evaporit tarafından postalanan herşey
-
yaşanan acılar ve kader sorgulaması
güzel bir çaışma yapmışsınız sayın 4 mevsim tebrik ederim, Aslında kader mevzusu buyurulduğu üzere gereksizmiş gibi görünse de, sayın Yersoyun ısrarlarının halen sürmesi, konuyu gerektirmiş... Ama gene de konu saptırılmış ve yersoyun istediği yerden çıkıp önce Nişantaşına sonra da Fransa'ya uzanıvermiş... Ama sayın Yersoy, hala sorusuna cevap bulamamış... Aslında sayın Yersoy sorusunu açık ve seçik olarak tekrar izah etmeksizin, ilk bakışta ne anlaşılmasını istiyorsa, sade olarak bir kez daha yazabilir mi ? sonra da kendi fikrini ardından eklese ve dese ki ''ben de aslında şöyle olduğuna inanıyorum'' dese....ve hakikatten bizim soyuta atamamızı beklemeksizin somuta atayıverse... biz de soyutu anlama zorundan kurtulsak... Matematiksel olarak anlamaya çalışsak... Hukuk somuttur... çünkü yaşamın içindedir..ilişkileri düzenler.. hukuksuz bir yaşam düzeni düşünemezsiniz... hukuk ya doğal olduğu için(İnsan olarak doğmuş olmakla kazanılan haklar), ya da halka dayandığı için meşruuiyet kazanır... hukuk kuvvetini gücünü de bu meşruiyetinden alır... İslam hukuku da böyledir... Meşruiyeti Tanrıya dayandırilmaz, Halka dayandırılır... Halka dayandığı için meşruudur... Tanrıya dayandırılsaydı, İslamın totaliter olduğundan ve bir din devleti önerdiğinden bahsedebilirdiniz.... Oysa İslam Din Devletini önermez... Totaliterizmi de reddeder... Ve Hukuktaki suç ve cezaya ilişkin bir temel ilke vardır; ''Cezalar, suçla orantılı olmak zorundadır..''Bu temel ilke nedeniyle İslam Ceza Hukukunda da, bu ilke öngörülmüş; ''Kısasta sizin için hayat vardır...'' ilkesi ''Haddi aşmamakla...'' ölçülendirilmiştir... Fransada otomobil yakanların kurşunlanmasını, sanki İslam hukuku da böyle bir çözümü öngörüyormuş söylemi, müslümanlar adına soyut ataması değil de nedir ? Hukuk somuttur... Ama vicdan soyuttur.... Hukuku adalet ölçüsüne sokan işte bu soyuttur... Eğer bu soyut olmazsa, baklava çalanı öldürürsünüz, bebeğe tecavüz edeni salıverirsiniz.... lıght olan hiiçbirşeyle sorunum yok.... Aslında lıght olmayanlarla da sorunum yok... öyle soyut şeyler de konuşmayı sevmem... söylediklerim direkt anlamlarını ifade ediyor... anlaşılmaz ve gizemli olmayı hiç beceremedim, halbuki insanı ne kadar karizmatik komiser havasına sokuyor... sözlerim tanırının ayetleri değil ki, içinde mükemmelliğin sırlarını taşısın... Kıvırmamak, Hukukun tarafında olmaktır... bütün halk kitlelerinin ortak özgür iradeleri ile kabul ettikleri ANAYASA'ya dayanan bir hukuka taraf olmaktır.. benim inancım da bu yöndedir... Muhammed de böyle yapmıştı... Kıvırmadan... Adam gibi olmak ise, bu hukuku sahiplenmek, delmemek, korumaktır... kıvırmadan... Kemikli olmak ise, bu hukukun çifte standartlarla uygulanmaya başladığında, birine farklı diğerine farklı uygulandığında, adaletsiz uygulanırsa, kim olursa olsun hukuk karşısında eşit davranılmıyorsa, ayağa kalkabilmektir..... Hoşuma gitse de, gitmese de, benim gibi inanmayan, ama bu anayasanın şemsiyesi altındaki bir kişinin hakları gasp edildiğinde ayağa kalkabilmektir... bu devlet, hükümet, toplum, din, fikir vs. kim olursa olsun karşısında Anayasaya kabul oyu veren herkesi karşısında bulmalıdır... Kemikli insan, Kemikl Toplum... slogan bu....Dosdoğru ollmak, inandıkları şey ne ise onda hakikaten dürüst olmak ve eğilip bükülmeden dimdik olmak... Soyut mu ?... haaa...evet... O Kemiğin iliğidir zaten.... iliksiz kemik dedikleri, yumuşakçaların sırtındaki kabuksu kemikler var ya onlar oluyor.. ilik yok onlarda..
-
kaza ve kader
bu kadar basit ! ! ''İnsanlar inandık demekle, başıboş bırakılacaklarını mı sanıyorlar ?'' diye de uyarılmasak, ne güzel basitçe cennete gidiverecektik.
-
kurban bayramlarını kaldırmayalım
bu çok güzeldi Demirefe, gülümsettiniz beni... aklıma bu vapurun, kendini tren sanan, aslında trmavay olması muhtemel bir otobüs olduğu fikri geliyor ama... sormadım kendisine... sorsam da alacağım cevap belli olduğu için, kendi halinde bıraktım... kimbilir kıramadığı hangi nedensellik örgüsünde hergün aynı saatte, aynı durakta bekliyordu...Aslında o bekliyordu... belki de ben her gün saatte oradan geçtiğim için onu hep orada sanıyordum... Aslında orda bekleyen belki de onun gelecekteki konumunun önceden belirlenmişliğinden başkası değildi.... Ama akıllı metaller konusunda çalışmalar sürüyor... ve belki de bir gün vapurlar da cevap verme imkanına kavuşacaklar... Latife olsun sayın Demirefe, ''beklemek'' kavramını sık kullandığınız dikkatimi çekiyor... bunu yazdığınız gibi kuran da sık dile getirir... Tanrının verdiği mühletin dolmasını bekleyeceğiz.... Hayatı anlamlı kılan zaten bu son olmalı değil mi ? sonu olmayan-ölümsüz bir yaşam ne kadar anlamsız olacaktır... ölümün içinde yeşeren yeni bir hayat ve her hayatın kendi için de taşıdığı yeni bir ölüm... ölüm ve yaşam birbiriyle içiçe... beklenen şeyi düşündüğümüz zaman, bekleyişimiz anlam kazanıyor... bekleyişin ne denli insanın içini kemirdiğini iyi bilirim... Bekleyişin güzel yanları da var... içerisinde bazen umut, bazen endişe, bazen de korku taşır... Bu çok heyecanlı geçen bir final maçının son on dakikası gibidir... herkes nefesini tutmuş, maçın neticesini bekliyor... sanırım hayatın sonucunu beklemek bir maçın son dakikasından daha heyecan verici olsa gerek... inandıklarımızın ve inanmadıklarımızın test edilebileceği bir başka durum daha yok ki ? Ayette dediği gibi Mecburen bekleyeceğiz ve göreceğiz ? ama sizin dediğiniz gibi, '' ders çalışmadan mucize beklemek yok...'', ne ektiysek onu biçeceğiz... arpa ekip buğday alamayacağız.... Tren beklerken, vapur çıkarsa da şaşırmayacağız... Hikmeti ilahiden sual olunmaz deyip geçmek de yok ama.... Neden orda olduğunu anlamaya çalışacağız... oturup bekleyeceğiz, ama bu bekleyiş sizin deyiminizle, asla statik bir duruş değil, kalan ne kadar süremiz olduğunu bilmesek de atabildiğimiz kadar ''deniz yıldızını suya geri atmak'' olmalı... atabildiğimiz kadar ...
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Gerçeklerin olanca çıplaklığı karşısında, ''dünya dönmüyor ve merkezde yer alıyor'' iddiasındaki kilise, döneminin bilimsellik merkezi idi... bu köhne zihniyeti yıkan ise bilim merkezlerinin dışından gelen dalgalar oldu... Bugün kilise durumuna düşürülmüş üniversitelerimizde de aynı durum sözkonusu, aydın geçinen bilimci çevrelerinde de, benzer durum var ..., şu gerçekler hiç değişmiyor ne yazık ki: 1- Ortaya koyacak Bilgi teoreminiz yoktur... (İlahi bilgiyi işinize geldiği kadar kullanırsınız...ortaya konanlara yukardan bakarsınız - ) 2- Varlığı açıklayacak hiç bir teoreminiz yoktur...(yaratılışa inanmazsınız- yaratılışı görmek istersiniz.... ama kendiniz bize gösterebilecek en ufak bir şey bile ortaya koyamazsınız...) 3- Bildiklerinizi şekillendiren şey sizde inanç sistemi halini aldığından, her an yeni bir gelişme karşısında-yeni bir teori ile yıkıla yıkıla harabe olmuş bir dine sahip olmanın ezikliğindesiniz... ortaya koyacak sağlam bir inancınız yoktur... Determinizm insana uygulanamayacağını yukardaki iletilerimde okursanız neden uygulanamayacağını anlarsınız... Daha açık nasıl yazılabilir ki ??? A- İnsanların İrade sahibi olmaları B- Soyut-Metafizik-İlahi kaynaklı bilgiye sahip olmaları C- İnsan zihninin bir çok kaos durumunu aynı anda üretebilecek ve hatta üstleyecek bir yapıda olması... D- İnsan inançlarının analitik bir düzlem de çözüm kümesinin bulunmayışı... ölçümlenemeyişi, belirlenemezliği... Örnekle son kez açıklayalım... Ekonomide, sistem ''paramızı tasarruf edersek rahat yaşayacağımızı öneriyor...'' doğru mu ? Adım 1- Eğer elimdeki paranın yarısını karşımdaki fakirle paylaşırsam, cebimde 1000 ytl yerine 500 ytl kalacak...Ekonomik determinizm bunu yaparsam aysonunu getiremeyeceğimi, çünkü harcamlarımın toplamına bakarsak ayın ortasında açıkta kalacağımı, durum ve şartlar belirliyor... Adım 2- Tanrı elimdeki parayı ihtiyaç sahibi bir yoksul ile paylaşmam ve zekatımı vermem halinde elimdeki paranın ''bereket''leneceğini söylüyor ve bunu Tanrıya güvenip yapmamı öneriyor... Adım -3- Şimdi bu veriler karşısında 20 tane farklı insan, 20 tane öngörülemez davranış içerisinde olacaktır... doğru mu ? Oysa bunlar robotlar olsa idi, iradeleri olmayan elma gibi dalından düşmelerini seyredecektik.... hepsi de durum ve şartlar doğrultusunda hareket edecekti... Adım -4 - Neden Müslümanlar karşı çıkıyor bu duruma ? çünkü ortada insan hareketlerini ve davranışlarını belirleyen İlahi bilgiyi kabul edecek bir determinizm yok da ondan... Olsa, zaten kendisi de olmayacak .... Tanrıyı ve İlahi bilgiyi yok sayan bir yöntem bu...var saysa da bir kelebek kadar etkisi olmayan bir tanrı bu... Şimdi bu örneği, kılık kıyafet uygulamasından, yemeye içmeğe, oturup kalkmaya, suç işlemeye, çalışmaya, üretmeye kadar çookk alana taşıyabilirsiniz... ben sadece bir tanesini örnekledim.. Hala size cevap vermediğimi düşünüyorsanız başka ca da yazmayacağım artık..... çok yazınca anlaşılacağını sanmak saflık oluyor... Anlamadıktan sonra, bin sayfa da yazsan manasız kalıyor...ama sayın Mukinin yazdığı o tek satır, bazen her şeyi anlatıyor... Daha fazla yazmasına gerek bırakmıyor.. hoş bir çiçek de bazen çok şey anlatmıyor değil. illa çiçekçi olmak da gerkmiyor... susmak en güzel çiçeğin adı bence... Herşeye rağmen gerçeklerin zamanla anlaşılacağı hususunda en azından hem fikir olmak da güzel....
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Size nasıl bir cevap vermeliyim ki ; bu cevap, yeni bir ısrara neden olmasın ? Hala daha olmayan bir şeyi ''din de böyledir'' diye tekrar edip duruyorsunuz... Enbaşından başlamalı ve kafanızdaki o takıntıdan kurtulmak için resetlemek zorundasınız... Yoksa ne yukarıdakilerden bir netice çıkarabileceksiniz ve ne de konuya müdahil olabileceksiniz... dediğiniz gibi Demirefe daha yetkin ve ne demek istenildiğini anlıyor en azından... Sayın Yersoy size yardımcı olmak açısından, (Mantık kurmak için-sorduklarınızın mantıklı anlaşılabilmesi için) bir başlangıç noktası önereym.. ''İslam dininde sizin anladığınız manada bir kader anlayışı yoktur... İrade vardır... dünyanın kaderinden, güneşin kaderinden sözedilebilir... İnsanın da insan olma kaderi vardır... Güneş ben artık tatile çıkacağım, dünya ben sıkıldım dönüp durmaktan diyemeyecekleri gibi, insan da ben ot olmak istiyorum, yok çiçek-koyun-kuş-balık olarak geçireceğim kalan zamanımı, diye bir şey yapamaz...Kader bu....Ama bunların dışında herşey İnsanın iradesidir... tercihidir... Tıpkı sizin bilim yapma kararınız gibi.... bu sizin kaderiniz değil, kendi tercihinizdi... Demek ki insanı diğer cisimlerden ayıran, en önemli özelliği, kendi tercihlerini yapabilmesi... peki kendi tercihlerini neye göre yapar ? 1- Bilgisi 2- yaşama dair birikimleri (gelenek-örf-kültür) 3- duygu ve hisslerinin yönlendirmeleriyle yapar.... Bu yukardaki saydığım maddelere ait ''Bilgi'' maddesini uzun uzadıya ''inanmak-inanmamak'' ve ''İnsanın Özgürlük arayışı'' başlıklarında açıklamıştım... Bilginin sadece insaın deneysel tecrübelerine dayanmadığını, İlahi kaynaklı bilgilerin de insanoğlunun bilgi denizinde bir belirleyici olduğunu vurgulamıştım... benzer şekilde, geleneklerin oluşmasında dinin etkisi inkar edilemez bir gerçek.... İnsanların duygularını ve hislerinin ortaya çıkmasında da ilahi öğretinin çok yoğun olarak belirleyici olduğunu söylemeliyiz... Şimdi bu durumda bir düşünelim bakalım; F = mxa formülü bütün cisimler açısından lineer olarak aynı analitik çözümü verdiği gerçektir.. Öyle değil mi ? Kuvvetin etki ettiği cisim, ister elma, ister armut, isterse sazan balığı olsun, aynı analitik çözüme tabiidirler... burada Determinizm şunu der ; aynı kuvvet altındaki cisimler aynı ivmeyle hareket ederler.... bu bellidir... ''Kaderleri böyledir'' böyle hareket etmeleri gerekmektedir...'' Peki cisimler öyle hareket eder mi ? evet öyle hareket etmek zorundadırlar... bunu araştırırız... deneriz... Bir müsüman olarak, ''Tanrının bu ayetinin sırrına ermek için, kafamı yorarım... beynimi patlatırım... uğraşır didinirim...Neden ? Çünkü Tanrının herşeyde bir imzasının muhakkak olduğuna inanıyorum (O herşeyi bir ölçü ile yarattı, bir hikmet üzerine yarattı).. Atom altı parçacıkların hareketini anlamak, beni sadece Tanrıya yakın kıldığı için değil, onu daha çok yücelttiği için değil, İrademe ve beni insan olarak yarattığı için Tanrıya daha çok şükretmeme neden olduğu için önemli.... Balık olsaydınız bu gerçeklerin farkına varamayacak olmanız, ne kadar mutsuz edici olacaktı, değil mi ? Şimdi demek ki, cisimlerin iradesi olmadığı için, determinizmin diğer yöntemler de gözardı edilmeksizin cisimlerin dünyasının algılanması, araştırılması ve anlaşılmasında bir yöntem olarak kulanılması önemlidir...Ama İradesi olan ve iradesini kullanırken yukarda belirttiğim ilahi etkilerin altında tercih belirleyen insana ve onun üst yapısı olan topluma uyarlamak, ne kadar büyük bir yanılgı olacaktır... Peki bu yanılgının neticelerini görebiliyormuyuz ? 1- İnsanların dini inançlarını da mekanik olarak algılayıp, ''başınızı örtmeseniz ne olacak, üşümezsiniz ki ?'' ya da ''Cuma namazını Cumartesi kılsanız ?'' veyahutta ''Kurban kesmeseniz olmuyor mu ?'' şeklinde bayağı kesir söylemleri çokça duyulur... çünkü mekanik nedenler, insan davranışlarını açıklamaya yetmiyor... 2- Varlığı sadece, Analitik düzlemler boyunca algılamaya çalıştıklarından, onun İçsel ve Aşkın yönünü görmezler... Varlığı anladıklarını sanıp ona karşı egemen bir davranış sergilerler... Elmanın neden düştüğünü çözen bu balık adamlar; Elma cisminin artık hakimi olduklarını sanırlar... bu yüzden ''Haa umarım artık üniversitelere başörtülü girmeye kalkışmazsınız'' tavrı ile karşımıza çıkarlar... bu çok bilmişliğin, herşeyin malikül mülkü oldukları hissini kazandırdığı olsa gerek... 3- Evrenin sırrı çözüldükçe, Tanrının sırrı da çözülüyor inancı, ''yeryüzünde tanrıya kaşı ilan edilmiş gizli bir savaştır'' ve bu rönesans ile başlamış, kökü dışarda bir nifak hareketidir...Bizim bilim yaptığını zanneden sazan türündeki balık adamı kılıklı bilimadamlarımız da bu ********* savaşın piyonu olmaktan kurtulamamışlardır... Bilimi kendi insanlarının huzuru ve refahı için kullanmaları gereken bu, kerameti kendinden menkul balık adamlar, aldıkları ücretleri de bu fakir halkın sırtına vurmaktadırlar, onların değerlerini, kutsallarını yok etmek için.... 4- Hatırlarsanız, bir iletimde ''Müslümanlara bir özür borcunuz'' var diye yazmıştım, sayın Demirefe'nin şahsında... Kendi kavramlar dünyanıza izdüşürdüğünüz, islamın kutsallarıını, eşleştirme yapamayacağınızı söylemiştim... ''külahımın Rakıcısı'' diye kullandığınız bir tabiri müslümanlar için ''Külahımın Peygamberi'' şeklinde kullanamayacağını vurgulamıştım... (Gerçi hala o özrü görmedik ama) Şimdi iki ayrı düzlem düşünün, birbirinden farklı argümanları ve kavramları var... izdüşürdüğünüz vakit, noktaları birbirini karşılamayan iki düzlem.. Bu iki farklı düzlemin kavramlarını eşlemeye çalışırsanız; ortaya Tanrıyı sıradan bir insan, peygamberi külahçı, cenneti cafeterya, cehennemi başka şey sanırsınız... o zaman da sorarsınız ''Neden kızdın yahu ?'' diye... Sayın Yersoy, Anlamak istiyorsanız hakikaten, tekrar okuyun yazdıklarımı, ama önyargıdan vazgeçin... Bakınız defalarca yazdığım halde, 4 mevsim yazdığı halde hala kalkıp aynı şeyi tekrarlıyorsunuz... Tanrı biliyorsa kader şudur, bilmiyorsa şöyledirr...Bak Selodayı ne güzel izah etmiş... yorma artık be yersoy... Bilim, bilim bilim....
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Nedir Peki ? Yeni bir determinizm mi ? ''Teolojik determinizm de değil, dogmatik determinizm de savunduklarınız '', nedir bu? yeni bir determinizm icad etmeyi düşünüyor olmalısınız... Ancak size önerim, bilinmezleri araştırın, arayın, Tanrının yaratışındaki koyduğu nedenleri çözmeye uğraşın, çünkü nedensellik islami düşüncede de önemli bir yer tutatr... Biz de vahyi anlarken, tanrının sözlerindeki nedenleri, ararız... hukukta neden ararız... madencilikte neden ararız... insan davranışlarının kökenine inmeye çalışırız, onu anlamak için... Ama İnsanı ve Metafizik durumları buna karıştırmayın... Tarihi bir yanılgının malzemesi olmayın... Ama Descartes'in '' düşünüyorum o halde varım'' sözü ile özetlenecek, insanın Tanrısal Alan karşısında yer kazanma çabası, aslında kilisenin baskıcı ve totaliter yapısına karşı bir baş kaldırının ifadesi idi... ''Tanrının hakkını Tanrıya, Sezarın hakkını Sezara'' verme düşüncesi, iki ayrı alan oluşturma çabası ve Tanrıyı yeryüzünden kaldırma isteği idi.. yeryüzünde sezarın egemenliği içindi bu... Kilisenin her türlü nedenselliği, insan aklını ve varlığını reddeden egemen, baskıcı tavrı, ''düşünüyorum, o halde varım'' ifadesiyle karşılanmıştır... Zaman içinde bu yer (alan) kazanma mücadelesi, Evrenin sırrının çözülmeye başlamasıyla birlikte, kilise öğretilerinin çürütülmesi şeklinde tezahür etmeye ve Tanrının gitgide küçültülüp yok edilmesine dönüşmüştür... bu savaş, çıkış itibarı ile, önce kiliseye karşı, sonra Tanrıya karşı başlatılan bir mücadelenin tarihidir... Bu yüzden islam dünyasında bu tür akımlar yer edinmemiştir... Oysa dediğim gibi, gerçekte determinizm çok alanda kullanılabilir bir yöntemdir... Kaos da yeni kullanım alanları yaratma çabasındadır.. bu hesaplaşmaya yakın zamanda şahit olacağımızı sanmıyorum... bir yazım da demiştim ; ''Evrenin zamanı çook, ama İnsanın zamanı azalıyor...'' öyle bir Şey den bahsediyorsunuz ki; ''X, a olabilir, b de olabilir... Ama a da olsa, b de olsa, gerçekte, c dir... c ise aslında ne a dır ve ne de b dir... onun d olduğu bile söylenebilir... Aslında a gibi gözükse de, b dir o... yok b olduğunu kabul etseniz de her an bir değişimle geri a olabilir ya da olmayabilir...aslında X diye bir şey de olmayabilir...Çünkü a ya da b olma ihtimalinden ötürü, o değişmişti...Şimdi Y olduğu söyleniyor... '' sizin determinizminiz böyle bir şey sayın Demirefe, kendi içindeki ikilemleri kaldırmayı deneyin diye önereceğim, ama bu sefer de kalkıp, ''o dediğiniz de zaten Z ve X in Y olmasını kapsadığı gibi, Y olmama durumunda Z olmasını da öngörmektedir..'' yanıtını vereceksiniz... Hele bir de üstüne üstlük bütün bunların üzerine ''olasılık'' kavramını giydirip bir seyretmeye kalkarsanız... ne demek istediğimi anlarsınız ..... Sayın Demirefe, Dünyayı değiştiren, Buzulların hareketi olmamıştır... Dünyayı oluşturan, bugünkü şeklini veren en büyük etken İç etkenlerdir (Magma, Volkanizma, Levha Tektoniği, Orojenik hareketler vs.)... Dış etkenler ise çok az bir etkidir (rüzgar, akarsu, dalga, yerçekimi etkisi ve buzullar)... bunların içerisinde etkisi en az olanı buzulların şekillendirmesidir... Eğer Determinizm'in ''durağanmış gibi görünen ama gerçekte dinamik bir durum'' sergilediğine böyle inanıyorsanız.... İhmal edin gitsin, sayın Demirefe....Morenler ihmal edilemez kadar küçüktür... Hele Analitik düzlem de oturtacak olursanız.... Hepten unutun derim... Uğraşmaya bile değmez... İ İnsanlar üzerinde etkin olan değişim, toplumlardaki devrim hareketlerinin temelinde, büyük volkanlar, Alpin orojenezi gibi büyük olaylar vardır... Fransız Devrimi-Rus Devriimi-İran Devrimi.... İslamla yeniden diriliş.... Sayın Evaporit Determinizmi insana uygulamaktan vazgeçin artık...
-
İnanmak ya da İnanmamak
İnsanın Özgürlük arayışı açısından öenmli gördüğüm bir noktayı daha buraya eklemek gerektiğini düşünüyorum... Eğer bilgi; insanın özgürlük arayışına bir yöntem olarak katkı koyacaksa, bilgi bütün olarak görülmelidir..... bilgiyi parçalamak onu kullanılamaz hale getirmek demektir... Bilginin değerini ve niteliğini belirlemek, tek başına insanın subjektif algılarına dayandırılamaz... Bir bakıma bilgi kendi değerine içkindir... onu dışarıdan zorlayamazsınız, ancak anlamak için ve uygulanılabilirliğini araştırmak için yaklaşımlar da bulunubilirsiniz... benim hem doğal bilgi olarak kabul ettiğim ilahi bilgi, hem de insan zihni ve tecrübesine dayandırılan beşeri bilgi, ortak bir yaşam alanında birlikte kullanılabildiği ölçüde biri diğerine anlam, amaç ve ruh katarken, diğeri buna elbise gibi olmakta ve pratikte mükemmel neticeler elde edilebilmektedir... İki bilgiyi biri diğerinin aleyhine ve düşmanı gibi kullanılmaya başlandığında, ortak yaşam alanı İnsan zihni körelmekte ve köleleşmeye gitmektedir... biri zihinsel kölelik sonuçlarken, diğeri ekonomik ve sosyal kölelik kapısını aralamaktadır...
-
İnsanın Özgürlük Arayışı
çoklu savunma psikolojisi, her durum için insanı evirip-çevirip durdukça, farklı geometrik şekiller sunan insanoğlu her an değişik pozisyonlara geçebiliyor... ''İnsan bu, Su misali, kıvrım kıvrım kıvırır ya'' derler ya hani.... burada esas olan hikmettir... Adamın en ufak bir şeyi hırsızlardan tarafından çalısa ''Asacaksın bunlardan iki tanesini'' der ve ardından ekler, ''Taksim meydanında'', Neden orda ?, ''Aleme ibret olsun diye'' kendi yakını ise o hırsız; ''İftira atmışlar, yazık oldu... çok iyi bir insandı...'' vah yazıklarında olur... olayların karşısındaki duruşunu ne bilgiye ve ne de ahlaka dayandırmayan insanlar, hep pozisyon değiştirirler... bu bir bakıma kendi iç çelişkilerinin ve hesaplaşmalarının tamam olmayışından kaynaklansa da, asıl sebebi zihinlerindeki o tatmin edilememiş boşluktur... Tanrı bu insanlar için ''..göğüslerinde bir sıkışma varmış hissine kapıldıklarını'' söylemektedir... Neye inandıkları ve neyi savundukları belli değildir... neye inanmadıkları da bilinemez... Neden inandıklarını ve bu durumun ne kadar daha süreceğini hiç bilemezler... ne zaman yeni bir durum ortaya çıkarsa o zamana kadar... ama bu yeni durumun onları nasıl bir şekle sokacağı da belli olmadığı için, önceden belirlenmiş bir belirsizliğin önceden bilinebilirliğinin bilinmezliğinde, nasıl ''belirlenileneceklerini'' merak etmekten başka şansınız da yok demektir...
-
DİNLER ARASI DİYALOG NEDİR?
Determinist arkadaşlar olsaydı, bu davranışların önceden belli olduğunu, ve nedensellik çerçevesinde ''evet cehenneme gitmeleri gerekir'' şeklinde konumu belirleyeceklerdi.... Neyseki Burada belirlenemezlik durumu sözkonusu da durumu kurtarabilirler Oysa kuran İnanıp iyi işler yapan yahudi ve hıristiyanların, hatta sabiilerin dahi mahrum edilmeyeceğini, cennete gideceklerini bildirip dururken, size ne oluyor ki, hristiyan ve yahudilerin derdine düştünüz, bunu anlayamıyorm... Allah zalim midir ki, yarattıklarına zulmetsin ? İslam Tanrının gönderdiği bütün dinlerin ortak adıdır.... Ancak tek din islam değildir... Dİn demek insanlara bir yaşam ve inanç sistemi öneren, bir ilahı olan her şeydir... İslam dini deyince, Tanrının önerdiği yaşama şekli ve inanç sistemi akla gelmektedir... ''Allah katında geçerli din islamdır'' önermesi , ''Marks indinde geçerli din Marksizm'' gibi çok şekillerde yansıması olan bir önermedir... Allah katında kabul edilebilir, geçerli, üstün din islam'' olduğu için, yahudi ve hristiyanlar da bu kelime kapsamında ele alındığından, bu dinleri onlardan kabul edilecektir... Yahudilik ve hrıistiyanlık Allahı birleyen, allahın elçilerini tanıyan insanlardır.... Ancak, gerçekte Müsümanıkla alakası olmadığı halde müslümanmış gibi görünen ve gerçekte hristiyanlıkla alakası olmadığı halde hristiyanmış gibi görinen ve benzer şekilde yahudiler için de aynı şekilde alakasız kimseler için Kuran, ''...İman ettik deyip te, gerçekte iman etmemiş kimseler gibi olmayın...'' der.... Diğer dinlerin tanrılığına soyunan ilahlar da kendi indlerinde kendi inanlılarını yarattıkları yeryüzü cenneti ile mukafatlandırma ya da yeryüzü cehennemine atmakla cezalandıracaklarını ifade etmiyorlar mı ? İslam iseniz, onların cennetine bırakın yaklaştırılmayı, uzağından bile geçirilmezken, yeryüzü ilahları cehennem azabını tattırmakta gecikmezler...
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Toplumsal ve Bireysel Hareket Açısından Determinizme farklı bir bakış : Şimdi determinizin ''durağan gibi görünse de, aslında dinamik bir süreç'' ten bahisle, dünyayı nasıl şekillendirdiği üzerinde duralım; 1- Determinizm; buzulların dünyayı şekillendirmesi gibi yavaş, ama sürekli bir hareketin değişimi sağladığını söylemektedir... bu toplumsal hareketleri açıklamada ve bireysel değişimlerin nedenselliğini kavramada determinizmin kendini revize etme çabasıdır... ''gözden kaçan çok küçük nedencikler'' Toplumlardaki ve bireylerdeki değişimi belirlemekte, bu yavaş da olsa, az da olsa, sürekli olduğundan dolayı, neticede tarihteki büyük kırılmalar ve bireysel değişimler meydana gelmektedir... Şimdi bu açıklama hem determinizmin kendi ilkesel iç karmaşasının neden olduğunu göstermekle birlikte hem de önemli bir gerçekliği örtmekte olduğunu ortaya koymaktadır... Eğer deneysel determinizm, dogmatik determinizm gibi Toplumsal ve Psikolojik determinizm de gerçek ifadesini bulacaksa, Komünist devrimin Rusya yerine ingiltere de olması gerekecekti ? iran devriminin ise hiç olmaması gerekiyordu... daha onlarca örnek sıralayabilriz... bireysel olarak da bunun çok örneğini görüyor ve yaşıyoruz... Matematikte, çok küçük başlangıçtaki bilinemezlikler aslında cisimlerin konumlarını çok büyük oranda değiştirse de, diferensiyel hesaplamalarında alt çözüm evreleri yöntemi ile yaklaşık hesaplamalar yapılabilmektedir.. Ama topluma ve bireye yönelik uygulamalarında o kadar korkunç hatalar vermektedir ki, sonuç başlangıcını bile unutturacak cinstendir... 2- İnsan hareketlerinin temelinde etki kuvveti, bilgidir, inançtır, duygudur, düşüncedir.... Bütün bu sistem bilinebildiği ölçüde insanın hareketleri öngörülebilir... insan bir bilardo topu olmadığı için bütün bu değişkenlerin hangi ortam da birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olacağı da önceden kestirilemez.... basit denklemler kurulabilir, örneğin acıkan insanlar yemek yer... uykusu gelen insan uyumak ister, haksızlığa uğrayan insan kızar, bu örnekleri artırın artırabildiğiniz kadar... Ama denklemleri biraz karmaşık hale getirdiğinizde, inanın Çin'deki kelebeği bulmaktan daha zordur... bu şuna benzer : Elinize bir cisim alın, onu bölün, ve bölmeye devam edin.... taa ki bir zerre oluncaya kadar bölseniz, sonra onu gösterip sorsanız ''bu nedir?'' diye, dönüp onun ilk halinin ne olduğunu söyleyebilir misiniz ? İnsanların davranışlarının nedenleri çok karmaşıktır ve analitik bir çözümleri yoktur... Neden mi ? çünkü İnsan davranışlarının çoğu, mekanik nedenselliklerin dışında, metafizik (ilahi) bilgilere dayanmaktadır... Metafiziği ise lineer bir sistemde incelemeyi düşünen bir ''akıllı'' bilinmiyor... Nasıl olsun ki, Tanrıyı yok sayan, onu güçsüz ve aciz kabul eden bir çözüm evresinde karşılık olarak insana benzer robotlardan başkasını bulamaz...
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Evreni anlama yolu olarak determinizme farklı bir eleştiri : Bir bilardo Masasını hayal ediyorum... buradaki topların hareketini belirleyen nedenler; toplara etki eden kuvvet ve açısı, topların ivmesi, dönüş hızları, bantlara olan mesafe ve ortamın fiziko kimyasal şartları (topların üzerinde hareket ettiği zeminin ya da havanın sıcaklığından tutun, zeminin sürtünme açısı ve bu açının yönlere göre değişimine kadar bir sürü değişken)... Şimdi başlangıçtaki hareketi lineer bir hareket olarak kabul edip topun ilk hareketinin neticesinde nereye çarpacağı ve analitik olarak topun bulunacağı konum öngörülebilse de, topun hareketinin kendini sürekli tekrarlayan ve süregiden bir nonlineer diferensiyele dönüşmesi kaçınılmazdır... Şimdi bunu bir ayetle ve bilimsel bir gerçeği bir arada düşünerek parelellik sağlayalım... Bilimsel gerçekler, uzayın sonsuz olduğunu ve bu sonsuzluğun da devamlı olarak genişlemekte olduğunu söylemektedir.. Bu gerçekliğ tanrı ayette de vurgulamakta ve ''onun genişlemekte'' olduğunu söylemektedir... bu bize evrenin sonsuz terarlama içinde olduğunu gösterir... yani aslında lineer bir evrenden çok kuran tabiri ile ''inşaası devam eden'' sonsuza tekrarlayan bir nonlineer durum sözkonusudur... Peki sorum şu : ''Aslında lineermiş gibi görünen bir hareket bizatihi kendi içerisin de kendi kendini non lineer duruma sokabilir mi ?'' Determinist arkadaşların, Teksas'taki kasırganın nedeni olan kelebeğin, Çindeki hangi kelebek olduğunu bilmeden, evreni kuşatan nedenleri kırma hayalini ve bu nedensellikleri kendi lehine çevirebilme umuduna hayran olmamak elde değil ?
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Şİmdi gelelim yazımızın son bölümüne ve eleştirilerimizi sıralamaya... 1- Gerçekle "determinizm" terimi 1820 yıllarında bir makinenin çalışmasını anlatmak için kullanılmıştır. Ancak Laplace ve Poisson gibi bilim adamları evrenin de bir makina gibi düşünülmesini önerdiler ve aynı açıklamanın evren açısından da geçerli olduğunu eserlerinde savundular. Önceleri fizik ve mekanik bilimlerinin çeşitli alanlarında sözkonusu edilen determinizm, genel olarak bir yöntemi anlatırken, bu yöntemin aşırı bir zorlamayla bütün bir evrene yayılması, bilim açısından da savunulması mümkün olmayan yanlış bir tutumu doğurmuştur. 2- Dinamik ortamlardan çok daha karmaşık olduğunu düşündüğüm insan zihnini ve duygularını lineer bir denklemin çözüm evresine uyarlayıp belirlemeye çalışmak, kaosu bile üstleyen-kapsayan bir ŞEY dir... 3- gerçekte evrendeki var olduğu kabul edilen akli ve düzenli yapının parçaları arasında nasıl sıkı bir ilişki söz konusu ise, evrenin bir parçası olan insan için de aynı durumun sözkonusu olduğu varsayarsanız, insan zihnini, halley kuyruklu yıldızının hızı ve konumunun belirlenebilirliği ile kıyaslamış olursunuz. ve O halde insanın bütün eylemleri, davranışları, düşünce, duygu ve hatta sezgileri bile nedensellik İlkesi gereğince önceden belirlenmiştir dersiniz. Yani İnsanın eylemleri, düşünceleri, sezgileri vb. kendilerini oluşturan şartlar tarafından belirlendiği için, bir irade özgürlüğünden ve özgür seçimden söz edilemez... Bu kadercilik her şeyi kilitleyen, insanı durağanlaştıran, insanı yok sayan bir düşüncedir... insan kendi iradesi ile vardır ve kendi iradesi ile üretir, çalışır, kısaca yaşar... determinizmi insana uygulamak düşüncesi İnsandaki iradeyi, irade Özgürlüğünü ve insanının hayal içinde bu irade özgürlüğüne dayanarak yaptığı seçimler reddedilmiş olmakta, insan durağan bir nesne durumuna indirgenmiş bulunmaktadır. 4- Determinizmi olduğu yerden çıkarıp bu garip duruma düşürmek determinizme de hainlik etmektir... Sonuç olarak Determinizm insan gibi iradi varlıklara uygulanamaz..... selam ile..
-
Bir başka açıdan Determinizm ve Din
Determinizm'in ortaya çıkışı ve kullandığı argümanları ile birlikte ele alıp kısa bir incelemeden geçirip, daha sonra 2. bölüm de determinizmin uygulamalarına değinmek istiyorum.. en son olarak da 3. bölümde Din ile kurulan irtibatına değinmek istiyorum.. öncelikle birinci bölümdeki ortaya çıkışı ve argümanlarının ne olduğunu alıntılarımızla birlikte değerlendirelim..... '' Determinizmin ortaya Çıkışı : İnsanoğlunun tarih boyunca açıklamaya çalıştığı olayların başında. Hareket ve zaman gelir. Hareketi açıklamak Mekaniğin evreni açıklama çabasını kolaylaştıracaktır. Evreni açıklamanın temelin de ise hem günlük yaşamda sıklıkla test ettiğimiz basit cisim hareketlerini (elmanın düşmesi), hem mikro alemin simgesi olan atomdan daha küçük parçacıkların hareketlerini ve hem de makro alemin simgesi olan gezegenlerin hareketlerini açıklamayı kapsamaktadır. Bu hareket ve zaman problemine bilinen ilk fizik alem merkezli düşünce sahiplerinin başında MÖ 300 yıllarında Aristoteles (MÖ 384-322) gelir. Aristo, harekete ilişkin yaptığı gözlemlerine dayanarak; ‘’Cisimlerin yere düşerkenki ivmelerinin, ağırlıkları ile doğru orantılı olduğunu ve bir cismin hareketinin devamı için muhakkak surette bir kuvvetin de sürekli olarak etkin olmasının gerektiğini söyler’’ bir cismin hareketi için ona sürekli kuvvet uygulamak gerekiyorsa, gök cisimlerini kim itiyor veya çekiyor? Dalından düşen elmayı yere iten veya çeken şey nedir? Sorusu Aristonun kuramının sonunu hazırlamıştır. Aristodan sonra, MS 150 yıllarında Claudius Ptolemy (MS 90-168)’nin gök cisimlerinin hareketi için koyduğu kurallara göre uzay bir tepsi eklinde idi ve dünyamızda bu tepsinin tam merkezinde yer alıyordu. Güneş ve diğer gezegenler dünyanın etrafında dolaşıyordu..Ancak günün birinde Nicolaus Copernicus (1473-1543) adlı Polonyalı ortaya çıktı ve çıplak gözle yaptığı uzun gözlemlerden sonra gerçekle yüz yüze gelmemizi sağladı. Artık sistemin merkezine güneş taşınmıştı. Bu devrimci düşünce Johann Kepler (1571-1630) tarafından geometrik modeline oturtulmuştur: buna göre ; ‘’Bir gezegenin yörüngesi, bir odağında güneşin yer aldığı bir elipstir. Gezegeni güneşe birleştiren doğru eşit zamanlarda eşit alanlar süpürür. Gezegenin periyodunun karesi güneşe olan ortalama uzaklığının küpü ile orantılıdır. (Dünya için T2 = R3 .) ‘’ Kepler’in, bu gün bile geçerliğini koruyan mükemmel geometrik modeli, güneş sistemi içindeki gezegenlerin hareketlerini kusursuz açıklıyordu ama evrendeki bütün hareketleri ve en önemlisi hareketlerin nedenini açıklamaya yetmiyordu. Dolayısıyla bilim adamlarının hareketle ilgili daha pek çok soruyu kendi kendilerine sormaları gerekiyordu. Galileo Galilei (1564-1642) bu soruyu kendi kendisine soruyor ve bir yandan teleskopla gök cisimlerini gözleyip Copernicusu’un güneş merkezli teorisini doğrularken, öte yandan yerçekimi ile ilgili deneyleri Aristoteles’in 2000 yıllık imparatorluğunu derinden sarsıyordu: ‘’Bütün cisimler aynı ivmeyle yere düşerler.’’ Bu kural, ağır cisimlerin de hafif cisimlerle aynı ivmeyle yere düştüğünü söylüyor ve Aristoteles’in yukarıda anılan ilk yasasını çürütüyordu. Tarih göstermiştir ki, büyük imparatorluklar derinden sarsılınca yıkılmaları kaçınılmazdır. Galilei’nin sarstığı Aristoteles’in imparatorluğuna Isaac Newton (1642-1727) son darbeyi indirecektir. Newton Hareket Yasaları denen aşağıdaki kurallar, Aristoteles’in imparatorluğunu yıkmakla kalmadı, 400 yıl boyunca fiziksel bilimlerin temeli oldu ve yaşadığımız çağın teknolojisini yarattı: 1- Hareketli bir cisim dışarıdan bir kuvvetle etkilenmezse düzgün doğrusal hareketini ilelebet sürdürür. 2- Kütlesi m olan bir cisme uygulanan F kuvveti ile a ivmesi arasında F=ma bağıntısı vardır. 3- Her etkiye karşı ona eşit bir tepki vardır. Bilgi üretiminde asla tahmin edilemeyecek ilişkiler ortaya çıkar. Kepler gezegenlerin hareketlerini açıklayan geometrik modeli yaratmak için Pergeli Apollonius (MÖ 262-190)’un 1800 yıl önce yazdığı Konikler adlı yapıtına dayanıyordu. Herhalde, Apollonius, tutkulu bir sanatçı gibi koniklerin gizlerini bulup ortaya dökerken, 18 yüzyıl yıl sonra büyük bir uygarlığa çığır açacağını aklına bile getirmiyordu. Apollonius olmasa Kepler olmazdı, Kepler olmasa Newton olmazdı. Newton, Kepler’in geometrik modelinin ve Galilei’nin yerçekimi ile ilgili şaşırtıcı gözleminin gerisinde yatan gizemi aramaya başladı. Gezegenler neden Kepler’in modeliyle hareket ederler? Ağır ve hafif cisimler neden aynı ivmeyle yere düşerler? Bu soruların yanıtlarını veren matematiksel formül Newton’un hareket yasaları olup, determinizm kavramının temelidir. Determinizm : Klasik Mekaniğin (Newton Mekaniği) özü determinizmdir. Determinizm, “bir fiziksel sistemin şimdiki durumu, önceki durumunun sonucudur” der. Dolayısıyla her olay ve hareketi önceden belirlemek mümkündür. Bu görüşü, antik çağın maddeci düşünürlerine kadar geriye götürebiliriz. Hiç değilse, MS 1500 yıllarında ortaya çıkan nedensellik (sebep-sonuç) düşüncesinin ağırlık kazanmasından sonra Isaac Newton (1642–1727) ’un ortaya koyduğu hareketin üç temel yasası modern bilimi bütünüyle determinizme dayandırmıştır. Bu yasalar, determinizmi yalnız ileriye değil, geriye doğru da çalışan sağlam bir araç olarak görür. Gerçekten, Newton’un hareket yasalarına göre, şu andaki olay ve hareket önceki olay ve hareketten çıktığı gibi, bundan sonra olacak olay veya hareket de şu andaki olay veya hareketin sonucu olacaktır. Klasik fizikçi açısından, Halley kuyruklu yıldızının 2061 yılında yeniden dünyayı ziyaret edeceğini kesinlikle öngörebilmek ya da gelecek güneş tutulmasının ne zaman olacağını ve dünyanın neresinden en iyi görüneceğini şimdiden şaşmaz biçimde hesaplayabilmek, determinizmin yadsınamaz zaferidir. Modern bilimin dayanağı olan ve 400 yıldır etkisini sürdüren bu görüş, bugün içinde bulunduğumuz bilime ve teknolojiye çok önemli katkılar sağlamıştır. Determinizmin matematiksel dili çok açıktır. Başlangıç koşullarını bilince, ona uyan yegane analitik çözümü, çözüm uzayından seçebiliriz. Bu çözüme f diyelim. Herhangi bir t anında sistemin durumunu biliyor isek, f fonksiyonunu biliyoruz demektir. Artık her a için f(t+a) ve f(t-a) değerlerini hesaplamak mümkündür. Matematiksel açıdan bakınca çözüm fonksiyonunun grafiği üstünde gerçekleşen bu olgu, fiziksel açıdan bakınca söz konusu dinamik sistemin kendi yörüngesi üzerinde belli bir yerden ileriye ya da geriye doğru hareket ettirilebilmesi demektir. Öyleyse, determinizmin uygulanabilmesi için, sistemin analitik çözümüne ve iyi belirlenmiş başlangıç koşullarına gerekseme vardır. Çok kolaymış gibi görünen bu iş, gerçekte pek çok sistem için imkansızdır. Bu imkansızlık kaos diye anılan fenomenleri yaratır. Tanrı Zar Atar mı? Newton fiziği dorukta iken, 20.yüzyıl içinde onun eksiğini tamamlamak için yapılan çalışmalarda iki yeni teori ortaya çıktı: Kuantum Mekaniği ve Görelilik Kuramı. Görelilik Kuramı… Kaos’un olasılığa dayalı yanıyla yakın ilişkisi nedeniyle, Kuantum Mekaniğini ile ilişkisine değinmek gerekecek… Atomun yapısını açıklamak için, atom altı parçacıkların hareketlerinin belirlenmesi gerekiyordu. Bu parçacıklara determinizm ilkesini uygulayabilmek için belli bir andaki konumlarının, hızlarının ve yönlerinin bilinmesi gerekiyordu. Ama aynı anda konumlarını ve hızlarını ölçebilme olanağı yoktu; hız bilinirse konum bilinmiyor, konum bilinirse hız bilinmiyordu. Buna çare olarak “olasılık” kuramı kullanıldı. Parçacıkların hızları ya da konumları belli olasılıklarla belirlendi. Dönemin en renkli kişilerinden Albert Einstein bu görüşe karşı durup “Tanrının zar attığına inanamam!” diyecektir. Ama, olayın çok inandırıcı yanı vardır. Yapılan tahmin bir parçacık için değil, milyonlarcası içindir. Bir para atıp tura geleceğini tahmin ederseniz, ya yüzde yüz tutturur ya da yüzde yüz yanılmış olursunuz. Ama 1.000.000 milyon para atıp 500.000 tanesinin tura geleceğini söylerseniz yanılma payınız çok azalır. Olasılığın kullanılışı, determinizmden bir sapıştır. Ancak, Kuantum Fiziği’nin görkemli doğuşu bile determinizmin önemini yok edemedi. Ama “Ölçümlemede belirsizlik” (Uncertainty of Measurements) olgusunu gündemin başına yerleştirdi. Bütün bunlardan önce, hemen 20.yüzyıl başlarken Newton Mekaniğine duyulan güveni sarsan görüşlerin ortaya çıkışını anımsamalıyız. 1898 yılında Fransız matematikçi Jacques Hadamard başlangıç koşulunda bir hata yapıldığında sistemin uzun dönemde öngörülemez olacağını belirtti. 1906 yılında Pierre Duhem benzer yargıya vardı. Ünlü Fransız Matematikçisi ve düşünürü Henri Poincaré 1900 yılında güneş sisteminin kararlı olup olmadığının kanıtlanamayacağını gösterdi. 1908 yılında Science et Méthode adlı ünlü yapıtında konuyu ayrıntılarıyla işlemiştir…. Ölçümlemede Belirsizlik Başlangıç koşulları dediğimiz sayıları nasıl belirleyeceğiz? Deneysel bilimlerde bunun tek yolu gözlemleme ve ölçümlemedir. Ama gözlemler, deneyler, ölçümler gerçek sayısal değerleri veremez; onları ancak belli bir yaklaşıklıkla, yani belli bir hatayla bulabiliriz. Her ölçümlemede kaçınılmaz olan alet ve insan hatalarını bir yana koysak bile, kuramsal olarak hiç bir alet her zaman gerçek değerleri veremez. Çünkü gerçel sayıların ondalık temsilleri sonsuz haneyi gerektirir. Sonsuz haneli bir ölçüm aleti yapılamayacağı gibi, sonsuz haneli sayılarla işlemler de yapılamaz. İrrasyonel sayı içeren basit bir toplama işleminde bile, o sayı yerine sonlu haneli yaklaşık bir değerini (rasyonel sayı) kullanırız. Ölçümlemede Belirsizlik (Uncertainty of Measurements) dediğimiz bu olgu, bir fiziksel sistemin başlangıç koşullarının kesin olarak belirlenemeyeceği anlamına gelir. Bu olgunun determinizm ilkesinde yarattığı olumsuzluğu saptayan ilk kişi Henri Poincaré (1854-1912) ‘dir. Şimdi bunun ilginç öyküsüne geçebiliriz. Kelebek Etkisi Newton yasaları iki gök cisminin hareketine mükemmel uyum sağlar, ama ikiden çok cisim olduğunda analitik çözüm elde edilemez. Üç Cisim Problemi diye anılan bu problemin çözümü 20.yüzyıla girerken astronomide popüler bir konu oldu. Norveç Kralı II.Oscar, güneş sisteminin kararlı olup olmadığını ispatlayana ödül vereceğini duyurdu. Henri Poincaré 1900 yılında, güneş sisteminin hareketini belirleyen denklem sisteminin çözümünün başlangıç koşullarına hassas bağımlı olduğunu, ancak başlangıç koşullarının asla doğru olarak saptanamayacağını, dolayısıyla güneş sisteminin kararlı olup olmadığının belirlenemeyeceğini gösterdi. Bu öngörülemez (unpredictable) durum için “kaos” terimini kullanan ilk kişi de odur. Böylece, Poincaré, istenen problemi çözmeden ödülün sahibi oldu. Ama unutmamak gerekir ki, bir problemin çözülemeyeceğini kanıtlamak, bazen problem çözmekten çok daha zordur. Şimdi Poincaré’nin büyük bulgusunun matematiksel açıdan basit açıklamasını yapabiliriz. Dinamik sistemin analitik çözümü varsa, belli bir başlangıç değeri yakınındaki değerler için fonksiyon (yörünge) değerleri de birbirine yakındır (süreklilik). Determinizm asıl gücünü buradan alır. Bu sistemlerde başlangıç koşulları kesinlikle belirlenemese bile, gerçek başlangıç değerlerine yakın değerlerin alınması sonuçta önemli farklar yaratmaz. Analitik çözüm olmadığı zaman, çözüm yerine yerel noktalarda doğrusal yaklaşımlar kullanılır; onlardan sayısal çözümler elde edilir. O sayısal çözümler evreleri oluşturur. Evreler başlangıç koşulları olarak alınır. Bu nedenle, evre uzayı çözüm uzayı yerine geçer. Doğrusal yaklaşımlar, boyut sayısına göre teğet doğru, teğet düzlem, hiper düzlem adlarını alırlar. Çözüm analitik olmadığından, birbirine çok yakın noktalardaki teğetler birbirinden çok uzakta olabilir. Başka bir deyişle, analitik çözümlerde ortaya çıkan düzgünlük (süreklilik) koşulları sağlanmadığından, birbirine çok yakın başlangıç noktalarında bile birbirlerinden çok uzakta değerler alabilirler. Bu kısa açıklamadan sonra, konu ile ilgilenen fizikçilerin kaos terimine yükledikleri anlamı ortaya koyabiliriz: Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık. Fizikçilerin bunu ifade eden güzel bir deyimleri var: “Çin’de bir kelebek kanat çırparsa Teksas’ta kasırga olabilir”. Bu sözde hiçbir politik ima olmadığını söylemeye gerek yoktur. Sadece, söylemek istedikleri şey, başlangıç koşullarındaki çok küçük değişim sistemin davranışında çok büyük fark yaratabilir. Hoşgeldin Kaos! Aya insan indiren, Mars’a uydu gönderen ve bu hareketlerin her saniyesini önceden öngören (predict) determinizmin büyük gücünü yanımızda hissetmek hepimize huzur veriyor. Ama, bir bilardo topunun masada nereye çarpacağını hesaplayamamak, üç gün sonrasının hava durumunu doğru tahmin edememek ya da bir dünya savaşının sonuçlarını öngörememek gibi olgular, kaygı verici değilse bile, determinizmin verdiği huzura gölge düşürecek kadar hayal kırıcıdır. Konuşma diline indirirsek, davranışı önceden öngörülemeyen (unpredictable) dinamik sistemleri ya da onların davranışlarını kaos olarak niteliyoruz. Fizikçilerin kaos terimine yükledikleri bu anlam ile sokaktaki adamın, hele hele politikacıların kaos terimine yükledikleri anlam çok farklıdır. Fizikçilerin söylediklerini, matematik diliyle ifade edersek kaosu daha iyi tanımlamış oluruz. Nonlinear dinamik sistemlerin çoğu için öngörü (prediction) yapmaya engel olan üç neden vardır: 1- Sistemin analitik çözümü yoktur. 2- Herhangi bir başlangıç koşulunu kesinlikle belirleyemeyiz (Ölçümlemede Belirsizlik İlkesi). 3-Başlangıç koşullarında meydana gelen çok küçük değişim(ler) sonuçta çok büyük farklara neden olabilir (Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık – Kelebek etkisi). Lorenz kaos’u yeniden keşfedince, kaos örnekleri arayanlar çoğaldı. Farklı sistemler ve farklı başlangıç koşulları için Garip Çekerler’i canlandıran bilgisayar programları yazıldı. Tekrarlar (iterations), Julia ve Mandelbrot Kümeleri gibi çalışmalar matematikte yeni kaotik yeni çalışmalar oldu.. geometrik şekiller ve tabiattaki doğal tekrarlamalı şekiller (tuz kristalleri ve brokoli gibi bitlkiler) bu çalışmaların örneklemeleri oldu… İterasyonla yaratılan ve kaotik sayılan bazı olgular matematiğe yeni ufuklar açtı mı? Buna şimdiden “evet” demek zordur. Ama kendi kendini tekrarlayan geometrik şekillerden çıkan fractal geometri ve fractal boyut kavramları alışılmış matematiğe yeni giren kavramlardır. Geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan L-sistem adlı iterasyon yöntemi önceleri ilgi görmedi. 1950 li yıllarda Noam Chomsky doğal dillerin sözdizimine (syntax) uyguladı. 1968 yılında biyolog Aristid Lindenmayer tarafından bitkilerin büyümesini temsil etmek üzere kullanıldı. Harflerin kısa bir dizimiyle temsil edilen basit bir nesneden başlayarak çok karmaşık nesneler yaratabilen bir iterasyon yöntemidir. L-sistem bilgisayar desteği ile başarılı sonuçlar verebilir mi diye düşünmeye değer. '' Buraya kadar fizik ve matematik olarak Determinizm hakkında özet olarak alıntılamaya çalıştık.. şimdi 2. bölümde asıl konumuz olduğu için Determinizmin insan ve evren yorumuna ilişkin çeşitli alanlardaki uygulamalarına göz atmak olacak... Sosyal Bilimler kitaplarında bu bölümleme determinizmin kullanıldığı alana göre belirlenir, Sözgelimi, ekonomik determinizm ekonomik etkenlerin diğerlerini belirlediği öğreti anlamına gelir; tarihsel determinizm olayların tarihle belirlendiği tarih teorisi demektir; sosyolojik determinizm de, toplumsal olguların belirlenmiş olduğu görüşüdür. Bu anlamda determinizm 1- Mekanik determinizm; 2- Toplumsal determinizm; 3- Tarihsel determinizm şeklinde de ayrıma tabi tutulabilir. Mekanik determinizmde, insanın iradesi, yani İşleği ve eylemi kendi dışındaki nedenlerin sonucudur. Toplumsal determinizmde, insanın istek ve iradesi daima içinde yaşadığı toplumsal şartlara bağımlıdır ve bu şartların zorlamasıyla insanın iradesi ve isteği belirlenir. Tarihsel determinizmde ise, İnsanın irade ve eyleminin belirlenmesinde tarihin, tarihi olayların etken okluğu ileri sürülür. Şimdi bu ayırımlara dayanarak determinizin insan hayatını ve düşüncesini nasıl şekillendirdiğine bakalım... a) Deneysel determinizm: Deneye dayalı ya da pozitif bilimlerde (fizik, kimya, biyoloji vb.) temel kabul edilen determinizm; bülün olaylar değişmez bir biçimde belirlenmiş ve belli nedenlere bağlıdır. Buna göre belli ortam ve şartların oluşmasıyla meydana gelecek sonuç kesindir, aksi düşünülemez. Olayları meydana getiren nedenler deneyin dışında ve deneyüstü, yani aşkın nitelikte değildirler, olayların kendisinde ve doğada içkin olarak vardırlar. Doğanın, dolayısıyla evrenin üstünde bir neden aranmamalıdır. Bu anlayış Tanrı'nın varlığını ve iradesini kabul etmez. Öte yandan nedensellik ilkesi, buna bağlı olarak da determinizm doğa yasalarının evrensel, değişmez ve düzenli olduğunu ileri sürer. Bu bakımdan imkân, rastlantı, özgür irade, mucize gibi gerçeklikler kabul edilmez. Evrende zorunluluk asıldır. b)Psikolojik determinizm: İnsan davranışları ve eylemleri değişmez ilkelere veya yasalara bağlı olduğu gibi aynı zamanda zorunludur. Öyleyse insan özgürlüğünden, insanın özgür iradesinden ve özgür seçiminden de söz edilemez.
-
İnanmak ya da İnanmamak
sayın demirefe, Determinizm konusunu isterseniz eğer, ayrı bir başlık altında ele alalım olur mu ? gerçekten sizin determinizm yorumunuzu anlamayı ve tartışmayı istiyorum... selam ile,
-
İnanmak ya da İnanmamak
sayın gece kuşu, öncelikle bilgi husunu önemsediğimi ve konumuzun çıkış merkezi olduğunu önemseyerek şu husuların gözden kaçırılmaması gerktiğini düşünüyorum... 1- Özgürlüğü sağlayan ve onu sınırlayan bilginin kaynağının ne olacağı sorusu ise sanırım buraya bir parantez açmamızı gerekli kılıyor... İnsanların işbirliğini gerekli kılan bir bilgi edinimi, büyük bir ihtimalle insana ait tecrübe ve gözlemlerin bir neticesi olarak tecelli edecektir ki, bu birikimin insanı özgürleştirmeye yetmeyeceğini sanıyorum... çünkü İlahi bilgiden izole edilmiş bir bilgi insanı iyiliğe eriştirmeyebilir...en azından kendi değerini üretemez... İnsanın kendi tecrübesi, kollektif bir çalışmanın neticesi olarak düşünüldüğünde bile, fizik ötesi alemin ürettiği bilgi ve argümanlara ulaşamayacaktır... çünkü fizik alemin bilgisi, fizik aleme ait araç ve gereçlerle elde edilebildiği halde, o insanlara kollektif çalışma ruhunu veren, bilgiyi paylaşmayı öngören, özgürlüğü önceleyip üstleyecek değerleri ortaya çıkarmaya yetmeyecektir...çünkü bu metafizik aleme ait bir değerler sistemi ve bilgisidir.... kaynağı kadim vahy geleneğidir... Eğer yalnızca fizik aleme ait araç ve gereçlerle üretebildiğimiz bilgilere dayanan bir özgürleşme, insanın arayışını karşılamayacaktır... kuvvetin, cismin kütlesi ve ivme ile doğru orantılı olarak değiştiğinin bilgisi, belki bizim mantık düzlemimizde cisimlerin neden ve nasıl hareket ettiği konusundaki verilerini kabul etmemiz, onun bu cisim üzerindeki kullanım ve paylaşım haklarını, bu paylaşımın meşruluğunu ve adaletini ortaya çıkarmaya yetmeyecektir... 2- Şimdi bu noktada da bir parantez açıp hemen farklı bir pencereden bakalım.... Önceki iletilerimde yöntem olarak, ilksel konumlardan hareket etmenin, orjinalinden yola çıkmanın, bilginin anlaşılmasında ve üretilmesinde bir metod olarak kullanılması gerektiğini savunmuştum... Şimdi bilgi birkimimizin ilk başlangıç dönemlerine dönüp, insanlığın bu ortak birikiminin nasıl geliştiğini anlamaya çalışmak istiyorum... İlk insana ben Adem diyeyim, bir başkası Adam desin... tek başına yaşayan insandan başladığımızda, bilgiyi üretemeyeceğiz demektir bu... yani ilk bilgiyi oluşturamayacaksak eğer, bu bilgiyi çoğaltmamız da mümkün olamayacaktır... bilgi üretilemeyince de insanların birlikte yaşamalarını sağlayacak bir öngörü de çıkarsayamacaktık... bilgi fizik aleme ait araç ve gereçlerle üretilecekse ve bilgi de fizik alemin şartlarında yoktan var edilemeyeceğine göre, insanı özgürleştirecek bilginin oluşumu da gelişimi de mümkün olamayacaktı... oysa insanı paylaşmaya iten ve insanda iyiliğe erişme isteği yaratan bilgi, yoktan var olan bir bilginin etkisi iledir... 3- Aslında, nsanoğlunun toplumsal yaşamının özgürlük üretimine yönelik bir işbirliğini NEDEN gerektirdiğinin derinliğini sorgulamamız belki de konumuzun özü olacaktır... Zira hiç bir yeryüzü kaynaklı bilgi-öneri- insanı ahlaki davranmaya itemez, buna neden teşkil edemez... insanların topluma olan borcunu (vergi) ödemesi için yasal bir dayatma kurmanız gerekirken, insanlarla karşılıksız bir paylaşımı (sadaka-infak) ancak ilahi bir bilginin neticesi ile olabilmektedir... İlahi bilginin insanların ilahi bilginin maksatları ve gerçekleştirmek istediği neticelerin ışığında, insani tecrübe ve birikimleri ile yorumlanması, Tanrının insan için uygun gördüğü toplumsal yaşamı belirler... bu yaşama biçiminde her fert kendi çıkarları yerine, kardeşi olarak ilan edilen diğer insanların çıkarlarını öncelemesi ve toplumsal çıkarların birey çıkarlarını öncelendiği bilgisini esas alacaktır... bu elbette fizik aleme ait bilginin önerebileceği ve değerleyebileceği bir argüman olmayacaktır... ancak ilahi bilgiinin öğrettiği paylaşım düşüncesi, eşyaya ve maddeye karşı olan bir özgürlük ilanıdır... İnfak kavramını fizik aleme ait öğretilerin kavramsal alanında izdüşürecek bir kavram bulmakta neden zorlandığımı anlayabildiğinizi umuyorum...
-
İnanmak ya da İnanmamak
İnanç ve ahlakı birini diğerinden ayıramazsınız... İslam inancı güzel ahlakı öngörür.. Tanrı insanların yaptıkları zerre kadar iyilik varsa onun mukafatını ve zerre kadar kötülük varsa onun da cezasını vereceğini söylüyor... yani sizin dediğiniz gibi değil,,,
-
kaza ve kader
Sayın Yersoy, size inanamıyorum... yani hakikaten pes doğrusu ! bu kaçtır hep aynı şeyleri tekrar edip bıkmadınız mı ? Size elinizi cebinize atmayın demiştim, konuyu anlamayışınızın nedeni de bu diye uyarmıştım... sizde sonuçta, tamam demiştiniz... ama şimdi görüyorum ki hala aynı şeyleri tekrar tekrar Copy/past etmekten öteye geçememişsiniz... bu bilimsel olamayışınızla ne büyük çelişki... sonra hem tanrıyı hem kaderi kabul etmeyip, müslümanlara ''kader mi-Tanrının bilmesi mi ?'' diye soracaksın, ısrarla cevap arayacaksın, sonra da bilemedin, doğru cevap hiçbiri diyeceksin.... biz sana ''İrade''den bahsediyoruz, sen hala aynı şeyleri anlamamış gibi, ya da biz hiç yazmamışız gibi ''Kader mi-Tanrının bilmesi mi'' diye tekrarlayıp dur emi .... İrade be yersoy kardeş, azıcık irade...
-
İnanmak ya da İnanmamak
Sayın gece kuşu, son bir konu olarak da iletinizde yer alan; ''İnsanlar tıpkı sizin gibi evrendeki birçok soruya cevap bulabilmek adına bu birçok görüşü araç olarak kullanmaktadır. İstisnalar haricinde herhangi bir inançta olan bir insan genelde toplum ve aile yapısının etkisinde kalarak o görüşe sahip olmaktadır. Örneğin Müslüman bir toplumun çoğunluğunun hayatını Müslüman olarak sürdürmesi gibi? Fakat bilgi toplumunda dinlerin etkisi git gide azalmaktadır,'' bölümüne değinmek istiyorum... Bu iddianızda önemli ölçüde determinizmin etkisinde kaldığınızı hemen belirtmelyim... yani ortam ve durum-şartlar- Müslüman bir aile olunca, bu ortamda ki bireyler de hayatını müslüman olarak sürdürmelidir, ortam da ne varsa netice de onu türteceksiniz yani... İradeyi reddeden bir görüş... İnsanı önceden belirlenmiş nedenlere hapsediyor... herşey önceden belirlenmiş...sürgit karanlık, sürgit kölelik mi diyeceğiz ? yapacak şey yok ''belirlenmişseniz'' oturup seyredeceksiniz demektir bu.... Peki istisna diye gözardı ettiğiniz gerçeklere ne diyeceğiz.... Devrimlere nasıl yorum getireceğiz ? Toplumsal değişimleri nasıl anlamamız gerekiyor ? Şunu unutmamak gerekir ki; dünyayı, yaşamı değiştiren-belirleyen süreçler değil, sıçramalardır... Musanın Firavun sarayında yetişmesi bütün durumlara bir meydan okuyuş, firavn sistemini alt üst etmesi ise bir sıçramadır... Mekkede Ebu Cehil Sistemini yıkan, Ebu Cehilin evinden çıkanlar olmadı mı ? Muhammedin çağrısı tüm durumlara ve koşullara bir karşı duruş, tüm karanlık köleleştirici süreçleri ortadan kaldıran bir sıçrama değil midir ? İnsanların diğer kaderi belirlenmiş ŞEYlerden farkı; iradesinin olmasıdır... güneş iradesizdir... yıldızlar da, dünya da.... onların tarihsel determinizmde belirlenmişliklerinden söz edebilirsiniz... bunu anlarım... Ama tarihi belirleyici olan insanın iradesini asla istisna olarak kabul edemem... bu yanlıştır işte... Müslüman irade sahibi insandır ve belirlenen değil, belirleyicidir.... Müslüman bir ailede doğup büyümüş olmak, bir erdem ya da bir kazanç olmaktan çok, sorgulama ve perdesiz yaklaşım bazında çok zaman bir körlük nedeni de olabilmektedir... Dinin etkisinin azalması hususuna gelince; Bunu şöyle anlarsanız daha isabetli olacağını düşünebilirim.... İnsanlar ve özel de müslümanlar şimdi daha çok okuyup-ilmi çalışmalar yapıyorlar... dini anlama ve sorgulama yolunda daha sağlam bilgilere ulaşıyorlar... Ve artık elbette insanlar dini daha iyi anlıyor... Tanrının herşeye, yaşamın her anına mudahale ettiğini düşünmüyorlar... Biliyorlar ki Tanrı yaşama dair temel esasları koyar ve insanların bu esaslar üzerinden özgürlüğünü ister... her şey dinin kuralları altında değildir... Bilgi toplumunun yansıması sadece bilim alanında değil her alanda kendisini gösteriyor... örneğin toplumdaki her tür inanç ve fikir de biri diğerini daha iyi anlıyor artık, çünkü iletişim de bunu sağladı.... Karşıdaki insanlar da diğer taraftakileri daha iyi anladıkları sürece, hayatta herşeyin Din tarafından belirlenmediğini görmektedirler.... Tıpkı herşeyin bilim, her şeyin para, her şeyin aşk, her şeyin bir nedeni olmadığı gibi.... belki bu yüzden dinlerin etkisinin azaldığını sanabilirsiniz... ama bence etkisinin daha yoğun ve daha anlamlı ve daha sahici olarak arttığını gösteriyor....
-
İnanmak ya da İnanmamak
3- Sayın Gece kuşu; devam edelim konumuza, ''Hiçbir dinsel inanış kendi içinde sorgulama özgürlüğünü barındırmaz. Sorgulamadan inanmayı gerektirir. Çünkü tüm ilahi dinler, metafiziksel bir temele dayanır. Fizik ötesi ve özü itibariyle bilinmez bir varlık ya da varlıklar aleminden kaynaklanır. Son dönemde ortaya çıkan tüm ilahi dinler, Vicdan özgürlüğünü savunuyor olsa da, Her dinin kendine göre mutlak doğruları vardır ve bu yüzden sorgulama kabul edemez. Tüm ilahi dinler, tek bir Tanrı anlayışına sahiptirler. Onlar için Tanrı evreni yaratan öncesiz ve sonrasız tek varlıktır. Tanrı’nın buyruklarına koşulsuz inanılması ön şarttır.'' diye devam etmiş yazınız... yukarıdaki iletimde Tanrının zihinsel özgürlüğü önerip önermediğini sormuştum..... siz de iletinizin bu bölümünde dolaylı da olsa bu özgürlüğü vermediğini ima etmişsiniz. ben de örnekleme yapacağımı belirtmiştim.... Asllında yukarıdaki önermenizi diğer dinler için kabul edilebilir bulsam da İslam için yadırgadığımı söyleyerek başlamalıyım... diğer dinlerden kasdım, insanlar için bir yaşama biçimi ve değerler sistemi üreten herşeyi kast ediyorum.... Bu din olma iddiasındaki akımlar ve ideolojiler, teoriler, izmler, bizatihi insan çıkışlı olduğu için-yaratılmış eksenli- yetersiz ve eksiktir.... orjinal olmadığı için test edilmekten ve sorgulanmaktan kaçınırlar, bu normaldir... korunmak için yasalarla muhafaza edilirler... sahici hedefleri ve gerçek değerleri üretmekten acizdirler...Oysa islam tanrı inancı başta olmak üzere herşeyin sorgulanmasını ve sorguların da sağlamasının yapılmasını önerir... bunun sürekli yapılmasını önerir...ve yöntem olarak kullanır... Bizatihi tabuculuğu ve geleneksel kabullerin yıkılmasını amaçlar.... ''Onlar atalarının üzerinde bulunduğu yola iman ettiklerini söylerler... ya Ataları hata ettiyse ?'' ayetinde bütün geleneksel kabullerin reddedilmesi önerilmektedir ki; bu islam bile olsa.... Ataları hata etti demiyor bakınız, Hata ettiyse terimi, hata ihtimalini bile kabul etmiyor... yani yöntem olarak geleneksel kabullerle, sorgusuz bir kabulü red ediyor tanrı... yöntemi belirliyor sorgu... sorgu.. sorgu... Sonra kuranda İbrahimi tekrar okuyun, bu sefer, onun zihni sorgulamalrıyla okuyunuz... ibrahimin zihnini özgür kılmak için nasıl çabaladığını okuyun... dönemin bilimsel kabullerini nasıl yıkarak, özgürleşmeye adım attığını okuyun...Burda Tanrıyı nasıl sorguladığını.... ''Bu çürümüş kemikler mi dirilecek ? '' diye içinde yaşadığı o sorgu fırtınalarını yeniden okuyun... Sonra Musayı okuyun... Tanrıyı görme isteğini, görünür kılma merakını, nasıllığın içini yakıp kavurmasını yeniden okuyun... Musayı yakıp kavuran nedenselliğin bilgisini arayışını okuyun... bilginin peşine takılmasını okyun, hakikatin-gerçekliğin bilgisinin insanı nasıl değiştirdiğini okuyun... sayın gecekuşu...İslam sorgulamayı bir yöntem olarak öneriyor ve ''akletmeyi'' vahye ulaşma, ''Fıkhetmeyi'' vahyi anlama, ''Tefekkür etmeyi'' de hikmetin bilgisine ulaşma da esas-yöntem olarak ortaya koyuyor...
-
İnanmak ya da İnanmamak
Sayın Gece kuşu, bu başlığa ve yazılanlara katkılarınızdan ötürü teşekkür ederek başlamak istiyorum... gerçekten yazdığınız her iki iletiye ait tüm cümlelerinizi büyük bir keyif alarak okuduğumu söylemek istiyorum... İletilerinizi kendim detaylandırıp kolaylamak için numaralndırdım... 1- Ve insanlar düşünebiliyor, sorguluyor gerçeklerle korkmadan yüzleşebiliyorsa, İşte o zaman kendi içlerinde özgürdürler. evet bu insanın zihinsel anlamda özgürleşmesi demektir... insan varlığının farkına varmasıyla birlikte sürekli bu sorgulamanın içerisinde bulur kendisini... Fakat tabular, geleneksel bilgi birikimleri-kültür- ve önkabuller (şartlı yaklaşımlar-perdeli bakış) insanın bu özgürlüğü kullanmasına engeldir.. siz bunun içine Tanrının varlığını-yokluğunu önkabul olarak edebilirsiniz...Hiç bir şekilde denenmemiş bu bilgiler insanların zihninde bir perde oluştururken, aslında zihni köleleştirmekten öte başka şey değildir... Bugün geçmişin önkabullerini yontup duran modern perdecilerinin (bilimciler) zihinsel körlüğünün nedeni de bu olmalı ...Önemli olan dediğiniz gibi o yüzleşmeyi yapabilecek kadar içsel özgürlüğe ulaşmış olabilmek...Peki Tanrı müslümanlardan içsel anlamda özgürlüğü, zihinsel özgürlüğü önemsemelerini istiyor mu ? öneriyor mu ? bunu örneklemeye çalaışacağım.... 2- İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir? Sayın Gece kuşu, Tanrı insandan özgürlüğe ulaşmasını ve onu korumasını istemektedir. hayatın hedef olarak bunu göstermektedir... Bu nasıl olacak ? İnsan yaşamı boyunca muhakkak ve muhakkak bir şeylere inanır... bu bilim olur, fal olur, kahin olur, dünya olur.... kimine göre bir kadın, kimine göre bir makam, kimine göre belkide kendisidir, kendi ihtirasları ve kendi istekleridir inanılması gereken... Kimine göre bir teoridir, kimine göre uzayın kendisidir, kimine göre nedenleridir, kimine göre hiçliktir..... Bütün bu tanrılar insana nasıl inanması ve nasıl bir yaşam sürmesi konusunda önermelerde bulunurlar...insan da bu tanrıların önermeleri doğrultusunda, inanırlar, şüpheci olurlar, analizci olurlar, nedenselliği ararlar, maddenin özünü ararlar, varlığı sorgularlar, hangi elementten inşaa edildiğini belirlemeye çalışıp, akıl ve zihinlerini ve kalplerini tatmin ederler... İnsanları tatmin eden, arayışlarını yanıtlayan, onların endişelerini, kaygılarını gideren tanrı; bazen bir bilim adamı, bazen bir sanatçı, bazen bir teori, bazen bir tabu, bazen bir totem, özetle bir başka ŞEY ya da Allah olacaktır... Diyorum ki; bu muhakkak ve muhakkak böyle olacaksa, yaşamımızda egemen olacak, bize doğruları ve erdemi öğretecek, kalbimize hükmedecek bir mercii olacaksa, bu benden daha fazla gözü kulağı olmayan, benden daha fazla aklı olmayan, benden daha fazla erdemli olmayan bir diğer yaratılmış canlı ya da ŞEY olmamalıdır... benim yaşamımda egemen olabilecek değerleri üretebilecek öyle bir merciii olmalı ki bu; yaratılmış olan hiçbirine benzemesin, onlar gibi olmasın... Özgürlüğümü satın alabilecek, üstleyecek, kapsayacak, Mutlak bir irade ve MUTLAK BİR ÖZGÜRLÜK olmalı.... Ki ancak ve ancak ve sadece, onun önünde eğilebileyim, ona itaat ve kulluk edebileyim, ona secde edebileyim... Özgürlüğümü onun Mutlak Özgürlüğü altında muhafaza edebileyim... Bunu kendisi yaratılmış olan hiç bir gücün yapabileceğine inanmıyorum.... Bunun iddiasında olan diğer tüm sahte tanrıları reddederek bu özgürlüğü ilan etmiş oluyorum... bunun adı ''La İlahe İlla Allah'' tır.... Yani Özgürlüğünü Tanrının Mutlak Özgürlüğü altına bırakan kimse, özgürlüğünü korumak zorundadır... Eğer koruyamazsa oradan çıkmış demektir, başka tanrıların egemenliği altına girmiş demektir... bu da köleleşmeye açık hale geçtiği anlamına gelir... Tanrıya karşı ilan edilen her bağımsızlık, köleleşmeye açılan bir kapıdır... Bu yüzden Müslüman Tanrıya itaat ettikten sonra, özgürlüğünü korumak zorundadır...
-
İnsanın Özgürlük Arayışı
bunu sizinle konuşmuştuk sayın yersoy hala neden aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz anlamadım hala daha tanrı nasıl lkulları için bu kelimeleri kullanıyor diyorsunuz ? sayın yersoy, bunlar niteleme sıfatı... o sıfatı sen kendin kazanıyorsun... tanrı sana demiyor ki hain ol, sarhoş ol, vs. ol. sen kendi tercihinle oluyorsun anlaştık mı ?
-
Oku da gel...
Arkadaşlar siz dayatma görmemişsiniz... ''Sizin için en uygun din budur '' öğüdünü dayatma kabul eden arkadaşlarıma şunu hatırlatırım... Eğer her Öneriye ve öngörüye dayatma derseniz, gerçekte dayatma ve baskıya ne diyeceksiniz ? ona haksızlık olmaz mı ? Sayın Yersoy, herzaman olduğu gibi gene hem sorup, hem cevabını sorunun içine koymuş... ''Siz de hayır ingilizce değil arapça derisniz'' demiş... Demek ki önermeye karşı önerme yapabiliyorsanız eğer, ortada dayatmadan bahsedemezsiniz... Tanrının önermesine karşı siz de karşı önermeler de bulunabiliyorsanız ki; bunu sıklıkla yapmaktasınız zaten, o halde hangi dayatmadan bahsedebilirsiniz... Lutfen mantıklı olunuz, mantığı doğru kurunuz... Bu dayatma mevzuusunu yeterince dayattığınızı düşünüyorum ?
-
İnanmak ya da İnanmamak
Evet belki ilk bakışta komşularınız hakkındaki bu yüzeysel yaklaşımınız bahse değer gelmese de, hemen bundaki mecazı sezmiş olmanızı beklediğimi ifade etmeliyim... o kadar apartman aidatından tutun da eski boya badana muhabbetine gerek kalmayacaktı... neyse konumuza dönecek olursak.. şimdi yıllar önce bir tanıdığımızın, tek çocuğu vardı ve onun iyi bir eğitim alması için ne denli çırpınıp durduğunu anlatırlardı.. sonuçta her şeyini feda ederek bu tek çocuğunu özel okullarda okutup, yurt dışında da eğitimini tamamladıktan sonra, ülkemizin güzide coğrafyasından bir yerde göreve gönderildiğini ve daha oraya gitmeden, yolda öldürüldüğünü anlatmışlardı... çok üzülmüştük... Böylesi değerli insanların, ya kör bir kaza kurşunu, ya bir trafik kazası, ya da terör neticesi ölümü hem ailesi adına hem toplum adına bir kayıp idi... İstanbulda tinerci çocuklar tarafından öldürülen o SAS komando subayını halen hatırlarım da üzülürüm... Kendi çocuklarımızı kurtarmak, toplumsal bu yarayı sarmadan mümkün olmuyor.. ''komşu çocuklarını'' da düşünmek gerekiyor... bu toplum olmanın bir gereği, bir basamağı.... Tanrıyı yine kendi ifadelerinden (vahy) tanımaya çalışırsanız sorun kalmayacaktır... Ama siz kendiniz bir tanrı üretmeye çalışırsanız bu sizi açmazlara götürecektir... Tanrıyı anlamaya çalışırken, insana benzetip anlamaya çalışmak, gerçek ile hayal-kurgu arasında en kalın perde olacaktır bence... bu yüzden siz bu insan tanrıyı eksik görüp inkar edeceksiniz, diğerleri de tamam sanıp iman edecekler... oysa tanrı kendisini ''alimdir, kahhardır, rahmandır, rahimdir, azizdir....'' gibi onlarca sıfatla anlatırken, insan bu sıfatları anlamak için önce zihninde çağrıştırma yoluyla canlandıracak, bildiği-tanıdığı şeylere benzetecek sonra anlamaya çalışacaktır... Ama tanrı gerçekten öylemidir ? Tanrı bütün alemleri ve insanı yaratmıştır ... Acaba nasıl yaratmıştır ? biz bir sanatçının bir eseri yaratırken nasıl yaptığını izleyip görmüşüzdür... biliriz... ama tanrı nasıl yarattı sorusuna verilecek cevabımız yoktur... Ama tanrının yaratılmışların yaptığı gibi bir yaratması olmadığını biliyoruz... O bütün yarattıklarından münezzehtir... benzemez... Evreni en mikro yapısından (atom ve daha küçük parçacıklar), en makro yapısına (uzay ve sistemler) kadar bu kadar mükemmel kılan Tanrı, herhalde bütün eksikliklerden münezzeh bir tanrı olmalı ... buna akıl ve mantık yetişmiyor.... çünkü kullandığınız aklın ve mantığın argümanları yeryüzüne ait... Tanrı ise yeryüzüne ait değil ki ? Sizin kullanacağınız eksik-kusurlu gibi kavramlar da yeryüzüne ait kavramlar... bir insanı, bir bitkiyi, bir hayvanı tanımlamanız ve değerlendirmeniz mümkün... çünkü orjinalini biliyorsunuz... gerçeğini hakikatini biliyorsunuz... kullanacağınız her değerlendirme kelimesi aklınızın ve mantığınızın eseri olacaktır... Peki Tanrı için bu kavramları nasıl iddia edbilirsiniz ? O sizin gibi mi ki, kıyaslayıp ''kolu kısa, boyu uzun'' gibi ''adaletsiz, yaratamamış, bilememiş'' diyebilesiniz .... Tanrıyı önce görünür kılıp sonra da ona ''bakıp bu eksik'' demek haksızlık diye düşünüyorum... Siz görmediğiniz, duymadığınız (sizinle konuşmayan), elle tutulmayan bir tanrı olduğu için inkar ediyorsunuz. belki de sizinle konuşup, hatta istişare etse belki de ona inanacaktınız... Ne kadar ilginç değil mi ?Ben de görünmediği için, elle tutulmadığı için, sesini duymadığım için iman ediyorum...gözümün görebildiği, eksikliğini tahli edebildiğim bir tanrıya neden inanayım ki ? Tanrıyı yeryüzüne indirgeme isteğini, onu görünür kılma çabaları olarak niteliyorum ve inananlar için de bunun zihin kayması olarak düşünüyorum.. burada ortak bir ilişki kurup ''görünürlük'' kavramı etrafında bir inanç ve inkar oluşumuna varıyorum... Burada önemli bir kırılma gördüğüm için bu konuyu ele aldım... Hem inkar edenler ve hem de yanlış inandığını düşündüğüm müslümanlar için bir uyarı niteliği taşıyordu... Tanrıya haksızlık etmeyin.... İnanmak ya da inanmamak ? olmaktan öte önemli değil mi ? Varlığı anlamadaki en önemli esas bence... Yoksa nasıl anlayabileceksiniz ? Hadi evreni ve varlık alemini yorumlayında görelim ?
-
İnsanın Özgürlük Arayışı
Kuranda esfeli safilinden daha ağır olarak kullanılan başka bir ifade bilmiyorum... insan için bu ifade bana göre yeterince ağır gelir, ötesine ihtiyaç duymazsınız... Ama Şunu unutmayınız ki ; o bahsettiğiniz sıfatlar insanlar tarafından kazanılıyor bir şekilde... mesala ihanet eden hain olur... Tanrı onu hain yapmaz, o kendi ihaneti ile hain olur... Tanrı kimseyi kaatil yapmaz, o kendi iradesi ile o cinayeti işler ve cani sıfatını hak eder... iyi ve güzel sıfatların çalışıp kazanılarak hak edildiği gibi, kötü sıfatların da insanoğlunun kendi emeği ile hak ettiğini düşünüyorum... İnsan kendisi alkol sınırını aşar ve sarhoş olur.. insan kendisi zani olmayı tercih eder... İnsan kendisi Münafık olur (iki yüzlü şahsiyet), İnsan kendisi dürüstlüğü ve eminliği seçer... biz ona el-emin dersek o biz dediğimiz için el-emin olmaz ki? o bizatihi o sıfatı hakedip üzerine alırsa Emin olur... şimdi empati yapıp sizin gibi düşünmeye çalışayım... neden hala daha bu ifadeleri size karşı kullanılmış hakaret olarak algılayacaksınız ki ? Tanrının zaten olmadığına inanıyorsanız, ya da olsa bile bütün bunlara kudreti olmadığını düşünüyorsanız, kızmanıza zaten gerek yok... Uluhiyyet hakkından ötürü Tanrının böyle yaptığını müslümanların bu şekilde düşündüğünü sanıyorsanız yanılıyorsunuz... Çünkü Tanrı hak etmeyene hak etmediği bir sıfatı vermeyeceğini söylüyor.... Siz şu ileitniz de söylermisiniz neyi kastettiğinzi, bakın ne yazmışsınız : alırsınız bir National Geographic dergisi, açarsınız 36. sayfasını... Orada iç burkan bir fotoğraf görürsünüz. En erdemli diye tanımladığınız yaratıklardan oluşan bir sürü, erdemli olmadığına inanılan fakat dünyada sadece 700 tane yaşayan üyesi kalmış ve son derece barışçıl canlılar olup, ailesiyle mutlu bir yaşam sürmekten ve yavrularını sevip okşayıp onları büyütmekten başka bir ereği olmayan başka bir canlıyı bayıltmış, vahşice bağlamış ve ya işkence ederek öldürmeye, ya esaret altında ızdırap içinde yaşamaya mahkum etmeye götürürlerken görüntülenmiştir... Sorsanız yaratıkların hepsi de eminim son derece dindardır. İçlerinde ilaç için olsun bir ateist bulmanız olasılığını yüzde sıfır görüyorum. Zavallı esirin o kendini kutsal, tanrının özel yaratığı sanan budala canlıya benziyor olmaktan ve ondan daha iri ve güçlü olmaktan başka hiç bir inancı ve suçu yoktur... Sizin bu anlattığınız her kimlerse, anlaşılan bir vahşete sebebiyet vermiş bir takım insanlardan söz ediliyor... bu insanlar sizce hangi sıfatları hak etmişlerdir ? şimdi sizce bu insanlar kalkıp arkadaşım bize bu hakaret dolu sıfatları neden kullanıyorsun diyebilirler mi ? Hayır Neden ? Çünkü o sıfatı biz size yakıştırmadık ki, siz kendiniz elde etmeyi başardınız, bir yaşamı yok ederek.... şimdi de siz bir empati yapın...
-
Oku da gel...
Sayın Yersoy gene gülümsettiniz beni, gazeteciler yapar ya hani , cümlelerini evirip çevirip makaslayıp kullanılar insanların... siz de öyla yapmışsınız...Ben dayatmaları reddettiğimize ilişkin yazarken siz aynı yazıdan dayatmada bulunulduğu neticesini çıkarabiliyorsunuz... bir kez daha açıklamak zorunda kalışımın nedeni sanırım yazılarımdaki ifadelerin örtülü olması..bunda kabul etmem gereken bir gerçeklik payı var...anlatımda eksiklik var... zaman zaman anlaşılmazlığın nedeni olarak okuyanı görmem bir yanılgı olmalı... Bunda, hani yazarken kendin neden bahsettiğini bildiğin için, karşındakini de biliyor kabul etmenin etkisi var... oysa insanlar konuşurken bile birbirlerini anlamazken... yazdıklarından nasıl anlaşılacaklar ki ? ya da anlaşacaklar ki ? bu yüzden haklısınız... ben daha anlaşılabilir ifade etmeye çaba göstermeliyim... Sayın Yersoy, Dayatma bir baskıyı gerektirir... Önerme ile Dayatma arasındaki en önemli fark bu ayrıntıda gizlidir... baskı kelimesi hukuki bir kavramdır... yasal bir süreci vardır ve baskıya uğrayan kişi mağdur konumundadır... Öneri ise sadece bir tekliftir ve muhatabı kabul edip etmemekte hürdür, teklifi kabul etmeyen kişiye bir ceza, bir baskı, bir şiddet uygulanamaz... eğer bu öğeler varsa öneri teklif olmaktan çıkar, dayatmaya dönüşür... Eğer böyle bir dayatma varsa, ilk karşı çıkması gerekenlerin müslümanlar olması gerektiğine inanıyorum... bu inancımın nedenlerini isterseniz daha başka başlıklar altında ele alabiliriz... Ama özetle şunu söylemek gerekirse; baskı hukuki bir süreç gerektiren terimdir... yaptırıma tabiidir... İslamın önerisi ise gayet medeni ve insancıl bir öneridir... kabul edersiniz ya da etmezsiniz, sizin bileceğiniz iş... aksi bir tutum ve davranışı tanrı yasaklamaktadır zaten... yazınızda belirttiğiniz en uygun budur ifadesi hiç bir hukukta dayatma olarak kabul edilmemektedir... Bir babanın çocuklarına tavsiyesi dayatma olabilir mi ? ya da bir öğretmenin öğrencilerine önerisi ? hele bu Tanrının insanlara bir öğüdü ise .... haksızmıyım ?