Zıplanacak içerik

Muallim-i Âli

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Muallim-i Âli tarafından postalanan herşey

  1. İnsan kendi isteğiyle gidiyor cehenneme. Yaptığı fiiller neticesiyle. Allahın ceheneme gitmeye sebep olan filleri söyleyipte bunları yapma demesine rağmen yapmak Ona karşı gelmektir. Ona karşı gelmenin sonucudur cehennem. Onun bilmesi Onun ilminin yüceliğini büyülüğünü gösterir. Senin ne yapacağını bilmesi Onun her şeyi bildiğini gösterir, Bunu şunu yap cehenneme gir demek ayrıdır, Bunu şunu yaparsan sonucu cehennemdir demek ayrıdır.
  2. Mecaz anlamları nasıl algıladığınza bağlı olarak sorunuzu çözebilirsiniz
  3. Banane ya sanki bana hesap sorulcak bundan. İster anla ister anlamamazlık yap kardeşim o kısmı beni ilgilendirmiyor.
  4. Her şeyi Onun yarattığını kabul eden zamanı da Onun yarattığını kabul etmek zorunda değil midir ? Allahın Yaratıcı sıfatını nasıl anladığınıza bağlı olarak çözebilirsiniz sorunuzu. Zamanı yaratan zamandan münezzehtir vesselam.
  5. İşin mantığı "Allahın zamandan münezzeh olduğunu" kavrayınca bitiyor sayın yersoy. Aslında çok basit kaderi kavramak tabi "Allahın zamandan münezzeh olduğu" ve "Allahın her şeyi bilmesinin senin ne yapacağına müdahele etmediği" konularını tamamen kavramak gerekiyor. Yoksa imtihan gerçekten çok saçma gelir bunu kavramadan kaderi anlamak isteyen biri için. Zaten öyle demezler mi : O her şeyi biliyorsa imtihan niye...dimi... Özet olarak diyorum ki kaderi (hiç şüpheye düşmeyecek şekilde) gerçekten kavramakisteyen kişi "Allahın zamandan münezzeh olduğu" ve "Allahın her şeyi bilmesinin kişinin ne yapacağına müdahele etmediği" konularını tamamen halletmesi gerekir.
  6. "Allah her şeyden münezzehtir" cümlesi sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama konuya yönelik kısmına bakarsak "Allah zamandan da münezzehtir." Yani Allah beklemez. Ol der oluverir. Allah için şu an her şey olmuş bitmiştir. Yani Onu geçmiş - şimdiki - gelecek zaman çerçevesine alırsanız bunu söyleyebilirsiniz ama Allahın zamandan münezzeh olduğu kavramı devreye girdiği zaman Onu bu zaman dilimleri arasına alarak zamandan münezzeh olduğu konusunu devre dışı bırakırsınız. Sizin Onun zamandan münezzeh olduğunu devre dışı bırakmanız Onun bu özelliğine leke sürmez fakat bu dediklerinizi size de kimse başka türlü izah etsede anlaşılmayacak. Bu dediğinizi akılda şüphe kalmadan halletmek için Onun zamandan münezzeh olduğu konusuna deyinmeniz gerekiyor mutlaka.
  7. Her ölümün bir sebebi madem var demektir ki bilim eğer ölüme çare ararsa boşa uğraşıyor .Umarım dediğiniz gibidir...
  8. Ölümün mutlaka bir sebebi olması gerektiğini kabul ettiniz ama bilimin ölüme çare aramasını çelişki olarak görmüyorsunuz. Konuyu dağıtabilirsiniz sorun değil. Ölümün mutlaka bir sebebi olduğunu kabul edipte ölüme çare aramak(sonsuz yaşamak adına çare aramak) gerçekten ne kadar anlamlı bilemiyorum... Kader konusunu gerçekten anlamak isteyen anlar ve çelişkiye düşmeniz bana çok normal geliyor... Fakat kader konusu tek başına bir konu değildir. Çünkü Allaha iman olmadan kadere iman asla olmaz. Ben şahit olmadım şayet : Allaha inanmayan fakat kadere inanan birine hiç şahit olmadım... Saygılar bizden efendim.
  9. Ben örneklerimi gösterdim. İnanıp inanmamak size kalmış. Her ölümün bir sebebi olması gerektiği noktasında aynı görüşte olduğumuzu düşünüyorum ? (Tıbbi açıdan sebebi olmayan bir örnek...) Konuyu bağlamak istediğim yere getirdim onu söylememin sebebi oydu... :
  10. (Nisa Sûresi, 156-159) Bir de inkarlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır
  11. Bizim inancımızda mucize niteliğinde iki örnek söyledim. Buna inanıp inanmamanızı es geçebiliriz bu gayet doğal. İstisna kaideyi bozar mı bozmaz mı ? -Bozmaz dimi...Yani her ölümün bir sebebi olması gerektiği görüşünde anlaştık mı anlaşmadık mı ?
  12. * Şimdi Allahın bilmesi sizin kendi iradenizle yapmanıza engel mi değil mi ? Engelse neden engel olduğunu düşünüyorsunuz ? Ben diyorum ki Allahın bilmesi benim bu mesajı yazıp yazmamama karar vermeyeve bu eylemi gerçekleştirmeye engel değildir. Onun her şeyi bilmesi benim bu mesajı yazmak veya yazmamak seçimimi bilmesi ben Allah bunu biliyor diye yapmıyorum fakat o benim bunu yapacağımı biliyor.
  13. Evet demek ki sebepsiz ölüm olmamalı dimi. Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre sebepsiz ölüm olmaz. Peki o zaman ölüme çare aramak boşa değil midir ? Bilimsel açıdan ve her ölümün bir sebebi olması açısından asla mükemmel olamıyacağımız anlaşılıyor dimi sayın yersoy. Fakat aşağıdaki örnekleri biz inancımıza göre mucize olarak niteleriz. Siz ister inanın ister inanmayın. Bize göre durum böyle Siz inanıyormusunuz bilmem ama kendi inancım açısından olaya baktığımda Ashab-ı Kehf in mağarada yıllarca uyumuş olması geliyor aklıma. Uyuyup da uyanamamak hem de yıllarca...Yine inancımıza ve kurandaki bilgilere göre Hz. İsa'nın ölümü sebepsizdir. Doğumu ve ölümü mucize olan peygamber
  14. O zaman bu durumda şunu da düşünmemiz gerekiyor. Eğer Azrailsiz kişi ölebiliyorsa o zaman kişi kendi ölümüne sebep olmayacaksa ek olarak onun ölümüne hiç bir olay sebep olmayacaksa bu kişi kendi kendine birden ölse bunu nasıl değerlendireceksiniz ? Dışardan görünmeyen bir el müdahele etmiş olmaz mı ölmesi için. Hiç bir şey ölümüne neden olmayacaksa neden hiç ölümsüz insan yok. Neden hepsi ölüyor günün birinde.
  15. Sebepsiz bir ölüm hiç yok mudur tıbbi açıdan? İşin içinde tıbbi açıklaması olmayan bir ölüm yok mudur? Ek olarak böyle bir ölümün olduğuna da inanıyorsanız onu nasıl değerlendirirsiniz ? Evet Azrailin bir özelliğine daha değindiniz. Aynı anda birçok canlının ruhunu birden alması.
  16. Dikkat ederseniz; Birinci durumda kişi öldükten sonra Azrail devreye giriyor. İkinci durumda ise Azrail ruhu alıyor ve kişi ruhu alındıktan sonra ölüyor belki diyebiliriz ki kişinin ruhunu Azrail aldığı için kişi ölüyor... Sizin görüşünüz nedir bu konuda. Kişinin ölümü hakkında Azrail ile bağlantısını nasıl değerlendiriyorsunuz ? Ek olarak ölümüne sebep olan olayların Azrail ile bağlantısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
  17. İslami olarak yorumlamak gerekirse ; Siz onun ölümüne sebep olursunuz ama asıl canı alan Azraildir ve o kişinin ecelinde sizin ona çarpmanız sonucu ölmesi varmış diye yorumlanır. Azraile inanmak bu sorunuzun asıl çözümüdür islami olarak ama diğer türlü bakarsanız onu siz öldürmüş olursunuz gibi hisse kapılmanız bu bakış açısıyla normaldir.
  18. Onlarla tartışmayı seviyorum. Geniş çaplı araştırmama vesile oluyorlar soruları sebebiyle bilgim artıyor... Gülü seven dikenine katlanır canım.Arasıra kızışma olcak elbet
  19. Tartışılması gerek kısım sanırım ; - Kişi öldükten sonra mı ruhu Azrail alır ? yoksa - Kişinin ruhunu Azrail aldıktan sonra mı kişi ölür ? Anlaşılmayan kısım bence burası...
  20. Size çok anlatmak istedik yine isteriz tabi bunu fakat standart soruları her defasında sormanız anlatımları görmezden gelme gibi bir şey oluyor sanırım. Siz nasıl bir tarzda izah istiyorsunuz onu söylemelisiniz. Çünkü örnek verilince o örneği olmuş gibi kabul edip örneğe aynı soru kalıpları ile yaklaşılması biraz garip olsa gerek. Nasıl bir izah istediğinizi açıkça belirtmeniz gerek ...
  21. www.tbm.tudelft.nl/live/pagina.jsp?...292&lang=en Van den Hoven, prof.dr. M.J. (Jeroen) Extraordinary Professor and Associate professor Department of Philosophy Faculty of TPM Delft University of Technology Jaffalaan 5 Room b4.210 P.O. Box 5015 2600 GA Delft The Netherlands Telephone: +31 (0)15 27 88547 E-mail: [email protected] Personal Information: Jeroen van den Hoven is part-time full professor (Socrates Chair) at the Department of Philosophy of the Faculty of Technology, Policy and management at Delft University of Technology. He is also Professorial Fellow at the Centre for Applied Philosophy and Public Ethics at The Australian National University, Canberra. Education Jeroen van den Hoven obtained his Masters (1987, Cum Laude) and PhD (1995) in Philosophy at Erasmus University Rotterdam. He was a Research Fellow at the Netherlands Institute for Advanced Study of the Royal Dutch Academy of Arts and Sciences (NIAS) in 1994 and received research fellowships from the University of Virginia (1996) and Dartmouth College (1998). Research Van den Hoven?s research focuses on Ethics and Information Technology. He is Editor in Chief of Ethics and Information Technology (Springer) and Founding Chair of the CEPE (Computer Ethics Philosophical Enquiry -conferences (Erasmus University Rotterdam, LSE, Dartmouth College, Lancaster University, Boston College, University of Twente (2005)). He is member of the editorial board of Information, Computers and Society (Routledge). Journal of Information, Communication and Ethics in Society and consulting editor of Episteme. He is also member of the board of the International Society for Information Ethics. He has published numerous articles on Ethics and Information Technology, e.g. in Informatization and the Public Sector, Metaphilosophy and Computers and Society, Australian Journal of Professional and Applied Ethics. An edited volume Information Technology and Moral Philosophy will be published by Cambridge University Press in 2005 (edited Van den Hoven & Weckert). He is Editor in Chief (with Thomas Pogge and Seumas Miller) of ?the Springer On-line Encyclopedia of Applied Ethics. Van den Hoven has received grants (over 600 KEuro) from the Dutch Research Council in the last 8 years on Ethics and ICT related subjects and has participated in EU 6th framework programmes. Van den Hoven has been advisor to the Dutch Government in various roles. He was member of a commission that studied the re-design of the population registration system in the Netherlands, he was member of an ICT C@tshuis think tank of the Cabinet Wim Kok II (2000-2002), is a permanent member of a research network of the Home Office on E-Government, and is member of a commission that evaluates wiretapping practices in The Netherlands established by the Ministry of Economic Affairs (2004-2005). He has worked together with IT industry (a.o. IBM and Getronics) and teaches ?business ethics? in the international MBA program of the Rotterdam School of Management. * Van den Hoven, M.J., "Towards Ethical Principles for designing politico-administrative information systems". Informatization and the Public Sector 3, 1994, pp. 353-373. * Van den Hoven, M.J., "Computer Ethics and Moral Methodology". Metaphilosophy, vol. 28, no.3, July 1997, pp. 234-249. * Van den Hoven, M.J., "Privacy and the Varieties of Informational Wrongdoing". AustralianJournal of Professional and Applied Ethics vol. 1, no.1 (1998) pp.30-43 * Van den Hoven, M.J., "Ethics, Social Epistemics, Electronic Communication and Scientific Research". European Review, vol.7 no.3, 1998. pp. 341-349. Reprinted in: Jack Meadows (e.a. eds.) Electronic Communication and Research in Europe, pp. 199-208. Stuttgart, 1999. * Van den Hoven, M.J., "Knowledge and Democracy in Cyberspace." Etica e Politica 1(2). see www.univ.trieste.it/~dipfilo/etica_...99_2/index.html * Van den Hoven, M.J., "Privacy and health information: the need for a fine-grained account." International Journal for Quality in Health Care12(1): 5-6, 2000. * Van den Hoven, M.J., "Deontic Logic and Computer Supported Ethics" (with Gert-Jan Lokhorst). Metaphilosophy, (2002) vol. 33, no. 3, 376-387. Reprinted in: Cyberphilosophy, Jim Moor & Terry Bynum (eds.). Oxford: Blackwell, 2002. www2.eur.nl/fw/staff/lokhorst/DL2002.html* Van den Hoven, M.J., ?Internet Health Resources: from Quality to Trust?, (with Lampe, Doupi) Journal of Information Methods in Medicine (2003) no. 2, pp. 134-143. www.schattauer.de/zs/startz.asp?load=/zs/methods/main * Van den Hoven, M.J., "The Internet and the Varieties of Moral Wrongdoing" in Internet and Ethics: D. Langford (ed) London, McMillan 1999. * Information Technology and Moral Philosophy Jeroen van den Hoven & John Weckert (eds.). Cambridge: Cambridge University Press, 2005. (forthcoming)
  22. Peygamberimiz Ne Zaman Nebi Oldu, Ne Zaman Resul Oldu? Mehmed Paksu Nebi, haber mânâsına “nebe” kökünden gelmiş olup Allah tarafından kendisine nebilik ve bâzı İlâhî hükümler haber verilen zat demek olur. “Resul” ise, Allah tarafından İlâhî hükümleri tebliğ etmek için gönderilen zat mânâsınadır.(1) Kısacası, “resul”, kitab ve şeriat sahibi olduğu halde, “nebi”, kendinden evvelki peygamberin şeriatına dâvetle vazifelidir. Her resul nebidir, ama her nebi resul değildir.Bu izahtan sonra, Peygamberimize (a.s.m.) vahyin nasıl geldiği hususuna da temas etmekte fayda vardır. Resulullaha (a.s.m.) ilk vahiy sâdık rüya şeklinde gelmiştir. Gördüğü her rüya açıkça çıkıyordu. Ondan sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Bu sebeple zaman zaman Hira Mağarasına gidip orada Hz. İbrahim’in (a.s.) dini üzere ibadet etmeye başladı.Yine ibadet için Hira Mağarasına gitmişti. Allah’ın emriyle Cebrâil (a.s.) geldi ve Hz. Muhammed’e (a.s.m.) “Oku” dedi. “Yaratan Rabbının adıyla oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler Kerîmidir. İnsana bilmediğini öğretmiştir”.(2) Bunun üzerine heyecanlanan Resulullah (a.s.m.) eve giderek hanımı Hz. Hatice’ye (r.a.) “Beni örtün, beni örtün” dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler.(3) Böylece Resul-i Ekreme (a.s.m.) ilk vahiy gelmiş oldu. O zaman kırk yaşında idi. Bu vahiyden sonra bir müddet vahiy kesildi. Vahyin kesilmesinin ne kadar sürdüğü hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bu geçen zaman en az on beş gün, en çok üç senedir.(4) Vahyin tekrar başlaması hususunda ise Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar: “Bir gün yürürken gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırınca Hira’da bana gelen meleği gördüm. Semâ ile yeryüzü arasında bir kürsü üzerinde oturmuştu. Çok korktum. Evime dönüp ‘Beni örtün, beni örtün’ dedim. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, ‘Ey örtüye bürünen Resûlüm! Kalk ve insanları Allah’ın azabından sakındır. Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Azap sebebi olacak günahlardan uzak dur’ (5) meâlindeki âyetleri indirdi. Artık bir daha vahiy kesilmedi.”(6) Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hira’da gelen ilk vahiyle resul değil, nebi olmuştur. Çünkü henüz risaletle(peygamberlikle) vazifelendirilmişti. Vahyin bir müddet kesilmesinden sonra ikinci defa gelmeye başlamasıyla da resul oldu.(7) Demek ki, Resulullahın (a.s.m.) ilk defa nebi, sonra resul olması doğrudur. Ancak, nebiliği ile resullüğü arasında ne kadar zaman geçtiği hususu kesin olarak bilinmemektedir. Bu mevzuda çeşitli rivayetler vardır.(8) Kaynaklar 1- Hüseyin Cisrî. Risâle-i Hamidiyye, s. 524-531 2- Alak Sûresi, 1-5. 3- Müslim, iman; 73. 4- Tecrid Tercemesi, 2:13. 5- Müddessir Sûresi, 1-5. 6- Müslim, iman; 73. 7- Hak Dini Kur'ân Dili, 8:5944. 8- Zekâi Konrapa, Peygamberimiz, s. 72.
  23. Vahy ile uydurma arasındaki farkı biz görebiliyoruz. İnan hiç tatminkar edemiyorsun. O ayetlerin benzerini getiremezsin. Yazdıklarına bak bir de Kur'an'a. Unutma ki söz ağızdan çıkarsa kulaktan öteye gidemez derler. Bize o vahy hazzını kuran çok güzel tattırıyor. Kalbimize işliyor adeta. Tabi herkesin kalbine işlemiyor o ayrı mesele. Senin yazdıkların senin kalbine işliyor mu peki yada kalbine işlediği birini gördünmü o (sözde kendince) vahy yerine yazdıklarının...Bir de kurandan esinlenmeden yazsan bari

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.