Zıplanacak içerik

Muallim-i Âli

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Muallim-i Âli tarafından postalanan herşey

  1. Sakal bırakmak sünnettir ama farz değildir Dini İslam olan ülkelerde her gördüğün farz olacak diye bir şey yok; çünkü her şey göründüğü gibi olmayabilir(Kur'an'a uymayan kişiler islamla bağdaştırılamaz). Çin'e bilmem nereye gitmenize gerek yok. Ülkemizde de köse insanlar var . Fakat bu onların islamı yaşamasına engel değil. Bu genetiktir;kişinin kasıtlı olarak yaptığı bir şey değil ! Allah dilediğini dilediği gibi yaratır. Kadere razı olan kederden emin olur. ?Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın? (dediler). De ki: ?Şüphesiz hidayet, Allah?ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?? De ki: ?Lütuf Allah?ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.? (Al-î İmran Sûresi, 73)
  2. Yanlış Yorumlanan Bir Ayet: "Onları Bulduğunuz Yerde *******" Prof. Dr. Alaaddin Başar Serçe parmağının ucuna bakarak bir insanın resmini çizmek ne kadar yanlış bir sonuç doğurursa, bir tek ayetin sadece mealine bakarak Kur?an hakkında hüküm vermek de en az onun kadar yanıltıcı olur. Bazı yazarların dillerine doladıkları ve İslam?ın evrenselliğine, toleransına, ondaki engin fikir hürriyetine perde çekmek için yanlış yorumladıkları bir ayet-i kerime var: ?Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür??? (Bakara,191) Konunun tahliline geçmeden önce bazı Kur?an hükümlerini hatırlamak gerekiyor. Ta ki, Kur?anın gerçek maksadı anlaşılsın ve bu ayetin de gerçek yorumu ortaya konulabilsin. Konuyla yakından ilgili bir ayet-i kerime: ?Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır...? (Bakara, 256) Bu ayetin tefsirinde, ayet-i kerimeye ?Zorlama denen şey dinde yoktur.? manası da verilerek, ?Sadece dinî konularda değil, hiçbir konuda zorlamaya izin yoktur.? denilmiştir. Aynı gerçeği ders veren bir başka ayet: ?Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?? (Yûnus, 99) Demek oluyor ki, Peygamberlerin görevi ve Kur?anın hedefi hakkın ve hakikatin tebliğ edilmesi, duyurulmasıdır. İnsanlar bu dünyaya imtihan için gönderilmişlerdir. İmtihanın vazgeçilmez bir gereği de kişinin doğru ve yanlış yoldan birisini kendi iradesiyle seçebilmesidir. Zorlama iradeyi yok edeceğinden imtihanın da bir manası kalmaz. Bu manaya kuvvet veren pek çok ayet vardır: ?Allah dileseydi onlar şirk koşamazlardı. Seni onların üzerine bekçi kılmadır; sen onların vekili de değilsin? (En?am, 107) ?Peygambere düşen görev ancak tebliğdir (duyurmadır). (Mâide, 999 ?Allah, dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı..? (Nahl, 93) Bir başka ayet-i kerimede şu hakikate dikkat çekilir: ?Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün alemlerden ganidir (müstağnidir).?(Âl-i İmrân, 97) Yani, Allah, yarattığı ve bizzat terbiye ettiği alemlerden hiçbirinin hiçbir şeyine muhtaç değildir. Güneşin ışığına, ağacın meyvesine, rüzgarın esmesine, mevsimlerin gelip gitmesine, canlıların görmesine, işitmesine muhtaç olmadığı gibi insanların inanmalarına, Onu tanımalarına, Ona ibadet etmelerine de muhtaç değildir. Böyle pek çok ayet-i kerime var. Bunlardan çıkan ortak sonuç şudur: Allah?ın insanları imana, ibadete davet etmesi gibi, müminlere cihadı emretmesi de yine onların menfaati içindir. Bu mana bütün asırlar ve bütün insanlık alemi için geçerli olmakla birlikte, ayetlerin ilk muhatabı olan sahabelere ve Arap yarımadasındaki iman-küfür mücadelesine daha çok bakmaktadır. İslam dini Arap yarımadasına zuhur ettiğinde o bölge insanlarının temel inancı putperestlikti. Ve Kur?anın ana hedefi de kalplere ?tevhid? inancını yerleştirmekti. Fatiha Suresi, Allah?ın ?Rabbü?l-alemîn? olduğunu ilan ile başlar. Bütün alemler, gökler, yerler, insanlar, hayvanlar, cinler, melekler, bütün bitki türleri ancak Allah?ın terbiyesiyle hazır hallerine kavuşmuş ve bu sayede görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmişlerdir. Bu bir tevhid dersidir. Surenin devamında ancak Allah?a ibadet edileceği ve yine ancak ondan yardım dilenebileceği vurgulanır. Bir başka ayette rızıkların ancak sema ile arzın işbirliğiyle teşekkül ettiğine dikkat çekilerek şükrün de yine ancak sema ve arzın Rabbine yapılması gerektiği ders verilir. Bir diğer ayette bizzat Allah Resulüne (asm.) hitap edilerek, ?Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; ancak Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.? (Kasas, 56) buyurulmakla en büyük nimet olan hidayete kavuşturmanın da ancak Allah?a mahsus olduğu ilan edilir. Böylece baştan sona kadar tevhid dersi verilerek sonunda, Nas Suresinde, Allah?ın ?Rabbü?n-nas? olduğu ifade edilir. İnsanları terbiye eden ancak Allah?tır. Gözlerini görecek, kulaklarını işitecek, midelerin hazmedecek şekilde terbiye eden O olduğu gibi, akıllarını anlayacak, kalplerini inanacak, sevecek, korkacak şekilde terbiye eden de yine ancak Odur. Maziye nazar ettiğimizde bütün peygamberlerin ortak davalarının ?tevhid? (birlemek, Allah?ı bir bilmek) olduğunu görürüz. İnsanlık aleminin yanlış da olsa bir şeylere inandığına, ateizmin kitle çapında fazla görülmediğine, ancak şirkin bütün çeşitleriyle insanları yoldan çıkaran en büyük ?fitne? olduğuna şahit oluruz. İşte tevhid inancının en büyük tebliğ edicisi olan Hazreti Muhammed (asm) Mekke?de yine en büyük mücadelesini şirke karşı vermeye başladığında bütün müşrikler karşısına çıktılar ve onu bu davasından vazgeçirmeye çalıştılar. Amcasını ricacı olarak gönderdiler. ?Bir elime güneşi bir elime ayı koysalar ben yine bu davadan vazgeçmem.? cevabını alınca artık kuvvet, zorbalık ve işkence dönemi de başlamış oldu. Şu nokta çok önemlidir: Mekke ve çevresinin müşrikleri başka beldelerdekinden çok farklıydı. Bunlar sadece batıl inançlarını kendi halleriyle yaşamakla kalmıyor, beldelerinde doğan tevhid nurunu söndürmeyi kendilerince kutsî bir ideal olarak benimsiyor, bu uğurda canlarını ve başlarını ortaya koyuyorlardı. Artık, iki şıktan başka bir seçenek görünmüyordu ortada. Ya tevhid inancı galip gelecek, insanlık alemine Kur?anın nuru ulaştırılacak, yahut insanların kalplerini batıl inançlar zaptedecekti. Başka bir ifadeyle, insanlara ya cennetin yolu gösterilecek, yahut cehenneme akış devam edecekti. Kur?anın o dönemin müşrikleri hakkındaki şiddet ayetlerine bu gözle bakmak gerekir. Mesele sadece birkaç müşrikle mücadele değil, top yekun şirk inancıyla ve onu temsil eden, onu korumak isteyenlerle mücadeledir. Nitekim, Kur?anın Mekke müşrikleri hakkındaki şiddetli beyanlarını, yine bir nevi şirk inancını taşıyan başka kavimlere karşı sürdürmediğini görüyoruz. Teslis inancına sahip Hıristiyanlar ve diğer ehl-i kitap hakkındaki ifadeler hiç de öyle şiddetli değil. ?Ehl-i kitapla ancak en güzel şekilde mücadele edin; içlerinden zulmedenler müstesna. Ve deyin ki, ?Hem bize indirilene, hem de size indirilene inandık. Bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz Ona teslim olmuşuzdur.? (Ankebût, 46) Bu noktayı gözden ırak tutan birtakım çevreler şöyle diyorlar: ?Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür??? (Bakara,191) ayeti ortada iken İslam?ın farklı inançlara karşı toleranslı olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz? Önemine binaen konuyu bazı yönleriyle biraz tahlil etmek gerekiyor: Ayet-i kerimenin muhatabı Arap müşrikleridir. ?Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.? (Bakara, 179) Bu ayetlerle onları öldürenleri öldürmeleri, yurtlarından çıkaranları yurtlarından çıkarmaları emredilirken, fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğu da ayrıca vurgulanmıştır. Bir insanı öldürmek onun bu fani dünya hayatından faydalanmasına son vermek demektir. Fitne çıkarmak, insanları putlara tapmaya zorlamak ise onları ebedi cehenneme atmaktır. Bu ikincinin birinciden çok daha kötü olduğu açıktır. Kaldı ki Mekke müşriklerindeki fitnenin bir de katillik boyutu vardır: Kızlarını diri diri toprağa gömmeleri ve müminleri öldürmek için onlara savaş açmış olmaları. Aynı mananın işlendiği şu ayet-i kerimeleri de burada akdim edelim: ?İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.? (Nisa, 76) ?Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah?ın oluncaya kadar, onlarla savaşın.? (Enfal, 39) Ayette geçen ?onlar? kelimesinden kasıt müşriklerdir, ?fitne?den kasıt da Allah?a ortak koşmaktır. ?Fitne ortadan kalkıp, din yalnız Allah?ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilin ki düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.? (Bakara,193) Son ayet hakkında yapılan tefsirlerden çok önemli gördüğüm iki hususu nakletmek isterim: ?Bu ayetin sebeb-i nüzulü, ehl-i Mekke?nin müminlere eza eyleyerek irtidatlarını (İslam dininden dönmelerini) teklif ve ısrar etmeleridir. Şu halde mana-yı nazım, ?Siz müşrikleri katledin ki onlara galebe edesiniz ve .. irtidat fitnesi kalmasın. Ve ezalarından kurtulmak için onlarla kıtal etmelisiniz. Ta ki, şirk ortadan kalksın, din-i tevhid onun yerine ikame olsun. (Konyalı M.Vehbi Ef. 1-2/331) Fitnenin ortadan kalkması için savaş emredilirken bir başka ayet-i kerime ile de şu sınırlamalar getirilmiştir: ?Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın. Fakat haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.? (Bakara, 190) Savaş, Allah yolunda olacaktır; toprak istilası, ganimet elde etme, köle kazanma gibi bir menfaat için yapılan savaşlar ?cihat? özelliği taşımazlar. İkinci bir kayıt olarak da ?haddi aşmama? getirilmiştir. Suçluya hak ettiğinden daha fazla ceza vermek de bir nevi zulümdür; işkence etmek, organlarını kesmek gibi. Konunun doğru yorumlanması için Tövbe Suresinin ilk ayetlerinin de yine doğru anlaşılması büyük önem arz ediyor: ?Bu bir ayrılık ihtarıdır! Allah ve Resulü tarafından kendileriyle muahede yapmış olduğunuz müşriklere.? (Tövbe,1) ?Artık yeryüzünde dört ay dolaşınız. Ve biliniz ki, şüphe yok ki, Allah?ı aciz bırakacak değilsiniz. Ve muhakkak ki, Allah kâfirleri zelil kılıcıdır.? (Tövbe, 2) Bu ayetler, verdikleri sözlerinde durmayan müşrikler ile yapılmış olan anlaşmaların feshedildiğini bildirir. Ve kendilerine dört ay mühlet verilen o İslam düşmanlarının hüsrana uğrayacaklarını ihtar eder. Bir sonraki ayette müşrikler tövbe etmeye çağrılır, aksi hale acıklı bir azaba uğrayacakları haber verilir. Beşinci ayette ise ?Artık haram aylar çıkınca o (muahede hükmüne riayet etmeyen) müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz??.? emri verilir. Altıncı ayette, anlaşma süresi bitmiş olsa bile, o müşriklerden kim eman dilerse, ona eman verilmesi ifade edilir ve şöyle devam edilir: ?Ta ki, Allah?ın kelamını dinlesin. Sonra (iman etmese de) onu emin bulunduğu mahalle ulaştır. Çünkü onlar şüphe yok ki bilmez bir kavimdir.? Bu ayet-i kerimeler son nazil olan ayetlerdendir. Artık Müslümanlar galip gelmişler, müşriklere ya iman etmeleri yahut harbe razı olmaları tebliğ edilmiş, kendilerine inanmaları (yahut göç etmeleri) için dört ay gibi uzun bir süre tanınmış ve Allah Resulü (asm.) ?Arap yarımadasında artık iki dinin olamayacağını? açıkça ilan etmiştir. Bu ayetin ve hadisin kendilerine tebliğ edildiği kişiler, yirmi seneyi aşkın bir süre İslam?ın nurunu söndürmeye çalışmış, Müslümanları yurtlarından uzaklaştırmış, onları göç ettikleri Medine?de de rahat bırakmayıp Medine?ye kadar gelerek onların hayatlarına kast etmek istemiş, şirk yolunda nice ölüler vermiş, nice sahabeleri şehit etmiş inatçı, bir bakıma idealist ve kararlı müşriklerdir. Buna rağmen kendileriyle anlaşma yapılmış, sulh içinde yaşama yolu denenmiştir. Bu anlaşmaları bozan taraf (iki kabile dışında) hep müşrikler olmuşlardır. Süre dolduğunda bu işin de sona ereceği açıkça haber verilmiştir. Artık gönüllere ya tevhit inancı hakim olacak, yahut putperestlik hüküm sürecektir. Bu işe bir son verme zamanı gelmiştir. Müslümanlar galip hale gelmelerine rağmen karşı tarafa süre tanınmış, onlardan eman dileyip İslam?ı tanımak ve öğrenmek isteyenlere eman verilmiş, inanmasalar da hemen öldürülmeyip yurtlarına emniyet içine dönmeleri sağlanmıştır. Kaldı ki ayetin sonunda müşrikleri acıklı bir sonun beklediği bildirilmekle, kendileri son bir kez daha ikaz edilmiştir. Diğer müşriklerden ve ehl-i kitaptan farklı olarak Mekke müşriklerine böyle bir muamelede bulunulması, hak dinin ve tevhid inancının Mekke ve civarında iyice kökleşmesi ve oradan bütün cihana yayılması içindir. Çekirdek sağlam olacaktır ki ondan nice ağaçlar çıkabilsin. Artık Arap yarım adasında kimse putlara tapamayacak, kimse Kâbe?yi çıplak olarak tavaf edemeyecek, kimse kızlarını diri olarak toprağa gömemeyecek, herkes alemlerin Rabbi olan Allah?a inanacak, Onun emirlerine uyacak ve yasaklarından kaçınacaktır. Herkes ahiret yolcusu olduğunu bilecek ve o ebediyet yurdu için güzel ameller işleyecektir. Böylece melekleri çok gerilerde bırakan mübarek ve muhteşem müminler yetişecekler ve bunlar İslam?ın nurunu bütün bir insanlık alemine ulaştırmak için gayret göstereceklerdir. İnsanlara zulmedilen beldelerden bu zulmü kaldırmak için cihad edecekler, ama galip geldiklerinde kimseyi İslam?a girmeye zorlamayacaklar, sadece, akıllara ve kalplere konulan ambargoyu kaldırarak onlara doğruyu ve güzeli seçebilecekleri bir hürriyet ortamı hazırlayacaklardır. Mekke müşriklerinin zulmü altında inleyenlerin kurtarılmalarını emreden şu ayet-i kerime çok anlamlı ve benzer zulümleri de ortadan kaldırma hususunda önemli bir rehberdir: ?Size ne oldu ki, Allah yolunda ve ?Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver.? diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?? (Nisa, 75) İşte o çekirdek kadro etrafındaki yabancı ve zararlı unsurların temizlenmesi için, bu ayetin emriyle Müslümanlar Mekke?yi fetih girişimini başlatmışlar ve sonunda başarıya ulaşmışlardır. Artık çekirdek kemalini bulmuştur. Kısa bir zaman sonra Endülüs medeniyeti, arkasından Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri doğacak ve Kur?anın nuru cihanın her bir tarafına ışık saçacaktır. Kalplerden öncelikle şirk temizlenecek, tevhid hakim kılınacakır. Zulüm yerini adalete, sefahat güzel ahlaka terk edecektir. Bu ayetten dersini alan müminler, batıl inançlarını halka zorla kabul ettirmek isteyenlerin güçlerini kırmak ve müminlere yapılan zulümlere son vermek gibi temel sebeple cihat yoluna girmiş ve yeni ülkeler fethetmişlerdir. ?İslamda gaye-i harp intikam, katil, tebdil-i dine icbar değil, hasmı mağlup etmek ve kuvve-i cebriyesini alıp dininde serbest olarak hükm-ü hakka tabi tutmaktır ki, i?layı kelimetullah bundadır.? (Elmalılı Tefsiri, 2/864-5) Müslümanlar, fethettikleri ülkelerin halklarından cizye denilen bir vergi almakla, onları kendi raiyetleri sınıfına dahil etmişler, canlarını ve mallarını koruma altına almışlardır. Zimmîler, yani bir İslam beldesinde yaşayan ve vergisini vermekle vatandaşlık haklarından faydalanmaya hak kazanan gayr-ı müslimler hakkındaki şu hadis-i şerif bu noktada çok anlamlıdır: ?? Kim bir zimmîye zulmeder ve ona gücünün üstüne iş yüklerse kıyamet günü beni karşısında bulacaktır.? (Ebû Dâvud, İmâre, 33, bkz. Münâvî, Feyzu`l-kadîr, 6/19; Bağdâdî, Tarîhu Bağdad, 8/170; Aclûnî, Keşfu`l-hafâ, 2/342.) Büyük müfessir Fahreddin-i Razi hazretlerinin cihat konusundaki şu açıklaması çok önemlidir: ?Kafirlerle savaşan kimsenin maksadı küfrü kaldırma azmi ve kasdı olmalıdır. Bu sebeple, kâfirle savaş halinde olan kimsenin, savaşsız olarak onu küfründen vazgeçirebileceği düşüncesi ağır basınca bu kimsenin onu öldürmekten vazgeçmesi vacip olur.? (Tefsir-i Kebir; 4/436) Yazımıza konu olan itirazı yapanların, İslam?ın şu hükmünü çok iyi değerlendirmeleri gerekiyor: ?Kâfir eğer zimmî olsa, dahilde olsa cizye verse, hariçte olsa musalaha etse İslamiyet?çe hakkı mahfuzdur.? Buna göre, bir mümini öldürene kısas uygulandığı gibi, bir zimmîyi öldürene de kısas uygulanır. Eğer, Müslümanlar da bu ayeti söz konusu iddia sahibi gibi yanlış yorumlasalardı, fethettikleri ülkelerin bütün müşriklerini, putperestlerini, Hıristiyanlarını ve Yahudilerini kılıçtan geçirirlerdi. Tarih bunun aksini söylüyor. İslam ülkelerinde varlıklarını sürdüren kiliseler, sinagoglar da böyle bir iddiayı yalanlıyorlar. Söz konusu ayeti yanlış ve eksiz yorumlayıp İslam?a hücum eden kişiler yanlış yolda oldukları gibi, yine bu ayeti kendi akıllarınca değerlendirip bütün gayr-ı müslimleri öldürmeyi düşünenler de o kadar hatalı ve İslam?ın ruhundan o derece uzak bir yoldadırlar. Üstad Bediüzzaman?ın ?dinde mutaassıp, muhakeme-i akliyede noksan? diye nitelendirdiği bu gibi kişilerin hataları İslam?a mal edilemez. Böyle kimseleri bahane ederek İslam?a hücum etmek son derece yanlıştır. Eğer hücum edilecekse, Müslümanları dininden uzaklaştırmak için bir asırdan fazla zamandır aralıksız çalışan ifsat komitelerine edilmelidir; asıl suçlu onlardır. İslam?ı aslına uygun olarak öğrenme imkanından mahrum bırakılan, Kur?anı eksik hatta yanlış öğrenen kişiler, sonunda bu İslam düşmanlarına da zarar vermeye başlamışlardır. Kaldı ki böyle kimseleri organize eden bir takım örgütlerin dış kaynaklı oldukları, bir cinayet şirketi gibi faaliyet gösterip silah kaçakçılığından uyuşturucu ticaretine kadar her tür rezilliği para karşılığı yaptırdıkları da ayrı bir gerçektir.
  3. Tebe-i Tâbiîn neslinden Abdullah ibn Mübarek hazretleri anlatıyor: Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım. Selâm verdim; selâmımı “Söz olarak Rahîm bir Rabden selâm sözüdür onların duyacağı” (Yâ-Sîn: 58) âyetiyle aldı. “Buralarda ne yapıyorsun?” diye sordum. “Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur” (A’râf: 186) âyetini okudu. Anladım ki, yolunu kaybetmiş. Nereye gittiği soruma “Bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan alıp Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ı tesbih ederim” (İsrâ: 1) âyetiyle karşılık verdi. Anladım ki, geçtiğimiz hacc mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor. “Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?” dedim. “Tam üç gece (yani üç gündür)” (Meryem: 10) dedi. Yiyecek verme teklifinde bulundum. “Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın” (Bakara: 187) âyetini okudu. “İyi de Ramazan’da değiliz” dedim. “Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara: 158) âyetiyle cevap verdi. “Yolculukta oruç açılabilir” dedim. “Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır” (Bakara: 184) âyetini okudu. Niye benim gibi konuşmadığını sordum. “Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun” (Kâf: 18) dedi. “Kimlerdensin?” diye sordum. “Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de, kalb de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur” (İsrâ: 36) âyetiyle cevap verdi. “Hata ettim, hakkını helâl et!” dedim. “Bugün size kınama yok. Allah, sizi bağışlasın” (Yusuf: 92) dedi. Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum. “Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir” (Bakara: 215) âyetiyle mukabele etti. Devemi yanına getirdim. Binecekken, “Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar” (Nûr: 30) âyetini okudu. Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı. “Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir” (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı. “Sabret, deveyi bağlayayım!” dedim. “Bu hususta Süleyman’ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık” (Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kasdetti. Deveye bindi ve “Bunu bize baş eğdiren Allah’ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!” (Zuhruf: 13-14) âyetlerini okudu. “Haydi!” diye deveyi hızlandırdım. “Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!” (Lokman: 19) mukabelesinde bulundu. Yürürken şiir okumaya başladım. “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!” (Müzzemmil: 20) dedi. “Şiir okumak haram değil ki!” dedim. “Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!” (Bakara: 269) cevabını verdi. Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum. “Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!” (Mâide: 101) âyetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve “Kafile içinde kimsen var mı?” dedim. “Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!” (Kehf: 46) dedi. Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum. “Allah İbrahim’i dost edindi; Allah Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitab’a kuvvetle tutun!” (Nisâ: 125, 164; Meryem: 12) âyetlerini okudu. “Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!” diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç “Buyur!” diye çıkageldi. Onlara para verip, “Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!” (Kehf: 19) dedi. Yiyecek gelince bana, “Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!” (Hâkka: 24) dedi. Çocuklara, “Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!” dedim. “Annemiz” dediler, “Ağzından Cenab-ı Allah’ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur’an’la konuşur.” İbn Mübarek, bu hadiseyi Kur’an’da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.
  4. Dedim: Çok yalnızım. Dedin: ... فَإِنِّي قَرِيبٌ Ben ki sana çok yakınım. Bakara-186. Dedim: Evet biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim. Dedin: وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَ دُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf-205 Dedim: Buda senin yardımını ister Dedin: أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur-22 Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim. Dedin: وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ (Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud-90 Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım? Dedin:أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ Allah’ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini.. ve Allah’ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe-104. Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı. Dedin: اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (2) غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِِ Allah aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3. Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?! Dedin: إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا Allah bütün günahları bağışlayandır. Zümer-53. Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın? Dedin: وَ مَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ Allah’tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran-135. Dedim: Ne kadar güzelsin Allah’ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum. Dedin: إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ Şüphesiz ki Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever. Birden “İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var” dedim. Sen de أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ “Allah kuluna yetmez mi?” (Zümer-36) dedin. Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim? Dedin: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43. Kendi kendime dedim: Allah’ım seni çok seviyorum.
  5. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Hûd Suresi 108. âyet (diyanet meâli) - Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedi kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.
  6. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    İnsanların dini ihtiyaçları doğrultusunda nasıl eser yazılacağından bahsetmiş. O zaman da mesnevi gibi bir ihtiyaç varken şimdiki bilgi çağında akılcılık üzerinden saldıran zihniyete mesnevi ne kadar yeterlidir. Mevlana'nın prensibi Ne olursan ol gel ! di. Bu durumun olabilmesi için insanların kalplerinin katılaşması gerekir. Ne olursan ol gel ! diyince kalbe bir tohum ekilir. Tohum ağaç olur veya olmaz o kişiye kalmış. Birinin dediği gibi ben peygamberim dememiş. Böyle zamanda bu tarzda eser yazılırdı bende böyle yazdım demektir. İftiralar başka kapıya...
  7. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Dünyası
    O zaman insan maymundan oluşamaz bu mümkün değil, Bilim maymundan insan yapabilmeli...tesadüf tesadüf Biri çıkıp "atalarınızdan bazıları hayvanat bahçesinde siz burda sefahat içindesiniz" dese ne diyeceksin
  8. Muallim-i Âli şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Dünyası
    Sırada Maymundan İnsan yaratma projesi var, tabi maymun akıllı olmaz inş..malum genler
  9. Yazı sahibi kimse Melek'lerin sıfatlarını bilmiyor. Kur'an'a bile bakmaya gerek duymadığına göre yazı baştan sona beş para kıymet etmiyor. Çünkü yazının devamında kurandan ayetler yazmayı biliyor. Yani işine gelirse hesabı yapmış. Kesin bir art niyet var.! Yaratıcı ile yaradılan kıyaslanmaya çalışılıyor; Mantık hatası var. ! Güçler dengede değil; dolayısıyla kıyaslanamaz. Zengin ve fakir arasında kıyaslama yapılırken hangisinin satın alma gücü daha yüksek şeklinde kıyaslama yapılamaz. Mantık hatası olur soru da geçersiz olur. Melek ve İblis'in sıfatlarını bilmeyecek kadar cahil birinin bu konuda yazdığı cahilce şeylerde mi doğruluk payı aranıyor.
  10. Sizin için hiç bir şey ifade etmeyebilir söylediklerim --> ; Cuma namazlarında, Bayram namazlarında, Teravih Namazlarında her camiide yer bulma sıkıntı her camiide olduğuna göre camii yapılmasına hâlâ ihtiyaç var . Tabi bunu kontrol altına almak gerekir en çok hangi bölge / il / semtte sıkıntı varsa oraya yapılmalı. Talep ihtiyacı doğuruyor demek ki. Hayır. Tv izleme alışkanlığı yerine kitap okuma alışkanlığını kazandırarak. Bilhassa kişisel gelişim ve bilim kitaplarına, dergilerine yönlendirerek. Ve bilhassa ne idüğü belirsiz yayınlar yerine kaliteli yayınlara. Kur'an'ı kuran kursuna gitmeden öğretecek teknoloji yeterince gelişmiş düzeyde, hem de en ince ayrıntılarına kadar. Yazdıklarıma pararlel ilerliyor. İnançlı kişi ve inançsız kişi. Eğitim noktasında hemfikiriz. Buna karşı çıkan yok. Neden camiilerde de fen ilimleri ders olarak verilmesin. Camiide sadece dini eğitim olacak değil ya. Olaya bir de bu açıdan bak.
  11. İsteyen istediği tefsir kitabını okur. Tefsir kitabı illa önce ayet sonra açıklama şeklinde olacak değil. Yaşanılan yüz yılın en büyük islam âlimi(müceddidi) kimse, hep ona tabi olunmuştur. Geçmişe bakarak görebilirsiniz : ..., Mevlana, İmam-ı Rabbani,... vs. İmam-ı Rabbani zamanında da akılcılık yoluyla islama karşı duruş sergilenmişti durum şimdi de aynı. Demek ki durum(hastalık) aynı olunca yazılan eser de(ilaç) aynı tarzda oluyor. (Din, fen ve felsefe ilimlerini birleştirerek kur'an'ın icazını beyan etmek; diğer bir ifadeyle akıl ve kalbi ikisini birden tatmin etmek)
  12. Evet sonucu çok iyi görüyoruz; milyonlarca kişinin irşadına vesile oldu yazdığı eserler; bazı yabancı üniversitelerde ders kitabı olmaya başladı. Kendi kanaatimce size "Allah ıslah etsin diyen inançlı her iki ikişiden birinin nurcu olduğu kanatindeyim
  13. 1- Bir kaide vardır: Bir söz mutlak söylendiğinde en mükemmeli anlaşılır. Örneğin ;insan denilince akla peygamberimiz gelir. Fizikçi denilince en meşhuru aklımıza gelir. Bunun gibi Şu duayı okuyan şu sevabı alır sözünden aklımıza ilk gelecek olan o duanın zirvesidir, en son neticesidir. Yani bu duanın en mükemmel sonucu budur, anlamına gelmektedir. 2- Her sözün bazı şartları vardır. Örneğin bir arabanın katalogunda 200 hız yapabileceği yazılı olsun. Sadece bunun yazılmış olması o arabanın her zaman ve her sürücünün 200 yapacağı anlamına gelmez. Stabilize bir yolda, benzinine su karışmış, ön düzeni bozuk, gece vakti farları yanmayan veya başka yere bakan, üstelik de şoförü acemi olan bir araba aynı hızı yapmayınca bu sözün yanlış olduğu anlamına gelmez. Tam tersine söz doğrudur ama bazı gerekli şartları yerine getirilmediği söz konusudur. Bu nedenle araba bize fayda verecektir fakat istediğimiz hıza ulaşamayacaktır. Bunun gibi biz de Allah?ın yarattığı mükemmel ve canlı bir arabayız. Bu arabanın farları olan gözler, yedikleri, içtikleri, gezdikleri, düşündükleri, ayakları gibi her şeyiyle mükemmel olacak ki o duayı okuduğu zaman o neticeyi alabilsin. Demek ki söz doğrudur. Ancak o şartları yerine getirmek kaydıyla. 3- Her çekirdek bir ağaçtır. sözü doğrudur. Ancak her çekirdek bir ağacın programını taşıdığı halde şartlarına uyarak ekilmezse ağaç olamaz. Bunun gibi her dua da insanı Allah?a götüren ve günahlarının silinmesine sebep olan bir sır vardır. Ancak çekirdek gibi olan bu sırrın açılması için de bazı şartlar lazımdır. İman, ibadet, niyet ve haramlardan sakınma gibi şartları yerine getiren onu ağaç gibi açacaktır. Geçmiş günahlarının silinmesine vesile olacaktır. Yoksa çekirdek olarak kalacak ve neticeye ulaşamayacaktır. Hatta hayatını yanlış yerde harcadığı için aynı zamanda sorumlu da olacaktır.
  14. Acaba inanmayanlar mı fesatçı olarak nitelendiriliyor yoksa inanmayanlardan fesat kelimesindeki fiilleri işledikleri için mi fesatçı denilen kısıma giriyorlar ? Bir meslek düşünelim. Öğrencilik olsun. İki tane öğrenci düşünelim. Öğrenci öğrenme eylemini gerçekleştirene denir di mi ? Peki bu öğrencilerden öğrenme işlemini gerçekleştirmek yerine; derste düzeni bozan, dersin işlenmesine engel olan, öğretmene engel olan kişiye nasıl olurda öğrenci dersin. Ortada bir eylem var. Fesat. Nasıl olur da fesat işleyen inanmayanla fesat işlemeyen inanmayan kişiyi aynı kefeye koyarsın. Fesat ne demek ? (tdk) 1 . Bozukluk: "Mide fesadı. Ahlak fesadı."- . 2 . Karışıklık, kargaşalık, ara bozuculuk: "Birçokları kahveleri fesat yatağı saymayı sürdürürler."- S. Birsel. 3 . Hile. 4 . sıfat Herhangi bir konuda iyimser olmayan, kötü yorumlayan (kimse): "Sen de ne fesat adamsın!"- . 5 . sıfat Karıştırıcı, ara bozucu (kimse). Bu durumda her inanmayanı fesatçı olarak nitelendirmek adalete ters düşmez mi ?
  15. 17. LEM'A, BİRİNCİ NOTA Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafi l Said! Bil ki, şu âlemin fenâsından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden mufarakat eden birşeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terk edip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir kapısına kadar teşyî etmeyen, hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firakla senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü ânında seni terk eden fâni şeylerle kalbini bağlamak kâr-ı akıl değildir. Eğer aklın varsa, uhrevî inkılâbâtında, berzahî etvârında ve dünyevî inkılâbâtının müsâdemâtı altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevâlinden kederlenme. Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve Ebedî Zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîmin emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul. ------------------------------------------------ İnsan fani, hayatı son bulacak İçinde yaşadığı dünya da harab olacak İnsan fani olsa da kalbi son bulmayacak Dünya harab olsa da sonsuz bir aleme açılacak İnsanın düşkün olduğu maddi her varlık, kabir kapısında onu yanlız bırakacak, ölüm sonrası yolculuğunun hiç bir aşamasında beraberinde bulunmayacak İnsanın kalbi ise sonsuzluga meftun, başka bir şeyle asla mutlu olamayacak Üstelik bu fani şeyler giderken günahlarını da insanın boynuna fazlalık olarak bırakacak, yükünü ağırlaştıracak Bu durumda insan fani hiç bir şeyde huzur bulamayacak Demek ki huzursuzluğun esas menşei, insanın, fani olan şeylere, sonsuza kadar sahip olacakmış gibi bağlanması... ANLAŞILIYOR Kİ İNSAN RUHUNUN VE PSİKOLOJİK YAPISININ HUZURA KAVUŞMASI İÇİN, VİCDANININ VE ZİHNİNİN, FANİ MADDİ ZEVKLERDEN MANEVİ İNANÇ, DUYGU VE DÜŞÜNCELERE YÖNLENDİRİLMESİ GEREKMEKTEDİR... YAPILMASI GEREKEN NE OLABİLİR: Zihin eğitimi yapalım. Zihnimizi MANEVİ SORGULAMALARA alıştıralım. Bu sorgulamada Rabbimizin "Size iki göz ve dil vermedik mi?" ayetinde buyurduğu gibi gözlerimizi dilimizi kullanabiliriz. Önümüze konan bir yemeği önce gözle süzeriz. Bu bir görsel dış sorgulamadır. Servislerde bu yüzden temizlik kadar düzen ve intizama, görüntüye ve göz zevkine de yeterince hassasiyet gösterilir. Görüntüsü ********* bir tabağa kimse elini ve dilini uzatmaz. Burnumuz da benzer işlevi görür ve yiyeceğin kokusunu sorgular, kabul ya da red eder. Dilimiz yemeğin tadını tuzunu ne güzel de sorgular!.. Zihnimiz ve mantığımız konuların tutarlılığını, sa duyu da denilen vicdanımız olayların ve davranışların ahlakiliğini hep irdeler durur. Bu bedensel, ruhsal ve bilinçle ilgili fonksiyonlar yerine getirilmezse ve olumsuz sonuçlarla karşılaşırsak, huzursuz ve mutsuz olan yine kendimiz oluruz... Çünkü sorgulamadık!... Psikolojik rahatsızlıkların temelinde bulunan temel bir olguyu böylece tesbit etmiş olabiliriz: SORGULAMAMAK!... Sorgulamadan inanmak, bilinçaltımıza yerleşmesine izin vermek, bilinç savaşçımızı yeterince görev çağırmamak...Bilinçsizce duygularımızın ve düşüncelerimizin bizi esir almasına izin vermek... İşte AKIL ve VİCDAN kontrolünden ve sorgulamasından geçmesi gereken esas konular: Fani ben...Fani dünya... Baki ben... Baki dünya... Ben ve O... AKIL SORGULAMASI ve VİCDAN SORGULAMASI Ben öleceğim Dünya da ölecek Ölmeyecek ne var? Ruhum var Ebedi alem var Ruhumun Sahibi Rabbim var! Ben gideceğim Mezara gireceğim Benimle oraya girecek ve girmeyecek ne var? Beni üzen ne var? Dünyalıklar var! Ben baki olacağım Onlar fani kalacak Bunda üzülecek ne var? Aklım sorguluyor ve diyor ki: Bir saatlik, bir günlük, bir aylık, yıllık ömürlük fani kötü zevkleri terk edeceksin, sonsuz lezzetleri kazacanacaksın... Büyük sonsuz bir kazancın böylesi!... Üstelik dünyadaki meşru dairedeki keyfine kafi gelen zevklerin de yanında ikramiyesi... Aklım sorguluyor ve diyor ki: Bir yanda idam sehpası kurulmuş insanlar birer birer ölüm basamaklarına çıkarılıp dururken, benim burada günah zevklerine dalmam akıl ve mantıkla izah edilir şey de il!.. Vicdanım da sorguluyor ve diyor ki: Beni seven biri var Sevdiği her şeyden o kadar belli ki Evren kadar bana koşturduğu nimetler var! İçimde benden öte bir duygu var Dünyanın dünyalıkların yetmediği yerde Gidip gidip O'na iltica ettiğim sonsuz bir Zat var Fani her şeyde duyduğum bir sıkıntı bir hüzün var Dünyalık hiç bir şey içimdeki boşluğu dolduramıyor O'nu anınca sadece, yüreğimin mutlu olduğu tek O Sultan var Bu nasıl bir vicdansızlıktır ki, göz göre göre, beni asıl mutlu edecek olan, içimdeki sonsuz mutluluk kaynağının Sahibini görmüyorum, sonlu dünyalıklara yöneliyor, kendimi de çevremi de mutsuz ediyorum... Aklım da vicdanımda bu sorgulamadan sonra ortak bir karara varır ve şöyle feryat eder: FANİYİM FANİ OLANI İSTEMEM ACİZİM ACİZ OLANI İSTEMEM İSTERİM BİR YAR-İ BAKİ İSTERİM.. HİÇ ENDER HİÇİM AMA İKİ DÜNYAYI HEPTEN İSTERİM.... İşte sizlere, Psikolojik rahatsızlıkların başlamasını önleyecek, varsa tedavi edecek müthiş bir akıl ve vicdan sorgulama manifestosu.... Bu akıl ve vicdanın fıtri sesidir, arzusu ve inleyişidir. Bu arzunun kaynağı olmadan, o kaynaktan ruha işrab edilmeden, gönlün bu sızılarının dindirilmesi ve insanın huzur bulması mümkün değildir. Ezberleyin, yüre inizde hissedin ve mırıldanmaya başlayın hemen!... Ve kalbinizdeki ve zihninizdeki değişimi görün...
  16. Bir müdür düşünün. Müdür öğretmene diyor ki derste okula muhalif hareket eden dersin işlenmesine engel olabileceklere durumu bildir ve uygula. Ama şu, bu kurallara uyanlara dokunma onları gözardı et. Yeri geldiğinde yaramazlık yaptığında idare et. "Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur" (Maide Sûresi: 32) Şimdi ayette de bu kurallar var. Bu kurallara uyanlara ne olursa olsun dokunma deniyor. Din, dil, ırk ayrımı var mı burda ? Bu kuralı tüm insanlara uygula diyor. Cihad ile ilgili ayetler bir araya getirilse ve kurallar/ölçülerle ilgili ayetleri de bir araya getirerek incelense yola çıkmak isteyen araç hangi araç olursa olsun bu trafik lambalarını nasıl olur da görmezden gelip müspet hareket eder ve cezasız kalır....Adaletten ayrılmamak ümidiyle.
  17. Siz neden camiilerden rahatsız oluyorsunuz. 100 lerce yıl islamiyeti yaşamaya çalışmış, islamın bayraktarlarığını yapmış bir ülkede bu kadar sayıda camii olması şaşırtıcı bir durum değil. Fakat eğitim düzeyi düşük bir toplumda eğitime bu kadar az yatırım yapılması elbetteki şaşılacak bir durum. Dinine bağlı olan,dinini yaşamaya çalışan elbetteki bunca camii sayısından rahatsız olmaz. Fakat buna karışırmanız karşı tarafında size karışması olarak yansımaz mı. Eğitimin önemini anlatacağım derken inancını yaşamaya çalışana karşı duruş gösterek taraf olmayan bertaraf olur misali bir ayrım yapılmış olmuyor mu. Doğru söze ne hacet. Kişi iradesini kullanarak bir şeyler öğrenme yoluna gidebilir. Onların da çabalaması gerek. Yan gelip yatana gökten iş gelmesi nadirdir. Torpil olayı yoksa imkansızlaşadabilir. İnancımız boş işin boş kalfası olmamızı emretmiyor. Meslek sahibi olmamızı istiyor! Bahsettiğiniz kişiler maide suresi 32. ayete muhalif hareket eden sözde inanan tabirine girenlerdir ! Bu ayeti anlamak istememekte niçin ısrar ediyorsunuz. Bir masumu öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir "Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur" (Maide Sûresi: 32) Şu âyet haktır, akla münâfi olamaz, hakikattir. Mücâzefe, mübalâğa, içinde bulunamaz. Halbuki zahir düşündürür. Birinci Cümle: Adalet-i mahzânın en büyük düsturunu vaz ediyor. Der ki: Bir mâsumun hayatı, kanı, hattâ umum beşer için olsa da, heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Cüz'iyatın küllîye nispeti bir olduğu gibi, hakkın dahi mizan-ı adalete karşı aynı nispettir. O nokta-i nazardan, hakkın küçüğü büyüğü olamaz. Lâkin, adalet-i izafiye, cüz'ü külle feda eder. Fakat muhtar cüz'ün sarihen veya zımnen ihtiyar ve rıza vermek şartıyla. Ene'ler nahnü'ye inkılâp edip mezci, cemaat ruhu tevellüt ederek, külle feda olmak için fert zımnen rızadâde olabilir. Sünûhat, s. 26 - Said Nursi *** Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki: "Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir." (Mâide Sûresi, 5: 32) âyetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir. Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür. Mektubat | On Beşinci Mektup | 57 - Said Nursi Camiilerle alıp veremediğiniz olabilir o kısmı size kalmış. Biz diskoları,birahaneleri kapatıp camii yapalım demedik. Biz de eğitim meraklısıyız, kişisel gelişim meraklısıyız, bilimi de takip etme meraklısıyız kabullenmesenizde. Bunun adını değiştirerek sunsanızda. İnancını yaşamaya çalışan kişiye uygun dille anlatma yollarını arasanız vaktinizi daha verimli kullanırsınız.
  18. Kıraathanelere, diskolara, kişiyi sarhoş edip o sarhoşlukla saçmalamaktan millete eziyet etmekten başka bir şey yapmayan birahanelerden niye hiç bahsetmiyorsunuz. Kıraathanelere, diskolara, birahanelerde devlete yararlı vatandaşlar yetiştiriliyor tabi onlar listeye niye yazılsın..
  19. Kişi peygamber ve mucizeleriyle bunu ispatlamışsa, ahlakça en üstün sayılan bir insana milyonlar inanmışsa ve yalan söylemediğine en güvenilir olduğunu (o zamanda) gayrimüslimler dahil herkes ittifak ettiyse hikmet aramak gerek. Sıradan bir vatandaşa inananlar sürekli artıyor nedense güleyim bari! Ayetin devamına da bak ki birden fazla evlilikte ki ölçüyü gör ! Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. Yaşadığımız zamana neden hiç bakmadan direk 1400 yıl öncesi yaşama bakarak o zamandaki evlilik ile böyle fuhşun alabildiğince yaygın olduğu kimin nesi olduğu belli olmayanların yaygın olduğu bir toplumdaki evliliği bir tutuyorsunuz... Zaman geçtikçe nesiller alabildiğine bozuluyor göremiyor musunuz...10 yıl öncesiyle şimdiyi dahi kıyaslıyamıyor musun.. Ahlaki çöküş var ! Din mi onun bunun malını gasp edin diyor din mi keyfine göre 4 e kadar evlen diyor. Mal varlığın yeterliyse aralarında adaleti kesin olarak sağlıyabileceğinden eminsen ki uykuya esir olan kişi bunu nasıl başarabilir.
  20. Bu anlayışa göre bu zamanda çok eşli yaşamayanlar cehenneme rahat gider... Çok eşli yaşamayanları (dini yaşamayanlar) -->(cahiliyye devriyle ahir zamanı karıştıranlar) olarak karıştırılıyor gibi geliyor ... Hz. Muhammed'in güzel ahlakını çok eşlilikmiş gibi gösteren zihniyetleri ilginç buluyorum. Hz. Muhammedin evliliklerinin hikmetini merak ediyorsan araştır öğren. Ama hikmetlerle işiniz olmaz dimi. Herkesi şeyinin zevkinde olarak mı düşünüyorsunuz bilemem...Daldan dala atlama ile islamiyet arasında nasıl bir bağlantı kurabiliyorsun. O tarz yaşamı islam yasaklamıştır.
  21. İslama hakkındaki düşünceleriniz sizi başka düşüncelere yöneltmesin. Okuma yazma bilmemek evet önemli bir mesele fakat okuma yazma bilenlerden kitap(teknolojiye göre adını siz belirleyin bilginin kaynağını) okuyanlar dahi parmakla sayılacak kadar. Yani okuma alışkanlığını benimsemeyenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda dinden ziyade problemin köküne bakılmalıdır diye düşünüyorum. Okuma yazmaya düşman olan bir din (ikra) Oku! emriyle başlamaz. İslamın okuma / yazma öğrenmeyi engellemeyle ilgili deliliniz nedir acep ? Kişinin kimliğinde dini islam yazan çoktur ama kişinin islamla alakası dahi yoktur. Böyle bir durumda suç neden dinde ? Kur'an'da buna (okuma / yazma öğrenmeye) karşı çıkan hangi ayet var ? Kişisel nedenlerin kaynağı din değilse suç dinde olamaz. O kişinin problemidir.
  22. İnsanın hayat içerisinde kullandığı kavramlar çok önemlidir. Çünkü her bir kavram, kişinin olayları ve hayatı doğru bir şekilde değerlendirebilmesi için, birer ölçü birimi ve birer mihenk taşıdır. İşin başında elindeki ya da zihin dünyasındaki ölçü birimi yanlış olan biri, önüne gelen her şeyi yanlış ölçüp, biçecektir. Bunun için inanan her insan kullandığı tüm kavramları vahye inşa ettirmek zorundadır. Kavramların vahye inşa ettirilmesi insana Allah (c.c.) ile aynı dili konuşmasını sağlayacaktır. Hal böyle olunca insan Allah’ın gör dediğini görecek, O’nun (c.c.) baktığı yerden hadisata bakıp, O’nu (c.c.) razı ve memnun edecek bir hayatın sahibi olacaktır. Öyleyse gelin çokça kullandığımız, ama hep tek bir anlama sıkıştırıp, diğer anlamlarını ihmal ettiğimiz önemli bir Kur’an kavramı olan cehalet ve buna duçar olan cahilin ne anlama geldiğini Kur’an aynasından bakarak öğrenelim. Kur’an cahil, cahiliye ve cehalete dair onlarca ayette çok geniş ve farklı açıklamalarda bulunur. Bizim burada bunların hepsine değinmemiz mümkün değildir. Biz sadece Kur’an’ın ce-he-le kökünden türetilen ve çeşitli kalıplarıyla 24 ayette geçen ifadelerin bağlamını dikkate alarak bazı tespitlerde bulunmaya çalışacağız. Kur’an içerisinde geçen 24 kullanımın, 4’ü direk cahiliye olarak geçmektedir. Bu 4 kullanıma dair Kur’an’ın bize söylediğini ve söylemek istediğini bir daha ki yazıya havale ederek, öncelikle ce-he-le kökünden türetilen kelimelerle Kur’an’ın kime cahil dediğine bir bakalım. Cahil: Bilgisiz olan, bir şey hakkında yeterli ilme ve bilgiye sahip olmayan, bir şeyin önemini gereği kadar fark edememiş olandır. Genelde cahil deyince hepimizin anladığı ilk mana budur. Çok ilginçtir, Kur’an böyle bir cahilliği çok da kınamamakta, bilgisizlikten dolayı yapılan yanlışların Allah tarafından af edilebileceğini söylemektedir. ( Nisa 4/17; En’am 6/54; Nahl 16/119; Hucurat 49/6) Cahil: Allah’ın emirlerine karşı soğuk davranan, o emirleri basite alıp gereğince önemsemeyen ve daha da kötüsü o emirlerin üzerine başka sözler söyleyendir. (Bakara 2/67) Cahil: Etrafında kendisine hakkı ve hakikati anlatan binlerce ayet, işaret ve mucize olmasına rağmen halen olağanüstü işler bekleyendir. (En’am 6/35, 111) Cahil: İyiliği emretmeyip, kötülükten alıkoymayan, insanların hatalarını bağışlamayan, müsamaha ve hoşgörü ile etrafındakilere muamele etmeyendir. (Araf 7/199) Cahil: Hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hükümler bina edendir. (Hud 11/46) Cahil: Şehvet ve nefsanî arzularının peşinde koşan, insanı ayartan iç güdülerinin esiri olandır. (Yusuf 12/33) Cahil: Emanete ihanet eden, kendisine teslim edilen her ne ise, onu koruyup gözeteceği yerde, umursamayıp zayi edendir. (Ahzab 33/72) Cahil: Allah’a ait bir alanı başka şeyler ile paylaşan, bu paylaşımı meşru göstermeye çabalayan ve başkalarının da böyle yapmaları için teşvik edendir. ( Araf 7/138; Zümer 39/64) Cahil: Gönderilen elçilerin mesajlarına karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamak istemeyendir. (Hud 11/29; Ahkaf 46/23) Cahil: Boş ve faydasız söz, iş ve düşüncelerin peşinde olan, nerede nasıl davranacağı belli olmayan, kendini bilmez ve taşımaz bir hayatın sahibi olandır. ( Kasas 28/55) Cahil: Sosyal hayatta olan biteni tam anlamı ile anlamayan ve insanların dertlerini çözüme kavuşturmak için uğraşmayandır. (Bakara 2/273) Cahil: Allah’ın başkasına bahşettiği bazı güzellikleri çekemeyerek kıskanan, kendi elinde bulunan nimetlere şükür edeceği yerde, başkalarının elinde bulananları hazmedemeyendir. (Yusuf 12/89) Cahil: Başkalarına dil uzatan, kendisi salih bir amel ortaya koymadığı gibi, güzel iş yapanlara engel olan ve güzelliği ortadan kaldırmak için ona-buna çelme takandır. (Furkan 25/63) Görüldüğü gibi ilahî kelamın lügatinde cahil, çok zengin bir anlam hazinesine sahiptir. Bu anlamları dikkate aldığımızda Efendimiz’in Mekke’nin en kültürlü ve soy itibari ile en asil insanına neden Ebu Cehil/Cehaletin babası dediğini daha iyi anlıyoruz. Vahye tamamen teslim olan ve kullandığı tüm kavramlarını ona inşa ettiren Efendimiz (s.a.v.) nasıl ki, cahilin anlamını çok iyi kavramıştıysa; cehaleti de çok iyi kavramış, onu belli bir zamanın ve mekânın ismi olarak değil, bir zihniyet ve hayat tarzının ifadesi olarak anlamış ve ümmetine de böyle anlamaları için çeşitli uyarılarda bulunmuştur. Öyleyse gelin “Cahiliye zihniyetinin en temel özellikleri nelerdir? Bir hayat tarzının cahiliye diye isimlendirilmesi için ne gibi hususiyetler taşıması gerekmektedir?” sorularına cevaplar arayalım. İyisi mi; biz susalım, Kur’an konuşsun ve bir dahaki yazımızda cahiliye zihniyetinin özeliklerini bize anlatsın. Muhammed Emin Yıldırım

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.