce gibi evin büyükleri tarafından da hazırlanır. Çocuğu doğuracak olan köy kadınlarından bu hazırlıkları bizzat yapanlar da eksik değildir. Fakat bunlar hazırlıklarını kimseye hissettirmeden yaparlar. Evlilik hazırlıkları içinde bebek eşyalarının da yer alması çocuk sahibi olma dileğini ifade eder ve bu dileğin gerçekleşmesinin ne derece arzulandığını gösterir. Isparta genelinde; ilk doğacak bebek için kızın annesi de bazı hazırlıklar yapar. Bunun yanında bebeğe, anneye ve damada hediyelik kıyafetler de hazırlanır. Bebeğe altın, anne ve damada uygun görülen gömlek gibi bazı kıyafetler alınarak hazırlanır. Evde yapılacak doğumlarda doğum esnasında kullanılacak yatak örtüleri, muşamba, naylon örtüler ve ilaçlar bir ay öncesinden hazırlanarak doğuma hazır edilir. Yörede, kadının ilk doğumuna önem verildiğinden daha çok ilk bebek için hazırlıklar yapılmakta, diğer doğumlarda özel bir hazırlığa ihtiyaç duyulmamaktadır. İlk bebeğin önemi, bu doğum ile kadın ve erkeğin beraberliğinin bir aile niteliğini kazanmasından kaynaklanmaktadır. B ) Doğum ve Sonrası: Yörede, doğumlar hastanede, sağlık ocaklarında ve özellikle köylerde ebeler tarafından, evlerde yapılmaktadır. Ebelik ehliyeti, doğum vakalarında bulunmak suretiyle edinilir. En yaşlı, tecrübeli ve şanslı olanı daha çok tercih edilmektedir. Evlerde ebeler tarafından yapılan doğumlarda ebeden ve yardımcılarından başka kimse bulundurulmaz. Yoksa doğumun geç ve ağrılı olacağına inanılır. Ağrılar olursa bazı "ırvasa" denilen uygulamalar yapılır. Ayetler yazılı bir tastan su içirilir. Bununla beraber kadının kolları gerisinden tutularak hafifçe silkelenir. Doğumu yaptıran ebeye para, giyim eşyası gibi hediyeler verilir. Evde doğum yapan kadın, hastalanmazsa en çok iki-üç gün kadar yatakta yatar. Bazı yerlerde loğusa kadın kırk gün su içmez. Kırk gün erik, kızılcık, elma ve armut kurusundan hoşaf yaparak içerler. Yörede "Loğusanın mezarı kırk gün yanı başındadır" denilmektedir. Loğusa hastalanmış ve bundan evvel de şu içmiş ise "Soğuklamış" denilir. Doğum yapıldıktan sonra bebek kokmaması için tuzlanır. Sarılık olur diye sarı yazma örtülmez (Senirkent). Bebeğin ağzına şerbet veya bal sürülürse dilinin tatlı, yün sürülürse koyun gibi uysal, Kur'an tozu sürülürse âlim olacağına inanılır (Yalvaç). Doğum yapan kadın yeni doğan bebeğe ezan vaktine kadar meme emzirmez. Çocuğun yaşaması için bazı uygulamalar yapılır. Çocuğa maşallah, nazarlık takılır. Hiç çocuğu ölmemiş evlerden istenecek yedi parça bezden entari yapılır. Ayrıca çocuklara Yaşar, Durmuş, Dursun gibi adlar konulmaktadır. Bununla birlikte İslâm dininin bir gereği olarak Akika Kurbanı kesilir. Kesilen koyunun etleri çocuk ve anaya yedirilmeden yoksullara dağıtılır. Göbeği düşen bebeklerin düşen göbekleri genellikle bir bez parçasına sarılarak toprağa gömülür. Bununla birlikte şunlar da yapılır: Erkek bebeğin göbeği düşünce "Okumuş olsun" diye düşen göbeği bir camiye bırakılır ya da saklanır. Kız bebeklerin düşen göbekleri ise hamarat ve temiz olsun diye bir süpürgeye bağlanır. Eğer evin köşesine veya duvarın kovuğuna konulursa bebek büyüdüğünde evine bağlı olacağına inanılır. Bebeğin düşen göbek parçası dışarıya atılınca bebek ileride dışarıya çok çıkar; camiye veya medreseye atılınca camiye gidip ibadet eder. Yeni doğan çocuklar doğduğu andan itibaren kundaklanır. Kırsal yerlerinde, onbeş-yirmi günden sonra anne “kolon/çarpana/sırtınaıntar” denilen yün örme bir sicimle bebeği sarar. Genelde tarla ve bahçe de çalışan kadınlar bebeği sırtında taşırlar. Çocuğun bakım ve beslenmesi ile anne ilgilenir. Anne tarla ve bahçe işlerinden zaman ayırabildiği ölçüde çocuğuyla ilgilenir. Yeni doğan bebeğin besin kaynağı anne sütüdür. Bebek emebildiği sürece anne emzirmeye devam eder. Günümüzde çocuk bakımı konusunda kadınların daha bilinçli olması nedeniyle bazı ek besinler verilmek suretiyle çocukların daha sağlıklı yetiştirilmesine çalışılmaktadır. Ancak bölgenin genel ekonomik yapısı göz önüne alındığında yetişkinlerde olduğu gibi küçük çocuklarda da gizli bir beslenme yetersizliği göze çarpar. 1. Ad Verme/Ad Koyma: Yörede ad koymada genellikle İslâmî değerlerin esas alındığı görülür. Bebeklere Peygamberlerin, Ehl-i Beyt'in ve aile büyüklerinin adları verilir. Aile büyüklerinden birinin adını bebeğe vermekteki amaç "Adın sürmesini, devamını sağlamak", "Bitmesini, batmasını" önlemektir. Bebek doğduğunda, göbeği kesilirken bir ad konur. Buna “göbek adı” verilir. Birkaç gün sonra ise bebeğin kuruyup parçası düştükten sonra esas adı konur. Aile büyüğünün adını yeni doğana vermek için ölmesi beklenmez; fakat, bebeğe koyulan ad genelde babanın yakınları arasından seçilir ki bu da ata kültünün devamında gelişen ve bugün yörede, hâlâ yaşayan ataerkil aile düzeninin geçerliliğini ortaya koyar. Doğan bebeğe ad koymak için bir imam/hoca çağrılır. Hoca, çocuğun huyunun güzel olması, topluma faydalı olması, amellerinin düzgün olması için dua eder. Daha sonra sağ kulağına ezan okuyarak duasını eder. Sol kulağına kamet getirir. Çocuğun ismi konur ve çocuk ismi ile üç kere çağrılır. 2. Anne ve Bebeğe Yapılan Ziyaretler: Loğusa ve bebeğin kırkları çıkana kadar pek kimse ziyaret etmez. Ziyarete gelenler ise evde bulunanlardan kadının ve bebeğin durumunu öğrenirler; ama, onları görme imkanı azdır. Ancak yakın akrabaları bu yasağın dışında bırakılmışlardır. Gelen misafirlere tarçın şerbeti ikram edilir. Bazı yerlerde ailenin ilk erkek çocuğu dünyaya geldiği zaman “kütük atma” geleneği vardır. Babanın yakın arkadaşları erkek çocuk haberini alınca bir araya gelip, dallı budaklı büyükçe bir kütük seçerler. Kütüğü allı bir kumaş parçası ile (kurdele) bağlayıp, oğlan babası olan arkadaşlarının kapısı önüne atarlar. Bu kütüğün anlamı, “Oğlunun kütük gibi ömrünün uzun olması, kütük gibi sağlam olması ve soyunun bir ağaç gibi dal budak vermesi, sülalenin genişlemesi” dileklerini ifade eder. Arkadaşlarının attığı bu kütüğü gören baba arkadaşlarına bu kütüğün pişirebileceği büyüklükte erkeç (keçinin erkeği) keçi keser ve ikramda bulunur. Loğusa kadına kaynana tarafından hediyelik bir kıyafet verildikten sonra bebeğe genelde "Yarım" ve "Çeyrek" diye tabir edilen altın takılır. Ziyarete gelen yakın akrabalar da altın, kolye vb. şeyleri hediyelik olarak bebeğe takarlar. "Bebek Görme", "Doğuya Gitme" adı altında gelenler, kadına "Bebeğin yaşı uzun olsun", "Hayırlı ömürlü olsun", "Analı babalı büyüsün" gibi sözler söylerler. Gelirken de bebek kıyafetleri, örgü ipleri, süt, bisküvi gibi hediyeler getirirler. Kasaba ve köy yerlerinde bunlara ilaveten çorba ve tatlılar (pelte, sütlaç vb.) götürülür. Loğusa kadın bebeği ile birlikte komşu ve akrabalarına gittiğinde kendilerine "sıçanlık" denilerek, bebeğin bol nasipli olması için küçük hediyeler; ekmek, yumurta, mendil, yazma, havlu, bebek takımı vs. hediyeler verilir. 3. Kırkıncı Gün/Kırkı Çıkmak: Doğumdan sonraki kırk gün anne ve bebeğin “Kırklı" olduğu günlerdir. Loğusa ve bebeğin kırkları çıkana kadar pek kimse ziyaret etmez. Ziyarete gelenler ise evde bulunanlardan kadının ve bebeğin durumunu öğrenirler; ama, onları görme imkanı azdır. Ancak yakın akrabaları bu yasağın dışında bırakılmışlardır. Isparta'da kırklama su yardımı ile yapılmaktadır. Kırklama geleneği çevresinde oluşan âdet ve inanışlar şunlardır: Loğusa kadın ve bebek bu süre içinde dışarı çıkmaz, kadın düğün esnasında gelin alayına bakmaz. Aksi takdirde kadın veya bebeğe zarar gelir. Kırkı karışır inancıyla iki kırklı kadın bir arada bulunmaz. Birbirlerini görürlerse, kadınlar birbirleriyle ekmek değişirler. Bunu bebeklerin kırkı karışmasın, zayıf olmasın diye yaparlar. Bu işi yapılmazsa bebeklerin zayıf kalacağına, öleceğine inanılır. Anne ve çocuğun kırklama işi için kırk taş toplanıp, bir altın yüzük ile beraber suyun içine atılır. İstenirse "Niyet ettim kırkımı çıkarmaya" diyerek üç İhlâs ve bir Fâtiha okunur. Bu suyla kadın boy abdesti alır ve bebek yıkanır. Köylerde iş zamanı (tarla ve bahçe işleri) kırkın çıkması beklenmeden kadın bebeğini alıp tarlaya çalışmaya gidebilir. Bu da geleneksel yapının zorlu hayat şartlarının etkisiyle bir nebze de olsa sarsıldığının açık bir delilidir. 4. Aydeş/Adeş Olmak: Yeni doğan bebeğin çok fazla zayıflaması, karnının şişmesi, kol ve bacaklarının çöp gibi incelmesi ve bu ince vücut üstünde başın bir tokmak gibi kalması halinde bebeğin “Aydeş” olduğuna veya bebeğe "Aydeş Bastığı"na inanılır. Aydeş olan çocuğu iyileştirmek için şunlar yapılır: Bir ocaklıya gidilir. Ocaklı da, çocuğun "Aydeş Pişirmesi"ni yapmak için hazırlanır. Bunun için ocağa boş bir tencereye koyar. Altına da çalı çırpı konur; ancak, ateşlenmez. Boş tencerenin içine sadece taş doldurulur. Ocaklı, çocuğu eline alır ve bir komşu ile karşı karşıya oturur. Komşu "Ne pişiriyorsun?" diye sorar. Ocaklı "Aydeş pişiriyorum" der. Komşu, "Pişirebiliyor musun?" diye sorar. Ocaklı "Pişiremiyorum da ne demek?" diyerek duâ okur ve çocuğu taş dolu tencerenin içine koyup çıkarır. Bu işlem üç defa tekrarlanır. Sonra çocuk sahibine verilir. Hasta sahibi ve çocuk ocaktan çıkınca hiç arkasına bakmadan eve giderler. Hasta çocuk ulu bir ağacın altında yıkanır ve bu ağacın dışarı çıkmış kökleri arasından geçirilir. Yine ulu ağaçların etrafında hasta çocuk üç defa dolaştırılır. Daha sonra bu ağaca bir çivi çakılıp ve bir bez bağlanarak, o rahatsızlığın çakılıp kalacağına ve bağlanacağına inanılır. İl merkezinde aydeş olan çocuklar Gülcü ve Dere Mahalleri'nde bulunan Deliktaş'tan üç defa geçirilir. Bu yere Çarşamba veya Cuma günleri en az iki kişiyle gidilir. Çocuk karşılıklı durarak, delikli taştan geçirilirken “Al çürüğünü ver sağımı” denilir. Sonra kayanın üzerine madeni para konulur ve etraftaki ağaçlara bez bağlanır. 5. Dirgit/Diş Hediği: Yörede, yeni doğan bütün bebeklerin ilk dişleri görüldüğü zaman yapılan törenlere "Diş Bulguru", "Dirgit", "Diş Hediği", denilir. Dirgite Gelendost’ta Gilgidir” denilmektedir. Bebek diş çıkarırken ilk dişini gören kişiye bebek için genelde bir atlet aldırılır. Bunda ise bebeğin dişlerinin kolay çıkacağı inancı vardır. Bu hediye bekletilmez, kısa sürede aldırılıp bebeğe giydirilir. Bebek bir kaç diş çıkardıktan sonra ailesi "Diş Dirgiti" diyerek akrabalarını ve komşularını davet eder. Davette bebeğe genellikle bebek giysileri, örgü ipleri hediyeler olarak götürülür. Bebeğin annesi buğday, nohut, fasulye gibi yiyecekleri karışık olarak kaynatır. Dirgitle birlikte ayrıca ceviz, fındık, fıstık, badem, ay çekirdeği, leblebi gibi yemişlerle elma, armut vb. mevsimlik meyveler hazırlanır. Bununla beraber bıçak, makas, maşa, iğne, iplik, kalem, defter, ayna vb. eşyalar da hazırlanır. Dirgit ve yemişler yendikten sonra; bebeğin üzerine kimi zaman bir çevre (başörtüsü, yazma) konularak, önüne eşyalar bırakılır. Bebek bunlardan hangisini alırsa ona göre istikbali hakkında bir hüküm verilir. Çocuk aynayı almış ise berber, maşayı almış ise demirci, kalemi almış ise öğretmen, iğne veya makası almış ise terzi olacağına yorumlanır. Kimi yerlerde çocuğun eline kına yakıldığı görülmektedir (Senirkent, Yalvaç, Keçiborlu). Ziyaretçiler bebeğin annesine "Hayırlı Olsun", "Maşallah" derler. SÜNNET TÖRENLERİ: Hali vakti yerinde olanlar, erkek çocukları için sünnet düğünü yaparlar. Ekonomik gücü olmayanların çocukları da ya yardım kurumları tarafından ya da ekonomik durumu iyi olanların çocuklarıyla birlikte sünnet ettirilir. Sünnet düğününde il merkezi ile ilçeler arasında bazı farklılıkların olduğu görülür. İl merkezinde düğün iki gün, ilçelerde ise iki veya üç gün sürer. İl merkezinde düğünler genelde Cumartesi günü başlar, Pazar günü biter. İlçelerde ise Cuma veya Salı günü başlar. Cuma günü başlayanlar Pazar günü, Salı günü başlayanlar Perşembe günü sünnet törenlerini bitirirler. Sünnet düğünü yapacak aile önceden, çocuk için bir karyola takımı, yatağı, yorganı, örtüsü ve süslerini, pijama takımını ve "Sünnetlik" denilen sünnet takımını alırlar. Ayrıca düğünde davetlilerin arabalarının aynalarına takılmak üzere ucuz havlulardan alınır. Köylerde yakın akrabalara hediyelik kumaşlar, havlular, mendiller ve çoraplar alınarak "Okuyucu"larla gönderilir. Şehir merkezlerinde düğün daveti kartlar ile yapılmaktadır. Düğünden bir kaç gün öncesinden akrabalar veya komşular toplanarak yufkalar yaparlar. Bunun yapıldığı yerler daha çok köy yerleridir. İlçe merkezlerinde ise "Ev Ekmeği" denilen ekmekler fırından alınır. Düğün yemekleri düğüne bir gün öncesinin akşamından, tutulan aşçı ile hazırlanarak pişirilir. Düğün öncesi, hazırlık gününde yardıma gelen kişi ve akrabalara öğün yemekleri hazırlanır ve yedirilir. Bugünün gecesinde kadınlar arasında eğlenceler yapılır ve aile çevresindekilere kına dağıtılır. Sünnet çocuğunun avuç içine, kirvelik yapacak kişinin de üç parmağına kına yakılır (Atabey). Kirvelik görevini çocuğun babasının yakınlarından bir büyük üstlenir. Eskiden olduğu gibi kirvelik yapan kişi sünnet sırasında çocuğu tutar; ancak, kirvenin ikinci olan düğün masraflarının bir kısmını karşılama görevi günümüzde düğün masrafları arttığı için bu özelliği yaşatılamamaktadır. Bu görevi de üstlenenlerin sayısı azalmaktadır. İl merkezinde düğünün birinci gün sabahı mevlit okutanlar da olur. Öğleden sonra sünnet olacak çocuk ya da çocuklar çalgı ile gezdirildikten sonra dinî bir törenle sünnet ettirilir. Akşam sünnet olan çocuğun acısını unutturacak çeşitli eğlenceler düzenlenir ve kına yakılır. İkinci gün genellikle 8:30-13:00 arası yemek verilir. Birinci gün çocuğu sünnet ettirmeyenler bugün sünnet ettirirler. Isparta genelindeki halk inançlarına göre çocuk tek başına sünnet ettirilmez. Eğer sünnet olacak başka çocuk yoksa sünnet yapılırken bir horoz kesilir ve kesilen horoz kesene veya fakir bir aileye verilir. Sünnetten sonra çocuk yatağına yatırılır. Akrabaları ve gelen davetliler para, altın, mutfak eşyaları gibi hediyeler getirip verirler. Evlerde yapılan bu sünnet düğünlerinde sünneti doktorlar veya ruhsatlı kişiler yaparlar. Sünneti yapan kişiye horoz kesilip verilir. Ayrıca çikolata, sabun, havlu ve sünnet ücreti de verilir. ASKERE UĞURLAMA VE ASKERDEN KARŞILAMA: Askere gitmeden iki hafta kadar önce arkadaşlar arasında düzenlenen eğlenceler başlar. Akrabalar ve komşular tarafından askere gidecek gençler evlere davet edilerek ağırlanır. Tavuk, horoz, kuzu gibi hayvanlar kesilerek ikram edilir. Ayrıca Askere gidecek gencin ailesine yakınları tarafından “asker uğurlama” ziyaretleri düzenlenir. Ziyarete gelen aile “Baklava, pasta, tavuk ve giyecek eşyası”gibi hediye getirirler. Bazı akşamlar da gençler kendi aralarında toplanarak yemekler yerler ve eğlenirler. Yola çıkmadan bir gün evvel, camide akşam namazından önce askerler önde, imam ve halk arkada olmak üzere imam tarafından duâ edilir. Duâ ettikten sonra askerler herkesle vedalaşırlar, helâlleşirler. İmamın duâsı gencin vatana, millete hayırlı, uğurlu olması ve sağ salim geri dönmesi şeklindedir. Askerlerin gidecekleri günün sabahı askerler ve yakınları, köylerde köy meydanında, şehir merkezlerinde ise otobüs terminallerinde toplanırlar. Toplu olarak araçlarla giden askerlerin arkasından su dökülür. Bu, "Günleri su gibi aksın", "Su gibi gelsin" inancıyla yapılır. Askere giden kişilere akrabalar ve komşular tarafından hediye olarak genellikle para verilmektedir. Toplu olarak uğurlama yapılırken davul, klarnet, saz ve darbuka gibi çalgılar çalınarak askerlere moral verilmeye çalışılır. Uğurlamalar yapıldıktan sonra asker ailelerine "Allah kavuştursun" denilir. Eskiden askerden terhis olanları haber veren bir müjdeci olur ve bunlara "Müjdelik" olarak para, yiyecek, çorap vs. şeyler verilirmiş. Asker ailesinin gençleri, arkadaşları, büyüklerden isteyenler bayraklarla askeri karşılamak üzere yola çıkar ve onu karşılarlarmış. Şimdi ise, köylere kadar araçlarla ulaşımın olması nedeniyle askeri karşılama geleneği yaşatılmamaktadır. Askerden dönen gençler, akrabalarına askerlik yaptıkları yerden aldıkları başörtüsü, kına, çay vs. küçük hediyeleri getirip verirler. ÖLÜMLE İLGİLİ GELENEK VE İNANIŞLAR: Yörede, ölümle ilgili bir takım halk inanışları ve uygulamaları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları İslami bir mahiyet teşkil ederken bir kısmı da İslam dini mahiyetinde telakki edilen İslâm/din dışı kaynaklı inanışlardır. Bu inanış ve uygulamalar daha çok kırsal kesimlerde yaşayan insanlar tarafından kabul edilmektedir. Bu inanış ve uygulamaları şöyle sıralayabiliriz: A) Ölüm Öncesi: Evin önünde bir köpek uzun uzun ulursa veya evin damına bir baykuş konarsa o evden bir ölü çıkacağına inanılır. Azrail'in şiddetli gelişine, zor can verişe bağlı olarak kişinin görüntüsü çevredekileri korkutabilir düşüncesiyle ölmeye yüz tutmuş kişinin yüzüne beyaz tülbent örtülür. Bu kişinin "Can vermesi kolaylaşsın" diye her gün hoca getirilip, başında Kur'an okunur, ağzına zemzem suyu verilir, kelime-i şahâdet getirmesi için gayret edilir. B ) Ölüm ve Defnetme: Hasta olan kişi öldüğünde çenesi çekilerek ayakları uzatılır. Can vermenin eziyetiyle pislik gelmişse temizlenir. Ölünün gözleri, dizleri ve elleri iyice düzeltilir. Ölünün üstüne, şeytan gelmesin ve şişmesin inancıyla bıçak veya satır konulur. Ölen kişi ruhunu gülümseyerek ve azap çekmeden teslim ederse cennete gideceğine; azap çekerek ve bağırarak teslim ederse ameli iyi olmadığına inanılır. Şayet ölen kişi gözleri açık olarak ölmüş ise, bir yakınına hasret gitmiştir şeklinde kabul edilir. Ölümün hemen ardından, aileden birisi, en yakın bir camiye ya da ölünün cenaze namazı kılınacağı caminin hocasına giderek ölümü bildirir ve olayı halka duyurmak amacıyla selâ verilir. Yakın akraba ve komşular ölü evine gelirler. Ölen erkekse imam, kadınsa işi bilen bir kadın cenazeyi yıkamak üzere gelir. Yıkama suyu büyük kazanlarda ısıtılır. Yıkama suyu çeşme ve kaynak sularından temin edilir. Ölü yıkandıktan sonra ölen kişi gençse; bilhassa bekar ve nişanlı ise, ellerine kına yakılır (Y.bademli İlçesi). Ölüyü yıkamada kullanılan kaplardaki bütün artık sular dökülür, kullanılan kazanlar “Azrail bu suda kanlı kılıcını yıkamıştır” inancıyla ters çevrilir. Daha sonra patiska, kaput, Hicaz'dan gelme kefen bezleri biçilerek, ölü kefenlemeye başlanır. Senirkent Uluğbey Kasabası'nda kefenleme sırasında ölünün üzerine kına, gülsuyu, karanfil, kuru veya yaş nane, çörek otları serpilir. Eğirdir ilçesinde cenazenin yıkanması sırasında orada bulunanlara para veya mendil, çorap gibi eşyalar dağıtılır. Ölü kefelendikten sonra tabuta konulur. Tabutun üzerine ölenin cinsiyetini, toplumsal yerini belirtmek amacıyla birtakım giyim eşyaları konulur: - Senirkent İlçesi'nde ölen kişi yeni evli gelin, genç kız veya bir kadınsa tabutun üzerine yeşil, kırmızı ve mor renkli örtüler örtülür. Ölen kişi erkek ise tabutun üzerine Türk bayrağı, yeşil bir örtü veya halı, polisse polis şapkası, askerse askerî kıyafetler konulur. - Atabey İlçesi'nde ölen kişi evli ve gençse al yazma, nişanlı ise gelinliği tabutun üzerine konulur. - Gönen İlçesi'nde genç yaşta ölenlerin tabutları üzerine halı konur. Bütün tabutlar çiçeklerle süslenir. Cenaze defnedildikten sonra bu giysiler yoksullara verilir. Halı ve kilimler ise genellikle camilere gönderilmektedir. Ölüyü yıkayanlara para, tülbent, elbiselik vb. hediyeler verilir. Tabut taşınırken bazı ölülerin günahları nedeniyle ağırlaştığına, zor taşındığına inanılır. Akşam ve yatsı ezanı dışında ölüm anından hemen sonraki ezanla ölünün cenaze namazı kılınıp, İslâmî vecibelere göre gömülür. Şayet ölünün çok yakını olan birisi il dışında ise cenaze o kişi gelene kadar bekletilir. Ş.Karaağaç İlçesi Gölkonak Köyü'nde mezar kazarken başka bir mezar çıkarsa mezar içine para atılır. Yeniköy'de ölünün takma dişleri varsa beraber gömülür. Yine Yeniköy'de genç yaşta ölen nişanlılar için mezara bir su testisi bırakılır. Nişanlı olandan diğeri evlendiğinde mezara giderek testiyi kırar. Atabey İlçesi'nde ise ölü gömüldükten sonra mezarın üstüne su dökülür ve su testisi kırılarak oraya bırakılır. Yörede, ayrıca kabirde yatan kişinin baş ucuna bir bitki dikilirse, o bitki sararıp soluncaya kadar ölünün ceza çekmeyeceği inancı yaygındır. Cenazenin defninden sonra defnetmeye gelen kişilere mezarlıkta şeker veya çikolata dağıtılır. C) Defin Sonrası: Yörede, genel olarak ölü sahibinin yakınları tarafından cenaze evinde, ölü defnetmeye gidenlere verilmek üzere "Iscak" denilen börek, çörek veya katmer yapılır. Ölü mezara konduğu akşamı ölü evine gelenlere katmer dağıtılır. Buna Yalvaç'ta "Meyit Ekmeği" denilir. Misafirler ölü sahiplerine "Başınız sağolsun", "Allah geride kalanlara sabır versin" derler. Ölü evine köy kadınları, birer tabak yemek götürür. Çoğunlukla kadınların toplandığı ve "Gece Evi" ya da "Gece" denilen bu zamanda yemek yenip, ölü sahibine başsağlığı ve tesellide bulunulur. Isparta genelinde, ölünün geride kalan eşyalarının yıkandığı günde evdeki herkes de yıkanır. Ölüye ait eşyalar 1 hafta-10 gün içinde yıkanarak fakir fukaraya dağıtılır. Bazı giyecekler ise hatıra olması amacıyla saklanır. Ayrıca ölen kişinin ruhunun evini kontrole geldiğine inanılarak, ölü evinde 7 gün lamba/ışık yakılır. Ölü evinde belirli gün (ekseriye 1 hafta) yas tutulur. Ölü evinde belli bir müddet radyo, teyp vb. şeyler çalınmaz ve bir bayram geçinceye kadar düğün yapılmaz.
-
Köy Seyirlik Oyunları Yörede, daha çok 15-20 yıl öncesinde oynanan oyunlardır. Oyunların oynanma zamanı çiftçilik ve hayvancılık hayatı ile ilgili olarak sonbahar ve kış aylarına rastlar. Umumi olarak "Maşalama" terimiyle oynanan bu eğlenceler türlü şekiller içinde kendilerini gösterirler. Oyunlar ekseriyetle düğün gibi merasimlerde gece ve gündüz oynanmaktadır. Düğüne gelenler ve katılanlar, oyunların hazırlanıp oynanacağı fikrindedirler. Oyunları güzel oynayanlar ve becerikli olanların bu oyunları yaptıkları görülür. Oyunları oynayanlar ekseriyetle gençlerle, orta yaşlı insanlardır. Oyunlar açık ve kapalı olmak üzere iki yerde oynanır. Açık ve güneşli havalarda, uygun gecelerde köyün düz veya taşlık olmayan bir meydanıyla harman yerleri, avlular ve bahçeler oyun yerleri olarak seçilir. Kapalı yerler ise, geniş köy odaları veya evlerdir. Köylerde oyun yerlerini oyuncular veya düğün sahipleri hazırlarlar. Geceleyin oynanan oyunlar için meydanlarda ateş yakarak etraf aydınlatılır. Yörede herkes, bu eğlendirici oyunları ilgi ile karşılamaktadır. Açık yerlerde, meydanlarda oynanan bu oyunlara, davetli olsun olmasın, herkes gelebilmektedir. Oyunları kadınlar ayrı bir tarafta, erkekler ayrı bir tarafta seyrederler. Seyirciler, ayakta veya kilim, taş, ağaç, hasır, dam gibi eşya ve maddeler üzerinde oturarak seyrederler. Kapalı yerlerde ise seyircinin durumu odanın büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre değişir. 1. Arap Oyunu: Oyun Ş.Karaağaç’ın Yeniköy Köyü'nde, Senirkent'in Akkeçili Köyü'nde, Sütçüler'in Kesme Kasabası'nda ve Yalvaç’ın Eyuplar Köyü'nde oynandığı görülmüştür. Oyun güz mevsiminde, ateş etrafında 7 kişi ile oynanır. Oyunda davul ve zurna kullanılır. Oyuncular: Arap: Erkeklerden birisi Arap olur. Bu kişi yüzünü tencere altı isi veya kurum ile karalayarak boyar. Sırtına eski bir paltoyu ters giyer. Paltonun altına bir yastık sokularak kamburlaştırılır. Başına eski bir foter şapka giyer. Arap, pantolonunun bir paçasını topuğuna bir paçasını dizine kadar kıvırır. Eline bir asa alır, bir ayağına da ipe bağlı bir taş bağlar. Efeler: Efeler iki veya üç tane gençlerden seçilir. Efe olacak gençler, kendilerine yünden uzun bıyık yaparlar. Başlarına bir sargı sararlar. Gömleklerinin üzerlerine bellerinden kuşak dolarlar. Kuşağın altına kama koyup pantolon paçalarını dizlerine kadar çekip kıvırırlar. Ayaklarına lastik, çarık gibi ayakkabılar giyerler. Kızlar: Genç erkeklerden iki tanesi kız rolüne girerler. Bunlara fistan giydirilir ve bezden göğüs yapılır. Keçi kılından saç yapılır ve başlarına başörtüsü örterler. Şeytan: Erkeklerden birisi şeytan rolüne girer. Şeytan, yüzünü Arap gibi karalar. Uzun bir değnek ceketin iki kolundan geçirilip şeytana giydirilir. Şeytan, üstüne son olarak beyaz bir elbise, kafasına kağıttan yapılmış bir külah giyer. Arkasında kağıttan veya çaputtan yapılmış bir kuyruk vardır. Bu kuyruk gazyağı ile yağlanmıştır. Şeytanin görevi ortalığı karıştırmaktır. Muhtar: Modern kıyafetli kırk yaşlarında bir adamdır. Oyun: Oyun orta alanda geçer. Arap orta alanda kambur kambur yürüyerek, "Bu köyün ileri gelenlerinden kemkem eden kemik kemireni kim?" der. Arap bu sözü söyledikten sonra bir şahsin yanına gelir ve "Selâmünaleyküm" diyerek ayağına bağladığı taşı sallarken o kişiye vurur. Köyün ileri gelen bu kişisi muhtardır. Arap "Nasılsınız?" der ve bir daha vurur. Bundan sonra Arap, muhtara şunları sorar. "Benim iki tane kızım var. İşte ben köyün sığırını gütmeye geldim. Bunlara birer goca lâzım." Muhtar da "Kızlarını bir görelim." der. Kızlar bundan sonra ortaya çıkar ve çalgı eşliğinde oynamaya başlarlar. Kızlar oynarken efelerden birisi gelir ve oynayan kızlardan birisini alıp götürür. Diğer efe de gelerek kızı o efenin elinden almaya çalışır. Bu esnada vuruşmayı, dayağı anlatan hareketler yapılır. Şeytan da kızların öbürünü kaçırmak ister. Ama ordan birisi ateşten bir parça alıp da şeytanın kuyruğuna değdirirse şeytan yanmaya başlar. Bu durumda şeytan sanki besmele duymuş gibi kaçmaya başlar. Şeytan, halkın içinde bu vaziyette çalgı eşliğinde oynamaya başlar. Arap, kaybolan kızlarını ararken iyice kızar. Kızan Arap, omuzuna bir torba alıp içine kül doldurur. Sağa sola koşarak, avuç avuç külleri etrafına saçar. Bunu yaparken kızlarım kayboldu, çalındı diye feryat eder; fakat, çevredeki seyirciler Arap’ı iyice kızdırmak için kızları çıkartıp getirmezler. Arap, bu sefer kesilmiş bir davarın kellesini torbaya katarak getirir. Arap, "Kızlar bulunduysa bulunur, bulunmadıysa valla kelle torbada." der. Pat diye kelleyi ortaya atar ve millet Arap’ın bu hareketine gülüşürler. Sonra kızlar bulunup getirilir ve oynattırılır. Oyun bundan sonra biter. 2. At Oyunu: Keçiborlu ve Yalvaç ilçelerinde oynanan bu oyunda, bir hayvan kafasının iskeleti bulunur. Bu kafa bir ağaç sopaya bağlanır. Kafa ve sopanın üstüne genişçe bir çarşaf geçirilir. Kafaya gelen bezin üstüne göz işaretleri yapılır. Çarşafın ön ve arka tarafına iki kişi girerek at görünümünü alırlar. At, çalgı eşliğinde sağa ve sola koşarak oynar. Oyunda at yerine bacakların arasına sopa koymak veya at şekline bürünmek eski Türklerin Şaman dininde de görülen bir unsurdur. Bu geleneğin halen devam ettiği görülmektedir. 3. Davar Kesme Oyunu: Oyunda bir oyuncu, kasap, bir oyuncu kasap yardımcısı ve bir oyuncu da kurban rollerini alırlar. Kurbanı/Davarı kesmek için yere yatırılır ve bağlanır. Bıçağın ters tarafıyla keser gibi yapılır. Davarı yüzmek için pantolonun bir paçasından oklava sokulur. Tam üfleneceği sırada bir teneke su buradan boşaltılır. Oyun gülüşmelerle sona erer. 4. Deve Oyunu: Düğünlerde, meydan yerinde oynanan bir güldürü oyunudur. Hemen hemen bütün yörede bilinen bu oyun özellikle Ş.Karaağaç İlçesi'nde, Senirkent Akkeçili Köyü'nde, Yalvaç ve Keçiborlu İlçeleri'nde oynanır. Ancak oyunu oynayanların çok yaşlı olması ve yerine gençlerin yeni oyuncular olarak yetişmemesi oyunun canlılığını yitirmesine sebep olmaktadır. Oyun için 2,5 metre uzunluğunda bir ev merdiveni kullanılır. Merdivenin üstüne iki tane "sele" veya "keletir" denilen naylon alet konularak hörgüç yapılır. Üstlerine oyuncuların ayaklarına kadar haba, kilim örtülür. Ölmüş bir eşek kafası dirgenin çatal ucuna monte edilip bağlanır. Ağzına sicimli gem, yular vurulur. Yuların ucu arkadakinin eline verilir. İpi çekince ağız açılır, bırakınca kapanır. Devenin başı kumaşlarla örtülüp süslenir. Deve boncuğu, çan, mavi boncuk, el işlemeleri gibi eşyalarla deve süslenir. Bu merdivenin içine iki kişi girer ve deveyi canlandırırlar. Oyunda bir deve sahibi vardır. Devenin sahibine "Savram başı" denilir. Devenin sahibi normal günlük kıyafetli olur. Ş.Karaağaç İlçesi Karayaka Köyü'nde devenin bir de yavrusu yapılır. Oyun: Devenin sahibi köye tuz satmak için gelir. "Tuzcu geldi" diyerek devesiyle ortaya gelir. Sonra "Ben uzak yerden geldim. Devem acıkmıştır. Onu salıyorum herkes bağını, bahçesini, evinin kapısını örtsün" der ve deveyi serbest bırakır. Deve davul ve zurna, saz eşliğinde oynar ve seyircilere saldırarak onları korkutur, ısırmaya çalışır. Deve sahibi bir müddet sonra devesini ıhtırır ve dinlenir. Sonra Savram başı gitmek ister. Devesini kaldıramaz. Bunun üzerine devenin üstüne su dökülür. Islanan deve çabuk kalkar ve oyun burada biter. 5. Kalaycı Oyunu: Oyun Yalvaç İlçesi Eyüpler Köyü ile Keçiborlu İlçesi'nde ve Merkez İlçe Kayı Köyü'nde tespit edilmiştir. Oyunda kalaycı, çırak, körük ve haberci gibi erkek oyuncular rol alır. Körük, oyunu bilmeyen veya şakaya tahammülü olan bir kimsedir. Oyunda ayrıca bir eşek bulundurulur. Oyuncuların hiçbirisi makyaj yapmamaktadır. Yalnız körük olacak kişiyi eşeğin üzerine bindirerek hazırlarlar. Çıplak bir eşeğe körük rolünü alan kişiyi bindirirler. Adamın ayakları Hayvanın karnının altından sıkıca bağlanır. Sonra ceketin iki kolundan geçmek suretiyle bir değnek sokulur ve adam kıpırdayamaz hale getirilir. Oyun: Haberci "Köye kalaycı geldi" diye ilan eder. Kalaycıya kaplarını kalaylatmak isteyenler, getirirler. Kimi küflü tencere, kimisi dibi delik leğenler, kazan, çanak, çömlek, kırık testi gibi kapları kalaycıya getirirler. Kalaycı bunları kalaylamak için körüğü ayarlar. Bir kabın içine kül ile kurumu karıştırır. Mala ile kapları külle kalaylıyormuş gibi yapar. Bu esnada, babasının öldüğü haberi gelir fakat kalaycı aldırmaz. Çalışmalarına devam eder. Sonra annesinin ölüm haberi gelince kapları, kalayı bırakır ve çırağına "Sıva körüğü gidiyoruz" der çırak ise tastaki kurumlu külü alarak bir, eşeğin kuyruğu altına ve bir de körüğün yüzüne sürer. Bu durum karşısında körük "Kurtarın beni" diye bağırarak feryat eder. Oyunu izleyenler gülerler. 6. Keloğlan'ın Evlenme Oyunu: Oyun Yalvaç İlçesi'nin Eyüpler Köyü'nde tespit edilmiştir. Oyun için erkek pantolonu ile gömleğin içine ot ve saman doldurulur. Pantolon oyunu oynayanın arka bel kısmına bağlanır. Gömleğin iki kolundan bir değnek geçirilir ve üzerine ceket giydirilir. Bu da, oyunu oynayan kişiye göbek kısmından bağlanır. Kafa için ise bir sopanın ucuna bezler, kafa büyüklüğünde sarılır. Üzerine beyaz bir çuval geçirilerek ağız, göz, burun, kaş işaretleri yapılır. Bu da gömleğin içindeki otun içine saplanarak "Baş" hazırlanır. Başa ayrıca bir şapka giydirilir. Oyun: Oyun çalgı eşliğinde oynanır. Oyuncu söze: "Keloğlan burada oynayacak Elleri de güzel güzel kaynayacak" diyerek başlar ve çalgı eşliğinde dans eder. Sonra Keloğlan ile babası arasında konuşma başlar. Oyuncu hem Baba rolünü hem de Keloğlan rolünü gerçekleştirir. Bu konuşmalardan bir bölüm şöyledir: "Yok gardaşım yok olamaz. Olamaz lan, olamaz. Birden bire ne lan evlenmek. Lan askere bir get gel o zaman tamam mı? Ben bile askere gettim, geldim de öyle evlendim. Anladın mı? Koca öküzün gaval dinlediği gibi dinleme yumruğu vurdukça da sinirlenme. Anladın mı? Hıı.. Ben eski bildiğin Daş kafayım, boş kafa değilim..." Oyun çeşitli günlük konuşmalar içerisinde devam eder. Seyredenler konuşmaları duydukça gülerler. Oyun Keloğlan’ın evlenememesiyle biter. Yörede eskiden daha çok oynanan halk tiyatrosu oyunları günümüzde artık kaybolmaya yüz tutmuştur. Bugün düğünlerde eğlenmek amacıyla yapılan uygulamalar daha çok güreş, köpek dövüşleri ve halk dansları şeklinde cereyan etmektedir. Bu seyirlik oyunların kaybolmasında sebep olarak oyunları oynayacak yeni kişilerin arkadan yetişmemesi, zevk ve eğlence anlayışları ile hayat şartlarının değişmesi en başta gelen sebeplerdir.
-
Halk Giyimi Kadın Giyimi: İl merkezinde kadınların giyimleri genellikle etek, bluz, gömlek, kazak vb. giyeceklerden oluşur. Köylerde ise kadın giysilerinin diş giyiminde çeşitli farklılıklar görülür. Kadınlar, başlarına "şal" veya "baş örtüsü" denilen bir örtü örterler. Bunların rengi beyaz, siyah, açık renk, ekose desenli ve sarıya yakın renklerden oluşur. Baş örtülmeden önce saçların örüldüğü görülür. Örülen saçların arasına kurdeleler bağlanıp, tutturulur. Ayrıca 3-4 toka ile saçı tutturanlar da vardır. Başa örtülen yemeniler çeşitli iğne oyası veya boncuklarla kenarları dikilir. Oyasız yazma örtenler de görülür. Genç gelinler ve orta yaştaki kadınlar, etek, bluz, don ve şalvar, mevsime göre gömlek, kazak, hırka vb. giyerler. Eteklerin boyu ayak bileklerine kadar uzun ve bol olması tercih edilmektedir. Yaşlı kadınlar kazak, kazağın altına belden pileli veya büzgülü etekler ve "don" adını verdikleri paçaları büzgüsüz pijama giyerler. Yaşlılar daha ziyade ağır renkleri tercih ederler. Etek ve pijamanın kumaşları ise mevsime göre pazen veya basma olabilir. Etek düz kumaştan yapılabilmekte; ama, donda genellikle küçük çiçek desenli kumaşlara rağbet edilmektedir. Eteğin üzerine önlük takanlar da vardır. Sırta giyilen kazak ve hırkalar yün ipten ve çeşitli modellerden örülür. Hırkalara dört veya beş düğme dikilir. Yaşlı kadınların büyük bir kısmı ayaklarına kışın mes ve mes lastiği, yazın ise renkli naylon ayakkabı veya siyah lastik ayakkabı giyerler. Bağ, bahçe ve hayvancılıkla uğraşan kadınların çoğu "koca don" denilen şalvar giyerler. Boya ve arzu edilen bolluğa göre değişmekle beraber genelde şalvar 3,5 - 4 m. kumaştan çıkmaktadır. Ağ kısmı dize kadar inmektedir. Desen giyecek kişinin zevkine göre seçilir. Daha çok çiçekli ve kir götürmesi sebebiyle koyu renkler tercih edilir. Kadınlar, başlarının üzerinden bellerine kadar gelecek şekilde, ortalama 45x150 cm ebadında, "şal", “koca örtü” veya "baş örtüsü" denilen bir örtü örterler. Kadınlar, süs eşyası olarak altın kolyeler, yüzükler, bilezikler ve küpeler kullanırlar. Saat kullanmak köylerde yaygın değildir. Diğer yerlerde kadınların saat kullandıkları görülür. İbadet kıyafetleri günlük kıyafetlerden farklı değildir. Kadın, erkek ve çocuk çorapları hazır satın alınmakla birlikte yünden ve kıldan örüldüğü de görülür. Beyaz ve siyah renklerle, kısa ve uzun boylarda çeşitli motifler kullanarak "mil" denilen şişlerle çoraplar örülür. Motifler genellikle çiçek ve gül işlemelidir. Çorap yapımında kullanılan ip koyun yününün veya keçi kilinin kirmenle eğrilmesi sonucunda elde edilir. Erkek Giyimi: Erkekler eskiden şalvar, üstüne hakim yaka gömlek ve ceket, ayağa lastik ayakkabı giyerler, başlarına püsküllü veya püskülsüz fes, üzerine beyaz veya yeşil olmak üzere sarık sararlarmış. Günümüzde ise erkekler kot veya kumaş pantolon, gömlek, kazak, süveter, ceket, hırka vb.ini giymekte, isteğe bağlı olarak şapka kullanmaktadırlar. Şapka kullanılması köylerde daha çok yaygındır. Şapka giymeyenler takkeye benzeyen elde örme renkli şapkalar giyerler. Kışın yaşlı erkekler ayaklarına mes ve mes lastiği giyerler, bellerine kuşak sararlar. Ceketlerin altına "delme" denilen yelek giyilip, yeleklerin cebine halen köstek saat takanlar görülür. Gençlerde spor ve deri ayakkabı kullanımı yaygındır. Ayrıca saat, altın künye ve yüzük çeşitlerini de kullanırlar. Gece kıyafeti olarak çizgili veya sade pijamalar ile değişik renklerde eşofman giyilir. Erkeğin ibadet kıyafeti günlük kıyafetten tek farkı namaz kılarken başına giydiği, çoğunlukla hazır olan dantelden yapılmış takkedir. Çocukların Giyimi: Erkek ve kız bebeklere doğumdan önce beşik takımı ile birlikte şapka, önlük, temizlik bezi, çorap, yelek, bez, iç çamaşırı, patik vb. hazırlanır. İlk bebeğin bütün giyimlerini kadının annesi karşılar. Bunların çoğunu ya kız çeyizinde getirir ya da doğumdan önce kadının annesi kızı ile birlikte hazırlar. Böyle olunca bebeğin cinsiyetine bağlı bir renk ayrımı da düşünülmemiştir. Doğumdan sonra kızlar için kırmızı, pembe; erkekler için yeşil, mavi; her ikisi için de beyaz ve sarı renkler tercih edilir. Bebek geleneksel şekilde kundaklanır. Kundak, beyaz patiskadan yapılıp kenarları işlenir. Kundaklama bebeğin tüm vücudu sarılacak şekilde yapılır. Bebek büyüdükçe kol altından itibaren yarım kundak yapanlar da vardır. Kundaktan ayrılan bebeğe cinsiyet ayrımı gözetmeksizin pantolon-kazak, pijama-kazak, entari-gömlek-paçalı don, tulum vb. giydirilir. Bebeğe nazar değmesin düşüncesiyle çocuklarına güzel giysiler giydirmeyen ailelere rastlanır. Bebeklikten itibaren çocuklukta kullanılan takılar iki ayrı fonksiyonu birden yüklenmişlerdir: Nazardan koruma ve süsleme. Bebeklere takılanlar çoğunlukla; çatal iğne, ucunda altın, mavi boncuk, muska; kolda mavi boncuktan dizilmiş bilezik vb.dir. Kız çocuklarının hemen hemen hepsinin kulağında altın küpe bulunur. Renkli taşlardan yapılmış bilezik veya altın kolye de çocuk süslemelerinde kullanılır. Çocuğun yaşı ilerledikçe cinsiyete göre giyim tercihi yapılır. Okul çağına doğru kız çocuklarına etek, elbise veya etek-gömlek giydirilip saçına toka veya kırmızı kurdele bağlanır. Bebeklikten çocukluğa kadar kız ve erkek çocukların giyimindeki bir fark da şapkalarda ortaya çıkar. Kız çocuğa kenarları işlemeli bebe şapkası dikilirken erkek çocuğa ise düz işlemeli ponponlu bere yapılır. Kız çocuğu büyüdükçe başına yazma takılmaya başlanır. Ancak ilçe merkezlerinde bu durum pek görülmez. Erkek çocuğa sünnet düğünü yapılacağında sünnet takımı alınır. Belli bir renk tercihi olmamakla birlikte, en çok beyaz renkli takım alınır. Çocuğun günlük giysileri satın alınır veya ailede dikiş bilen birisi varsa onun tarafından dikilir. Özellikle bebekler için ara bezi dikmek yaygındır.
-
Ispartada Yörük Yaşantısı Yörüklerin yaşadığı Ş.Karaağaç, Y.bademli, Eğirdir ve Aksu İlçeleri'nde halen yaylaya çıkanlar vardır. Ortalama olarak üç ay yaylada kalma döneminde çadırlarda veya varsa yayla evlerinde kalınmaktadır. Çadır kıldan yapılır. Istarlarda dokunan çadırlar beş-altı metre uzunlukta, 1 metre eninde olur. Buna "Kanat" denir. Bir çadır en az beş kanattan oluşur. Bu kanatlar yanyana getirilip dikilir. "Çadırın çatısı" denilen bu kanatların dikilmesinden sonra çepeçevre, otuz kırk santim eninde dokunmuş başka bir parça sıkıca eklenir. Buna "Siğeç" adı verilir. Bundan başka bağların çadırı esnetmemesi için buna benzer bir parça daha çadırın önünden arkaya doğru olmak üzere her direk durumuna göre birer parça daha dikilir. Sonra çadırı toprağa bağlamaya yarayan "bağ iskeleleri"nin ipleri dikilir. Çadırın yan tarafları starda dokunur. Buna "stil" denilir ve "stil çöpü" ile siğeçlerin altına tutturulur. Yörük çadırları en az üç direkli olur. Direkler en az iki metre uzunlukta, sağlam ağaçlardan yapılır. Direk sayısı çadır sahibinin zenginliğine göre çoğalır. Direklerin başında ağaçtan yapılan birer şapka bulunur. Bunlara "Çanak" denilir. Çadırı yere bağlayan iplere "Çadır bağı" denilir. Üç direkli çadırın sekiz bağı bulunur. Bunlar sırasıyla şöyledir: Dikdörtgen biçimindeki çadırın ensiz olan yanlarını ortadan bağlayan iki bağa "böğür bağı", arka ortadakine "arka", öndeki bağa da "ön bağ" denir. Geride kalan ve köşelerdekine de "pinti bağı" denilir. Çadır kurulurken önce yere serilir. Bağlar, tek tek ve gevşek olarak kazıklara ya da "bastırık" denen ağırlıklara bağlanır. Sonra altına girilir. Direkler çanaklara uydurulur ve kaldırılır. Altından bağlar gerdirilir. Stilleri de stil çöpleri ile takılan çadır kurulmuş olur. Sonra içinin düzeni verilir. İçine kilimler, keçeler döşenir. Çadırın bir köşesi misafirler için güzel eşyalarla donatılır.
-
Bayram Gelenekleri A) Dinî Bayramlar ve Günler: Isparta'da, mübarek üç ayların başlamasıyla Pazartesi ve Perşembe günleri nafile oruçlar tutularak, Ramazan ayına hazırlıklar yapılır. Kandil gecelerinde evlerde "pişi" yapılarak hayır için komşulara dağıtılır. Şehir merkezlerinde kandil simidi satılır. Kandil gecelerinde halk, cami veya vakıf binalarına giderek "Gece İhyası" yapar. Evlerde ise "Gece Bekleme" için kadınlar bir araya gelirler. Bu yerlerde Kur'an okunur, tövbe istiğfar edilir ve geç saatlere kadar namaz kılınır. Üç aylar boyunca ve kandil günlerinde "Arasta" denilen yerlerdeki esnaflar bir araya gelerek, ortaklaşa irmik helvası yaptırır ve hayır için dağıtırlar. 1. Ramazan Bayramı: Günümüzde, Ramazan ve Ramazan Bayramı âdetleri eskiye göre fazla değişikliklere uğramamıştır. Yörede, ramazan ayının başlamasıyla herkes oruç tutar. Oruç tutmayanlar ayıplanır, kınanır. Ramazan ayı ilk teravih namazından son teravih namazına kadar camilerde ilâhîler söylenerek övülür. Buna "Ramazan Okşamaları" denilir. Ramazan'ın on beşine kadar "Hoş geldin/Merhaba..." şeklinde söylenen ilâhilere "Ramazan Karşılama İlâhîsi", Ramazanın on beşinden sonra "elveda.." şeklinde söylenen ilâhîlere de "Ramazan Uğurlama İlâhîsi" denilmektedir. Bu ilâhîler teravih namazının dört veya sekiz rekat duraklarında, cemaatçe okunur ve ramazan ayının güzellikleri ile hikmetleri konu edilir. Bu ilâhilerden bir tanesi şöyledir: Ey enbiyalar serveri Ey evliyâlar rehberi Ey ins ü cün peygamberi, Ehlen ve sehlen merhaba Ya merhaba dost merhaba Şehrü ramazan merhaba Sen canların cananısın Dertlilerin dermanısın Alemlerin sultanısın, Ehlen ve sehlen merhaba Ya merhaba dost merhaba Şehrü ramazan merhaba. İftar yemeğinden sonra bazı kişiler mahallede bulunan çay ocağına veya kahvehanelere gelerek yatsı namazına kadar sohbet ederler. Bu sohbetlerin teravih namazından sonra sahura kadar devam ettiği de görülür. Genelde bunu yapanlar yaşlı kimselerdir. İftar ve sahurun başlama ve bitiş vakitleri camide okunan ezanla ve atılan top atışıyla belirlenir. Sahur vaktinin başlamasıyla; belediyelerden ihale ile mahallelerde davul çalmaya hak kazanan kişiler, sokaklarda dolaşmaya başlarlar. Genellikle iki kişi olan bu kişiler, ev ev dolaşarak davul çalar ve bazı evlerin önünde durarak bahşiş isterler. Bahşiş istenirken maniler söylenir. Davulculara bahşiş olarak şehir merkezlerinde genellikle para, köylerde ise para, bulgur, nohut, şeker, pirinç, çay, katmer, havlu, yazma, üzüm gibi hediyeler verilir. Ramazan boyunca il merkezinde ikindi vaktinden sonra sokak başlarında tereyağlı irmik ve şakşak helvası satılır. Kadınlar, camilerde veya evlerde öğleden önce toplanarak "Mukabele" denilen Kur'an okumaları yapar ve "Hatim" indirirler. Erkekler ise belirli camilerde olan "Hatimli Teravih" namazına giderek hatim indirirler. Ramazan boyunca evlerde hamurlu yemekler, börekler yapılarak sahurda yenir. Varlık sahibi olanlar, fakirlere ve yurtlarda kalan öğrencilere iftar yemeği verirler. Hayır olarak verilen bu yemeklerde çorbalar, etli fasulye ve nohut yemekleri, pilav ve irmik helvası verilebildiği gibi kıymalı ve peynirli pide, "söğüş" denilen domates, biber ve salatalıkla veya ayranla ikram edilir. Yörede, arife günü evlerde "Pişi" veya "Iscak" denilen hamur yiyecekleri yapılarak komşulara dağıtılır. Arife günü dağıtılan bu hayırların aileden ölmüş olanların ruhlarına varacağına inanılır. Arife günü veya bir kaç gün önce sarı burma, baklava ve tel kadayıf hazırlanarak fırında pişirilir. Bayram hazırlığı olarak çocuklara bayramlık elbiseler ve ayakkabılar alınır. Köylerde arife günü yeufka ekmeği yapılarak eşe dosta dağıtılır. Bazı varlıklı aileler yufka ekmeğinin içine etli pilav, irmik veya tahin helvası koyarlar. Buna "Hayır ettim" anlamına gelen "Iscak ettim" denilir. Kimi yerlerde arife günü mezarlara topluca gidilerek, mezar temizliği ve duâlar yapılır. Kimi yerlerde ise, bu ziyaret bayram namazından çıkıp, bayramlaştıktan sonra topluca yapılır. Bayram üç gün sürer, bayram namazından sonra evde büyüklerin elleri öpülür. Büyükler el öpenlere imkanlarına göre hediyeler verirler. El öpülürken büyükler "El öpenleriniz çok olsun", "Nice nice bayramlar görünüz" dileklerinde bulunurlar. Eve bayramlaşmaya gelen çocuklara para, leblebi, üzüm, şeker, mendil gibi hediyeler verilir. Büyüklerin bayramlaşma ziyaretlerinde yemekler ve tatlılar verilir. Bayramlaşırken "Allah bir dahakine nasip etsin" denilir. 2. Kurban Bayramı: Kurban Bayramı için arife gününden itibaren hazırlıklar tamamlanır. Bayram namazından sonra kurban kesilir. Daha çok ortak olmak üzere büyük baş bir hayvan kesilir. Kurban bayramının ilk günü etle uğraşıldığı için pek ziyarete gidilmez. Kurban eti üçe bölünerek 1/3'ü aileye, geri kalanı fakirlere dağıtılmaktadır. Kesilen kurbanların ahirette kişiyi sırat köprüsünden geçirip, cennete götüreceğine inanılır. Bayramda gelen çocuklara kolonya, şeker, para verilir. Eve gelen misafirlere pişirilen kurban etinden mutlaka ikram edilmeye çalışılır. Ziyaretlerde yemeğin yanı sıra hazırlanan hamur tatlıları da verilir. Kurban kesen kişiye "Allah kabul etsin" denilir. Maddi durumu iyi olan nişanlı erkekler, kız evine koç ve "Bayramlık" hediyeler götürürler. Arife veya birinci gün kabir ziyareti yapılıp, duâlar edilir. 3. Muharrem Ayı: Muharrem ayında Sünnî inancına bağlı topluluklar arasında sadece aşure tatlısı pişirilip, komşulara dağıtılırken Alevî inancına bağlı topluluklar arasında ise çeşitli gelenekler uygulanmaktadır. Yörede Muharrem ayı ile ilgili görülen belli başlı inanışlar şunlardır: - Muharrem ayında Nuh'un gemisi karaya oturmuştur. - Nuh (A.S.)'un gemisinin karaya indiği günde pişirilen yemeğin adı aşuredir. - Hz. İmam Hüseyin Kerbela'da Muharrem ayında şehit edilmiştir. Alevî inancına bağlı topluluklar, on iki gün muharrem orucu tutarlar. Muharrem ayı boyunca başta su olmak üzere çay vb. içecekler içilmez ve hayvan ürünlerinin hiçbirisi yenilmez. Hz. İmam Hüseyin Kerbela'da on iki gün susuz kaldığı ve şehit olduğu için, yörede on iki gün boyunca yas tutmak amacıyla teyp ve radyo dinlenilmez, televizyon seyredilmez, aynaya bakılmaz, tıraş olunmaz. Muharrem orucu öğleyin yemek yenildikten sonra dedelerin önderliğinde toplanan taliplerin duâlar okuması ve üç defa tuz yalamaları suretiyle başlamış olur. Muharrem ayının başlamasından itibaren her dede, talipleri ile birlikte her gün bir talibin evinde toplanarak, Kerbela olayı hakkında bilgi verir. On ikinci günün sonunda, öğleyin "selemname" denilen duâyı dede ve talipleri sesli bir şekilde okurlar. "Sakka suyu" denilen su duâlanarak müritlere dağıtılır ve su içildikten sonra tuz yalanır. Daha sonra yine duâ okunarak aşure yenir. Böylece Muharrem orucu sona ermiş olur. B ) Mevsimlik Bayramlar 1. Nevruz: Günümüzde, Isparta'da pek yaygın olmayan bu gelenek daha çok Yalvaç, Senirkent ve Keçiborlu gibi ilçelerde yaşayan Alevî inancına bağlı topluluklar tarafından kutlanmaktadır. Alevî inancına göre Hz. Ali (r.a.)'nin doğum gününe rastlayan 21 Mart’ı 22 Mart'a bağlayan gece Nevruzdur. Nevruz günü talipler dedelerin önderliğinde, öğleye yakın bir zamanda bir araya gelerek Nevruz hazırlıklarını yaparlar. Nevruz törenleri, ilk gün dedenin evinde başlatılır. Akşam bütün talipler dedenin evinde toplanırlar. Bu ve bunun gibi toplantılara "Cem" denilmektedir. Senirkent Uluğbey Kasabasındaki Nevruz Cemlerinden birisi özetle şöyledir. Nevruz törenleri dedenin postuna oturup şu duâyı okumasıyla başlar: "Bismillahirrahmanirrahim. Bismişah Allah Allah, Allah Allah, Allah Allah dar divanlarımız kabul, hep muradlarımız hasıl, ömürler uzun, binalar bek, temeller kadim olsun yarabbi. Cenabı Rabbil alemin birliğimizden, dirliğimizden, çağırdığımız evlad-ı Ali'nin katarından, dizarından ayırmasın. On İki İmam efendilerimizin şefaatinden mahrum bırakmasın Yarabbi. Bu uğurda kestiğimiz kurbanlarımız divan-ı dergahta kabul ve makbul olsun. Tüy başına bin bir sevaplar ihsan eylesin, dünyada kurban, ahirette Burak olsun. İsmail (a.s.)’a inen koç kuzu kurban olsun, nefesler cem olsun gerçeğe hüü." Taliplerden birisi, daha önce kırdan topladığı sarı çiğdem ve menekşe gibi çiçekleri iki demet yaparak dedenin yanında bulunan, masanın üzerindeki vazonun içine koyar. Daha sonra dede Kur'an-ı Kerim'in Nur suresinin 35. ayetini okur ve duânın sonunda Kırklar Cemi için mumlar yakılır. Buna "Delil Uyandırma" denilir. Delil uyandırıldıktan sonra çiçekler demet halinde dededen başlayarak, bütün talipler arasında koklanır ve tekrar dedenin yanına konur. Dede, tüm taliplerle birlikte halka namazı kıldırır. Daha sonra Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt hakkında her talip bildiği kadar bir şeyler söyler. Zakirler (Saz çalıp nefes söyleyen görevli kişiler), nevruz hakkında "Buyruk" denilen türküler söylerler. Bu buyruklardan birkaç dörtlük şöyledir: Erler geldi bize mihman olarak Nevruz bayramını kutlamak için Şah’ın hanesinde erkan kılarak Nevruz bayramını kutlamak için Bir yere cem oldu ehl-i meveddet Sürdüler demleri bunlar akıbet Sakiler sundular cem-i muhabbet Nevruz bayramını kutlamak için Bugün mevcudata gül güle düştü Çemenzar zeminde taşraya göçtü Bülbüller şevk ile güllere uçtu Nevruz bayramını kutlamak için Daha sonra on iki imam için zakirler tarafından "Duazak" denilen buyruklar söylenir. Buyruklardan birkaç dörtlük şöyledir: Şu cihanda benim sevip sevdiğim Tanrının arslanı Hazreti Ali Leyli nihar met eylemiş olduğum Tanrının arslanı Hazreti Ali Cümle düşmüşlerin elini alan Müminlerin kalp evini silen Hacı Bektaşi Veli olup Rum’a gelen Tanrının arslanı Hazreti Ali Arş-ı âlâda divanda duran Kırklar ile ol vakit demini süren Seyyidi Battal olup hem cenge giren Tanrının arslanı Hazreti Ali Bu olaylar üç defa tekrarlanır ve cem sona erer. Çiçekler cemin her tekrar edilişinde bütün taliplere sıra ile koklatılır. Dede, bundan sonra "Oturan Duran Gülbengi" denilen duâyı okur. Bu duâ şöyledir: "Bismillahirrahmanirrahim. Bismişah Allah Allah, Allah Allah, Allah Allah. Oturan duran, dem-i yârân, sırr-ı sultan, oturduk durduk, yedik içtik, konduk konuştuk, hak bin bereketini ihsan eylesin. Gidenlere hak selâmet versin, kalan hane sahibine de Allah rahatlık versin. Dost hanesine varıp yastığına baş koyan canların, hak gönlünün muradını ihsan eylesin. Hayırlı rüyalar temenni eylerim. Gerçeğe hüü." Daha sonra çorba, pilav, etli nohut ya da fasulye ve irmik helvasından oluşan yemekler yenir. Nevruz cemi sabahın geç saatlerine kadar devam eder. 2. Hıdırellez: Isparta'da hıdrellez bahar bayramı niteliğinde kutlanan mevsimlik bayramlardandır. Yörede yaygın söylenişi hıdrellezdir. Hıdrellez Hızır ile İlyas adlarının birleştirilmesinden meydana gelip, yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs (Rumi 23 Nisan) gününe verilen addır. Yörede, Hızır ile İlyas hakkında değişik inanışlar bulunmaktadır: ►Hızır ve İlyas, "Ab-u hayat"ı bulup, içerek, ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır. Bunlar, hıdrellez günü görüşürler. ►Hızır karada, İlyas da denizde yaşayan iki ayrı peygamberdir. Bu iki peygamber, uzun süre birbirlerinden ayrı kalmışlar; ancak, 6 Mayıs günü birbirlerine kavuşurlar. ►Hızır peygamber ile İlyas peygamberin, Yalvaç’ın bugün "Hıdırlık" adıyla anılan mesirelik yerinde bulunan masa şeklindeki taşın başında buluştuklarına inanılır. arasında Hızır "Darda kalanlara yardımcı olma", "Bereket getirme", "Gelecekte dilekleri gerçekleştirme" manasında kullanılmaktadır. "Hızır gibi yetişmek", "Hızır babaya adak adamak", "Hıdrellezde buluşalım", "Kul bunalmayınca Hızır yetişmez" gibi deyim ve atasözleri yörede bu anlamlara gelecek şekilde söylenmektedir. Yörede Hıdırellez'in gelişi toprağın uyanması, suların çağlaması ve bereketin gelmesinden anlaşılmaktadır. Halk, bugünlerde hazırlıklar yaparak mesirelik yerlerde piknik yapmaya, eğlenmeye ve dinlenmeye gider. Hazırlıklara 5 Mayıs günü başlanarak o gün bitirilir. Dilek ve inançlara yönelik olarak yapılan hazırlıkların başında sağlık, bolluk-bereket, kısmet ve şans taleplerine yönelik hazırlıklar başta gelmektedir. Bahar temizliği olarak evin bütün kısımları ile evin avlusu ve bahçesi temizlenir. O gün en güzel ve temiz elbiseler giyilmek üzere hazırlanılır. Dilek ve inançlara yönelik olarak yapılan hazırlıkların başında sağlık, bolluk-bereket, kısmet ve şans taleplerine yönelik hazırlıklar başta gelmektedir. 5 Mayıs gecesi yapılan bir takım uygulamalar ile bu dilek ve inanışların yerine geleceği kabul edilir. Bu gecede şu âdet ve inanışlar görülür: ►Isparta'da; Hıdırellez'in kutlandığı hemen her yerde Hıdırellez'in 5 Mayıs gecesi, halk, bahçesindeki ağaçların topraklarına, sahip olmak istedikleri mal veya eşyaların resimlerini çizerler veya taştan, çöpten şekillerini yaparak dilek tutarlar. Aynı gece yine bazı kimseler, kapılarının önlerine kül elerler. 6 Mayıs sabahı bu kül üzerinde oluşan şekil veya resime göre geçimlerini hangi alanda sağlayacaklarını öğrenirler. Kül üzerinde bir hayvan şekli oluşmuşsa hayvancılık alanında, ağaç veya bitki şekilleri oluşmuşsa çiftçilik alanında bol kazançları olacağına inanılır. 5 ve 6 Mayıs gecesi yağmur yağarsa o yılda bolluk ve bereket olacağı inancı vardır. Hıdırellez günü Hızır’ın evlere gelerek una, şekere, yağa vb. yiyeceklere dokunarak bunların bereketini arttıracağına inanılır. Bu nedenden dolayı yiyeceklerin kaplarının ağzı açık bırakılır. ►Genç kızlar genellikle gelecekte kuracakları yuvanın erkeğini, eşini, varsa sevgilisine kavuşma dileklerini niyet olarak tutarlar. ►Keçiborlu Aydoğmuş Kasabası'nda eskiden genç kızlar, bu gecede bahçedeki yeşil soğanların iki yaprağını birer iple bağlayıp, dilek tutarlarmış. Bu soğanın yaprakları uzarsa, dileğin gerçekleşeceğine uzamazsa dileğin gerçekleşmeyeceğine inanılırmış. Yine gelinlik kızlar Aydoğmuş'ta Cebeli Sultan Dede, Kaplanlı Köyü'nde Ahmed Baba Tekkesi, Boyalı, Emirgazi denilen yerlerde duâlar edip "Açıl bahtım, geldi vaktim, gelin olma vaktim" diyerek dilek tutarlarmış. Aynı şekilde gül ağaçlarına da ip veya mendil bağlayarak dilekler tutulurmuş. ►Atabey'de ise eskiden genç erkek ve kızlar, yaşlı ninelerin tespihlerini alarak dilek tutarlarmış. ►Yalvaç'ta "Hıdırlık" denilen yerdeki Hızır taşına eskiden sabah namazından sonra duâ ettikten başka dibine günün değerine göre 10 para, 100 para, 5 kuruş gibi metal paralar gömülürmüş. Bunu yapmakla kendisinin, aile ve çoluk çocuğunun mal, mülk ve servetinin artacağına inanılırmış. ►Yörede eskiden; 20-30 yıl evveli, genç kızlar, baharın gelişiyle kendi aralarında "Baht Açma Oyunu" adı altında bir takım eğlenceler tertip ederlermiş. Bunun için ağzı kapalı bir bakraç içine su ile birlikte gül, kopça (düğme), boncuk gibi şeylerden bir tanesini her genç kız koyarmış. Sesi güzel olan bir genç kız, bakraçın içerisindekileri birer birer çıkararak, her çıkardığı eşyaya bir mâni söylermiş. Söylenen mâni ile bakraçtan çıkan eşyanın sahibi arasında münasebet kurulur, söylenenlerin de olacağına inanılırmış. Yaşı geçmiş kızlar ve erkekler, evlenebilmek için yaşmak veya gömleklerini göle ve kutsal sayılan yerlere atarlarmış. Özellikle hıdrellez günü, kadınlar arasında yapılan "Baht Açma Oyunu"nda aşağıdaki mâniler söylenirmiş: Ay doğar sini gibi Sallanır selvi gibi Geliyor yârin kokusu Isparta gülü gibi Ay doğar aşmak ister Gül yanak yaşmak ister Bu benim garip gönlüm Yâre kavuşmak ister Baht-ı bârın bol olsun İçi dolu bol olsun Seni bir oğlan sevmiş Dağlar taşlar yol olsun Baht-ı bârın bol olsun İçi dolu yağ olsun Beni yârdan ayıran İki gözü kör olsun c) Yemek Hazırlıkları: Hıdırellez günü için ailelerin ekonomik durumlarına göre değişen yemekler hazırlanır. Yöreye has olarak bulamaç, pirinç ve bulgur çorbaları, kuru fasulye, nohut, mercimek, ıspanak boranası, yaprak sarması, balık, börek vb. yemekler yapılır. Hıdırellez kutlamaları küçük yerleşim merkezlerinde daha canlı geçer. Çocuklar, gençler ve büyükler kendi aralarında oyunlar oynayıp, sohbet ederler. Y.bademli İlçesi'nde halk arasında adı "Baht Oyunu" veya "Kader Oyunu" denilen bir oyunu kadınlar kendi aralarında oynarlar. Adı geçen oyun için önce nişanlı bir kız seçilir ve bu kızın yüzü yeşil bir örtü ile kapatılır. Her kızın kendisi için seçmiş olduğu özel ve muhtelif kir çiçekleri bir bakraç içine su ile beraber konur. Daha sonra bakraç "Hıdırellez Ebesi"nin (nişanlı kızın) örtüsünün altına yerleştirilir. Ebe bu çiçekleri teker teker dışarı atarken her çiçek için diğerleri maniler okurlar. Dışarı atılan çiçek hangi kıza aitse bu mani de o kıza adanmış olur. Hıdırellez günü kadınlar kendi aralarında sohbet ederken genç kızlar ise, salıncakta sallanırlar, ip atlarlar ve çeşitli oyunlar oynarlar. Akşam vaktinin yaklaşmasıyla hıdrellez kutlamaları bitmiş olarak evlere geri dönme hazırlıkları yapılır ve eve dönülür. D) Bereket Törenleri Yağmur Duâsı: Yörede yağmur yağmamasının sebepleri arasında, dine bağlılığın gevşemesi, dinî vazifelerin yapılmaması, haksızlığın çoğalması ve doğruluğun azalması gibi inanışlar başta gelmektedir. Yağmur duâsı kimi yerlerde üç gün sürerken, kimi yerlerde ise bir gün sürmektedir. Atabey ve Gönen gibi ilçelerde Çarşamba günü başlayıp Cuma günü sona erer. Yağmur duâsına çıkılacağı gün büyükler tarafından belirlenerek, gerekirse müftülere de haber verilir. Yağmur duâsına çıkmadan önce namaz kılan kişilere, dere veya göl kenarından, nohut büyüklüğünde yetmiş bin adet taş toplatılır. Bu taşlardan her on bini bir çuvala doldurulur. Erkekler abdestli olarak camiye gelip, yedi büyük küme halinde farklı yedi yere otururlar. Her çuval bir gruba verilerek, taşlar dökülür ve her bir taşa bir Besmele ile İhlas suresi okunarak üflenir. Okunup üflenen taşlar bittikçe, yüksek bir yerde tekrar başka çuvallara konur. Bu okuma işi yaklaşık üç gün sürmektedir. Okuma işi bitince her bir çuvalda onar bin taş olmak üzere yedi çuvalın ağızları dikilir ve yine yüksek bir yerde muhafaza edilir. Genellikle Cuma günü yağmur duâsına çıkmak için yöre halkı; çoluk çocuk, genç-ihtiyar, kadın-erkek, imamlar, hafızlar ve hatırı sayılan ihtiyarlar ile kuzular, koyunlar topluca geniş, yüksek ve suyun olduğu bir yere; türbeye veya yatırın önüne gelirler. Burada Cuma namazı/öğle namazı kılındıktan sonra iki veya dört rekat yağmur duâsı için ayrıca bir namaz daha kılınır. Kadınlar evlerden toplanan bulgur, yağ, soğan ve nohut ile kazanlarda, ateş üzerinde "Mahya" adı verilen yemeği pişirmeye hazırlanırlar. Namazlar kılındıktan sonra herkes, dış elbiselerini çıkarıp tersine çevirerek baş taraflarını aşağıya sarkıtır ve duâya hazırlanırlar. Duâ sırasında eller omuz hizasına kadar kaldırılıp, parmaklar ve avuç içi yere doğru açılır. O zaman orada bulunan müftü, imam veya diğer bir din âlimi duâ eder, cemaat de "Amin" diye haykırır. Duâ esnasında ağlayan bebekler analarına verilmez, kuzu ile koyunu sürüden ayırarak melemesi sağlanır. Kuzular meleşirler ve çocuklar da "Ver Allah’ım ver" diye yalvarırlar. Gerek bunlar gerekse dış elbiselerin tersinin giyilmesi hüzünlü bir tablo oluşturmak ve duânın kabulü için acı bir manzara göstermek içindir. Cuma namazı camide kılındıktan sonra yağmur duâsına gelindiyse duâ bitince iki veya dört rekat namaz kılınır, tevbe-istiğfar edilir, tekbir getirilir ve Kur'an okunur. Bundan sonra çuvallardaki taşlar, dere, sulama kanalı, değirmen suyu gibi yerlere boşaltılır. Bazı gençler de, kalplerinin temizliğine inanmadıkları kimseleri tutup yakınlarındaki suya atarak ıslatırlar. Bütün bunlardan sonra ortaklaşa alınan bir keçi kurban edilir. Kurban eti yemeklerde kullanılır. Pişen yemekler yendikten sonra evlere dönülür. Eskiden Isparta'da, Tekke Mahallesi'nde "Hızır Abdal" türbesinin karşısında kabri bulunan "Leblebici Baba"ya hayatında halk müracaat etmiş. Leblebici Baba "Allah hepimizin halini bilir, önce mâlum olan bir şeyi feryatla tekrar istemek doğru değildir. Bakkalın birisi bir tepsi üzerine biraz tereyağı koysun. Ne kadar çocuk varsa başına toplansın, tepsiyi "Yağ, yağ" diye haykırarak çarşıyı, mahalleleri dolaştırsın. Çocuklar da yağ, yağ diye durmadan bağırsınlar. Rabbimiz beha Tanrısı değil, bahane Tanrısıdır. Elbette muhtaç olduğumuz yağmuru ihsan eder" demiş. Bunu böylece yapmışlar, hemen yağmur yağmaya başlamış olduğunu söylerler. Bunu bilenler, yağmur duâsına çıkmadan önce bu olayı hatırlatan bazı şeyler yaparlar: Bir grup çocuk, ellerine uçlarına bez bağlanmış iki tane çubuk alarak, mahalledeki evleri dolaşmaya başlar. Evlerden yağ, bulgur, pekmez, para, soğan, un, irmik, şeker toplarlar. En son evde evin hanımına bunları pişirterek topluca yerler. Bundan sonra yağmurun yağmasını beklerler. Çocuklar evleri dolaşırken; Yağ yağ yağmur Teknede hamur Bahçede çamur Ver Allah’ım ver Gani gani yağmur sözlerini ezgili olarak söylerler. Yörede, yağmur duâsının Allah tarafından mutlaka kabul edileceğine ve duâdan sonra herhalde yağmur yağacağına inanılır. Eğer duâdan sonra yine yağmur yağmazsa "duâ edenler arasında fenalar/kötüler varmış, Allah onun için duâmızı kabul buyurmadı" denir. Bundan sonra gelecek mahsul zamanına kadar uzak ve yakın yerlerden yiyecekler alınır.
-
Halk Mutfağı Türk mutfağı dünyanın sayılı mutfaklarındandır. Beslenme, bir milletin yaşayış biçimini ve fiziksel yapısını da etkiler. Buna dayanarak, mutfağın folklor açısından yeri tartışılmazdır. Isparta yöresinde halk mutfağı çok zengin bir özellik göstermektedir. Sebze, et, tahıl kökenli yemek çeşitlerinin yanı sıra ekmek, börek ve tatlı çeşitleri de yöreye has bir özellikle yapılıp yenmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin her yanında görebileceğimiz yemekler bu yörede de vardır. Yörede haşhaş ve üzümün yetiştirilmesi yemekleri de etkilemiştir. Önceden çiçek yağı hiç bilinmediği için ya zeytinyağı ya da haşhaş yağı kullanılırmış. Yemeklerin, böreklerin içinde haşhaş yağını ya da kavrulduktan sonra ezilen halini görmek mümkündür. Pekmez de vazgeçilmez tatlı ve tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır. İl merkezinde yemeği evdeki kadın varsa yetişkin kızı veya gelini pişirirken, diğer yerlerde gelinler, kızlar yazın çoğunlukla tarlaya, bahçeye gittiği için evde kalan kimse -bu da genellikle kaynanadır- yemeği pişirme görevini yerine getirir. Kız çocuklarına 9-10 yaşlarından itibaren her türlü ev işlerinin yanı sıra yemek pişirmek de öğretilir. Çocuk, annesinin veya yemek pişiren kadının yanında durup görerek yemek pişirmesini öğrenir. Bununla birlikte Kız Meslek Liseleri'nde okuyan veya Halk Eğitim Merkezleri'nin açmış olduğu kurslara katılan kızlar, değişik yemek yapma ve pişirme şekillerini öğrenirler. Yörede düğün yemeklerini genellikle erkek aşçılar pişirirler. Bu kişiler yemek pişirmesini ustalarından veya yapanların yanında görerek, tecrübe edinme yoluyla öğrenirler. Düğün yemeklerini pişirenlerin yaşı 30 ila 60 yaş arasında değişmektedir. Yörenin hemen hemen her yerinde yemek genelde yerde "sofra bezi" veya "sofraltı" denilen bir örtü serilip üzerine "ayaklık", "kasnak" veya "tabla" adı verilen bir araç konulduktan sonra "sini" üzerinde yenir. Kalabalık ailelerde kadın ve çocuklar ayrı bir yerde yerken, küçük ailelerde kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın sofraya oturulur. Yemeğe başlamadan önce "besmele" çekilir. Evin en büyüğü veya reisi kimse yemeğe önce o başlar. Su içileceği zaman "su küçüğün, sus büyüğün" sözü ile su önce küçüklere takdim edilir. Buna riayet edilmediği de olunmaktadır. Yemekler bir tabaktan yenilir. Yemekler sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam olmak üzere üç öğünde toplanmaktadır. Sabah kahvaltısı geç yapıldığında öğlen yemeğinin yenilmediği görülür. Yemekler köylerde genellikle avluda, kuzine sobalarda veya ocakta; ateş, üzerinde pişirilir. Isparta tarım ve meyvecilik yönünden zengin ve çeşitli bir yöre olduğu için yemek çeşitleri de oldukça fazladır. Yörede bilinen ve en çok yapılan yemekler şu şekilde sıralanabilir. A) Çorbalar 1. Pirinç Çorbası: Pirinç et suyunda pişer. Et ile nohut haşlanarak bir tencerenin içinde yağ, salça, maydanoz ilavesi ile beraber pişirilir. 2. Top Tarhana: Dövülmüş buğday dere otu ve tuz ile suda kaynatılıp şişirilir. Soğuduktan sonra yoğurt, nane, maydanoz ile yoğrulur. Bir bezin üzerine yumurta büyüklüğündeki parçalar halinde döşenir ve kurutulur. Pişirileceği zaman akşamdan ılık suya salınır. Ertesi gün haşlanmış nohut ve börülce ilave edilerek bir süre kaynatılır. Sonra kızdırılmış yağ ve salça eklenir. 3. Tutmaş: Yumurta, su, un ve tuz ile hamur hazırlanır. Yufka şeklinde hamur açılır, çok ince tel şehriye tarzında kesilip kurutulur, yağ ve salça ile çorbası yapılır. 4. Oğmaş: Tabağa biraz un ve su konur, su çok az olmalıdır. Un elde, tane tane oluncaya kadar ovalanır. Minik minik tanecikler oluşmuştur. Diğer taraftan, tencereye yarıya kadar su konur ve kaynatılır. Kaynayan suyun içine ovalanan un tanecikleri bırakılır. 15-20 dakika pişesiye kadar karıştırılır. Tencereye konulan suyun yarısı kadar süt ilave edilir. Biraz daha kaynatıldıktan sonra indirilir. Üzerine sos olarak yine küçük bir tavaya konulan yağa, kaymak yağı ilave edilir ve kızartılarak çorbaya dökülür. Sıcak olarak servis yapılır. 5. Toyga: Et haşlanır, didilir. Pirinç, nane, maydanoz hepsi beraber piştikten sonra üzerine yoğurt dökülür. Sakız gibi olan çorbanın üzerine kızarmış yağ dökülür. 6. Arapaşı: Kümes hayvanların etinden pişirilir. Ayrı bir kapta acı biber, salça, yağ ve tuz kavrulur. Kaynatılmış suyun içine biraz un dökülerek koyulaştırılır. Üzerine kızarmış yağ ve salça konularak etle birlikte yenir. En çok Senirkent yöresinde pişirilir. 7. Yayla: Pirinç haşlanır ve üzerine ezilmiş yoğurt ile et suyu ilave edilir. Bir miktar böyle kaynatıldıktan sonra üzerine kızdırılmış yağ ilave edilir. Üzerine kuru nane veya maydanoz serpilir. 8. Sülüklü Çorba: Kara mercimek ayıklanır ve yıkanır. Bir kapta haşlanır. Piştikten sonra içine elde yapılma uzunca kesilmiş makarnadan atılır. Makarna piştikten sonra ocaktan indirilir. Küçük bir dığana (tava), biraz kaymak yağı konup, kızartıldıktan sonra pişen çorbanın üzerine katılır. Tuz atıp karıştırıldıktan sonra sıcak olarak servis yapılır. Bu çorbaya “sakala sarkan” da denir. 9. İrmik Çorbası: Çorbası yapılan irmik, helvası yapılan irmik değildir. Buğday pişirildikten sonra kurutulur. Kurutulan buğdayın kabukları bir dibekte dövülerek alınır. Buna “irmik” adı verilir. Keşkek ile karıştırmamak gerekir. Keşkek buğdayının kabuğu pişirilmeden soyulur. Bir miktar irmiğe, pastırma ve su ile bir tencerede iyice pişirilir. Pişirme işi bir çömlek içinde tandır ekmeklerinin yapıldığı yerde ya da fırında olursa daha güzel olur. Bahsedilen pastırma da bilinen Kayseri pastırması değildir. Pişen irmik çorbası bir kepçe ile dövülür. Daha sonra yağ ve salça ilave edilerek yenir. B ) Et Yemekleri 1. Tandır Kebabı: Kebaplık etler şişlere dizilerek toprak veya beton fırınların içine, kenarlara döşenir. Fırının ortasında yanan ateşin etkisiyle etler kızarır. 2. Yoğurtlu Et: Nohutla et hoşlanır. Yoğurt bir kaşık nişastayla ezilerek haşlanmış ete dökülür. Birlikte biraz kaynatıldıktan sonra üzerine kızarmış yağ ve mevsime göre yaş veya kuru nane ekilir. 3. Tas Kebabı: Kuşbaşı etle birlikte küçük soğan, patates, sarımsak, kimyon, kara biber, tuz ve salça bir tencereye doldurulur. Pişerken tencerenin üzerine, malzemenin üstüne kıpırdamasın diye havan bastırılır. Tencerenin içine yavaş yavaş su dökülerek pişirilir. Su çektikçe ilave edilir. Su çekilmediğinde piştiği anlaşılır. 4. Çömlek Kebabı: Kuşbaşı eti çömleğin içine döşenir. Üzerine küçük soğan, dilimlenmiş patates veya patlıcan dilimler halinde konur. Üzerine kimyon, karabiber, kekik, domates ve yağ konularak çömleğin ağzı kağıtla bağlanır. Fırındaki ateşin ortasına konur ve zaman zaman silkelenerek pişirilir. 5. Tirit: Ekmek ince dilimler halinde kızartılır, tabağa dizilir. Haşlanmış paça tirit gibi üzerine dökülür. Onun üzerine sarımsaklı sirke dökülerek yenir. 6. Banak: Parça et haşlanarak suyu alınır. Yufka ya da pide küçük küçük bölünerek, etin suyu bu ekmek parçalarının üzerine dökülür. Sonra bunlar haşlanmış parça etin üzerine konularak yenir. 7. Yumurta Mıhlaması: Kavrulmuş kıyma, soğan, yeşil biber, domates karabiber ve yağ birlikte bir müddet kavrulur. Daha sonra tencerenin içinde yumurtalar için küçük yuvalar açılarak yumurtalar kırılır ve kısık ateşte pişirilip yenir. 8. Kapama\Bütünet: Kaburga etleri parçalar halinde but etleriyle birlikte kazanda suyla haşlanır. Kazanın üzerine saç konur. Daha sonra tabaklara pide doğranarak haşlanan etle birlikte yenir. 9. Kabine: Et haşlandıktan sonra ufak ufak didilir. Halka halka doğranan soğan ilk önce tuz ve biberle ovulur ve bir tencerenin içine döşenir. Sonra soğanın üstüne et, etin üstüne ılık suda kabarmış pirinç döşenir. En üste temiz bir tabak kapanarak tabağın hizasına gelinceye kadar et suyu konur ve tencerenin kapağı örtülerek pişirilir. 10. Keşkek: Büyükçe bir toprak çömleğin içine ilk önce pastırma konur. Sonra biraz don yağı ilave edilir. Üzerine bir gün önceden ıslatılmış keşkek konur ve ağzı kapatılır. Akşam mahalle fırınına götürülür. Fırında gün boyu yanmış olan odunların közleriyle sabaha kadar pişer. Arada bir fırıncı keşkeği karıştırır ve ilgilenir. Keşkek sabahleyin fırından alınır. Bir kepçeyle iyice karıştırılarak birbirine girmesi sağlanır ve tuzu ayarlanır. İsteğe göre üzerine yağ kızartılarak sos yapılır. Sıcak olarak yenir. Yalvaç Keşkeği Keşkek adının gelişi hakkında rivayetler vardır. Anlatılan bir rivayet şöyledir: Asıl adı Kutlugün olan Keşkek Baba, Orta Asya’dan göç edip anayurdumuza gelen Türk boylarından asil bir boya sahip kimsedir. Salur boyundan olan Kutlugün, kırk kişilik ailenin en gencidir. Yeni evlidir. Yollarda çok kişi ölmüş ve 4 yaşlarında yeğeni Eymir, hamile olan eşi Hacer’le tek başlarına kalmışlardır. Sırtlarındaki tek azık torbasıyla Eymir ırmağı kenarına gelebilmişlerdir. Üçü de çok perişan v açlıktan bitkin durumdadırlar. Eymir ve Salur civarlarında konaklayan üç kişilik göç kafilesi, alacakaranlıkta torbalarındaki son kalıntılarla açlıklarını giderebilmek için kırık çanaklarına ne varsa boşaltırlar ve Eymir suyundan içine katarak ateşe koyup, pişmesini beklerler. Hazırlanan yemeğin içinde ezilmiş buğday, bir parça kurumuş tuzlu et, bir miktar nohut, mercimek ve kuru fasulye bulunmaktadır. Hepsi de çok yorgun oldukları için oracıkta uyuyup kalırlar. Ertesi sabah gün doğduğunda Hacer uyanır. Ocaktaki yemeğin kabardığını görür ve hemen ağaçtan bir kabuk koparıp karıştırır. Sonra tadına bakar ve mırıldanır: “Aman Allah’ım, bu ne böyle, hepsi de mükemmel pişmiş, hılt haşgeş olmuş, keşkeş gibi” der. Hemen Kutlugün’ü kaldırır. Ağzından mırıltılarla çıkan sözleri ona söyleyerek: “Bey... bey... gel bak! Keşkek gibi olmuş. Hepsi iyiden iyiye pişmiş” der. Kutlugün uyanınca gerçekten de yemesi hoş olan bu yemeği çok beğenir ve karısına dönerek: “Benim melek hatunum. Bu güzel yemeği, Tanrının lütfuyla taam edelim ve adını senin dediğin gibi Keşkek koyalım. Bu bizim buluşumuzdur” der. Hacer “Olur beyim, yiğit beyim, bu buluş senindir. Madem ki senin adını da Keşkek Baba koyalım” diyerek fikrini belirtir. O günden bu güne kadar keşkek severek yenilmektedir. 11. Balık Doldurması: Pirinç, soğan, maydanoz, nane, tarçın, fıstık, üzüm ve zeytinyağı maddeleri ile "iç" denilen bir malzeme hazırlanarak temizlenmiş büyük balıkların karnına doldurulur ve karın dikilir. Tepsinin içine döşenen balıkların üzerine salçalı yağ veya su gezdirilerek fırına verilir. 12. Kapama (Papaz Yahnisi): Kızartması yapılmayan sazan balığının kuyruğu ve başı "kapama" denilen yemeğe malzeme olur. Bunun için soğan halka halka doğranıp zeytinyağda kavrulur. Biraz salça konularak sulandırılır. Bir veya iki yemek kaşığı sirke ilave edilir. Parçalanmış balıklar salçalı sirkeli suyun içine konularak pişirilir. Üzerine isteğe göre kuru nane veya limon suyu konularak yenilir. 13. Balık Kurması: Eğirdir Gölü’nde tatlı su levreği, sazan ve ıstakoz çıkmaktadır. bu balıklardan bazı yöresel yemekler yapılmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: "Sıraz" veya "Çiçek balığı" denilen balığın sümüksü tabakası, yüzgeçleri ve iç organları bıçakla temizlenir. Sırtının iki yanı bıçakla çizilir. Daha sonra içi kaya tuzu ile doldurularak toprak küplere veya tencerelere istif edilir. Üzerine bir ağırlık bastırılarak 40 gün bekletilir. 14. Av Hayvanları: Yörede avlanan, tavşan, keklik, karabatak (daldanmeki), yaban ördeği gibi yaban ev hayvanları avlanarak yahnisi, çorbası ve eti haşlanıp yenir. C) Sebze Yemekleri 1. Uzun Kabak: Yörede "Asma Kabağı" olarak da tanınan bu yemek için uzun kabaklar soyulur. Bir gün evvelden nohut etle haşlanır ve kabak küçük küçük kesilerek karıştırılır. Sonra domates, yağ ve soğan ilavesiyle pişirilir. 2. Şalgam Aşı: Şalgamlar patates şeklinde soyulup, küçük parçalara ayrılır. Yağı soğan ve kıyma ile kavrularak bir gün önce ıslatılan börülceyle pişirilir. 3. Yatırtma: Patlıcanlar tepsiye yatırıldığı için bu ad verilir. Patlıcan aralı olarak soyulur, kızartılır ve karnı yarılır. İçine bol soğan, kıyma, domates, yeşil biber, karabiber karışımı kavrularak doldurulur. Tepsiye uzun uzun yatırılarak pişirilir. 4. Oturtma: Patlıcanlar halka halka doğranıp ortası çukurlaştırılır. İçine, kıyma, soğan, domates, nane, biber gibi şeyler hazırlanarak doldurulur. Hazırlanan katkıya "iç" ya da "harç" denilir. Sonra pişirilir. 5. Ispanak: Yağ, soğan ve salça kavrulur. Kıyılan ıspanak, kırmızı biber, su ve tuz ilavesiyle hep birlikte pişirilir. Pişmeye yakın zamanda bir fincan pirinç atılır. 6. Sirken Otu: Ispanak gibi pişer. 7. Bicibici Otu: Ispanak gibi pişer. 8. Dolmalar: Yörede patlıcan, biber, asma yaprağı, domates, kabak ve lahana gibi sebzelerin dolmaları yapılır. Soğan doğrandıktan sonra karabiber, tuz, nane, maydanoz, pirinç ve kıyma ile iç hazırlanır. Hazırlanan iç, sebzelerin içine doldurulur veya sarılır. Lahana ve asma yaprağı sarılmadan önce haşlanır. D) Börekler 1. Kuyruğu Sulu: Un, tuz ve su ile hamur yapılır. Kıymanın içine biraz yumuşak olması için su, rendelenmiş soğan, karabiber, maydanoz ilave edilir. Hamur yumurta büyüklüğünde alınarak onbeş-yirmi cm. çapında oklava ile açılır ve yarısına bu içden konulur. İkinci yarısı üzerine kapatılır. Saçta pişirgeçle iki yüzü çevrilerek pişirilir. Üzerine yağ sürülerek sıcak yenir. Kuyruğu sulu denmesinin sebebi içine sulanmış kıyma konulması sonucu ilk defa ısırıldığında başta kalan ucundan su fışkırır ve "kuyruğundan su çıkıyor" denilir. 2. Saç Böreği: Su, un, tuz ile hamur yoğrulur. Bezeler oklavayla yufka gibi ince açılarak içine daha önce hazırlanmış, kavrulmuş kıyma, soğan, karabiber ilave edilerek yufka kapatılır. Saçın üzerinde pişirilip yağlanır. 3. İnce Börek: Un üç yumurta, tuz ve suyla yoğrulur. Onsekiz yufka açılır. Tepsi yağlanır ve açılan yufkalar tepsiye döşenir. Altı kat yufkada bir kıymalı veya peynirli iç konur. Yufkalar bitince en üstüne yumurta ile yoğurt karıştırılıp sürülür, fırında pişirilir. 4. Katmer: Su, un ve tuzla hamur yoğrularak yufka gibi ince açılır. İçine tahin sürülüp çörek şeklinde katlanır. Tekrar yufka gibi açılır; fakat, birinci açılıştaki gibi ince olmayıp yarım cm. kalınlığında açılır. Saçta pişirilip iki yüzüne yağ sürülerek yenir. 5. Pişi: Maya, un, tuz, su, yağ ve iki yumurta ile hamur yoğrulur. Hamur bir süre bekletildikten sonra kabarır. Hamur yumurta büyüklüğünde parçalara ayrılır. Bunlara "pazı" veya "beze" denir. Bezeler 10-15 cm. çapında açılarak tavada yağ ile kızartılır. 6. Nokul: Pişideki gibi hamur hazırlanır. Bir parmak kalınlığında hamur açılır. İçine tahin, tarçın, dövülmüş ceviz veya ezilmiş haşhaş konularak dürülür. Sonra küçük parçalara kesilir ve üzerine susam basılarak yağlanmış tepsilerde fırında pişirilir. E) Tahıl Yemekleri 1. Pirinç ve Bulgur Pilavı: Pirinç pilavında pirinç bir gün evvel ıslatılır. Nohut ilave edilmek istenirse bu da ıslatılır. Tencerede yağ, soğan ve salça kızartıldıktan sonra üzerine pirinç veya bulgur nohutla birlikte konur. Bir müddet sonra et suyu ilave edilir. Su çekilince piştiği anlaşılır. 2. Mercimekli Aş: Yeşil mercimek haşlanır. Tencerede yağ, soğan, salça ve biber kızartıldıktan sonra mercimek bulgur ile pişirilir. Pişerken su ilave edilir. 3. Kuru Fasulye: Fasulye bir gün evvel ıslatılır. Bir miktar kuşbaşı, soğan, tuz, salça ve su ilavesiyle pişirilir. 4. Karnı Kara\Börülce: Kuru fasulye gibi pişer. Ancak bunu ıslatmaya gerek yoktur. Çünkü çabuk pişer. Kuru fasulyeden farklı olarak ateşten ineceğine yakın bir zamanda unun üzerine su serpilerek hazırlanan şehriye tarzında, "Oğmaş" denilen bir hamur yemeğe ilave edilir. Bir miktar daha kaynatılarak pişirilir. 5. Tatar: Un, yumurta, süt, tuz ve yağ ilaveleriyle hamur yoğrulur. Hamur ince yufkalar halinde açılır. Yufkalar bir, bir buçuk santim kareler halinde kesilir. Bunlar kaynar suda haşlanır. Sonra sarımsaklı yoğurdun içine konulur. Üzerine salçalı kızarmış tereyağı ve kıyma ilave edilerek yenir. 6. Gölle: Şekersiz aşureye denir. F) Tatlılar a) Hamur Tatlıları 1. Baklava: Üç yumurta, su, un ve tuz ile hamur yoğrulur. Hamur iri ceviz büyüklüğünde "beze"lere ayrılarak bir bezin üzerine konurlar. Bezeler yufka halinde oklava ve nişastayla çok ince açılır. Tepsi yağlanır, yufkalar tepsilere döşenir. Kat kat arada yağlanarak on yufka üst üste serilir. Arzuya göre araya ezilmiş ceviz veyahut fındık, fıstık gibi kuru yiyecekler serpilir. Bitince baklava dilimler şeklinde kesilir. Sonra kızdırılmış tereyağı üzerinde gezdirilerek dökülür. Fırında piştikten sonra soğuk olarak şerbeti de dökülerek bir müddet bekletilir. 2. Peynir Baklavası: Senirkent'te yaygındır. Ceviz vb. maddelerin yerine yufkaların arasına tatlı, tuzlanmamış taze peynir konulur. Baklavadaki işlemler yine burada da tekrarlanır. 3. Sarı Burma: Baklava hamuruyla yapılır. İnce açılan yufkaların arasına iç malzeme konduktan sonra oklavaya sarılır ve çekilerek körük gibi yapılır. Sonra tepsiye dolandırılır. Üzerine kızgın yağ dökülerek bir gece dinlendirilir. Ertesi gün fırında pişirilir. Şerbeti biri sıcak biri soğuk dökülür. 4. Samsa: Un, su ve tuz ile hamur yapılıp yufkalar açılır ve on cm. genişliğinde, şeritler halinde kesilir. Yufkanın bir köşesine ezilmiş ceviz, tarçın ve toz şeker veya pekmez konur. Sonra küçük kareler şeklinde katlanır ve ağzı bastırılarak yapıştırılır. Bir süre temiz bir çarşaf üzerinde nemi gidinceye kadar kurutulur. Kızdırılmış yağda üçü beşi bir araya getirilip şişe dizilerek kızartılır. Sonra şerbeti dökülür. 5. Lokma: Yumurta, su, un, maya ve tuzdan hamur yoğrulur. Bir-iki saat sonra koyu bulamaç halindeki hamurdan kaşıkla bir parça alınır ve kızgın yağa atılır. Kızaran lokmalar soğuduktan sonra şerbetin içine atılır. 6. Tosman Kara: Un yağla kavrulur. Üzerine kaynar pekmez dökülür. İçine istenirse ezilmiş ceviz de konabilir. Soğuduktan sonra elle yoğrulup parmaktan kalın rulolar halinde yuvarlanır ve parçalar halinde hazırlanır. 7. Şekerleme: Bir çay bardağı pudra şekeri ve çiçek yağı, yedi-sekiz çay bardağı un, bir su bardağı yoğurt, bir tatlı kaşığı karbonat, bir yumurta ile yoğrulur. Sonra hamur küçük daireler şeklinde açılıp içine ezilmiş ceviz, tarçın ve toz şeker konularak kenarları kapatılır. Tepsiye döşenerek fırında pembeleşinceye kadar pişirilir. Üzerine pudra şekeri serpilerek yenilir. 8. Güllaç: Hazır olarak satılan ve nişastada açılmış olan güllaç alınır. Yufkadan biraz daha küçük açılır. Başka yerlerde güllacın içine ceviz konduğu halde Yalvaç ve çevresinde süt kesiği konur. Süt yeterli miktarda kestirilir ve kesiğin içine biraz toz şeker atılarak hafif tatlanması sağlanır. Su ya da sütle ıslatılan güllaç yaprakları yumuşar. Hassas oldukları için hemen sarılması gerekir. Aynı sarma sarar gibi içine hazırlanan harçtan konulup küçük küçük sarılır ve tepsiye döşenir. Bir tencereye yarı yarıya şeker ve su konularak kaynatılır. Böylece şerbet elde edilmiş olur. Buna “mat” da denir. Bir kat hazırlanmış şerbet eşit şekilde dökülür. Tepsi ocağa konulur. Ocak yandıktan sonra tepsi çevrilerek bir süre pişirilir. Her tarafın eşit şekilde piştiğinden emin olduktan sonra indirilir ve soğumaya bırakılır. Eğer şerbet az gelirse, ikinci bir kat daha şerbet dökülebilir. Şerbetin ılık olmasına dikkat etmelidir. Tatlı, soğuduktan sonra servis yapılır. b ) Su ve Süt Tatlıları 1. Sütlaş: Pirinç sütle haşlanır. Şeker ilave edilerek muhallebi kıvamında kaynatılır. Üzerine tarçın ekilir. 2. Pelte: Nişasta sulandırılmış pekmezle karılır ve duru ayran kıvamına getirilir. Az bir yağ, dığanda kızarınca, içine karıştırılarak dökülür ve bir miktar kaynatılır. Biraz koyulaştıktan sonra ocaktan indirilir. Sıcakken küçük tabaklara alınarak, soğumaya bırakılır. Üstü kaymaklanınca yenilir. 3. Su Peltesi: Nişasta su ile pişirilir. Pelte kıvamına geldikten sonra kaselere dökülür. Küçük kareler şeklinde kesilir ve üzerine pekmez dökülerek yenilir. 4. Zerde: Pirinç bir miktar suyla haşlanır. Yumuşayınca şeker ilave edilir. Aynı zamanda lezzet getirmesi itibarıyla et suyu ilave edilir. Pirinç bundan sonra koyulaşır. Daha sonra gül suyu veya vanilya, tarçın ekilerek yenir. c) Diğer Tatlılar 1. Aşure: Kabuğu çıkarılmış buğday, nohut, fasulye, kuru üzüm ve incir gibi bazı yan besinler kaynatıldıktan sonra şeker veya pekmez ilavesiyle pişirilir. İçine fıstık, fındık, ceviz gibi yemişler katılarak yenir. 2. Haşhaş Helvası: Bu tatlı için kavrulup ezilmiş haşhaş gerekir. Bir dığana biraz yağ konur. Hafif ısınan yağa bir kilo pekmez dökülür ve kaynayınca, yarım kilo ezilmiş haşhaş ilave edilerek sürekli karıştırılır. Karıştırılırken, iki üç kaşık un ilave edilir. İyice koyulaşınca ocaktan alınır ve karıştırılmaya devam edilir. Sıcak ya da soğuk yenir. 3. İrmik Helvası: Yarım kiloşar irmik ve yağ Antep fıstığıyla pembeleşinceye kadar kavrulur. Bir kilo su ile bir kilo şeker kavrulan irmiğin üzerine şerbet halinde dökülür ve karıştırılır. Şerbetin iyi çekmesi için tencerenin kapağı kapatılır. 4. Kabak: Sarı kabak dilimler halinde doğranır. Kabuğu soyulup tepsiye döşenir, şeker ve su ilavesi ile pişirilir. Sonra üzerine ezilmiş ceviz serpilir. 5. Sırma: Bu tatlı bütün meyvelerle yapılabilir. Örnek olarak eriği seçecek olursak, erikler yıkandıktan sonra bir kazanda kaynatılır. İyice pişen erikler bir kevgire alınır ve kevgirden ezilerek geçirilir. Bir sininin üstüne elde edilen marmelat dökülür. Sinide iyice yayılır. Birkaç gün sinide duran erik marmeladı kurur. Siniden alınır ve parça parça kesilerek yenir. Dürüm yapılarak yenen sırmanın içine isteğe göre şeker de konulabilir. G) Ekmek Çeşitleri 1. Yufka: Hamur sabah erkenden teknede yoğrulur. Ayran veya peynir suyu ile bir gün önceden ıslatılmış tuz, un birbirine katılır. Ayran veya peynir suyu kullanılmazsa unun özü kesilir ve ekmek iyi olmaz. Hamur iyice yumruklanarak karılır. Kadınlar bir araya gelerek pişirmeye başlanır. Hamur küçük parçalar halinde ayrılarak "Beze" denilen hale getirilir. Bir kişi oklava ile bezeleri büyük daire şeklinde, "Senit" denilen tahta tabla üzerinde açar. Diğer bir kişi saçın yanında tahtadan yapılmış "pişirgeç" denilen bir aletle saçın üzerinde pişen ekmeği çevirir. Saçın altındaki ateş çalı, çırpı veya talaşla yakılır. Yapılan ekmekler üst üste dizilir, gerektiğinde su serpilip yumuşatılarak yenir. Daha çok köylerde yapılan bu ekmek baharda ve sonbaharda yapılır. Gerektiğinde başka zamanlarda da yapılabilir. Ekonomik olmasıyla çok tercih edilen bir ekmek çeşididir. 2. Fırın Ekmeği: Maya, un, tuz ve su yoğrulur. "Miniyet" denilen uzunca ve gözleri olan bir tahtanın içine mayalanan hamur parça parça konur. Fırına götürülerek pişirilir. İsteğe göre bezelerin üzerine susam, haşhaş taneleri serpilir. 3. Bazdırma\Bazırma: Fırın ekmeği gibi hamur yoğrulur ve bezelere bölünür. Bezeler elle yirmi cm. çapında açılır. Saç üzerinde pişirgeçle pişirilir. H) Kışlık Hazırlanan Yiyecekler 1. Salça: Domatesler yıkanarak doğranır. Süzgeçten geçirilerek püre haline getirilip, tuzlanıp güneşte kurutulur.Püre kıvamında kavanozlara doldurulur. 2. Turşu: Her sebzenin turşusu yapılır. (Salatalık, domates, lahana, patlıcan, biber, fasulye...) Sebzeler yıkanıp ayıklanır, kavanoz veya küplere doldurulur. Üzerine sirke ve su ilave edilerek 20 gün bekletilir. Suyun bütün kaba yayılması ve koku vermesi için dere otu, nane sapları, defne dalı gibi otlar atılır. 3. Bulgur: Yörede buğday ayıklanıp temizlenerek büyük kazanlarda kaynatılır. Sonra çarşaf üzerinde güneşte kurutulur ve yarılmak üzere değirmene götürülür. Değirmende buğdayların üzerine belirli oranda su serpilir. Bu işleme "Tavlama" denilir. Buğday su ile harman edilir ve elle ovulur. Tâ ki kepek denilen kabuk taneden ayrılıncaya kadar ovalanır. Sonra değirmende büyüklüğüne göre çekilir. Tekrar çarşaflara serilip güneşletilir. Bulgur rüzgarlı havada kalburlarla savrularak arta kalan kabuklardan temizlenir. Çekilen bulgur çeşitleri pilavlık, çorbalık, dolmalık, köftelik olarak ayrılır. 4. Erişte: Un, su, yumurta ve tuzla hamur hazırlanır. Hamur yufkalar halinde açılır. Biraz gölgede kurutulur ve kesilecek hale getirilir. Yufkalar katlanarak ikişer mm. eninde üçer cm. boyunda kesilirler. Temiz çarşaflar üzerinde kuruyan malzemeye "Makarna" denilir. Bunun fırında tepsiler içerisinde kavrulmuş haline "Erişte" denilir. 5. Kurutma: Her sebze kurutulabilir (Taze fasulye, kabak, biber, patlıcan, bamya...). Meyveler de kurutularak kompostosu yapılır (Erik, elma, dut, ayva üzüm...). 6. Pekmez: Üzümler "Suluk" denilen tahtadan yapılmış araçlara dökülerek ezilirler. Suluğun ağzındaki delikten üzümün suyu kazanlara akar. "Pekmez Toprağı" denilen bir toz kazanlara dökülür. Bu toz üzümün suyunu tatlıya dönüştürür. Üzümün suyu bir süre bekletildikten sonra "Pekmez Ocağı" denilen ocaklarda kaynatılarak koyulaştırılır. Buna "Pekmez" denir. 7. Bulama: Pekmez ocakta daha koyu kaynatılır. Soğuduktan sonra "Pekmez Tavası" denilen leğenlerin içinde üç-beş kişi tarafından elle çırpılır, dövülür. Bir süre sonra koyulaşan pekmez kesilerek katılaşır. Sarımsı bir renk alarak bulama olur. 8. Reçeller: Her meyvenin reçeli olur. (Armut, erik, kayısı, vişne, çilek, şeftali, portakal, ayva, gül...) Belli oranlarda şeker ve meyve, su ilavesi ile kaynatılır. Koyulaşmaya yakın limon suyu ilave edilerek kavanozlarda saklanır. Geçiş törenleri içinde yer alan yemekler ailenin maddî durumuna göre değişmekle beraber genelde bulunması zorunlu olan yemekler ve yeniliş sırası şöyledir: Çorba (pirinç veya yayla çorbası), söğüş (domates, biber ve kuru soğan), kapama (bütün et) veya etli kuru fasulye ya da nohut, kabine, tatlı (irmik helvası, zerde). Yemekler yuvarlak çakılmış tahta masalarda yenir. On kişilik olan bu masalara "Bir Sofra" denilir. Yemekler yenmeden önce bir hoca, sabah erkenden gelip duâ eder. Buna "Kazan Açılma Töreni" denir. Duâdan sonra orada bulunanlara ilk yemek verilir. Üç aylarda ve kandil günlerinde irmik helvası, pişi veya nokul; Muharrem ayında aşure ve ölünün kırkıncı günü pişi yapılarak komşulara dağıtılır.
-
Atatürk Isparta da Isparta, Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Mücadele’ye canıyla-malıyla tam destek vermiş, tüm Ispartalılar Kuvay-i Milliye ile bütünleşmiştir. Milli Mücadeleye Mustafa Kemal Paşa’nın safında giren Isparta, ilçeleriyle birlikte, 871 şehit, binlerce yaralı vermiş ve Büyük Zafer’i içtenlikle kutlayarak, Cumhuriyet’e aydınlık kucağını açmıştır. Atatürk, zaman zaman kendisini ziyarete gelen Isparta heyetine: “Sevgili Ispartalılara selamlarımı götürünüz. Bir fırsatını bularak şehrinize geleceğim, çorbanızı içeceğim..” demekteydi. Kendisini Antalyalılar da bekliyordu. Atatürk İzmir’den yola çıkarak, 5 Mart 1930 günü, yanında Prof. Dr. Afet (İnan), İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya), Ordu Müfettişi Fahreddin (Altay) Paşa Emniyet Genel Müdürü Şükrü (Sökmensüer), Prof. Dr. İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) ve yaverleri olduğu halde Denizli’ye, 6 Mart 1930 sabahı da Eğirdir’e ulaşmıştır. Burada Isparta Valisi Ekrem Bey, Isparta Milletvekilleri Hafız İbrahim Demiralay ve Belediye Başkanı Mustafa Hilmi Çakmakçı ile görüşmüştür. Atatürk, Eğirdir Gölü’nü ve Can Ada’yı çok beğenmiştir. Bunun karşısında daha sonra Can Ada’nın tapusu Belediye Meclis kararıyla Atatürk’e verilmiştir. Atatürk, 6 Mart 1930 günü Kuleönü’den Isparta’ya yolculuk yapmış ve saat 11.00 sularında Isparta’ya gelmiştir. Burada büyük ve coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. Bugünkü Atatürk Bulvarı üzerinden yürüyerek doğruca Tümen Komutanlığı’na gelen Atatürk, buradan Valiliği ziyaret ederek, çeşitli heyetleri kabul etmiş ve dertlerini dinlemiştir.Heyetlerin dilekleri arasında, Isparta’nın İzmir, Denizli, Afyon demiryolu şebekesine bir an önce bağlanması sık sık dile getiriliyordu. Atatürk, daha önce söz verdiği gibi, o gün öğle yemeğini Ispartalılarla birlikte yiyerek, Isparta’nın sorunlarını dinlemeye devam etmiştir. Yemekten sonra Atatürk, saat 13.00’te Burdur’a gitmek üzere Isparta’dan ayrılmıştır. 6 Mart 1930 günü, Isparta’nın mutlu günlerinden birisi olması nedeniyle her yıl 6 Mart günü Atatürk’ün Isparta’ya gelişini anmak üzere kutlamalar yapılmaktadır.
-
Yeryüzü Şekilleri OVALAR Isparta Ovası:Isparta Ovası, esas olarak asıl Isparta Ovası ile daha kuzeyde yer alan Atabey (Kuleönü-Bozanönü) Ovası’nın birleşiminden meydana gelir. Asıl Isparta Ovası, ortalama 1000 m. yüksekliğe sahip, kuzeybatı-güneydoğu yönlü elips biçimli bir ovadır. Savköy ile Çünür mahallesinin kuzeyindeki ovacık arasında 13 km, kuzeydoğu güneybatı yönünde Deregümü ile Aliköy arasında 10 km kadar bir uzunluğa ve yaklaşık 100 km2 alana sahiptir. Ova, Akdağ, Davras Dağı ile Hisartepe ile Karatepe ile çevrili, Darıdere, Isparta Çayı gibi akarsuların getirdiği alüvyonlarla oluşmuş verimli bir tarım alanıdır. Ovadaki tarım arazilerinin bir kısmı DSİ tarafından Eğirdir Gölü’nden yapılan pompajla, bir kısmı yeraltı su kaynakları ile bir kısmı da çevredeki dağlardan kaynağını alan küçük derelerden sağlanan sularla sulanmaktadır. Bu su kaynaklarıyla Isparta il merkezinin güney ve güneybatısında yer alan başta gül bahçeleri olmak üzere çok çeşitli ürünlerin üretildiği (elma, kiraz, vişne...) bahçeler sulanmaktadır. Asıl Isparta Ovası’ndan Aliköy’ün batısında Çaltepe, Toptaş Tepe, İncirli Tepe gibi alçak tepelerle ayrılan Atabey (Kuleönü-Bozanönü) Ovası, batı, kuzeybatı-doğu, güneydoğu doğrultuda, Gönen ile B.Gökçeli arasında 27 km, Gerges Çiftliği ile Bozanönü arasında 12 km uzunluğunda, 210 km2 alana sahip elips biçimli bir ovadır. Ortalama yüksekliği 950 m olan bu ova, kendi içerisinde halk tarafından çeşitli isimlerle adlandırılır (Gönen Ovası, Kızılova, Göndürle Ovası, İslamköy Ovası...vs.). Atabey Ovası’nda, önceleri kuru tarım alanları yaygın olarak bulunmakta iken, özelikle 1974 yılında DSİ tarafından gerçekleştirilen Atabey Ovası sulama projesinin tamamlanmasından sonra sulu tarım alanlarının oldukça fazla yer tuttuğunu görmekteyiz. Sulu tarım alanlarının içinde sebze alanları ve meyve bahçeleri oldukça fazladır. Gül, elma, vişne, kiraz yetiştiriciliği yanında buğday ve arpa üretimi de gerçekleştirilmektedir. Ovada sebze ve kavak üretimi oldukça yaygındır. Keçiborlu Ovası:Doğudan Söğüt Dağları, batıdan Kayı Dağı, kuzeyden Barla Dağı’nın güneybatı uzantıları ve güneyden de Burdur Gölü ile çevrili olan ova, Senir ve Keçiborlu ilçe merkezi arasında yer yer tepelik sahalarla yarılmıştır. Ova tabanı, Kılıç, Gölbaşı, Gümüşgün ve Keçiborlu yerleşmelerinin arasında kalmış, batı, doğu ve kuzeye dağ yamaçlarına doğru taraçalarla kademelenmiştir. Tahıl ürünlerinin geniş yer tuttuğu ovada, diğer önemli bir faaliyet de gül yetiştiriciliğidir. Isparta ili gül bahçelerinin 1/4’ünden daha fazlası burada dikilmiş durumdadır. Senirkent Ovası:Barla ve Kapı Dağları’nın kuzeyi ile Karakuş Dağları’nın güneyinde, Uluborlu ve Senirkent ilçeleri arazilerini içine alan bir graben durumunda olan Senirkent Ovası, batıdan doğuya doğru yaklaşık 30 km uzunluğunda, doğusundaki Eğirdir Gölü’ne doğru genişleyen bir görünüm arz eden tektonik kökenli bir ovadır. Ortalama 950 m yüksekliğe sahip olan Senirkent Ovası’nda yer alan tek akarsu Pupa Çayı’dır. Senirkent Ovası’nda 1976 ve 1979 yılında DSİ tarafından hizmete açılan Senirkent I. ve II. sulama projelerinin tamamlanmasından sonra ovanın çok büyük bir kısmı sulamaya açılmış ve önemli derecede ürün üretimi elde edilmeye başlanmıştır. Bu yıllardan önceki dönemde ise kuru tarım alanlarının ovada geniş yer tuttuğu görülmüştür. Tahıl ürünlerinin yerini başta meyve bahçeleri (elma, kiraz, vişne...vs.) olmak üzere şeker pancarı gibi sulu tarıma ihtiyaç duyan endüstri bitkileri çok daha geniş alanlarda üretilmeye başlanmıştır. Kumdanlı Ovası:Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde ortalama 930 m. yüksekliğindeki ve yaklaşık 50 km2.lik alana sahip olan Kumdanlı Ovası, NE-SW yönünde üçgen şeklinde, 12-13 km. uzunluğundadır. Ova tamamen alüvyonlardan meydana gelmiş ve alüvyon ortalama 100 m kalınlığındadır. Ova, Temmuz ve Ağustos aylarında tamamen kuruyan Hoyran Deresi ve kolları tarafından drene edilir. Kumdanlı Ovası, 1989 yılında sulamaya açılmış ve kuru arazilerinin önemli bir kısmı suya kavuşmuştur. Gelendost Ovası: Eğirdir Gölü’nün doğusunda, iki tarafı faylar ve fay diklikleri ile sınırlı bir grabene tekabül eden Gelendost Ovası, kuzeybatıda Kirişli dağı, güneyde ise Anamas Dağları ile sınırlıdır. Ortalama 45 km2lik bir alana sahip olan ova, 930 m yüksekliğe sahiptir. Gelendost Ovası, merkezi kısmı hariç 150-200 m kalınlığında alüvyonlardan oluşmuştur. Merkezi kısmı ise kuzey-güney yönlü bir antiklinal olan Aktepe yer alır. Ovayı Eğirdir Gölü’ne dökülen Özdere drene eder. Gelendost Ovası, 1983 yılında DSİ tarafından hizmete açılmış olan Gelendost sulama projesi ile sulu tarıma büyük ölçüde açılmıştır. Ş.Karaağaç Ovası: Beyşehir Gölünün kuzeyinde yer alan ovanın, kuzey ve kuzeybatısında Sultan Dağları, batısında Anamas Dağları, güneyinde ise Kızıldağ ve Karadağ bulunur. Ovanın drenajı, Deliçay ve kolları ile sağlanır. Ş.Karaağaç ovasının, Beyşehir Gölü’ne doğru bir uzantısı da Armutlu Ovası olarak adlandırılır. Ovanın bir kısmı, 1995 yılında hizmete açılmış olan Ş.Karaağaç sulama projesi ile sulanmaya başlamıştır. Boğazova: Eğirdir Gölü’nün güneyinde, kuzey-güney yönünde, aşağı yukarı 20 km. uzunluğunda ve 1.5-2 km. genişlikte Kovada depresyonu yer alır. Antalya ekseni üzerine yerleşmiş olan bu depresyon, tektonik kökenli bir polye veya bir koridor özelliği gösterir. Buraya yöresel ismiyle Boğazova denir. Bugün Boğazova’nın çok büyük bir bölümünde elma yetiştiriciliği yapılmakta olup, kiraz gibi bazı meyvelerin de üretimi gerçekleştirilmektedir. DAĞLAR Isparta ili oldukça engebelidir. İl sınırları içerisinde yaklaşık 3000 m.yi bulan oldukça yüksek dağlar bulunmaktadır. Bunlar genel olarak ifade edilecek olursa Batı Toroslar’ın Isparta uzantılarıdır. Antalya Körfezi’nin batısından ve doğusundan kuzeye doğru sokulan bu sıradağlar Isparta ilinin kuzeyinde daralarak, araştırma alanının kuzeybatısında Karakuş Dağları ve kuzeydoğusunda ise Sultan Dağları ismini almaktadır. İl alanını, Afyon ilinden ayıran Karakuş Dağları’nın güneye bakan yamaçları, Senirkent Ovası’nı kuzeyden kuşatmış, dalgalı düzlük ve tepelerden oluşmuştur. davra Isparta ilinin kuzeydoğusunda, Isparta ili ile Konya ilinin doğal sınırlarını oluşturan Sultan Dağları mermer, kuvarsit gibi başkalaşmış taşlardan meydana gelen paleozoik bir kütle olup, kuzeybatı güneydoğu doğrultuda, yaklaşık 100 m uzunluğunda, Karakuş Dağları’na göre biraz daha yüksek bir dağ kütlesidir. Isparta ilinin önemli yüksekliklerinden biri de Barla Dağı’dır. Senirkent Ovası ile Atabey Ovası arasında kalan Barla Dağı kütlesi, Uluborlu’nun batısından başlamak üzere doğuya doğru yükseltisi fazlalaşmakta, Gelincik Tepe’den sonra ise Eğirdir Gölü’ne doğru yükseklikler düşüş göstermektedir. Barla Dağında glasyal oluşumlar (Sirkler; Ayıyalağı ve Gelincikana sikleri, morenler) ve karstik oluşumlar (dolin, uvala, obruk, düden ve mağaralar) oldukça fazladır. Karstik oluşumlar (özellikle dolin ve obruk), çevredeki köylüler tarafından yayla olarak kullanılır ve buralarda hayvan yetiştirilir (Ortayazı Yaylası, Yassıören Yaylası, Kabaca Yaylası, Gönen Yaylası...). Barla Dağının batısında Uluborlu Obruğu, Peynir Obruğu, Senirkent Obruğu diye adlandırılan bazı çukurluklar yer alır. Isparta ilindeki diğer önemli bir yükseklik Davras dağıdır. Isparta Ovası’nın doğusunda yer alan Davras Dağı, mesozoik’e ait kalkerlerden oluşmuş ve faylarla parçalanmıştır. Batıda Isparta Ovası’na, doğuda Kovada depresyonuna doğru kademeli bir şekilde inmektedir. Kuzeybatıda Eğirdir Gölü’ne doğru Yürlük Dağı, batıda Küçük Davras, güneydoğuda Asacak Dağı gibi isimlerle adlandırılan Davras dağının en yüksek noktası, 2635 m ile Ulparçukuru Tepedir. Davras dağı üzerinde buzullar, sirkler ve morenler gibi glasyal ve tektono-karstik çukurluklar, dolinler, az da olsa lapyalar gibi karstik şekiller bulunmaktadır. Ağaçtan yoksun, boz renkli, heybetli görünüşü ile Davras dağındaki sirklerin üzerinde bulunan kalıcı karlar yöre halkı tarafından oldukça ilginç bir şekilde kullanılır. Davras dağının zirve kısımlarında yaylacılık yapılmaktadır. Davras dağının batısında, Davras dağından Dereboğazı Deresi ile ayrılan başka bir dağ kütlesi de Isparta Ovası’nın batı ve güneybatısında yer alan Akdağ’dır. Doğu-batı uzanışlı Akdağ’ın en yüksek zirve yüksekliği 2271 m.’dir. Yine Akdağ üzerinde Isparta şehrinin 5 km. güneybatısında Pliosen yaşlı volkanik bir kütle ve içindeki yer alan Gölcük isimli küçük bir krater gölü yer alır. Bu göl nedeniyle de buraya Gölcük volkanizması denilmektedir. Isparta ilindeki en geniş dağ kütlesi de Eğirdir Gölü-Kovada depresyonu ile Beyşehir Gölü arasında yer alan Anamas (Dedegöl) Dağları’dır. Arazi, Paleozoik’de teşekkül ettikten sonra Mesozoik boyunca Tetis jeosenklinalinde kalmış ve Mesozoik sonunda ilk alpin tektonik hareketlere uğramıştır. Miyosen’de subsidansa uğrayarak tekrar deniz tarafından işgal edilmiş, Pliosen ve Kuaterner’de topyekün olarak önemli ölçüde yükselmiştir.Bu yükselme devam etmektedir. Anamas Dağları, kuzey-kuzeybatı, güney-güneydoğu doğrultuda uzanmaktadır. Dağlar, kuzeyde 300-400 m.lik düzlükten sonra yükselir ve 2000 m.den sonra dalgalı bir düzlük görünümünü alır. Dağın en yüksek yeri 2992 m yükseklikteki Dedegöl Dağı’dır. Dedegöl zirvesi hem Anamas Dağları’nın hem de Batı Toroslar’ın en yüksek noktasıdır. Anamas Dağları’nda en geniş alan kaplayan formasyon Jura-Kretase devrine ait kireç taşlarıdır. Yine Dedegöl Dağı’nda genelde triyas dolomitik kireç taşlarından oluşmuştur. Anamas Dağları da diğer dağlarda olduğu gibi çeşitli mağaralar (Pınargözü, Zindan), lapya, dolin, uvala ve polyeler gibi irili ufaklı karstik şekiller ve glasyal şekillerden de sirkler (Poyraz, Çobankaya) yer almaktadır. Sütçüler ilçe merkezinin doğusunda Kuyucak Dağları, Gelendost Ovası’nın kuzeyinde, Eğirdir Gölü’nün doğusunda Kirişli Dağı, Eğirdir Gölü’nün güneydoğusunda Dulup Dağı, Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde Sürütme ve Kızıldağ'lar bulunmaktadır. PLATOLAR Isparta ilinde, alüvyal ovalar ile yüksek dağlar arasında akarsular tarafından yarılmış az eğimli, dalgalı düzlüklerin bulunduğu platolar yer almaktadır. İldeki en geniş plato alanı, Kumdanlı Ovası ile Gelendost Ovası’nın kuzey ve kuzeydoğusu ile Sultan Dağları arasında kalan kesimdir. Bu ovalar ile dağlar arasında az eğimli ve dalgalı yüzeylerden oluşan bir etek düzlüğü yer alır. Bu düzlük, Sultan Dağları’ndan gelen Köydere, Oku Çayı, Sücüllü Deresi, Karayer Dere, Harmanaltı Dere, Gökçek Dere, Buzacı Dere, Büğdüz Dere, Özdere ve bu derelerin kolları tarafından parçalanmışlardır. Isparta’da yetiştirilen buğday, arpa gibi tahıl ürünlerinin ve baklagillerden nohut üretiminin en fazla yapıldığı sahalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer plato da, Eğirdir-Kovada depresyonunun doğusunda, kuzeyde Yılanlı Dere vadisinin güneyinden başlamak üzere Sütçülerin güney ve doğusuna, Kuyucak Dağlarının batı yamaçlarına kadar uzanan sahadır. Bu saha, Kemer Dere, Gökpınar Dere gibi bazı vadiler tarafından parçalanmıştır. Bu plato sahasının kuzeyinde, Eğirdir Gölü’nün güneydoğusu ile Anamas Dağları arasında Sarıidris Dere tarafından parçalanmış bir plato daha vardır. Her iki sahada da büyük bir alan orman ve fundalıklarla kaplı olmasına rağmen yer yer kuru tarım alanları ile bulunmaktadır. İlin batısında Keçiborlu Ovası ile Söğüt Dağları arasında kalan saha da yine plato özelliği göstermektedir. Saha bazı kuru dereler tarafından parçalanmıştır. MAĞARALAR Orta Toroslar’ın batısında yer alan Göller Yöresi içinde bulunan Isparta ilinde, geniş bir alanda yüzeylenen Mesozoik yaşlı kireç taşları, mağara gelişimine en uygun birimleri oluşturmaktadır. Isparta il sınırları içinde MTA tarafından 28 mağaranın etüdü yapılmıştır. Pınargözü, Zindan ve Sorgun mağaraları, bu mağaraların en önemlilerindendir. Pınargözü Mağarası : Y.Bademli ilçe merkezi yakınında olup, Jura-Kretase yaşlı kireçtaşlarında oluşan bir fay üzerinde gelişmiştir. 1995 yılında yapılan uzun süreli araştırmalar sonucu ancak 16 km.’lik bölümü ölçülmüş olup, sonuna kadar henüz ulaşılamamıştır. İçerisinde büyük bir kaynak çıkmaktadır. Zindan Mağarası : Aksu ilçe merkezinin 2 km kuzeydoğusunda Aksu vadisi kenarında olup, toplam uzunluğu 760 m.dir. İçerisinde yaz-kış devamlı akan küçük bir dere vardır. Sorgun Mağarası : Aksu ilçesinin 10 km kuzeydoğusunda Sorgun yaylasında yer alır. Uzunluğu 302 m olan mağaranın içinde devamlı akan bir su ve değişik büyüklükte göller yer alır. Isparta ilinde bu mağaralardan başka; Aksu ilçesinde, Gümüşini, Erenler ve Cıv, Sütçüler ilçesinde, Kuz, Taşkapı ve Kadıdeliği, Ş.Karaağaç ilçesinde, Şahne, Salur, Öşekçi ve Güllü mağaralarının yanı sıra diğer ilçelerde de oldukça çok mağara bulunmaktadır. KANYONLAR Köprüçay Kanyonu : Türkiye’nin en uzun kanyonu olup, Sütçüler ilçesinin doğusunda K-G yönlü uzanmaktadır. Aksu ilçesinde başlayıp, Antalya’nın Serik ilçesi üzerinden Akdeniz'e kadar uzanan Köprüçay yaklaşık 50 km uzunluğundadır. Kanyon, Kesme (Sütçüler)-Yeşilbağ (Serik) arasında yaklaşık 20 km.lik kesimi oldukça dar ve derin (800 m) olması nedeniyle oldukça ilginçtir. Yazılı Kanyon : Sütçüler ilçesinin güneybatısında 10 km uzunluğundadır. Değirmendere çayı vadisi içinden geçerek Karacaören baraj gölüne ulaşır. Kanyonun yan duvarlarında Bizans dönemine ait ibadet yapılan bölümler ve yazılar bulunmaktadır. Bu yazıtlar dolayısıyla kanyona Yazılı Kanyon denilmiştir. Eğirdir’in güneyinde Camili Yayla, Aksu’nun kuzeyi ve kuzeydoğusunda Erigöz ve Sorgun yaylaları, Sütçülerin güneydoğusunda Sanlı Yayla, Kasımlar kasabası yakınındaki Tota Yaylası önemli yayla alanlarıdır. Bu yaylalar gerek bitki örtüsü ve doğal güzellikleri gerekse su kaynakları ve çeşitli ekonomik etkinliklerle oldukça ilgi çeken yörelerdir.
-
Isparta Hidrografyası GÖLLER Gölcük Gölü: Isparta’nın 5 km güneybatısında, İl merkezine 8 km mesafede bulunan Gölcük, deniz seviyesinden 1300 m yükseklikte olan bir krater gölüdür. Gölün etrafı 150-300 m kadar yükselen ve volkanik küllerle kaplı tepelerle sınırlıdır. Daire şeklindeki gölün çapı 1,5 km, derinliği ise 30 m.yi bulmaktadır. Göl, yağmur ve alttan kaynayan kaynak suları ile beslenmektedir. Gölcük ve çevresinde yapılan çalışmalarda yüzeyleme veren formasyonlar, tortul, ultramatik ve volkanik kayaçlar olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Ayrıca gölün suları, çevresindeki kumlu tepelerden sızarak Yakaören Köyü üzerinde Milas mesireliği kaynaklarını ve doğuda Dere mahallesi üstündeki Andır Deresi kaynaklarını oluşturmaktadır. Uzun yıllar şehrin içme suyu bu gölden sağlanmıştır. Şehrin içme suyunun büyük bölümü Eğirdir Gölünden sağlanmasına başlanmasıyla Gölcük’ten içme suyu alımı azaltılmış, su seviyesinin yükselmesi sağlanmıştır. Gölcük 1991 yılında tabiat parkı olarak tescil edilmiştir. Eğirdir Gölü: Batı Toroslar’ın orta kısmında bulunan Eğirdir Gölü, çevresindeki dağlık sahalar arasında, kuzey-güney doğrultusunda 50 km.lik bir mesafe dahilinde uzanmaktadır. Göl 1.5 ila 16 km genişliğinde olup, en dar yeri Kemer Boğazı diye adlandırılan Kel Tepe burnu ile Belbel Çiftliği arasında kalan kısımdır. 916 m rakımlı olan gölün derinliği 6-13 (16) m arasında değişmektedir. 468 km2 ’lik (1999 İstatistik Yıllığı, DİE.) alanı ile Türkiye’nin dördüncü büyük gölüdür. Eğirdir ve Kovada Gölleri’nin bulundukları depresyonlar tektonik menşeli polye özelliği göstermektedir. Planhol’e göre Eğirdir ve Kovada çanakları Neojen’den sonra teşekkül etmiş tektonik menşeli küvetlerdir ve karstik olaylarla işlenerek bugünkü şeklini almıştır. Yağış alanı, 3776 km2 olan gölün, yıl içerisindeki seviye değişimi yağışa bağlı olarak, yağışın fazla olduğu ve dağlar üzerindeki karların eriyerek, göle dökülen akarsuların debilerinin yükseldiği ilkbahar ayları göl seviyesinin yüksek olduğu aylar olup, Mayıs ayında en yüksek seviyeye ulaşır. Yaz aylarında artan buharlaşma, azalan yağışa bağlı olarak göl seviyesinde alçalma başlar. Gölün yıl içindeki seviye oynamaları ortalama 55 cm kadardır. Eğirdir Gölü, 1955-1956 yıllarında DSİ tarafından gerçekleştirilen proje ile gölün Boğazova’ya açıldığı yere bir regülatör yapılarak, buradan bir kanalla gölün suları Kovada Gölü’ne ulaştırılmıştır. Yine bu kanalla Kovada I-II elektrik santrallerinin su ihtiyacı da karşılanmaktadır. Eğirdir Gölü’ne bağlı olarak sulamaya açılan, Eğirdir Gölü etrafındaki ovaları iki kısımda toplayabiliriz. Birinci grupta hemen gölün çevresindeki Senirkent, Kumdanlı, Gelendost, Boğazova, Barla ve Bedre ovaları, ikinci grupta ise göle dökülen Yalvaç Dere çevresinde yer alan Yalvaç Ovası ile ayrı bir havzada yer alan Isparta ve Atabey ovaları yer almaktadır. 1970’li yıllardan başlamak üzere DSİ tarafından yapılan ve yapılmakta olan sulama projeleriyle yukarıda belirtilen ovalardaki kuru tarım alanlarının sulu tarım alanlarına dönüştürülmesi sağlanmış ve eskiye oranla çok daha büyük ekonomik gelir elde edilmeye başlanmıştır. 50.000 ha.dan daha fazla alanın sulandığı bu ovalarda başta meyvecilik olmak üzere önemli gelir getiren tarım ürünleri yetiştirilmeye ve buna bağlı olarak da halkın refah seviyesi önemli ölçüde yükselmeye başlamıştır. Suları hiçbir zaman bulanmayan Eğirdir Gölü’nde ayrıca balıkçılık da yapılmaktadır. Levrek, çiçek, çapak ve ıstakoz gölde bulunan en önemli su ürünleridir. Kovada Gölü: Boğazova’nın güney ucunda, 10 km uzunluğunda ve 2-3 km genişliğinde bir göldür. Kovada Gölü karstik çöküntülerden meydana gelmiş, oldukça sığ olup, en derin yeri 5-6 m.dir. Eğirdir Gölü’nden gelen fazla sular bir kanalla Kovada Gölü’ne akmaktaydı. Fakat son yıllarda artan su ihtiyacı nedeniyle Eğirdir Gölü’nden kanalla gelen su, Kovada Gölü’ne girmeksizin Kovada Çayı’na verilerek, Kovada I. ve II. santrallerinde kullanılmaktadır. Bu ise gerek gölün gerekse göl çevresinde 1970 yılında ilan edilen Milli Park alanının dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Eğirdir Gölü’nden gelen kanaldan çevresindeki sebze ve meyve bahçelerinin su ihtiyacı giderilmektedir. Beyşehir Gölü: Batı Toroslar’ın doğu kesiminde kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu Anamas dağlarının doğusunda yine aynı şekilde uzanan Beyşehir Gölü tektonik kökenli bir çukurluğun sularla dolması sonucu oluşmuştur. 656 km2 (1999 İstatistik Yıllığı) alanı ile Türkiye’nin üçüncü büyük gölüdür. Uzunluğu 45 km, genişliği ise 13-25 km arasında değişmektedir. Gölün suları bir gidegen vasıtasıyla kısmen Suğla Gölü’ne geçer. Diğer göllerde olduğu gibi, Beyşehir Gölü’nden de tarım alanlarının sulanması için faydalanılmaktadır. Eğirdir, Kovada, Beyşehir Gölleri aynı zamanda önemli balıkçılık alanlarıdır. Buralardan kontrollü bir şekilde avlanma yapılmaktadır. Burdur Gölü de Isparta’ya komşu bir göldür. Sularının dışarıya akıntısı olmaması nedeniyle suyu tuzludur. Bu nedenle göl suları kullanılmamaktadır. BARAJLAR Bir akarsu yatağında akıntıyı keserek, geride suyu kabartmaya, toplamaya yarayan dayanıklı yapılara baraj denir. Isparta ilinde, dört baraj gölü bulunmaktadır. Bunların üçü (Uluborlu, Yalvaç ve Sorgun) il sınırları içerisinde, biri de Burdur-Isparta il sınırında bulunan Karacaören baraj gölüdür. Uluborlu Barajı: Uluborlu ilçe merkezinin güneybatısında Pupa Çayı üzerinde kurulmuş kaya dolgu tipinde yapılmış bir barajdır. 110 ha alana sahip olan baraj, 1984 yılında hizmete açılmıştır. Şalgamlık, Karatavuk ve Kuruçay’ın sularının toplanmasıyla oluşmuştur. Toplam hacmi 21.300 hm3 olan baraj, sulama ve taşkın önleme amacıyla inşa edilmiştir. Direk olarak dip savakları sulama kanallarına bağlı olan baraj, Uluborlu ilçesinde oldukça önemli bir tarım alanını sulamaktadır (1882 ha). Burada meyvecilik ön plana çıkmakta ve özellikle kiraz, elma ve vişne bahçeleri sulanmaktadır. Yalvaç Barajı: Yalvaç ilçesi Sücüllü kasabasının kuzeyinde Sücüllü (Kuruçay) çayı üzerine 1973 yılında kurulan baraj, esas olarak sulama amacıyla inşa edilmiştir. 83 ha alana ve 8.90 hm3 hacme sahip olan baraj, daha önceleri tamamen kuru tarım yapılan sahada, yaklaşık 2000 ha alanda sulu tarım yapılmasına imkan sağlamıştır. Sorgun Barajı: Aksu-Yılanlı projesi kapsamında yapılmış olan Sorgun Barajı Aksu ilçe merkezinin kuzeyinde bulunmaktadır. 91 ha alana sahip olan baraj, Sorgun Deresi üzerinde kurulmuştur. Taşkın önleme ve sulama amacıyla inşa edilmiştir. Bu proje ile Aksu-Yılanlı ovasında 3207 ha alan sulanmaktadır. Karacaören Barajı: Aksu ırmağı üzerinde 1989 yılında inşası tamamlanan baraj, sulama, taşkın önleme ve enerji üretimi amacıyla kurulmuştur. 1234 hm3 hacmi ve 4550 ha toplam alana sahiptir. Toplam alanın 2383 ha.ı Isparta il sınırlarında yer alır. Sütçüler ilçesinin Çandır, Melikler, Şeyhler gibi köylerinin ve çevredeki tarım alanlarının su kaynağı Karacaören baraj gölüdür. AKARSULAR Isparta’daki akarsular, Aksu ve Köprü Irmağı haricinde genelde yaz aylarında kuru ya da çok az bir şekilde akış gösterirler. Akarsuların debisi en çok yağışlar ve eriyen kar suları nedeniyle kış aylarından başlamak üzere ilkbahar mevsiminde Mart ve nisan Aylarında azami seviyelere ulaşır. Bu aylarda sağanak yağışların etkisiyle sel karakterindedirler. Suları Eğirdir Gölü’ne dökülen, Senirkent Ovası’nın ortasında akan Pupa Çayı, Sultan Dağları’ndan doğan ve Kumdanlı Ovası’nın içinden akan Köydere (Hoyran), yine kaynaklarını Sultan Dağları’ndan alan Yalvaç üzerinden Gelendost Ovası’nı geçen Özdere, Eğirdir Gölü’nü güneyden besleyen Kocadere en önemli akarsulardır. Yine Isparta ilinde Beyşehir Gölü’ne dökülen en önemli akarsu bir kanal içinde akan ve göle kuzeyden karışan Eğriçay ile Y.Bademli’nin güneyinden göle dökülen Hızar Deresi’dir. Keçiborlu’nun kuzeyinden Burdur Gölü’ne dökülen diğer bir akarsu da Keçiborlu Deresi’dir. Bu derelerden başka yörede yer alan bir çok dere ve çay vardır ki bunlar genellikle belli dönemler dışında kuru karakterdedirler. Yöredeki bazı akarsular, kış ve ilkbahar aylarında taşkınlar yaparak, tarım alanlarına zarar vermektedir. Örneğin; Pupa Çayı yatağının dar ve sığ olması nedeniyle çiftçiler tarafından çay kenarına seddeler yapıldığı halde taşmakta ve tarım alanları bir süre su altıda kalmaktadır. Normal yatağında aktığı dönemde ise su motorları ile su pompalanarak, tarım alanları sulanmaktadır. Yine Aksu ırmağının kaynağını oluşturan Darı Deresi, Isparta Çayı çevresindeki bahçelikler suya kavuşmaktadır. Isparta ilinde doğduktan sonra sularını Akdeniz’e kadar ulaştıran Aksu ve Köprü Irmağı ise debileri en yüksek akarsulardır. Aksu Irmağı 1343 hm3/yıl; Köprü Irmağı 555 hm3/yıl il çıkışı toplam ortalama akışa sahiptir. Aksu kaynağını Akdağ’dan alan Dereboğazı deresi, Ağlasun Çayı, Kovada Çayı, Değirmen Dere gibi çayları kendine katarak, Karacaören Barajına, oradan da Akdeniz’e ulaşır. Kaynaklarını Anamas Dağları’ndan alan Köprü Irmağı da bir çok çayı alarak, yine Akdeniz’e dökülmektedir.
-
COĞRAFİ YAPI Coğrafi Konum Isparta ili, Akdeniz Bölgesi’nin kuzeyinde yer alan Göller bölgesinde yer almaktadır. İl, 300 20’ ve 310 33’ doğu boylamları ile 370 18’ ve 380 30’ kuzey enlemleri arasında bulunmaktadır. 8.933 km2’lik yüzölçümüne sahip olan Isparta ili, kuzey ve kuzeybatıdan Afyon ilinin Sultandağı, Çay, Şuhut, Dinar ve Dazkırı, batıdan ve güneybatıdan Burdur ilinin Merkez, Ağlasun ve Bucak, güneyden Antalya ilinin Serik ve Manavgat, doğu ve güneydoğudan ise Konya ilinin Akşehir, Doğanhisar ve Beyşehir ilçeleri ile çevrilmiştir. Rakımı ortalama 1050 metredir. Jeolojik Yapı Isparta ilinin kuzeydoğu ve güneydoğusundaki dar alanlarda I. zaman, çok geniş bir alanda yayılım gösteren II. zaman ve alanın doğu sınırı dışında il sınırlarına yakın kesimlerde yoğunlaşan III. zamana ait kayaçlara rastlanmaktadır Jeolojik konumu bakımından, Isparta Büklümü’nün ortasında yer alan Isparta ili - Merkez ilçesi, bölgesel tektonikten önemli ölçüde etkilenmiş olan II. zaman ve III. zamana ait yapı üzerinde bulunmaktadır . İlçenin tamamına yakın kesimlerinde, ofiyolitik bir temel yer almaktadır. Bu temel ile birlikte, yer yer ofiyolit kütleleri arasında ve üzerinde bulunan Triyas-Jura yaşlı derin denizel kayaç istifleri ile II. zamanın büyük bir bölümünü kapsayan sıkıştırılmış bir karbonat kayaç (kireçtaşı ve dolomit) istifi bulunmaktadır. İlçenin batı bölümünde denizel kırıntılı ve karbonat kayaç istifleri görülmektedir. İlçenin güneydoğu kesimlerinde, miyosen yaşlı sığ denizel kırıntılı kayaçlar, altta bulunan daha yaşlı kayaç istifleri üzerinde gelişen engebeli bir erozyonal yüzeyi örtmektedir. III. zaman sonunda bölgede faaliyet gösteren karasal volkanizmanın ürünleri olan volkanit ve piroklastik kayaç serileri ise ilçenin batı-güneybatı bölümünde bulunmaktadır. Merkez ilçe sınırları içerisindeki en genç oluşum ise günümüzde de halen çökelimi süren ve Isparta-Atabey Ovası’nda yayılım gösteren IV. zaman alüvyonlardır Gönen ve Atabey ilçeleri, jeolojik bakımdan diğer ilçelere göre daha genç bir zemin üzerinde yer almaktadır. İlçelerin kuzeyinde III. zamana ait denizel kırıntılı ve karbonat kayaçlarla, karasal kökenli kayaç istifleri bulunmaktadır. Güney kesimlerinde ise, kuaterner yaşlı alüvyonlar Isparta ve Eğirdir Gölü’ne kadar uzanan geniş bir alüvyon ovasının bir bölümünü kaplamaktadır Isparta’nın Keçiborlu ilçesi, ofiyolitik kayaçlar ve II. zamana ait derin denizel karbonat kayaç yüzeyleri içermesine karşın çoğunlukla alt tersiyer yaşlı denizel ve karasal kayaç istifleri ile kuaterner çökellerinden oluşan bir jeolojik zemin üzerinde bulunmaktadır. Eosen-Oligosen göl çökelleri ile ilçenin Burdur ve Isparta’ya doğru uzanan geniş bir kuşak içerisinde yer alan IV. zaman alüvyon çökelleri gözlenmektedir Isparta ilinin kuzeybatısında yer alan Uluborlu, temelde II. zamana ait denizel karbonat kayaç istiflerinin yaygın olarak gözlenmektedir. İlçenin en genç kayaçları ise ilçe merkezinin de üzerinde bulunduğu D-B doğrultulu Hoyran Gölü ve Senirkent’e uzanan IV. zaman alüvyon çökellerinden oluşmaktadır Uluborlu’nun doğusunda bulunan Senirkent, Mesozoyik yaşlı denizel karbonat kayaç istiflerinin yaygın olarak gözlendiği temel üzerinde, ilçe merkezinin de üzerinde bulunduğu D-B doğrultulu Hoyran Gölü’ne kadar uzanan IV. zaman alüvyon çökelleri yörenin en genç kayaç istifidir .Senirkent’in kuzeydoğu komşusu olan Yalvaç’ın doğusunda, Sultandağları’nın bir bölümüne karşılık gelen ve kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu olarak yayılım gösteren I. zaman yaşlı şistler, yörenin en yaşlı jeolojik kayaçlarını oluşturmaktadır. Eğirdir Gölü’ne açılan IV. zaman akarsu alüvyon çökelleri tarafından kesilen III. zaman sonu kömürlü karasal çökelleri engebeli bir topografya üzerinde uyumsuz olarak yer almaktadır Eğirdir ilçesi, güneyinde yer alan II. zamana ait derin denizel çökel istifleri ile ofiyolik kayaçların çoğunlukta olduğu karbonat kayaç serilerinden oluşan engebeli topografya oluşturan kısmen yaşlı bir temel üzerinde kuzey-güney doğrultulu bir ova içerisinde çökelen IV. zaman alüvyon çökellerini taşıyan bir jeolojik dağılıma sahiptir Eğirdir Gölü’nün doğusunda yer alan Gelendost ilçesi, güneyden kuzeye doğru gençleşen bir stratigrafik istife sahiptir. İlçenin güneyinde, III. zaman karbonat kayaçlar, kuzeyinde ise engebeli alanlar halinde ortaya çıkan ofiyolitler ve karasal çökeller bulunmaktadır. Yörenin batısından kuzeydoğu yönüne doğru uzanan IV. zaman akarsu alüvyon çökelleri ilçenin en genç birimleridir Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde bulunan Ş.Karaağaç ilçesi, I. zamandan III. zamana kadar değişen çeşitli kayaç topluluklarını kapsayan bir alanda yer almaktadır. İlçenin kuzeydoğu kesiminde, kuzeybatı-güneydoğu yayılımlı I. zamana ait şistler bulunmaktadır. Metamorfitler, yörenin Beyşehir Gölü’ne doğru olan orta kesimlerde aynı doğrultuda uzanan ofiyolitik kayaçlarla birlikte temelde bulunmaktadır. III. zaman karbonat kayaçları, yöredeki topografik yükselimleri oluşturmaktadır. İlçenin kuzey kesiminde bulunan ovalarda oluşan IV. zaman alüvyonları, yörenin genç kayaç örtüleridir Ş.Karaağaç güneyinde yer alan Aksu ve Y.Bademli ilçelerinin büyük bölümünü II. zamana ait karbonat kayaçlar kaplamaktadır. Sadece Y.Bademli’nin Beyşehir Gölü’ne kıyısı olan doğu bölümünde yer alan III. zaman çökellerine ait kalıntılar ve göle açılan IV. zaman akarsu alüvyonları gözlenmektedir. Isparta ilinin güneyinde yer alan Sütçüler ilçesinde, içerisinde I. zaman yaşlı bloklarının da yer aldığı II. zaman ait ofiyolitik kayaç kütleleri ile Kretase yaşlı kalın karbonat istifleri geniş alanlarda yayılım gösterirler. Isparta ilinde Paleotektonik ve Neotektonik döneme ait tektonik etkilerle oluşan tektonik hatlar bulunmaktadır. Isparta - Merkez, Eğirdir, Gelendost, Yalvaç, Ş.Karaağaç, Aksu, Y.Bademli ve Sütçüler ilçeleri sınırları içerisinde çoğunlukla alt mesozoyik derin denizel çökel katkılı ofiyolitik kayaç kütleleri ile mesozoyik yaşlı çeşitli karbonat serileri arasında sınır oluşturmaktadır. Bu bindirme-nap sisteminin yerleşiminin son evresi ve sonrasında, bir kısmında günümüzde de hareketliliğin devam ettiği izlenen (deprem verileri ile) kuzey-güney, kuzeydoğu-güneybatı ve kuzeybatı-güneydoğu yönlü ve çoğunlukla yanal atımlı fay sistemleri gelişmiştir. Isparta Açısı’nın (Isparta Büklümü) doğu kanadını oluşturan Ş.Karaağaç, Aksu, Gelendost ve Yalvaç ilçe sınırları içerisinde kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu bindirmeler bulunmaktadır. Neotektonik dönemde bölgede gelişen kuzey-güney sıkışması nedeni ile ortaya çıkan kuzey-güney doğrultulu ovaları oluşturan normal faylar, Eğirdir ve Sütçüler ilçelerinde yer almaktadır. Fay gölleri olan Eğirdir, Hoyran, Burdur ve Beyşehir göllerini sınırlayan veya kesen ve çoğunlukla geç alpin tektonik dönemini yansıtan kırık takımları ise bölgesel sıkışma ve makaslama kuvvetleri sonucunda oluşan kuzeybatı-güneydoğu, kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu yanal atımlı fay takımları halinde Isparta-Merkez, Keçiborlu, Uluborlu, Senirkent, Eğirdir, Gelendost ve Ş.Karaağaç yörelerinde yaygındır. Deprem üretmeleri nedeniyle bu faylardan bir kısmının halen aktif oldukları belirlenmiştir. Burdur Gölü doğusunu sınırlayan ve Bucak’a kadar uzanan kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu ve gölü öteleyen kuzeybatı güneydoğu doğrultulu faylar üzerinde yoğunlaşan deprem verileri, bu yanal atımlı fayların günümüzde de aktif olduklarını göstermektedir. Isparta-Merkez ilçesinde Kayıköy fayı, Eğirdir fayları, ve Yalvaç fayı, bilinen diğer deprem üreten yanal atımlı faylardır. Sütçüler’de de yakın zamanda kaydedilen deprem verileri, kuzey-güney doğrultulu olduğundan bu doğrultuda uzanan ovaları sınırlayan normal faylarda da hareketliliğin sürdüğü anlaşılmaktadır. Toprakların Dağılımı İklim, topoğrafya, bitki örtüsü ve zamanın etkisi ile Isparta ilinde çeşitli büyük toprak grupları oluşmuştur. Büyük toprak gruplarının yanı sıra toprak örtüsünden ve profil gelişmesinden yoksun, bazı arazi tipleri de görülmektedir. Toprak alanları dışında, Isparta ili toplam alanının yaklaşık %24.2 ‘si de çıplak kaya ve molozluklar ve su yüzeyleri ile kaplıdır. Yeraltı Kaynakları Isparta ili, belirli yörelerde halen işletilen veya işletilebilir potansiyele sahip ekonomik değerde ve günümüz teknolojileriyle üretim imkanı bulunmayan (ekonomik olmayan) değerde metalik maden, endüstriyel hammadde ve enerji hammadde kaynakları bakımından çeşitli kaynaklara sahiptir (Şekil 4). Bu kaynaklar, günümüz bilim ve teknolojilerine dayalı olarak yapılacak araştırmalar doğrultusunda artırılabilecektir. Kükürt Türkiye’nin ilk ve en zengin kükürt yatakları Keçiborlu ilçesinde yer almaktadır. Volkanik kökenli olan kükürt yatakları ofiyolitik karışık, Akdağ kireçtaşları, altere andezitler ile andezitik tüfler içerisinde düzensiz kütleler ve ağsal damarlar biçiminde yerleşmiştir. 1900’lü yıllardan beri bu zamana kadar 3.461.894 ton tuvenan kükürt üretimi yapılmıştır. Günümüzde 2.231.190 ton rezervi bulunan ve Etibank tarafından işletilen Keçiborlu kükürt yatakları düşük tenörlü rezervleri ve ekonomik nedenlerden dolayı 1994 yılında zarar ettiği için kapatılmıştır. Kömür Isparta ilinde Eğirdir ve Yalvaç ilçelerinde özel şirketler tarafından işetilen kömür yatakları bulunmaktadır. Eğirdir ilçesinde, linyit yatakları Kovada Gölü’nün 1 km. güneyinde Akbelenli köyü civarındadır. Yalvaç ilçesinde ise Yukarıkaşıkara kasabası ve Yarıkkaya köyleri dolaylarında linyit yatakları bulunmakta ve zaman zaman işletilmektedirler. Pomza Gölcük kraterinin volkan bacasından çıkan küllerin sulu bir yüzeye düşerek ani soğumaya uğramasıyla içinde gaz boşlukları olan taşlar oluşmuştur. Bu taşlara pomza taşı adı verilmektedir. Pliyosen yaşlı, piroklastik düzeyler içerisinde yer alan Gölcük pomza yatakları, kilometrelerce karelik geniş bir yayılım göstermişlerdir. Pomza yataklarının kalınlığı 2-16 m. arasında değişirken, rezervi 157 milyon ton olarak hesaplanmıştır. Gölcük krater gölü çevresine yayılan pomza yatakları, Binbirevler Mahallesi civarında kurulan Isparta Belediyesine ait ISBAŞ adlı fabrikada, briket olarak mamul hale getirilmektedir. Tras İşletilmekte olan tras yatakları Isparta-Antalya karayolunun 11. km.’sinde Sav kasabası yakınlarında, halk arasında köfke denilen materyal temelde tüflerden meydana gelmiştir. 30 milyon ton rezervi tahmin edilen tras yatakları, GÖLTAŞ Çimento tarafından çimento hammaddesi olarak kullanılmaktadır. Barit Ş.Karaağaç ilçesinde bulunan barit yatakları, Türkiye’nin en önemli barit yataklarındandır. Hidrotermal kökenli olduğu savunulan bu yataklar 1973 yılından bu yana Etibank ve özel sektör tarafından işletilmektedir. Toplam 170 milyon ton rezerve sahip olan barit yatakları tenörü % 30’lardan % 90’lara ulaşmaktadır. Çıkarılan baritler, Etibank başta olmak üzere Başer Madencilik, Yılmaz Kalkır gibi işletmeler tarafından mamul hale getirilmektedir. Kum ve Çakıl Yatakları Isparta’da Atabey, Senir, Yakaören, Sav, Kılıç, Yassıören gibi birçok yerde kum ve çakıl ocakları yer almaktadır. Özellikle Atabey (Akçadere), Kılıç kasabası yatakları en kaliteli yataklardır. Belediyeler ve bazı özel teşebbüsler tarafından işletilen yataklardan yöre ihtiyaçları karşılanabilmektedir. Kireç taşı ve Kil yatakları Isparta-Keçiborlu karayolunun 13. km.sinde Yassıdağ, Isparta-Sav yoluna yakın Minasın, Yalvaç (Kaşıkara) kil ve kireçtaşı yatakları, gerek Göltaş çimento fabrikasının, gerekse Isparta’da yer alan tuğla fabrikalarının ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Yapıtaşları Isparta Merkez Direkli Andezitleri, temel taşı, bahçe duvarı ve inşaatlarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Rezerv çalışması yapılmamasına rağmen milyarlarca m3 yapı taşı bulunduğu tahmin edilmektedir. Ş.Karaağaç Göksöğüt, Yalvaç Koruyaka köylerinde bahçe duvarı ve bina yapımında kullanılan taşlar çıkarılmaktadır. Gölcük krater gölü çevresinde de zengin taş ocakları vardır. Mermer Isparta ilinde Gökçebağ çevresinde bej renkli, Belence yakınlarında siyah renkli mermer yatakları bulunmaktadır. Bu mermerler Isparta Merkez ilçede yer alan Modülmer, Gölmer gibi bazı işletmelerce kullanılmaktadır. Ayrıca il sınırları içinde Bayat, Büyükgökçeli, Bademli, Balkırı ve Keçiborlu dolaylarında da bej renkli bazı mermer sahaları bulunmaktadır. Krom Eğirdir ilçesi Bağıllı-Ayvalıpınar dolayında 49 km2 alan kaplayan harzburijt, dunit, piroksenit ve diyobaz dayklarından oluşmuş krom cevherleşmesi, % 35-47 arasında Cr2O3 tenörüne sahiptir. Yörede 30 ayrı noktada 100 bin ton muhtemel rezerv tahmin edilmiştir. Ayrıca Aşağıkaşıkara’nın kuzeybatısında eosen yaşlı kromit cevherleşmesi de bulunmaktadır; ayrıca Isparta ilinde, Gölbaşı (Gönen) Göktaş (Eğirdir) köylerinde arsenik, Eğirdir’in Havutlu ve Bağıllı köyleri dolaylarında manganez, Ş.Karaağaç ilçesinde Yassıbel-Muratbağı ve Yalvaç (Sücüllü)’de demir-alüminyum yatakları bulunmaktadır. Doğal Afetler Türkiye’nin deprem riski dağılım haritasında genel olarak birinci derecedeki deprem kuşağı üzerinde yer almaktadır Isparta, Isparta-Dinar-Çivril-Uşak deprem hattı üzerindedir (Şekil 5). Sadece Sütçüler ve Y.Bademli ilçelerinde ikinci derece ve Sütçüler’in doğu sınırındaki dar bir alanda üçüncü derece deprem riski taşıyan bir dağılım bulunmaktadır. Ancak bölgesel kırık sistemleri içerisinde aktif oldukları belirlenen faylar yanında, deprem kayıt istasyonlarının yetersizliği nedeniyle yeterli kayıt alınamadığından özellikle Isparta güneyi ve doğusuna ait verilerde eksikler vardır. Deprem kayıtlarına ilişkin veri artışı ile bölgesel yer hareketlerinin ve depremlerin daha sağlıklı izlenmesi mümkün olacaktır. Isparta ili ve civarında tarih içinde bir çok deprem meydana gelmiştir. 03-05 Mayıs 1875 tarihlerinde 6.9, 02-14 Mayıs 1890 tarihlerinde 5.2, 1901 yılında 6.4 büyüklüğünde çeşitli depremler olmuştur. Bu tarihsel depremler içinde en fazla can kaybı ve hasara neden olanı ise 03 Ekim 1914 tarihinde 7.1 büyüklüğünde meydana gelen depremdir. Bu deprem başta Isparta olmak üzere Burdur, Dinar, Gönen ve Atabey ilçelerinde ve deprem merkezine yakın diğer bir çok yerleşim merkezinde oldukça etkili olmuştur. 1914 depreminde 2000’den fazla kişi ölmüş ve 10.000 civarında aile evsiz kalmıştır. 1914 yılından sonra meydana gelen onlarca depremden bazıları ise; 1925’te 5.9, 1933’te 6.0, 1971’de 5.5, 1995’te 6.0 büyüklüğündeki depremlerdir. İl sınırları içerisinde çoğunlukla alt tersiyer, neojen ve kuaterner yaşlı denizel veya karasal ince kırıntılı kayaçlardan oluşan killi jeolojik zeminlerinin yaygın olduğu alanlar yanında; sistematik faylar arasında gelişen dik yamaçlı çökelim alanlarında, alanı sınırlayan faylanma yüzeylerinde gelişen birikinti konisi ve alüvyon yelpazeleri üzerinde veya önlerinde kurulmuş bulunan yerleşim alanlarını bekleyen en büyük doğal afet tehlikelerinden biri heyelandır. Senirkent ilçesinde 1995 yılında yaşanan heyelan felaketi ile bir kez daha bu konuda tehlike uyarısı veren yörelerin ve heyelana elverişli zeminlerin belirlenmesi ve önlem alınmasının önemi anlaşılmıştır. Senirkent ilçesinde 1995 yılında meydana gelen çamur akması (feyezan) sonucunda 74 kişi hayatını kaybetmiştir. Aynı yerde 1996 yılında ikinci kez çamur akması (feyezan) afeti meydana gelmiştir. Bu afetler sonucunda Senirkent ilçe merkezinde toplam 188 afet konutu yapılarak, hak sahiplerine teslim edilmiştir. Sütçüler ilçesinde 1995 yılında meydana gelen dolu yağması sonucunda 11’i ilçe merkezi, 1’i Yeniköy’de olmak üzere toplam 12 afetzedenin evleri hasar görmüştür. Bayındırlık ve İmar Bakanlığınca 12 afet konutu yatırım programı çerçevesine alınarak, ihale aşamasına gelmiştir. Boğazköy’deki derenin taşması sonucu yolcu taşımacılığı yapan bir otobüsün sele kapılması sonucunda 6 vatandaş hayatını kaybetmiştir. Isparta İlinin İklimi Isparta yöresi, kış aylarında İzlanda alçak basıncının Balkanlar üzerinden ve Orta Akdeniz'e inerek, ılımanlaşmış şeklinden etkilenir. Kış aylarında kuru soğukların sebebi olan Sibirya yüksek basıncı zaman zaman bölgeye kadar sokulmaktadır. Ayrıca kış aylarına geçiş dönemlerinde Kuzey Afrika üzerinden gelen tropikal hava kütlelerinin etkisi gözlenir. Yaz aylarında ise Basra alçak basınç sistemi ve Azor yüksek basınç sisteminin etkili olduğu görülür. Isparta ili uzun süreli gözlemlerin klimatolojik olarak incelenmesi sonucunda, Akdeniz iklimi ile Orta Anadolu’da yaşanan karasal iklim arasında geçiş bölgesinde yer almaktadır. Bu nedenle il sınırları içinde her iki iklimin özellikleri gözlenir. Akdeniz kıyılarında görülen sıcaklık ve yağış özellikleri ile karasal iklimin düşük sıcaklık ve düşük yağış özellikleri tam olarak gözlenmez. İlin güneyinde (Sütçüler) Akdeniz, kuzeyinde (Ş.Karaağaç, Yalvaç) ise karasal iklimin özellikleri gözlenir. İl merkezinin uzun yıllar sıcaklık ortalaması 12.0 0C’dir. Yılın en soğuk ayları Ocak-Şubat ayları olup, günlük ortalama sıcaklıkları 1.7-2.7 0C arasındadır. En sıcak aylar olan Temmuz-Ağustos aylarında günlük ortalama sıcaklıkları ise 22.9- 23.2 0C arasındadır. İlde yaşanan en yüksek sıcaklık 28. 07.2000 gününde 38.0 0C, en düşük sıcaklık ise 03.02.1974 gününde ölçülen -21.0 0C’dir. Gün içindeki sıcaklık farkları, yaz aylarında kış aylarına göre daha yüksektir. İlin ortalama yıllık yağış toplamı 551.8 kg/m2’dir. Yağışların büyük kısmı kış ve bahar aylarında (%72.69) olmaktadır. Yaz ve sonbahar ayları ise oldukça kurak (toplam yağışın %29.31) geçmektedir. Yağışlar genellikle yağmur, kış aylarında ise zaman zaman kar, bahar ve yaz aylarında ise sağanak yağışlar şeklinde gözlenir. İl içindeki yağış dağılımında ise güneyden, kuzeye çıkıldıkça, yıllık yağış toplamları azalmaktadır. İl coğrafik yapısı nedeniyle dağ-vadi meltemlerinin etkisinde kalmaktadır. Orta Akdeniz üzerinden gelen alçak basınç sistemlerinin önünde güneyli yönlerden kuvvetli rüzgarlar, zaman zaman fırtınalar görülür. Bahar aylarında görülen orajlı kararsızlık yağışlarıyla birlikte kuvvetli rüzgarlar gözlemlenir, uzun yıllar ortalama hızı 2.1 m/sn’dir. Rüzgar hakim yönü ise güneybatıdır. Ortalama fırtınalı günlerin sayısı 4.9, kuvvetli günlerin sayısı ise 51.2 gündür. Bitki Örtüsü ve Yaban Hayatı Isparta ili arazisinin yarısına yakın bir kısmı ormanlardan oluşmaktadır. Bu alanlar içinde verimli orman ağaçlarının yanı sıra fundalık ve çalılık alanlara da karşılaşılmaktadır. Bu araziler dışındaki alanlarda ise bitki örtüsü otlardır. Aksu Vadisi boyunca Davras dağı eteklerine kadar, Akdeniz sahillerinin tipik bitkilerinden olan zeytin, mersin gibi ağaçlara rastlanır. Davras dağının güney eteklerinde sedir ağaçları da bu bitki topluluklarına katılır. Isparta’da 1500 m. yükselti kuşağına kadar, Akdeniz’e özgü maki türü ağaççıklarla birlikte, meşenin egemen olduğu yapraklı ormanlar bulunur. Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde, Gelendost-Yalvaç arasında, Afşar yöresinde, Isparta-Ağlasun arasında ve Sütçüler bölgesinde yer yer iyi koru niteliği gösteren yapraklı ormanlar geniş alanlar kaplar. Yapraklı ormanlar üzerinde 1700-1800 m.lere kadar kızılçam, karaçam, sedir ve ardıç gibi ibreli ağaçlardan oluşan ve özellikle ilin güneyinde çok iyi koru özelliği gösteren, iğne yapraklı ormanlar yayılmıştır. Bu ağaçlardan başka buralarda yer yer köknar ağaçlarına da rastlanmaktadır. Kızılçam ve karaçamdan sonra ilde en çok alan kaplayan ağaç Torosların temel ağacı olan sedir, olumsuz insan etkileri nedeniyle daralmıştır. Sedir ormanları, ancak Davras dağı eteklerinde, Barla-Senirkent arasında ve yüksek dağların doğu ve kuzey yamaçlarında yayılım göstermiştir. Asli Orman Ağaçları: Isparta Orman Bölge Müdürlüğü ormanlarında kızılçam, karaçam, sedir, göknar, ardıç, sarıçam (Gölcük Tabiat Parkında) gibi ibreliler ile meşe, çınar, kızılağaç, akasya, dişbudak, kestane ve sığla gibi yapraklı türler bulunmaktadır. Diğer Orman Ağaç ve Ağaççıkları: Pırnal Meşesi, kermes meşesi, akçaağaç, akçakesme, kocayemiş, zeytin, keçiboynuzu, defne ve mersin ağaç türleri yörede bulunmaktadır. Otsu Bitkiler: Kekik, adaçayı, sistuslar, ladenler, katırtırnağı, çayır ve mera bitkileri en çok görülen bitki türleridir. Isparta ili, yabani hayvan türleri bakımından zengin bir yörede yer almaktadır. İldeki yaban hayvanları arasında yaban domuzu, sansar, porsuk, tilki, tavşan, sincap, kurt, karaca, alageyik, dağ keçisi, ayı ile kuş türlerinden yaban ördeği, keklik, çulluk, saksağan, sülün ve kaz sayılabilir. Isparta’daki tatlı sularda ise levrek, sazan, çiçek ve ıstakoz bulunmaktadır. Isparta Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Başmühendisliği sınırları içerisinde 2 adet Milli Park, 2 adet Tabiat Parkı, 2 adet Tabiatı Koruma Alanı, 2 adet Orman İçi Dinlenme Yeri, 3 adet Yaban Hayatı Koruma ve Üretme Sahası ve 4 adet Tabiat Anıtı bulunmaktadır.
-
Isparta Adının Kaynağı Bugünkü Isparta’nın yerinde ya da yakınlarında ilkçağda Baris adlı bir kentin olduğu ve Isparta adının Baris isminden geldiği düşünülmekte idi. Şehir ve civarında yapılan araştırmalarda herhangi bir kent kalıntısı olmadığı tespit edilmiştir. 1948 yılında L. Robert, bulduğu bir yazıtla bu antik kentin Keçiborlu-Kılıç Kasabası yakınında Fari’de olduğunu belirtmiştir. Isparta adının ilkçağdaki kökeni olarak Saporda adı üzerinde durulmaktadır. Polybiosda’ki (V.72) bir metinde “Aynı yılın yazında, Selgelilerce kuşatılan ve zaptedilmek tehlikesiyle karşılaşan Pednelissos’un halkı Seleukos Prensi Akhaios’a ulak gönderip yardım istedi. Bu isteğin hemen kabul edilmesi üzerine Pednalissoslular yardım gelecek umuduyla yüreklendiklerinden, kuşatmaya inatla direnir oldular; Akhaiosda seferin komutanlığına Garyeris’i atayarak, onunla birlikte 6.000 yaya ve 500 atlıyı yardıma gönderdi. Selge’liler bu kuvvetin geldiğini duyunca askerlerinin çoğuyla ‘Basamaklar’ denilen yerdeki geçidi tuttular. Saporda'ya giriş onların denetimindeydi ve tüm geçit verebilecek diğer yerleri geçilmez hale getirmişlerdi” yazmaktadır. Selge güney Pisidia’dadır. Pednelissos’un yeri kesin olarak tespit edilmiş olmamakla birlikte Selge civarındaki kentlerden birisi olduğu düşünülmektedir. Sardes (Salihli)de üstlenen Seleukos Prensi Akhaios bölgeye göndereceği yardım için Eumenia (Çivril), Apameia (Dinar), Isparta, Çandır yolunu kullanmış olmalıdır. Bu durumda “Saportaya giriş onların denetimindeydi” derken sözü edilen geçidin şimdiki Isparta civarında olabileceği ileri sürülmektedir. XIV. yüzyıl Arap kaynaklarında ilin bugün bulunduğu yöre Saparta olarak anılmakta, Isparta adının bu sözcükten geldiği sanılmaktadır.
-
Türk Egemenliğinde Isparta Anadolu Selçukluları Dönemi Roma İmparatorluğu’nun M. Ö. 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu’na bağlanan Isparta, VIII. ve IX. yüzyılda yapılan idari ayrıma göre bir eyalet halini alıyor ve bir dini merkez niteliğini taşıyordu. İslam ordularının akınlarının Anadolu’ya yoğunlaştığı son dönemlerinde Avasım Bölgesi’ne yerleştirilen Türkler ve Selçuklu Devleti’nin kurulması Anadolu’nun geleceği için önemli tarihi olayların başlangıcı olmuştur. Bu akınların sonunda kazanılan Malazgirt Meydan Savaşı, Bizans gücünü kırarak, bütün Anadolu kapılarının Türkler’e açılmasına vesile olmuştur. Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızla Anadolu’ya yayılan Selçuklular, kısa sürede Batı Anadolu’daki birçok yeri de ele geçirmişler; ancak, bu yörelerdeki Selçuklu egemenliği uzun sürmemiştir. Gerek Bizans’ın güçlü savunması, gerek Haçlı Seferleri buralarda sürekli bir egemenlik kurulmasına imkan vermemiş, ele geçirilen yerler Bizanslılar’la Selçuklular arasında birçok kez el değiştirmiştir. II. Kılıç Arslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan Bizans-Selçuklu savaşları, 1176’da Anadolu Selçukluları’nın Bizans ordusunu Miryakefalon’da büyük bir bozguna uğratmasıyla dönüm noktasına varmıştır. Bu savaş sonrasında Uluborlu da ele geçirilmiştir. Isparta yöresi bütünüyle, ancak 1204’te III. Kılıç Arslan’ın saltanatı sırasında fethedilebilmiştir. I. Keyhüsrev (1204-1210) ve I. Keykavus (1210-1219) dönemlerinde yöredeki Selçuklu egemenliği daha da pekişmiştir. Alaeddin Keykubad da (1219-1237), Antalya yöresini bütünüyle ele geçirince bölgenin fethi tamamlanmış oldu. Ancak II. Keyhüsrev döneminde (1237-1246) başlayan Moğol akınları, giderek Anadolu Selçuklu Devleti’ni çökertince Batı Anadolu’da egemenlik yöre yöre kurulan beyliklerin eline geçmiştir. Beylikler Dönemi XIII. yüzyıl başlarında Selçuklular’ın Isparta, Eğridir ve yalvaç yörelerine yerleştirdiği Teke aşiretine bağlı Türkmenler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesinden kısa bir süre önce bu yörede Hamidoğulları Beyliği’ni kurmuşlardır (1301). Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey beyliğe büyükbabasının adını vermiş ve önce Uluborlu’yu, daha sonra da Eğridir’i beyliğin merkezi yapmıştır. Hamidoğulları Beyliği, kuruluşundan bir süre sonra güneye doğru yayılarak, Gölhisar, Korkuteli ve Antalya’ya doğru genişlemiştir. Antalya ve çevresi Dündar Bey’in kardeşi Yunus Bey’in yönetimine girince Hamidoğulları Beyliği, Eğridir ve Antalya olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Isparta bu kollardan Eğridir’e bağlanmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra, Karamanoğulları Konya’yı ele geçirmiş ve tüm uçlara egemen olmak istemişlerdir. Ama aralarında Hamidoğulları’nın da bulunduğu uç beyleri bu girişime karşı çıkarak, sürekli savaşlarla bağımsızlıklarını korumaya çalışmışlardır. Dündar Bey XIV. yüzyıl başlarında oldukça güçlenerek Anadolu’daki öbür beyliklere oranla üstün bir duruma gelmiştir. Ancak Anadolu beylerine İlhanlı egemenliğini kabul ettirmek için 1314’te Anadolu’ya gelen Emir Çoban’a bağlılıklarını bildiren beyler arasında Dündar Bey de yer alıyordu. Ama, 1324’te İlhanlılar’ın Anadolu Valisi Temürtaş, Hamidoğulları Beyliği üzerine de yürümüş ve Antalya’ya sığınan Dündar Bey’i yakalatarak öldürtmüştür. Temürtaş, Dündar Bey’in elindeki yerleri kendi yönetimi altına almış ve Antalya’yı da Dündar Bey’in kardeşi Yunus Bey’in oğlu Mahmud’a vermiştir. Temürtaş’ın İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’a karşı ayaklanarak Memlükler’e sığınmasından sonra, Dündar Bey’in oğlu Hızır Bey Anadolu’ya gelerek beyliğin yönetimini üstlenmiştir (1327). Hızır Bey 1328’de ölünce yerine geçen kardeşi Necmeddin İshak Bey, Beyşehir ve Akşehir yörelerini beylik topraklarına kattı. Yönetimde yeni düzenlemeler yaparak, ordusunu güçlendirdi. Komşu beyliklere karşı savaş hazırlıkları yaptığı sırada ölünce, yerine Gölhisar Beyi olan kardeşi Mehmed Çelebi’nin oğlu Muzaffereddin Mustafa Bey geçti. Onun zamanında beylikler her bakımdan en güçlü dönemini yaşamıştır. Ölünce yerine oğlu Hüsameddin İlyas Bey geçmiştir. İlyas Bey döneminde Hamidoğulları ile Karamanoğulları arasında süregelen çatışmalar daha da arttı. Karamanoğulları İlyas Bey’in topraklarının bir bölümünü işgal etti. Ama İlyas Bey, kaybettiği toprakları Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah’ın yardımıyla geri aldı. İlyas Bey’in 1374’ten önce öldüğü sanılmaktadır. Çünkü bu tarihte beyliğin başında oğlu Kemaleddin Hüseyin Bey bulunuyordu. Hüseyin Bey, Karamanoğulları’nın saldırılarını ancak Osmanlılar’ın yardımıyla engelleyebileceği düşüncesiyle, daha önce Eşrefoğulları’ndan alınan Yalvaç, Şarkikaraağaç, Beyşehir, Akşehir ve Seydişehir yörelerini 1374’te 80. 000 altın karşılığında Osmanlılar’a sattı. I. Murad ile iyi ilişkiler kuran Hüseyin Bey, Kosova Savaşı’nda Osmanlılar’a yardım etmek amacıyla oğlu Mustafa Bey komutasında bir birlik göndermiştir. Ancak bu savaşta 1. Murad ölünce, Karamanoğulları, Hamidoğulları’nın topraklarını bütünüyle ele geçirmiştir. 1390’da Karamanoğulları’nın üzerine yürüyen Yıldırım Bayezid, bu toprakları geri aldı. Böylece kısa bir süre için Karamanoğulları’na geçen Isparta yöresi bütünüyle Osmanlı yönetimine girmiştir. Kemaleddin Hüseyin Bey’in 1391’de ölmesiyle de Hamidoğulları Beyliği sona erdi. Yıldırım Bayezid, Hamidili’nin yönetimini oğlu İsa Çelebi’ye bıraktıktan sonra Antalya üzerine yürümüştür. Osmanlılar Dönemi Anadolu beylikleri, daha önce yitirdikleri toprakları, 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü bunalım döneminde, yeniden ele geçirdiler. Bu arada Timur’un torunu Mehmed Mirza’nın hapisten kurtardığı II. Mehmed Bey de Karamanoğulları Beyliği’nin başına geçti. Karamanoğulları’nın egemen olduğu yerlerden başka, Osmanlılar’a bağlı Isparta, Eğridir, Kırşehir ve Kayseri’yi de ele geçirdi. Osmanlı Devleti Çelebi Mehmed’le yeni bir yönetime kavuştuktan sonra, kaybedilen yerleri ele geçirmek için girişimlere başlandı. Çelebi Mehmed, Karamanoğlu Mehmed Bey’i bir savaş sırasında esir aldı (1415). Böylece Isparta yöresi yeniden Osmanlılar’a bağlandı ise de bir süre sonra yine Karamanoğulları’nın eline geçmiştir. Mehmed Bey’in ölümünden sonra oğlu İbrahim Bey ile amcası Ali Bey arasında taht kavgaları başladı. İbrahim Bey II. Murad’dan yardım istedi ve yardım karşılığında Hamidili, Beyşehir ve Otlukhisarı’nı Osmanlılar’a bıraktı. II. Murad da, Hamidili’nin yönetimini Şarabdar İlyas Bey’e verdi. II. Murad’ın yardımıyla Karamanoğulları Beyliği’nin başına geçen İbrahim Bey, güçlendikten sonra Osmanlılar’a verdiği yerleri geri almak için girişimlere başladı. Tek başına karşı çıkamayacağını anlayınca da Sırplar ve Macarlar’la anlaştı. Bu anlaşmadan sonra Beyşehir ve Hamidili yöresine saldırarak, Hamidili Sancak Bey’ini tutsak etti. Bu olay üzerine II. Murad, önce Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa yönetiminde Macarlar üzerine bir kuvvet gönderdi. Macarlar’ı etkisiz hale getirdikten sonra da İbrahim Bey’in üzerine yürüdü ve yanında bulunan İsa Bey’i Karamanoğulları Beyi olarak ilan etti. Daha sonra, dönemin önemli bilim adamlarından Mevlana Hamza, arabuluculuk yaparak İbrahim Bey’i bağışlattı. İbrahim Bey, yine Beyliğin başında kaldı ve Osmanlılar’dan aldığı yerleri geri verdi. Bu olaydan sonra, XVI. yüzyıl başlarına değin Isparta ve yöresinde önemli bir siyasal olay olmadı. XVI. yüzyıl başlarından itibaren ise Osmanlı Devleti’ni uzun süre uğraştıran Şahkulu Ayaklanması, Isparta yöresini de etkiledi. Burdur, Isparta, Gölhisar ve Sandıklı yöresine de saldıran Şahkulu, buraları yağmaladı ve çok sayıda kişiyi öldürdü. Ayaklanma bastırılarak Şahkulu öldürüldükten sonra (1511), Isparta ve Antalya yöresinde ele geçirilen Şiiler Mora’ya sürüldüler. XVI. yüzyılda güneybatı Anadolu’daki önemli pazarlardan biri de Hamid pazarıydı. Gerek Hamidoğulları Beyliği döneminde ve gerek Osmanlı yönetimi sırasında Isparta, önemli bir dokumacılık merkeziydi. Ayrıca, Isparta çevresindeki ormanlardan elde edilen adragan zamkı Avrupa piyasalarında oldukça aranan bir üründü. Halıcılık ise ancak XV. yüzyıla doğru dış piyasalarda önem kazanmaya başladı. XVI. yüzyılın ikinci yarısından başlayıp giderek artan ekonomik bunalım, Osmanlı toplum yaşamını önemli ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde dünyadaki fiyat artışları, ülke dışına yiyecek maddesi kaçırılmasına yol açmış, bu da Anadolu’da büyük bir yiyecek kıtlığına sebep olmuştur. Bunun yanı sıra, ekonomik bunalım sonucu topraklarını bırakmak zorunda kalan halk “levend” adı altında soygunculuk yapmaya başlamıştır. Isparta ve yöresi de bu olaylardan oldukça etkilenmiştir. Bu dönemde suhteler (medrese öğrencileri) de gruplar halinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dolaşarak olaylar çıkarmış, soygunlar yaparak birçok insanı öldürmüşlerdir. 1559’da İstanbul’dan Hamid Sancağı Kadısına gönderilen bir fermanda, Isparta yöresinde dolaşan suhtelerin çıkardıkları olaylardan söz edilerek, bu kişilerin yakalanıp cezalandırılmaları için Mirza Bey adlı bir kişinin görevlendirildiği bildirilmektedir. Hamid Sancağı bu dönemde Ege Bölgesi’nden sonra suhte ayaklanmalarının en çok görüldüğü yerdir. O kadar ki, 1558’de Şehzade Bayezid ile sefere çıkan Hamid Sancak Beyi Mustafa Bey’e hemen sancaktaki görevine dönmesi bildirilmiştir. Hamidili’ndeki suhte olayları 1572 sonrasında da aynı yoğunlukta sürmüştür. 1573’te Hamid Sancağı’nda suhteler olay çıkarmış ve sancaktaki sipahiler bu kişilere yardım ederek yakalanmalarını önlemişlerdir. Bu dönemde olayların yoğunlaşmasına karşın Kıbrıs’a gönderilen sancak beyi, bir yazısında bu durumdan yakınmaktadır. Hamid Sancak Beyinin Kıbrıs’a gitmesinden sonra yerine vekil olarak bıraktığı Hamza Bey’in raporlarından öğrenildiğine göre, sancaktaki Beydili Köyü halkı Hüsam adlı bir suhteyi yakalayarak sancak beyine teslim etmiş ve bunun üzerine 200 kişilik bir grup köyü basmaya kalkışmışlarsa da sancak beyi ve sipahilerin çabaları karşısında başarısız kalmışlardır. 1574 baharında Anadolu askerlerinin sefere çağrılması, yöredeki suhte olaylarının da artmasına neden olmuştur. Isparta ve yöresindeki suhte olayları 1587’de daha da kanlı bir biçime bürünmüş, Hamid ve Teke sancaklarında zengin tımar ve zeamet sahiplerine saldırmaya başlamıştır. Isparta’da Taşviran Köyü’nü basan suhteler burada 32 kişiyi öldürmüşlerdir. Suhte ayaklanmalarının önlenememiş olması, aralarında Isparta’nın da bulunduğu birçok kent halkının hükümete karşı büyük güvensizlik duymasına yol açmıştır. Ayaklanmaları önlemek amacıyla il erleri serdarlarına, hatta çavuş ve subaşı gibi kişilere yetki verilmesi suhtelerin daha fazla taşkınlık yapmalarından başka sonuç vermemiştir. XVII. yüzyılda Isparta yöresini etkileyen önemli bir olay da Haydaroğlu ayaklanmasıdır. 1645’te, Isparta yöresinde ortaya çıkan Kara Haydar adında bir kişi soygunlar yaparak, yöreyi uzun süre tedirgin etmiş, daha sonra da yakalanarak öldürülmüştür. Oğlu Mehmed, babasının öcünü almak için Haydaroğlu adıyla yörede soygunculuğa başlamış, yakalanması için de Eski Anadolu Valisi İbşir Paşa görevlendirilmiştir. Gerek İbşir Paşa, gerek daha sonra görevlendirilen Küçükçavuş Ahmed Paşa, Haydaroğlu karşısında başarısız kalmışlardır. Ahmed Paşa, Haydaroğlu’nun en güçlü yardımcısı olan Katırcıoğlu’nun adamlarınca öldürülmüş ve askerlerinden bir bölümü Haydaroğlu güçlerine katılmışlardır. Bunun üzerine Haydaroğlu’nu yakalama görevi Ketencizade Mehmed Paşa’ya verilmiştir. Haydaroğlu, Mehmed Paşa’yı öldürdükten sonra Afyonkarahisar üzerine yürüyerek kenti yağmalamış, sonra Isparta üzerine yürümüştür. Bu dönemde Isparta Sancak Beyliği’ne Hacı Sinan Paşazade Mehmed Paşa atanmıştır. Ama Mehmed Paşa kendi yerine mütesellimi Abaza Hasan Ağa’yı göndermiştir. Haydaroğlu’nun kent yakınlarına geldiğini öğrenen halk, haber göndererek ne istenirse vermeye hazır olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Haydaroğlu Isparta halkından 3.000 kuruş vergi istedi. Kent halkı istenilen parayı toplamak gerekçesi ile onu oyalarken, Abaza Hasan Ağa da savaşabilecek durumdaki kişilerden bir güç oluşturarak, Haydaroğlu’na saldırdı ve yakalayarak İstanbul’a gönderdi. Haydaroğlu’nun İstanbul’da idam edilmesinden sonra en güçlü adamlarından ve Isparta yöresi Türkmenlerinden olan Katırcıoğlu, Haydaroğlu güçlerinin başına geçti. Bir süre devlete karşı başkaldırışını sürdüren Katırcıoğlu, daha sonra isteği üzerine bağışlanarak kendisine Beyşehir Sancağı verildi. Katırcıoğlu Karaman Valiliği ve Isparta Sancak Beyliği görevlerinde de bulunmuştur. XIX. yüzyıl başlarında Isparta bir veba salgını geçirmiştir. Bu salgın sonunda 200-300 kişi hayatını kaybetmiştir. Aynı dönemde ilk kız rüştiyesi, ”İnas Rüştiyesi” adı altında açılmıştır. Bu yüzyıl boyunca Isparta Sancağı, oldukça sakin bir dönem geçirdi. Osmanlı Devletinin son yıllarında Isparta’nın başlıca ekonomik etkinliği gül yağcılığı, halıcılık ve haşhaş üretimiydi. Isparta’nın ihracatı da bu ürünlere dayalıydı. 1908’de İzmir’de kurulan “The Oriental Carpet Manufactures Limited” adlı şirket halı üretiminde Uşak’tan sonra en büyük ağırlığı Isparta’ya vermiş, burada 2160 tezgahlık bir imalathane kurmuştur. Yapılan araştırmalar sonucu Göller Bölgesi’nin Türkiye’nin ikinci derece deprem sahası içinde yer aldığı ortaya konmuştur. Dolayısıyla, Isparta’nın da merkezinde olduğu bu bölgede tarihi süreç içerisinde şiddetli depremler meydana gelmiştir. Bilinen en önemlileri, 1875’te Dinar, 1899’da Isparta ve 1914’teki Burdur-Isparta en şiddetli depremlerdir. 3/4 Ekim 1914 gece yarısı, Alaşehir, Denizli, Burdur, Isparta, Eğirdir, Seydişehir ve Akşehir’i kapsayan ve geniş bir alanı etkileyen 7.1 şiddetinde bir deprem meydana gelmiştir. Deprem, en kuvvetli bir şekilde Burdur-Eğirdir gölleri arasında hissedilmiş, özellikle Burdur ve Isparta ile bu iki şehir arasında kalan köylerde büyük zarara yol açmıştır. Arşiv vesikalarına göre sarsıntılar yer yer en az altı gün sürmüştür. Bu deprem, Isparta sancağında büyük yıkımlara sebep olmuştur. Isparta’da 3.700 binanın tamamen yıkıldığı, ayakta kalanların ise oturulacak durumda olmadığı tespit edilmiştir. Bu arada şehir merkezinde çıkan yangında, Pamuk Hanı, Kundakçıoğlu Hanı, 15 dükkan ve iki ev yanıp kül olmuştur. Depremin gece meydana gelmesi, ölü sayısının artmasına sebep olmuştur. Isparta şehir merkezi ve köylerinde enkaz altında kalarak ölenlerin sayısı 1.500, yaralananların sayısı ise 500 olarak tespit edilmiştir. Yaklaşık 20.000 kişi bir anda sokak ortasında kalmıştır. Deprem ayrıca, Keçiborlu Nahiyesi ile Kılıç, Senir, Çukur, Ali, Lağus (İlavus) Deregümü köylerinde büyük tahribat yapmıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ispartalılar bir taraftan depremde yıkılan evleri ve kayıplarının telafisi ile uğraşırken diğer yandan da memleket genelinde olduğu gibi savaşın açtığı zarar, yokluklar, hastalıklar ve benzeri sıkıntılarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Milli Mücadele Dönemi Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti ve müttefiklerinin aleyhine sona ermesinin ardından, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşması’nın 7. Maddesi doğrultusunda, galip ülkeler, daha önce kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalara göre çeşitli bölgeleri işgal etmeye başladılar. Bu işgallere karşı da bütün Anadolu’da tepki hareketleri ortaya çıkmaya başladı. İşte Türk milletinin varlığını ve istiklalini korumak için bütün imkanlarını sonuna kadar seferber ettiği olağanüstü bu döneme Milli Mücadele Dönemi denilmektedir. Anadolu’nun hemen hemen her yerinde millî teşkilatların kurulduğu, düşmana karşı topyekün bir ayaklanmanın millî bir galeyanın oluştuğu bu dönemde, millî mücadele ruhunun filizlenip, başarıya ulaşmasında Isparta’nın da olağanüstü hizmet ve katkıları olmuştur. a) Düşman İşgallerine Karşı Isparta’dan İlk Tepkiler: Yunanlıların İzmir’e ayak bastığı duyulur duyulmaz, Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi Isparta ve kazalarında da olağanüstü bir heyecan oluşmuş, halt galeyana gelmiştir. İzmir’in işgalinin ilk günü 15 Mayıs’ta bütün Yalvaçlılar İstanbul’da Sadrazamlığa işgali kınayan protesto telgrafları gönderdiler. Bu telgrafta; “Biz namusumuz ile yaşayacağız, namusumuz ile öleceğiz. Türk milleti zilletle yaşayamaz. Bu kadar hakir bir millete katlanarak yaşamak isteyen bir Türk ve Müslüman düşünülemez. Biz daha ölmedik. Büyük hakanımıza şanlı tarihimizin son kurbanı olacağız. Gayret borcumuz, ya İzmir ya ölümdür. Vatan için ölmeye âmâdeyiz” deniyordu. Yine aynı gün Keçiborlu, Uluborlu ve Şarkikaraağaç işgallere tepki göstermiştir. İlçelerde bu gelişmeler meydana gelirken, Isparta’da millî mücadelenin öncülerinden olan Hafız İbrahim (Demiralay), memleketi olan Gelendost’un Afşar nahiyesine gelerek, evinde yörenin ileri gelenleriyle vatanın içinde bulunduğu durumu görüştü ve bu görüşmelerin sonucunda; “İzmir’in işgali meselesini İstanbul Hükümeti’nin siyaset masası değil, ancak Türk’ün kendi kuvvet ve silahı halledecektir” denilerek halk silahlı direnişe çağrıldı. Yine Isparta’da millî mücadelenin önderlerinden olan ve o günlerde henüz 22 yaşında olan Akkaşzâde Süleyman Turgut da Gençler Yükselme Cemiyeti Başkanı olarak Hafız İbrahim’le birlikte bütün Ispartalıların hislerine tercüman olarak Isparta’da bir protesto mitingi yapılmasına önayak oldular. 11 Haziran 1919’da Hükümet Konağı önündeki meydanda 15.000 kişinin katıldığı büyük bir miting düzenlendi. Mitingde alınan kararlar İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Paris Barış Konferansına telgrafla bildirildi. O günlerde İzmir’den gelen bazı Ispartalıların Yunanlıların yaptığı insanlık dışı mezalimi anlatmaları üzerine halk büsbütün galeyana gelmiştir. Hafız İbrahim bu haberleri duyar duymaz Isparta halkını cihada davet etti. Bu davet üzerine tüm ahali Isparta’da toplanmaya başladı. İlk protesto mitinginin üzerinden daha 10 gün geçmeden 20 Haziran 1919 özellikle şehrin pazarı olması münasebetiyle Çarşamba günü Isparta’da ikinci bir miting yapıldı. Yaklaşık 18.000 kişinin katıldığı bu büyük mitingin öncekinden farkı silahlı bir toplantı ve gösteri olmasıdır. Mitingin başlangıcından sonuna kadar, şehrin bütün camilerinin minarelerinden tekbirler getirildi, halk Allah için cihada davet edildi. Oradakiler de bu davete yemin ederek söz verdiler. 21 Haziran 1335 Isparta Mili Müdafaa-i Vataniye Heyeti nâmına Tahir Paşazâde İbrahim Yunan işgallerine karşı müteyakkız olan Isparta halkı, aynı hassasiyeti İtalyan işgallerine de gösterdi. 1919 Ağustosun ortalarında İtalyan işgallerini protesto etmek için Isparta’da yaklaşık 8.000 kişinin katıldığı bir miting yapıldı. Mitingde alınan kararlar şiddetli bir dille İtalyanlara bildirildi. Bunun üzerine Burdur’daki İtalyan süvari bölüğü geri dönmeye mecbur oldu. b ) Isparta’da Millî Teşkilatlanma ve Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: Mondros Mütarekesinden sonra Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi Isparta’da da cemiyetler kuruldu. Bunların başında Cemiyet-i İlmiye ve Gençler Yükselme Cemiyeti geliyordu. Isparta’da milli hislerin uyanması, bilinçlenmesinde ve kamuoyunun oluşmasında bu cemiyetlerin büyük rolü oldu. Bu cemiyetler düşmana karşı mücadele gündeme gelince Isparta Millî Müdafaa-i Vataniye Heyeti adı altında faaliyet göstermeye başladı. Bu arada İstanbul Hükümeti’ne sadık bazı mülkî idarecilerin milli yapılanmaya karşı olumsuz davranışları da oluyordu. Bütün olumsuz gelişmelere rağmen Heyet-i Temsiliye’nin aldığı olumlu tedbirler neticesinde 21 Eylül 1919’da Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti resmen kuruldu. Aynı günlerde Isparta mutasarrıflığı İstanbul Hükümeti ile bağlantısını keserek, Heyet-i Temsiliye’ye bağlandı. Bu bağlılık ve Isparta’daki milli teşkilat ve alt birimleri 27 Eylül 1919’da bir telgrafla Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’e bir rapor halinde bildirildi. Mustafa Kemal Paşa da bir gün sonra gönderdiği cevapla Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini bu faaliyetlerinden dolayı taltif ederek başarılar diliyordu. Artık Ekim 1919’dan itibaren Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Isparta’da tek otorite olarak her türlü sosyal ve siyasi olayları kontrolü altına aldı. İlk aşamada batı ceph,esinde Yunanlılara karşı mücadele eden milis kuvvetlerimize, ardından da daha sonra bölgeye gönderilen düzenli birliklere maddi, manevi ve insan gücü olarak yardımlarda bulundu. Isparta ve havalisinden toplanıp, cepheye gönderilen mücahitler cephede canla başla mücadelelerine devam ederken Hafız İbrahim, Mustafa Kemal Paşa’nın izniyle Fevzi Paşa’nın da isteği üzerine yeni bir kuvvet oluşturup, cepheye sevk etmek üzere görevlendirildi. 1920 yılı Ağustos ayı başlarında Ankara’dan Isparta’ya gelen Hafız İbrahim hemen hazırlıklara başladı ve üç gün içinde 100 süvari ve 200 piyadeden oluşan gönüllü teşkilatı meydana getirdi. Bu kuvvete “Demiralay” adı verildi. Aynı zamanda Demiralay’ın komutanlığını da üzerine alan Hafız İbrahim birliklerinin başında derhal cepheye hareket etti. Cepheye hareket ederken TBMM’ne bir telgrafla bilgi verirken şu ifadeleri kullanıyordu: “Cenâb-ı kâdir mukaddes gayemize bizi vasıl edinceye kadar silahlarımızı düşman sinesinden ayırmayacağımıza yemin ve alayın bayrağı altında ruhumuzu teslim etmeye imanımızla karar verdik”. Mustafa Kemal Paşa da Büyük Millet Meclisi adına gönderdiği cevabi yazıda vatanın korunması konusunda gösterdiği hassasiyet ve fedakarlığından dolayı Isparta sancağına teşekkür etti. Demiralay, cepheye ulaştıktan sonra Sarayköy, Buldan-Güney-Çal cephelerinde düşmana karşı mücadelesinde olağanüstü başarılar göstererek destanlar yazdı. Bu yüzden Batı cephesindeki başarılar içerisinde Demiralay’ın ayrı bir yeri vardır. Başarılarından dolayı TBMM ve Batı cephesi komutanlığının sürekli olarak takdirini toplamıştır. Demiralay, 2 Aralık 1920’de düzenli ordu içine alınmış ve 39. Piyade Alayı adıyla sonuna kadar millî mücadelede yer almıştır. Millî mücadelenin en şiddetli dönemlerinde Isparta, asker göndermenin yanı sıra cephenin yiyecek ve giyecek ihtiyacının hemen hemen tamamını karşılıyor, yiyeceklerin bir kısmını çoğu zaman halktan toplanan ayni yardımlarla sağlanıyordu. Düşman zulmünden kaçan Aydın muhacirlerine, hatta Maraş cephesine, nerede ihtiyaç varsa oraya yapabildiği kadar maddi yardımlar yapmıştır. Cephe gerisi hizmetleri içerisinde yaralı askerlerin bakımı ve tedavisi de vardı. Etrafındaki cepheye yakın illerin hemen hepsinin düşman işgalinde veya işgal tehdidinde bulunması sebebiyle cephe gerisi, lojistik hizmetler bakımından Isparta’yı daha da ön plana çıkarmıştır. Bu maksatla oluşturulan hastane hizmetleri bugünkü, bölgenin önemli ve tek asker hastanesinin de temelinin atılmasında önayak olmuştur.
-
Türk Egemenliğinden Önce Isparta Tarih Öncesi Dönem Isparta Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Bölgeleri arasında önemli bir coğrafi noktadadır. Tarih boyunca sürekli yerleşim gören “Göller Bölgesi” Pisidia olarak adlandırılmıştır. Bölge güneyden Toros Dağları, kuzeyden Acı Göl ve Burdur Gölü arasından geçen Söğüt Dağlarının uzantıları ve Sultan Dağları ile çevrelenmiştir. Doğu sınırı Beyşehir Gölü’nün batısından ve güneydoğu köşesinden Manavgat Çayı’nın ortasına kadar olan yeri kaplar. Bölgeye ilk yerleşimlerin tarihi Üst Paleolitik (MÖ 35.000-10.000) ve Mezolitik (MÖ 10.000-8.000) dönemlere iner. 1944 yılında Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu ve ekibi tarafından kazısı yapılan ilk Paleolitik merkez Senirce ve Bozanönü yakınında Bozanönü istasyonunun kuzeyinde bulunan tabii mağaralardan Kapalıin’de tespit edilmiştir. Aynı ekip tarafından Baladız ve İğdecik Köyü arasında tren yolu açılırken ortaya çıkan kum tepeciğinde yapılan kazıda Mezolitik bir merkez ortaya çıkmıştır. Bu çalışmalar Isparta il sınırları içindeki en erken yerleşimlerdir. Neolitik Dönemde (MÖ 8.000-5.500) bölge Anadolu’nun en önemli kültür bölgeleri arasındadır. Burdur İlindeki Hacılar, Kuruçay ve Bademağacı höyükleri bu yerleşmelerin en fazla bilinenleri arasındadır. Isparta İl sınırları içinde Neolitik malzeme veren Örenköy Höyük (Örenköy), Yeniköy Höyük ve Teknepınar Höyükleri (Sücüllü) olmakla birlikte yeni yapılacak araştırmalarla bu sayının artacağı muhakkaktır. Kalkolitik Çağda da (MÖ 5500-3000) bölge önemini sürdürmüştür. İl sınırları içinde 12 höyükte Kalkolitik Dönem malzemesi bulunmuştur. Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) yerleşiminin bol olduğu Isparta ilinde Neolitik ve Kalkolitik yerleşimlerinde üzerinde olduğu toplam 56 adet höyük tespit edilmiştir. Tüm höyüklerde Tunç Çağ yerleşimi bulunmaktadır. Tarihi Dönem Hitit Döneminde (MÖ 1800-1200) metinlerde bölgenin adı “Pitaşşa” olarak geçmektedir. Çeşitli kaynaklarda farklı yerlerde gösterilen Arzava Ülkesinin muhtemelen klasik çağlardaki Pamphilya ve Pisidia bölgesi sınırları üzerinde yeralmış olabileceği düşünülmektedir. Hititlerin siyasi bir güç olarak ortaya çıkmalarından sonra Arzava konfederasyonunu oluşturan krallıklarla sürekli çekişme içinde olunmuştur. Hitit döneminde Arzava adı verilen bölge olduğu ileri sürülen Pisidia toprakları hiçbir zaman tam olarak Hitit egemenliği altına girmemiştir. Hitit Devletinin yıkılması ile Friglerin Anadolu’da MÖ 750 yılında bir devlet olarak ortaya çıktığı zamana kadar geçen dönem karanlıktır. Friglerin güneydoğudaki hakimiyet sahasının sınırı; Yarışlı Gölü ve Düver arasında Frig seramiği bulunması, göl içinde küçük adada Frig iskanının tespiti bu kesimde Frig yerleşiminin varlığını kanıtlamaktadır. Fakat Friglerin yayılım alanının doğusunda kalan Pisidia bölgesini egemenlikleri altına alıp almadıkları ve bu bölgeyle olan ilişkileri bilinmemektedir. MÖ 695 yılında Kimmerler tarafından yıkılan Frig Devleti yerine Lidyalılar, Batı Anadolu Bölgesinde büyük bir devlet kurmuşlardır. Mermnad sülalesinden Kral Kroisos (MÖ 561-547) zamanında en geniş şeklini alan Lidya sınırlarını Herodotus’dan öğreniyoruz. Herodotus Kroisos’un Likya ve Kilikyalılar dışında Halys’in (Kızılırmak) batısındaki tüm kavimleri hakimiyeti altına aldığını yazmaktadır. Pisidia bölgesinde Lidya hakimiyetine işaret edecek herhangi bir arkeolojik delil bulunmamaktadır. Muhtemelen Lidya Devleti Pisidia bölgesini siyasi olarak kapsamış olmalıdır. MÖ 547 yılında Sardesi alarak Lidya Devletini yıkan Persler, MÖ 334 yılına kadar Anadolu’ya hakim olmuş ve Lydia Devleti egemenliğindeki toprakları kontrolleri altına almışlarıdır. Pisidia bölgesi de bu dönemde Pers egemenliğine girmiştir. Tarihi kaynaklarda Pisidia adına ilk kez MÖ 5. yüzyıl sonunda rastlanır. Batı Anadolu satrabı Genç Kyros Ağabeyi Pers Kralı II. Artakserkses’e (MÖ 405-359) karşı yapacağı seferin hazırlıklarını gizlemek için Phrigia’ya yağma akınları düzenleyen Pisidialılara karşı ceza seferi hazırlıkları içinde olduğunu bildirmiştir. Bu tarihi vesikalar içinde olan ilk Pisidialılar adıdır. Pisidia topraklarına girmeyerek kuzeyinden geçen Kyros’un ordusu MÖ 401 yılında Kunaksada yapılan savaşta Artakserkses II’ye yenilmiştir. Bu savaşla Anadolu’daki Pers egemenliği sarsılmıştır. Bağımsızlıklarını elde etmek isteyen Pers Valileri ve Mısır, Kıbrıs ve Anadolu’nun bazı bölgeleri ayaklanmalara katılmışlardır. Pers Kralı Artakserkses II’nin MÖ 386 yılında Greklerle yaptığı Antialkidas Antlaşması sırasında Mısır’da XXIX. sülale firavunlarından Akoris (MÖ 393-380) isyana teşebbüs etmek isteyen Karya satrabı Hekatomnos ve isyan halinde bulunan Kıbrıs Kralı I Euagoras’a her türlü Pisidialılarla bir antlaşma yapmıştır. Bu antlaşma dahilinde ayaklanmaya Pisidialıların da katıldığı bilinmektedir. MÖ 334 yılında Anadolu’ya giren Büyük İskender’in egemenliğine geçen bölge MÖ 323 yılından ölümüne kadar bu durumunu sürdürmüştür. Büyük İskender’in MÖ 323 yılında Babil’de ölmesinin arkasından, halefleri Seleukos ve Lysimakhos arasında MÖ 281 yılında yapılan Kurupedion Savaşında Seleukos’un savaşı kazanmasıyla Anadolu’nun tamamı Suriyeli sülaleye geçmiştir. Bu dönemde Pisidya bölgesinde Seleukoslar tarafından Seleukeia Sidera (Atabey-Bayat), Apollonia (Uluborlu), Antiokheia (Yalvaç) kentleri kurulmuştur. Seleukos Kralı Büyük Antiokhos’un Manisa yöresinde L. Cornelius Scipio komutasındaki Roma ordusuna yenilmesiyle Apameia Görüşmeleri (MÖ 190-188) sonucunda Seleukoslar Anadolu’da Toroslara kadar olan tüm topraklarını kaybetmiş ve bu topraklar Romalılarca Bergama ve Rodoslular arasında paylaştırılmıştır. Pisidia bölgesi bu tarihten sonra Bergamalıların egemenliğine geçmiş, Attalos III’ün MÖ 133 yılından ölümüne kadar Bergama krallığına bağlı kalmıştır. Kralın vasiyeti üzerine Pisidia bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar Roma’ya bırakılmıştır. Bu olay aynı zamanda Anadolu’daki Roma egemenliğinin başlangıcı olmuştur. Aynı yıl Bergama’da krallığın el değiştirmesi ile ilgili çıkan ayaklanma MÖ 130 yılında Romalı komutan M. Perperna ve müttefikleri tarafından bastırılmıştır. MÖ 129 yılında Asia Eyaleti kurulmuş ve Pisidia bölgesi bu eyaletin içine alınmayarak, muhtemelen Bergama isyanının bastırılmasında yardımcı olan ve bu esnada ölen Kappadokya Kralı Ariarathes V’in çocuklarına verilmiş olmalıdır. Bölge, MÖ 102 yılında M. Antonius tarafından korsanların merkezini oluşturan Kilikia Eyaleti içine alınmış ve MÖ 49 yılına kadar ismen de olsa Kilikia eyaleti İçinde kalmıştır. Daha sonra Asia Eyaletine bağlanmıştır. Galat Kralı Amyntas, Antonius tarafından Pisidia ve çevresinde Roma idarecilerinin kuramadığı otoriteyi kurması için MÖ 39 yılında bölgeye kral olarak atanmış ve MÖ 25 yılında öldürülünceye kadar görevini sürdürmüştür. Amyntas’ın ölümüyle krallığın toprakları Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27-MS 14) tarafından Galatia Eyaleti haline getirilmiştir. Bu eyaletin sınırları zaman içinde değişmiş olsa da Pisidia bölgesi içinde kalmıştır. Pisidia bölgesinde özellikle İmparator Augustus döneminde Roma egemenliğinin simgesi olan koloni kentleri kurulmuştur. Bunlar Antiokheia (Yalvaç), Kremna (Çamlık), Komoma (Ürkütlü), Olbasa (Belenli), Parlais (Barla)’dır.
-
Isparta Genel Bilgi Akdeniz Bölgesi’nin kuzeyinde, Göller bölgesinde yer alan Isparta İli, kuzey ve kuzeybatısında Afyon ilinin Sultandağı, Çay, Şuhut, Dinar ve Dazkırı ilçeleri, batısında ve güneybatısında Burdur ilinin Merkez, Ağlasun ve Bucak ilçeleri, güneyinde Antalya ilinin Serik ve Manavgat ilçeleri, doğu ve güneydoğusunda ise Konya ilinin Akşehir, Doğanhisar ve Beyşehir ilçeleri ile çevrilidir. İl toprakları dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir.İl sınırları içerisinde 3000 m.ye ulaşan dağlar bulunmaktadır. Bunlar Batı Toroslar’ın Isparta uzantıları olup, İl sınırlarının kuzeybatısında Karakuş Dağları, kuzeydoğusunda ise Sultan Dağları’dır. Sultan Dağları aynı zamanda Isparta ile Konya ilinin doğal sınırını oluşturmaktadır. Isparta ilinin önemli yüksekliklerinden biri olan Barla Dağı, Senirkent ile Atabey ovaları arasındadır. Uluborlu’nun batısından, doğuya doğru yükseltisi artar, Gelincik Tepe’den sonra Eğirdir Gölü’ne doğru alçalır. Barla Dağının batısında Uluborlu Obruğu, Peynir Obruğu, Senirkent Obruğu diye adlandırılan bazı çukurluklar yer almaktadır. İlin diğer önemli bir yükseltisi olan Davras Dağı Isparta Ovası’nın doğusunda yer alır ve batıda Isparta Ovası’na, doğuda Kovada depresyonuna doğru kademeli olarak alçalır. Kuzeybatıda Eğirdir Gölü’ne doğru Yürlük Dağı, batıda Küçük Davras, güneydoğuda Asacak Dağı gibi isimler alan Davras Dağının en yüksek noktası, 2.635 m. ile Ulparçukuru Tepesidir. Davras dağı üzerinde buzullar, sirkler ve morenler gibi glasyal ve tektono-karstik çukurluklar, dolinler, az da olsa lapyalar bulunmaktadır. Davras Dağının batısında, Dereboğazı Deresi ile ayrılan Akdağ, Isparta Ovası’nın batı ve güneybatısında yer almaktadır. Akdağ’ın en yüksek noktası 2.271 m.’dir, üzerinde Gölcük isimli küçük bir krater gölü vardır. Anamas Dağları (Dedegöl), Isparta’nın en geniş dağ kütlesidir. Eğirdir Gölü-Kovada depresyonu ile Beyşehir Gölü arasında yer alır. Kuzey-kuzeybatı, güney-güneydoğu doğrultuda uzanan Anamas Dağları, kuzeyde 300-400 m.den sonra yükselir ve 2.000 m.den sonra da dalgalı bir düzlük görünümünü alır. Dedegöl Dağının zirvesi (2.992 m.), Anamas Dağları’nın ve Batı Toroslar’ın en yüksek noktasıdır. Ayrıca İl sınırları içerisinde, Sütçüler ilçesinin doğusunda Kuyucak, Gelendost Ovası’nın kuzeyinde, Eğirdir Gölü’nün doğusunda Kirişli Dağı, Eğirdir Gölü’nün güneydoğusunda Dulup Dağı, Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde Sürütme ve Kızıldağ’lar bulunmaktadır. Isparta Ovası ilin kuzeyinde bulunan Atabey (Kuleönü-Bozanönü) Ovası’nın birleşmesinden meydana gelmiştir. Isparta Ovası, ortalama 1.000 m. yükseklikte kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanmaktadır. Bu ovadan Çaltepe, Toptaş Tepe, İncirli Tepe gibi alçak tepelerle ayrılan Atabey (Kuleönü-Bozanönü) Ovası, batı, kuzeybatı-doğu, güneydoğu doğrultusunda yer almaktadır. İlin doğusunda, Söğüt Dağları, batısında Kayı Dağı, kuzeyinde Barla Dağı’nın güneybatı uzantıları, güneyde de Burdur Gölü ile çevrili olan Keçiborlu Ovası yer almaktadır. Tektonik bir ova olan Senirkent Ovası ise, Barla ve Kapı Dağları’nın kuzeyi ile Karakuş Dağları’nın güneyinde yer almakta olup, Uluborlu ve Senirkent ilçelerinin topraklarını da içerisine almaktadır. Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde yer alan Kumdanlı Ovası, alüvyonlardan meydana gelmiş bir ovadır. Eğirdir Gölü’nün doğusundaki Gelendost Ovası, kuzeybatıda Kirişli Dağı, güneyde Anamas Dağları ile sınırlıdır. Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde yer alan Şarkikaraağaç Ovası ovasının kuzey ve kuzeybatısında Sultan Dağları, batısında Anamas Dağları, güneyinde ise Kızıldağ ve Karadağ bulunur. Eğirdir Gölü’nün güneyinde, Kovada depresyonu yer almaktadır. Bu depresyon, tektonik kökenli bir polye veya bir koridor özelliği gösterdiğinden Boğazova ismini almıştır. Isparta ilinde, alüvyal ovalar ile yüksek dağlar arasında akarsular tarafından yarılmış az eğimli, dalgalı düzlüklerin bulunduğu platolar yer almaktadır. Bunlar Kumdanlı Ovası ile Gelendost Ovası’nın kuzey ve kuzeydoğusu ile Sultan Dağları arasında kalan kesimdir. Bu ovalar ile dağlar arasında az eğimli ve dalgalı yüzeylerden oluşan düzlük, Sultan Dağları’ndan kaynaklanan Köydere, Oku Çayı, Sücüllü Deresi, Karayer Dere, Harmanaltı Dere, Gökçek Dere, Buzacı Dere, Büğdüz Dere, Özdere ve bu derelerin kolları ile bölünmüştür. İlin bir diğer platosu da, Eğirdir-Kovada depresyonunun doğusunda, kuzeyde Yılanlı Dere vadisinin güneyinden başlamak üzere Sütçülerin güney ve doğusuna, Kuyucak Dağlarının batı yamaçlarına kadar uzanan alandadır. Bu alan, Kemer Dere, Gökpınar Dere gibi bazı vadiler tarafından bölünmüştür. Bu platonun kuzeyinde, Eğirdir Gölü’nün güneydoğusu ile Anamas Dağları arasında Sarıidris Dere’nin böldüğü bir başka plato daha yer almaktadır. Isparta ili, Akdeniz iklimi ile Orta Anadolu’da yaşanan karasal iklim arasında geçiş bölgesinde yer almaktadır. Bu nedenle Isparta’da her iki iklimin özellikleri görülmektedir. Deniz seviyesinden 1.050 m. yükseklikteki ilin yüzölçümü 8.933 km2 olup, toplam nüfusu 513.681’dir. Göller Bölgesi’nin Türkiye’nin ikinci derece deprem sahası içinde yer alan Isparta’de çeşitli zamanlarda depremler meydana gelmiştir. Bu depremlerin en önemlileri, 1875’te Dinar, 1899’da Isparta ve 1914’teki Burdur-Isparta en şiddetli depremlerdir. Ekim 1914 Alaşehir, Denizli, Burdur, Isparta, Eğirdir, Seydişehir ve Akşehir’i kapsayan ve geniş bir alanı etkileyen 7.1 şiddetinde bir deprem meydana gelmiştir. Deprem, en kuvvetli bir şekilde Burdur-Eğirdir gölleri arasında hissedilmiş, özellikle Burdur ve Isparta ile bu iki şehir arasında kalan köylerde büyük zarara yol açmıştır. Bu deprem, Isparta sancağında büyük yıkımlara sebep olmuştur. Isparta’da 3.700 binanın tamamen yıkıldığı, ayakta kalanların ise oturulacak durumda olmadığı tespit edilmiştir. Bu arada şehir merkezinde çıkan yangında, Pamuk Hanı, Kundakçıoğlu Hanı, 15 dükkan ve iki ev yanıp kül olmuştur. Deprem ayrıca, Keçiborlu Nahiyesi ile Kılıç, Senir, Çukur, Ali, Lağus (İlavus) Deregümü köylerine de büyük zararlar vermiştir. Isparta’nın ekonomisi tarım, hayvancılık, halıcılık, gül ve gülyağı üretimi, sanayie ve turizme dayalıdır. Yetiştirilen başlıca ürünler arasında, buğday, arpa, şeker pancarı, patates, nohut, soğan, fiğ, üzüm, elma, erik, kiraz, şeftalidir. Gül ve gülyağı, esans üretimi ön plandadır. Hayvancılıkta büyük ve küçükbaş hayvanlar olmak üzere, yaygın olarak yerli koyun türleri, kıl keçisi ve sığır besiciliği yapılır. Ayrıca kümes hayvancılığı ve arıcılık da halkın geçim kaynaklarındandır. Göller bölgesinin merkezi durumundaki Isparta’da su ürünleri üretimi ve avcılığı da ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bunların başında tatlı su istakozu (Kerevit), tatlı su levreği (Sudak) ve sazan gelmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında daha çok ev tezgahlarında dokunan halı ve kilimcilik, sonradan gelişerek makine üretimine yönelmiştir. Günümüzde evlerde üretilen halıların yanı sıra halıcılık müessesesi fabrikalaşmıştır. Türkiye’deki gülyağı üretiminin %80’i Isparta’dan sağlanmakta ve ihraç edilmektedir. Sanayii olarak Keçiborlu Kükürt İşletmeleri, çimento, tuğla, kiremit, yem, un, meyve suyu, kereste ve mobilya üreten fabrikalar bulunmaktadır. Ayrıca halı dokuyan, ipek üreten, boyayan, gıda ürünleri, metal eşya üreten sanayi iş yerleri bulunmaktadır. Yer altı kaynakları yönünden oldukça sınırlıdır. Uluborlu’da kireçtaşı, Keçiborlu’da kükürt, Yalvaç’ta linyit, Keçiborlu, Merkez ve Sütçüler’de maden suyu kaynakları bulunmaktadır. İlde zengin olan ormanlar koruma altına alınmıştır. Eğirdir ve Kovada gölleri arasındaki Yukarıgökdere Kasnak Meşesi Ormanı, Sütçüler’deki Sütçüler Sığla Ormanı doğa koruma alanı olarak ilan edilmiştir. Isparta Gölcüğünde, Eğirdir’deki turistik tesisler ve il sınırı içerisindeki antik yerleşim alanları da turizm yönünden il ekonomisinde etkilidir. Antik Çağda Göller Bölgesi “Pisidia” olarak isimlendirilen Isparta yöresinde, ilk yerleşme Üst Paleolitik (MÖ 35.000-10.000) ve Mezolitik (MÖ 10.000-8.000) çağda başlamıştır. Isparta’da 1944 yılında Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu tarafından yapılan kazılarda, İlk Paleolitik Çağa ait , Senirce ve Bozanönü yakınındaki doğal mağara olan Kapalıin’de ilk yerleşim merkezleri bulunmuştur. Ardından, Baladız ve İğdecik Köyü arasında tren yolu açılırken ortaya çıkan kum tepeciğinde Mezolitik bir yerleşim merkezi daha ortaya çıkmıştır. Bu arkeolojik çalışmalar, Isparta içindeki en erken yerleşim merkezlerinin burada olduğunu Neolitik Çağda (MÖ 8.000-5.500) bölgenin yerleşime açık olduğunu göstermiştir. Ayrıca Örenköy Höyük (Örenköy), Yeniköy Höyük ve Teknepınar Höyükleri (Sücüllü) birlikte yeni yapılacak araştırmaların bu yerleşim merkezlerine yenilerinin ekleneceğini de gösterecektir. Kalkolitik Çağda da (MÖ 5500-3000) bölgede yerleşim sürmüş ve 12 höyükte yapılan kazılarda Kalkolitik Çağ buluntuları ile karşılaşılmıştır. Bunların üzerine Tunç Çağ’ında da (MÖ 3000-1200) bu yerleşim devam etmiş, Tunç Çağı’na ait 56 höyük daha bulunmuştur. Hitit tabletlerinde buradan Pitaşşa olarak söz edilmiştir. MÖ.1800-1200 yıllarında Hititlerin buraya geldiği bilinirse de hiçbir zaman Psidia toprakları Hitit egemenliği altına girmemiştir. Hititlerin yıkılmasından sonra Frigler bu yörede hakimiyet kuramamış, ancak Yarışlı Gölü ve Düver arasında Frig seramikleri bulunmuştur. Buradaki göl içerisindeki küçük adada Frig yerleşimi olduğu sanılırsa da bu konu aydınlatılamamıştır. MÖ. 547 yılında Sardesi alarak Lidya Devletini ortadan kaldıran Persler, MÖ 334 yılına kadar Anadolu’ya egemen olmuştur. Pisidia bölgesi de bu dönemde Pers egemenliğine girmiştir. MÖ. 334 yılında Anadolu’ya giren Büyük İskender’in egemenliğine geçen bölge MÖ. 323 yılından İskender’in ölümüne kadar bu durumunu sürdürmüştür. Büyük İskender’in ölümünden sonra, Seleukos ve Lysimakhos arasında MÖ 281 yılında yapılan Kurupedion Savaşını Seleukos’ların kazanmasından sonra Anadolu onların eline geçmiştir. Bu dönemde Pisidya bölgesinde Seleukoslar tarafından Seleukeia Sidera (Atabey-Bayat), Apollonia (Uluborlu), Antiokheia (Yalvaç) kentleri kurulmuştur. Seleukos Kralı Büyük Antiokhos’un Manisa yöresinde Roma ordusuna yenilmesiyle Apameia Görüşmeleri (MÖ. 190-188) sonunda , Seleukoslar Anadolu’da Toroslar’a kadar olan tüm topraklarını kaybetmiş ve Pisidia bölgesi Romalılar tarafından Bergama ve Rodoslular arasında paylaştırılmıştır. Pisidia bölgesi bundan sonra Pergamon Krallığı’nın egemenliğine geçmiş, III.Attalos’un MÖ. 133 yılından ölümüne kadar Pergamon Krallığına bağlı kalmıştır. III.Attalos’un vasiyeti üzerine Pisidia bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar Roma’ya bırakılmıştır. Bu olay aynı zamanda Anadolu’daki Roma egemenliğinin başlangıcı olmuştur. Roma döneminde, İmparator Augustos Anadolu’da bir takım koloni kentleri kurmuştur. Isparta yöresinde Antiokheia (Yalvaç), Kremna (Çamlık), Komoma (Ürkütlü), Olbasa (Belenli), Parlais (Barla) kentleri bulunmaktadır. MÖ. 102 yılında Romalılar yöreyi Kilikia Eyaleti içerisine almış, daha sonra da Asia Eyaletine bağlamışlardır. Bununla beraber Romalılar burada hakimiyetlerini tam olarak kuramamışlar, MÖ.39’da Antonius tarafından, Galat Kralı Amyntas bölgeye kral olarak atanmıştır. Amyntas’ın ölümünden sonra Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27-MS 14) tarafından yöre Galatia’nın bir eyaleti haline getirilmiştir. Roma İmparatorluğu’nun M.Ö.395 ‘te ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu’na bağlanan Isparta, VIII. ve IX. yüzyılda yapılan idari ayrıma göre bir eyalet olmuş ve bir dini merkez haline getirilmiştir. Selçuklu hükümdarı II. Kılıç Arslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan Bizans-Selçuklu savaşları sırasında, Anadolu Selçukluları’nın Bizans ordusunu Miryakefalon’da (1176) yenmiştir. Bu savaş sonrasında Selçuklular Uluborlu’yu ele geçirmiş, Isparta yöresi de bütünüyle, III. Kılıç Arslan zamanında (1204) ele geçirilmiştir. II. Keyhüsrev döneminde (1237-1246) başlayan Moğol akınları, Anadolu Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırınca Batı Anadolu’da egemenlik beyliklerin eline geçmiştir. XIII. yüzyıl başlarında Selçuklular’ın Isparta, Eğridir ve Yalvaç yörelerine yerleştirdiği Teke aşiretine bağlı Türkmenler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra yörede Hamidoğulları Beyliği’ni kurmuşlardır (1301). Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey beyliğe büyükbabasının adını vermiş ve önce Uluborlu’yu, daha sonra da Eğirdir’i beyliğin merkezi yapmıştır. Hamidoğulları Beyliği, kuruluşundan bir süre sonra güneye doğru yayılarak, Gölhisar, Korkuteli ve Antalya’ya doğru genişlemiştir. Antalya ve çevresi Dündar Bey’in kardeşi Yunus Bey’in yönetimine girince Hamidoğulları Beyliği, Eğridir ve Antalya olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Isparta bu kollardan Eğridir’e bağlanmıştır. İlhanlılar’ın Anadolu Valisi Temürtaş, Hamidoğulları Beyliği üzerine de yürümüş (1324) Antalya’ya kaçan Dündar Bey’i öldürtmüştür. Temürtaş, Dündar Bey’in elindeki yerleri kendi yönetimi altına almış ve Antalya’yı da Dündar Bey’in kardeşi Yunus Bey’in oğlu Mahmud’a vermiştir. Temürtaş’ın İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’a karşı ayaklanarak Memlükler’e sığınmasından sonra, Dündar Bey’in oğlu Hızır Bey Anadolu’ya gelerek beyliğin yönetimini üstlenmiştir (1327). Hamidoğulları ile Karamanoğulları bu yörede sürekli çatışmışlardır. Hamidoğullarından sonra 1374’te yöreye Osmanlılar hakim olmuş, Yıldırım Beyazıt Karamanoğullarının üzerine yürümüş, kısa bir süre sonra da Isparta yöresi 1391’de Osmanlı yönetimine girmiştir. XVI. yüzyıl başlarından itibaren Şahkulu İsyanı Isparta’yı da etkilemiştir. Şahkulu Burdur, Isparta, Gölhisar ve Sandıklı yöresine saldırmış ve buraları yağmalamıştır. İsyanın 1511’de bastırılmasından sonra isyancılar Mora’ya sürülmüştür. İzmir’in işgali üzerine her bölgede Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş ve bu cemiyetler gönüllü milli kuvvetlerin hazırlıklarına başlamıştı. Isparta bölgesinde ilk asker toplama faaliyeti 20 Haziran 1919 günü yapılan miting sonunda hazırlanan ve 21 Haziran günü bütün beldelere gönderilen bildiri ile başlamıştır. Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin gayretleriyle Mahmut Efe ve meşhur eşkıya Dereli hafız ve adamları milli kuvvetlere katıldılar. Ayrıca Eğirdir teşkilatı da bu konuda çalışmalar yaparak dağlarda eşkıyalık yapan 47 kişinin gönüllü kuvvetlere katılması sağlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar Isparta’dan çok sayıda gönüllü kuvvet toplandı ve cepheye gönderilmiştir. Ispartalı gönüllülerden oluşan ilk birlik Isparta Mücahidleri adını aldı. 24 Haziran 1919 tarihinde toplanmaya başlayan gönüllüler, daha sonra cepheye gitmeye hazır duruma getirilmiştir. Isparta’dan katılan milisler 39. Piyade Alayı olarak Milli Mücadele’ye katılmışlardır. Osmanlı vilayet salnamelerinde Isparta yöresi Hamideli olarak tanımlanmaktadır. Kent XIX.yüzyıl sonlarında Konya vilayetine bağlı Hamidâbad sancağının merkezi idi. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1920’de Hamidâbad il merkezi yapılmış ve ismi Isparta olarak değiştirilmiştir. XIV. yüzyıl Arap kaynaklarında ilin bugün bulunduğu yöre Saparta olarak anılmakta, Isparta adının bu sözcükten geldiği sanılmaktadır. Isparta’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Isparta Kalesi, Eğirdir Kalesi, Sığırlık Kaleleri, Ördekçi Kalesi, Anabura Kalesi, Roma dönemine ait Zindan Köprüsü, Afşar Köyü’nde Selçuklu dönemine ait Gelendost Afşar Köprüsü, Çandır Köyü Köprübaşı Mevkiinde Selçuklu dönemine ait Sütçüler Çandır Köprüsü, Barla Roma Köprüsü, Barla osmanlı Köprüleri, Psidia Antiokheia antik kenti kalıntıları, Seleukeia Sidera antik kenti su yolları, Cirimboli Köprüsü ve su kemeri, Aya Baniya (Aya Panaya) Kilisesi, Aya Yorgi Kilisesi, Emre Mahallesi Kilisesi, Aya Stefanos Kilisesi, Aya Georgios Kilisesi, Kutlubey (Ulu) Cami, Hızırbey Cami (1325), Hacı Abdi (İplik Pazarı) Camisi (1562-1569), Firdevs Paşa (Mimar Sinan) Camisi (1561), Abdi Paşa Camisi (Kavaklı Cami-Peygamber Cami) (1782-1783), Küçük Gökçeli Kırık Minare Camisi (XIII.yüzyıl), Atabey Sinan Camisi (Kurşunlu Cami) (1591), Feyzullah Paşa Camisi, Eğirdir Hızır Bey Camisi , Barla Çeşnigir Sinan Paşa Camisi (1376), Yılanlıoğlu Camisi (1809), Sütçüler Sefer Ağa Camisi (1296), Şarkikaraağaç Ulu Cami (Cami-i Kebir) (1282), Uluborlu Alaaddin Camisi (Ulu Cami) (1281), Yalvaç Devlet han Camisi, Yalvaç Yeni Cami, Yalvaç Leblebiciler Camisi, Atabey Gazi Ertokuş Medresesi (1224), Eğirdir Dündar Bey Medresesi (Taş Medrese) (1301), Şarkikaraağaç’taki Durmuş Efendi Medresesi, Hacı Emin Efendi Medresesi (Minareli), Süleyman Efendi Medresesi, Beşkonaklızadeler Medresesi, Koca Rüştü Efendi Medresesi, Müftü Ragıp Efendi Medresesi, Hartuşlu İbrahim Efendi Medresesi, Hacı Sait Efendi Medresesi, Uluborlu’da Gardılı Lala Medresesi (Taş Medrese), Eğirdir Han, Gelendost Kudret) Hanı, Erkek Hamamı, Bey hamamı, Karaağaç Hamamı, Eski Hamam, Yeni Hamam (XIX.yüzyıl), Yılankıran (Çukur) Çeşmesi (1519), Karbuz Çeşmesi, Piriefendi Sultan Türbesi (Piri Mehmet Halife) (1554), Halife Sultan Türbesi, Şeyh Alaaddin Efendi (Aldan Efendi) Türbesi, Hace-i Sultani (Abdülkadir Geylani) Türbesi, Gökveli Sultan (Şeyh Recep) Türbesi, Hızırabdal Sultan Türbesi (1521), Teberdar Mhmet Dde Türbesi,Yavruzade (Kılıcı) Hacı Hüseyin Efendi Türbesi, Tavganalı Şeyh Hacı Mehmet Nuri Efendi Türbesi (1872), Yedi Şehitler, Veli Baba Sultan Türbesi, İncili Çavuş Türbesi, Mübarizeddin Ertokuş Türbesi, Şeyhülislam Elberdai Türbesi, Baba Sultan Türbesi, Şeyh Müslihiddin Türbesi, Yunus Emre Türbesi, Firdevs Bey Bedesteni bulunmaktadır. Ayrıca Isparta’da Türk sivil mimarisinin örneklerinden evler vardır. Bozanönü İstasyonunun doğusundaki Bozanönü Mağarası, Hoyran Gölü'nün doğusundaki Hoyran mağarası, Beyşehir Gölü'nün batısındaki Pınarözü Mağarası, Yenice'nin yakınında Aksu kıyısındaki Zindan Mağarası, Köprüçay Kanyonu ve Yazılı Kanyon ilin doğal eserleri arasındadır. Ayrıca Çamyol, Kocapınar, Sidre mesireleri ve 2 adet milli park, 2 adet tabiat parkı, 2 adet tabiatı koruma alanı, 1 adet orman içi dinlenme yeri, 3 adet yaban hayatı koruma sahası ve 18 adet tabiat anıtı bulunmaktadır.
-
Kahramanmaraş Kırmızı Biberi Kahramanmaraş'ımızın dünya çapında tanınmış ürünlerinden birtaneside biberdir. Yuriçi ve yurtdışına satışı yapılan bu ürünümüze belediyemiz tam destek vermektedir. Geleneksel olarak düzenlenen Biber Festivali ile üreticilerimizin dünyaya adını daha çok duyurması belediyemizin katkılarıyla sağlanmaktadır. Biber festivali için halk konserleri düzenlenmiş ve çeşitli sosyal faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Kırmızı biber baharat olmasının yanısıra beslenmede de son derece önemli bir gıda maddesidir. 100 gr. Kırmızı biberde 318 kalori, 148 mg. kalsiyum,76 mg. C vitamini, 8,1 gr. su, 2014 mg. potasyum, 41.610 IU A vitamini, 12 gr. protein, 293 mg. fosfor, 15 mg. B3 vitamini, 17,3 gr. yağ, 152 mg. magnezyum, 2 mg. B2 vitamini, 56,6 g. karbonhidrat, 30 mg. sodyum, 1 mg. B1 vitamini, 24,9 gr. lif, 8 mg. demir, yanında acılık ve renk maddesi gibi organik bileşikler içerir. Beslenmede çok büyük öneme sahip kırmızı biberin, bir o kadarda insan sağlığında önemli bir gıdadır. Kırmızı biber mide suyu ve tükürük oluşumunu arttırır, sindirimi kolaylaştırır, romatizma, mafsal ve diş ağrılarını azaltır, krampları giderir, kolera ve gut hastalıklarına iyi gelir, kanser riskini azaltır, terlemeyi artırır serinlik verir, öksürük ve boğaz ağrılarını gidermede kullanılır, sinir hastalıkları için doğal yatıştırıcıdır. Vücuttaki aşırı yağ ve kolestrol birikiminin önlenmesini sağlar. Antibakteriyal etkisi ile hastalıkların önlenmesinde etkili rol oynar.
-
Kahramanmaraş Tarhanası Kahramanmaraş Tarhanası Ülkemizde bilinen tarhanadan farklıdır, şekli yapımı ve tadı Türkiyemizde tekdir. tarhananın daha kurumamışına firik denilir, serildiği günün akşamı olur ve her çerezcide bulunur. Kurutulmuş tarhana'da aynı firik gibi Çerez olarak ceviz fıstık ve badem ile'de yenmektedir, isteğe göre kuru, soğuk veya sıcak su ile ıslatılmış, tava içinde yağda kızartılmış veya sıcak kemik suyu ile ıslatılarak damaklarda yer bulmaktadır, tabiiki çorbasıda vardır ve mevsimine göre Çalgam dediğimiz bir turp çeşidi ile'de yapılabilinir. Kahramanmaraş Tarhanası Ülkemizin ve dünyanın dörtbir yanında gurbette yaşayan Kahramanmaraşlılar'ın valizler içinde götürdükleri'nin en kıymetlisidir, çünkü gurbette bulunması zordur. Kahramanmaraş Tarhanası kültürümüzle birleşmiş asırlardan beri yapılmaktadır yıllar öncesi her evin yaptığı tarhana ise Kahramanmaraşta büyük bir sektör oluşturmuş ve ilimiz'in ekonomisine büyük katkı sağlamış ve sağlamaktadır. Kahramanmaraş Tarhanası fabrikasyon usulüne geçerek birçok tesisler kurulmuştur, hijyenik ve temizlik kurallarına titizlikle uyulmaktadır, ünlü üreticiler ise Günal ve Haşiroğlu şirketleri'nin Tarhanasıdır. Kahramanmaraş Tarhanası Dövme, Keçi Yoğurdu, Tuz ve Kekikten Yapılmaktadır. Kahramanmaraş Tarhanası Yapımı: Kahramanmaraşlılar'ın vazgeçemedikleri yiyeceklerinin başında gelir. Hem kuru hemde ıslatılarak yenilir, kemik suyu ile ıslatılmış tarhana'nın hayal edilemez kadar tadı vardır. Çorbası meşhurdur. Yapımı ise büyük mahsere kazanlarında pişirilir. Temizlenen dövmeler pişirme esnasında kuvvetli bir kişi tarafından ağaçtan yapılı "Tarhana küreği" ile sürekli karıştırılır. Pişirilen aş, bezler üzerine çekilerek soğutulur. Büyük leğenlerde yoğrularak üzerine davaryoğurdu ilave edilir. Yoğurtla iyice yoğrulan tarhana, çukurluk bir yerdeki bez üzerine taşınır. Üzeri iyice kapatılır. Birgün dinlendirilir. Komşu ve akraba kadınları toplanarak sabah erkenden dam başındaki "çiğ"Ierin üzerine el maharetleri ile sererler. Serildiği günün akşamı "Tarhana Firiği" hazır olur. Birgün sonrada tamamen kurur. Toplanarak özel olarak yapılan bidonlarda saklanır. Kahramanmaraş'a özel geleneksel yiyeceklerden birisi olan "tarhana" bugün bir ev üretimi zahire olmaktan öteye gitmiş ve önemli bir sektör haline gelmiştir. Tarhana firiği, ceviz, badem içi veya taze antepfıstığı ile birlikte çerez olarak yenilir. Komşulara, akrabalara, tarhana sevenlere ikram edilmesi bir gelenektir. Malzemesi: Dövme, davar (keçi) yoğurdu, kekik, tuz.
-
Kahramanmaraş Döğme Dondurması K.Maraş Döğme Dondurmasının Tarihçesi Osmanlılar döneminde saraylarda "karsambaç" adı verilen bir yiyecek türü varmış... Bu yiyeceği yapmak için, dağların pek güneş görmeyen yamaçlarında kuyular açılır ve bu kuyular kış mevsiminde karla doldurularak saklanırmış. Yazın sıcak günlerinde, süt ve diğer çeşitli meyva suları bu karla karıştırılarak soğutulurmuş (Bu halen K.Maraş'ta yapılıyor). Daha sonra bu karışıma o sıralarda Halep'ten gelen şekerde eklenmiş. Zaman zaman şekerin dışında pekmez ve balda katılmış. Osmanlı saraylarına ve asil konaklarına yabani orkide (sahlep) satan Maraşlı Osman Ağa, yörede "cinsel gücü artırıcı" olarak bilinen bu içeceğin artanını bir gün saklamak için kara gömmüş.Ertesi günü baktığında, sahlebin kıvamındaki değişiklik dikkatini çekmiş. Süt, şeker ve sahlep karışımının yoğunluk kazandığını ve sakız gibi uzadığını görmüş. Bu yeni gıda maddesinin tadına bakan herkes pek çok sevmiş. Sahlepli karsambaç olarak başlayan bu gelişme üç kuşak sonra Maraş Dondurması olarak tanınmaya başlamış.Kahramanmaraş'ı çevreleyen Ahırdağı'nın yamaçlarında özellikle kekik, keven gibi rayihalı otlarla beslenen keçilerin sütünden, birinci kalite sahlepten üretilen bugünkü K.Maraş Dondurmasındaki en büyük özellik sütün keçi sütü olmasından kaynaklanıyor. Ahırdağı yamaçlarında beslenen keçilerin sütü önce bir eksper tarafından kontrol ediliyor. Özellikle sütteki yağ oranının belirli bir yüzdenin altına düşmemesi gerekiyor. 90 derece sıcaklıkta kaynatılan sütler, mikroorganizmalardan arındırılıyor. Daha sonra bu süte önce sahlep, ardında şeker katılıyor. İyice karıştırılan bu karışım, 6-8 saat dinlendirdikten sonra eksi 6 derecede soğutulduktan sonra tüketime sunuluyor. İçerisinde A B C D ve E grubu vitaminleri ile kalsiyum fosfor, magnezyum, sodyum, potasyum demir ve çinko gibi minerallerde bulunan K.Maraş dövme dondurmasının 100 gr. sade dondurmada 135 mg kalsiyum, 115 mg fosfor, 100 mg. sodyum, 160 mg. potasyum, 0,1 mg. demir, 130 mg. A vitamini, 0,21 mg.E vitamini 0,25 mg. B vitamini ve 0,13 mg. diğer vitaminlerden olduğu tesbit edilmiştir. Bugün, K.Maraş dövme ve meyveli dondurma çeşitlerinin, Yaşar Dondurma (Mado), Ferah Dondurma (Edo) ve Kervan Dondurma (Alpedo) kuruluşları tarafından yurt içi ve yurt dışında dağıtımı yapılmaktadır. K.Maraş Dondurması halen A.B.D., Avustralya, Almanya, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Çin, İngiltere, G.Kore, S.Arabistan, Tunus, Yugoslavya, Kıbrıs, Mısır gibi ülkelere Mado ve Edo markalarıyla ihraç edilmektedir.
-
Kahramanmaraş Yaylaları Kahramanmaraş Yavşan Yaylası Sır baraj gölünün güneyindeki yükseltiler üzerinde yer alan, zengin orman dokusu ve su kaynakları ve endemik bitkileri ile, öncelik alan doğal bir kaynaktır. Yükseltisi 1300 metreye ulaşmaktadır. Yavşan Yaylası, kampçılık ve iklim kürleri açısından il düzeyinde önemli bir kaynaktır. Kahramanmaraş Tekir Yaylası Kahramanmaraş'ın 63 kilometre kuzeyinde yer alan ve havası, suyu, ormanlığı ve önemli su kaynaklarının burada olması bölgeye daha güzel bir görünüm kazandırmaktadır. İç ve dış turizme hizmet veren 9 adet yol boyu dinlenme tesisi vardır. Balı, alabalığı, eti, yoğurdu ile meşhurdur. Kahramanmaraş Başkonuş Yaylası Kahramanmaraş-Andırın karayolu üzerinde Yenicekale çevresinde yeralan zengin bir orman dokusunun oluşturduğu ve yayla karakteri gösteren bir bölgedir. Yükseltisi 1779 metre olup, kaynak suları ve yabanıl hayvan varlığı olan Boşkonuş'ta geyik üretme çiftliği bulunmaktadır. Elektrik, telefon, yol ve çevre düzenlemesi yapılmış olan alanda, Orman Bölge Müdürlüğü idaresine ait sosyal tesisler (konaklama, lokal, lokonta vb.) bulunmaktadır.
-
Savruk Mağarası Kahramanmaraş’ta Süleymanlı Ilıca, Beşen, Eleman Mezrası, Karamanlı ve Hacınınoğlu Köyü arasında bulunan Savruk Mağarası Paleosen dönemde oluşmuştur. İçerisinde sarkıt ve dikitler bulunmaktadır. Mağaranın ön kısmında, 20-30 m. altında Ceyhan Nehri geçmektedir. Aynı zamanda burada bir de şelale bulunmaktadır. Mağaranın çevresi yörenin mesire ve piknik alanıdır.
-
Kahramanmaraş Yeşilgöz Yeşilgöz kaynak göl olup 50 60 m derinlikte , 1000 m2 genişliğindedir. Özelliği suyun çok soğuk olmasıdır. çevre mesire alanı olup gölün içinde kendisine has balık bulunmaktadır.