Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

evaporit

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

evaporit tarafından postalanan herşey

  1. ....sevgili Demirefe, sanırım bu ''olasılık'' determinizmin önce altını oydu, sonra içine girdi, şimdi ise elegeçirmek üzere... determinzm diye bir şey kalmayacak herhalde, diyeceğim ama ''determinizm bunu da dışlamıyor'' diyeceksiniz... Evrenin dışındaki bir sürecten bahsederseniz, bunun soyut olacağını düşünürüm... evren somuttur çünkü... somut olanın dışında bir başka somut evren olamaz... somut olursa, evrenin sınırını yanlış koymuşsunuz demektir... evrenin dışında başka bir evren ayıramazsınız... bu yüzden eğer determinizm evrenin dışında bir süreç eğilimine giriyorsa, bu töz kavramına ihtiyacı olmasından kaynaklanıyor demektir... bu yüzden soyuta atamak şeklinde eleştirip durduğunuz konumdasınız ve bu insan zihninin gelebildiği şu an için son nokta diyelim... ve bu son noktadan sonrası, Atom altı parçalardaki hareket, atomun özgürlüğü başlangıç noktası ile birleştiği yer... Şimdi sayın Demirefe, yapay zeka çalışmalarımızı ele alalım... yarattık bir yapay zeka... tezinize göre, bizden daha karmaşık olması gereken bir zeka... biz onun yanında daha basit kalmalıyız... Bu yapay zeka da kendinden daha karmaşık ve mükemmel bir diğerine evrilebilirse eğer, yakın bir zaman sonra, yukarda kaldığımız evrenin dışındaki süreçleri çözüp, ve hatta mudahele etme şansına bile kavuşabiliriz.. öyle değil mi ? Gerçi bütün bu gelişmeler daha basit bir insan zihni tarafından kurgulanmış olsa da sonuçta, bekleyip göreceğimiz süreci bu yapay zekalardan beklemek gibi de anlamlı bir bekleyiş olacak bu ! ''Başlangıçtaki ezeli bir bilincin evrene yansıması '' görüşü tasavvuf eksenli bir düşünce... Her şey de tanrının yansımasının olduğunu varsayan bir düşünce... İslam felsefecileri arasında da bu konu çok geniş tartışma alanları bulmuştur.. belki bu konuları da inceleme fırsatı bulabileceğiz burada... Ama buna Tanrıcılık oynama demeyelim de, evreni anlama çabası diyelim... çünkü bu kelime ilk görüldüğü kadar masum anlamlar içermeyebiliyor... bazen oyun diyebaşladığınız şeyler, insanı elegeçirebiliyor.. sonra da kalkıp tanrı rolüne soyunan insanlar ortalıkta dolaşıp dururyorlar... Bu arada dinozorların yok olmasına ilişkin ''göktaşı çarpması'' teorisi ortadan kalktı, bunu hatırlatayım... Sayın Demirefe, evrene ve insana ilişkin sorularıma (bilinç-irade) henüz açık bir cevap bulamadığınız anlaşılıyor ve bu sorularımın süreç içerisinde cevap bulacağını düşünüyor olmalısınız... Felsefe de burada ortaya çıkıyor... geçmişte yapılan düşünüşlerin (felsefe) hiçbiri beni tatmin edecek bir gerçekliğe götürmedi.... Ne eski yunan, ne rönesans ve ne de yakınçağ felsefecileri... islam felsefecileri de aynı mantığı kullandılar yıllarca... Hep zaman içerisinde çözülmesini beklenen yığınlar dolusu sorular vardı, ve bu sorular zamanla çözüleceğine daha da arttı.. çünkü bilinenlerin çoğalmasıyla bilinmeyenlerin daha da arttığı görüldü... gelinen noktada bin küsür yıl geçse de alınan yol insanı tatmin edecek bir yer değildi... bugün yaptığımız bir uzaktan kumanda aleti ya da bilgisayar, yüzyıl öncesine geri götürülebilse idi, insanların davranışlarının ne yapacaklarını ve ne düşüneceklerini hayal ediyorum... Çok kimse tanrısal bir gelişme sanmış olsalar da gerçeği biz biliyor olmalıydık... onların zihinlerindeki soruların, hala bizim zihnimizi meşgul etmeye devam ettiğini itiraf etmeliyiz... Tıpkı bin yıl öncesinde olduğu gibi... Tanrı elbette zihnimizdeki sorgulamalarımızı ve düşüncelerimizi yadırgayıp sorgulamayacaktır... çünkü bu zihni yaratan odur... iradeyi ve bilinci yaratan odur... bu kadar basit mi ? bu kadar basit... ama konu bununla bitmiyor ki, Nedenini ve nasılını sorgulamak, öğrenmek, araştırmak, tartışmak, bilgi elde etmek, sırlara vakıf olmak... bu da Tümden Gelim işte... Tüme varmaya kalkınca, nereye varacağını bilemezsin, ihtimaller arasında koşturup durursun, hiç bir ihtimal diğerini işaret etme bilincinde değildir... öyle bir kıskançlıkları da yoktur... ihtimaller, nedensellikler örgüsünde bilinemezlikler ve belirlenemezliklerle zihnimizi karmakarışık edip duruyor....haksız mıyım ? Not başağrısı latife idi....
  2. Sevgili Yersoy, bütün forum başlıklarında aynı yöntemi kullanıp forum konularına büyük bir katkı sağladığını düşünüyorsan yanıldığını peşinen söyleyim... şimdi bilim yaptığını iddia eden birinden daha yaratıcı, daha içerik ve hacimli fikirler öne sümesini beklemek hakkımız değil mi ? yani bu kadar mı basit ? bütün başlıklarda yapacak bir şeyiniz yokmuş gibi, ''Bakalım ne çıkacak buradan'' türündeki yorumların konuya fikri ve bilimsel katkıdan çok, başka şeyler yaptığını anlamış olmalısınız... Bunu bilerek kasıtlı yaptığınızı düünüyorum..çünkü konu ile ilgili bazen çok zeki sorular sorduğunuzu da biliyorum.. Neden bu mantığı seçtiğinizi, ''Arkadaşları tarafından uyarılıp, gerekirse kaşınma'' durumunda kalmamak için şeklinde anlaşılıyor...Bu şekilde yapacağınız hiç bir yaklaşıma cevap vermeyeceğim ve dikkate almayacağım... fikirlerimize yapacağınız katkı lutfen sizden beklenen şekilde olsun, 1- bir konu hakkında fikriniz varsa önce bunu ortaya koyarsınız.. 2- sonra neden byle düşündüğünüzü açıklarsınız.. 3- bunun için, bu yargıya ve kanaate nasıl ulaştığınızı destekleyecek bilgileri ve kanıtları sıralarsınız... 4- bu kanıtların ve bilgilerin nasıl yorumlanması ve anlaşılması gerektiğine dair gerekirse, yöntemsel bir açılım yaparsınız.. 5- Eğer ortaya koyduğunuz fikirlere katkı bekliyor, açılım kazandırmak istiyorsanız bunu ''Acaba böyle olabilir mi ?'' şeklinde ortaya koyarsınız...Burada din konusunu tartışmak adına körler sağırlar diyalogundan da kurtulmuş oluruz...sizin dediğiniz gibi önemli olan öğrenmek ve anlamak sa eğer, ha ? ama siz şimdi kalkıp gene bu yazımdan, iki cümle alıp, altına ''dur bakalaım ne çıkacak?'' yazarsanız, ''bu kadar da olmaz Yahuu!'' diye yazarsanız... Başardınız demektir sevgili yersoy, pes edeceğim valla ...
  3. Sevgili Suheyla, Yazınıza vermiş olduğum cevapların kurana uymadığını çıkarmışınız ya, gerçekten bravo size... hani yukarda yazdığım körler ve sağırlar diyalogu vardı ya, onu almışınız siz ve 2 perdelik bir tiyatro eseri yapmışınız... ben o diyalogu latife olsun diye yazmıştım... siz kalkıp onu unutulmazlar arasına sokmuşsunuz... ben unutulmayanlar dedim ya siz artık best seller yapmışsınız... Yıllarca İslamcılar arasında çok sık rastlardım, ''Benim kurandan anladıklarım doğrudur, senin anladıkların yanlış'' diye iddia edip duranları...Ama bir gün gelip de bir Ateist tarafından, ''Senin anladıkların doğru ama, Kurandan doğru anlamayacaksın, bu yanlış anlamalardan birine sahip olmak zorundasın''' denileceğini aklımın ucundan geçirmezdim... ''İlla da kurana inanacaksan bizim rededebileceğimiz, dalga geçebileceğimiz bir islamı kabul et de biz de rahatlayalım'' mantığı, medeni olduğunu iddia eden birisine yakışmıyor diyecektim ama, siz bunu da aştınız artık... Çünkü Ahh ne olurdu da, şu istediğiniz cevapları alabilse idiniz de şu Turan Dursun alıntılarını zevkle yapıştırverecğiniz bir boşluk oluşsa idi... Ama içinizde ki nefret ve kin gözünüzü öyle bürümüş ki, yukardaki diyalogun hemen ikinci perdesini açıyorsunuz...nasıl olsa birinci perdenin sonu muhakkak tahmin ediyorsunuz ya... öyle olmak zorunda... ikinci perde oynanmasa olmaz, seyirci bilete para vermiş... salon tıklım tıklım... perdenin sonun da sahneye alkışlar kıyamet gibi yağacak, çiçekler atılacak... cevaplar istediğiniz gibi olmasa da, buyrun işte, vermeniz gerken cevaplar bunlardı... sıfır aldınız, benim istediğim cevaplar değildi ki bunlar... ''ama bütün bunlara rağmen biz kendimiz çalıp, kendimiz eğleniriz'' deyip, alıntılarınzı yapıştırıvermişiniz...İlahi sevgili yersoy, iman tazelemek diye buna denir... siz olmasanız bu ikinci perde anlamını yitirecekti...eksik kalacaktı... Yukardaki böyle olmasını dilediğiniz islam anlayışına gelince, Müslümanlar onları çooktan aştı.. çünkü onların kitaplarında böyle şeyler yok... üfürükçülerin kapısında müslümanlardan çok müşrikler var.. Adına da ayıp olmasın diye şimdilerde Medyum diyorlar... kurandan bahsettiğiniz çıkarımları yapanlar ise, daha çok islamı bilemeyenler....
  4. Sevgili Suheyla, bu kadar açık ve net yani; EVET!!! Dayakla ilgili yazınızı uzun süredir takip edip duruyorum... ancak konuya nasıl ve nereden başlamalı diye çok düşünüyorum... o başlık altına yazmayı o kadar çok isterdim ki... Ama konuyu ele alış tarzınız ve kullandığınız yöntem beni çok zaman olumsuz etkiliyor... Siz konuyu araştırma ve bir fikir sorgulama tarzından çok, hakim konumunda yargılamayı yapıp asmışsınız bile.... konu hakkında objektif bir delil arama yerine, kendi subjektif görüşlerinizi değişmez doğrular olarak ortaya koymuşsunuz.... Bir de nasıl olsa uzun yazacağım, görüntü kirliliği oluştururum endişesi de taşımaya başladım artık... Elbette şiddet konusu içerisinde ''kadına'' yönelik şiddet te var... Ama islamda şiddet konusu dersek, sadece kadına değil, her şeye , çocuğa, hayvana, doğaya, insana, hepsine yönelik bir şiddetten söz ediyorum ben... Şimdi konuya açılım kazandıralım sevgili Suheyla, ''Kadına yönelik şiddet, Dinlerin-dindarların sorunu mu olarak ele alınmalı ? yoksa İnsanların sorunu olarak mı ele alınmalı ? ''Eğer bu soruya islam kadına şiddet uyguluyor, kuran bunu öneriyor dersek, bütün müslümanların eşlerini dövmesi gerekmezmiydi ? Ama bu sorunu kurana ve islama mal etmek yerine daha mantıklı bir düzleme çekip, İnsanların neden böyle bir yönteme başvurduğunu araştırmak gerekiyor... kuranı geleneksel anlamda anlarsanız... kadına şiddeti önerdiğini sanmanız gayet normal olacaktır... şimdi ayeti düşünün ve arap toplumunun gelenekleri içinde düşünün... değil başkaldırmayı, itirazı bile kadın için en ağır şekilde cezalandırmalara ve şiddete neden olurken, evliliğin sınırlarını aşan bir nedenin kadının hayatına mal olduğu yaşanan bir gerçekti... bugün hala namus cinayetleri altında sürüp giden gelenek tarihi bir vakıadır... İslam ise kadına yönelik bu şiddeti teşvik etmek değil, ortadan kaldırmaya yönelik bir ıslah tavrı ortaya koymuştur... önce onlarla konuşup uyaracaksınız, yataklarınızı ayırıp yalnız bırakacaksınız ve karşılıklı düşünmeye fırsat bırakacaksınız... bütün bunlara rağmen kadınlarınızda evlilik onurunuzu (geleneksel sınırlarınızı) rencide edecek davranışları devam ederse, dövebilirsiniz... Yani ortada dövün emri yoktur... kadına şiddet uygulama geleneğindeki erkekleri uyarma durumu vardır... Bunları yapmadan sakın kadınlarınızı dövmeyin emri vardır.... eğer bu aşamalardan geçmişse, dövebilirsiniz, denmektedir... Eğer bu eylem ne sizin öfkenizi dindiriyor ve ne de kadınınızdaki isyanı engelliyorsa o zaman boşanacaksınız demektir... bu da Allahın en sevmediği helaldir... Şimdi konunun püf noktası sorusu şudur : Eğer islam kadına şiddetin nedeni olsa idi; bu ayet inmeden önce hiç bir kadın dayak yememiş olmalıydı... ancak bu ayet geldikten sonra, ''Kadınları dövün'' emri ilahisi ile, bütün kadınların törenle dövülmesi gerekirdi.... bugünü de biz erkekler bayram olarak kutladık.... her yıl şevval ayının ilk haftasını Kadınları dövme haftası olarak kutlardık... Oysa bu ayet indikten sonra müslümanların eşlerine el kaldırmaktan korkar hale geldiklerini görüyoruz... demek ki ayet sizin anladığınız gibi bir emir değil... daha önce var olan vahşi bir geleneği, ıslah etme yoluna gitmiş ve şu denemeleri yapın demiştir... Bugün islamın dışındaki çözümlere bakacak olursanız, bu kadının ya bıçaklanması, ya kurşunlanması, ya da direkt boşanması gerekmektedir... Oysa İslam br eğitim sürecini başlatmaktadır... Kadına yönelik şiddet, sizin yazdığınız gibi 1400 yıl önce başlayan bir olgu değildir... bu çok subjektif bir görüştür... Avrupada kadınlarını döven erkekler de, ''Müslüman taklidi mi'' yapıyorlardı ? onlarda mı kuran okumuşlardı ? Kocasından dayak yiyenlerin istatistiğini tutanlara sorun bakalım, kaç tanesi kuran kaynaklı şiddete maruz kalmış ?Sevgili Suheyla, bir konuyu ele alırken, daha etraflıca düünmek gerekiyor... tek bir noktaya bakarsanız ve düşüncenizi o noktada şartlarsanız... zihninizi köreltirsiniz...hani daha önce verdiğim uzun yol şoförleri gibi...bakarken görmez olmamak için şartlı bakmamak lazım...
  5. Sevgili Demirefe, öncelikle ''Fly Monastry'' kavramını ''Hak tanrı'' , ''Put Tanrı'' kavramlarının felsefede olmayacağını iddia etmek için ortaya attığınızı söyleyerek, inadınızda devam ediyorsunuz... Sevgili demirefe, İki farklı düzlem düşününüz... birbirlerine parelel iki düzlem...her iki düzlemde birbirinden bağımsız olsun... bu iki düzlem arasında yapacağımız izdüşümlerin diğer düzlem üzerinde karşılık geleceği nokta, hiç bir zaman bir diğerinin aynısı olmayacaktır... çünkü burada iki nokta arasında Limit F fonksiyonu, x ten y'ye doğru belli bir denklem ile taşınacaktır... Şimdi sizin Fly Monastry dediğiniz şeyin Müslümanların kutsal düzleminde bir fonksiyon tanımlamadığını biliyorum... kendi determinist felsefeniz de adına ''Fly Monastry'' adını taktığınız şeyin bizim koordinat sistemimizde karşılığı maalesef yoktur... Siz içinden çıkamadığınız bu ilksel duruma ''Fly Monastry'' deme hakkına sahipsiniz... Ama bu Müslümanların Tanrısına karşılık geliyor deme hakkına sahip olamazsınız... Müslümanların tanrısı gibi bu da yaratıcıdır demek haksızlık olur... Hak ve batıl (Put) kavramları islama aittir.. bu yüzden kendi düzleminize taşıdığınız vakit, karşılıksız kalacakları apaçık ortada ve doğal zaten... İşte bu karşılıksız kalma durumu nedeniyle determinizm bocalamaktadır...Tanrı evrenden bağımsızdır... evreni yaratmıştır ama mekansızdır... Dterminizm bunu evrenin dışındaki süreçler olarak kabul ediyor diyorsunuz... evren dışındaki bir süreç başlangıç olarak tespit edilemez ve belirlenemezdemektir... bütün nedensellikleri evrenin dışında bir sürece bağlayıp determinizmi de kendi deyiminizle ''soyuta atama'' durumuna getirmişsiniz...bu da ilginç bir gelişme... Felsefi determinizmin tümevarım yöntemini kullanması onun isabetli kılmaz... biz tam aksi Tümden gelim yöntemini kullanmayı tercih ederiz...bu daha isabetli bir yöntemdir... neticeyi şaşırmazsınız... tüme varım yönteminde varacağınız yer belirsizdir... İlksel halini düşünme tarzı benim çözümleme mantığımı oluşturuyor... hep bir öncesini adım adım geri almak... Tam da işin püf noktasına gelmişsiniz... Tüme varımla gelip bu noktaya varmanız ne kadar ilginç... bu ilk durum ''basit'' olmalı diyeceksiniz hem de ... Çünkü karmaşık olursa işin içinden çıkamayacaksınız... Oysa bu kadar basit bir şey, kendinden daha karmaşık ve çözülemeyen bu şeyi nasıl meydana getirebilir ? İşin aksi bir de bilinç sorunu çıkacak ortaya... Bu kadar basit bir şey bu bilinci nasıl kurdu ki, sınırsız ve sonsuz sayıdaki nedensellikler hep R(x,y,z) düzleminde olması gerektiği gibi ardarda geliyor.. ve bir düzen içinde tekrarlanıyor ? Tavuk canım sıkıldı artık yumurtlamayacağım, köpek ben de artık düşünüyorum ve varım diyebilir mi ? Yumurtadan civciv yerine neden balık yavrusu çıkmıyor ? nedensellik örgüsü içerisinde bir açıklama yapacağınız muhakkak... Ama bildiğimiz ve bilmediğimiz bu kadar nedeni bir düzlem üzerinde düzenli bir şekilde yerleştiren bilinç neden oluştu ? nasıl oluştu ? O basit olması gereken ilk şey bunu yapacak kadar bilince sahip olabilirmi ? önüne geçemediği bu kadar girift nedenselliklerin ardında kalacak, aciz basit bir şey mi idi ? Siz ona tanrı diyemiyorsunuz ? Tanrı demek zorunda kalırsanız da, eflatunun fiskeci tanrısı kadarcık olmalı ki; o size egemen olmadan siz onu parmağınızıda oynatabilesiniz... hayatınızda 10 YTL lik değeri geçmeyecek kadar küçük ve basit bir tanrıcık olsun... Sayın Demirefe, Felsefe yapmak herkesin harcı değil haklısınız... Hele o koskoca evrende bilinci arayacaksınız... bütün evreni atomlara ayıracaksınız... sonra o atomların birbirleriyle çapraz ve düz nedensel örgülerini zorunluluk gereği bir araya getirip, o mükemmel sistemi kuracaksınız... Determinizm iradeyi asla dışlamaz diyip duruyorsunuz...bu ne demek ? size konu üzerinde devam edebilmek için 2 soru soruyorum sayın demirefe, ne Engelse ve ne de Marksa soruyorum... evren bir bilince sahip mi değil mi ? Evrenin iradesi var mı yok mu ? İnsan bir iradeye sahipmidir değil midir ? Bu sorulara vereceğiniz yanıtlara göre konuyu yeniden ele alalım...Hatırına yani.... başınız ağrımıyorsa... selam ile ...
  6. Sevgili 4 mevsim, gelenek konusundaki sorunuzu isterseniz diğer başlığın altına taşıyalım diyeceğim ama bunu hala beceremiyorum.. Eğer siz diğer başlık altına taşırsanız orda daha geniş tartışabiliriz... Terör konusuna gelince.. Şimdi dikkat edersen, yukarda şiddete başvuran insanların, birer zavallı olduklarından sözetmiştim... burada müslüman ya da değil şeklinde bir ayırım yapmıyorum... Uluslararası sömürge sisteminin çok yönlü çalıştığını ve islam coğrafyasını sürekli olarak kontrol ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır... Çünkü özellikle İran İslam Devrimi ile sahip oldukları çok önemli bir ekonomik kaynağı ellerinden çıkarmışlardı... bu yüzden özellikle 1980 li yıllardan sonra, kontrol sistemleri daha çok çalışmaya başladı.. Hatta, islam coğrafyasından çıkması muhtemel islami direnişleri önceden önlemek için birtakım projeler üzerinde çalıştılar ve çalışmaktalar... Kontrol edilemeyecek gelişmeleri önceden bilip tanırsanız, sonradan yok etmek de kolay olacaktır... Hatta, sistem kendisi için neyin daha tehlikeli olacağını önceden bilmektedir zaten... bu yüzden, tehlikeli olanı, daha az tahlikeli olanlarla değiştirmek eskiden beri bilinen bir korunma yöntemidir... Biyolojik olarak, size ''Aşı'' örneğini verebilirim... Vucut mikrobu önceden tanıyıp bilirse, ona karşı bağısıklık kazanır... Müslüman terörist kavramı, hem islamın moderniteye olan meydan okuyuşuna bir saptırma... Hem İslamın özgürlük çağrısına bir karalama, Hem, İslamın anlaşılmasına karşı bir propoganda, ve hem de doğudan yükselen Medeniyet Projesi çabalarını durdurmaya yönelik kapsamlı br laboratuvar çalışmasıdır... Sayın 4 mevsim, Dünyanın en güçlü haberalma ve iletişim ağına sahip bu sömürgeciler, bu denli yüksek teknoloji ve imkanlarına rağmen... ve en güçlü, en büyük örgütlenmelere rağmen... Nasıl oluyor da terör örgütlerinden ve eylemlerinden habersizler... Bu mümkün mü ? eylemlerin hemen ardından, eylemcilerin açığa çıkmasının ve yakalanan silahların neler olduğuna bakarsak, bunun tek cevabı var !!! Ya bu eylemler önceden bilindiği halde engellenmiyor, göz yumuluyor, ya da bizzat sömürgeciler tarafından üretiliyor.... her iki halde de olaylarda kullanılan insanlar bu coğrafyanın insanları... bu korkunç bir cehaletin ve körlüğün neticesi.... yukarda da belirtmiştim... Şiddetin uzmanı, batıdır... bunu asırlardır yapıyorlar... bu zavallıların eline silahı veren, kuran değil... bizzat sömürgecilerin kendisi... Çok yönlü hesapların kesiştiği yerde, bu zavallı insanların silahları patlıyor işte... Hem İslam karalanacak, hem müslümanlar öldürülecek, hem yeni silahlar denenecek, hem yeni oluşumlar önceden önlenecek, hem gelişmeleri önlenmiş olacak, hem insanların umutları söndürülecek, hem gözdağı verilecek, hem yeni silah pazarları kurulacak, hem...hem...hem.... Kuran açısından bakacak olursak, tek kelime ile, HARAM...değil mi ? her türlü şiddet ve baskı HARAM dır... selam ile..
  7. Sevgili suheyla, sizi Mukinin anladığını ama benim neden anlamadığımı soruyorsunuz... Cevabını yalnızca siz biliyorsunuz bunun... buraya yazarsanız herkes de öğrenmiş olacak... Sanırım Muki ile kelimlerle anlaşmaya gerek olmadığındandır bu... Hem anadiliniz olmadığını söylediğiniz Turkçeyi de pek ala güzel kullanıyorsunuz... en azından kimin daha iyi anladığını anlayıp anlatabilecek kadar iyi... hiç olmazsa arkadaşlarınız tarafından uyarılmayacak kadar kullandığınız kelimelere hakimsiniz... ben her zaman sorduklarınızı, merak ettikleirnizi bildiğim kadarıyla cevaplayabilirim... Ama bunu mtihan etmeniz ya da imtihan oluyorum diye yaptığımı sanmayın... sadece belki bir amacı ya da neticesi hasıl olur diye ... sorularınıza istediğiniz kısalıkta cevaplar vermeye çalışacağım... 1- Hayır izin vermez... 2- hayır. 3- İnanmam. 4-Tanrı, insanları müsüman ya da kafir yapmaz... 5- Hayır. Şimdi bu imtihanın neticesini söylermisniz... ben de sizi anlamak istiyorum... Bunu hangi amaçla yaptınız ve neyi kanıtlamaya çalıştınız ? eğer beni tatmin edecek bir cevap alamazsam, her bir sorunuza ikişer sayfalık cevaplar yazacağım bilmiş olun selam ile..
  8. sevgili Muki, Suheylanın ''İmtihan etsem'' konulu bir cümlesi vardı... Bo öngörüsüne göre, onun sorduğu bir konuyu cevaplandırabilmem için, muhakkak vereceğim cevabın ''insanlıkdışı, bilimdışı''olması gerekmekte idi... Aksi takdirde İmtihanı kaybetmiş olacaktım... bu yüzden benim verdiğim cevapları kabullenmediğini belirtiyordu... Ben de bu imtihanın insanlar nezdinde olmadığını, Tanrı katında geçerli bir imtihanın daha önemli olduğunu anlatmaya çalıştım... Bu yüzden inandıklarımızı ve kabullerimizi, insanların bizi nasıl imtihan ettiklerine göre değil, Tanrı katında geçerli oluşlarına göre değerlendirmeliyiz dedim... Bu durmda hepimizin inandıklarının ne derece doğru olup olmadığı, ancak Tanrı katında belli olacak demek istedim... Sizin inandıklarınız sizin için, benmkiler de benim için geçerli olacak o zaman... Sayın Demirefenin dediği gibi bekleyip göreceğiz... Şimdi anlatabildiğimi sanıyorum... Sizin yukarıdaki anlamı nasıl çıkardığınızı merak ettim doğrusu...Burada dini konular hakkında görüşlerinizi yeterince açıklayamadığınız kanaatine mi kapıldınız ? Yazdıklarımı görüntü kirliliği olarak nitelemenizi, ''özet olarak alma'' şeklinde söyleme nezaketi göstermeyişinizi yadırgadığımı ilave etmeliyim... Medeni insanlara bu tür yakışıksız söylemler yakışmıyor... yüzyüze konuşurken karşınızdaki insanın sözlerine bu şekilde cevap verdiğinizi hiç sanmıyorum... Yazıların ise sözden daha kalıcı olmak gibi bir özelliği var... Selam ile...
  9. Yukarıdaki alıntınızdaki noktalı olan yerlerde sayın Suheylaya yazılmış bir cevap olduğunu anlamadınız sanırım...''İmtihanı kaybedeceğimize'' ilişkin bir alıntıya verilen cevabi yazıdır... lutfen çıkarımlarınızı daha dikkatli yapınız... okuyunuz... Neden öyle olduğunu sorunuz... olmaz mı ?
  10. Evet şimdi böyle güzel sorular gelince, insan yazmaktan da hoşlanıyor... yoksa yukarıdaki yazılardan iki satır alıntı yapıp, altına ''bakalım ne çıkacak'' da diyebilirdiniz.. böyle yapmadığınız için ayrıca teşekkür ediyorum.. Sevgili yersoy, Modernitenin bir yaşam biçimi olarak bütün dünyayı kuşatıp, Marks ile Simith'in fikirlerinin kolkola ettiği günümüzde ideolojilerin tükendiği global bir süreç yaşıyoruz..... Modernitenin bir yandan bütün farklılıkları ortadan kaldıran totaliter özelliği, diğer yandan bütün toplum yapısını çözüp eriterek önce birey boyutuna indirgeyip, atomize varlıklar haline getiren, sonra da yok eden sosyal yapısı ile karşıkarşıyayız... Kapitalizmin üretim ve tüketim denkleminde basit bir eleman olarak yerleştirdiği insan figürü için , Marksizmin Üretim Araçlarına sahip olma ve Üretim sonrası dağılım fikri önceler bir kurtuluş olarak görüldü... Emeğini sömüren güçlere karşı sahici bir yöntem olarak duruyordu... Bu kurtuluş tecrübesi, insanoğluna önce stalin döneminde 4 milyon kişinin katledilmesine, 40 milyon insanın sürgün edilmesine neden olur... çünkü Marksizm de kendini koruma hakkına sahipti... kendi inananlarını dahi ortadan kaldıracaktı... Troçki ve arkadaşları gibi devrimi yapanlar da bundan nasibini alacaktı... Zaman içeirsinde üretimin planlamasın da hata yapılınca asyada sayısız insan açlıktan yok oldu... Üretim sonrası dağılım tam bir fiyasko idi... Bir Putu alaşağı eden halk kitleleri, indirdikleri putun yerine daha zalimini kendi elleriyle diktiklerini çok sonra anladılar.... İş işten geçmişti...Başlangıçta iyi niyetle ortaya atılan fikirler (adımlar), önce devrime sonra devlete dönüştüğünde, işin hiç de öyle olmadığı anlaşılmıştı... Marks, halkların harekete geçmesinin önünde engel olarak gördüğü, kiliseleri Afyon olarak niteledi... Çünkü kiliseler hem bizzat sömürü merkezi olmuşlar ve hem de sarayın destekçisi haline gelmişlerdi... Oysa şimdi Marksizm kendisi çöküp gitmiş ve o geniş halk yığınlarını bizzat kendisi suistimal etmişti... yıllarca boş bir umutla geniş halk yığınları aldatılmıştı...İspatını soruyor sayın Yersoy... Dünya halkları Marksizmin Uluslararası Emperyalizmle işbirliği yaptığını, Önce ''Yalta'', en son olarak da ''Malta'' anlaşmalarının açıklanmasıyla çok sonradan öğrendiler....Yıllarca uyutuldukları bir başka Afyonmuş işte... Bu gerçek açığa çıktıktan sonra çok Marksist gerçeği arama derdine düştü... Kimi hakikati buldu... kimi hala inat ediyor... Ama dedimya o dönem de sona erdi... geldi geçti... Şimdi dünya halklarının gündeminde tek sahici kurtuluş çağrısının olduğu görülüyor... İslam....
  11. Bugün sıkça tartıılan konların başında dünyada yaşanan şiddet olayları ve terör gelmektedir... bir yanda haber ajanslarının kasıtlı yönlendirme ve kamu oyu oluşturma çabaları, diğer yandan kolay bilgiye ulaşma eğilimindeki kitleler, yetersiz ve ucuz bilgi sahibi halk yığınlarının oluşmasına neden olmaktadır... metropollerde patlayan bombalar, kaçırılan uçaklar, en olmadık anda patlayan silahlar.... kan, vahşet ve ölüm görüntüleri... Haber atmosferi, yıllarca süren bir kitle eğitimini sürekli şekillendirip duruyor.. Bu kitlelerin bilinç altında artık bir gerçek kazınmıştı.... ''İslam şiddetin ve terörün kaynağıdır..'' çağımızda iletişim araçlarının kitle pisikolojisini nasıl etkilediği ve şekillendirdiği artık bilinen bir gerçek... hatta çağımızın en etkili silahlarından birisinin reklam olduğunu artık hepimiz yaşıyoruz...Bilgi çağındaki en önemli tehlikenin ise dezenformasyon olduğu konusunda sanırım herkes hemfikirdir... Peki hakikaten bu enformasyon bombardımanında bize dayatılmak istenen ''Terörün kaynağının islam olduğu'' tezi gerçek midir ? eğer değilse, bu gözümüzle gördüğümüz şeylerin nedeni ne ? nereden kaynaklanıyor ? Sanırım bu sorunun cevabını biz burada aramaya çalışırken, çözümü sadece müslümanlar değil, bütün ortaduğu halklarının düşünüp cevap araması gerekiyor kanaatindeyim...'' şimdi dünyadaki terör ve şiddet olaylarının kaynağına ilişkin değerlendirmemize geçelim... 1- Batı ülkelerindeki refahın kaynağı, a- doğu ülkelerindeki hammadde ve enerji kaynaklarını talan etmelerinden b- talanla elde ettikleri bu hammaddeyi kendi fabrikalarında mamül hale getirip tekrar doğu ülkelerine geri satmalarından, yani doğuyu serbest pazar haline getirmelerinden kaynaklanmaktadır... Bu refah toplumu, kendi yaşam standartlarını sağlayan bir dolaşım sistemi kurmuştur... 3. dünya ülkeleri dedikleri bu coğrafyadaki insanlar, köle gibi çalışıp bu birinci sınıf insanları besleyeceklerdir... bu 3. dünya ülkeleri arasında görev dağılımı vardır... kimi ülkeler batılıların lüks tatil merkezleri haline getirilirken, kimileri hammadde kaynağı ülke konumunda, kimi jandarma ülke konumunda, kimi ise denemelerin yapılacağı laboratuvar ülke konumundadır... bu sistemin akışına işleyişine karşı çıkan olursa, sistemin dişlileri harekete geçer ve o problemi çözer... Mesala BM, İMF, ABİHM, NATO, UAEK gibi kurumlar sistemin siyasi, ekonomik, hukuki, askeri ve Nükleer dişlileridir... bütün sömürü her yönden desteklenmiş bir sistem üzerinedir...Hatta hukuk bile bu küresel sömürünün oyuncağıdır... Mesala Veto Hakkı, Daimi Üyelik gibi hukuk dışı kavramlar temel esaslardır... hak yerine temel geçer esas, güçtür... Batıda bu refah sistemi yaşanadururken, gelelim 3. dünya ülkelerinin durumuna... bu tıpkı batıda inşaa edilmiş Adn Cennetlerine karşılık gelen, doğuda inşaa edilmiş bir Cehennem gibidir... Kaynakları talan edilmiş, üretim gücü ellerinden gasb edilmiş, sadece köylü ve maraba olmasına izin verilmiş, çalışan bir topluluk... Ekonomisi yerle bir edilmiştir.. üretim araçları alınmıştır... Onları kurtaracak, bütün değerleri aşağılanmıştır... askeri alanda kaybetmişlerdir... gidebilecekleri bütün kapılar yüzlerine kapanmıştır... onlara gösterilen kurtuluş yolu sadece efendilerine hizmet etmeleridir... bu hizmeti yaparlarsa belki kişi başına bir kaç dolar gelirden pay alabilirler...yapmazlarsa uçaklardan başlarına tonlarca bomba yağdırılacağını bilirler… Bu küresel dayatma ve sömürü, ortadoğuda onuru incinmiş geniş halk yığınları ortaya çıkardı... Doğudak kimi insanlar bu sisteme yumuşak bir geçiş yapıp uyum sağlamayı tercih ettiler... kimileri bu yeni efendilerine o kadar uyum sağladı ki, efendileri bile şaşırıp kaldı... kimileri bilmsel kılıflarla yaptı bunu, kimileri de geçmişlerine küfrederek... Ama doğunun insanlarının hepsi böyle yumuşak çıkmadı...Onurunu korumak isteyenler, okudu, sağdan-soldan çıkış yolları aradı... gelenekleri ve inançları da dahil olmak üzere herşeyi sorguladı... çıkış yolları aradı... kendi halklarına öğrendiklerini öğretme yolunu seçtiler... bu bilginin ve erdemin yolu idi... Aydınlanma döneminin başlangıcı... Bilginin ve erdemin yolunu bulamayan çaresizler ise, bildikleri en eski yönteme başvurdular...Şiddete... Oysa batılı efendileri bu yolun zaten profesörleri olmamışmıydı... Doğunun yenilgisinin ilk başlangıcı da bu değilmiydi... Şiddet... Batılı emperyalistler, bir tek bomba ile bir anda 200 bin kişinin nasıl katledileceğini iyi bilmekte idiler… Üstelik dünya, şiddeti tek çıkar yol olarak gören bu zavallı insanları, hiç anlama tenezzülünde bile bulunmayacak… onlara vurulacak damga hazırdı ; ‘’Terörist’’…İslam ise bu terörü besleyen inanç sistemi… Öyle ya, nasıl olurdu da bir insan bütün sermayesi olan hayatını bir anda feda edebilirdi ? bunun suçlusu olsa olsa, inançları olabilirdi... 2- İslam coğrafyalarında, halkların islamla birebir haşır neşir olması ve kuran kaynaklı din anlayışı, peygamberin ölümünden sonra yavaş yavaş değişmiş, inançlarda İslam öncesi yaşantılara ait gelenek ve anlayışlar bu yeni tanıştıkları dinin kuralları ile iç içe geçmişti… Ortadoğu halklarının padişahlık ve krallık gibi İslam dışı sistemlere itaat etmesinin, ancak eğitimsiz ve cahil bırakılmış topluluklar haline getirilmeleri ile mümkün olacağından, halkın yöneticilere karşı denetleme görevinin sona erdirilmesi ve Sisteme Yakin Ulema sınıfının ortaya çıkarılabilmesi ile mümkün olmuştur… Böylece halk bu saray uleması önderliğinde kurandan uzak tutulmuş, Hukuk katledilmiştir…ortadan kaldırılmıştır… Hukuk işlemediği zaman, insanların ve halkların bilinci de zamanla köreliyor… toplum zayıflayıp çöküyor… Hukuk bir toplumdaki inanan-inanmayan tüm farklılıkların sahip çıkmaları gereken tek garantileridir…Ona karşı işlenen cinayet hepimizin hayatına kast ediyor demektir… İşte tarih hukuktan uzak yetişen bir topluma yeni bir gelenek kazandırdı… ‘’Kendi işini kendin hallet Hukuku’’… İşte Müslüman halklardaki hukuk alanına ilişkin bu eksiklik, hukukun üstün tutulamayışı, sanırım bu coğrafyalarda şahit olduğumuz şiddet olaylarının sebebi olsa gerek… İslam elbette bu şiddeti durdurabilecek tek neden bence… Ama islamı yeniden anlamak ve anlatmak gerekiyor… Birinci maddede anlatmaya çalıştığım sebep ise, sanırım emperyalist çevrelerin çözüm için zaten kafalarını yordukları bir husus…. Peki ya sizce ?
  12. Sevgili Suheyla, hemfikir olmak ve bunu ifade etmek de bir cesarettir... Bir çok insan, sırf karşı pozisyonda olmak gibi bir zorunlulukları varmışcasına düşünüp hareket ediyor... İlla Muhalefet ve karşı olacak ya... Ne söylediğinizin ve anlattığınızın önemi yoktur onlar için... Sizin müslüman olmanız onlar için kalın bir duvardır... işitmezler, gözleri görmez olur... kalpler sağırlaşır... bak burada yaşanan ''körler ve sağırlar'' tiyatrosunu özetleyim de azıcık latife olsun... T- '' yahu kardeşim, hepimiz insanız... ve ortak değerimiz insan olmak işte...sizinle çok konuda aynı hisleri paylaşıyoruz... '' A- ''Arap geleneği'' de ''Arap geleneği işte... Kuran Arapça, KAdınlara dayak, Şahitlik, Miras, Savaş, Ganimet, ya bunlar vahşet...''T- ''Evet kardeşim, haklısınız biz de bu geleneksel din anlayışının reddedilmesi gerektiğini söylüyoruz...Tanrı bize medeni bir dünyanın yolunu gösteriyor.. önemli olan o anahterı elde edebilmek...'' A- ''Yook reddedemezsin... siz Arap hayranısınız... Dininiz Arap geleneği olmuş sizin... Aha da bir sürü örnek...Kadınları dövün, şahitliklerini kabul etmeyin, Miras da vermeyin, kafirleri öldürün, kesin, bulamazsanız hiç olmazsa koyun kesin...ortalık kan gölü işte... kadınları döverkene de çok dövmeyin ki, ölmesinler, yoksa 4 kadınla evlenemezsiniz... ''T- ''Kardeşim bu anlattıklarınız, hukukun islam toplumlarında gelişmeyişinden kaynaklanan şeyler... bu anlattıklarınız bütün toplumun sorunu, bunları eğitimle çözeceğiz.. Kuranı müslümanların da okuması ve anlaması gerek... Yeniden kuranı anlamak ve öğrenmek gerek...bak altını çizerek yazıyoruum.. Geleneklerin reddi ile başlar islam diyorum...'' A- ''Ne diyorsun sen kardeşim, yıllardır reddettiğimiz ve reddetmek için kafamızı yorduğumuz bunca sebep boşa mı gitti yani... Boşuna mı o kadar neden sayıp döküyoruz... Miras diyoruz, Nikah diyoruz, Dayak diyoruz, Şahit diyoruz, savaş diyoruz... hem kalbimiz de rahatlamışken.. şimdi sen kalkıp bütün bunların birer arap geleneklerine dayandığını ve İslamın da Arap gelenekleri olmadığını söylüyorsun...T- ''Aynen öyle canım kardeşim...'' A- '' Yoook olmaz, kabul edemeyiz... Ya sen müslüman değilsin, ya da bu söylediklerin islam değil... Bunun için ya sen bizim istediğimiz müslüman tipi ol, ya da bizim reddedebileceğimiz islamdan sözet...'' T- '' Bu sizde bir gelenek olmuş galiba... Müslümanların geleneksel inançlarını geleneksel olarak, gelenek kabul edip, eleştirmek... Ama hiç olmazsa artık siz de bu geleneksel yönteminizi değiştirin...geleneksel pencerenizi değiştirin.. Bak müslümanlar gelenek kalıplarını kırıyor... Siz de artık geleneksel kabuklarınızdan sıyrılın be kardeşim...'' A- ''Ne yani Müslüman mı olalım ?'' T- '' Yok canım kardeşim, bak yıllardır cezasını çektiğimiz bir sürü musibet var... akıllı olup birlikte düşünelim, kollektif akıl da bunu öngörüyor... birlikte düşünüp, ortak bir hukuk oluşturmak... Akıllı olup, tarihi hatalara düşmemek...'' A- ''Bunlar şeriat propogandası, sen arap hayranısın zaten... kadınları da dövüyorsunuz...hem kuran da arapça...'' T- ''Tekrar yazayım'' A- ''bu yanlış... bakalım ne çıkacak... Ne desen de inanmıycam iştee... Okumuyorum da seni... Zaten gereksiz şeyler... ben bilim yapıyorum ki zaten... okumuycam işteee, ohhh canıma değsin...'' T- ''Anlamadım ?'' A-'' ..son sözünü söyle... '' Sevgili suheyla, anlayabildiğim kadarı ile, iletinizdeki son cümlenizde bundan söz etmişsiniz... ''Yani benim inandığım şeylerin, geleneksel İslam inanışlarına uymadığını, dolayısı ile geleneksel islam modeline göre, imtihanı kaybedeceğimi söylüyorsunuz... İmtihanı verebilmem için de bu geleneksel cevapları vermem gerekliliğinden söz ediyorsunuz...Doğru mu anlamışım sizi ? eğer bunu kastediyorsanız, şu parantezi açmam gerekiyor; Müslümanlar insanların imtihan etmesinden (kınamasından) çekinmezler... İnsanların imtihanını önemsemezler.. Doğrular Tanrı katındadır... Mutlak doğru olan yalnızca onun katındadır... Hidayeti kalplerimize yerleştiren de odur... Benim inandıklarım benim için... sizin inandıklarınız da sizin için... Geleneksel olarak inanan kardeşlerimiz için de kendi inandıkları ... İmtihanı sen yapsan, ben yapsam, o yapsa, ne çıkar ? kim bilecek kimin sınıfı geçip, kimin sınıfta kalacağını... İnsanların yapacakları imtihanın kriterini insanlar belirleme hakkına sahip olabilirler... Ama Dinin ve inancın imtihanını ancak Taanrı yapabilir... ve ancak o bilebilir, kimin sınıfta kalıp, kimin sınıfını geçebileceğini... işte bu bilinmezlikten ötürü, herkesin inandıkları yalnızca kendisi içindir... selam ile...
  13. Sevgili suheyla, erçek şu ki eğer siz de yukarda yazdığınız gibi benim gibi düşünüyor iseniz, aşağıdaki devam eden cümleleri yazmanıza da gerek yoktu... öyle değil mi ? Ben bu başlık altında zaten o geleneksel dini kabulleri eleştirdiğimi defalarca da vurguladım... İslamın kitabı kurandır... anlamlarımızı oradan derleriz biz... geleneksel çıkarımlar ve kabuller bizi yanıltabilir.. Tanrı da bunu çok yerde kınamıştır...ve geleneksel kabul yöntemini reddetmiştir...kuran bunu ''Atalar dini'' olarak ifade eder ve hemen ardından bir müslümanın asla böyle bir mantığa sahip olamayacağını öğretir bize... Kuran elbette o topluma, kendi dillerinde indirilecekti... bundan daha doğal ne olabilir ki ? Ama bizim onu okumamız ve anlamamaız için de muhakkak kendi dilimizde kolaylaştırmamız gerekmez mi ? Eee şimdi geleneklerimiz bunu yasaklıyor diye Tanrının ne dediğini anlamaya çaba göstermeyecek miyiz ? onu okumayacak mıyız ? Kuranın okunabilmesi için arapça bilmenin gerekmediği fikrine siz de katıldığınıza göre, bu yalnızca bana ait şahsi bir görüş olmaktan çıktı demektir...kimbilir bizim gibi düşünen ne kadar çok insan vardır, değil mi ? Demek ki gelenekler her zaman haklı çıkmayabiliyor ... Sevgili Suheyla... kimin neye inandığının benim okumalarım açısından ne anlamı olacak ki ? ben kuranı turkçe de okurum ingilizce de... Almanca da okurum... Genel görüşler kuran arapça olacakmış yönünde olsa ne yazar ? Gelenekler arapçayı kutsal sayarmış, bana ne .. önemli olan gözlerimizde okuduğumuz kelimelerin zihnimizde nasıl canlandığı...zihnimizde canlandırdığımız şeylerin kalbimizde hangi hisleri uyandırdığı değil mi ? Hangi kelimeleri zihniniz canlandırıp, kalbinize bir yol açıyorsa, doğru dil odur... dil bir araç değil mi zaten ? kafamızdakilerle kalbimiz arasında gidip gelen.... selam ile...
  14. Sevgili Maraba, Yukardaki yazımda kullandığım ifadeleri o tetikçi gazeteciler kırpıp anlamını değiştirse idi... ve ben de onlara bir düzeltme mesajı gönderse idim... satacakları kalemlerinden başka şeyi kalmamış bu gazeteciler utanıp en azından bir özür dilerdi ve diretmezlerdi... bak ben ne yazmışım ; ''...o zamanlar ne zemin kaypaktı ve ne de insanlar çamurdu...'' bu o dönem insanlarına ilişkin bir tespit... bir fark ortaya koymak için... Sen ise bu cümleyi malum gazetelerden bile daha mahirce kırpıştırıp bak ne yapmışsın; ''insanlar çamurdu...'' Allah aşkına bu ne izan, ne mantık... Bu ne makas ki bütün anlamı ters yüz ediyor... Ve uyarıyorum... ''Sevgili Maraba, Keşke bu yaptığın alıntıları, bilinen grubun tetikçi gazetecilerinin mantığı ile bölüp parçalamasaydın..hiç yakışık almamış...'' Ama siz o gazetecilere bile rahmet okutacak tavırla ve öfke ile aynen devam ediyorsunuz ; ''Elbette yakışık almayacak. Değerlendiren sensin, polemiğe sebep olan deyişlerini gösteren de ben. Tetikçilerin marjinal görüşlerden çıktığı biliniyordu. Sayenizde yanlış olduğu çıkıyor ortaya.'' Şimdi ne demeli ve size nasıl anlatmalı ? sizin bu kadar önyargılı ve perdeli yaklaşmanız, yazılanları bile yanlış okumanıza neden oluyor desem de... bu okumayı da geride bırakmış bir durum... bu resmen hiddet ve öfkeden yaptığınızı bilemez hale geldiğiniizi gösteriyor... eleştirilerinizde cevap verilecek bir husus görmüyorum.... bu kadar kızacak ve izandan uzaklaştıracak ne var anlamış değilim... Daha Marksizmin Stalin dönemine bile giremedik, Troçkiyi konuşmadık... Marksizmin yöntem tartışmalarını da yapmadık.. Daha karpuz bile kesmedik...yazık oldu konuya... gerçekten yazık... selam ile....
  15. siz böyle herşeye katılıp durursanız, arkadaşlarınızdan uyarı alabilirsiniz, hele bir de % 100 falan... Aman ha.. dikkatli yazın... Neyse Latife olsun diye yazdım onları... Sayın Suheyla, 1- Kuran okumak için arapça bilmeye gerek yok... 2- Kuran evreni okumak için bir araçtır... Bir bilgidir.. O bilgiye ihtiyacınız muhakkak olacaktır... 3- siz nerden başlamak isterseniz oradan başlayın okumaya, Muhammed bile kurandan okumaya başlamadı ki...önce kendinizden başlayın, sonra çevrenizden, sonra eşyadan, sonra evren kitabından okuyun ... 4- Bu okumayı ne kadar farklı pencereden okursanız, o kadar çok geniş bilgi edinirsiniz... Eşyanın ve evrenin farklı yönlerini görebilirsiniz... bu yüzden farklılıkları algılayabilmek için farklı pencerelere ihtiyacınız olacaktır... 5- sonra ulaşabilirseniz, bir de kuran okuyun... taraflı olsanız da objektif okuyun... hissetmeye çalışarak... 6- sonra başa dönüp tekrar okuyun, bütün ilişkiileri gözden geçirin... eşyayı ve evreni... bütün varlık alemini tekrar okuyun... kalbinize dönüp sorun... okuduklarınızı ona götürün... en iyisi mi boşverin de, siz açın bir pencere de ordan bakalım... bir manzara çizin bize sayın Suheyla... baktığımızda bizi huzura götürecek bir manzara... aradığımız şey o değil mi ?selam ile....
  16. Sayın Maraba, Din Allahla sizin aranızda olan kimsenin bilemeyeceği gizli bir diyalogdur.... sizin kalbinizde olanı ancak Allah bilir... Bir gün hepiimiz ona döndürüleceğiz değilmi ki ? Askerlik dönemlerimde en iyi arkadaşım bir ateistti... onu anlamak için çok zamanım olmuştu...Amerika'da bir üniversitede Fizik hocası idi. ve memleket sevdasına dönmüştü, dönmüşken de askerliğe davet edilmişti... Herşeye fizik açısından çözüm arayan birisiydi... görev yaptığımız yer çok sıkıntılı bir noktada idi...korkuları vardı, endişeleri vardı... En büyük kaygısı, şu kısacık hayatta ''Mutlu Olamamaktı''... herşeyini mutlu olmaya endekslemişti... Ölüm duygusunu aklına getirmemeye çalışırdı... Eşini düşünürdü, çocuğu yoktu... Her şeyin nedeni onun sağ elinin altında olmalıydı... aklı ve yetenekleri sınırlanınca canı sıkıllırdı... Açıklayamadığım tek şey var derdi .... Her şey sonunda aslına dönecek, toprak olacağız... Ama ya şu bilinç dediğimiz şey var ya, o ne olacak ? diye sorup duruyordu...Tanrıya kızgındı, bu yüzden onu var kılmak istemiyordu dünyasında... çünkü var kılarsa hergün bir çatışma yaşamaktan korkuyordu aklı ve kalbi arasında ... sevgili Maraba, anlatmak istediğim şey şu... zaman zaman bir çok duyguyu bir arada yaşıyoruz...bunu Muhammed de yaşamıştı... Vahyin ilk geldiği zamanlarda yaşadığı şok ve ardından vahyin bir süre kesilmesi ile yaşadığı bunalım... karmaşık duygular içerisinde olmak... Ve yalnızca kendimizin bildiği, başkasının asla bilemeyeceği şeyler... kimbilir hangi fırtınalar esiyor o anda insanın içerisinde.. ne hesaplaşmalar yaşanıyor... Ne öfkeler ve ne kızgınlıklar... herşeyin yüreğinizde boğum boğum olduğu o nefret anları.. sonra çaresizlik ve herşeyin anlamını yitirdiği kara delikler gibi etrafımızı sarmış yığın sorular... düşünmeseniz, hepsi bitecek... bir an uykuya dalsanız herşeyin rüya olduğunu kabul edebilseniz, bitiverecek... Acabaların ve Nedenlerin girdabında bir hayat... Her nefis ölümü tadacaktır... Kim ne kazandı ise, ne yapıp etti ise muhakkak hesaba çekilecek... Dönüş yalnızca onadır... her insanın içinde bir akış vardır... bunu yalnız o kalbin sahibi bilebilir... evgili maraba, İslamı tanımak için müslümanları tanımana ihtiyacın yok, selodayının dediği gibi, kendi kalbine bakman yeterli... ben de tıpkı senin gibi... Ateizmi tanımak için kendime bakmadığımı mı sanıyorsun ? ama yazdıklarınızı büyük bir dikkatle okuyorum.. bilim yapmasam da gereksiz yazılar olduğunu hiç düşünmedim... herbiri değerli yazılar... selam ile...
  17. Sevgili Maraba, Keşke bu yaptığın alıntıları, bilinen grubun tetikçi gazetecilerinin mantığı ile bölüp parçalamasaydın..hiç yakışık almamış... Ben bu yazıyı kaleme alırken hem dostum dediğim insanları hatırlamak ve onları anmak.... hem de bu başlığın sonun da birlikte farklı bir pencereye seyahati amaçlamıştım... İslam Marksizme yönelik bir eleştiri değildir... Kapitalizme yönelik bir eleştiri de değildir... İslam yeryüzü kaynaklı hiç bir ideolojiye cevap değildir... onlarla aynı kulvarda değildir çünkü... Hitap ettikleri insan duyuları farklıdır çünkü... İslam bir dindir... Diğerleri ise birer ideoloji, fikir... İslam bir tezdir... diğerleri antitezdir... Marksizm Sanayi toplumunun doğurduğu sınıfsal çatışmalardan doğmuştu... Kapitalizme karşı ezilmiş halkların cevabı idi... Ama kendisi de çocuklarını yemekten geri durmamıştır.... halkların kardeşliği için, 4 milyon insan cesedi üzerine kurulan bu düzen, görülmemiş bir baskı ve faşizme rahmet okutan iişkencelerle uzun süre ayakta kalmaya dirense de, bu insan doğasına aykırı bir düzendi ve sonunda büyük bir gürültü ile çöktü...Kremlin Sarayının bahçesine inen o küçücük uçak, O zavallı halkların üzerinde ceberrut bir dev yükselen ihtişamın göstermelik olduğunu kanıtladı... Takke düşmüştü... Marksizm bizatihi, Amerika tarafından ayakta tutuluyordu... Çünkü bu korku ile dünya halkları iki süper güç arasında pay edilmişti... Yalta ve Malta Konferanslarında dünya halklarının iki güç arasında dengeli olarak paylaşıldığı apaçık bilinen bir gerçekti..., Oysa insanların özgürlük arayışında Marksizm sadece bir duraktı... tüm farklı fraksiyonları ile insanlığın gerçekliğe yürüyüşünde sadece bir durak olduğunu düşünüyorum... Belki burada yapacağımız değerlendirmeler neticesinde farklı bir pencere daha keşfederiz, ''Hakikat müslümanın peşinde olduğu tek şeydir... tıpkı o dostlarımızın da olduğu gibi'' her ne kadar Maraba zorlamış ise de yazdıklarım da umarım dostlarımızı ve anılarımızı rencide edecek çıkarımlara neden olacak hatalar yoktur... selam ile...
  18. Sevgili Maraba, Yazdıklarımı ''şeriat propogandası'' olarak gördüğünüz için okumadığınızı kabuletmek istemiyorum... uzun yazdığım için okumamıştır diye yorumluyorum... Ya da sizin anlamakta zorlandığınızı düşünmediğimi, ama çok zaman kendimde ifade yetersizliği bulduğumu düşünüyorum... İnsanlar yüzyüze konuşurken birbirlerini anlayamazken.. biz yazılarımızdan nasıl anlayacağız ki ? bir de beynimizden geçenleri yazıya dökmekte zorlanıyoruz çok zaman... yaşadıklarımıza ve hissettiklerimize yetişmiyor kelimeler... bu yüzden birbirimizi yeterince anlayamasak da, bazı cümleler üzerinde ittifak etmemiz gerekiyor... konuşmaya devam edebilmek için bu şart...Örneğin yukarda alıntıladığım cümlenizdeki altını çizdiğim konuyu lutfen bir daha kullanmamanızı rica ediyorum... Çünkü yukarıdaki okumadığınız, yazı tamamı ile ''Arapların geleneklerine'' dayalı din anlayışına reddiye olarak kaleme alınmıştır... Yukardaki yazılanları okursanız, arap geleneklerini referans eden bir dine inanmadığımızı rahatlıkla anlayabilirsiniz... İslamın Arap geleneklerine hapsedilemeyecek kadar evrensel ve zamanlar üstü olduğuna inanıyoruz... Bu yüzden ya okuyunuz, ya da okumuyorsanız, yakıştırmalarda bulunmayınız.... kör dövüşünü, bir de sağırlar diyaloğuna çevirmeye çalışmayalım olur mu ?
  19. evaporit şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Bir anı ile başlayalım konumuza... Yıllar öncesi bildiğim tanıdığım çok Marksist arkadaşlarımız vardı... Dini pek bilmezlerdi, ama o zamanlar ne zemin kaypaktı ve ne de insanlar çamurdu... Marksistler de bildiğimiz dostlardı işte... Tanrının ''Dost edinmeyin'' diye uyardıklarından değildi bunlar... sözüne güvenilir, özü ile sözü bir insanlardı... Yaşar, Tuncer ve Yahya.... Akşamları çay sohbetlerinde tanımıştım bu arkadaşları ve hoş değerli çocuklardı... vatansever, dürüst, alınterini önemseyen, emeği kutsalı bilen hatırnaz insanlar...Anadolu insanının oldum olası o paylaşımcı ve sevecen tavrına hep hayran olmuşumdur... dünyada bir başka yerde de görmedim, işitmedim... sıcak kanlı, dost insanlar.. memleket çocuğu işte... Neyse uzatmayım, o soğuk uzun kış akşamlarını, küçük bir sobanın başında sabaha eklemenin keyfini hiç unutamam... Yahya iyi bir ideologdu, süper bir kafası vardı... muhteşem bir zekası... Tuncer ise saf ve temiz çocuğu masum Anadolunun... Yaşar ise, militan bir arkadaş... Her sabahı Devrim tadında bekler, ipi elinde dolanırdı... biz bu dostların arasında o zamanlar sizin bugün kullandığınız dinci tabiri ile hiç bulunmamıştık... Derdimiz ortaktı... sıkıntılarımız aynı idi... cebimizde olan da, olmayan da bilinirdi.... Onlar ''Proleterya'' diye tanımlardı, biz ''Mustazaf'' derdik... Onlar memleket sevdalısı çocuklardı... biz Hakikat... Biz onları anlıyorduk, onlar bizi çok zaman anlamakta zorlanırdı... ama önemsemezdik bunu... çünkü önemli olan birlikte içtiğimiz çay idi... belki de çayhane idi kimbilir... ''Din halkların Afyonudur'' derlerdi ... ama bizim neden uyuşmadığımızı çözemezlerdi... Onlara Marksın bu tespitini yaparken, Hristiyanlığı ve özellikle de ''Ortodoksluğu gözlemleyerek yaptığını anlatıp dururduk... Marks islamı ve müslümanları hiç tanıma fırsatını bulmamıştı... O sadece ortaçağ avrupasının karanlık ilişkilerini ve sanayileşmenin getirdiği emek sömürünü görmüştü... Artı emek kavramını burada yazmıştı.... Kilisenin ise, zenginler sınıfından bir sınıf olduğunu, sömürü merkezi olduğunu(Katolik) ve kralların ve soyluların ise toplumdaki kötülüğün merkezinde kiliselerle kolkola gezdiğini (Ortodoks) gördüğünde bu tespiti yapmıştı... Din (Hristiyanlık) insanları harekete geçirip, bütün zulüm ve baskı sistemlerine karşı başkaldırmayı öngörmüyor... Aksine ''Öteki yanağını çevirmelerini'' öğütlüyordu...Böyle bir dinin insanlığa kurtuluşu ve hakikati gösterme ihtimali yoktu... İnsanlara zulme boyun eğmeyi ve itaati öğreten bu din insan değerini korumaya yetmeyecekti... çünkü çok kez zulüm merkezleri ile işbirliği halinde idi.... Marks'ı zaman içerisinde farklı yorumlayan çok arkadaş çıktı... Kimi Marksı o günün koşullarında anlamayı, kimi o toplumun koşullarında, kimi ise olduğu gibi anlamayı seçti... Olduğu gibi anlamayı seçenler, ''Din Afyon ise, bütün dinler, bütün kutsal olanlar da afyondur'' deyip kapattılar defteri... Asya Tipi Üretim Tarzında yorumlayanlar, gelenek anlamında kabul edip dışlamadılar dini ve dindarları... Bir kısmı da, Nasreddin Hocanın dediği gibi, kırpılıp kırpılıp, yumuşadı ve ortadan kayboldu... Onlar müslümanları müşteri olarak görüyor şimdi... İslam hep halkların kardeşliğini ve özgürlüğünü savundu... Eski Marksist Dostlarımızın ''Muhammed gerçek bir efsane lider...Medine Devleti İdeal Bir Sosyalist Model'' diye tanımladıkları şey insanlığa ait bir değer olmuştu... Şimdikilerin, islam ve muhammed hakkında söylediklerini duyabilselerdi eğer sanırım çok kızarlardı... çünkü hedeflenen ''Halkların kardeşliği'' bugün kuru gürültü sloganlarda kalmışsa da o gün yaşanmış bir gerçekti... Hepimize ait olması gereken bir gerçek... İslamın Özgürlük ve kurtuluş çağrısı, bütün halkların kurtuluşu için ortak bir ses, ortak bir umuttur... Modern Dünyanın çağdaş dayatmaları karşısında İslamdan başka direnen ve insanlığa çıkış yolu gösteren başka bir şey kaldı mı ??? selam ile, geldi geçti, bir kaç günlük fasıldı.... Kaydını düştüler mühür basıldı.. Ondan geriye kalan boynu bükük ve sefil, bahçeye diktiği üç-beş karanfil...
  20. Dİkkaaat ! Rahaaat !! Hazıır Ol !! Hizayaaaa Geell !! Emredersiniz komutanım... Yersoy kardeşim... yukarıdan beri arkadaş uyarıp duruyor... ''bu adam şeriat propogandası yapıyor'' diye, niye duymuyorsunuz... Üstelik kalkıp ''Evaporit haklı''' diye de bir şey yazıyorsun... bu yaptığın bilime aykırı değil mi !!! sonra okumaya gerek görmediğini söylüyorsun ve arkadaşların eleştirilerini yeterli buluyorsun... Ama hala uyarıları işitmiyorsun... bak Müslümanların uyarılarını okumamak doğru, gereksiz görmek de güzel hoş ama... Arkadaşının uyarısını okumazsan daha kötü oluyor demek ki !!! Ama allahtan Arkadaş ''kaşımayı'' akıl etti de, tez kırdın direksiyonu... allah korusun nerdeyse gidiyordun valla
  21. Sanırım başlığa açtığım konu amacını taşıp farklı yerlere kadar geldi... Ben aslında ne kızılderililerin ve ne de taraf olmanın ve ne de inşaat müteahhitlerinin durumunun tartışılmasını istemiştim... öngördüğüm şey; İslamın gelenek penceresinden kabulünü ve yine aynı pencereden reddini eleştirmekti... Dikkatlerinizi hem inananlar olarak ve hem de inanmayanlar olarak aynı noktada topladığınızı gördüğüm için bu başlığı açmıştım... belki farklı bir pencereden bakmanızı sağlayabilirim diye düşünmüştüm... yanılmışım... Oysa gerçek şu ki; hem inandığını söyleyen müslümanlar ve hem de inanmadığını söyleyen ateistler, aynı gelenek penceresinden bakmakta direniyorlar... Ortada bir kör dövüşünden başka bir şey yok... Oysa penceremizi değiştirmediğimiz sürece hep aynı manzarayı görmeye devam edeceğiz... Ben isterdim ki, inanmadığını iddia eden arkadaşlar, bize yeni bir ufuk kazandırsın...bilmediğimiz bir dünyayı işaret etsinler, onların gözünden okuyalım evreni... onların penceresinden görelim bir de, karşıki manzarayı... İnsan hep aynı noktaya bakarsa, uyurmuş diye bir gerçek vardır... Özellikle uzun yol şoförlerini uyarırlar bu konuda... gözlerinizi hep bir noktaya dikmeyin diye.. uyur kalırsınız da farkında bile olamazsınız.... Ben de bu yüzden gözlerimi sizin pencerenize çevirdim... Sizin de farklı bir pencereden bakmanızı istedim... Belki sahip olduğumuz şeylerin farkına varırız diye... çünkü çok zaman, sahip olduğumuz şeylerin kıymetinin farkına varamıyoruz... bizim aynı toprakların ve aynı geleneğin insanları olduğumuz gibi...Ben Rahibe Teresa örneğinde Sayın Suheylayı haklı bulmuştum... Tebrik de etmek isterim.... İyi ve güzel olan örnek hristiyan da olsa, ateist de olsa takdir ve tebrik edilmeli değil mi ? İyilik ve güzelliği ortak bir zemin yapacak kadar, akıl, duygu, yürek ve cesaret sahibi olduğumuzu sanıyorum... Oysa önemli olan kendi toplum geleneğimize ilişkin değerleri el birliği ile üretebilmek olmalı değil mi ? Ama sanırım hep aynı pencereden bakmaya devam edersek, hep aynı manzarayı göreceğimiz de kesin ..... gerisi boş, kör dövüşü... selam ile,
  22. bunlar benim yazdıklarım, bu da sizin yazdıklarınız... ikisini bir bütün olarak ele alıp derğerlendirelim sevgili Maraba, Ben her insanın bir inancı ve düşüncesinin mutlaka var olacağından hareketle, bu düşünce ve inanışların da insanın davranşlarına yansıyacağını ve bir yargı, bir değer, bir sonuç oluşturacağını söylüyorum... buraya kadar anlaşılmayacak ya da itiraz edecek bir durumun olmadığını sanıyorum... Tarafsızlık insanların yapabilceği bir şey değildir... İnsan bu yani, inancını, kalbini, aklını, fikrini ceket gibi çıkarıp bir yana asamaz ki... Akşma olunca da mesai bitti deyip tekrar giyinip evine dönsün... Sevgili Maraba, yazında bile bunun imkansızlığını kanıtlayan bölümü renklendirdim bak... böyle bir şey sloganlarda söylenir... Ama aslı astarı yoktur... tarafsız insan olmaz... Bak orda Mahkemelerdeki .hakimlerin öreneğini verdim... onların bir taraflarının olduğunu, ama objektif olmaları gerektiği için, objektif davranmaya çaba harcadıklarını örenekledim... İstersen bunu daha basi bir örnekle daha izah etmeye çalışalım... Futbolda bilinen bir gerçektir ki; her hakemin muhakkak tuttuüu bir takım vardır, yani taraftar olduğu bir takım vardır... bazen taraflarının ''İyi ve temiz bir futbol'' olduğu söylense de, kimse onların ne dediğine ve tuttukları takıma ldırış etmez... Seyirci hakemin, kararlarını verirken objektif davranıp davranmadığına bakar... ''Tarafsız bir ideoloji'' sorusuna gelince, hayatımda böyle bir şey ne duydum, ne de okudum.... bunu en iyisi siz sormamış olun, ben de yine okumamış olmaya devam edeyim.... İslamın bir ideoloji olmadığını, bir de üstüne tarafsız hiç olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim ama... İslam Tanrı tarafından gönderilen yaşama ve evrene dair bütün bilgi ve düzenlemelerin genel adıdır... Tarafı, İlahidir.... Ama müslümanlara öğretisinde objektifliği esas alır... araştırmayı, sorgulamayı ve delillere göre hareket etmeyi objektifliğe ölçü yapar... selam ile ...
  23. keşke o kızılderiler de sizin kadar gülebilselerdi... 1800 lü yıllarda barış mı yapmışlar dediniz ? bu 1847 yılındaki ve 1870 yılındaki son yerli katliamından az önce yaptıkları barış olsa gerek ? Yukarda yazdıklarım bir kabile reisinin notlarından alınmış gerçeklerdi... Yerli geleneklerinin Orta Asyaya kadar uzanan motiflerini inceleyen bir yazar tarafından kaleme alınmış ve günümüze kadar taşınmış...kızılderililerin soyunu orta asyaya türklere kadar uzatan bir yazı işte... yerli katliamlarına ilişkin kayıtlar ise bugün bile eyalet kütüphanelerinde belgeleri ile yeralmaktadır... Amerikan kaynakları bugün Irakta da barışın olduğunu söylemiyor mu ? oradaki insanları nasıl özgürleştirdiğini anlatmıyor mu ? Iraklılarla barış yaptıklarını da söylüyorlar... Rusların Çeçenistanda yaptıkları da aynı haber ajansları tarafından sizin kullandığınız bu cümlelerle veriliyor... Filistinde İsrail olur ölümün adı, ama haber ajanslarında hep barış için el sıkışan aynı gülen adamlar boy gösterir ekranlarda, sizin kullandığınız cümlelerle istatistiki bilgileri sıralayıp dururlar ....Sizin kullandığınız cümleleri onların ağzından duyar bütün insanlık, haber ajanslarının renkli sayfalarında... Keşke o çocuklar da sizin kadar gülebilselerdi...hem bu kadar batı hayranlığınızın altında yatan sebebi bir türlü anlamış değilim ... Papa bile yaptıkları Haçlı seferleri ve müslümanlara uyguladıkları katliamlardan ötürü İslam Aleminden özür dilerken... sizin bu katliamları mazur görmeniz ne kadar doğru olur ?
  24. sayın muki ve Suheyla yaşadığımız yüzyılın müslümanların yardımı olmaksızın inşaa edildiğini, iyiliklerin ve güzelliklerin batı medeniyetinin bir neticesi, bütün acıların ve kötülüklerin ise doğu (islam) kaynaklı olduğunu iddia edip duruyorlar... Sayın hoppa'da islami kaynaklardan bulabildiği ne kadar delil varsa bulup çıkarıp ortaya dökerek, ''aha işte vahşetin ve kötülüğün kaynağı sizin inandıklarınız'' demeye getirirken, öte yandan Demirefe de islamın yayılmasını bir sömürge hareketi olarak gösterip, ''Akdeniz havzasını'' işaret ediyordu... Ne kadar ilginç bir yorum değil mi ? Acaba bu yaklaşım ne kadar doğru kabul edilebilir ? Batı Medeniyeti dediğiniz şey, bundan 200 sene önce 300 milyon Afrikalının, 100 milyonunu öldürüp, 100 milyonunu avrupaya ve amerikaya köle olarak götüren, 100 milyonunu da Afrikada çiftçilik yapsın diye aç bırakan bir vahşetin adı değil miydi ? Afrika da kalanların görevi ise kanadalı ve Avrupalı çikolata ve kahve tüccarları için kakao üretmek idi... Afrika çöktü, insanlar sömürüldü ve tüketildi.. Güney Afrikada ve Avusturalya da beyazlar iktidarda, sömürüye bakarmısınız ... ''Bulunmaz Hint Kumaşımısın'' diye bir deyim vardı... bu deyimin nerden çıktığını biliyor musunuz ? Hint kumaşı meşhur bir kumaş idi, 1800lerin başlarında... Dünyaca billiniyor ve tanınıyordu.. Elde dokunuyor ve bu dokuma ustaları çok meşhurdu...Hindistanda da en yaygın ve geçer zenaat idi...Asya da İngiliz kumaşları satmıyor... hint kumaşı varken, ingilizlerin dokumasını kimse tercih etmiyordu...İngiltere hindistanı işgal ediyor ve 100 bin dokuma ustasının elleri kesiliyor, kimi asılıyor, kimi kurşunlanıyordu.... Artık ingiliz kumaşı piyaslarda, tezgahlarda yerini almıştı... ''Hint kumaşı da bulunmaz oluyordu elbette ''... Hintli ustalar, özgürleştirilmişti.... tezgahlarına bağlandıkları elleri artık yoktu... Beyaz adamın girdiği her yerde, kan ve göz yaşı hep vardı... Afrika, asya, Avustralya... ve Tabiiki Amerika, orda yerli bırakmadılar, özür dileyecekleri tek bir yerli bile kalmadı...Antartika da insan yaşamadığı için orda fokları kafalarına sopa vurarak katletiler... daha hafızalarımızda değil mi Afrikanın orasında Fransa-Belçika işbirliği ile 2 milyon insanın Hutu-Tutsi savaşında katledilişi...dile kolay bir rakam ha, 2 milyon... Afganistandan-pakistana-Iraka-cezayire uzanan coğrafyanın her santimetrekaresinde onlarca bomba ve gözyaşı var... Peki neden ? İslam coğrafyasında ki bu zulmün sebebi sizin iddia ettiğiniz gibi İslam mı idi ? yoksa sömürgecilerin doymak bilmeyen iştahları mı idi ? Şüphesiz bu günkü batı zenginliğinin ve rahatlığının altında geçmişten gelen bir hırsızlığın ve vahşetin neticesi yatıyor... 1. Bedava :Hammadde : Asya, Afrika ve Avustralyadan işgal yolu ile elde edilen enerji ve hammadde, kalkınmanın kaynağı oldu... uzun yıllar kendi aralarında bu kaynakları paylaşma kavga ve savaş nedeni oldu ise de son zamanlarda bunu çözdüler... 2- Ucuz işgücü : Uzun yıllar boyunca kölecilik yolu ile, afrikadan taşıdıkları işgücü, üretim maliyetlerini önemli ölçüde azalttı... 3- Sermaye : faiz yolu ile sermaye birikimini sağladıkları için büyük şirketleşmeler gerçekleştirildi ve yeni üretim alanlarına geçilebildi... 4- Hazır Piyasa : Ürettikleri her şeyi satablecekleri, işgal altındaki islam coğrafyası hazır pazar olarak önlerinde duruyordu... Müsümanlar ise, hiçbir zaman işgal düşüncesinde olmadıkları için, fethettikleri ülkelerde yağmacı olmamışlardı, çünkü bu haramdı, allah tarafından yasaklanmıştı... İnsanlar üzerinde baskı ve dayatma kurmamışlardı... bu yüzden sermaye sahibi olamamışlardı... Faiz yolu ile ekonomi kurmamışlardı... bu yüzden hep köylü toplumu olarak kaldılar... Ama bir gün topraklarında yabancı askerleri gördüklerinde iş işten çoooktaan geçmişti. Önce, ne olduğunu anlamadılar bile... sonra yorumlayanları çıktı... Askeri alandaki yenilginin nedenlerini araştırdılar... Ekonomideki geri kalmışlığımızı araştırdılar... fransadan ingiltereye kadar çok ülkeye bilimadamları gönderildi. Nedenleri ve çözümleri araştırıldı... İnanılmaz gelse de ''Fransadan damızlık erkek'' getirip Türk soyunu ıslah etme düşüncesi bile ortaya atılmıştı... İslamın ilerlemeye ve modernleşmeye engel olduğu, ''bu kafayla bilim yapılamayacağı'' iddiaları da ortaya atılmış ve sonuçta dinden vazgeçilmesi bile öngörülmüştü.... Sonuçta müslümanlar, askeri alanda kaybettiler, yenildiler... Ve her yenilgide olduğu gibi, bu yenilgide de fatura İslama ve dine kesildi... Haklılık ve medeni olmak, ileri olmak kavramlarını belirleyen tek şey, ''Kazanmış olmak'' idi.... aynı darbelere benziyor... Darbe yaparsınız, başarılı olursanız haklısınız, başaramazsanız faturası ağır olur.... Güçlü olanların ve kazananaların haklı olduğu bir dünyada yaşıoruz... Müslümanlar Medeniyetler oyununu hep kitabın kurallarına göre oynadılar... sömürmediler... yok etmediler... gözyaşı ve kan üzerine medeniyet kurmadılar... öyle olsaydı bugün o coğrafyalarda bir tek farklı kimlik olmaması gerekirdi, öyle değil mi ? Amerikadaki yerlileri biliyorsunuz... Onlar ilk dönemlerde öldürmeyi bilmezlermiş. Savaşlarda hani arabaları çevirip etrafında atları ile dönüp dururlardı ya kovboy filmlerinde setrettiğimiz... bunu bir cesaret geleneği olarak yaparlarmış... Ölümden korkmadıklarını göstermek için... Beyaz adamın elindeki ölüm kusan, o gürleyen şeye rağmen koşup eliyle düşmanın göğsüne dokunabilmek için... çünkü bir kızılderili, rakibinin göğsüne elini böyle koyarsa, bu hem barışı ve hem de büyük bir zaferi simgelermiş... Beyazlar da, bu kahramanlık gösterisine karşılık olarak, onlara kurşunlarla cevap verirlermiş... Bir yerli kafaderisi getirene 10 cent para verirlermiş... Bizon derisinden daha ucuz?. Sayın Muki, Gerçekten batı dünyasının yardımlarına ilişkin verdiğiniz örnekler ilginç? Bir konserin geliri kadar yardımlardan bahsediyor olsanız da, İslam ülkelerinden bu kadar bile yardım yapılmamasının neden sizce ne olabilir ? Bunun çok değişik nedenleri olduğunu düşünüyorum? Amerikalıların bir yandan Kızılderili kafa derisi için para ilan vermeleri, öte yandan soğuktan donmasınlar diye battaniye dağıttıkları yerliler geliyor aklıma? Fransanın Cezayirde toplama kamplarında önce yemek verdikleri sonra kurşunladıkları 1.5 milyon Cezayirli geliyor aklıma? Afganistan?da bir yandan talibanı gönderip, öte yandan başka bir talibanı iktidar yapan Amerikanın bu zaman zarfında 200 bin insanı katlettiği geliyor aklıma? Irakta da öyle yapmamışlarmıydı.. Önce yardım etmişlerdi, Saddamı işbaşına getirmişlerdi. Sonra 1 milyon ıraklının ruhunu bedenlerinden özgür hale geçirdiler? Beyaz adamın yerli halka dağıttığı battaniyelere zehir sürdüğü ve ertesi sabah hiç birinin bir daha uyanmayışı ile çok sonra anlaşılmıştı? Fransızların Cezayirlilere verdiği yemeklere zehir kattığı gibi? Tsunami yardımlarının orda yaşayan batılı yatırımcılara ait tesislere ve azınlıklara yönelik olduğunun sonradan anlaşılması gibi? Müslüman çocuklarının kiliselerce toplanıp götürülmesi gibi? Misyonerlik faaliyetleri için kiliselerin yardım taleplerine verilen bir cevap olması gibi, sonradan anlaşılan gerçekler işte? Sayın Muki, Karşılıksız sevginin ve merhametin ve paylaşmanın ben bize ait olduğunu sanıyorum?. İçten ve samimi olarak paylaşacağınız bir simitin bile daha değerli olduğunu söylüyorum?Bırakın milyonlarca doları onların olsun? insan dolar uzatan bir el ile, şefkat uzatan bir el arasındaki farkı ayırt edebiliyor?
  25. Sevgili maraba, yukarda yazdıklarım arasında alıntıladığınız ifade var....sizin şahsıma yönelik görüş-kişilik analizinizi de bu çerçevede okuduğumu bilmenizi isterim... Yani tarafsız ama, objektif olarak okumaya çalıştım... Eğer sizin dediğiniz gibi bir işiliğe sahip olsa idim, yani tarafsız okusaydım bu yazdıklarınıza karşılık;'' Tarafını belirlemiş insanları, tarafsızlıklarını belirlemeleri konusunda eleştirmek de tarafsızlar tarafına bir taraf olmaya çağrı değilmi ? Bu kadar taraf olmanın anlamı ne ? peki siz hangi tarafsızlardansınız ? Kişilik taraf olmakla oluşursa, tarafsız olmak hangi türe giriyor ? Tarafsızlık diye bir şey matematikte bile mümkün değilken, hukukta nasıl mümkün olacak ? '' şeklinde bir sürü sorarak cevap arayacaktım... Ama ben taraflı davranarak, size objektif olmanın gerekliliğini açıklamaya çalışayım... Sayın Maraba, Kişilik, şahsiyet dediğimz şey; insanların inandıkları ve düşündükleri şeyler doğrultusunda bir yaşam, bir eylem, bir hareket ortaya koymaları demektir...yani kalp-beyin-ruh ve beden uymudur... buna söz ve fiil uyumu da diyebilirsiniz... Her insanın yaşama dair bir okuması ve yorumu vardır... bunun sonucu olarak da doğal olarak bir kabulu, ve bir düşüncesi vardır... bunlar ise onun hareketlerine, değerlerine ve yaşamına tesir edecektir... Bu kişiliğin oluşması demektir işte... yani her kişilik altında bir düşünce ve inanç taşımaktadır... Uyumsuzluk varsa bu hemen sırıtır... şahsiyetsiz kelimesi bunu ifade etmek içindir... Her insan kabulleri ve düşünceleri ile bir taraftır.... İnsan doğası gereği hakikate ve doğrulara eğilimlidir... bu yüzden her insan hakikate ve doğrulara taraf olma eğilimindedir... İnsanın özgürlük arayışı da bu yüzdendir... Tarafı olduğu şey inançları ve düşünceleridir.. Bu inanış ve düşüncelerinin, kısaca kabullerinin onda taraf olma eylemini oluşturması kaçınılmaz bir sonuçtur... Oysa bu kabullerimizin oluşumunda çok önemli bir süreçten geçeriz... Bu Bilginin elde edilmesi sürecidir... her insanın bir görüş, bir düşünce oluşturabilmesi için bilgi elde etmesi, bilgiye ulaşması sökonusudur.. Aynı bilgiye ulaşamamış insanlar aynı düşünceye sahip olamazlar bu yüzden... aynı bilgiye sahip olsalar da bazen de aynı bilgiyi aynı şekilde yorumlayamazlar... bu durum da da aynı görüşe-kabule ulaşamazlar... Sayın Maraba, İnsanın ulaştığı bilgileri yorumlaması ve kabulü ve ya reddi, tamamen o insanın inisiyatifindedir... Bu insiyatifin kullanılması ile ''Taraf'' olunmuştur... Ama Objektif olmak durumu taraf olmak durumundan çok daha önemlidir... Çünkü bilgiye ulaşmak ve onu yorumlamak, anlamak için gösterilecek çaba objektif olmayı gerekli kılar... Zira objektif davranabildiğiniz ölçüde bu bilgi sizi ya doğanız gereği eğilimli olduğunuz hakikate ve doğruya götürecektir, ya da yanlışlara ve karanlıklara götürecektir.... Mahkemedeki bir hakimi düşünün, onun tarafı bellidir; Hukuk.... Kararını önüne konacak delillere ve şahitlere göre verecektir... Onu doğru bir karara götürecek olan inandığı tarafına olan sadakati (Hukuk) ve önüne konan kanıt ve şahitlere objektif yaklaşması olacaktır..Selam ile...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.