Zıplanacak içerik

Muallim-i Âli

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Muallim-i Âli tarafından postalanan herşey

  1. İmanın şartlarına bakarsak ilk şart Allaha imandır,Sonra Meleklere iman,Sonra Kitaplara iman ve daha sonra Peygamberlere iman ... Peygambere iman için önünde 3 aşama var henüz. Gerçekten tartışmak bu noktada anlamsız bence.
  2. Hollandalı psikolog Vander Hoven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin sırrını bulduğunu açıkladı. Prof. Hoven'in hastalar üzerindeki araştırmasının sonucu ise şöyle... Hollandalı bir psikolog olan Vander Hoven Kur’an okumanın ve ALLAH kelimesini tekrar etmenin hastalar ve sağlıklı insanlar üzerindeki etkilerini bulduğunu açıkladı. Hollandalı profesör üç yıldan beri bir çok hasta üzerinde araştırma ve çalışmasını yaparak yeni buluşuna ulaştığını söyledi. Hastalarından bazılarının Müslüman olmadığını, bazılarının da Arapça bilmediğini belirten Hoven hastalarına ALLAH kelimesini öğrettiğini söyledi. Alınan sonucun çok mükemmel olduğunu, özellikle depresyon ve tansiyon hastalarında çok daha iyi sonuçlar verdiğini belirtti. Profesör Haven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin psikolojik hastaların üzerindeki etkilerini açıkladı. -ALLAH kelimesinin ilk harfi olan –A- harfi solunum sisteminden direk çıkıyor ve nefes almayı düzenliyor. - Damaktan söylenen –L- harfi ise, (Arapçada çıkarıldığı şekilde) dil hafifçe damağın üst kısmına dokunuyor ve çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlem tekrarlanıyor.(İki –L- harfi olduğu için) Bu işlem nefes alıp vermeyi rahatlatıyor - Son harf olan –H- harfi çıkartılırken akciğer ve kalp arasında bir ilişki oluşuyor ve işlem sonucunda kalp atışları düzeliyor. Bu araştırmayı yapan Hollandalı profesör Müslüman değil, fakat İslam ilimlerine ilgi duyan ve Kur’an-ı Kerim’in sırlarını araştıran bir psikolog. kaynak : www.newstime7.com/haber/20070630/Vander-Hoven---The-Power-of-Allah.php
  3. "Allah'tan korkmak ne anlama geliyor? Allah korkulacak bir varlık mıdır? İnsanlar kızınca 'Neden Allah'tan kork!' diyorlar?" Allah'ı sevmek ne kadar güzelse, Allah'tan korkmak da o kadar güzel ve anlamlıdır. Bu anlamda Allah'tan korkmak, Allah'ı sevmenin bir başka ifadesidir. Eğer beş yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sorulsaydı, "En lezzetli ve en tatlı anın nedir?" denilseydi. Belki şöyle diyecekti "Acizliğimi ve zayıflığımı anlayıp annemin tatlı tokadından korkarak yine annemin şefkatli kucağına sığındığım haldir." Bunun için insanı şefkat kucağına, rahmet ocağına atan korku güzeldir, tatlıdır ve şirindir. Bu korkunun adı korku değil, şefkate atılmak, sevgiye sığınmaktır. Oysa bütün annelerin şefkati Allah'ın rahmetinin sadece küçük bir pırıltısıdır. Mesela, Allah'ın Rahîm ismi şefkatin, merhametin kaynağı, aslı ve esasıdır. Bu ismin annelerin kalbine yansımasıyla anneler birer şefkat ve merhamet kahramanı olmuşlar. Bu açıdan Allah'tan korkmak, O'nun rahmetinin şefkatine yol bulup sığınmaktır. Yani kendimizi Allah'ın şefkat güvenliği içinde görmektir. Yoksa Allah, korkulacak, ürkülecek bir varlık değildir. * * Allah'tan korkmanın diğer bir anlamı, O'na sonsuz bir saygı göstermektir. Kişiliği, ilmi, manevi yönü, taşımış olduğu makam, sahip olduğu mertebe ve konumu olan insanların huzurunda ve karşısında olduğumuzda içimizi sevinçle karışık bir ürperti ve korku sarar. Yüce Rabbimiz ise evrenin yaratıcısı ve sahibi, her şey O'nun emrinde ve idaresinde. Koca dünya, denizler, gökler, güneşler, aylar, yıldızlar, kudreti altında. En büyük varlıklar Onun emrinden çıkamaz, kaçamaz. Biz de O'nun bir kulu olarak büyüklüğü, azameti, izzeti ve yüceliği karşısında sevgi içinde bir ürperti ve korku duyarız. Bu korku bizi Ona yaklaştırır, Ona olan sevgimizin bir başka biçimde görüntüsü haline dönüşür. Allah'ın rahmetine sığınmanın sonunda bitmez tükenmez ebedi bir mutluluk olan Cennet vardır. Bunun yanında O'nu dinlemeyen, isyan eden, emirlerine karşı gelen, yasaklarını çiğneyen zalim insanlar için de Cehennem'i vardır, orada azabı ve gazabı vardır. Biz de kul olarak bir an gelip nefsimize uyup, şeytanın oyununa gelerek Allah'a karşı gelmekten, Onun azabına uğramaktan korkarız. * * Diğer yandan Allah'tan korkan bir insan, artık başka bir şeyden korkmaz. Çünkü her şey Allah'ın emri ve iradesi altındadır. O'nun bilgisi ve isteği dışında hiçbir şey olmaz. İnsan gerçek anlamda Allah'a bağlanırsa, diğer varlıklar, ne kadar tehlikeli ve ne kadar büyük olursa olsunlar bir zarar veremezler. Allah'tan korkmanın bir başka boyutu da şudur: Bizi yoktan var eden, sayıya gelmez nimetler veren, bizi her zaman koruyan ve himaye eden O'dur. Bundan dolayıdır ki, O'nun sevgisini kaybetmekten, O'na olan yakınlığımızın azalmasından, bağlılığımızın zayıflamasından korkar, endişe ederiz. Ayrıca bizi korkutan, zarar vermeye çalışan, başımıza bela olan, bize düşman kesilen varlıkların ve düşmanlarımızın hakkından da ancak O gelir. Böylece biz O'nun büyüklüğüne ve azametine sığınarak rahatlar ve huzur buluruz. Bunun içindir ki, "Allah'tan kork" şeklindeki bir ikaz, "Allah'a karşı gelmekten kork, O'ndan uzak kalmaktan kork" anlamına geliyor. Mehmed Paksu
  4. Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı Malûmdur ki bütün Peygamberlere, kendi zamanlarında revaçta ve gözde olan nesneler ile ilgili mu’cizeler verilmiştir. Meselâ cahiliyye asrında güzel söz söylemek ve şiir, en rağbette olan meta olduğu için, Peygamber Efendimize (asm.) o cihetten mu’cize gelmiştir. Fevkalâde beliğ olan Kur’an âyetleri inmeye başladığı vakit, şâirlerin şiirleri hükmünü kaybetmiş ve bu şâirlerden bir kısmı, imana gelmiştir. Hz. Mûsa (as.) zamanında sihir revaçta olduğundan, Mûsa’nın (as.) mu’cizesi, elindeki asâ ile sihirbazların sihirlerini yutması tarzında olmuştur. Hz. İsa (as.) zamanında da tıp ilmi revaçta olduğundan, en büyük mu’cizeleri o nev’iden olmuş, İsa (as.), Allah’ın izniyle ölüleri diriltmiştir. İşte yukarıda belirtilen Hz. İsa’nın (as.) mu’cizesine dair, Asrımız alimlerinden Bediüzzaman'ın Sözler isimli kitabında geçen aşağıdaki pasaj, bir hayli zihnimi meşgul etmişti. Mevzu şöyle belirtiliyordu: “Kur’an, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nasıl ahlâk-ı ulviyyesine ittibaa, beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânî’ye, remzen terğib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: “En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Me’yus olmayınız. Her dert, -ne olursa olsun- dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.” Acaba ölüme muvakkat hayat rengi nasıl verilebilirdi? Hemen hatırıma kalbin değiştirilmesi mes’elesi geldi. Acaba ölmek üzere olan şahsın kalbi değiştirilince hayatı biraz daha uzuyor ve eceli geciktiriliyor mu? Ancak son senelerde, bilhassa vücudun yabancı organı red mekanizması yüzünden başkasının kalbi alınıp, diğerine pek takılamıyor. Bu işin reklâmcıları gibi, biz de bir cihette ümitsizliğe düştük. Sonra, hâtırıma, kalbe yapılan masajlar geldi. Kardiyoloji dersi hocamız derste bir vak’ayı nakletmişti. Bir kalb hastası, doktorunu ziyaret ettikten sonra muayenehaneden çıkarken, tam o esnada kalbi sıkışır. Doktor gelir ve hiç bir uyuşturma muamelesi yapmadan, hastanın göğsünü yarar, kalbe masaj yapar ve hastanın kriz hali geçer. Hasta hâdiseden sonra epey bir müddet daha yaşar. Demek şahsın eceli dolmamış ki, Cenâb-ı Hak o anda doktoru onun yardımına koşturdu. Gene aynı hocamızın beyanına göre, bu tip masaj çok rizikolu ve her zaman da tatbiki imkânsız olduğundan vazgeçilmiş, daha pratik ve rizikosu az bir hâle düşünülmüştür. Onun için de, hasta sırt üstü sert bir yere yatırılacak; göğüs kafesine var gücüyle basılacak ve zemin ile göğüs kafesi arasında âdeta sıkışan kalb, kriz anında çalışmaya başlayacak. Bu bahsettiğimiz metod, hastanelerde ölmek üzere olan bazı hastalara, son bir ümit olarak yapılmaktadır. Kalb Ameliyatlarında, Kalbe Yapılan Masaj Açık kalb ameliyatları yapılırken, kalb âdeta durdurulmakta ve ana damarların bağlandığı başka bir cihaz, kalbin vazifesini üzerine almaktadır. Bu tip ameliyatlarda veya başka kalb ameliyatlarında kalpte âni bir durma hâsıl olsa, kalb elle sıkıştırılmakta, masaj yapılmakta, âdeta şahsın hayatiyeti muvakkaten kaybolup, tekrar gelmektedir. Bu mevzu ile alâkalı hâtıra gelebilecek diğer bir mes’ele de, kalbe takılan pil mevzuudur. Kalb, bazı hallerde tam blok diye adlandırılan hale girer. Kalbin çalışması, kendi başına değildir. Bir merkeze, yani sinir sistemine bağlıdır. Kalb, çalışmasını sağlayan uyarıcılara karşı âdeta lâkayt hale gelirse, kalbin durması mümkündür. İşte bu gibi hallerde, kalbe takılan pil bu ikaz vazifesini üzerine alır ve şahsın bir müddet daha hayatını devam ettirmesi ümid edilir. Pekâlâ, bütün bu mes’eleler, ecel birdir, tagayyür etmez hakikati ile bir zıtlık teşkil etmiyor mu? Bilâkis, bütün bu yardımlar, gene insanın belli olan eceline kadar yaşamasını te’min eden vasıtalardır. Zira aynı ameliye, bir hastayı ölüme götürüyor, bazısına da biraz daha yaşama fırsatı veriyor. Hastanede dipdiri dolaşan bir hasta akrabamın, daha iyi olurum ümidiyle yattığı ameliyat masasından kalkamadığını öğrendiğim vakit, şahsın mukadder olan eceline yetişmek için hastaneye gelmiş olduğunu anladım. Nice böyle hastalar vardır ki, “ecel birdir, tagayyür etmez” hakikatinin tecellisine mazhar olmuşlardır.
  5. (Kıyamet Suresi,4. âyet) Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter. (Kıyamet Suresi,4. âyet, elmalılı tefsiri) "Evet" bu bir tasdik (onaylama) edatıdır. Şu kadar var ki bu, "neam, (evet), lâ (hayır) gibi değil, olumsuzluğu isbat suretiyle tasdik ve onay ifade eder. Mesela, "daha gelmedi mi?" şeklinde sorulan olumsuz bir soruya "evet" yahut "hayır" ile cevap verilse, "evet gelmedi, hayır gelmedi" denilmiş gibi olduğu halde, aynı soruya "belâ" ile cevap verildiği zaman "evet geldi" denilmiş olur. Onun için biz "bel â" kelimesini fiili söylemeden yalnız olarak terceme edemiyoruz. Burada "toplayamayacağımızı mı sanıyor?" sözüne karşılık "belâ" denilmesi, "evet toplarız" demektir. "Gücü yeten kişiler olarak." Bu kelime metinde bulunmayan ve "toplarız" şeklinde takdir edilen fiilin (Failinin) hâl ve durumunu bildirir. Mânâsı: "Evet, biz onun kemiklerini öyle bir araya getirir, derler toplarız ki, parmaklarını bile eski düzgün hallerine getirmeye gücümüz yeterek yani sade o iri kemiklerini değil, vücudun e n ince oluşumuna varıncaya kadar hepsini, hatta gövdesinin, kol ve bacaklarının en ince uçları olan parmaklarını, uçlarındaki inceliklere varıncaya kadar tamamiyle düzeltmek şartıyla derleyip toplamaya gücümüz yeter. Parmak uçlarının yaratılışında bu suretle inceliğe işaret edilmiş olması zahirî (yüzeysel) ve basit bir şey değil, onların yaratılışında göründüğünden çok derin ve önemli incelikler bulunduğunu gösterir. Evvela insan en önemli işlerini elleriyle yapar, onun için el güç ve kudretin sembolü sayılır. "Şu iş onun elindedir", "elinden gelir", "eli dardır", "eli geniştir", "eli uzundur", "eli kısadır", "eli açıktır" ve "eli sıkıdır" gibi güç mânâsı ile ilgili olan ifadeler, ele nisbet edildiği kadar hiçbir uzva nisbet edilmemiştir denilebilir. S o nra elin bütün kıymeti ise parmaklardadır. El ile yapılan bütün işlerin parmakla ilgisi vardır. Onun için on parmağın diyeti, iki elin diyetine eşittir. "Filân işte onun parmağı var." sözü de parmağın etki ve güç alameti olduğunu anlatır. Parmakların bütün incelikleri de uçlarındadır. Parmaklarda ve parmak uçlarında öyle enteresan bir sanat ve öyle ince bir duyarlılık vardır ki anatominin ve doku biliminin incelikleri bile onu kavramaya yeterli olmaz. Dokunma duyusunun hemen hemen bütün incelikleri onlarda toplanmıştır. Kaba bir misal ile karanlık bir gecede mesela bir kiler veya bir dükkanda gezinirken elinizdeki bir baston ile şuraya buraya dürttükçe şu taş, şu toprak, şu tahta, şu un çuvalı, şu pirinç veya bulgur çuvalı, şu kahve veya fasulye çuvalı, şu şeker, şu kömür çuvalı diye birçok şeyleri ayırabilirsiniz ki bütün bunlar, bastondan gelebilen türlü titreşimlerin nevilerini parmaklarınızın sinir uçları ile aldığı duyum ağının incelikleridir. Bir taraftan silah gibi birçok şeylere direnip dayanan tırn a kların sertliğiyle uygun kaslarının dayanıklı teşkilatı içinde böyle farklı zariflik ve incelikleri kapsayan ve büyük büyük çekiç ve külünk darbeleri ile yazı, nakış, resim, süsleme ve yazı taramaları gibi en ince çizgileri çizen ince ve zarif kalemleri, f ırçaları, iğneleri yapma ve yönetmeye alet olan parmaklar ve uçları hemen hemen insanlardan meydana gelen işlerin en önemli bölümünün ortaya çıktığı yaratılış boğumlarıdır. Bunların tam olarak okunması bilinse, bir insanın her şeyini olmasa da pek çok öz e lliğini ifade ettikleri anlaşılır. Şu halde "parmaklarını bile düzeltmeye gücü yeterek" denilmesinde, "o insanın ellerinden çıkan iyi kötü bütün iş ve eserlerle beraber düzeltebiliriz" denilmek gibi derin bir mânâ vardır. Bunları yaratan elbette yine de r leyip toplayabilir. Evet yüce Allah insanın bütün özelliklerini bir küçük hücrede toplayıp misal olarak gösterebilir. Nitekim kuyruk sokumundan bir zerre içinde bir insanın bütün özelliklerini toplar.
  6. İyi de siz sadece kulluk etmeyle ilgili islami bilgiyi kâle alıp diğer islami bilgileri görmezden gelmiş olmadınız mı....Mesela Hz. Muhammedin Ölüm hariç diğer tüm hastalıkların şifası vardır sözü hastalıkların hepsini araştırmaya teşvik edici biz sözü değil midir. Peki gerçekten cennet ve cehennem hayatı varsa bir de böyle düşünün ? Neden hiç bu noktada yorum yapmıyorsunuz. Tarafsız değil misiniz. Yani bu konuda hep olumsuz düşünüyorsunuz bi de olumlu düşünüp ona göre bi yorum yapsanız nasıl olur.
  7. Onun yarattıkları kendi iradeleriyle başkalarının hakkına tecavüz ederse elbette ona karşı duruş pozisyonuna geçilir. Zalimin zulmune karşı buyur istediğin gibi zulmedebilirsin demek mi mantıklı yoksa onun zulmune karşı çıkmak mı mantıklı. Biz onu korumuyoruz, nitekim O bizi koruyor farkında mı değilsiniz. En basit bir örnek 7 kat semaya bakın. Zararlı ışınlara ve gök cisimlerine karşı koruma değil mi. Siz Onu korumaya kalktığımızı algılayın halbuki biz Onun istediği gibi yaşamak istiyorsak bu Ona olan sevgimizdendir. Onu sevmesem Onun dediğini yapmam aynen sizin gibi...Ona inanan kişi Ondan sadece korkmaz. Kişi Ona karşı korku ve ümit arasında dengede olur Onun bağışlayıcı olduğuna inanır ve ümitlenir ama işlediği günahlar sebebiylede korkuya kapılması doğal iken aynı zamanda bağışlanması da bir ümittir... Bahsi geçen İbrahim kıssasına gelelim...Madem O bizi korumuyor kurtulmasına ihtimal verilmeyen büyüklükteki ateşe atılan Hz. İbrahim ateşten nasıl kurtuldu. Ya Hz. Nuh Tufandan nasıl Hz. Nuha inananlarla birlikte kurtuldu.Ya Hz. Musa...Say say bitmez...Görmek lazım bakmak yetmez. Görmen için Osmanlı'ya bakabilirsin. Onu baştacı edenler dediklerinin hepsine kavuşmadı mı.... Verilen nimetlere karşı emirlerini dinlemediğin için ve kulluk üzere yaratıldığını bilmeden yaşayarak / veya bilipte uygulamadan yaşamanın bir bedeli olmalı. Göremiyeceğin kadar küçük bir mikrobun vücuduna girmesine engel olabilir misin. Ya vücuduna giren o mikrobun hastalık yapması.İlla bir dış müdahele yapmıyor musun ciddi bir hastalığa..Neden ilaca ihtiyaç duyulur ki.Kişinin bünyesi o kadar aciz mi...Demek ki aciz.Mikroba söz geçiremiyor.Mikropta akıl aramaya kalkmıycam merak etme .. Gerçekten kim aciz.
  8. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    yersoy benim merak ettiğim bir şey siz ölüme nasıl bakıyorsunuz ? yani dünyada zulmedenlerin cezası yanına mı kalacak yani ? (Bush gibi mesela) Ölüme bakış açınızı çok merak ediyorum. Ölmek sizin için ne anlama geliyor. Bilim ölüme çare buldu diyelim. (olmayacak bir şey ayrı konu). Mezarlarında cesetleri çürümüş gitmiş kemik yığını olarak kalmış bedeni nasıl canlandırcak. Bilim Ölen yok olup gider kalan sahalar bizim mi diyecek bu aşamada...
  9. Gaybden haberleri veren o yüce kitabın mucizeliğini gösterir. Başka nasıl bir açıklama istiyorsunuz kuranı laboratuvar ortamında deney yaparak araştırın o zaman bulursunuz sanırım söyleminiz böyle bir şey...
  10. İnsan ne yazdığını bir süzgeçten geçirmeli dimi...Yazılanı okumadan cevap vererek uydurmak nasıl olur işte böyle örnekle gösterin bravooo
  11. İnkarcı görüşe karşı çıkmamak onu kabul etmek değil midir...
  12. Evet kabul etmeyenlerin inkarcı fikirleri bizim düşmanımızdır. Biz kafirin inkarcı fikrine düşmanız.Ayetleri yalanladığı sözlere düşmanız, bizi zorla küfre sürükleyeren fikirlerine düşmanız.. Öyle olmasa idi "Ne olursan ol! Gel " diyen Mevlana'yı tasdik etmezdik. Tövbe kapısının sonuna kadar açık olduğunu vurgulamazdık. Allahın affedici ve bağışlayıcı olduğunu sürekli vurgulamazdık...
  13. Bizim dostumuz düşmanımız belli sayın muki; Allahın varlığını ve birliğini kabul eden tüm ehl-i kitap kişiler dostumuzdur.
  14. Sapkın düşüncenin bir eseri olsa gerek. Ne yani oğul işte..Oğlan = *******.. Erkek evlat demek biz öyle biliyoruz. Çarpıtmak için daha güzel bir yöntem deneyin
  15. İslamda ölçü esastır. Aradığın yazılınca tatmin olacak mısın...
  16. Üç kişi İmam-ı Azam Hazretleri’ne birer soru sordular. Büyük imam hepsine birbirinden güzel cevaplar verdi: 1- Bize Allah’ı gösterebilir misin? 2- Cehennem ateş olduğuna göre, ateşten yaratılan cinler ve şeytanlar orada nasıl azap göreceklerdir? 3- Hem kaza ve kadere inanmamızı istiyorsun, hem de insanın iradesinden bahsediyorsun. Halbuki insan her şeyi mecburen yapar, kendi iradesi yoktur? Bu soruları alan büyük imam, eline aldığı bir avuç toprağı soranların yüzlerine attı. Üçü de bu davranışa tepki gösterdiler. İmam-ı Azam bunun üzerine şöyle dedi: 1- Allah’ı göremediği için inkar etmeye çalışan adam! Toprağın yüzünde meydana getirdiği acıyı görebildin mi? Daha yüzündeki acıyı göremezken Allah’ı göremediğin için nasıl inkar edersin? 2- Ya sen ikinci sorunun sahibi! Bildiğin gibi insan topraktan yaratılmıştır. Ama bu bir avuç toprak senin yüzünü acıtmaya yetti. Demek ki cehennemin ateşi de ateşten yaratılan varlıkları yakabilir. 3- İnsanın iradesini inkar eden adam! Madem benim iradem yok, ne diye yüzüne attığım toprak için benden şikayetçi oluyorsun? Aldıkları bu cevaplar karşısında şaşkına dönen adamlar ne diyeceklerini bilemeden oradan uzaklaştılar...
  17. Biz Allah'ın Rızasını Kazanmak için İbadet Ediyoruz. Emir ve Yasaklarını Uyguluyoruz. İbadet Allah'ın rızasını kazanmak için yapılmalı, kazandığı sevaplarla cenneti kazanmıyor zaten kişi. Cennet Allah'ın lütfu. Cennetin gökyüzünde olduğunu nerden çıkardınız...
  18. Aynı durum bayanlar için de geçerli. Müslüman bir bayan da ehl-i kitap ve Allah'a ortak koşmayan iffetli bir erkekle evlenebilir.
  19. İman etmedikleri sürece Allah?a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah?a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü?min bir cariye Allah?a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah?a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah?a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de, iman eden bir köle, Allah?a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.(Bakara Suresi, 221. âyet)
  20. Eğer adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın. (Nisa Suresi / 3) Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah?a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. (Nisa Suresi / 129) "İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir." (Hadis-i Şerif) Kadın yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istemez. Çok evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez. Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir. Nitekim: Peygamberimizin kızı Hz.Fatıma, kocası Hz.Ali'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz.Fatıma'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı. Allah Resulü onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz.Ali'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz.Ali'nin Fatıma'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır. Allah resulünün bu davranışında, müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır denilebilir. İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiş. Adaletin sağlanması açısından en uygun olanı bir tane bayanla evlenmektir. Bu kadar basit.
  21. Vücuda kanı pompalayan organ hangisi “kalp” dimi. Kalp bunu yapısı gereği vücuda pompalıyor ha…Evrimden mi esinlendiniz yoksa … - Demir tozu nasıl oluşuyor , demir tozunu oluşturan nasıl oluşuyor... derken bu sorular bir yerde tıkanıp kalmıyor mu ? İşte o tıkanıp kalınan noktada bilim o kısmı neden açıklayamıyor yada bazıları (olaya tesadüflük katarak) kendi kendine oluştu fiilini kabulleniyor tam o aşamada neden evrim destekleniyor tam bu noktada? Sırf inkar etmek için mi destekleniyor yoksa ? Hem hiç bir şey kendine kendine olmaz diyorsunuz ama tam o noktada ayrı bir görüşü destekleyenleri savunuyorsunuz. Tam bu noktada bir çelişki yaşanıyor. ------------------------------------------------------------------------------------- Benim onları bir araya getirmem bir sebep ve onlara verilen özelliklerle eyleme dönüşmesi ise sonucu gösterdi. O maddede o özellikler nasıl oluştu ? Duruma göre nasıl hal değiştireceğini nerden biliyor ? Atıyorum mıknatıs niye suya da demir tozuyla eyleme girdiğindeki gibi davranmıyor. Bu özelliği nasıl seçti o? Nasıl ayırt edebiliyor ki demir tozu ile suyu ? ------------------------------------------------------------------------------------- Bir yaratıcının varlığını, var olduğunu kabulleniş devam ediyoruz… EK OLARAK bir de maddeye özellikleri veren. O dalgaların oluşmasına sebep olan özellikleri veren.Yukardaki kabulleniş mesajı gereği... İkisini bir bütünmüş gibi düşünme çabası sonucu şirke girmeye teşebbüs. Allah mekandan münezzehtir. Bu noktada yollarımız ayrılıyor. Biz mekandan münezzeh diyoruz, siz bu ikisi bütündür diyorsunuz ve soyut kavramı somutlaştırıyorsunuz, Ona bir kılıf bulmuş olmuyor musunuz bir nevi ? Bir üstteki mesajdaki dediklerim gibidir düşüncem. Allah mekandan münezzehtir. İkisini bir bütün olarak tutmayız. Oysa ikisini bir tuttuğumuzu sayarsınız ve bunu şirk olarak algılarsınız sanırım ? “Allah mekandan münezzehtir.” cümlesi sizin için bir şey ifade etmiyor sanırım … Yaratıcının özelliklerini biz peygamberlerden öğreniyoruz. Yollarımız yine ayrıldı bu noktada. Evrim dünyadaki ilk insanı açıklamak için insanın maymundan geldiği tezini savunmuyor mu ? İnsanın maymundan gelmesi tezi başka hangi sebep için savunulabilir ki? Tabi ki ilk insanların nasıl var olduklarını ispatlamak için değil mi ? Evrim var gibi görünüyor demişsiniz. Oysa yukardaki mesajınızda bir yaratıcının varlığını kabulleniş vardı. Çelişki oldu şimdi. Zihinleri bulandırmaya gerek yok. Hangi görüşü savunuyorsan açıkca söylemelisin. Yaratıcının Varlığını kabulleniş mi yoksa evrim var gibi görünüyor görüşümü ? İkisi birbiriyle çelişkili değil galiba size göre ? Hep söylerler kur’an’dan bilime ışık tutan ayetler için; bilimi dine alet etmeyin diye, şimdi görüyoruz ki din alet edilmiş bilime… Şu anda bu yazıyı okuyan bir insan, bu yazının aslını göremez, bu yazının aslına dokunamaz. Bu yazının aslından gelen ışık, insanın gözündeki bazı hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülür. Bu elektrik sinyali, beynin arkasındaki görme merkezine giderek, bu merkezi uyarır. Ve insanın beyninin arkasında bu yazının görüntüsü oluşur. Yani siz şu anda gözünüzle, gözünüzün önündeki bir yazıyı okumuyorsunuz. Bu yazı sizin beyninizin arkasındaki görme merkezinde oluşuyor. Sizin okuduğunuz yazı, beyninizin arkasındaki "kopya yazı"dır. Bu yazının aslını ise Allah görür. Sonuç olarak, maddenin beynimizde oluşan bir hayal olması onu "yok" hale getirmez. Ancak bize, insanın muhatap olduğu maddenin mahiyeti hakkında bilgi verir, ki bu da maddenin aslı ile hiçbir insanın muhatap olamadığı gerçeğidir. Bu noktada da yollarımız ayrıldı ne yazık ki… Allah tektir doğru. Varlıktan ayrı olmazsa (haşa) fani olmaz mı Allah ? Varlıklardan hangisinin ebedi var olacağına dair garanti verebilir misin ? Hepsinin bir başlangıcı var, sonu niye olmasın. Maddenin aslına muhatap değiliz ama kopya görüntüsüyle muhatabız. Kopya görüntüsünün bir başlangıcı var sonu niye olmasın. Başlangıcı olan her şeyin sonu vardır ve olmalıdır. Sizinde bir önkabulunuz var : “Allah varlığın ta kendisidir” ve bunun peşi sıra gelen “Varlıktan ayrı soyut ve ispatlanamaz bir güç olamayacağı” ön kabulunuz. Maddenin aslı ile kopya görüntüsünü iyi kavramak gerek ama… Sadece “Allahın varlığına dair” önkabul yetmez. Önkabulu destekleyen sayılamıyacak kadar çok delil varsa hele… Zihinleri bulandırma eylemi devam ediyor hâlâ. Hem evrim var gibi görünüyor diyorsunuz, hem bir yaratıcının varlığını kabullenişe dair bir düşünce sunuyorsunuz “Ressam ve Onu yapan sanatçı” örneği misali, hem de “Allah varlığın ta kendisidir” diyorsunuz ve sonucu maddeye bağlıyorsunuz.
  22. Her şeyi de bilinçsizce kıyamet alameti sayanlarda olacak tabi...Bildiren O oldukça bazı şeyleri bilmek zor değil ...Gaybden haber veren mucize bir kitabı rehber edindik.
  23. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Uzay için nasıl sonsuz diyebiliyorsun ? Sürekli genişlemesi onun sonsuz olduğunu göstermez ki ? Sadece boyutları artıyor o kadar... Saygılarımla.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.