evaporit tarafından postalanan herşey
-
ALLAHTAN KAÇAMAZSINIZ.....
Sayın 4 mevsim, siz ve sizin gibi arkadaşlarımız, Kuran'ın bilim kitabı olmadığını zorunlu olarak kabul etmekte, 1400 yıl önceki kabullerin yaşaması için de mecburen bilime sarılmayı, "kuran bilimle çelişmez" buluşuyla (!) işi götürmek zorunda kalmaktalar. Sayın maraba, kuranın bilim kitabı olmadığını söylemek, her aklı hür, vicdanı hür, akıllı kimsenin kabulüdür.... zira, kuran, insanlara yaşadıkları dünyaya ve hayata dair bilgiler içermektedir... adaletin bilgisini içermektedir kuran... yaşamı onurlu kılmak, adil kılmak, özgür kılmak için gönderilen bilgi... ne çocuklara matematik, ne kimya, ne de biyoloji öğretmek için gönderilmiş... zorlarsanız cümlelelerini, ondan astronomi kuralları, fizik teoremleri, ve hatta muhendislik kavramları bile çıkarırsınız... bu sizin yaklaşımınıza kalmış... baktığınız yere göre değişir... kimine göre de edebiyat kitabıdır kuran... ama onun ne olup ne olmadığı konusunda tek yetkili merciii, onun müellifi değilmidir... sizin kanaatiniz sadece okurun kanaaati kadardır... gerçek ise müellifinin söylediğidir... bu yüzden zorunlu kabul dediğiniz yanlıştır.... 1400 yıl öncesinin kabullerinin yaşaması için bilime sarılmak.... buna ihtiyacı olmadığını siz de bilirsiniz, islamın... ama ''kuran bilimle çelişmez'' buluşuna ! da itirazımızın olduğunu hemen vurgulamalıyım.... benim inancımın sorgulaması hangi bilim adamının haddine düşmüş söylermisiniz ? ben inancımı sizin bilim dediğiniz şeylere sorgulatırmıyım sanıyorsunuz ? siz ancak şöyle diyebilirsiniz ki, bilim kimsenin inancıyla çelişmemeli.... ne yani bilim benim inancıma ters düştü, çelişti diye, inancımımı gözden geireceğim ? böyle bir şeyi düşünmeniz bile bilimsel bağnazlıktır... inançlara saygısızlıktır. bilim dayatmacılığıdır.. inanç dediğiniz şey zaten bilimin ötesinde ve alan itibarı ile dışındadır, onun haddi değildir benim neye nasıl ne kadar inandığım... sizin bilim dediğiniz şey benim inandıklarıma erişebilir mi ki, onu deneye tabi tutsun, gözlemlesin, verilerini toplayıp yargılasın... sonra doğru ya da yanlış desin, yorum yapsın.... bu dayatmacılık nereden geliyor ve bu hakkı nereden alıyor anlayamadım... bilim kuranla çelişmemeli, ama çelişirse eğer, demek ki, bu bilim adamı kılıklı nüsvettenin muhakkak bir art niyeti vardır, diye düşünmek de her inançlı insanın hakkı olsa gerekir... siz kuranı incil ile karıştırıyorsunuz sanırım... 2- ''Kuran özünde kainata değil, kainat ötesi varlıklara bakmaktadır. Kainat ötesi varlıklar ve olacaklarla insanları tehdit eder. Çıkar kesimleri de çıkarlarını korumak için, dayatılan bu kuran hükümlerini güncel tutmaya çalışırlar. '' şimdi şu cümledeki tutarsızlıklara bakarmısınız lutfen .... hem toplumsal kuralları dayattığından bahsedeceksiniz, hem de kainat ötesi varlıklara bakmaktadır diyeceksiniz.... en başından alalım, insanın asıl yurdunun ahiret olarak ifade edilen bu alemin dışında farklı bir yer olduğunu anlatıyor tanrı... şu anda yaşadığımız alemi ise yabancısı olduğumuz yurt olarak - geçici temporary- tanımlıyorum ben, daha iyi anlaşılabilmesi için.. tanrı bu yabancısı olduğumuz yurtta, karşılaşacağımız olaylara, ilişkilere, insanlara ve yaşayacaklarımıza ilişkin bilgiler gönderiyor... geldiğimiz yerden gideceğimiz yere ait bilgiler... bu alemde tanrı yarattıklarını sınava tabi tutacağını, kazananları mukafatlandırıp, kaybedenşerş cezlandıracağını söyler... herşeyde bir uyum olduğunu, herşeyin dengede yaratıldığını belirterek, insanın da bu denge içerisinde uyumlu yaşamasını, evrenle uyum içerisinde olursa mutlu olabileceğini, sonuçta da sınavı başaracağını söyler... yani sınavın konusu yaşadığımız dünyadır.... bu dünyaya ait bilgiler vardır. bize gönderilen kitabın içindede... sonra geri döneceğimiz yere, asıl yurdumuza ait bilgilerde bulunmaktadır... sizin tehdit olarak algıladığınız ifadeler, sınavın doğal neticeleri yani.... onların bilgisi de vardır kuranda... kainat ötesi varlıklar dediğiniz de, asıl yurdumuza ait kavramlardır... 3- çıkar kesimleri dediğiniz kim bilemem, ama tanrının sözlerini ve vaatlerini, insanların gelip gittikleri yolu anlatan insanları kastediyorsanız eğer, büyük yanılgı içindesiniz derim... çünkü, gideceği yeri bilemeyen insan kadar mutsuz ve dengesiz biri olamaz... geldiği yeri bilmeyen, gideceği yer hakkında fikri olmayan insan, bağını koparmış arenalardaki deli danalar gibidir... kendini tanrı edinmeye kadar kibir ve ululuk taslar... yeryüzünde kendini merkez edinmek için, herşeyin ve herkesin efendisi olmaya kalkışır... kendini ve çıkarlarını insanların üzerine dayatmak için elinden geleni yapar, çünkü freni yoktur... asıl çıkar sahipleri bunlardır... çünkü çıkar dediğiniz şey bu dünya ile alakalı ise zaten, kainat ötesi diye nitelediğiniz insanların bu bezde tarağı olmaz, ama yok çıkar dediğiniz şey bu dünya ile alakalı olmayan bir şey - mesala sevap gibi - ise o zaman da kainat berisi dediğiniz kişiler - her kimse onlar ben tanımıyorum, zaten bana da ait değil bu kavram - için üzerinde durulmaması gereken bir husus olmalı değil mi ??? 3- '' Sözünü ettiğiniz "cehalete, haksızlığa, adaletsizliğe, çıkarcılığa, ahlaksızlığa karşı duruş" her kesimden insanlarla değil, doğruları benimsemiş sağduyulu insanlarla yapılmalıdır. Diğer kesimdeki insanlar, insan değerini tarih boyunca provake etmişlerdir. Sağ duyunun tek kaynağı; evrensel, genel kabullerdir.'' ya bu kadar mı olur denecek ilginçlikte bir cümle.... sayın maraba , söylermisiniz lutfen bu evrensel kabullerinizin kaynağı nedir ? a- bir şeyin evrensel genel kabul olabilmesi için gerekli şartlar nedir ? b- bir şeyin evrensel genel kabul olabilmesi için yeterli şartlar nelerdr? c- bütün bunlara kim karar verecek ? d- evrensel genel kabul dediğiniz şeyin oluşabilmesi için kimler nasıl karar verecek ? mesala insan hakları evrensel beyannamesi gibi bir şey mi bu ? yani BM den çıkacak bir karar gibi mi bu ? Sayın Maraba, dinler insanlığa ait ortak kavramları ve değerleri şekillendiren en önemli kaynaktır... yani sizin evrensel dediğiniz kabullerin temelinde, insanlığın tarihi tecrübeleri ve dinler tarihi vardır.... din bütün sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkileri belirleyen yegane kaynak olagelmiştir... insanlık tarihi, dinler tarihi demektir... suçlar, cezalar, yasaklamalar, haklar, ödevler, sorumluluklar.... bunların temelinde din vardır.... din bir duyarlılık koyar, mesala neslin korunmasına ilişkin, özgürlüüklerin korunmasına ilişkin, mülkiyetin korunmasına ilişkin, yaşamın korunmasına, aklın korunmasına, tabiatın korunmasına ilişkin... bu duyarlığı insanlara vahy ile öğretir tanrı... sonra her dönemde bu duyarlığın yaşaması için farklı düzenlemeler konur... ama her dönemde bu duyarlıklardan rahatsız olan kesmler muhakkak çıkar... mesala insanların mülkiyet haklarına tecavüz etmek isterler, varlığına kastederler, emeğini çalarlar, aklını taciz ederler, doğayı tahrip ederler.... evrensel genel kabul deyin siz, ama tanrının sesine kulak verenler, onu dinleyenler, karşı dururlar... çünkü kuran onlara kainatla uyum içinde olmayı, tanrının kurduğu dengeyi bozmamayı adil olmayı öğütlemektedir.... bu yüzden inanarak karşı dururlar.. her türlü çirkinliğe, kötülüğe, haksızlığa, gasba, tecavüze, cinayete....vs. sağduyularının kaynağına, tanrı sözünü koyan insan bu karşı duruşunda samimi olmak zorundadır, çünkü bu onun inanç meselesidir, onur meselesi... peki siz sayın maraba sizin sağduyunuz, sizin karşı duruşunuzu ne kadar destekliyor ki ?? birleşmiş milletler kararlarından daha mı meşru ??? 4- ''Diğer kesimdeki insanlar, insan değerini tarih boyunca provake etmişlerdir'' diğer kesimdeki insanlardan kasteddiğiniz kim onu pek çıkaramadım, ama insan değerini tarih boyunca provoke eden kim ? diye düşünüyorum... nasıl provoke etmiş olabilirler... bunun cevabını şöyle verebiliriz : insanın sahip olduğu en önemli serveti, değeri özgürlüğüdür diye düşünüyorum. o halde insanı provoke edenlerden kast edilenin de, bu değeri, yani insanın özgürlüğünü elinden alıp onu köleleştiren, onu kendi varlığından, özünden ayırıp koparanlar geliyor aklıma... haklısınız bu konuda, sanırım doğru söylemişsiniz... insanı özünden koparıp, olduğundan farklı yerlere koymak, büyük bir eziyet olsa gerek... insanları köleleştiren bütün ''kesimler'' - ki siz kimi kastettiniz bilmiyorum ama her hangi kesim olursa olsun aynıdır - onu ilk önce olduğu yerden koparır, sonra bu kopuşla birlikte başlar herşey.... rüzgardaki yaprak misali, herşeyin kölesi olabilir, hatta kendisini efendi edinip, köleler bile edinebilir...her türlü provakasyona açıktır artık... ilk ait olduğu, koptuğu yer neresi mi ? orası her türlü provokasyona kapalı olan yerdir....
-
ALLAHTAN KAÇAMAZSINIZ.....
- cehannem ne demek düşündünüzmü ?
sayın demirefe, sizi yukarıdaki yazıyı yazmaya iten sanırım arkadaşların konuya ilişkin cevapları olsa gerek... şimdi konuyu adım adım birlikte düşünelim... tanrı insanlara yaşadıkları dünyaya ve hayata ilişkin bilgiler gönderdiğini, bu bilgileri de peygamberleri aracılığı ile gönderdiğini söylüyor.... yani bilgilerin geldiği yer bizim fizik dünyamızın ötesi... bu şu demek, bizim yaratılmışlar olarak, aklımızın, görüşümüşün, duyuşumuzun, hissedişimizin sınırı bu alemle ilgili, fizik alemimizle sınırlı... oysa cennet, cehennem, tanrı, melek gibi kavramlar bizim algı dünyamızın ötesindedir... tanrı bu fizik alemin bir imtihan sahası olduğunu bize bildirmekte ve yaratılmış olan herşeyin de belli bir süre için denendiğini söylemektedir... şimdi tanrı yarattığı insanlara yaşadıkları sınavın gerçekleştiği aleme ilişkin bilgilerin yanısıra, bu sınavın neticelerinin de değerlendirileceği fizikötesi aleme ilişkin de bilgiler vermektedir... şimdi tanrı hiç bilemediğimiz, hiç görmediğimiz, hiç algılamadığımız ve bu aleme hiç benzemeyen bir yeri bize anlatacak..... nasıl anlatacak ? hangi kelimelerle anlatacak ? elbette kıyaslayabileceğimiz kelimeler kullanacaktı. cennet nasıl anlatılacak ki, muhatabı olan anlayabilsin ? ya da ne olduğu hakkında genel itibarı ile fikir sahibi olabilsin ? cehennem nasıl anlatılacaktı ki, muhatabı onu hissedebilsin ? tanrı bir şekilde anlatacaktı bunu ve anlattı insanlara... insanların en çok korktukları azab ne ise ona ait kelimeleri kullandı... ama gerçekte öylemidir ? bunu bilebilmek mümkün değildir, çünkü ateş dediğiniz şey bu aleme ait bir gerçekliktir, altından ırmaklar akan nehir bu aleme ait bir kavramdır... cennet dediği şey bu aleme ait kelimelerle anlatıldığı için bu alemde ki bizim gözümüzle gördüğümüz nehirler aklımıza gelmektedir.. oysa cennet aslında altından ırmaklar akan yer midir ? bunu bilmemiz mümkün değildir.. tanrı da öyle, melek de.... bu aleme ait kelimelerle anlamaya çalıştığımız zaman bu aleme ait mantığımız onu yorar ve büyük bir hata ortaya çıkar.. nasıl bir hata mı ? bu inanç dediğimiz kavramı boşaltır... cenneti yeryüzüne indirmeye çalışırsınız, tanrıyı insanlaştırırsınız... insanlar gılmanı, huriyi tartışıp durur... dini özünden ayırır koparırsınız.. onu dünyevileştirirsiniz... insan tanrılar türetirsiniz... gerçek şu, tanrı fizik ötesi bir alemin varlığından bahseder ve ona inanmamızı ister... bu alemdeki yapıp ettiklerimizin hesabını soracağını, bunun yerinin cehennem olacağını, iyiliklerinde mükafatını vereceğini, yerinin ise cennet olduğunu söyler. bu aleme ait kavramların nasıl ve ne şekilde olacağını ancak bildiren bilebilir.... biz sadece inanırız... o gerçekleri söyler deriz... inanç budur... bunu tartışmayız... bunun için kelimeleri eğip bükmeyiz de .... kelimeleri eğip bükmenin munafıklara ait bir eylem olduğunu kuran bize bildirir... bilime ve akla açık olan mevzuları tartışmanızı, konuşmanızı öneriririm... ancak inanca yönelik mevzuları, aklınıza ve mantığınıza yargılatmayı bırakınız... aklınız ve mantığınız ancak bu alemle sınırlı çünkü... ötesine geçemediğiniz alemi zorlamayınız... arkadaşlara tavsiyem inançlarını ispata düşmesinler.... ve lutfen ne huri ve ne de gılman gibi kelimelerin ardına düşüp, inandıklarınızı yere (fizik aleme-fizik aleme ait kelimelere) indirgemeyiniz.... sayın demir efe islam muğlak ifadeler kullanmaz... eğer kuran indirilirken sorabilseydiniz, muhakkak size izah edilirdi.... öyle diyor tanrı çünki.. şimdi düşünün 100 yıl önce yazılmış kendi dilimizdeki kitapları dahi anlamakta zorlanıyoruz... ve dil sürekli gelişiyor... bir de yaşanan olaylar üzerine inen vahy var ortada ve siz bu vahy'den bahsediyorsunuz... muğlak diyorsunuz.... oysa o gün kuranı sizin kadar değil, sizden çok, hatta sizin eleştirileirnizden daha alasını yapan ki, - o dönem dini ve fikri hareketlerin merkezi ortadoğudur, o bölgedir - bir sürü yahudi ve hıristiyan din bilgini vardır... onlar bu ifadeler karşısında sizin kadar cesur olamamışlardı.... dedim ya tarafsız olmak gerekmez ama objektif olmak gerekir.... ''saat yaklaştı'' kavramı, ''Sen atmadın'' ''huri, gılman'' kavramlarının kullanılış şekilleri ve ne anlattıkları ayrı bir konu.... ama şu kadarını söylemeliyim ki, asla muğlak ifadeler yoktur burda... ve o ayetin muhatabı olan insanlar ne kastedildiğini anlıyorlardı... anlamadıkları yerde peygambere soruyorlar ve cevabını alıyorlardı... sayın demirefe, muhammedin yabana atılacak olmadığını söylüyorsunuz ya, bu itirafınıza ihtiyacı yok ki.... ama asıl kaçırdığınız nokta şu olmalı : muhammedin getirdiği şeyi söz olarak anlamışsınız siz... güzel, muğlak, şiir gibi sözler.... sözlerle devrim olmaz... hele muğlak, anlamsız, gerçekliği olmayan şeyler, insanları devrime götürmez... bir mekkelinin söylediği gibi, '' o kalplere hükmediyor... o nunla nasıl başedebiliriz ki ?...'' sizin bilim dediğiniz, göze, kulağa, elinizle tutabildiğiniz şeylere hitab ediyor... cenneti de, cehennemi de öyle anlamaya çalışırsınız ya.... selam ile....- Kıyamet Ne Zaman ve Nasıl Gerçekleşecektir ?
fikri hür hür, vicdanı hür.... elbette, bilimselliğin ne olduğunu ve hangi yöntemlerle bilimsel çalışma yapıldığını da biliyor olmalısınız... ama bir de zeki, çevik ve akllı olanlarla ilgili bir sözü var ya, ona bayılıyorum, Mustafa Kemal Atatürk'ün... benim yazdıklarımdan eğer bunları anladıysanız ve bu çıkarımları yaptıysanız, size bir parantez daha açmam gerekiyor.... sayın Demirefe, aklın ve vicdanın hür oluşu, bilimsel deneye ya da değerlendirmelerimize taarafgirlik katmaz, aksine onları değerlendirirken objektif olmamazı gerekli kılar... siz kıyamet konusunda, bilimsel anlamda sadece fikir yürütebilir ve öngörüde bulunabilirsiniz, yani bir tür varsayım, ispata muhtaç... ama ispatı da mümkün değil, çünkü, bilimsel anlamda bir teorinin ispat edilip aksiyom haline geçebilmesi için, bilimsel yöntemler kullanılarak, deneylerle ve gözlemlerle ortaya konulması gerekiyor... üstelik buna tamam işte budur denilebilmesi için de bu deney ve gözlemlerin tekrarlanabilmesi ve aynı ortamda farklı kimseler tarafından da yapılabilmesini gerekli kılıyor... diyelim ki, bir bilim adamı, kıyameti, güneşteki patlamalara bağlayan bir öngörüde bulundu, bir diğeri de dünyadaki konvansiyon akımlarının gezegenin dengesini bozması ile gerçekleşeceğini varsaydı, bir başkası da yolunu kaybeden bir meteor yağmuruna bağladı. daha bir sürü teori... varsayım... hepsi de oturup, hesaplamalarını yaptı ve neticede bir tarih verdiler... kimine göre 50 yıl, kimine göre 3 ay.... hepsi de kendi çapında bilimsel ve kendi çapında gerçek... hatta inanmayacaksınız ama bu fikri ve vicdanı hür yaklaşımların hepsi de hem zeki ve hem de akıllı...ama şimdi sormamız gerekmez mi bu çalışmacılara : 1- Önermelerinizin gerçekte kıyamete karşılık gelip gelmediğini nasıl bildiniz ; yani bu dediğiniz şeyler bu tarihte vukuu bulursa hakkaten bu kıyametmidir ? 2- bunu kim bilecek ? 3- bildiniz diyelim, - ki o her neyse ve nasılsa - size nasıl bir fayda sağlayacak ki ? 4- bildiğiniz de ise tanrının dediği gibi '' Andolsun bileceksiniz...'' ogün herşey önünüzde açılmış olacak, ellerinizle yapıp ettikleriniz, önünüze konulmuş olacak.... inkar ettikleriniz de.... inandıklarınız da.... o halde bilip bilemeyeceğinizden bile hiçbir zaman emin olamayacağınız, ve hiç bir zaman da sizi tatmin etmeyecek bilimsel çalışmalar ne ifade edecek ? bu soruya ben cevap vermek istiyorum, sayın demirefe, bilim kendi sınırlarını zorlayıp, fiziğin ötesine geçmeye kalktığınızda, sizi yalnız bırakıyor... sizi asıl o zorluyor... kıyamet, ruh ve ölüm konularında sizi zorlayan fizik ötesine devinen bir yanı olması insanın... tanrıya rağmen yeryüzünde tanrı olmak arzusunda olan kimseler ise, tanrıya karşı bir alan yaratma ve alan kazanma arzusuyla, bilimi kullanmayı düşünüyorlar...güya tanrıya ait gizemli alan, fizik ötesi alan, yeryüzü değerleri ile bilinecek, aydınlanacak ve tanrının gizemi çözülecek.... tanrı ya yeryüzüne indirilecek, ya da ortaya konulacak... bunu da bilimle yapacaklar... evrenin sırrı çözüldükçe, tanrının gizemi ortadan kaldırılacak ve '' o halde ben de varım '' denilecek... yani bizim tanrı inanışımıza karşı, insan tanrı.... bilim de silah.... bilim adamları tarafsız olamaz... elbette bu doğal.... kimi de inkarın tarafında olacaktır, bu da doğal... ama doğal olmayan, objektif olmamaktır. bilim tarafsızlığı değil, objektifliği esas alır. siz taraf olabilirsiniz ama, bilimsel verilerinizi algılarken ve değerlendirirken objektif olmak zorundasınız, aksi taktirde bilimsel değildir bu sonuçlar... yaptığınız da bilim olmaz.. şimdi asıl konuya dönmek gerekirse, bilim bir takım insanların inkarlarını ispat için zorlanırsa bu bilim olmaktan çıkar.. elbette bunun aksi de doğrudur... dolayısıyla bilimi kendi alanında bırakmalı ve akıllı ve zeki davranmak zorundayız... kıyamet kavramı, bilimsel yöntemlere açık değildir... onu ancak kutsal kitapların bildirdiği şekillde anlamaya çalışmak en doğrusu olacaktır.... selamlar...- Kıyamet Ne Zaman ve Nasıl Gerçekleşecektir ?
insanoğlu varlığa ve yaşama dair her geçen daha çok bilgi elde ediyor, bilgi birikimi arttıkça da hayata ve evrene ilişkin bakışı da değişiyor... insanoğlunun tarihi, aslında bilgi toplaması, bilgiyi elde edip, onu geliştirmesi ve kullanması tarihidir. tekerleğin icadı ile başlayan bu baş döndürücü gelişme, insanoğlunun hayata ve evrene ilişkin sorularının bir kısmını cevaplamış ve onu tatmin etmiş ise de, sonunu ve şu anda neresinde olduğumuzu bile bilemediğimiz bu gelişmenin (bilgi üretimi ve bilgi birikiminin) daha ne kadar büyüyeceği ve hangi sorularımızı da çözümleyebileceğini tahmin edemiyoruz. ancak tam da bu noktada, bilim adamlarının insanoğlunun bilgi birikimini anlamamız açısından yaptıkları ''bilinenlerin okyanusata damla kadar'' olduğu şeklindeki yorumları önem kazanıyor. elbette bilimsel bilginin elde edilebileceği alan fizik alanla sınırlı olacağı için, fizik alanın ötesinde bilimsel bilgi üretimi ve bilimsel analiz beklemek de mümkün olamayacaktır. şu halde kıyametin ne zaman ve nasıl olacağı husunda sanırım yeterli ya da en azından insanoğlunu tatmin edebilecek bir bilgiyi elde etmemiz mümkün görülmüyor... sadece tahmin ve öngörüde bulunabilecektir bilginlerimiz. ancak ilginçtir ki, bu sorunun cevabı, sorunun kendisinden daha bilinmeyen olacaktır... çünkü cevabının doğruluğunu test etme şansınız da olmayacaktır... peki kıyamet kavramının gerçekte bize kazandırmak istedği ne olabilir ? bence bu kavramla, inanan insanların yaşamın nasıl ve ne şekilde son bulacağına ilişkin öngrüleri değil, bizatihi halihazırda yaşadıkları anı nasıl yaşamaları gerektiğini belirlenmek istenmiş olmalıdır. yani yaşamın sonlu olduğu hatırlatılarak, eldeki şeyin ne kadar değerli olduğu belirtilmiş ve onun en iyi şekilde değerlendirilmesi istenmiş olmalıdır. yani hayatın merkezine ölüm düşüncesini koyarsanız, hayatı diriltmiş olursunuz... varlık alemini anlamak için, onun sonlu olduğu ve biteceği düşüncesi ile, dünya ile olan ilişki de belirleyici oluyor. tabiri caiz ise, dünyaya kazık çakmak gibi bir niyetiniz varsa bunun boş bir şey olacağı hatırlatılıyor ve yaşama dair sınır çiziliyor : hayat paylaşmaktır...... - cehannem ne demek düşündünüzmü ?
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.