Zıplanacak içerik

asterix

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

asterix tarafından postalanan herşey

  1. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Havadan Sudan Konular
    +1
  2. Şimdi bu noktada türbanı savunanların da itiraz edenlerin de son derece açık ve net bir biçimde gerçek niyetlerini ortaya koymaları gerekir. Bu kişisel tartışmalardan çok daha yararlı ve bilgilendirici olur kanımca. Nedir türbanı savunurken zihninizin arkasındaki niyet? 1 - Samimi düşünceniz, sadece adına kamusal alan dediğiniz yerlere türbanlı olarak giremeyenlerin mağduriyetini mi dile getirmek Yani sizce türbanlılar üniversitelere alınsa ya da devlet dahil istedikleri heryere serbestçe girip çıkabilse konu kapanacak mı? Türban üzerinden bunca zamandır yürütülen ve bu ülkenin siyasetini enerjisini tüketen bir tartışma kapanacak mı? 2 -Yoksa türban aslında bir dini simgemidir. Allahın mutlak emirlerinin, tartışmasız bir biçimde Dünyevi kanunların üzerine çıkartılmasının simgesimidir. Türban konusu kapansa örneğin, Allahın diğer emir ve yasaklarının gündelik hayata uyarlanmasına mı gelecektir sıra? Bence tüm bu masum demokrasicilik ve insan hakları savunuculuğu oyununun arkasındaki gerçek niyetler ortaya konursa birbirimizi daha iyi anlamış, birbirimizi gereksiz yere kırmamış oluruz sanırım. Şimdi söyleyin bakalım sizin türban savunuculuğunuzun ya da karşıtlığınızın arkasında yukarıda belirtmeye çalıştığım hangi niyet yatmakta.
  3. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    Sunayı da deli gönül sunayı Ben yoluna terkeyledim sılayı armağan gönderdim telli turnayı İner gider bir gözleri sürmeli Sabahtan uğradım yarin yurduna Dayanılmaz firkatine derdine Yıkılası karlı dağın ardına Aşar gider bir gözleri sürmeli Ateş yanmayınca duman mı tüter Ak gerdan üstünde çimen mi biter Vakti gelmeyince bülbül mü öter Öter gider bir gözleri sürmeli Karacaoğlan kapınıza kul gibi Gönül küsüverse ince kıl gibi Seherde açılmış gonca gül gibi Kokar gider bir gözleri sürmeli Kırıkkale/Keskin - Derleyen : Bahri İlhan.
  4. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Havadan Sudan Konular
    eyvallah emin, çok sevdiğim bir türküdür, ben de tüm dostlarım ve forumdaki tüm arkadaşlar için Erkan Oğur-İsmail Hakkı Demircioğlu'ndan bir Karacaoğlan türküsü isteyim, "Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm"
  5. yürrü be made in yaşa...
  6. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    turkish-media kadısı tarafından fetva verilmiştir, Ey ahali, Bundan böyle kim ki, Halkların kardeşliğinden ve eşitliğinden dem vurursa Bilin ki kendisi salaktır... Eh madem öyle, Kır kalemi, kes cezayı yaşamayı neyleyim...
  7. Nice mutlu yıllara, dilerim her yaşadığın yılı dolu dolu yaşamış olarak geride bırakırsın.
  8. Bu soru çok da yerinde bir soru aslında, Üniversite yıllarımda, başı kapalı kız öğrencilerle aynı sıralarda okuyabiliyorduk. Ne kimsenin mağduriyeti sözkonusuydu, Ne de devlet kendini bu derece tehlikede görüyordu. Sonra ne olduysa birdenbire, bir ordunun üniforma giymesi gibi bu kızlar adeta tek tip bir örtünme modelinin içine girmeye başladılar, Adına sıkmabaş denilen ve tercih edenleri adeta uzaylı yaratıklara döndüren bir örtünme modeli, başörtüsünün yerini aldı. Türban inanan kadınların yegane örtünme şekliymiş gibi ve burdan kaynaklanan sorunlarda, tüm inanan insanların sorunuymuş gibi kasıtlı ve yanıltıcı bir sorun bu ülkenin gündemine bırakıldı. Hayır bu ülkede başörtüsü yoktur diyenler ya da türban aslında başörtüsüdür diyenleri Ramazan'da Sultanahmet Meydanında çimlerin üzerine uzanmış iftarlıklarını hazırlayan "başörtülü" kadınları seyretmeye davet ederim. Bu ülkede inanan insanların Cumhuriyetle bir sorunu yoktur. Bu ülkede din tüccarları tarafından yaratılan din sınıfının Cumhuriyetin üzerine sürülmesinin gerisinde yatan niyetler sorunu vardır. ve mahduriyet iddiasındaki genç kızların mağduriyetlerinin müsebbibi ne Cumhuriyet ne de onun yasaları, uygulamalarıdır. Bu mağduriyetin bir numaralı sorumlusu, bu genç kızları giydirip kuşatıp bir iddia ile Cumhuriyetin üzerine salan din madrabazlarıdır. Ve evet bu hareket hiçbir biçimde masumane bir hak talebi değildir, Gerçek niyetlerini açıkça söylemek yürekliliğini gösteremeyenlerin, yarattıkları bu sınıf üzerinden politika yapamama becerisizlikleridir olup biten. Ve şu unutulmasın ki varolan bu siyasi iddianın Cumhuriyetle hesaplaşması henüz bitmemiştir.
  9. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Şiir Forumu
    Yalnız İnsan... Yalnız insan merdivendir Hiçbir yere ulaşmayan Sürülür yabancı diye Dayandığı kapılardan Yalnız insan deli rüzgar Ne zevk alır ne haz verir Dokunduğu küldür uçar Sunduğu tozdur silinir Yalnız insan yok ki yüzü Yağmur çarpan bir camekan Ve gözünden sızan yaşlar Bir parçadır manzaradan Yalnız insan kayıp mektup Adresimi yanlış nedir Sevgiler der fırlatılır Kimbilir kim tarafından Aragon
  10. Neden, Türk Milli Takımı'nın Almanya'ya gidebilmesi için baraj maçı oynamasına engel mi oldular, Sahaya eksik oyuncuyla mı çıktık, Türk Milli Takımı'nın yapması gereken işleri, başkaları mı gelip yapacaktı. Kendi sahasında vargücüyle üzerimize çullanan, pres yapan, yüreğini ortaya koyan hatta kendi oyun kapasitesinin dahi üstüne çıkan İsviçre karşısında prese karşı koyabildik mi?, pas yapabildik mi? pozisyona girip tehlike yaratabildik mi? bunların hiçbirini yapamadık, peki kalemizi savunabildik mi? hayır onu da yapamadık. Hakemin vermediği penaltıyı bahane ederek bu sözler söylenmemeli, Bizim bu dostluk düşmanlık edebiyatından önce kendi işimizi başkalarının inayetine bırakmamamız lazım. Lafla büyük olunmuyor, Anotosis karşısında dağılan büyük Trabzon favoriydi, Trömsö karşısında yıkılan Galatasaray Avrupa şampiyonuydu, Bolton karşısında Beşiktaş daha iki yıl önce Chelsea ya kök söktürüyordu. Shalke'de bozguna uğrayan Fenerbahçe'nin yabancı oyuncu sınırlandırılmasının ardına saklanması ile Türk Milli Takımı'nın durumu ibretliktir aslında koskoca Türkiye Futbol liginden sahaya çıkartacak 11 kişi bulamıyorken, Uzun lafa gerek yok, Futbolda herşey olur, işler ters gider, istediğin oyunu tutturamazsın, hakem hataları, ayak oyunları, şikeler, ayarlamalar, saha ve seyirci şartları bunların hepsi olabilir. İsviçre'yi elemek için Teknik kapasitenin, temponun, fizik gücün, takım uyumunun vs.vs. ötesinde ihtiyacımız olan en önemli şey, bir gazetede yazdığı gibi, Çılgın Türkler'in bir zamanlar ortaya koyduğu yürek olsa gerek.
  11. Bir denemede benden olsun bakalım, Sonbaharda, Kimsecikler yokken sokaklarda ve yağmur şehrin caddelerini yıkarken Amansız, iflah olmaz bir hastalık gibi içimden söküp atamadığım yokluğunla Seni bekliyor olacağım Sen pencerendeki buharı sileceksin Umarsız tasasız kaygısız Ben ıslanan toprağın kokusunu çekeceğim içime Bir martının tiz çığlığı duyulacak Gök gürleyecek aniden ve ben Seni bekliyor olacağım Biliyorum Bekleyişim umutsuzdur Amansızdır kavgam ve çaresizdir hastalığım Ve senin benden hiç haberin olmamıştır Haberin olmamıştır uykusuz gecelerde kimbilir kaç kez Seni düşünmüşlüğümden İçimdeki sancıdan Karalanıp bir kenara atılmış yapraklardan
  12. Öncelikle başlığa yazdığınız görüşleriniz ve katkılarınızdan dolayı teşekkür ederim Her ne kadar emperyalizm'den fayda ummak konusunda görüş ayrılığımız da olsa. Kürtler konusunda, sadece Kürtlerin değil, Türkler dahil tüm halkların bu kapitalist dünyanın ortaya koyduğu seçeneklerden tercihler yapmamaları ya da temel insani gerekliliklere ulaşmak konusunda bu grift ilişkiler yumağı içinde kaybolmamalarıdır dileğim. ve bu coğrafyada gerçekten BİRARADA yaşamanın yolları sonuna kadar denenmelidir. Özellikle büyük harflerle yazdığım bu temenni herhangi bir siyasi ideolojinin gizli dayatmasından ziyade samimi insani bir dilektir sadece. Hoşçakalın.
  13. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    Bağlandı yollarım kaldım çaresiz Gayrı dünya bana karalandı gel Derildi defterim arsız, armansız Üst üste dizildi sıralandı gel gel Yari görse idim haftada ayda Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda Azrail göğsümde canım hay hayda Ciğerimin başı yaralandı gel Karacoğlan der ki başa yazıldı Gözüm yaşı sel sel oldu süzüldü Kefenim biçildi, kabrim kazıldı Mezarımın üstü karalandı gel gel Sivas/Yıldızeli türküsü Derleyen : Ali Sultan / Nida Tüfekçi.
  14. Yukarıdaki prensipler manzumesi ile birbirimizi anlamış ve bir noktada buluşmuş olduğumuzu düşünüyorum Fakat somutlaştırmaya çalıştığınız örnek, bu satırların yazarını pek rahatsız etmez. Bir atasözü şöyle der; "çiğ yemedim ki karnım ağrısın" Benim açımdan kimin emperyalisti daha kötü türünden bir yarıştırma sözkonusu olmaz. Bu noktada ne ahtapotların ne de kurbanların etnik, ulusal, vb. kimlikleri çok da önem arzetmez. Genel olarak yeryüzünde tüm insanlığı tehdit ve mağdur eden bir olguya karşı çıkarken bunun yerel versiyonunu savunmak durumunda olmadığım konusu sanırım anlaşılmaz değildir. Ya da bir emperyaliste karşı çıkmanın yolunun bir diğeriyle kol kola girmek olduğu konusundaki çelişkiyi ortaya koymaya çalışmamın. Evet bu zaaflar ve zaafiyetleri değerlendiren şeytanların yarattığı kaos sadece yerel yaşantılar için değil, tüm insanlık için bir numaralı sorun olsa gerek. Bu noktada, farkında olmak ve ideolojik olsun veya olmasın, samimiyetle bunun karşısında olmak ya da bu olgudan faydalar ummaya çalışmanın ip cambazlığı arasındaki tercihlerin açık ve net olarak ortaya konması gerekir sanırım.
  15. Öncelikle konu emperyalizmin nasıl göründüğü olunca, açıkçası emperyalizm ve insan unsuru arasındaki bir nevi karşılıklı çıkar ilişkisini andıran bir boyutu ortaya koyarak, bu konunun farklı bir yönü de yakalanmış oldu sanırım. Kavramların sözlük anlamları üzerinde çok fazla durmayalım bu noktada, uzun kollarını yeryüzünün en ücra köşelerine kadar uzatarak, insanlığa ait, iyi güzel doğru ne varsa, bunları kendine devşiren ve kendi bünyesindeki ifrazatını dışkısını yine aynı yolla insanlığın üzerine fışkırtan bu yaratığın ahtapot mu yoksa fil mi olduğunun çok önemi yok bence. Olgu tüm çıplaklığı ile karşımızda duruyor. Ancak yine de emperyalizm kavramının bir slogan olduğunu varsayalım ve tüm çıkarımlarımızı kapitalizm üzerinden yapalım. Evet belki de kapitalizmin tüm ayak oyunları karşısında insanoğlu evlilik vaadiyle kandırılmış masum genç kız değildir. Belki ruhunda varolan o zaaflarla kendini kapitalizmin kollarına bırakırken yaşadıklarına da bir nevi suç ortaklığı yapmıştır. Sanırım bu noktada bir yol ayrımına geliyoruz, Kapitalizm tarafından kandırılan ve iğfal edilen bu genç kıza karşı; ya, eh sen de kaşınmıştın, senin ruhunda vardı zaten mi diyeceğiz, yoksa herşeye rağmen bir insan olarak aklımız, vicdanımız ve sorumluluk duygumuzla bu kızı düştüğü bataktan kurtarmak için birşeyler yapacakmıyız. Bunlar bir klişe olarak görünebilir o taraftan, geçek hayatta geçerliliği olmayan iyimser temenniler ya da. Beni yeldeğirmenlerine saldıran bir Don Kişot olarak görmenizde bir beis yok. Niyetler ve temennilerden söz açılmışken, konuyla aslında çok da ilgili değilken, dilerim Kürt kardeşlerim için de hayat mutluluk getirir. sadece ünlü bir büyüğümüzün dediği gibi, "Büyük devletlerle münasebet yırtıcı hayvanlarla aynı kafese girmek gibidir"
  16. Toprak, kurumuş, çatlamış toprak verimsiz, bereketsiz, ölü Hava soğuk, kasvetli ve dondurucu, tabiat adeta ölü gibi, ağaçlar yapraksız çıplak dallarıyla, terkedilmiş gibi, tüm ovada ve tepelerde yamaçlarda rüzgarın sesi duyuluyor sadece. Rüzgar bütün ovayı baştan başa dolaşıyor ve sonra mezarlığın içine gelince, orada yatanları incitmek istemezmiş gibi yavaşlıyor, sakince değiyor Molly'nin mezar taşına asılan eşarba, yeşil eşarp rüzgarda nazlı nazlı dalgalanıyor, Üzerinde beyaz bir yonca olan yeşil irlanda arması dalgalanıyor, rüzgarın ve yağmurun hırpaladığı, yırtılmış, yaralanmış bayrak. günlerdir yağan yağmurun altında bekleşen adamlar sessizce bekliyorlar, havada bir ölüm sessizliği hakim, ölüp giden tabiat gibi, insanlar da ölmeye hazırlanıyorlar. yıllar önce bir kızılderili şefi ölmek için güzel bir gün demişti, böyle bir günmüydü acaba o günde. hatırlayamadı Joseph, umursamadı da. Yerinden doğruldu, gökyüzüne son kez baktı, kir pas içindeydiler, yarı aç yarı tok, üstelik günlerdir bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, hendekleri suyla doldurmuştu. Dizlerine kadar suyun içindeydiler, yan gözle arkadaşlarını süzdü. Tedirginliğin hakim olduğu, yeşile çalan yüzler, Tanrım benim de yüzüm böylemi acaba diye geçirdi içinden, ister istemez elini yüzüne götürerek, uzamış sakallarını sıvazladı. Şimdi herkes, bilinmeyen bir zamandan ve bilinmeyen bir yerden gelen tanrılar gibi, derin bir sessizlik hakimdi, herkes adeta taş kesilmiş, kulakları çalınacak olan düdüğün sesini bekliyordu. Çamur deryasına dönmüş ovada tiz bir ses duyuldu ve kalabalıkta bir hareketlenme, işte başlıyor dedi kendi kendine, üçyüz metre koşusu, hayatımızın son üçyüz metresi, Gri bulutların altında çamurlara bata çıka ilerlemeye çalışan yüzlerce kişi, Başladı işte, üzerlerinden geçen top mermilerinin ıslığı, mermilerin sinir bozucu vızıldamaları, ötede beride patlayan ve patlamasıyla çamur-insan karışımlarını ötelere fırlatan bombalar, Bir an nedense tam da tehlikenin ortasında içini müthiş bir güven ve huzur duygusu kapladı, küçükken koşturduğu tarlalar, sarı buğday başaklarının rüzgarda dans edişleri geldi aklına, sıcaktı ve masmavi bir gökyüzü vardı. Az ötede sendeleyen fırıncıyı gördü, kocaman iri gözleri ve elleri olan fırıncı, dizlerinin üzerine çöktü yavaşça ve sonra tıpkı koca bir ağacın gövdesi gibi devrildi çamurların üzerine ve onu başkaları izliyordu Kaçınılmaz olana yaklaşıyoruz diye düşündü... Ne olduğunu, nasıl olduğunu bile anlamadan kendini çamur deryasının içinde buldu, sol yanağında bir sızı vardı, yerinden doğrulmaya çalıştı, dayanılmaz bir acı kapladı vücudunu. Şimdi etrafta olup bitenleri bir sinema salonundan seyrediyor gibiydi, İşte az ilerde fırıncı kıpırdamıyordu artık, biraz ötede dağ köylerinden birinden gelen ve arkadaşlarının alaylarından çokça nasibini alan o genci gördü, belli ki çok acı çekiyordu, ama ne tuhaf o hiçbirşey duymuyordu, en ufak bir gürültüyü bile.. Biraz ilerde tel örgülere takılmış biri sallanıp duruyordu, yanıbaşında mekanik hareketlerle koşulturan birileri birer birer düşüyorlardı. Otobüs terminalini düşündü, kalabalığın içinde hiçbirşey söylemeden babasıyla bakışmaları geldi aklına, sert öfkesi burnunda babasıyla sessiz bakışmaları, hayatlarında birbirlerine karşı belki en yaklaştıkları andı o... boğazlarında birşey düğümlenmişti ikisininde ve sessizce ayrılmıştı oradan, Birileri eğildiler üzerine, tanıyamadı onları, vücudunu yokluyor birşeyler söylüyorlardı. Tanrım rahat bırakın beni dedi içinden. Tekrar o sarı buğday başaklarını ve o sıcak yaz gününü düşündü, onu ilk gördüğü an geldi aklına, onunda saçları o sarı buğday başakları gibiydi. Sağ eli ile cebinden o buruşmuş, kıvrılmış fotoğrafı çıkarttı, İşte sen,sen benim hayattaki en değerli şeyimdim ve en büyük yenilgim. Bir büyük şairin dediği gibi mutlu aşk yoktur... Yanağından aşağı damlalar süzülmeye başladı, boylu boyunca uzanmıştı toprağa ve yağmur yeniden yağıyordu. Gökyüzünden uzanan o yumuşak elleri tuttu ve ayağa kalktı usulca, hava yine sıcaktı, tıpkı o günkü gibi... S O N Emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkürlerimle...
  17. asterix şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Tiyatro
    bir önceki sahnede sivri dilini çekemeyen ve dili gibi kılıcının da kudretinden çekinen düşmanları tarafından kurulan bir pusuda, bir atlı arabanın altında kalır. Yıllardır her cumartesi roxane ı hiç sektirmeden ziyarete gitmektedir. Doktorların ve dostlarının itirazlarına kulak asmadan yaralı ve yaşlı bedeni ile söz verdiği gün ve saatte orada olur bu bile onun yaşamını yitirmesi için yeterli bir nedendir. Cyrano de Bergerac çirkin ama seven erkeklerin, seven ama aşkını itraf edemeyen erkeklerin, ulaşamayacaklarını, karşılık alamayacaklarını bildikleri halde sevmekten asla vazgeçmeyen erkeklerin sembolüdür. Gaskonyalı çirkin aşık aşkını ancak bir başkasının ağzından dile getirme şansını, hergün İspanyolların arasından öldürülme tehlikesini göze alarak postaya verebildiği mektuplarla kullanır. Ve ölürken, 12 yıl önce o bir başkasının ağzından yazılmış olan ve Roxane ın hatıra olarak sakladığı mektubu ezbere okur. Bir aşk bu kadar temiz ve bir aşık bu kadar soylu ve fedakar olabilir ancak.
  18. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Rahat uyu diyeceğim, biliyorum ki yattığın yerde rahat değilsin. Dün akşam TV de Genelkurmay arşivlerinden Kurtuluş Savaşı görüntüleri yayınlandı. Daha önce yayınlanmayan görüntüler Erkekler kıyasıya vuruşurken, hemen gerilerinde bakraçlarıyla onlara su taşıyan kadınlar, nazım'ın dediği gibi o mübarek ve korkunç elleri ve yüzleri ile kadınlar kadınlarımız... Biri beyaz entarisi ve yazması ile biraz doğruluyor suyu uzatmak için yere yatmış erkeklerden birine. Bir şey oluyor ne olduğunu anlamıyor, vuruluyor belli ki bir ah bile demiyor, ya da kimbilir o gürültünün patırtının içinde duyulmuyor bile feryadı, sonra sessizce, sanki savaşanlara mani olmaktan utanırmış gibi, memleketin kurtuluşuna kendi acısı için engel olmak istemezmiş gibi, sessizce kenara yığılıveriyor. Çatal elimden düşüyor, boğazım düğümleniyor, dolu gözlerle izliyoruz tokat gibi yüzümüze çarpan kareleri, utanıyoruz sonra, senin şahsında, adını sanını bilmediğimiz kahramanlardan, artık bir masal gibi gelen, sadece devletin kutladığı ya da arabesk sanatçılarla "coşup" birbirimizle itler gibi dalaştığımız Cumhuriyet kutlamalarına bakınca bu film karelerine bile geçecek kadar talihli olmayan nice mübarek kadının ve erkeğin önünde utanıyoruz. Ruhun şad olsun, biz de analım seni adet yerini bulsun.
  19. Bu başlığı açarken maksadım, gündelik koşuşturmaların ve kendi beğeni ve eleştiri önceliklerimizin arasında, hayatımızın içine sızan emperyalizmin ne derece farkında olduğumuzu irdelemekti. Ayrıca bir parantez de açayım ki, özellikle son mesajlarımla da iflah olmaz bir anti emperyalist olduğumu da inkar edilmez bir biçimde ortaya koymuş oldum. İdeolojinin artıları ve eksilerini tartışmak konusunda; Temel felsefesi teorisi ve uygulamalarıyla gözler önünde olan bir ideolojinin görece artı yönleri olarak sunulan şeyler aslında çok da eğreti durmakta. Doğrudur, bilimsel araştırmalara ayrılan kaynaklar, görece insanlığın hizmetine sunuluyormuş gibi çarpık bir tabloyla asılı durmaktadır karşımızda. Okyanusların dibinde balinaların, köpekbalıklarının sırtına metal plakalar takarak onların yaşam süreçlerinden tabiat ve insanlık adına yararlı şeyler çıkartır emperyalizm. Ancak bu gözyaşartıcı değildir, hatta Gittikçe büyüyen ve insanlık için bir tehdit haline gelen ozon tabakasının korunması için zararlı gazların üretimini kontrol altına alacak Kyoto anlaşmasından yan çizerken dev şirketler ve onların temsilcisi devletlerin tavırları kadar ya da Moda günlerinde birbirinden zarif mankenlerin, Avrupalı naif hanımefendiler için sergiledikleri kürklerin asıl sahiplerinin sırtlarından canlı canlı acımasızca yüzülüp alınması kadar. Afrikada'ki açlar için popüler sanatçılarıyla dev konserler düzenler, en büyük yardım kampanyaları ve en duygusal anları yaşanır Emperyalizm güruhunda. İnsanın gözleri yaşarırken bu duyarlılık karşısında ben iflah olmaz bir biçimde emperyalist işgaller öncesi Afrika'da nüfus, tabiat ve beslenme konularına kafa yorarım nedensiz yere. Ve insanların Arjantin'in batı kıyılarında yer alan zengin hayvan çeşitleri için geçerli olan güçlünün ancak yaşama şansı bulduğu o doğal seleksiyona tabi olmaması gerektiği, akıl, vicdan, ahlak, sorumluluk duygusu gibi birtakım değerlerin gücün önüne geçmesi gibi hayaller de aklımı kemirir durur işte. Şüphesiz bu örnekler çoğalır gider, silah ticaretinden, uyuşturucu trafiğinden, kadın kölelerden, uluslararası finans ve petrol organizayonlarından bahsetmek de gereksiz şu anda. Ancak insana ait en temel şeylerin, ki insanca yaşama hakkı diyebileceğimiz bir değerler paketidir bu, başka bazı insanların bencilliği, hırsı ve açgözlülüğünün matematik denklemler haline getirilmiş sistematiğinden, önümüze fırlatılmış kemikleri kemirirken kendimizi sistemin faydalı yanları masalıyla avutmak da biraz ironik olsa gerek. Son olarak Kuzey Irak'daki Kürt oluşumu için de bir iki şey söylemek gerek sanırım. El atına binen tez inermiş diye bir atasözü vardır. 60 yıllık dost ve mütefiklik yalanlarının üzerine nasıl hışımla kalem çizildiği gerçeği sanırım Türkler için olduğu kadar Kürtler için de ibretlik olsa gerek. Benim aklıma bu konu ile ilgili beyaz perdeye yansıyan Karagöz ve Hacıvat'ın gölgeleri gelir. Ne kadar birbirleriyle kavga etseler de ikisini de tutan ve onlara hayat veren güç aynıdır. Karagöz ve Hacivat olmamak dileği ile...
  20. Soğuk ve kuru bir gündü, Molly umut dolu bekleyişinden sıyrılmıştı, Aylardır Joseph'e yazdığı mektuplara bir cevap gelmesini umut etmişti. Sonra birden, uzun süredir aradığı bir sorunun cevabını bulmuş insanların güvenli ruh haline bürünmüştü. Hani bir şeyi yapıp yapmama konusunda kararsız kalan ve enine boyuna günlerce kafa yorduktan sonra karar veren ama verdiği karardan sonra artık kesin bir iç huzuruna kavuşan insanlar gibi. Artık karamsar değildi. Camdan dışarı baktı. Gökyüzünü gri bulutlar kaplamıştı. Hırkasını giydi, bisikletine bindi ve olanca gücüyle pedalları çevirdi. Ne kadar zaman yol aldığını kendi de bilmiyordu, ormanın girişinde bir ağaca yasladı bisikletini ve o eski Kelt tapınağının kapısından içeri girdi, yanında getirdiği mum yaktı güçlükle, içerisi aydınlandı, loş ışıkta lahitteki ve duvarlardaki kabartmalara baktı. Aslan figürlerine, iri gözlü savaşçılara ve onların sivri miğferlerine, yazıtlara, büyülenmiş gibiydi. Sonra mezarın mermer lahitini eliyle okşamaya başladı, tıpkı bir çocuğu sever gibi. İşte şurda Joseph yatıyordu diye düşündü içinden, soylu kralım dedi mırıldanarak artık sen bile yardımcı olamazsın bize. Sonra mezardan çıktı ağır ağır o ulu çınarın yükseldiği yamaca gitti. Koca ağaç yapraklarını dökmüş gri çıplak kollarını gökyüzüne uzatmıştı, bu haliyle sanki artık elimden birşey gelmez der gibiydi. Molly ağacın iri gövdesine yasladı sırtını, gözlerini kapadı öylece kaldı bir süre. Sonra yapmaya karar verdiği şeyi yapmak üzere doğruldu. Hırkasını çıkardı, uçurumun başına kadar yürüdü. Rüzgar Molly'nin sarı saçlarını dalgalandırıyordu. Genç kız uçurumdan aşağıya baktı, içinde bir ürperti geldi geçti. Gözlerini kapadı, kollarını açtı, Joseph o çocuksu gülüşü ile güçlü kollarını ona uzattı. Molly'nin o küçük ve soğuk ellerini tuttu, sıktı. Genç kızın gözlerinden iki damla yaş yanağına doğru süzüldü, Affet beni Joseph dedi ve kendini onun güçlü kollarına bıraktı. Joseph pençesini avına geçiren güçlü bir aslan gibi Alman'ı boğazından yakaladı ve elindeki çelik miğfer ile adama vurmaya başladı, sonra bir daha vurdu, bir daha bir daha, her darbede bir kırık sesi duyuluyor, Alman'ın yüzünden fışkıran sıcak kan, Josep'in ellerine yüzüne bulaşıyordu. Soluk soluğa kaldı, çoktan ölmüş olan cansız bedene olanca hırsıyla vurdu, elini bir daha kaldırdı, çavuş Welsh kolunu yakaladı, onu kaldırdılar. Nefes nefeseydi, başka bir dünyadan gelmiş gibiydi, tamam Jo dedi Harper, tamam gel hadi, hadi gidelim. İleride değirmenin yıkık silüeti görünüyordu. Mullhein'in özenle istif ettiği mektupları rüzgarda savruluyordu. etrafta öbek öbek bomba çukurları, yeni patlamış volkanların kraterleri gibiydi. Breen üzerine devrilmiş taş ve kalas yığınları arasında cansız bedeniyle kaybolmuş gibiydi. Hendeklerin içinde organları dağılmış, etrafa saçılmış asker cesetleri vardı. Almanlar büyük bir iştahla ve bitmeyen bir enerjiyle ele geçirdikleri mevziyi onarıyordu. Uzun tel örgüleri ardarda çekiyorlar, çukurlara makinalı tüfekleri yerleştiriyorlardı. Bir subay yanındaki birkaç kişiyle değirmenin yakınına geldi, yanındakilere gülerek birşeyler söyledi, sonra tiksinerek İrlandalı gönüllülerin cesetlerine baktı, kafasını salladı ve gitti. Onun ardından adamlar taş ve kalas yığınlarını ölülerin üzerine yığdılar, koruganların arkasına havanlar yerleştirildi.
  21. asterix şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    GELDİM Beni çağırmadınız, kalkıp ben kendim geldim Uzaklardan size bir haber getirdim geldim Bıraktıklarınızdan, unuttuklarınızdan Sımsıcak-anılası günler getirdim geldim Gömütleri andıran yapılarınızdaki Yaşantılarınıza evler getirdim geldim Tek-tek, ayrık-soluyan bitkiseller yerine Yüzyüze-dönük-gülen sizler getirdim geldim Solarken suladığım, koparken bağladığım Ölürken canlandığım sözler getirdim geldim
  22. işte ben de tüketicilerin yoğrulup şekillendirilmesinden bunu kasdetmiştim. asgari ücretin 350.- YTL olduğu bir ülkede insanların ceplerinde destelerle kredi kartlarının ve kameralı cep telefonları bulunmasının bir ahlaki alt yapısı da olmalı ve belki biz, iğneyi kendimize batırıp biz bu emperyalizmin neresindeyiz sorusunu kendimize sormalıyız.
  23. Farkındamıyız acaba, yaşadığımız şu hayatta tükettiğimiz şeylerin kaynağının, farkındamıyız her akşam TV lerde izlediğimiz reklamları ve onların tanıttığı yabancı ürünleri ne derece kanıksadığımızın. Trafiğin arapsaçına döndüğü kentlerimizde birbirinden farklı binlerce arabasıyla muazzam bir araba pazarı olduğumuzun, Devasa alışveriş merkezlerinde, havludan çaya, peynirden ayakkabıya, hazır gıdadan mobilyaya, içtiğimiz sudan diş fırçalarımıza, şampuanlara sabunlara, çocuk bezlerine makina parçalarına, el aletlerine, florasanlara, dekoratif malzemelere, köpek mamalarına, ithal meyva sularına kadar. Ve farkındamıyız dünyamızı sinsice ele geçiren, bizi açık bir pazar haline getiren bu hayatın kendi tüketicilerini de bir hamuru yoğurur gibi yoğurup şekillendirdiğinin. Eğitimimizden, politikamıza, sporumuza ve sanatımıza kadar herşeyimizi ele geçirdiğinin. İnsanın aklına ister istemez şu soru da gelmiyor değil hani O zaman 1919 dan 1923 e kadar girişilen o canhıraş mücadelede biz neyi kurtarmıştık???
  24. senin gördüğün yanağımdan süzülenler içimde içinde yüzdüğüm bir deniz var.
  25. Baharda açan çiçeklerle birlikte Joseph'in ruhu da o suskun öfkeli halinden kurtulmuştu biranda. Bu sanki uzun süren bir uykudan sonra ağızdaki şeker tadı gibi bir şeydi. Şimdi Joseph o eski çocuksu saflığından da başka bir boyuta geçmişti sanki. Dingin bir ruh hali içindeydi. Nedensiz garip bir huzur kaplamıştı yüreğini. Belçika sınırında boşaltılmış bir köyün yakınlarındaydılar, güneş zaman zaman bulutların arasından yüzünü gösteriyordu. Neredeyse bütün ağaçlar çiçeğe durmuş, çevreyi alışkın olmadıkları bir çiçek kokusu kaplamıştı. Tabiat yaklaşan savaşa aldırmaksızın belki de ölüme yaklaşan insanları son kez güzelliğiyle kutsuyordu. Bekleyişin sıkıntısından kurtulmak için uğraşıyorlardı, yere serdikleri bir battaniyenin üzerinde kağıt oynayan adamlar, hiçbirşeye aldırış etmeksizin kendilerini kağıtların gizemli dünyasına kaptırmışlardı. Joseph yerinden doğruldu, tüfeğini omuzuna astı, hendekten dışarı çıktı, dar patikadan çıkarak tepedeki eski değirmene doğru yürüdü. Değirmenin biraz solunda bir çukurun içindeki makinalı tüfekçilere eliyle selam verdi, ona gülümsediler, sonra değirmenin kapısından içeri girdi, gözleri bir müddet sonra loş ışığa alıştı. İçeride aylak aylak oturan adamlar istiflerini bozmadılar. Başlarını çevirip Joseph'e gülümsediler hikayesini bilmedikleri bu güçlü ve sessiz çocuğu severdi hepsi de. Biri yere serdiği battaniyesinin üzerinde uyuyor, derin soluk alış verişleri odada duyuluyordu. Merdivenlerden yukarı çıktı Joseph, üst katta açık duran pencerenin önüne yığılmış kum torbalarının ardına dirseklerini yaslamış etrafı seyrediyordu Breen. Seni gördüm Jo dedi, güzel bir hedef oluyordun buradan dedi, uzun kirpiklerini kırpıştırıp, sarı çilli yüzüyle gülümsedi Joseph'e. Mullhein köşeye serdiği bir şiltenin üzerine uzanmış çantasının içindekileri şilteye boşaltmıştı. Etrafa yayılmış mektuplar, çoraplar, kalemler, not defterleri, fotoğraflar içinde, işini büyük bir ciddiyetle yapan bir eskiciyi andırıyordu. Hoşgeldin Jo dedi, bürom biraz dağınık bugün kusura bakma dedi muzipçe gülerek. Sana ne ikram edelim, fasulye konservesi, kayısı reçeli, peksimet. Dişlerin konusunda uyarayım seni, biraz serttir İngiliz peksimeti dedi, sonra aynı ciddiyetle önündeki kağıtları tek tek inceleyip tasnif etmeye devam etti. Joseph şiltenin kenarına ilişti, açık duran pencereden gökyüzünde ağır ağır yol alan büyük beyaz bulut kütlelerine baktı. Bu benim lanetim demişti ihtiyar adam, bu soyumuzun laneti, bizim soyumuzun erkeklerinin sevdikleri kadınlara kavuşamamak gibi bir uğursuz laneti var. Benim lanetim yıllar sonra tekrar etti, benim lanetim oğluma bulaştı diye düşündü. Şimdi artık yirmiüç yıl önceki o düşünceli ve öfkeli haline geri dönmüştü. Karanlık, laş odanın içinde gözlerini bir yere dikmiş öylece oturuyordu.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.