Zıplanacak içerik

Muallim-i Âli

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Muallim-i Âli tarafından postalanan herşey

  1. Bu mesajın ardındaki fikrin nedir bilmiyorum ama buraya kadar ki düşüncelerinde haklısın..Gösteriş için islama uymaya çalışmaları tuhaf doğrusu,oysa niyet Allah rızası için olmalıydı...
  2. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Peki bu soruyu sormadan önce besmele çekerek kesilen kurban etiyle , besmele çekilmeden kesilen kurban etini incelemeye almaya denediniz mi ? (Aslında bu soruyu hijyeni dert eden mübarek kardeşlerimizde araştırmalı...Bilim araştırmadan iş yapmaz.Bilimi savunan kardeşler araştırmıyor mu bunu acaba...(sanmayın ki biz toptan reddediyoruz. dine aykırı olmayan her üretimi desteklediğimizi bilin...atom bombası gibi insanlığı yok etme amaçlı bir şeyi destekliyeceğinizi düşünmüyorum tabi insanlıktan bahseden bilimi takip eden kardeşlerin...) ) İşin dini yönünü laboratuvar ortamında da ispatlayacak delil bulunca hala bu soruyu sormakta devam edebilecek misin merak ediyorum.İncelemeye almadıysanız araştırın bir şeyler bulacaksınız eminim...
  3. Peki siz Kuranın Allah sözü olmadığını hangi delillerle ispatlıyorsunuz ? Görmediğimiz bir Allah demeniz doğaldır. Ya Allahı görememe sebebimiz imtihan olmasına bir delilse !.. Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşa­cak. Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev?iyle konuşacaktır Madem insan nev?iyle konuşacak; elbette insanlar içinde kàbil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş (bkz. Mirac-ı Nebevi); ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. (Mektubat - sy. 131) Elbet bu konuya(Kur'an'ın Allah sözü olup olmadığı konusuna) biraz daha geniş kapsamlı değincem inşallah....Boş vaktim dahilinde...
  4. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Kurbanı kesen kişinin besmele çekmesi gerekir..Besmele çekip çekmediğini nerden bileceğiz. Bizi kandırabilir...Hazır kesilmiş diyoırsun. Onlar işin ticaretini yapanlar oluyor. Biz kendi rızamızla veriyoruz. Komşuyla ticaret yapmıyoruz. Yapanların bizimle alakası olduğunu da çıkarmanız da saçmalık olur. Kimin kurban kesip kesmediğini çevresiyle irtibatını koparmayan komşuseverler bilir. Söz meclisten dışarı : "Ayıya ensen niçin kalın".. diye sormuşlar O da ; "Kendi işimini kendim yaparım demiş"
  5. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Din zaman koşullarına uyumlu ama uymayanları suçla sen ,uyum sağlayanları değil... İşini en iyi şekilde yapanları da genellemeye katarak suçlaman haksızlık. Aş evlerine ne gerek var. Komşuluk bağları neden biraz daha kuvvetlenmesin. Hem öyle sırf et yedirmek için bir yerde toplamak bir nevi rencide etmektir.Oruç değil, Millet açta açıkta değil. Bayram bayram. Ne demek istiyorsun yani dilenci gibi görerek...Kesersin kurban etini komşuluk görevini yerine getirerek dağıtırsın. Hemde komşun et istemeden veriyorsun. Rencide olmuyor. Tabi kibirlenerek eti dağıtanlar varsa onlar başka. Onların islamda yeri bile yok. Bir tek kelime birlik olmak için yetiyor bak. Gelenek bağlılı değil. Dini görevimiz. Maddi imkanı yeten müslümanın kurban kesmesi gerekir. Vaciptir. Bir kimseye kurban kesmenin vâcib olması için, şu şartların bulunması gerekir: 1 - Müslüman olmak. 2 - Hür olmak. 3 - Mukîm olmak. Seferî (yolcu) olmamak. 4 - Fıtır sadakasını(Ramazan bayramı sadakasını) vâcib kılan maddi durum yeterliliğine sâhip olmak.
  6. Cennette haram helal diye ayrıma gidileceğine dair bilgiyi de mi bizden öğrendin. İlginç..Kaldı ki kuranda cennette şunlar haramdır şunlar helaldir diye bir ayet mi buldun da bize söylemiyorsun he !
  7. Konuya Allahın açısından bakmaya çalışmak...ilginç. Oysa konuyu insanın imkanlarına göre yorumlaman gerekirdi. Niye bir hanım kocasıyla yalnız kalamaz, melekler her anını kayda mı alıyor yoksa Bilmediğin yer hakkında bilgileri hangi kaynaktan öğreniyorsun yahu hem de hüküm vermiş bak bak haram diyor. Haramı helalı da biliyorsun demek.
  8. Evli kişiler birbirlerine tepeden tırnağa helaldirler dolayısıyla hanım kocasına karşı istediği gibi giyinebilir buna izin verilmiştir, örtünme mahreme karşı vardır. Tabi siz önemli bir yerden önemli bir istekte bulunacakken onların karşılarına çırıl çıplak çıkamazsınız herhalde, saygıdan dolayı kılık kıyafetinize dikkat edersiniz değil mi ? He şimdi müslüman hanımlarda Allahın karşısında Ona karşı gösterdiği saygının neticesidir bir nevi o örtünme ; hem mahreme karşı örtünme farz olması cihetiyle islami hükümlere uymanın neticesidir.Tekrar vurguluyorum; evli kişiler birbirlerine tepeden tırnağa helaldirler, hanım kocasına karşı istediği gibi giyinebilir. Ayrıca örtünmeyenin abdestinin bozulacağını hangi kurallara göre söylüyorsunuz ? Abdesti bozan durumları bilmiyorsanız, öğrenebilirsiniz.
  9. Sayın hoppa mesajımda kesretten kinaye diye bir ifade geçti gördüğünüz üzere.. Yani düz mantıkla 18 bin anlamıycaksınız.Arap kültüründe kesretten kinaye meselesi çok yapılır ...Bazı alimler her insanın bir âlem olduğunu söylemiş , eee ne oldu şimdi 6 milyar âlem Âlem diyince siz sadece görünenleri sayabilirsiniz, bakın yukardaki âlem kelimelerine bütünü ifade eder çoğu...Genelleme yapar. 18 bin Âlem diyince yukarıdaki âlem gruplamasındaki tüm hepsine girenler kabul edilir.
  10. Kelime karışıklığı var sanırım, şöyle ki : Alem kelimesinden kastınız hangi kelime : ÂLEM - A'LEM - ALEM Tabi 18 bin âlemdir bahsi geçen mevzu. 18 binden kasıt ise suheyla'nın dediği gibidir. Yani kesretten kinayedir bu sayı. Çokluğu belirtmek için kullanılır. Kesret çokluktur.Kesretten kinaye, yüksek rakamsal değerlerle ifadeye güç kazandırmak için kullanılır. Bir de âlemin sayısının 18 bin olduğunu söyleyenler olmuştur. Bu belli bir dönemde bazı kişilerin sayarak söylemiş oldukları bir şey olabilir. Hatta bundan daha öte sadece insanda 18 bin âlem olduğu söylenebilir. Esasen yorumların ne Kitap'ta ne de Sünnet'te yeri olmadığından bunların hepsine 'kesretten kinaye' denebilir. -------------------------------------------- ÂLEM: Bütün cihan. Kâinat. Dünya. Her şey. Cemaat. Halk. Cemiyet. Dehr. Hususi hal ve keyfiyet. Bir güneş ile ona tâbi olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği dâire. (Cenab-ı Haktan gayrı mahlukata Âlem denmesi, mucidi olan Zât-ı Ecelle ve A'lâ Hazretlerini bilmeğe delâlette vesile olduğuna mebnidir. L.R.)(Semâvatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlukat, birer âlemdir. Hatta her bir insan dahi küçük bir âlemdir.( $) tâbiri ise, "Doğrudan doğruya, her âlem, Cenâb-ı Hakkın rububiyyeti ile idâre ve terbiye ve tedbir edilir" demektir. M.) A'LEM: Daha iyi bilen. En iyi bilen. Yarık dudaklı. Alâmetli, belirtili. ALEM: Bayrak. Nişan, işâret. Özel isim. Mc:Yüksek dağ. Büyük âlim. Üst dudakta olan yarık. -------------------------------------------- Yani insanlar - hayvanlar - bitkiler vs. şeklinde değil de , âlem kelimesini gruplandırabiliriz şöyle ki : ÂLEM-İ ASGAR: Daha küçük âlem. En küçük âlem. * İnsan. (Nasıl ki insanın anasırları, Kâinatın unsurlarından; ve kemikleri; taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından, ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, Arz'ın çeşmelerinden ve mâdeni sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu, âlem-i ervahtan; ve hafızaları, levh-i mahfuzdan; ve kuvve-i hayaliyeleri, âlem-i misalden.. ve hakeza.. her bir cihazı bir âlemden haber veriyorlar. Ve onların vücudlarına kat'i şehadet ederler. L.) ÂLEM-İ BERZAH: Berzah âlemi. Kabir âlemi. (Bak: Kabr)(Âlem-i ziyâ, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehriba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz, müsâdemesiz küçük bir yerde içtimâ ederler. M.N.)(Nass-ı Kur'anla, şühedânın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar... Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar... Kemâl-i saâdetle mütelezziz oluyorlar.. Ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasılki, iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Âlem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öye farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'îdir. Hatta Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza (R.A.), mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.. ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. M.) ÂLEM-İ CEBERUT: Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır). ÂLEM-İ EKBER: En büyük âlem. Kâinat.(Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misâl-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delâilini gösteriyorlar. Evet, kâinattaki san'at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır. O daire-i kübrâdaki san'at, Sâni-i Vâhid'e şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebini san'at dahi, yine O Sâni'a işaret eder, vahdetini gösterir. M.) ÂLEM-İ EMİR: Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.(Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissi olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emri, vücud-u harici giyse idi o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı zerre gibi bir çekirdeğinde ölmiyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emri kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insani, değil yalnız bekâ ile, belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'anın nassıyla $ ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki; kudret-i ezeliyye, ona vücud-u harici giydirmiş. Demek, nasıl ki, sıfat-ı irâdeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekâya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, lâyıktır. Çünki zivücuttur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha ulvidir. Çünki zişuurdur. Hem onlardan daha daimidir, daha kıymettardır. Çünki zihayattır. S.)(Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebayin olan bir çoklukta tasarruf eden bir zatın, o çokluğun herbirisiyle bizzat mübaşeret ve mualecesi lâzım değildir. Evet asker neferatı arasında bir kumandanın tasarrufatı, tanzimatı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri ve işleri, neferata havale edilirse, her bir neferin bizzat mübaşeret ve hizmetiyle veya herbir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır. Binâenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzat mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi. M.N.) ÂLEM-İ ERVAH: Ruhlar âlemi. Ruhların ve ruhanîlerin bulunduğu âlem. (Bak: Ruhaniyat) ÂLEM-İ ESBAB: Sebepler âlemi. Her şeyin bir sebebe dayanarak olduğu âlem. Bu dünya. ÂLEM-İ FÂNİ: Gelip geçici âlem, dünya. ÂLEM-İ GAYB: Zâhir duygularımızla bilinemeyen ve ervah ve meleklere, cinlere mahsus olan âlem. Mâzi ve müstakbeldeki mahlukatın mânevi hayatlarının âlemi.(Her şeyin bâtını zâhirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi; hayatça daha kavi, şuurca daha tamdır. Ve zâhirde görünen hayat, şuur, kemâl vesaire ancak bâtından zâhire süzülen zaif bir tereşşuhdur. Yoksa bâtın câmid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimâl yoktur. Evet karnın "miden", evinden; cildin, gömleğinden; ve kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakş ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binâenaleyh, âlem-i melekut, âlem-i şehâdetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir. Maalesef nefs-i emmare, hevâ-i nefs ile baktığı için zâhiri hayatlı, ünsiyetli bir perde gibi meyyit ve zulmetli ve vahşetli zannettiği bâtın üstüne serilmiş olduğunu görüyor. M.N.) ÂLEM-İ HÂB: Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de kullanılır. ÂLEM-İ İSLÂM: İslâm dünyası. İslâm milletleri. (Ey âlem-i İslâm, uyan! Kur'ana sarıl! İslâmiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol! Ve ey Kur'ana bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ana yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i manevîsi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeğe çalış. Lisanın, Kur'anın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin; lisan-ı hâlin ile de Kur'anı oku. O zaman sen dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun! Ey asırlardan beri Kur'anın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlâdı ve torunları! Uyanınız, âlem-i İslâmın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, kat'iyyen akıl kârı değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş kardeş olmak için Kur'anın ve İmanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakiki medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyyeye sarılmak ve onu, hâl ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır. T.H.) ÂLEM-İ KEVN: Varlık âlemi. Kâinat. ÂLEM-İ KEVN Ü FESAD: Cismani âlem. Bir taraftan vücuda gelip, diğer taraftan da harab olan fâni âlem. ÂLEM-İ MA'NA: Mâna âlemi, bazı ehline münkeşif olan âlem, mânen anlaşılan ve bilinen âlem. ÂLEM-İ MELEKUT: Melekut âlemi. (Bak: Melekût) ÂLEM-İ MENÂM: Uyku âlemi, rüya âlemi. ÂLEM-İ MİSÂL: Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i. (L.R.)(Gördüm ki: Âlem-i misâl, nihâyetsiz fotoğraflar ve her bir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmıyarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviyye ve fâniyatın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedi temâşâgâhlarda ve Cennette Saadet-i ebediyye ashâblarına dünya macerâlarını ve eski hâtıralarını levhaları ile gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim. S.) (Bak: Âlem-i hâb ) ÂLEM-İ NÂSUT: İnsanlar âlemi ve dünya hayatı. Mahlukiyet. Âlem-i Lâhut'un zıddı. ÂLEM-İ SABAVET: Çocukluk dünyası. ÂLEM-İ SİYASET: Siyâset dünyası, siyaset âlemi. ÂLEM-İ SÜFLÎ: Süflilerin âlemi. Dünyâ âlemi. Âlem-i şehadet, âlem-i nâsut. (Bak: Nâsut)(Şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azim bir şecere mânasında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflinin: Anasır, dalları; nebatat ve eşcar, yaprakları; hayvanat, çiçekleri; insan, meyveleri hükmünde görünür. Sâni-i zülcelâl'in, ağaçlar hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı ism-i Hakîm'dir. S.) ÂLEM-İ ŞAHADET: Şahâdet âlemi. Bu dünya. Cenâb-ı Hakkın âyetlerine ve emirlerine imân edenlerin, hakka, hakikate şahadette bulundukları ve Allah'a itaat ve ibadetle mükellef oldukları dünya âlemi.(Âlem-i şahadet, avâlim-i guyub üstünde tenteneli bir perdedir. M.) ÂLEM-İ ŞUHUD: Bilip keşfedilen, görür gibi bilinen âlem. Görünen âlem. Dünya. Kâinat. ÂLEM-İ TEKVİN: Devamlı değişen. Vücud ve hudus âlemi. ÂLEM-İ ULVÎ: Ulvi âlem, ruhlar âlemi. ÂLEM-İ ZUHUR: Görünen âlem, şahâdet âlemi, şu anda içinde yaşadığımız âlem. ALEM-İ ZÂTÎ: Zata âit isim, zatına âit işâret, zâtına mahsus alâmet, delil.(Evet, Zât-ı Akdes'in alem-i zâtîsi ve en âzamî ismi olan Lafzullahtan sonra en âzam ismi olan Rahman, rızka bakar. Ve rızıktaki şükür ile ona yetişilir. Hem Rahman'ın en zâhir mânası, Rezzak'tır. M.)
  11. Ahkâf Sûresi 29 - Hani Kur'an'ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun huzuruna gelince birbirlerine, "Susun!" dediler. Kur'an'ın okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler. En?âm Sûresi 128 - Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: ?Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.? ...
  12. Öncelikle bilgiler için teşekkürler.(Birkaç ayrıntı eksik olsa da...) Yok artık daha neler...Sormadan nasıl öğrenecek. Hem de soranı hoş karşılamamak hakikaten ilginç. Kanaatimce inananların bile sorması gayet doğaldır. Tamam inanan kişi kalben tatmin olur kur'an'dan fakat aklı tatmin etmezsen şüpheye düşürecek sorulara karşı önlem alınmamış olunur. Bilgi çağındayız; akıl ve kalp - ikisi birden tatmin olmalı. İnanmayan birisi Cinler var mıdır? diye sorduğunda bizim (bence) anlamamız gereken Cinlerin varlılığına delilin nedir? diye anlamalıyız soruyu bence. İnanan birinin Allah var mıdır? tarzında bir soru yerine 2. aşama olan Allahın bizden ne istediği sorusu olur. İnanmayan biri Allah var mıdır? diye sorduğunda normal karşılanmalı.Fakat bunun yerine soru şöyle sorulsa daha mantıklı olurdu : Neden Allah vardır ? Çünkü Allah'ın hangi ve ne türlü sebeplerden dolayı var olması gerektiğini öğrenmek isteyen böyle sorar. Arkadaşımız bir bakıma haklı(Bir ayrıntıyı atlayarak alıntılamışsınız, inançlı bir insanın diye ibare geçiyor cümlede )...
  13. Bence islamdaki adalet kavramını islamı yaşıyor zannettiğiniz devletlere bakarak anlamaya/yorumlamaya çalışıyorsunuz gibi geliyor.
  14. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Dünyası
    Yaratılışı inkardan kastımın 2 nedeni vardı onlardan birisi ilk anladığınız mana(onu anlamış görünüyorsunuz,geçiyorum ilk nedeni), ikincisi ise şu idi : Araştırma merakı olan herkes doğal olarak ilk insanın nasıl oluştuğunu merak eder ve araştırır. Önünde iki seçenek var şu an : Evrim Teorisi ve Allah'ın Yaratması(Mukaddes Kitaba İnanlar Açısından), Başka seçenek olarak Hiçbiri Yada Kendine kendine seçenekleri kalıyor gibi geliyor bana. Gerçi Darwin'den öncekiler nasıl açıklamalar getirdiler, onları da merak ediyorum. (yanlışsam düzeltin) Bilim İlk insanın oluşumu, dünya ve diğer gezenler vs. oluşumu gibi kritik konularda sanırım hep teoride kalmış. (belki delil ve şu an ki elde olan bilgi yetersizliğinden, ek olarak bilim adamlarının özelliklerinden biri olan pozitivist olma görüşüyle metafiziği reddetmesi gerçeği (dolayısıyla metafizik varlık varsa bile onu hiç araştırmamak gibi bir durum oluyor) ) ? Yukarıdaki kırmızı renkli cümlelerden yola çıkarsak bir bağlama yapabiliriz. -------------------- Bizim inancımıza göre kuranda şöyle bir ayet geçiyor. Nahl Suresi, 68. ayet : Rabbin balarısına ilhâm etti... Biz inananlar anlıyoruz ki bu ayetten....Balarası sonuçta bir hayvandır, ayette "ilham etti" hitabıyla hayvanlara yeteneklerini öğretenin Allah olduğunu vurguluyor. -------------------- Merak ettiğim nokta; Arı doğar doğmaz bal yapmayı biliyor.Bu noktada hemfikiriz.Bunu evrim sırasında nasıl kazanıyor ? Evrim bunu nasıl yorumluyor/izah ediyor? derken sizin cevabınız geliyor direk : Evet giriş yapın bakalım şu konuya....: bilincimiz nasıl gelişti, beynimizin evrimi..?... Sırf mücadele için bile olsa bunları öğrenmeliyim. Rakibimin nasıl düşündüğünü bilmeliyim tabi
  15. Eğlence mi arıyorsun, al sana eğlence .......................Eğer "9" canlı olsaydın bile ...................En fazla "8" kez kaçabilirdin ölümden .....................Bil ki "7" divele sultan olsan dahi ......................Yerin "6" mekan olacak sana ...................En fazla "5" metre kumaş götürebileceksin ...............Kapatacaksın "4" açsanda gözünü ...................Bu dünya "3" günlük dünya ...........Azrailin yanında "2" kat olup yalvarsanda nafile ......................Elbet "1" gün öleceksin ........İşte o zaman herşey "0" dan başlayacak... Çünkü ÖLÜM bir yok oluş değil, YENİDEN DOĞUŞTUR...! ! ! !
  16. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Dünyası
    Yaratılışı inkar için bilimin tutunacağı dallardan biride evrim midir acaba... Sözde ayetlerde mantık arar bazıları fakat maymundan(yani hayvandan-hakaret için söylemiyorum !) insan olmasını mantıklı buluyorlar. Kaldıki neden maymundan insana geçiş ? Sadece bedeni en çok insana uyan hayvan o olduğu için mi ? Her hayvanın bir yeteneği var dimi ? Peki bu yeteneği doğuştan almadığını nasıl ispatlarsınız ? Mesela köpek havlamayı doğuştan bilir, arı doğar doğmaz tüm hayat şartlarını bilir bal yapmasını bilir. Yani diyorum ki her hayvan türü kendi hayat şartları için gerekli organ, yeteneklerle donatılmış ve bir amaç için yaratılmıştır. Yani amaçtan kasıt doğar doğmaz yeteneklerine uygun olarak bilgiyi otomatik öğrenmiş gibi bir durum. Mesela ineğin süt vermesi, arının bal yapması....İnek süt yapmayı nerden öğrenmiştir dediğimizde sorumuz cevapsız olmamalı, mantıklı bir açıklama getirilebilmelidir. Şimdi sayın yersoy şekil itibariyle hadi kabul ettik diyelim; insandaki duygularda sonsuzluk isteği, sonsuz yaşam isteği, doldurulmasını bırak tahmin etmeyi hayal bile edilemeyecek bir beyin kapasitesi, ,aynı zamanda yeteneği varsa kişinin herhangi bir müziği kendi organlarıyla yapabilmesi, vs. vs. say say bitmez bunca özellik maymundan insana geçişte nasıl gerçekleşti. Mantıklı bir açıklama istiyorum. (bilimsel olsun) Ya bu evrim bunları atlayarak mı anlatıyor maymundan insana geçişi ? Yoksa bunları düşünmek hiç aklınıza gelmiyor mu ?
  17. Ahzab suresi, 53. Ayet Tefsiri - (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır) "Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe peygamberin evine girmeyin..." Ümmetin Peygamber ile ilgili durumu iki şekildedir: Birisi Peygamberle başbaşa olduğu durumdur. O zaman vacip olan onun rahatsız etmemektir. İşte bu sûrenin 53. âyeti olan "Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemeğe çağrılmaksızın vakitli-vakitsiz girmeyin" emri ile bu, beyan buyuruluyor. İkincisi ise Peygamber (s.a.v.) insanların arasında bulunduğu esnadadır. O zaman vacip olan da ona hürmet göstermektir. Yine bu sûrenin 56. âyeti" olan "Ey iman edenler! Siz de ona salat ve selam getirin" ayetiyle de bu beyan buyruluyor. Nur Sûresi'nde de "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin alıp sahiplerine selam vermeden girmeyin." (Nur, 24/27) buyurulmuş, kendi evlerinizden başka evlere sahiplerinden izin almaksızın girmeyiniz diye yasaklama getirilmişti. Bu hüküm genel nitelikli olduğu için, elbette Peygamberin evlerini dahi kapsıyordu. Fakat "Peygamber müminlere canlarından ileridir. Onun eşleri de müminlerin anneleridir." (Ahzab, 33/6) buyurulmakla, Peygamberin müminlere canlarından daha ileri ve hanımlarının onların anneleri olması, müminlerin Resulullahı'ın evine kendi evleri gibi izin almaksızın girebilmelerine caizlik verecek zannedilebilirdi. İşte bu ayet hem böyle bir zanna yer olmadığını anlatıyor, hem bu vesileyle Resulullah'ın eşlerine "hicab"ı (tesettürü) emrediyor, hem de müminlerin anneleri olmalarının mânâsını açıklıyor. Âyetten anlaşıldığına ve İbnü Abbas'tan rivayet olunduğuna göre, birtakım kimselere zaman zaman Resulullah'ın evinde yemek yediriliyordu. Bunlar bazen, yemekten önce yetişinceye kadar bekliyorlar, yemekten sonra da hemen çıkıp gitmiyorlar, Resulullah (s.a.v.) sıkılıyordu, bu ayet nazil oldu. Hz. Zeyneb ile evlendiği zaman yapılan düğün yemeğinde nazil olduğu da Buharî, Tirmizî ve başka kitaplarda Hz. Enes'ten rivayet olunmuştur. Sizin için yemeğe izin verilmedikçe, denilmeyip denilmesi, izin kelimesinin içine davet manasını da yüklemek içindir. Beydâvî'nin ifadesine göre bu mânâ yüklemenin sebebi de, izin verilse bile yemeğe çağrılmadan varmanın güzel olmayacağına işaret etmek içindir. Yemek zamanına bakmaksızın veya yemeğin olmasını gözetmeksizin veya gözetmemek üzere girmeyin. İNÂ, bir şeyin zamanı gelip çatmak, yahut bir şey kemaline erip yetişmek mânâlarına gelir. Burada ikisiyle de tefsir edilmiştir. Bu "bakmaksızın" kaydı "Girmeyiniz" fiilinin fâilinden haldir. Yani zamanı gözetmemeniz, beklememeniz üzere, size yemeğe izin verilmedikçe girmeyin. Fakat çağrıldığınız zaman da girin. Zamanından önce de olsa girin. Fakat yemeği yediğiniz zaman da hemen dağılın. Hiç durmayın. Söz dinlemek veya sohbet etmek üzere izin verilmedikçe girmeyin. Bu da üzerine atfedilmiştir. Bizim anlayışımıza göre, bu kaydın yararı, yemekten başka maksatlar için de izinsiz girmenin yasaklığını genellemektir. Çünkü o izinsiz, zamansız giriş ve duruş Peygambere eziyet veriyordu. Evini daraltıyor, ev halkını sıkıyordu; fakat sizden utanıyor, girmeyin çıkın demekten sıkılıyordu. Halbuki Allah gerçeği söylemekten çekinmez, sıkılmaz. Yani Nûr Sûresi âyeti gereği, başkasının evine izinsiz girenlerin ve ihtiyaçtan fazla duranları çıkarılması bir haktır. O halde Allah'ın söylediği gibi söylemekten sıkılmamak gerekir. Şayet size "Geri dönün' denilirse dönüp gidin. Bu sizin için daha temizdir." (Nûr, 24/28) İzin ile girdiğinizde de kadınlara bir meta, gerekli bir şey soracağınız veya isteyeceğiniz zaman artık onlara bir "hicab", yani görülmelerine engel bir perde, bir siper arkasından sorun. Bundan böyle "harem", farz kılınmışıtır ki, o zamana kadar Araplar da adet değildi. Öyle yapmanız, izinsiz girmemek, çabuk dağılmak, hareme soracağınızı perde arkasından sormak hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha fazla temizliktir. Şeytanî düşüncelerden, vesveselerden uzaklaşırsanız, hem kadınların, hem erkeklerin iffet ve ismet hisleri daha fazla yükselir, edeb, nezihlik, takva, hürmet gösterme artar. Hem Resulullah'ı üzmeniz, incitmeniz sizin için doğru ve caiz olamaz. Ona hak ve yetkiniz olmadığı gibi, size yaraşmaz ve hakkınızda iyi olmaz. Onun için onu incitmesi düşünülen durumların ve hareketlerin hepsinden sakınmalı hiçbirini caiz görmemelisiniz. Onun arkasından, yani vefatından sonra hanımlarını nikahlamanız asla olamaz. İşte onların müminlerin anneleri olmalarının asıl mânâsı budur. Öz anneler gibi nikahlarının ebediyen caiz olmamasıdır. Çünkü o günah, Peygamberi üzmek, buna dahil olmak üzere o vefat ettikten sonra hanımları ile nikahlanmak günahı Allah katında çok büyük bulunuyor. Peygambere kasten eziyet etmek inkâr olduğu gibi, hanımları ile nikahlanmayı, helal saymak da öyledir. Resulullah, vefatında da Allah katında öyle muazzam ve öyle saygı gösterilmesi vacip olandır.
  18. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Kur'an'ı sıradan bir kitap gibi okuyan birisi acaba yazdıklarına uydurma diyip geçicek mi her zamanki gibi, Orada 6 gün diyor kardeşim ne evresi
  19. Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır... (Nisâ Suresi, 78) En?âm Sûresi, 61 O, kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler. Âl-i İmrân Sûresi, 145 Hiçbir kimse Allah?ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız. İyi de ölümsüzlüğe çare değil ki bu.(Kaldı ki bu sözü söylemekle ölüme çare aramıyorum.) Hiçbir kimse Allah?ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. ayetinin sırrıyla sadece (Allahın izni dahilinde) ömrü eceli gelmediyse uzatmak olarak yorumlanabilir. Hem beyin nakli ile neyi kastediyorsunuz ? Başkasının beyni seni sen olmaktan çıkarmaz mı ? Yani onun beynini kullancaksın sanırım ? Doğal olarak kendi bildiğin her şey beyin nakliyle gümbürtüye gidecek gibi görünüyor...Tabi akıl hastası birinde neden kullanılmasın bu yöntem gibi de düşünmüyor değil insan.Madem amaç insanlığa hizmet bence öyle bir şey olabilirse de bu alanda kullanılmalı diye düşünüyorum...
  20. Hz. Meryem hiç bir insanla ilişkiye girmeden doğurduğu Hz. İsa için kötü düşüncelere sahip olanlara Hz. İsaya sorun dememişmiydi..Beşikteyken konuşan bebek elbette akıl arama işi yapanlara bir tokat vurmuş olsa gerek. Ayrıca Allah'ın oğluyum diyen O değil;uydurukçu ekibidir.
  21. Saygıdeğer efendi Allah mesajını; cep telefonuyla mı yollasın yoksa e-mail adresine mi ? Aranıza girmeyeyim pardon ama bir açık adres vermediğiniz kalmış Ama haksızlık etmiyormusun 1400 yıl önce bunlar yoktu, her kesime aynı anda hitap edecek,her kesim aynı anda faydalanabilecek...Her daim bir rehber olarak kullanabilecek. Tabi herkesin hafızası aynı sağlamlıkta olmayabiliyor. Her an unuttuğunda gözünün önüne olabilecek bir kaynak aramaz mı.... Kaçınılmaz sonuç olarak da verdiğiniz örnek gibi özel davetiye vahy isteyen insanların hepsinin birden kendini seçilmiş olarak tebliğ etmesi. Kıskançlık vs. sebepler say; herkesin birbirine düşman olmasına sebep olmazmıydı....Birbirlerini öldürmek için yarışan insanlar topluluğu olmaz mıydı örneğinize göre....
  22. Evet akıl hastası olduğunu doktorlar bu raporuyla gayet güzel ifade etmişler : "Eğer Bediüzzaman'da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur." Ey akıl sahipleri diye boşuna hitap ediyor diyorsun yanii...Kalbi adres veriyor ya o bakımdan...Ne kadar az düşünüyorsunuz diye de boşuna hitap ediyor desene...Ne kadar az kan pompalıyorsunuz dese neyse seni anlardık
  23. Bunu yazan hadisi yanlış anlayanlar grubundan olsa gerek. Hadis tam olarak şöyle : "Dünya, öküz ve balığın üzerindedir." (Hâkim, el-Müstedrek: 4:636; el-Münzirî, et-Terğib ve?t-Terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu?z-Zevâid: 8:131.) Hz. Muhammed'in anlatmak istediği: On dört asır önce, Hz. Muhammed ve Sahabelerinin yaşadığı asırda en önemli iki geçim kaynağı çiftçilikle avcılıktı. Bu şimdi de kısmen böyledir. Ziraatın sembolü öküz, avcılığın sembolü ise balıktır. İşte, Peygamberimiz "Dünya öküzle balığın üstündedir," hadisiyle bu hakikate parmak basmış, insanların geçiminde en mühim iki kaynağı gayet beliğ bir tarzda ifade etmiştir. Melek meselesi ise : Allah yarattığı her mahluk için bir melaike vazifelendirmektedir. Bunlara "Müekkel Melekler" diyoruz. Dünyanın da iki tane müekkel melaikesi vardır ki, bunların isimleri "Sevr" ve "Hut"tur. Yani "Öküz" ve "Balık"
  24. Allah korkusundan ne anlıyorsunuz... Bize Allah'tan kork! dediklerinde Allah'a karşı gelmekten kork, Ondan uzak olmaktan kork manasında algılıyoruz genel olarak.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.