dilku tarafından postalanan herşey
-
ARKADAŞLAR LÜTFEN KATILIN
bu yetmez ama sadece vicdan azabi cekmek sence günahlari telafi eder mi? vicdan azabi cekmeyenler de var onlar cezalarini nasil cekecek, su da var ki bazi günahlarin bedeli dünyada ödenir ahirete intikal etmez, belki burada snin dedigine katilabilirim, örnegin hastaliklar günahlari temizler, insanin iyilik yapinca ferahlik kötülük yapinca vicdan azabi duymasi belki de ahiretteki hesabin bir izdüsümüdür..
-
ŞU AŞKIN İLACI OLSA...
GECELER BENİM Sen vurulsan Kan aksa oluk oluk Gözlerinden Beni ansan bir kere Dudakların arasından Adımı duysam Bir yaş fısıldasa Kirpiklerinden Dursa dursa Hiç düşmese hep orda Sesini duysan yüreğimin Hissetsen Adını koysam sevgimin Yüreğinde atsam Hiç durmasam Atsam atsam Yağmurlar yağsa hep Bana gelirken sen Islatsa saçlarını Okşasam gelince O ıslak saçlarını Yüreğine dokunsam Duysam, hissetsem tenimde Ellerine baksam Gözlerini tutsam, yutsam İçime çeksem çeksem.. Ellerinle gözlerime Dokunsam Yüreğimi ellerine bıraksam Hiç düşürmesen, hep tutsan Gece olsa çıksam Karanlık hep karanlık Siyah gece Kara gözlerini O zifiri gecede Arasam hep arasam Yıldızlardan uzansam Bulamasam sonra Her gece Senin gözlerin olsa artık Her siyah birazcık sen Her yağmur gecede Senin ıslak saçların Seni bulsam rüyamda Rüyalardan çıkmasam Gecelerde gömülsem Gözlerinde, sende ölsem Yine kalkıp bi yerlerden Sesine gelsem Çığlıklar arasından Fısıltını duysam Beni çağırıyor olsan Bana gülüyor olsan “seni seviyorum” desen geceler benim senle olsam unutmam seni geceler hep var gözlerin gibi 2002
-
ARKADAŞLAR LÜTFEN KATILIN
belkide iyi olur herkez sevdikleriyle birlikte istedikleri yeri cennet yada cehennem yaparlar ne dersin 17015[/snapback] tabii olabilir dünyada böyledir..
-
ŞU AŞKIN İLACI OLSA...
daha görmek ister misin?
-
ŞU AŞKIN İLACI OLSA...
bagisladim sana gündüzleri korkusuz bir yildiz ismarladim geceye bugün sana gelecek kedersiz
-
ŞU AŞKIN İLACI OLSA...
SENSIZLIGE... ürkek aksam ayazlari girer koynuma ürperirim seni sayiklar yalnizlik korkarim siir yazmak isterim birden niye bilmem koyverir yaslar gözümden zindan saatler hep uguldar kulaklarimda bir yol olsa derim sana gelmenin kafam allak bullak gözlerim dalmis bir tikirti duysam zaten sen diye kosarim yerimden sen sen diye kimi derim bilmem saymak istemem kac gece gecti sensiz cocuklar tanirdim hep bizim cocuklarimiz severlerdi seni anladim ben sendeyken varim biliyorum dalip gittigim yerlerdesin yine ve veriyorum hep yeniden bir ben bir ben veriyorum yeniden gözlerine tarihi unutuldu
-
ŞU AŞKIN İLACI OLSA...
ask mucizedir dogru asikken ben de cok mutlu olurum, bu aralar asik olmam lazim cok bos kaldim..böyle dedigime bakmayin ben aska tövbeliyim ask adami ne hale getiriyor..
-
NOLUR BI CEVAP ..............
dilku şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımkarakurt gümüshanelimisin
-
ARKADAŞLAR LÜTFEN KATILIN
bi de cehennem neden yaratilmis diye elestirirler, cehennem tutkunlari icinmis meger..40 yil düsünsem cehennem askiyla yanan bir insan tasavvur edemezdim.. sen istersin de seni cehennemden mahrum mu birakir Yüce Rabbim sen yeter ki iste..her sey insan icin..
-
NOLUR BI CEVAP ..............
dilku şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımgümüshanelisin
-
Hilafet Nasil Yikildi.?
kralx bu isin psikolojisidir ve canugur icin temennimdir..ve bence vatan aski Allah askini getirecektir.. neden takildin ki??
-
Iste Müslümanlik Budur
sen bir müslümanin hayatini mi anlattigini saniyorsun müslüman Allah emrettigi icin hacca gider haci desinler diye degil O emrettigi icin kurban keser, etinden fakirlere dagitir, günün bes vakti namazini kilar calismayi namaza feda etmez cumalarina gider bayram namazlarina da icki icmez tek bir yudum bile hayatinda hic tadina bakmamistir, ihtiyaci olan yere okul, hastane yaptirir, bunlarin sevabinin bilincindedir, Allah rizasi icin zekat ve sadaka verir, komsusu acken tok yatmaz, her isinde Allahin rizasini gözetir, kendi menfaatini degil, müslüman kibirli degildir. alcakgönüllüdür, haksizliga karsidir, mazlumun yanindadir, yoldan cikmislara küfretmek yerine dua eder.. müslüman budur ve daha bir cok iyilik müslümandadir müslüman gercek askin tecellisidir
-
Iste Müslümanlik Budur
ana dilde ibadet konusu ha... hicbir dilin baska bir dile tam ve eksiksiz dogru dürüst cevirisi mümkün degildir, sen ibadetlerinde Arapca okur icinden türkce anlamini gecirirsin böylece husu olur.. o aglayanlara gelince sevgiyi tatmis olanlar ask atesiyle yananlar aglarlar sevgiye ac olanlar kibirliler ise icin icin ic cekip o hali kiskanip disindan yadirgar ve dalga gectigini sanarlar..halbuki o o halin tadina ernek icin neler vermezdi.. Kuran Türkce okundugu zaman Arapcadaki kadar manevi hava vermez, cünkü Kuranin öyle bir uslüb ve belagati vardir ki su gibi akar ayrica da ayetlerin arapcasini hem okumak hem ezberlemek Türkce okuyup ezberlemekten daha kolay ve kisadir..dene istersen.. Kurani anlamak istiyorsan meal oku sifa bulmak istiyorsan Arapcasini oku..
-
Allaha borç vermek
bir de bu mealllerin bu kadar cesitlenmesinin nedeni Arapcanin zengin bir dil olmasindandir Arapcada bir kelimenin bir cok anlami olabilir, bazi cevirmenler de kelimenin zaman icinde anlam degisikligine ugradigini tesbit ederek kelimenin asil anlamini bulma cabasina girismislerdir bunlardan biri rahman kelimesinin anlaminin merhamet degil de sevgi demek oldugunu savunur, Kuran cevirilerinde dilbilimcilere cok is düsüyor ve yine bir cok ceviri metodu vardir metod farkli ise elbette ceviri de farkli olacaktir, mealler yorum zenginlikleridir kuranin tahrif edilmesi gündemde bile olamaz Kuranin indigi dilde tahrifi söz konusu olmadikca.. örnegin Arapcadan dövmek olarak dilimize cevrilen darabe fiilinin bir cok anlami vardir örtmek, ortaya koymak , mahkum olmak, aciklamak, cikartmak gibi..bazi cevirmenler de darabe kelimesinin gectigi ayeti ..yataklarinizi ayirin ve nihayet onlari cikartin (ayrilin) diye cevirmisler..bazisi darabeyi uzaklastirmak olarak cevirmis, dilbilim ve ceviri metodu ilerledikce mealller cogalacak bu normaldir. darabe fiili konusunda Prof. DR. Ismail Yakit söyle der: Ayette ele alınması gereken bir diğer kavram da maalesef “dövünüz” diye tercüme edilen “va’dribuhunne” kelimesidir. Gerçi Arapça’da “darp” fiili vurmak dövmek anlamına gelse de deyimsel olarak bir çok yerde farklı anlama gelir. Mesela “bir örnek vermek” veya “bir misalle açıklamak”, “bir örnekle anlamaya yol açmak” için Arapça’da “darabe meselen” tabiri kullanılır. Kur’an’da bu anlamda kullanımlar vardır.(Yasin, 36/78). Ayrıca Kur’an’ın bütünlüğünde ele aldığımız zaman “darabe” fiilinin dövmek anlamına gelebilmesi için fiile mutlaka “ba” harf-i cerli bir mef’ul gelmelidir(=mef’ul gayr-i sarih). Çünkü dövmek, veya vurmak mutlaka bir şeyle veya nesneyle olur. Mesela eliyle, sopayla veya başka bir şeyle gibi. Kaldı ki bu ayette böyle bir kullanım yoktur. Fiil yalın haldedir. Bu ayetin konteksine göre, göndermek veya uzaklaştırmak anlamına gelen deyimsel bir ifâdedir. Zira evli bir kadının aile düzenini bozacak şekilde bir başıboşluğu söz konusu olduğunda erkeğin yapması gereken işler sıralanmıştır. Ö nce, ona öğüt verecek, fayda vermediğinde, yatağını ayıracaktır. Şayet bu da fayda vermezse artık onu kendi ailesinin yanına tabiri câizse tebdil-i havaya gönderecektir. B ir bakıma onu kendinden bir müddet uzaklaştıracaktır. Ç ünkü bundan sonra gelen ayete göre hakemler devreye girecektir. Yani boşanma işleminden veya yeniden barışma işleminden önce yapılması gerekenler sıralanmaktadır. Keyfiyet budur. Bu kelimenin “dövünüz” şeklinde anlaşılıp uygulanması, kadının aile içi geçimsizliklerde tarih boyunca itilip kakılmasının, hor görülmesinin dinî bir kılıfı olmuştur. peygamberimiz hangi hanimini dövmüs, Hz peygamber karisini dövenlerden öbür dünyada bizzat sikayetcidir.. yukaridaki iletim de bir yorumdur bunlar da..yukaridaki iletim dövmek anlami verenlere göreydi sahsi görüsüm oldugu icin degil burda da baska anlamlardan bahsedildi..yani kelimenin anlami dövmekse de aciklanabilir bence..baska anlamlar vererek de..
-
Allaha borç vermek
en iyisi Arapcayi ögrenip kendin anlayacaksin kurani tefsirlerle falan.. yapamiyorsan en güvenilir meale basvuracaksin mesela komisyonun meali iyidir.. dogrudur sapik hoca mi yok memlekette meali iyi secmek lazim..hiristiyan misyonerler de kendilerine göre bir ceviri yapmislar.. ayeti gören Kuranda böyle bir ayet olduguna sasiyormus bunlari sormak sorusturmak arastirmak lazim körükörüne meale inanmak degil.. Kuran tahrife karsi korunmustur, dünyadaki bütün Kuranlarin arapcalarini karsilastirin tek bir harfin yeri degismemistir.. peygamberimiz hangi hanimini dövmüs, o dövmek cok zaruri hallerde verilmis bir ruhsat olabilir ama burada dayakta asiriya kacilmayacak mesela yüze vurmak yasaktir islamda.. bu dövmek isinin mübah oldugu durumlardan biri kadin kocasinin namusuna halel getirmissedir, yoksa sudan sebeplerle degildir.. dövmek de siddetli vurmak degil hafifce vurmaktir..kolunu bacagini kirmak gözünü morartmak degildir ve Hz peygamber karisini dövenlerden öbür dünyada bizzat sikayetcidir..
-
Hilafet Nasil Yikildi.?
Wallahi, Bizim mucadelemizi baskasi bu kadar guzel anlatamazdi Bizim bu konumuz ÖLÜM-KALIM meselesidir. Biz Hilafetin olmayisina boyle bakiyor ve namlunun ucunda Cenneti goruyoruz. Ve diyoruzki; Ya Sahadet Ya Hilafet!! Yani Ya Hilafet Yada Sehidlik.. Baskasi bizi kurtarmaz! Evlerinizde bir kac rekat namaz kilinipta cennette girilmiyor kardeslerim!! <{POST_SNAPBACK}> 1-Sizin mücadeleniz arap cöllerinde Kutebe vahsetinin kanli kara topraklarinda arap cöllerinde akbabalara yem olurken, 2-Bizim mücadeleniz ise, Menemen operasyonunu Türkiye geneline yayip, cumhuriyet düsmanlarini, zorla da olsa, evcillestirmek olacaktir. 3- Bizim mücadelemiz, Atatürk´ün Karabekir´e dedigi gibi sonunda "hocalari toptan kaldirmak" olacaktir. <{POST_SNAPBACK}> ... bizim cihada saldiran siz, cumhuriyeti demek kanla kabul ettireceksiniz!!!! senin degil belki ama sehitlerimizin cenaze namazlarini hala hocalar kildiriyor ve canugur Türkü taniyorsan ISLAM BU DIYARDA SÖNMEZ.. kendini birgün savasta düsmana Allah Allah diye hücum ederken bulacaksin (istemesen de ve TÜRKSen) canugur iste asil o zaman "kendini" bulacaksin..ve kendini buldugun gün en mesut günün olacak cünkü o zaman Rabbini bulacaksin! sevgiye hasret gönlün umarim birgün sad olur.. saygilar..
-
inkar psikolojisi
Kuranda günes takvimine göre 950 yil demiyor ya, herhangi bir takvim olabilir ayrica realitede olani yani insanlarin kullandiklari isimleri kullanir, insanlar kendilerini nasil cagiriyorlarsa öyle mesela hiristiyanlar kendilerine ne isim vermislerse öyle..insanlar Nuh tufanini biliyorlardi kutsal kitaplarda gecer belki 950 yil biliyorlardi bu takvimi kullaniyorlardi da böyle gecti benim icin Nuhun 950 yil yasamasinda hicbir sorun yok eski zamani günümüze uyarlayarak belki de hata ediyoruz belki o zaman insanlar cok yasardi neden olmasin?? dostluktan kastedilen burda onlarin inanclarini kendi inanclariniz yapmayin onlarin sapik düsüncelerine inanclarina meyl etmeyin yoksa sen bireysel olarak bir yahudiyle arkadas olabilir onunla görüs alis verisinde bulunabilirsin ama onun her dedigine amenna demezsin gercek dostlar birbirlerini her zaman etkiler..yoksa anladigin manada arkadaslik degil o zaman ehl-i kitapla da evlenmek serbest olmazdi evlilik dostluktan ötedir sonucta karsi onlarla dost olmayin denilen tarafa asik oluyorsun..demek ki o dostluk baska..nasil seytani dost edinmeyin deniyorsa..sen yeter ki kendi inancini korumasini bil karsindakinin inancina meyl etme imanin kuvvetli olsun sonra kimle istersen dost ol..hatta dostlukla sen onu müslüman yapabilirsin ama dostlukla onun seni hiristiyan yapmasina izin vermeyeceksin..böyle iste.. inancini kendini bildigin korudugun müddetce sorun yok tehlikeye karsi uyari var..
-
inkar psikolojisi
benim bildiğim ilk ay takvimini bulan sümerler keldani takvimide nereden çıktı zaten sana ilk takvimi bulan keldaniler demedim 1 2 kitabin adi sümerler ve nuh tufani 3 takvimin adini karistirmis olabilirim onemli olan bu degil bu konu hakkinda bi tez daha buldum o da: 29. surenin 14. ayeti ; Ademin arza gelisinden 1000 yil sonra Tufan oldugu ve burada Nuhun 50 yasinda oldugu yorumu ben hırsızlık yapacağım sebep parasızım kaynak para ok ben bu hırsızlığı kesinlikle yapmaya kararlıyım ve allah benim hırsızlık yapacağımı biliyor ve beni yaratıyor ...... ben karar veriyorum ama daha yaratılmadım sen şu yazdıklarını anladın mı? <{POST_SNAPBACK}> senin bir fiili yapabilmen icin öncelikle uzuvlarinin saglam olmasi lazim tamam bu saglam ok ikincisi karar verdin fiili yapacan azmettin iste o anda senin kolunu kaldirisinla ayni anda Allah senin kolunu kaldirma fiilini yaratiyor yani Allah her an bir istedir her zaman yaratmadadir yaratip birakmis degildir senin birinci gücün uzuvlarinin saglam olmasi devam ediyor ikinci gücün ise fiili yapmandan önce veya sonra sende mevcut degil onu o an Allah yaratiyor her kesbedisinde yani irade edisinde azmedisinde yaratiyor. bu arada sen yaratildin su an fiilllerinden bahsediyoruz. her adim atis fiilin ayni anda yaratiliyor..klavyeye her dokunusun ayni anda yaratiliyor, sen karar veriyorsun fiilini yapmaya Allah fiili yapma gücünü sende yaratiyor..
-
ISRAILIN GÖZÜ TOPRAKLARIMIZDA
TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ ÜZERİNE BİR ANALİZ Ferruh SEZGİN *Amerikalı Larry Collins ile Fransız Dominigue Lapierre tarafından ortaklaşa yazılmış olan "Kudüs Ey Kudüs" (E Yayınları, İstanbul, 1973), bende iz bırakmış kitaplar arasındadır. Politikaya meraklı olanlar için, özellikle İsrail ilgi alanları içindeyse, vazgeçilmez değerdedir. *İsrail devletinin kuruluşunu, 1948 Arap-İsrail Savaşını, aynı savaş sırasında Yahudiler'in Kudüs'te kendi yaşadıkları kesimi Araplar'a karşı savunmalarını inceleyen kitapta; itiraf etmeli ki, nasıl sıfırdan başlayarak adım adım devlet olunduğunu -ve olunacağını- gösteren harika örnekler vardır. Ama tabii, belirtmeye gerek bile yok, kitap baştan sona Yahudi propagandasıdır. *Kitabın beynimizi yönlendirmesine karşı koyabilir ve satırlar arasında ipuçları aramaya çalışırsanız, fazlasıyla bulabilirsiniz: Sözgelimi; İsrail devletinin "Lübnan-Suriye-Irak ekseni" boyunca genişlemeyi planlamış olduğunu... Bu, İsrail'in bugünkü devlet adamlarından birinin ağzından duyulmuş olsa neyse de, devlet olup olmayacaklarının daha kesinleşmediği bir atmosferde böylesine pervasızca telaffuz edilirse; onlarla sınırdaş olmaya aday bir ülkenin fertlerinden biri olarak, hele de vatanımızla aramız-da kopmaz bağlar mevcutsa, bu ihtirası bir kenara not etmek zorundasınız. Üstelik, kendi devlet politikalarınızı oluştururken, kaydınızdaki o ihtirası hep hatırlamak ve dikkate almak zorundasınız. *Aynı şekilde, Ralph Schoenman'ın "Siyonizm'in Gizli Tarihi" adlı kitabı da (Kardelen Yayınları, İstanbul, 1992) İsrail'in geleceğe dönük politikalarını afişe eden eserler arasındadır. Schoenman, kitabının bir yerinde (s.105) İsrael Şahak'ın Orta Doğu İçin Siyonist Plan" (The Zionist Plan for the Middle East) adlı eserine atıfta bulunur. Söz konusu bölüm, İsrail'in "nasıl bir Suriye" tasarlamış olduğu ile ilgilidir. "... Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep yöresinde bir Sünni devleti, Şam'da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı, güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef ulaşabileceğimiz kadar yakındır." Düğmeye Hafız Esad'ın ölümünden sonra basılacağı, pek de yabana atılmaması gereken bir siyasi hipotezdir. Ya, Suriye'den sonrası? *Siyonizm'in kurucusu Thedor Herzl'e göre, Siyonist hareketin üzerinde hak iddia ettiği topraklar, kısaca "Nilden Fırat'a kadar büyük ülke" olarak tanımlanabilir (Theodor Herzi: Diaries (Günlükler), Cilt II., s.793). Schoenman, İsrailoğulları'nın bu büyük ülkesini, "Lübnan ile Ürdün'ün tamamını, Suriye'nin üçte ikisi, Irak'ın yarısı, Türkiye'nin bir bölümünü, Kuveyt'in yarısı, Suudi Arabistan'ın üçte biri, Sina'nın tamamı, Mısır'ın da Port Said, İskenderiye ve Kahire'yi kapsayan bölümü" olarak tarif ediyor. *Demek, siyonist düşüncenin uzak vadeli planları içinde "Türkiye'den toprak talebi"nin mevcut olmadığını ileri sürebilmek pek de kolay değil. Bu doğruysa, İsrail'in gözü Türkiye topraklarının hangi yörelerinde? *Pek çok insanın zevk alarak okuduğu bilim-kurgu türü yayınların yanı sıra, bir de siyasi-kurgu türünden olanlar vardır. Geleceğe dönük tahminler, birincisinde teknolojik gelişmelerin ışığında, ikincisinde ise siyasi gelişmelerin ışığında yapılır. *Arthur Hailey'in "Ekabir" adlı romanı (daha sonraları "Başbakan" adıyla da yayımlandı) siyasi-kurgu türünün klasikleri arasında kabul edilir. Kitaptaki olaylar, Soğuk Harp'in en civcivli yıllarında yavaş yavaş yaklaşan Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesi karşısında ABD ile Kanada'nın birleşmesi senaryosu üzerinde akar gider. *ABD'nin bu birleşmeden amacı; harp sırasında kendi toprakları nükleer kirlenmeye maruz kalacağından, Kanada'nın temiz kalacak uçsuz bucaksız ve bakir topraklarını harp sonrasında "yeni tarım üretim alanları" olarak kullanabilmektir. Benzetmek gibi olmasın ama, komşunun bahçesinden mal çalmak gibi bir şey. Kanadalılar, radyasyonsuz topraklarından elde edecekleri tertemiz ürünleri satıp zenginleşmeyecekler, onun yerine Amerikalılar'ı doyuracaklardır. Bu kadar akıllı olanlar sadece Amerikalılar mı? *Değil... Sözgelimi, İsrailliler de en az Amerikalılar kadar akıllı. Onların gözü de "başkalarının çöplüğünde"; hem de bizim çöplükte. *1994 yılı başında, İsrail Cumhurbaşkanı Weizmann Türkiye'ye geldiğinde, bizim GAP'ı boş yere mi ziyaret etmişti? Hayır... Ülkesinin gelecekteki tarım alanları olarak tasarladıkları yerleri dünya gözüyle şöyle bir görebilmek için güneydoğu illerimize kadar uzanıvermişti. *Milli ülküsü olan her devlet gibi İsrail'in politikaları da, resmen telaffuz edilmese bile gayet tabii ki, "sınırların genişletilmesi" üzerine kurulu olacaktır. Ne var ki, İsrail-in, gelişmiş askeri teknolojisi sayesinde siyasi-askeri hedeflerini ele geçirirse dahi, halihazır nüfus azlığı sebebiyle, ulaşacağı coğrafyaları sürekli denetimi altında bulundurabilmesi mümkün görünmüyor. *Sorunun çözümlenmesi teorik yönden kolay: Çare, "20 milyonluk bir İsrail'i gerçekleştirebilmek"; o zaman, bu (optimal miktar kabul edilen) nüfustan çıkacak askeri güç ile "Nil'den Fırat'a büyük ülke"yi baştan sona denetim altına almak kolaylaşacak. Ama, bunun uygulanabilmesi çok zor: Bu kadar nüfusu nasıl besleyecekler? *İsrailliler'in bunun kolayını da buldukları söyleniyor: İddia edilen, 20 milyonluk yahudi nüfusunun ihtiyaçlarının "Türkiye'nin GAP'ıyla ve Türkiye'nin sularıyla karşı-lanması" nın planlanmış olduğu. Eh, günahları boyunlarına; ama iddialar doğruysa, komşunun gözü bizim çöplükte demektir. Tesadüflere inanır mısınız?... Ben inanmam. Hele siyasette hiç inanmam. *Michael Armigate, ABD yönetiminin BDT Koordinatörü görevini yürüttüğü 1992 yazında İsrail'e yapmış olduğu ziyaret sırasında düzenlediği basın toplantısında, Türkistan'daki dört Türk Cumhuriyetinde ve Tacikistan'da tarımı geliştirmek için ABD ile İsrail'in bir dizi "sulama projesi"ni ortaklaşa gerçekleştirdiklerini açıklamıştı. O zamanlar, bu projenin gölgesinde sadece İsrailli tarım uzmanlarının değil, bazı "başka uzmanlar"ın da İç Asya'ya sızdırılacağı, bu yolla da Sovvetler'den miras kalan nükleer silah sistemlerini kontrol edecek bir güvenlik ağı kurulacağı rivayetleri ortalığı kasıp kavurmuştu. *Derken, bu "ilk adım"dan iki yıl sonra, 31 Ekim 1994'te; Türkiye ABD ve İsrail, Türkmenistan'da ve Özbekistan'da tarımın geliştirilmesi için işbirliği yapacaklarına dair bir protokole (mutabakat zaptına) imza koydular. Protokolde, bu amaca ulaşmak için "örnek çiftlikler" ve "uygulama-geliştirme merkezleri" kurulması öngörülüyor. *Diyelim ki, bunlar planlı bir tırmanma değil, sadece bir tesadüftür. Ama Türkistan'daki şu örnek çiftliklerin ve uygulama-geliştirme merkezlerinin benzerlerine birden Türkiye'de de rastlayıveriyoruz. *Önümde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığının 26 Ekim 1994 tarihli bir genelgesi duruyor. Genelgede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun kendisine has yapısı gerekçe gösterilerek, bölgede -aynı yukarıdaki protokoldeki gibi- "toplu çiftlikler"in, "merkezi köyler"in ve "aile işletmeleri"nin kurulmaları öngörülüyor. *Gelin, perde arkasını biraz eşeleyelim: Bunları acaba kimler çalıştıracak; daha doğru bir ifadeyle, bunlar acaba kimlerin nezareti altında çalışacaklar? *Bu sorunun cevabı hazır... 1994 Ekim'inin son haftasın da, Kanal-D'deki "azınlıklar" konulu Rüstem batum Show'da Türkiye Musevi cemaati temsilcisi -yanılmıyorsam, cemaatin önde gelen isimlerinden Nesim Levi- "Türkiye'den İsrail'e göç etmiş Yahudi ailelerinden bir kısmının Türkiye'ye geri dönerek Urfa yöresine yerleşmekte olduklarından" söz etmişti. Bu haber, çok kısa bir süre sonra doğrulandı: GAP bölgesine sistematik biçimde, Yahudi nüfusu yerleştiriliyordu. Ardından, İsrail, elini veren Türkiye'nin kolunu da kapmaya başladı: Osmanlı yönetimi sırasında Filistin'de toprak kiralamak istemelerine benzer biçimde, günümüzde de GAP'ta kendi şirketlerine toprak tahsis edilmesini talep ettiler. Ancak, mevzuata takıldıklarından amaçlarına ulaşamadılar. Bu sefer, kendilerine müzahir olabilecek bazı tanınmış Türk holdinglerini paravan olarak kullanarak, "kiralama" veya "Türk şirketleriyle ortaklıklar kurma" gibi kanuna karşı hile yollarını zorlayarak amaçlarına ulaşmayı denediler. Bunda başarısız olduklarını ileri sürebilmek hayli zor; zira GAP üretime geçtiğinde hangi ülkeye hizmet edeceği daha bugünden tartışma konusu. Kısacası, bütün bunlar havada kalan iddialar değilse, komşunun gözü bizim çöplükte. Şimdi, bir soru: "Büyük Türkili"nin güney sınırları Suriye'nin neresinden geçer? *Halep'ten geçer. Daha ayrıntılı şekliyle, Irak Türkleri'nden bir dostumun sözleriyle, Büyük Türkili'nin güney sınırı "Kıbrıs-Halep-Musul-Kerkük hattı" dır. *Bir tarafta, Nil'den Fırat'a uzanan toprakların İsrailoğullarına vaat edilmiş olduğuna inanan İsrail... Diğer tarafta da, Turan ülküsü perspektifinde, Suriye ve Irak'ın bir kısım topraklarını Büyük Türkili sınırları içinde sayan bir Türkiye ... Bu iki idealin birbiriyle çatışmaya mahkum olmadığını kim iddia edebilir? *Çatışma gerçekten kaçınılmaz olacaksa, bundan galip çıkabilmenin birinci şartı rakibi doğru tanımaktır. Aşağı satırlarda özetlenen "Ankara Belgesi" Yahudiler'in, menfaatleri için gerekli olanı hiçbir komplekse kapılmadan yapacak bir kıvraklığa sahip olduklarını gösteren karakteristik bir örnektir. *Bir "Yahudi-Nazi ittifakı"nın mümkün olabileceği hiç akla gelir mi?.. Bu, çok kişi nazarında, bir kıyamet belirtisi dahi olabilir. Fakat, gelin görün ki, Filistin'e yerleşmiş Yahudiler, hem de Avrupalı Yahudiler'in fırın-larda ve gaz odalarında yok edildikleri günlerde, Nazi Almanyası ile ittifak kurmayı "Siyonist menfaatler"in icabı olarak görmüşler ve bunun gerçekleştirilmesini de Berlin'e tereddütsüz teklif etmişlerdir. *Schoenman'ın kitabında, İsrail'in eski başbakan ve dışişleri bakanlarından İzak Şamir'in, İrgun adlı meşhur Yahudi tedhiş örgütü hesabına faaliyet gösterdiği dönemde -1941'de- Nazi yönetimine yapmış olduğu bir askeri anlaşma teklifinden de söz edilmektedir. Teklif, harp sonrasında, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği belgeleri arasın-da ele geçirildiği için "Ankara Belgesi" olarak isimlendirilmektedir. Ankara Belgesin'de, İrgun, Üçüncü Reich'a şunları teklif etmektedir: "Yahudi asıllı kitlenin Avrupa'dan çıkarılması, Yahudi sorununun çözümlenmesinin ön şartıdır. Bunun gerçekleşmesi ise bu kitlelerin anavatanları Filistin'e yerleştirilmelerine ve tarihi sınırları içinde bir Yahudi devletinin kurulmasına bağlıdır. İrgun, Alman Reich'i ile onun yetkilerinin Almanya'daki Siyonist faaliyetler ile Siyonist göç planları konusundaki iyi niyetlerinin bilincinde olarak şu görüşlere sahiptir: "1- Alman düşüncesine uygun olarak kurulacak "Yeni Avrupa Düzeni" ile İrgun tarafından temsil olunan "Yahudi milli hedefleri" arasında asgari müsterekler bulunması mümkündür. 2- Yeni Almanya ile İbrani âlemi arasında bir işbirliği de mümkündür. 3- Milli ve totaliter temeller üzerine oturacak bir Yahudi devletinin Alman Reich'ıyla yapılacak anlaşma çerçevesinde kurulması, gelecekte, Orta Doğu'daki Alman menfaatleri için de gereklidir. 4- İrgun, Yahudi milli menfaatlerinin Alman Hükümeti tarafından tanınması şartıyla, halihazır savaş sırasında Almanya'nın yanında aktif olarak yer almayı teklif eder." Şamir kanalıyla yapılan teklifin tercümesi şu: İrgun, Ankara Belgesi ile, Yahudi devletinin kurulmasının desteklenmesi şartıyla "Naziler'in Avrupa Yahudileri'ni yok etmesinin unutulacağını" resmen beyan etmektedir. "Şeytan'la ittifak" diye bir şey varsa, herhalde bundan başkası değildir. *Şeytan'la ittifakın mimarı ve 1940'lı yılların İrgun teröristi İzak Şamir, İsrail Dışişleri Bakanı ünvanını taşıdığı 1983'te Brüksel'de yaptığı bir basın toplantısında kendisine yöneltilen "Türkiye'deki Kürtçülük faaliyetlerine İsrail nasıl bakmaktadır?" sorusunu "Bu, kendi topraklarında bağımsız olmak isteyen bir halkın sorunudur... Kürt topraklarını işgal altında tutan ülkeler hiç söz dinlemediklerinden, söz konusu halk da amaçlarına ulaşamamaktadır" biçiminde cevaplandırarak, Türkiyeyi nasıl oluyorsa, kendi topraklarını işgal altında tutmakla" suçlamıştır. Türkiye'nin, İsrail'le daha yakın ilişkiler kurmaya zorlandığı şu günlerde, İsrail yetkililerini en çok sinirlendiren iki şeyden birincisi Şamir'in sözlerinin kendilerine hatırlatılmasıdır. *İsrailliler'i sinirlendiren ikinci şey ise çok daha zor yenilir yutulur cinstendir: 1991 yılının İsrail Dışişleri bakanı David Levy, Amerikalılar'ın Kuzey Irak'a yaptığı gıda yardımlarını değerlendirirken, "ABD'nin Kürtler'e yiyecek yardımı yapmasının, olsa olsa, aç karnına değil tok karnına ölmelerine yarayacağını; ABD'nin Kürtler'e yiyecek yerine silah yardımı yapması gerektiğini" söylemiştir. *İsrail politikası, bir kürt devleti kurulmasına Türkiyenin fazla ses çıkarmamasını sağlayabilmek için, uluslararası kamuoyu eliyle baskı oluşturabilmenin yollarını da denemektedir. İsrailli general -ve bakan- Ariel Sharon'un fikir babalığını yaptığı, sonradan Yahudi ve Amerikalı siyaset bilimcilerince geliştirilen ve birkaç yıl önce Amerikan kamuoyunda tartışması yapılan bir tez, Türkiye'ye iki tavsiyede bulunmaktadır: 1- Türkiye, İsrail'in bir Filistin devletinin kurulmasına bir zamanlar izin vermemekle yapmış olduğu hatayı tekrarlamamalıdır. Buna göre: · İsrail eğer, zamanında, faturası üçüncü bir ülkeye -Ürdün'e- çıkarılması kaydıyla bir Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkmamış olsaydı, İsrail'in güvenliği için daha o zamandan ve çok ciddi teminatlar bulunmuş olurdu. · Zira daha o zamandan, İsrail'in karşısında mazlum Filistinliler değil, gerekirse topyekûn savaş açabilecek bir Filistin devleti yer almış olacaktı. · Türkiye İsrail'in hatasına düşmezse, herkesin mazlum gördüğü Kürtler'le değil, askeri yönden her zaman için ezebileceği bir Kürt devletiyle çatışır. 2- Türkiye, Filistin kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Ürdün'e hakim olmasını önlemekle İsrail'in yapmış olduğu diğer hatayı da tekrarlamamalıdır. Buna göre: · FKÖ'nün Ürdün topraklarını üs olarak kullanmasına göz yuman Kral Hüseyin, FKÖ'nün gücü kendi tahtını tehdide başladığında, bu örgütü ülke sınırları dışına atmaya karar vermişti. · Bunun üzerine FKÖ Suriye'den yardım isteğinde, İsrail Silahlı Kuvvetleri devreye girerek Suriye'yi bundan caydırdı. Böylece Kral Hüseyin de Ürdün'ü FKÖ'den temizleme imkanı buldu. · Ama, FKÖ, bu sefer de Lübnan'da üslendi ve terörizmini devam ettirdi. · Türkiye bundan ders almalı ve Bağdat yönetiminin Kürtler'i yok etme teşebbüslerine seyirci kalmamalıdır. Kürtler Kuzey Irak'ta bir güç oluşturamazlarsa, bir başka yerde -sözgelimi Türkiye'de- güç oluşturmayı deneyeceklerdir. *İsrail'in kurmuş olduğu tuzak, herhalde kolaylıkla anlaşılacaktır. Bu, bir zamanlar Turgut Özal'ın -şimdi de "ikinci cumhuriyetçiler"in- Türkiye'yi içine itmeye çalış-tığı tuzaktan başkası değildir. *İsrail, Kürt devletinin kurulmasını Türkiye'ye kabul ettirme politikasını, gerisinde kendisinin bulunduğu bazı "illegal operasyonlar"la takviye etmeye başlamış da olabilir mi? *Böyle olabileceği ve Türkiye'nin yeni bir tuzağa daha düşmek üzere olduğu, 1994 Mart ayı başlarında, Türkiye'nin "üst düzey bir yetkilisi" tarafından açıklandı. Söz konusu açıklamada sıralanan iddialar şunlar: · İsrail, teknolojisini ve uydu imkanlarını kullanarak Irak-Türkiye petrol boru hattının güvenliğini sağlamak için, Türkiye'den iki kere talepte bulunmuştur. · Türkiye İsrail'in ilk talebini reddetmiş, bunun üzerine boru hattı PKK tarafından kundaklanmaya başlanmıştır. · PKK'nın bu eylemlerinden sonra, İsrail talebini tekrarlamıştır. Bu arada PKK da eylemlerini devam ettireceğini ilan etmiş olduğundan, Türkiye'deki (zevahiri kurtarma peşinde olan) bazı yetkililer İsrail'in ikinci talebine sıcak bakmaya başlamışlardır. · Türkiye'deki (milli olma niteliğini koruyabilen) bazı çevrelere ve kurumlara göre ise İsrail'in talebi ile PKK'nın kundaklama eylemleri arasındaki ilişki "son derece manidar"dır. · Türkiye bugün (1993-94'te terörün hızlı estiği dönemde) kendi topraklarından geçen boru hattının güvenliğini İsrail'e emanet etme noktasına gelmiş bulunmaktadır. (Terörün hızı kesilmeyecek olursa) iki ülke arasında çok kısa bir süre içinde bu konuyu kapsayan bir anlaşmaya varılması ciddi olarak söz konusudur. *Neyse ki, bir yandan boru hattından petrol sevkiyatının bir türlü başlayamaması, diğer yandan da TSK'nın PKK terörünü bir ölçüde denetim altına almış olması gibi etkenlerin yan yana gelmesi anlaşma ihtimalini suya düşürdü. *Bizim yetkilinin 1994 başlarında yaptığı açıklama ile bir yabancı gazetenin 1993 yazında ortaya attığı iddia birbirlerini doğrulamaktadır. Arap dünyasına yayın yapan El Muslimun Gazetesi'nin 14 Ağustos 1993 tarihli sayısın-da yer alan Türkiye konulu bir haberdeki iddialardan ikisi şunlar: · Ankara Hükümeti'nin "PKK teröründeki İsrail parmağı" konusundaki suskunluğu, "bir siyasi çatışmayı göze alamadığı" biçiminde yorumlanmaktadır. · PKK'nın faaliyetleri, tamamiyle Yahudiler'in ve Ermeniler'in kontrolü altına girmiş durumdadır. *İsrail, Irak-Türkiye petrol boru hattının güvenliğini sağlamayı neden ister? Birincisi, Irak'ın ekonomik çıkış yollarından biri kendi denetimi altına girsin diye. Sadece bu kadar mı?.... Başka? *Kazakistan-Azerbaycan-Türkiye ekseninde uzanıp İskenderun Körfezi'nde dünyaya pazarlanacak olan Hazar petrolünü taşıyacak olan "Hazar-Akdeniz petrol boru hattı", Irak-Türkiye petrol boru hattı ile birleşmeyecek midir? Yine, Türkistan'ın doğal gazını Avrupa'ya taşıyacak olan boru hatları da, Türkiye'ye girişlerini, petrol boru hatlarının geçtiği bölgelerden yapmayacak mıdır? Son zamanlarda neredeyse bütün yayın organlarında üzerinde ahkâm kesilen şu meşhur "Avrasya enerji koridoru"nun can damarı Anadolu yarımadası olmayacak mıdır? Siz İsrail olsanız, böylesine devasa bir enerji trafiğinin güvenliği ve dolayısıyla denetimi elinize geçsin istemez misiniz? Bütün bunlar birer "fantazi" mi? Bakalım öyle mi? *ABD'deki araştırma kuruluşlarından Foreign Reports Inc. tarafından hazırlanmış bir Orta Doğu raporu 1994'ün yaz aylarında Türkiye basınında yer almıştı. Rapor, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini incelerken, birden atlama yaparak başka bir konuda önemli tespitte bulunuyor: "... Irak-Türkiye petrol boru hattının kurtarılması, Kazakistan ve Azerbaycan'da 90'ların sonuna kadar üretimin geliştirilmesi beklenen petrolün 'ihracat kanallarının' işler halde tutulması bakımından önemlidir." *Böylece Irak-Türkiye petrol boru hattının PKK tarafın-dan kundaklanmasının gerisinde bu hattın denetimini eline geçirmek isteyen İsrail'in bulunup bulunamayacağı sorusunun cevabı, galiba netleşmiş oluyor. Şimdi sırada, cevabı netleşmeyen -ve hayati önem taşıyan- bir başka soru var: O petrol ve doğal gaz hatlarının geçeceği toprakların adı, o boru hatlarından petrol ve doğal gaz akmaya başladığında hâlâ "Türkiye" olarak mı anılıyor olacak? Türkiye'de bugün içinde olduğumuz hemen her kavga, bu sorunun cevabının ne olması gerektiği üzerinde kopuyor.
-
IZ BIRAKANLAR
ANADOLU FATIHI ALPARSLAN Selçuklu Devleti hükümdarı, Türk milletinin en büyük kahramanlarından. Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan valisi Çağrı Beyin oğludur. 20 Ocak 1029’da doğdu. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman, vasiyeti üzerine, Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan’ı hükümdar tanıdılar. Alparslan 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının vezirliğini yapan ve Süleyman’ın tahta çıkmasını isteyen Amidülmülk Kündiri’yi azledip, büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi. 1064 yılının sonuna doğru Alparslan, Bizans İmparatorluğu’nun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zaptetti. İsyan eden kardeşi Kavurd’u itaate zorladı. 1065’te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğu’nu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diogenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı. 1070 yılında Alparslan, Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti. Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir'den Elcezire’ye girdi, Urfa’yı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları, Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı. Alparslan’ın Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diogenes son bir hamle yapmayı düşündü. Azerbaycan’a kadar giderek Türk kalelerini zapta ve Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. Rumeli’de yaşayan Peçenek ve Oğuz Türklerini de ordusuna kattı. 13 Mart 1071’de 200.000 kişilik Bizans ordusu İstanbul’dan yola çıktı. İmparator, halkına büyük zaferle dönmeyi vaad etmişti. Diogenes ve ordusu yol boyunca katliam yaparak Erzurum yoluyla Malazgirt’e ulaştı. Halep’i teslim aldığı sırada Bizans ordusunun gelmekte olduğunu öğrenen Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçip kuzeye doğru yola çıktı. Bizans ordusunun harekatını günü gününe haber alarak, vaziyetini ona göre ayarladı. Musul, Rakka, Urfa yoluyla Diyarbekir ve Bitlis’e ulaştı. Ordusundan on bin kişilik bir kuvvet ayırıp Ahlat’a gönderdi. Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışma Ahlat’ta oldu. Bizanslılar bozuldu. Buna iyice kızan imparator, Malazgirt Kalesine hücum edip, içerde yaşayan kadın-çocuk, ihtiyar ne varsa hepsini öldürdü. Malazgirt’e doğru devamlı yol alan Alparslan, 24 Ağustos günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva Ovasına ulaştı. Ahlat’a gönderilen kuvvetlerin gelmesi ile kısa bir zamanda karşısına çıkmasına şaşıran Bizans İmparatoru da, ordusunu Rahva Ovasının öbür tarafında düzene koydu. Anlaşma tekliflerinin reddedilmesi üzerine savaş hazırlıkları başladı. 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan, atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.” Bu sözler orduyu coşturdu. Büyük şevkle ileri atıldılar. Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla (turan taktigi) akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu, hilalin içine düştü. 200.000 kişilik koca ordu perişan oldu. İmparator esir edildi: Sultan Alparslan savaştan sonra huzuruna getirilen imparatoru, hiç ümid etmediği şekilde affetti. Bizans imparatorunun harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyaç halinde Selçuklu ordusuna asker göndermesi karşılığında barış antlaşması yapıldı. Fakat Diogenes, İstanbul’a geri dönerken, Bizans tahtının el değiştirmesi, antlaşmayı geçersiz kıldı. Alparslan da, Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda Anadolu’ya hakim oldular. Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehir’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, Batınî sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden, bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenâb-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti. Sultan Alparslan, saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve Batınî, Şiî hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı” demişti.
-
IZ BIRAKANLAR
Hızır Çelebi kimdir, bu Kadıköy'e niçin o isim verilmiştir?? Hızır Çelebi'nin huzuruna Fâtih Sultan Mehmed Han sanık olarak çıkıyor. Mimarla başı derde girmiş; mimarı kubbeyi Ayasofya'dan küçük yaptı diye, cezalandırdığı için; mimar sultanı dava ediyor; devrin hükümdarını, devir açmış, devir kapatmış, orduların başbuğu, astığı astık-kestiği kestik sanılan insanı dava ediyor. Hızır Çelebi'nin yanına geliyorlar. Geçiyor sedire oturuyor; sedir var, arkasında minder var; yaslanacak, oturacak padişah; öyle alışmış. Hızır Çelebi diyor ki: "--Sultanım, burası adalet divanıdır. Sanık mevkiindesin, in şuraya otur!" diyor. Diz çöktürüyor, karşısına oturtuyor. Rum, mimar Rum; sanık: Sultanül-guzatı vel-Mücahidîn Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul Fâtihi!.. Dava görülüyor. Fâtih Sultan Mehmed haksız, mahkum oluyor. Fâtih Sultan Mehmed Han'ı, Hızır Çelebi mahkum ediyor. Var mı böyle hakimler şimdi?.. Sanık (Fâtih) dava bittikten sonra kalkıyor, diyor ki: "--Çelebi Efendi! Allah senden razı olsun. Eğer ben sultanım diye bana meyletseydin, adaletten inhiraf eyleseydin, seni kılıcımla te'dip edecektim." diyor. Mahkum edilen Sultan, mahkumiyet kararı veren hakimi tebrik ediyor. Hızır Çelebi minderini kaldırıyor, altından eğri bir hançer çıkartıyor, padişaha gösteriyor. Padişah soruyor: "--Bu hançer ne ola, Çelebi Efendi?.." Diyor ki: "--Sen de ben sultanım diye hükm-ü şeriat'a rıza göstermeseydin, seni bu hançerle hançerliyecektim."
-
IZ BIRAKANLAR
FATIHIN HOCASI MOLLA GÜRANI Sultar II. Murad Han, aleyhir-rahmetü vel-gufran, üzgün; "Şehzadem 5 yaşına geldi, hâlâ okuyamadı, Kur'an-ı Kerim'i sökemedi; bu ne haldir?" diye telaşta. Evlâdını has müslüman yetiştirememenin endişesi yüreğine düşmüş, dertleşiyor. Hacdan dönen Molla Yegan (Rh.A) diyor ki: "--Efendim, Mısır'da bir alimle tanıştım, emsali yok. Takvâ ehli, dünya malına karşı müstağni, ciddi, derin bilgili. Onu tavsiye ederim, şehzademizi o yetiştirebilir." diyor. II. Murat, Molla Gürânî isimli bu mübarek zatı çağırıyor, diyor ki: "--Şehzâdem Kur'an'ı sökemedi; size tevdi eylesek lütfeder misiniz?" Diyor ki: "--Hay hay! Kur'an'ı öğretmek en şerefli şey; (Hayruküm men taallemel-kur'ân, ve allemeh.) 'Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir.' Ama, ben talebemin sultan çocuğu olduğuna bakmam; hakederse cezayı verir, döverim." "--Ellerin dert görmesin; nur ol, istediğini yap!" diye izin almış. Yanında sopayla Manisa Sancağında bulunan 5 yaşındaki Fâtih Sultan Mehmed Han'ın yanına varıyor, Molla Gürânî. Haber veriyorlar: "--Yeni hocan geldi." diye. Küçük şehzade, çıtı pıtı, ateş gibi, cin gibi, civa gibi. Hocasının karşısına geliyor, elini öpüyor, kaşını şöyle kaldırıp; "--Hocam bu yan taraftaki asa veya sopa ne ola?" diye soruyor. Molla Gürânî diyorki: "--Bu te'dip sopasıdır. Seni okutmağa geldim; eğer okumazsan, tembellik edersen, seni bu sopa ile te'dip edeceğim, niyyetim budur." Fâtih Sultan Mehmed gene kaşını kaldırıp; başı önünde ama meydan okurcasına, diyor ki, "--Lala, Hocam! Ben ki bir sultan çocuğuyum, beni böyle sopayla te'dip etmek ne mümkün?" derken ilk sopayı o zaman yiyor ve anlıyor ki, bu hoca öteki hocalar gibi değil.. Kısa zamanda Kur'an-ı Kerim'i de söküyor; öteki ilimleri de söküyor ve ilimde o eşsiz mertebelere doğru yürüyor. Sultanlığında, (yalnız şehzadeliğinde 5 yaşında bir çocukken değil, sultanlığında da) Molla Gürânî ona karşı çıkmıştır. Molla Gürânî'nin yanına geldiği zaman, Fâtih; Sultanken de onun elini öpmüş. Bir keresinde, Honaz kalesinin yetiştirdiği büyük fazıl Taceddin Hz.Muhammed İbni İbrahim Efendi'nin oğlu, Fâtih devrinin en büyük dört meşhur müderrisinden biri Hatipzade Muhiddin Efendi'yi azlediyor: "--Azlettim seni müderrislikten, çık git, ne yaparsan yap!" gibi muamele.. Molla Gürânî Padişahın karşısına dikiliyor, diyor ki: "--Ya o azli geri alırsın, ya da biz bütün ulema senin ülkeni terk ederiz; alimin kadrini bilen bir başka hükümdarın diyarına gideriz." Fâtih, azlini geri alıyor.. Yani devir, sultanların hüküm sürdüğü devir değil, alimlerin hüküm sürdüğü devir...
-
TÜRKLÜK
ARKADAŞ OĞUZ KAĞANLA TÜRKÇÜLÜK YAPMIŞSIN GÜZEL DE N.F.K LE DE TÜRK DÜŞMANLIĞI YAPMIŞSIN 13586[/snapback] anlamadim Necip Fazil türk düsmani mi?
-
Vakti Gelmistir...
Allah razi olsun kardes derdimi hem anladin hem anlattin....iyi ki varsin ya..
-
TÜRKLÜK
bak bu konuda haklisin duada Allah denir, ama bilimde biraz kullaniyoruz tanri kelimesini..