
evaporit
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
180 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
evaporit tarafından postalanan herşey
-
kehf suresinde hz. musa ve salih kul kıssası
evaporit şunu cevapladı bir başlık içinde Dini Konular - Din - Dinler
mantık hiç değişmiyor ... hep aynı inkar mantığı... Musayı inkar eden firavnın mantığı, ibrahimi inkar eden nemrudun mantığı ne ise muhammedi inkar edenlerin mantığı da aynı... tarih iman ile küfrün mücadelesini, ışık ile karanlığın mücadelesini anlatıp durur. değişen sadece sahneler ve dekorlarıdır... konu hep aynıdır, söylenenler ve diyaloglar hiç değişmez... konu hep aynıdır... Muhammed yalnızca bir kuldu ve rasuldu, müslümanlar ona ilah diye iman etmedi, o sadece bir elçi idi.... tanrının sözlerini insanlara duyurdu. ama insanlar onun ve getirdikleri hakkında fitneye düştüler. tıpkı öncekler gibi. musa gibi, ibrahim gibi... muhammed den önceklere de aynı iftiraları ve karalamaları yaptılar.... onlara hastalıklı dediler... delirmiş dediler, cinlenmiş dediler.... pisikolojik rahatsızlıklar da eklediler belki de, o gün adını bilmediğimiz nice hastalık isimleri koydular... o gün muhammed kimsesizdi, yapayalnızdı, ardında ona inanan bir avuç insan vardı... onu karalayanlar, ona bu yaftalamalarda bulunanlar ise devrn en ileri gelen şahsiyetleri idi... bugün yeni imiş gibi ileri sürdüğünüz bu iftiraların daha alası ve daha koyusu o dönemde ileri sürülmüştü... gerçekte eğer bu karalamalar doğru olsaydı, o toplumda muhammedi görüp tanıyanlar derhal ondan yüz çevirir ve onu tek başına bırakırlardı. ama gelin görün ki; onlar bu yalanları sıralayıp durdukça, muhammedin bağlıları artıyor, ona olan inançları bir kat daha artıyordu... ne kadar ilginç değil mi ? siz birine hastalıklı diyeceksiniz ve bu doğru olacak öyle mi ? ve o insanın hastalıklı olmadığına dair iman edenlerin sayısı gün geçtikçe artacak... ve sizin bugün öne sürdüğünüz bu safsatalara, o dönemin ne yahudi bilginleri ve ne de mekkenin kahinlari sahip çıkacak, siz aradan 1400 küsür yıl sonra, hastalıklara ait semptomatik bulgularınızı ortaya koyup teşhisinizi koyacaksınız, bu sara hastasıdır diyeceksiniz...!!! ya kardeşim bu aklı başında bir tıp bilgininin söyleyeceği bir şey değil dir... lütfen bir doktora gidiniz ve ona sorunuz ... eminim sizi kovalar, eğer aklı selim biri ise... neden mi ? çünkü bugün hayatta olan biri için biile sara teşhisi koymak o kadar zor bir şeydir ki ... siz kalkıp iki kelime rivayetin ardından teşhis koyacaksınız... bunu köylerde yapıp ilaç tavsiye eden yaşlılara benzetiyorum... birbirlerinin ilaçlarını, ''bana iyi geldi sen de kullan'' mantığına veriyorum... bu çağdışı bilimsellikten uzak mantığınızı gözden geçirin ... sonra bir düşünelim sara hastası birinin kendi uydurmaları olduğunu iddia ettiğiniz sözleri bir düşünelim.... nasıl oluyor da, o sara hastası adamın szleri bütün kalpleri fetheden bir kitap oluyor ? ben çok sara hastası gördüm ama, hiç birinden ne ses ve ne de söz çıkmadı... sadece baygınlık halidir yaşadıkları ve sonrasında bir boşluk, hiçbir şey hatırlamıyorlar... büyük bir boşalma ve boşluk sadece... oysa peygamber, o anda, tam vahy indiği anda vahyi tekrarlıyor ve yanındakiler yazıyordu... söylediklerini de ezberine kazınıyordu... vahy direkt kalbine ve diline geliyordu... sara hastalarında bu mümkün değildir, adlarını dahi söyleyemezler... karşılarındakini dahi tanyamazlar... ne söylediklerini bilemezler ve hatırlayamazlar... peygamber ise herkesin anlayacağı şekilde konuşurdu... peki neden '' o deli değildir, cinlenmiş değildir'' şeklinde geçer kuranda..??? o dönemin şirk mantığı bilginleri, internet sayfaları olmadığı için, direkt olarak peygamberin ardından görev yapıyorlardı. peygamber çadır çadır, sokak sokak dolaşıp insanlara özgürlüğün yollarını anlatıyordu. onlara adam olmak, adil olmak, hakikate ulaşmak konularında öğütte bulunuyordu....karanlığın felsefecileri de onun ardından konuştuğu kimselerin yanına gidip hemen kinlerini kusuyorlardı...'' o bizim akrabamızdır, kendisi delirmiştir, ya da cinlenmiştir... ve ya kötü bir hastalığa tutulmuştur'' diyerek onu ve anlattıklarını karalamaya, söylediklerini etksizleştirmeye çabalıyorlardı... bunun üzerine bizzat Allah tarafından bu iftira kampanyalarına cevap verilmiş ve onun hastalıklı ya da cinlenmiş olmadığı ortaya konmuştur... yoksa kalkıpta kendisi ben cinlenmiiş değilim demiş değildir... Sara hastası birinin kendisini uyarması ve hatalarını düzeltmesi de mümkün değildir sanırım... zira kuranda Allahın muhammede olan uyarıları ve düzeltmeleri de vardır... buna ne diyeceksiniz ??? Muhammed kendi hatalarını da mı uydurmuş diyeceksiniz ?? O öyle bir kitap ki kendisinde asla şüphe yoktur ve muttakiler için bir yol göstericidir. sara hastası diye nitelediğiniz birisinden sadır olması mümkün değildir.... Peygamberden boşanmak isteyen kadınlar mevzusu ise apayrı bir komedi..... yaw kardeşim lütfen bir konuyu iddia edecekseniz hiç olmazsa bir kitap okuyun da öyle tartışalım.... o yazdığınız ayetlerin hiç olmazsa iniş sebeplerini bir tefsirden okusanız bu da yetecektir.... orada göreceksiniz, peygamberden mi boşanmak isteyip istemediklerini,,, ******************************.... ayetleri yüzünden okuyup delil etmeye kalkışmazsınız.... kendi cinlerini anlatan arkadaşa gelince, ya kardeşim tamam uyku ile uyanıklaık arasında halisünasyon görmüşün, tamaaaaaaammmmmm.. Eeee, bu neyi ifade edecek ? tanrıdan vahy aldığını mı iddia edeceksin yani ? hadi ettin diyelim... buna kendin bile inanmayacaksan - ki öyle anlaşılıyor, bundan maksadın zaten bunun bir tür aldatmaca olduğunu ispata kalkışıyorsun - o halde ne işe yarayacak ki ? kendini bile kandıramayacağğın bu tezlerle kimi inandıracaksın ?.... Muhammede inanan milyarlarca insan var ve olacak da ? ne kaybettiler ? aksine bir hayatı şerefli kıldılar, onurlu bir yaşama sahip oldular... var sayalım ahiret yok, tanrı da yok, muhammed de..... kitap ta yalan.... ne kaybedeceğiz ? Onurlu bir yaşam, şeref ve izzet.... kimsenin öninde boyun eğmeyeceğim, kimseye kulluk etmeyeceğim, kimsenin önünde secde etmeyeceğim, kendimi alçaltmayacağım, şerefimi iki paralık etmeyeceğim, özgürlüğümü koruyacağım.... özgürlüğümü hiç bir şey için satmayacağım... onurumu hep üstün tutacağım, sözümü tutacağım, hırsızlık etmeyeceğim, yalan söylemeyeceğim, kimsenin malını haksızlıkla yemeyeceğim, kimsein namusuna ve şerefine dokunmayacağım, vs, vs....bunlar benim kazançlarım.... ha bir de tanrı varsa eğer, ve eğer Muhammedin söyledikleri de doğru ise..... kardeşim ben özgürlüğümü, herşeyden daha üstün ve herkesten daha layık olan Allaha sattım.... onun vaadettiklerine karşılık....... Sen özgürlüğünü, neye karşılık kime satarsın onu bilemiyorum, ama YA BİR DE TANRI VARSA ve MUHAMMED GERÇEKTEN DOĞRU SÖYLEDİ İSE....sen ne kaybettiğini biliyormusun ??? -
kehf suresinde hz. musa ve salih kul kıssası
evaporit şunu cevapladı bir başlık içinde Dini Konular - Din - Dinler
bu konu hakikaten çok ilginç ... mevzuya girmeden önce bir kaç önemli ilkeden hareket etmekte fayda var... birincisi, bir konu hakkında fikir sahibi olabilmek için bilgi sahibi olmak gerekiyor.. bilgiye ulaşmak, bilgiyi değerlendirebilecek metoda sahip olabilmek, onu anlamak ve nihayetinde bu bilgiden bir netice çıkarmak... ikincisi, bilginin kaynağının ne olduğudur ki ; bu bazen yazılı bazen de sözlü aktarımla bize gelmesi muhtemeldir... buna islami literatürde, yazılı olanına ayetleri, sözlü olanlarına ise rivayetleri misal verebiliriz... bir diğeri ise ne yazılı ne de sözlüdür ki bu bilgi aktarımı yaşamın taa kendisidir, geleneği örnek verebiliriz... üçüncü olarak hatırlatmakta fayda görüyorum; bilginin ait olduğu alandır.. mesala tarih, coğrafya veya matematik gibi fizik alemde insani yetenek ve becerilerimizle tecrübelerimize dayanarak üretebildiğimiz bilgiler, ya da tecrubelerimizin dışında bize algılarımızın dışından gelen, rivayetlere dayanan bilgilerdir, fizik ötesi alana ait ilahi bilgiler örnek verilebilir... islami literatürde bu tür bilgiye haber-i sadık deniliyor... yani fizik ötesi-ahiret alemi- ne ait bilgiler... bu iki bilgi arasında çok temel farklılıkların olduğunu kutsal kitaplardan öğreniyoruz, çünkü bu alemde yaşadığımız sürece muhatap olduğumuz emir ve yasaklamaların yalnızca bu dünya hayatı ile sınırlı olduğunu öğreniyoruz... şimdi kuranda tanrı iman mevzuunu anlatırken bizim kesin bir bilgi ile inanmamızı istediğini belirtmekte, inandığımız şeyden emin olmamızı, şüpheden uzak olmamız gerektiğini bildirmektedir... bu şu demektir ki; insani tecrübelerimizle elde ettiğimiz bilgilere nasıl inanıyorsak, hiç görmediğimiz aleme ait bilgilere de aynı derecede inanmak gerekmektedir... bu imanın gereğidir ve özelliğidir... meleklerin varlığına ve allahın yarattığı kulları olduğuna inanıyorum, tıpkı, elimde tuttuğum bardakta ki suyun varlığını tecrübe ettiğim gibi... cennetin varlığına ve tanrının rızasını kazananlar için bir mükafat olacağına inanıyorum, tıpkı hiç görmediğim halde, amerika kıtasının varlığına inandığım gibi... örnekler çoğaltılabilir... burada öz şu ki; görünmeyene görünen gibi, duyulmayana işitilen gibi inanmak iman etmenin özelliğidir... iman etmek zordur... hakikaten vahye muhatap olduğu halde, kalbi tatmin olsun diye tanrıdan delalet ve işaret talep eden peygamberlerin durumunu da gözönüne aldığımızda konunun ne kadar zor bir durum olduğunu anlayabiliriz... hele bütün varlık alemini sadece görebildikleri ile sınırlayan bir insan için çok daha zordur... benzer şekilde hz. Musa da tanrıdan hakikatin bilgisini istemektedir... bilmek istemektedir.. gerçekliği bilmek... insan oğlunun içini kemiren en büyük sır bu olsa gerek sanırım... hakikatin bilgisini elde etmek, varlık aleminin sırrına vakıf olmak ? ontolojik anlamda evreni ve yaşamı anlayabilmek.... ölümü ve yokluğu, ruhu ve varlığı çözebilmek... ve en önemlisi kalbinin tatmin olması.... belki de ilk önce kendimize izah edebilmek ... şunu unutmamak gerekiyor ki , peygamberler bizim gibi birer insandır ve onlar da bizim gibi acı çekerler, hissederler, severler, aşık olurlar, aç kalırlar, zaman zaman zaafa, ya da yılgınlığa da düşebilirler, hata da yapabilirler.... onlar insandır çünkü... ilahi ve kutsal yönleri yoktur, onlar sadece tanrı tarafından elçilik için seçilmiş kişilerdir... ancak tek farkla... onlar tanrı tarafından düzeltilir ya da uyarılırdı. Hz. musa tanrıdan bu bilgiye ulaştırılması için duada bulunuyordu ve istiyordu... tanrı da çok peygambere yaptığı gibi ona da bir melek gönderip gerçeğin bilgisini göstermek istedi... hatta tanrıyı görmeyi dahi istemişti Musa... tanrı Cebraili peygamberlerine insan suretinde gönderir ve onlara ilminden öğretirdi, bunu Muhammed peygamberden de öğreniyoruz ki ; '' o cebraildi, size dininizi öğretmek için gönderilmişti'' şeklinde haberler gelmektedir.. demek ki sayın +mevsim'in anlatmaya çalıştığı konu aslında o gelen kimsenin bir melek olduğu olmalıdır... ve olayın devamında fiziik alemin ve aynı zamanda islamın da mantığı ile hareket eden Hz. Musa ile Fizikötesi alemin kuralları, bilgisi ve mantığı ile hareket eden bir melek bir süre birlikte oluyor... Ancak ahiret yurduna ait olan melek vakıf olduğu bilginin özelliği nedeniyle, daha baştan Musanın bu tecrübe ile gerçekliğin bilgisine dayanamayacağını bildirmektedir... ancak musa o denli bu bilgiyi istemektedir ki, meleğe söz bile verir... ve nihayetinde bu yol arkadaşlığı 3 ilginç tecrübe ile son bulur... tecrübelerin ortak noktası ise şudur ; insanoğlu fizik dünya koşullarında fiziksel olarak algı ve tecrübe edinmekte, bu bilgilerle ancak fiziksel neticelre ulaşmaktadır... burada hemen hatırlatalım ki; islam hukuku da bu bakımdan fizikseldir.... ancak varlığın hakikati tek yönlü değildir.. onun içsel bir mantığı ve çok farklı yönlerden anlamlandırılmaları vardır... varlık alemi tek cihetten algılanıp değerlendirilecek kadar yüzeysel ve sade değildir... çok yönlü bir bakışı, çok yönlü bir algıyı ve çok yönlü bir anlayışı gerekli kılmaktadır ki; Musa bunu nihayetinde anlamıştır.... ayetler dikkatli incelendiğinde özellikle kırmızı çizgili olanlar konu daha iyi anlaşılmaktadır... Arkadaşların üzerinde durdukları konu tanrının suçsuz bir çocuğu katlettiği konusudur... sanırım varlığı elinde tutan tanrıya yapılacak en acı iftira bu olur... yaşamı da ölümü de elinde tutan tanrı olduğuna göre, onun sahibi o olduğuna göre, neyi nasıl yapacağına siz mi karar vereceksiniz ki ? neden o çocuk yaşamadı ? beki de yaşattıklarının hikayesi de vardır ve neden yaşattı ki şeklinde sorularımıza muhatap olmaktadır ? gerçekliğin bilgisini elimizde tutmadığımız sürece iman edip ona yönelmekten başka çıkar yol kalmamaktadır... benzer şekilde diğer iki olay da aynı şekilde, tanrının iradesi ve bilgisi ile olmaktadır... duvarı yıkılanlar olduğu gibi, kimilerinin de gemilerine el koyan korsanlar bulunmaktadır.... hayatta hepsi de gerçekleşmekte ve herkesin bir duvarı ya da gemisi bulunmaktadır... tanrı bize ve hayatımıza dair çok denemeler ve çok olaylar yaşatmakta ve bizi denemektedir.... inandıklarıızla, yapıp ettiklerimizle denemektedir.... Ancak hemen altını çizmem gereken bir durum daha var..... arkadaşlar her anlamadıkları konu geldikçe, ya allaha iftira etmekte, ya da muhammede hakaret etmektedirler... onlardan rica ediyorum, müslümanlarca değerli ve önemli kabul edilen bir değer olan peygambere ve risaletine dair bir değerlendirmede bulunurken lütfen edep, saygı göstermeseniz de saygısızlık etmeyiniz.... çünkü ona ibr zarar veremeseniz de ona inanaları incitmiş olursunuz da, olur ki onlar da sizin peygamberlerinize nezaketsizlik etme terbiyesizliğinde bulunurlar... muhammed in sara hastası olduğunu lan eden arkadaşa sormak gerek, ne zaman muayene etmişsiniz ? kim yapmış bunu ? tıp ta ahlak yok mu ? ilke yok mu ? bu hastalığık hakkında ne biliyorsunuz ve geçmişte yaşamış biri hakkında nasıl bu denli kesin teşhis koyabiliyorsunuz ? bu teşhis sanırım bilimsel bir kavram kullandığınız için istiyorum, muhakkak bir belgeye dayanmalı değilmidir ? mağaralara saklanan bir kişilik olduğunu iddia ediyorsunuz ? Muhammed yaşadığı toplumun çirkinliklerinden uzaklaşmak, tefekkür etmek, huzur bulmak için fizik alemin mağaralarına giderdi... herkesin kalbinin huzur bulduğu bir yeri yokmudur ? siz kalbinizdeki mağaralardan çıkabilirseniz onu görebilirsiniz ! o vahy yokken, toplumsal çıkmazların bunalttığı, düşünen, hisseden bir yüreğe sahipti ve huzuru arayan adamdı... onun ki orada o coğrafya da bir yerdi ve şehrin en güzel yeriydi - şehre hakim kayalıklarda yüksek bir yerdi- oradan şehri seyrederdi ve çirkinliklerden uzak, tanrıya dua ederdi.... o 25 yaşına kadar tercih edilmedi diye iddia ediyorsunuz ki; bir tane bile bu konuya dair ne bilgi, ne haber ve ne de yazılı bir şeye sahipsiniz.... oysa aksini iddia eden, mekkeli kadınların gözdesi olduğuna ilişkin ve bütün kadınların onunla evlenmek için teklifte bulunduğuna dair haberler çok sayıdadır.... ''arkasından teneke çalınan adam'' diye çok kötü bir ifade ile nitelediğiniz peygamber, hiç düşündünüz mü,.... nasıl oluyor da 1 milyarı aşkın insaın kalbinde yer ediyor... hasta, aile çatışmalarından dolayı yayılan bir din, vs. vs... bunlar dikkate alınacak ciddiyete haiz değil ki.... gülünç şeyler... aklın önesürebileceği şeyler değil.... -
Sayın 4 mevsim, siz ve sizin gibi arkadaşlarımız, Kuran'ın bilim kitabı olmadığını zorunlu olarak kabul etmekte, 1400 yıl önceki kabullerin yaşaması için de mecburen bilime sarılmayı, "kuran bilimle çelişmez" buluşuyla (!) işi götürmek zorunda kalmaktalar. Sayın maraba, kuranın bilim kitabı olmadığını söylemek, her aklı hür, vicdanı hür, akıllı kimsenin kabulüdür.... zira, kuran, insanlara yaşadıkları dünyaya ve hayata dair bilgiler içermektedir... adaletin bilgisini içermektedir kuran... yaşamı onurlu kılmak, adil kılmak, özgür kılmak için gönderilen bilgi... ne çocuklara matematik, ne kimya, ne de biyoloji öğretmek için gönderilmiş... zorlarsanız cümlelelerini, ondan astronomi kuralları, fizik teoremleri, ve hatta muhendislik kavramları bile çıkarırsınız... bu sizin yaklaşımınıza kalmış... baktığınız yere göre değişir... kimine göre de edebiyat kitabıdır kuran... ama onun ne olup ne olmadığı konusunda tek yetkili merciii, onun müellifi değilmidir... sizin kanaatiniz sadece okurun kanaaati kadardır... gerçek ise müellifinin söylediğidir... bu yüzden zorunlu kabul dediğiniz yanlıştır.... 1400 yıl öncesinin kabullerinin yaşaması için bilime sarılmak.... buna ihtiyacı olmadığını siz de bilirsiniz, islamın... ama ''kuran bilimle çelişmez'' buluşuna ! da itirazımızın olduğunu hemen vurgulamalıyım.... benim inancımın sorgulaması hangi bilim adamının haddine düşmüş söylermisiniz ? ben inancımı sizin bilim dediğiniz şeylere sorgulatırmıyım sanıyorsunuz ? siz ancak şöyle diyebilirsiniz ki, bilim kimsenin inancıyla çelişmemeli.... ne yani bilim benim inancıma ters düştü, çelişti diye, inancımımı gözden geireceğim ? böyle bir şeyi düşünmeniz bile bilimsel bağnazlıktır... inançlara saygısızlıktır. bilim dayatmacılığıdır.. inanç dediğiniz şey zaten bilimin ötesinde ve alan itibarı ile dışındadır, onun haddi değildir benim neye nasıl ne kadar inandığım... sizin bilim dediğiniz şey benim inandıklarıma erişebilir mi ki, onu deneye tabi tutsun, gözlemlesin, verilerini toplayıp yargılasın... sonra doğru ya da yanlış desin, yorum yapsın.... bu dayatmacılık nereden geliyor ve bu hakkı nereden alıyor anlayamadım... bilim kuranla çelişmemeli, ama çelişirse eğer, demek ki, bu bilim adamı kılıklı nüsvettenin muhakkak bir art niyeti vardır, diye düşünmek de her inançlı insanın hakkı olsa gerekir... siz kuranı incil ile karıştırıyorsunuz sanırım... 2- ''Kuran özünde kainata değil, kainat ötesi varlıklara bakmaktadır. Kainat ötesi varlıklar ve olacaklarla insanları tehdit eder. Çıkar kesimleri de çıkarlarını korumak için, dayatılan bu kuran hükümlerini güncel tutmaya çalışırlar. '' şimdi şu cümledeki tutarsızlıklara bakarmısınız lutfen .... hem toplumsal kuralları dayattığından bahsedeceksiniz, hem de kainat ötesi varlıklara bakmaktadır diyeceksiniz.... en başından alalım, insanın asıl yurdunun ahiret olarak ifade edilen bu alemin dışında farklı bir yer olduğunu anlatıyor tanrı... şu anda yaşadığımız alemi ise yabancısı olduğumuz yurt olarak - geçici temporary- tanımlıyorum ben, daha iyi anlaşılabilmesi için.. tanrı bu yabancısı olduğumuz yurtta, karşılaşacağımız olaylara, ilişkilere, insanlara ve yaşayacaklarımıza ilişkin bilgiler gönderiyor... geldiğimiz yerden gideceğimiz yere ait bilgiler... bu alemde tanrı yarattıklarını sınava tabi tutacağını, kazananları mukafatlandırıp, kaybedenşerş cezlandıracağını söyler... herşeyde bir uyum olduğunu, herşeyin dengede yaratıldığını belirterek, insanın da bu denge içerisinde uyumlu yaşamasını, evrenle uyum içerisinde olursa mutlu olabileceğini, sonuçta da sınavı başaracağını söyler... yani sınavın konusu yaşadığımız dünyadır.... bu dünyaya ait bilgiler vardır. bize gönderilen kitabın içindede... sonra geri döneceğimiz yere, asıl yurdumuza ait bilgilerde bulunmaktadır... sizin tehdit olarak algıladığınız ifadeler, sınavın doğal neticeleri yani.... onların bilgisi de vardır kuranda... kainat ötesi varlıklar dediğiniz de, asıl yurdumuza ait kavramlardır... 3- çıkar kesimleri dediğiniz kim bilemem, ama tanrının sözlerini ve vaatlerini, insanların gelip gittikleri yolu anlatan insanları kastediyorsanız eğer, büyük yanılgı içindesiniz derim... çünkü, gideceği yeri bilemeyen insan kadar mutsuz ve dengesiz biri olamaz... geldiği yeri bilmeyen, gideceği yer hakkında fikri olmayan insan, bağını koparmış arenalardaki deli danalar gibidir... kendini tanrı edinmeye kadar kibir ve ululuk taslar... yeryüzünde kendini merkez edinmek için, herşeyin ve herkesin efendisi olmaya kalkışır... kendini ve çıkarlarını insanların üzerine dayatmak için elinden geleni yapar, çünkü freni yoktur... asıl çıkar sahipleri bunlardır... çünkü çıkar dediğiniz şey bu dünya ile alakalı ise zaten, kainat ötesi diye nitelediğiniz insanların bu bezde tarağı olmaz, ama yok çıkar dediğiniz şey bu dünya ile alakalı olmayan bir şey - mesala sevap gibi - ise o zaman da kainat berisi dediğiniz kişiler - her kimse onlar ben tanımıyorum, zaten bana da ait değil bu kavram - için üzerinde durulmaması gereken bir husus olmalı değil mi ??? 3- '' Sözünü ettiğiniz "cehalete, haksızlığa, adaletsizliğe, çıkarcılığa, ahlaksızlığa karşı duruş" her kesimden insanlarla değil, doğruları benimsemiş sağduyulu insanlarla yapılmalıdır. Diğer kesimdeki insanlar, insan değerini tarih boyunca provake etmişlerdir. Sağ duyunun tek kaynağı; evrensel, genel kabullerdir.'' ya bu kadar mı olur denecek ilginçlikte bir cümle.... sayın maraba , söylermisiniz lutfen bu evrensel kabullerinizin kaynağı nedir ? a- bir şeyin evrensel genel kabul olabilmesi için gerekli şartlar nedir ? b- bir şeyin evrensel genel kabul olabilmesi için yeterli şartlar nelerdr? c- bütün bunlara kim karar verecek ? d- evrensel genel kabul dediğiniz şeyin oluşabilmesi için kimler nasıl karar verecek ? mesala insan hakları evrensel beyannamesi gibi bir şey mi bu ? yani BM den çıkacak bir karar gibi mi bu ? Sayın Maraba, dinler insanlığa ait ortak kavramları ve değerleri şekillendiren en önemli kaynaktır... yani sizin evrensel dediğiniz kabullerin temelinde, insanlığın tarihi tecrübeleri ve dinler tarihi vardır.... din bütün sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkileri belirleyen yegane kaynak olagelmiştir... insanlık tarihi, dinler tarihi demektir... suçlar, cezalar, yasaklamalar, haklar, ödevler, sorumluluklar.... bunların temelinde din vardır.... din bir duyarlılık koyar, mesala neslin korunmasına ilişkin, özgürlüüklerin korunmasına ilişkin, mülkiyetin korunmasına ilişkin, yaşamın korunmasına, aklın korunmasına, tabiatın korunmasına ilişkin... bu duyarlığı insanlara vahy ile öğretir tanrı... sonra her dönemde bu duyarlığın yaşaması için farklı düzenlemeler konur... ama her dönemde bu duyarlıklardan rahatsız olan kesmler muhakkak çıkar... mesala insanların mülkiyet haklarına tecavüz etmek isterler, varlığına kastederler, emeğini çalarlar, aklını taciz ederler, doğayı tahrip ederler.... evrensel genel kabul deyin siz, ama tanrının sesine kulak verenler, onu dinleyenler, karşı dururlar... çünkü kuran onlara kainatla uyum içinde olmayı, tanrının kurduğu dengeyi bozmamayı adil olmayı öğütlemektedir.... bu yüzden inanarak karşı dururlar.. her türlü çirkinliğe, kötülüğe, haksızlığa, gasba, tecavüze, cinayete....vs. sağduyularının kaynağına, tanrı sözünü koyan insan bu karşı duruşunda samimi olmak zorundadır, çünkü bu onun inanç meselesidir, onur meselesi... peki siz sayın maraba sizin sağduyunuz, sizin karşı duruşunuzu ne kadar destekliyor ki ?? birleşmiş milletler kararlarından daha mı meşru ??? 4- ''Diğer kesimdeki insanlar, insan değerini tarih boyunca provake etmişlerdir'' diğer kesimdeki insanlardan kasteddiğiniz kim onu pek çıkaramadım, ama insan değerini tarih boyunca provoke eden kim ? diye düşünüyorum... nasıl provoke etmiş olabilirler... bunun cevabını şöyle verebiliriz : insanın sahip olduğu en önemli serveti, değeri özgürlüğüdür diye düşünüyorum. o halde insanı provoke edenlerden kast edilenin de, bu değeri, yani insanın özgürlüğünü elinden alıp onu köleleştiren, onu kendi varlığından, özünden ayırıp koparanlar geliyor aklıma... haklısınız bu konuda, sanırım doğru söylemişsiniz... insanı özünden koparıp, olduğundan farklı yerlere koymak, büyük bir eziyet olsa gerek... insanları köleleştiren bütün ''kesimler'' - ki siz kimi kastettiniz bilmiyorum ama her hangi kesim olursa olsun aynıdır - onu ilk önce olduğu yerden koparır, sonra bu kopuşla birlikte başlar herşey.... rüzgardaki yaprak misali, herşeyin kölesi olabilir, hatta kendisini efendi edinip, köleler bile edinebilir...her türlü provakasyona açıktır artık... ilk ait olduğu, koptuğu yer neresi mi ? orası her türlü provokasyona kapalı olan yerdir....
-
-
cehannem ne demek düşündünüzmü ?
evaporit şurada cevap verdi: M-E-R-T başlık Dini Konular - Din - Dinler
sayın demirefe, sizi yukarıdaki yazıyı yazmaya iten sanırım arkadaşların konuya ilişkin cevapları olsa gerek... şimdi konuyu adım adım birlikte düşünelim... tanrı insanlara yaşadıkları dünyaya ve hayata ilişkin bilgiler gönderdiğini, bu bilgileri de peygamberleri aracılığı ile gönderdiğini söylüyor.... yani bilgilerin geldiği yer bizim fizik dünyamızın ötesi... bu şu demek, bizim yaratılmışlar olarak, aklımızın, görüşümüşün, duyuşumuzun, hissedişimizin sınırı bu alemle ilgili, fizik alemimizle sınırlı... oysa cennet, cehennem, tanrı, melek gibi kavramlar bizim algı dünyamızın ötesindedir... tanrı bu fizik alemin bir imtihan sahası olduğunu bize bildirmekte ve yaratılmış olan herşeyin de belli bir süre için denendiğini söylemektedir... şimdi tanrı yarattığı insanlara yaşadıkları sınavın gerçekleştiği aleme ilişkin bilgilerin yanısıra, bu sınavın neticelerinin de değerlendirileceği fizikötesi aleme ilişkin de bilgiler vermektedir... şimdi tanrı hiç bilemediğimiz, hiç görmediğimiz, hiç algılamadığımız ve bu aleme hiç benzemeyen bir yeri bize anlatacak..... nasıl anlatacak ? hangi kelimelerle anlatacak ? elbette kıyaslayabileceğimiz kelimeler kullanacaktı. cennet nasıl anlatılacak ki, muhatabı olan anlayabilsin ? ya da ne olduğu hakkında genel itibarı ile fikir sahibi olabilsin ? cehennem nasıl anlatılacaktı ki, muhatabı onu hissedebilsin ? tanrı bir şekilde anlatacaktı bunu ve anlattı insanlara... insanların en çok korktukları azab ne ise ona ait kelimeleri kullandı... ama gerçekte öylemidir ? bunu bilebilmek mümkün değildir, çünkü ateş dediğiniz şey bu aleme ait bir gerçekliktir, altından ırmaklar akan nehir bu aleme ait bir kavramdır... cennet dediği şey bu aleme ait kelimelerle anlatıldığı için bu alemde ki bizim gözümüzle gördüğümüz nehirler aklımıza gelmektedir.. oysa cennet aslında altından ırmaklar akan yer midir ? bunu bilmemiz mümkün değildir.. tanrı da öyle, melek de.... bu aleme ait kelimelerle anlamaya çalıştığımız zaman bu aleme ait mantığımız onu yorar ve büyük bir hata ortaya çıkar.. nasıl bir hata mı ? bu inanç dediğimiz kavramı boşaltır... cenneti yeryüzüne indirmeye çalışırsınız, tanrıyı insanlaştırırsınız... insanlar gılmanı, huriyi tartışıp durur... dini özünden ayırır koparırsınız.. onu dünyevileştirirsiniz... insan tanrılar türetirsiniz... gerçek şu, tanrı fizik ötesi bir alemin varlığından bahseder ve ona inanmamızı ister... bu alemdeki yapıp ettiklerimizin hesabını soracağını, bunun yerinin cehennem olacağını, iyiliklerinde mükafatını vereceğini, yerinin ise cennet olduğunu söyler. bu aleme ait kavramların nasıl ve ne şekilde olacağını ancak bildiren bilebilir.... biz sadece inanırız... o gerçekleri söyler deriz... inanç budur... bunu tartışmayız... bunun için kelimeleri eğip bükmeyiz de .... kelimeleri eğip bükmenin munafıklara ait bir eylem olduğunu kuran bize bildirir... bilime ve akla açık olan mevzuları tartışmanızı, konuşmanızı öneriririm... ancak inanca yönelik mevzuları, aklınıza ve mantığınıza yargılatmayı bırakınız... aklınız ve mantığınız ancak bu alemle sınırlı çünkü... ötesine geçemediğiniz alemi zorlamayınız... arkadaşlara tavsiyem inançlarını ispata düşmesinler.... ve lutfen ne huri ve ne de gılman gibi kelimelerin ardına düşüp, inandıklarınızı yere (fizik aleme-fizik aleme ait kelimelere) indirgemeyiniz.... sayın demir efe islam muğlak ifadeler kullanmaz... eğer kuran indirilirken sorabilseydiniz, muhakkak size izah edilirdi.... öyle diyor tanrı çünki.. şimdi düşünün 100 yıl önce yazılmış kendi dilimizdeki kitapları dahi anlamakta zorlanıyoruz... ve dil sürekli gelişiyor... bir de yaşanan olaylar üzerine inen vahy var ortada ve siz bu vahy'den bahsediyorsunuz... muğlak diyorsunuz.... oysa o gün kuranı sizin kadar değil, sizden çok, hatta sizin eleştirileirnizden daha alasını yapan ki, - o dönem dini ve fikri hareketlerin merkezi ortadoğudur, o bölgedir - bir sürü yahudi ve hıristiyan din bilgini vardır... onlar bu ifadeler karşısında sizin kadar cesur olamamışlardı.... dedim ya tarafsız olmak gerekmez ama objektif olmak gerekir.... ''saat yaklaştı'' kavramı, ''Sen atmadın'' ''huri, gılman'' kavramlarının kullanılış şekilleri ve ne anlattıkları ayrı bir konu.... ama şu kadarını söylemeliyim ki, asla muğlak ifadeler yoktur burda... ve o ayetin muhatabı olan insanlar ne kastedildiğini anlıyorlardı... anlamadıkları yerde peygambere soruyorlar ve cevabını alıyorlardı... sayın demirefe, muhammedin yabana atılacak olmadığını söylüyorsunuz ya, bu itirafınıza ihtiyacı yok ki.... ama asıl kaçırdığınız nokta şu olmalı : muhammedin getirdiği şeyi söz olarak anlamışsınız siz... güzel, muğlak, şiir gibi sözler.... sözlerle devrim olmaz... hele muğlak, anlamsız, gerçekliği olmayan şeyler, insanları devrime götürmez... bir mekkelinin söylediği gibi, '' o kalplere hükmediyor... o nunla nasıl başedebiliriz ki ?...'' sizin bilim dediğiniz, göze, kulağa, elinizle tutabildiğiniz şeylere hitab ediyor... cenneti de, cehennemi de öyle anlamaya çalışırsınız ya.... selam ile.... -
Kıyamet Ne Zaman ve Nasıl Gerçekleşecektir ?
evaporit şurada cevap verdi: virs başlık Dini Konular - Din - Dinler
fikri hür hür, vicdanı hür.... elbette, bilimselliğin ne olduğunu ve hangi yöntemlerle bilimsel çalışma yapıldığını da biliyor olmalısınız... ama bir de zeki, çevik ve akllı olanlarla ilgili bir sözü var ya, ona bayılıyorum, Mustafa Kemal Atatürk'ün... benim yazdıklarımdan eğer bunları anladıysanız ve bu çıkarımları yaptıysanız, size bir parantez daha açmam gerekiyor.... sayın Demirefe, aklın ve vicdanın hür oluşu, bilimsel deneye ya da değerlendirmelerimize taarafgirlik katmaz, aksine onları değerlendirirken objektif olmamazı gerekli kılar... siz kıyamet konusunda, bilimsel anlamda sadece fikir yürütebilir ve öngörüde bulunabilirsiniz, yani bir tür varsayım, ispata muhtaç... ama ispatı da mümkün değil, çünkü, bilimsel anlamda bir teorinin ispat edilip aksiyom haline geçebilmesi için, bilimsel yöntemler kullanılarak, deneylerle ve gözlemlerle ortaya konulması gerekiyor... üstelik buna tamam işte budur denilebilmesi için de bu deney ve gözlemlerin tekrarlanabilmesi ve aynı ortamda farklı kimseler tarafından da yapılabilmesini gerekli kılıyor... diyelim ki, bir bilim adamı, kıyameti, güneşteki patlamalara bağlayan bir öngörüde bulundu, bir diğeri de dünyadaki konvansiyon akımlarının gezegenin dengesini bozması ile gerçekleşeceğini varsaydı, bir başkası da yolunu kaybeden bir meteor yağmuruna bağladı. daha bir sürü teori... varsayım... hepsi de oturup, hesaplamalarını yaptı ve neticede bir tarih verdiler... kimine göre 50 yıl, kimine göre 3 ay.... hepsi de kendi çapında bilimsel ve kendi çapında gerçek... hatta inanmayacaksınız ama bu fikri ve vicdanı hür yaklaşımların hepsi de hem zeki ve hem de akıllı...ama şimdi sormamız gerekmez mi bu çalışmacılara : 1- Önermelerinizin gerçekte kıyamete karşılık gelip gelmediğini nasıl bildiniz ; yani bu dediğiniz şeyler bu tarihte vukuu bulursa hakkaten bu kıyametmidir ? 2- bunu kim bilecek ? 3- bildiniz diyelim, - ki o her neyse ve nasılsa - size nasıl bir fayda sağlayacak ki ? 4- bildiğiniz de ise tanrının dediği gibi '' Andolsun bileceksiniz...'' ogün herşey önünüzde açılmış olacak, ellerinizle yapıp ettikleriniz, önünüze konulmuş olacak.... inkar ettikleriniz de.... inandıklarınız da.... o halde bilip bilemeyeceğinizden bile hiçbir zaman emin olamayacağınız, ve hiç bir zaman da sizi tatmin etmeyecek bilimsel çalışmalar ne ifade edecek ? bu soruya ben cevap vermek istiyorum, sayın demirefe, bilim kendi sınırlarını zorlayıp, fiziğin ötesine geçmeye kalktığınızda, sizi yalnız bırakıyor... sizi asıl o zorluyor... kıyamet, ruh ve ölüm konularında sizi zorlayan fizik ötesine devinen bir yanı olması insanın... tanrıya rağmen yeryüzünde tanrı olmak arzusunda olan kimseler ise, tanrıya karşı bir alan yaratma ve alan kazanma arzusuyla, bilimi kullanmayı düşünüyorlar...güya tanrıya ait gizemli alan, fizik ötesi alan, yeryüzü değerleri ile bilinecek, aydınlanacak ve tanrının gizemi çözülecek.... tanrı ya yeryüzüne indirilecek, ya da ortaya konulacak... bunu da bilimle yapacaklar... evrenin sırrı çözüldükçe, tanrının gizemi ortadan kaldırılacak ve '' o halde ben de varım '' denilecek... yani bizim tanrı inanışımıza karşı, insan tanrı.... bilim de silah.... bilim adamları tarafsız olamaz... elbette bu doğal.... kimi de inkarın tarafında olacaktır, bu da doğal... ama doğal olmayan, objektif olmamaktır. bilim tarafsızlığı değil, objektifliği esas alır. siz taraf olabilirsiniz ama, bilimsel verilerinizi algılarken ve değerlendirirken objektif olmak zorundasınız, aksi taktirde bilimsel değildir bu sonuçlar... yaptığınız da bilim olmaz.. şimdi asıl konuya dönmek gerekirse, bilim bir takım insanların inkarlarını ispat için zorlanırsa bu bilim olmaktan çıkar.. elbette bunun aksi de doğrudur... dolayısıyla bilimi kendi alanında bırakmalı ve akıllı ve zeki davranmak zorundayız... kıyamet kavramı, bilimsel yöntemlere açık değildir... onu ancak kutsal kitapların bildirdiği şekillde anlamaya çalışmak en doğrusu olacaktır.... selamlar... -
Kıyamet Ne Zaman ve Nasıl Gerçekleşecektir ?
evaporit şurada cevap verdi: virs başlık Dini Konular - Din - Dinler
insanoğlu varlığa ve yaşama dair her geçen daha çok bilgi elde ediyor, bilgi birikimi arttıkça da hayata ve evrene ilişkin bakışı da değişiyor... insanoğlunun tarihi, aslında bilgi toplaması, bilgiyi elde edip, onu geliştirmesi ve kullanması tarihidir. tekerleğin icadı ile başlayan bu baş döndürücü gelişme, insanoğlunun hayata ve evrene ilişkin sorularının bir kısmını cevaplamış ve onu tatmin etmiş ise de, sonunu ve şu anda neresinde olduğumuzu bile bilemediğimiz bu gelişmenin (bilgi üretimi ve bilgi birikiminin) daha ne kadar büyüyeceği ve hangi sorularımızı da çözümleyebileceğini tahmin edemiyoruz. ancak tam da bu noktada, bilim adamlarının insanoğlunun bilgi birikimini anlamamız açısından yaptıkları ''bilinenlerin okyanusata damla kadar'' olduğu şeklindeki yorumları önem kazanıyor. elbette bilimsel bilginin elde edilebileceği alan fizik alanla sınırlı olacağı için, fizik alanın ötesinde bilimsel bilgi üretimi ve bilimsel analiz beklemek de mümkün olamayacaktır. şu halde kıyametin ne zaman ve nasıl olacağı husunda sanırım yeterli ya da en azından insanoğlunu tatmin edebilecek bir bilgiyi elde etmemiz mümkün görülmüyor... sadece tahmin ve öngörüde bulunabilecektir bilginlerimiz. ancak ilginçtir ki, bu sorunun cevabı, sorunun kendisinden daha bilinmeyen olacaktır... çünkü cevabının doğruluğunu test etme şansınız da olmayacaktır... peki kıyamet kavramının gerçekte bize kazandırmak istedği ne olabilir ? bence bu kavramla, inanan insanların yaşamın nasıl ve ne şekilde son bulacağına ilişkin öngrüleri değil, bizatihi halihazırda yaşadıkları anı nasıl yaşamaları gerektiğini belirlenmek istenmiş olmalıdır. yani yaşamın sonlu olduğu hatırlatılarak, eldeki şeyin ne kadar değerli olduğu belirtilmiş ve onun en iyi şekilde değerlendirilmesi istenmiş olmalıdır. yani hayatın merkezine ölüm düşüncesini koyarsanız, hayatı diriltmiş olursunuz... varlık alemini anlamak için, onun sonlu olduğu ve biteceği düşüncesi ile, dünya ile olan ilişki de belirleyici oluyor. tabiri caiz ise, dünyaya kazık çakmak gibi bir niyetiniz varsa bunun boş bir şey olacağı hatırlatılıyor ve yaşama dair sınır çiziliyor : hayat paylaşmaktır......