Zıplanacak içerik

''biji tirkiye''

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

''biji tirkiye'' tarafından postalanan herşey

  1. Yazıyı okumadanmı cevap yazıyorsunuz? Yazıda çocuklara Atatürk posteri taşıtılmasımı eleştiriliyor? Yazıda çocuklara üzerinde ne yazılı pankartların taşıttırılmasının eleştirildiğine bir kez daha bakın isterseniz....
  2. -Acaba MHP lideri Devlet Bahçeli, 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde bulunsaydı ve tutukluların-mahkumların, lağım içinde yüzdürüldüğüne, buz üstünde süründürüldüğüne tanık olsaydı, kendisi de bu zulümden pay alsaydı, o gün-bugün hadiselere bakışı ne olurdu? Bu soru, içimde, 1912 doğumlu ve Dersim olaylarına tanık olan Alişan Aslan’ın sözlerini okuduğumda doğdu. Alişan Aslan, Zaman muhabiri Ali Rıza Karasu’ya, yaşadığı acıları anlatıyor ve Onur Öymen’e ulaştırılmak üzere şu soruyu soruyor: -Senin hiç 3 ve 4 yaşlarındaki kardeşlerin kurşuna dizildi mi? Yani sorunun altındaki soru şu: -Sen empati yapabilir misin? Beni anlayabilir misin? Dersimli’yi anlayabilir misin? Sahi Bahçeli, Diyarbakır Cezaevi cehennemini yaşasa, yaşasa değil, bir “insan” olarak tanık olsa ne derdi? -Oh olsun, onlar zaten hak etmişlerdi. Hatta daha kötüsünü hak etmişlerdi de Türk devletinin şefkati o kadarla yetindi mi derdi? Demezdi diye düşünüyorum. Devlet Bahçeli’nin yüreği dayanmazdı. Bence Devlet Bahçeli, bir mezrada bir subay bir köylüye pislik yedirirken de isyan ederdi. Köyün erkekleri eşlerinin önünde soyulup yere yatırılıp üzerleri çiğnenirken gördüğünde de isyan ederdi. O emri veren komutan ya da o emri uygulayan asker olmak istemezdi. Bir örnek var. Vatan yazarı Mine Kırıkkanat. O, Dersim isyanının devlet tarafından bastırılmasını “Ne yani savunmayacak mıydı devlet kendisini?” diyerek onaylıyor. Ama babası o operasyonda irtibat subayı olarak bulunan Mine Kırıkkanat şunları yazmaktan da geri kalmıyor: “Cumhuriyet hükümetinin ‘Tunceli tedip harekâtı’nda yaptığı ve tartışılması gereken büyük hata, 4 Mart 1937’de aldığı gizli bir kararla, ordudan isyanın örnek olacak bir şiddetle bastırılmasını istemesidir. Dersim’de ayaklanmaya orantısız, gaddarlık ölçüsünde bir şiddet kullanılmıştır ve benim babam, irtibatla görevli olduğu için kimseyi öldürmek zorunda kalmadığı bu savaşta gördüklerini, ağlamadan anlatamadı hiç.” (Vatan, 18 Kasım 2009) İşte bunu söylemek istiyorum: -Babam, irtibatla görevli olduğu için kimseyi öldürmek zorunda kalmadığı bu savaşta gördüklerini, ağlamadan anlatamadı hiç. Vahşete tanıklık edenle, uzaktan seyreden ya da sonradan hikayesini okuyan aynı derinlikte etkilenmiyor. Onun için de, birbirimizin acıları karşısında yeterli duyarlılık sergileyemiyoruz. “Bu Kalp Seni Unutur mu?” isimli dizide, biri ülkücü diğeri solcu iki kişinin şahsında, farklı ideolojik grupların yaşadığı travma anlatılıyor. Ülkücü Mustafa, Diyarbakır’ı gördükten sonra başka bir adam oluyor, solcu -belki Kürt- Sinan, “Cezaevindeyken bir terör örgütü kurmayı ve orada bize o vahşeti yaşatanları yok etmeyi düşündüm.” diyor. O terör örgütünün PKK olduğu biliniyor ve Diyarbakır Cezaevi’nin PKK’nın fideliği olduğu biliniyor. Eminim ki Devlet Bahçeli de Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelere tanık olsaydı, birtakım insanın oradan çıktıktan sonra terör örgütüne katılmasını daha farklı değerlendirebilirdi (Hiçbir şey terör adına yapılanları mazur göstermese dahi). Türkiye tarihini incelediğimizde, farklı ideolojik çizgiler olarak uzaktan yargılamalarımızı ve acıları görmezden gelmelerimizi ortadan kaldırabilmek için birbirimize soracağımız tonlarca soru olurdu diye düşünüyorum. -Senin annen (evet annen), şapka giymediği için yargılanıp asıldı mı, diye sormak mesela� -Senin deden, şapka giymediği için, başındaki sarığı boynuna dolanıp sokaklarda sürüklendi mi? -Senin annen, çarşaf giydiği için sokaktan alınıp karakola, oradan mahkemeye götürüldü mü, üzerindeki çarşaf çıkartılıp suç aleti olarak müsaderesine karar verildi mi? -Sen, mukaddes kitabını okuyabilmek için jandarmadan fellik fellik kaçtın mı, samanlıklarda Kur’an öğrenmek zorunda kaldın mı? Menemen’de yaşananlar Dersim’den farklı mı? Orada da devletin “ibret olsun” mantığı ile darağaçları sıra sıra dizilmedi mi? Menemen’deki olaylara katıldığı farz edilen kişilere, Karadeniz’in bilmem hangi ilinde ip satan bir bakkal, irticacı diye mahkum edilip asılmadı mı? Vatan’da magazin yazıları yazan Selahattin Duman birgün kalkıp “Atatürk’ün çevresindekiler”in çetelesini tutacak olmuş. Bakın nasıl bir çetele çıkmış ortaya: “Yakın çevrenin başına ne gelmiş şöyle bir bakalım.. İstiklâl Savaşı’nın bir numaralı askeri gücüne sahip Kazım Karabekir Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. En yakın arkadaşlarından ve komutanlarından Ali Fuat Cebesoy Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Refet Bele Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Cafer Tayyar Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Yakın arkadaşı ve başbakanı Fethi Okyar.. İdamla yargılanmamak için yurt dışına kaçtı.. Yakın arkadaşı ve başbakanlarından Rauf Orbay.. Asılma ihtimaline karşı yurt dışına kaçtı.. Kurtuluş Savaşı’nın Rüştü Paşası.. Emekliydi.. Niye asıldığını bile anlamadı.. Anadolu’ya geçerken annesini emanet ettiği ve Şişli’deki evinin anahtarını verdiği İsmail Canpolat.. Asıldı.. Lozan’da İsmet Paşa’ya teknik bilgi anlamında büyük yardımlar yapan Maliyeci Cavit Bey.. Asıldı.. Cephe ve sofra arkadaşı Albay Ayıcı Arif.. Asıldı.. Sadık adamlarından Sarı Edip Efe.. Asıldı..” (Vatan, 15 Kasım 2009) Asıldı, asıldı, asıldı... Ne yapmalı şimdi bu asılanları? Asanların gözüyle mi görmeli, yoksa bir de asılanların duygu dünyasına mı eğilmeli? Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Türkiye’nin karar odaklarının gündeminde hep bir “Beka sorunu” var olmuş, doğru. Ama bu “Beka sorunu”nun halli sırasında, o işte hiç de günahı bulunmayanlar, büyük acılar yaşamış. Neredeyse bu acıların istisnası da yok. Hatta bir gün zulüm icra eden, ertesi gün zulme maruz bile kalabilmiş. Geçen gün bir habere rastladım: Töre gereği kız kardeşini öldüren genç, “Rüyalarıma giriyor” diyerek gelmiş, suçunu itiraf etmiş. Demek istiyorum ki, insan olanın yüreği dayanmaz, bir gün isyan eder. Ve demek istiyorum ki “Memleketin beka sorunu”nu önemsemeye devam edelim, ama bu arada, asla zulme yönelmeyelim, şu veya bu zamanda şu veya bu şekilde zulüm icra edilmişse, ondan dolayı da özür beyan etmekten kaçınmayalım. Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal, kalksalar da: -Dersim’de isyanı bastırmak tamam ama, aşırı güç kullanıldı ve “ibret olsun” mantığı ile günahı olmayanlar bile katledildi, diyebilse neyi kaybederler? - “Doğu ve Güneydoğu’da terörle mücadeleye evet” ama, bu çerçevede yapılan haksızlıklara hayır, dense ne kaybedilir? Madımak’ta insanların diri diri yanmasını “insan olan” kim onaylayabilir? Madımak Oteli’nde bir yakınımız olsaydı nasıl acı duyardık? Menemen’de bir yakınımız “ibret olsun” diye idam edilmiş olsaydı... Diyarbakır Cezaevi’nde bir yüzbaşı, babamızın karnına basıp onun ölümüne yol açsaydı... Ve Dersim’de 3-5 yaşındaki kardeşimizin kömürleşmiş bedeniyle karşılaşsaydık... Devlet, devlet, devlet... Tamam ama devlet de insan için var değil mi? Aksiyon
  3. Kendilerine Türk Solu isimi veren bir grup çocuklara 'idam' pankartı taşıttı. Türk Solu isimli grup demokratik açılım nedeniyle hükümeti protesto ettiği eylemde küçük çocukları kullandı. Galatasaray Meydanı'ndan Taksim Meydanı'na yürüyen grup çocuklara "Dağa çıkanı da dağa çıkartanı da dağdan indireni de hepsini asacağız" yazılı dövizler taşıttı. Türk Solu üyesi yaklaşık 100 kişi hükümeti protesto etmek için Galatasaray Meydanı'nda toplandı. Atatürk resimleri ve Türk bayrakları taşıyan grubun ön kısmındaki çocukların "Dağa çıkanı da dağa çıkartanı da dağdan indireni de hepsini asacağız. Teröristi affedeni millet affetmez" yazılı dövizleri taşıdığı görüldü. Grup sık sık "Tayyip gidecek terör bitecek. Teröre karşı omuz omuza. Bayrağa uzanan eller kırılsın. Hepimiz Türküz Atatürkçüyüz." şeklinde slogan attı. Grup slogan atarak Taksim Meydanı'na kadar yürüdü. Taksim Meydanı'nda açıklama yapan Türk Solu Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ali Özsoy hükümete tehditler savurdu. 2010 yılında parti kuracaklarını açıklayan Özsoy, "Gümbür gümbür geliyoruz. Korkun bizden. Hepsini asacağız. Dağa çıkanı da çıkartanı da indireni de hepsini asacağız. İşbirlikçiler, gericiler, Amerikancılar korkun bizden. Biz geliyoruz." şeklinde konuştu. Bu gruptan önce kadına şiddeti protesto etmek için yürüyüş yapmak isteyen DTP'lilere izin vermeyen polis, Türk Solu grubunun yürüyüşüne müdahale etmedi. Yapılan basın açıklamasının ardından grup olaysız şekilde dağıldı. (CİHAN)
  4. Bizim demek istediğimizde aşağı yukarı bu zaten sayın Boşig,ben 10 yıldan uzun bir süredir batıda yaşıyorum,bir sürü farklı etnik ve dini gruptan arkadaşım var ve hiçbiriyle sen Türksün,ben Kürdüm,o arap,o göçmen,abaza vs.vs. konumuz olmuyor,ortak paydamız aynı ülkenin vatandaşı olmamız ve ortak dilimizde Türkçedir,bunun içindirki her fırsatta tekrarlıyorum (Türkçe mutlaka her bireye öğretilmelidir,eğitim dili Türkçe olmalıdır çünkü bizi bir arada tutmanın anayolu ortak bir geçmiş ve gelecek bilincinin oluşmasıdır,ancak buradaki ince bir çizgi var,buda farklılıklarımızı muhafaza ederek bunu yapabilmek,ve devletin bütün birey ve topluluklara eşit mesafede olması,bir Kürdün Kürtçe müzik dinlemesi,Kürd halkının geçmişi ve dili üzerine üniversitelerde araştırmalar yapılması,cadde,sokak,mahhalle,köy,il,ilçe isimlerinin geri verilmesi bu ülkeyi bölmez,aksine devletin kendi özlüğüne saygı duyduğunu gören bir birey devletine daha çok bağlanacaktır,develeti bir baba olarak düşünün,bütün çocuklarına eşit mesafede olmassa,bir çocuğunu diğerinden ayırırsa ayrılan çocuğun psikolojisi ne olur? Buda öyle birşeydir işte,devlet hepimizin babasıdır ve hepimize eşit mesafede olmak zorundadır....
  5. Birincisi Cuntacı halk diye bir şey olması mümkün değildir,çünkü cunta halk karşıtıdır,en fazla kandırılmış halk olabilir,kandırma yöntemide ortak değerleri kullanmak,örnek isterseniz,Öymen malum açıklamsından hemen sonra ne dedi ;Atatürk dedi,halkın Atatürk'e verdiği değeri suistimal etme çabasına girdi,ancak buna gülünür :D
  6. Siz bu ülkenin yaşadıklarını neden yaşadığını merak ediyorsanız son üç günlük gazeteleri alın ve bir bakın onlara. Şu son üç günde yayımlanan gazeteler size bütün yakın tarihimizi anlatacak. Bu gazeteler, bu medya, bunların hepsi, varlıklarını söylediklerine değil “söylemediklerine” borçlular. Anlatmadıklarına, yazmadıklarına, görmediklerine borçlular sahip olduklarını. Geçmişimiz ve halimiz onların “sessizliğinde” saklıdır. Biz üç günden beri, onlarca çocuğu bombayla havaya uçurmayı, gayrımüslimlerle insan hakları savunucularını öldürmeyi, kanlı bir kaos yaratıp bu kaosta hükümeti devirmeyi amaçlayan bir cuntanın planlarını yayımlıyoruz. Bakın bakalım gazeteler bu konuda neler yazıyor. Hürriyet’e, Sabah’a, Milliyet’e, Vatan’a, Radikal’e, Habertürk’e, Akşam’a bir bakın. Sadece bu gazeteleri okuyan insanlar, bu ülkede daha sekiz ay önce böyle korkunç bir plan hazırlayan bir cunta olduğunu, o cuntanın üst rütbeli yöneticilerinin orduda hâlâ görevlerini sürdürdüğünü bilmiyorlar. Televizyonlara da bir bakın. Kaç haber kanalı bu haberi verdi, kaç haber kanalı bu meselenin üstüne gitti? Peki, niye bu haberi vermiyorlar? Bu yayın organları, onlarca çocuğun havaya uçurulacağı bir eylem planını “önemsiz” mi buluyorlar? Gazetecilik ölçüleriyle bu olaya baktığımızda bunu “önemsiz” görebilirler mi? Bana böyle bir haberi, medyasının önemsiz bulacağı bir ülke söyleyin. Fransa’da böyle bir cunta haber olmaz mıydı, Amerika’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Portekiz’de, Polonya’da, Japonya’da, Hindistan’da haber olmaz mıydı? Hepimiz biliyoruz ki olurdu. Türkiye’de neden olmuyor, Türkiye’nin bu ülkelerden farkı ne? Fark, bu ülkede askeriyenin “gizli bir iktidarının” bulunması ve bu gizli iktidarın medya tarafından sıkı sıkıya desteklenmesi. Medyanın, bu askerî iktidarı pekiştirmek için “milliyetçiliğe” abanıp, birçok gerçeği saklaması. Cumhuriyet tarihince hep böyle olmuş. Bugün belki de ilk kez Dersim katliamının “gerçek yüzünü” okuyup öğrenen insanlar, o katliamın yaşandığı tarihlerdeki gazetelere de bir göz atsınlar, baksınlar bakalım, bugün öğrendikleri gerçeklerin binde biri o zamanki gazetelere yansımış mı. Gerçek başkaydı, o günkü gazetelerin anlattıkları hikâyeler başka. Bugün de durum aynen o günler gibi. Zaman zaman korku şokları geçirip, fazlasıyla kurnazca hesaplar yapan, bu şoklar sırasında da nereye varacağını hesap edemeyeceği laflar eden Başbakan Erdoğan’ın biraz ruleti andıran bir kişiliği var, topun siyahta mı beyazda mı duracağını bilemiyorsunuz, siyahta durduğunda cuntacılar yerine o cuntacıları ortaya çıkartan gazeteleri eleştiren ama “beyazda” durduğunda da daha önce söylenmemiş gerçekleri anlatan bir kişilik bu. Dün “ruletin topu” beyazda durdu ve Erdoğan, Güneydoğu’da 90’lı yıllarda oradaki insanlara uygulanan “gıda ambargosunu” anlattı. Batıda yaşayan insanlar bunu biliyor muydu, bilmiyordu. Çünkü “medya” bundan söz etmiyordu. Bugün de aynı şeyi yapmak, susarak gerçekleri gizlemek, “hayati konuları” saklamak istiyorlar. Ama yapamıyorlar. Birincisi Taraf gibi bir gazete var, ikincisi bu tür haberlerde dürüst davranan Zaman, Yeni Şafak, Bugün gibi gazeteler bu haberleri saklamadan veriyor, üçüncüsü “askerî medyanın” içinde namuslu kalemler gerçekleri yöneticileriyle çelişme pahasına yazıyorlar. Medyanın bana fevkalade ahlaksızca gözüken bu sessizliğini asıl yırtanlar, bu medyanın içindeki namuslu insanlar, Sabah susarken o gazetede yazan Emre Aköz, Mahmut Övür gibi yazarlar susmuyor, Hürriyet susarken o gazetede yazan Eyüp Can susmuyor. Eyüp Can, böyle bir plan karşısında “vicdanı olan herkesin hop oturup, hop kalkması” gerektiğini yazıyor. Yakında, diğer namuslu kalemler de yazacaktır bu konuyu. Darbelerin, muhtıraların, cuntaların, toplumun üstüne kapan o ağır ve kanlı kapısının “menteşesi” bu medyadır, o cuntacılar medyanın “sessizliğine ve yandaşlığına” güvendikleri için hazırlıyorlar o planları, darbe kapısı o “menteşe” sayesinde kapanıyor üstümüze. Bir zamanlar dünyanın en büyük suç şehri olan New York’ta yetkililer, en “büyük” suçluları yakalamaya çalışır ama bir türlü başarılı olamazlardı, sonra bir belediye başkanı geldi, “büyükleri bırakın, önce onların sokaklarda çalışan adamlarını yakalayın” dedi, dediğini yaptılar, “büyükler” çalıştıracak adam bulamayınca suçlar bıçak gibi kesildi. Darbeleri önlemek mi istiyorsunuz, bu medyayı afişe edin, gerçek yüzlerini örneklerle gösterin, insanlara anlatın, medyayı böyle düzeltin. Medyayı düzelttiğiniz gün ne cunta kalır, ne darbe.
  7. Sayın dayı Türk halkının çocuklarına silah doğrultulmasını asla doğru bulmuyorum,Pkk'nin hiç olmamasını çok isterdim elbette,ama sadece Pkk üzerinden konuşarak soruna çözüm bumak mümkün değil bunuda görmek gerekir,Pkk'yi yaratn sebebler sadece kandırılmışlık yada sadece ağalık düzeni gibi gösterilmeye çalışılıyor,diğer unsurlar hep bilerek geri planda bırakılıyor,gelinen noktada diğer unsurları çözüp dağa çıkışları durdurmak gerekir,oysa hükümet insanları dağa çıkaran sebebleri çözmeden insanları dağdan indirmek istiyor. Chp ve Mhp her fırsatta şehit ailelerini ön plana çıkarmaya çalışıyor,şehit ailelerinin acıları elbette ok büyüktür,bir çocuğu besleyip,gözünden bile sakınıp o yaşa getirmek kolay değildir ama buradaki amaç yeni fidanların yitirlmemesidr,Chp'li bir vekil,bu sorunun çözümünün konuşulacağı gün meclise bir şehit annesini getirip onun yüreğindeki atelşi körüklüyor,başka bir vekilse sorunun Dersim'deki gibi çözülmesini örnek gösteriyor....
  8. Biz bastırılma şeklini konuşuyoruz sayın Politika,insanların mağaralara doldurulup gaz verilerek nasıl katledildiklerini,marksist leninist girşim 1978 yılında PKK'yle başlamıştır,yani 1940'tan 1978'e kadar herhangi bir kalkışma olmamıştır ancak devlet hiçbir zaman bu insanlar neden bu ayaklanmaları yaptılar diye araştırma gereği duymamıştır,nasılsa birdaha yaparsa bir daha öldürürüm mantığı güdülmüştür,Türkiyenin Türk ve Kürt halklarının ortak vatanı olduğunu söyleyenler işkencelerden geçirilmiştir,Kürtçe konuşanlar hor görülmüş itilip kakılmıştır,hiçbir Kürt partisi veya derneğinin yaşamasına izin verilmemiştir,sadece ağaların milletvekili seçilmelerine olanak sağlanmıştır,sonra 80 darbesi ve diyarbakır cezaevinde yaşananlar bu halka birilerinin çıkıp ''Bakın devlet Kürt halkına zulüm yapıyor,yaşama hakkı tanımıyor,benliğinizi unutturuyor'' deme hakkı vermiştir. Bugün gelinen noktada,hiçkimse Pkk olmassa Kürt halkının varlığı,dili,kültürü devletçe var sayılacaktı diyemez maalesef....
  9. Ulus Devlet ve sözde Dili.... Günler: 1- Pazar: Farsça, Kürtçe & İrani diller, 2- Pazartesi: Pazar-ertesi, Farsça, Kürtçe & İrani diller, 3- Salı: Farsça, Kürtçe & İrani diller, 4- Çarşamba: Farsça, Kürtçe & İrani diller, 5- Perşembe: Farsça, Kürtçe & İrani diller, 6- Cuma: Arapça, 7- Cumartesi: Arapça Cuma-ertesi, 8- Hafta: Yedi sayısı, Hint-Avrupa dili. Aylar ve Zamanlar: 1- Ocak: “Ocak” (ateş yakılan yer, ev yuva), 2- Şubat: Süryanice, 3- Mart: Latince, 4- Nisan: Süryanice, 5- Mayıs: Latince, 6- Haziran: Süryanice, 7- Temmuz: Sümer ve İbranice, 8- Agustos: Latince, 9- Eylül: Süryanice, 10- Ekim: Türkçe "ekme" Tarlaların sürülüp ekildiği ay, 11- Kasım: (Eski Türkçe) - Tartışılır, 12- Aralık: Türkçe'deki "aralık" sözünden geliyor. Tartışılır. 13- Mevsim: Arapça, 14- Sene: Arapça, 15- Saat: Arapça, 16- Sabah: Arapça, 17- Şafak: Arapça, 18- Takvim: Arapça, 19- Dakika: Arapça, 20- Devir: Arapça, 21- İklim: Yunanca. Renkler: 1- Siyah: Farsça, 2- Kahverengi: Anlamı açık, 3- Gri: Fransızca, 4- Kurşuni: Kürtçe 5- Kırmızı: "Kırmıs" Arapça olabilir. Böcek ismi, 6- Bordo: Bordeaux; Fransa'da bir şehir, 7- Turuncu: meyve renginden; Turunc-u, 8- Pembe: Farsça, Kürtçe, 9- Yeşil: Türkçe'deki "yas" (diri) sözcügünden geliyor. Tartışılır, 10- Turkuaz: "Turkuaz" taşının rengi: Fransızca, 11- Mavi: Arapça , 12- Lacivert: Farsça, 13- Yavruağzı: kuş yavrularının ağız rengi, 14- Menekçe: Kürtçe; Binevş, 15- Mor: Arapça, 16- Leylak: Çiçek rengi; Arapça, 17- Bej: Fransızca, 18- Kara: Diğer dillerde o kadar çok anlamı var, en iyisi hiç bulaşmamak, 19- Kaki: Kürtçe, 20- Eflatun: Arapça, 21- Sarı: İrani dillerden, 22- Kestanerengi: Yunanca; Kastano. Aile, fert, evlilik vb. alanla ilgili bazı yabancı kökenli kelimeler: Amca: Arapça, Anne: Hititçe, : Arapça, Baba: Farsça, Bebek: Arapça, Çoban: Kürtçe Dadı: Arapça, Damat: Farsça, Dayı: Arapça, Erkek: Arapça, Evlat: Arapça, Evlilik: Arapça, Fert: Arapça, Gerdek: Farsça, Hala: Arapça, Hamile: Arapça, Nesil: Arapça, Peder: Farsça, Teyze: Farsça, Valide: Arapça, Zevce: Arapça, Devam ediyoruz: Çiçek: Farsça (Çeçek), Nebat: Arapça, Sebz: Farsça; yeşil anlamında, Hububat: Arapça, Bakla: Arapça, Bakliyat: Arapça, Baklava: Arapça, Gül: Farsça, Kürtçe, Müge: Fransızca; Muguet, Menekçe: Kürtçe, Sümbül: Kürtçe, Glayöl: Fransız-İngilizce, Lale: Farsça, Kakûle: Farsça, Zencefil: Arapça; Zencebil, Tarçın: Kürtçe, Domates: Meksika yerlilerinin dilinden, Çay: Çince, Kahve: Arapça, Şeker: Hint-Avrupa dillerinden, Reyhan: Arapça-Farsça, Turunç: Farsça, Portakal-Mandalin: Hint-Avrupa dillerinden, Narenc-Narenciye: Farsça, Greyfurt: İng; Grape-fruit, Brokoli: İtalyanca, Şebboy: Farsça (Şeb: Gece kelimesinden mülhem), Kaktüs: Amerika yerli dilinden, Safran: Farsça, Nişasta: Farsça, Limon: Hint-Avrupa dilleri’nden, Kivi: Avustralya yerli dili, Avokado: Güney Amerika yerli dili, Hoş, güzel gonca anlamında, Gonca: Farsça, Şeftali: Farsça (Şeftalû), Gülnar: Farsça; Nar çiçeği anlamında, Zeytin: Arapça; Zeytûn, Menekşe: Kürtçe, Ve daha onlarcası yabancı. Yunanca’dan Türkçeye geçmiş olan Meyve, Sebze ve Bitki isimleri: Açelya Azalea, Ananas Ananas, Anemon Anemonis, Bamya Bamia, Barbunya Barbunia, Biber Piperi, Bulgur Bligouri, Fasulye Fasoulia, Fulya Fulia, Ispanak Spanaki, Karanfil Karafilli, Kayısı Kaisi, Kestane Kastano, Kiraz Kerasi, Krizantem Krisantemi, Köknar Kukunari, Lahana Lahano, Limon Lemoni, Hint Avrupa dilinden Mandalina Mandarini, Manolya Manolia, Mantar Manitari, Marul Maruli, Maydanoz Maidanos, Muşmula Mousmoula, Ökaliptus Ev-Kalips, Papatya Papadia, Patates Patates, Pırasa Praso, Hint Avrupa dilinden Portakal Portokali, Yasemin Yasemi, Hayvan isimleri: Akbaba: Farsça-Arapça: Uqab, Akbın: Ermenice, Akreb: Arapça, Beygir: Farsça-Kürtçe: Bergir, Boğa: Mançuca - Güney Amerika yerli dili, Bülbül: Farsça/ar.-kd, Çakal: Farsça, Camus: Arapça, Canavar: Farsça, Ceylan: Moğolca, Civciv: Farsça, Ejder: Farsça, Engerek: Yunanca, Fâre: Arapça, Fil: Arapça, Folluk: Yunanca, Gazel: Arapça, Gergedan: Farsça, Guguk: Sanskritce, Hayvan: Arapça, Horoz: Farsça, İnek: Sanksritce, Jaguar: Güney Amerika yerli dilinde “Orman’ın Hayâleti” anlamında, Kanarya: İspanyolca, Kancık: Latince, Katır: Pehlevice, Kaz: Farsça, Kedi: Rumca ve Hint-Avrupa dillerinden, Kertenkele: Farsça, Krokodil: Yunanca, Kukumav: Yunanca; Kukuvaya, Kuğu: Farsça, Kumru: Arapça/Farsça.-kd, Leylek: Arapça, Manda: Sanskritce, Maymun: Yunanca, Meral: Moğolca, Öküz: Hint-Avrupa dillerinden, Papağan: Latin Amerika yerli dilleri, Piton: Yunanca, Şahin: Farsça, Salyangoz: Rumca./Yunanca.-kd, Sansar: Sanskritce, Timsah: Arapça, Zürafa: Arapça, Balık isimlerinin hepsi: Yunanca, Yemek-tatlı-içki isimleri: Cacık: Ermenice Çerez: Rumca Çorba; Farsça; Zırbe (Sarmısak çorbası anlamında), Yahnî: Farsça, Lahmacun : Arapça, Kebab: Arapça, Biryan-Büryan (Püryan): Farsça; Kebab, pişmiş et anlamında, Lokum: Arapça, Peş Melba: Fr; Pêche Maelba (Melba Şeftalisi anlamında, Avusturya’daki Maelba düşesine ithaf edileb şeftalili bir tatlı), Lalanga: Yunanca; Lalaga (Kızartma anlamında), Nuriye: Arapça, Şŭbiyet: Arapça, Makarna: İtalyanca Makaroni, Spagetti: İtalyanca, Pizza: İtalyanca, Pasta: İtalyanca, Hamburger; İng-Alm, Bira: İtalyanca, Şarab: Kürtçe, Konyak: Fransızca, Whisky: İngilizce, Keşkül: Farsça (dilenci kabı anlamında), Milföy (Mille-feuilles): Fr (Bin yaprak, bin tabaka anlamında), Şerbet: Kürtçe, Şurub: Kürtçe, Şıra (Şire): Kürtçe, Şirden (Şirdan): Kürtçe, Likőr (Liqueur Fr, Liquor-Lat), Krem Karamel: Fr, Gulaş (Guyaş); Macarca. En Sık Kullanılan Yunanca-Rumca Malzeme, Eşya ve Alet isimleri: Anahtar Anahtari, Balyoz Balios, Cımbız Tsimpida, Çengel Tsingeli, Çember Tsemperi, Fener Fanari, Fırın Fournos, Fincan flitzani, Fıçı Foutsi, Fırça Fırtsas, Gübre Kopria, Halat Halati, İskemle İskemle, Istaka Steka, Izgara Skara, Kavanoz Kavanos, Kerpeten Karfi Kiler Kelari, Kilit Klidi Kiremit Keramidi, Kova Kouvas, Kümes Koumesi, Kutu Kouti, Lamba Lampa, Makara Makaras, Masa Maso, Mangal Mangali, Olta Olta, Pabuç Papoutsi, Patik Patiki, Sünger Sfungari, Semer Samari, Tuğla Toublo, Vernik Verniki, ve binlerce böyle kelimeler. Yunanca isimler: Açelya Azalea, Akasya (Yeniden doğuş), Ata-Athan (Ölümsüz), Bora Bora, Defne (Bir ağaç), Delfin (Yunus balığı), Demet Demati, Dilara Diara Eda (Jenerasyon), Eflatun (Açık mor), Esmerelda (Zümrüt), Elmas (Kıymetli taş), Fidan (Yeni yetişen körpe ağaç), Fide: (sebze veya körpe çiçek), Filiz Filizi, Fulya (Bir çiçek), Funda Funda, İdil (Kır hayatını konu edinen yazı veya şiir), İlay-İlke (Işık), Kiraz (Meyve ismi), Manolya Manolia, Melinda (Nazik), Melisa (Bal arısı), Menderes (Akarsu yataklarının dolanbaçlı kısmı), Merve-Merme (Parlayan), Methe (Nazik-İnci), Papatya Papadia, Pelin Pelini, Poyraz (Kuzeydoğudan esen soğuk rüzgar), Saba (Sebalı), Selen-Selin (Ay), Sibel (Kahin-Nasihatcı), Talya (Neşeli), Temel (Yapıt için açılan çukur, Dayanak), Yasemin Yasemi, ve daha onlarca böyle isimler. Bu isimler Anadoluda en sık kullanılan isimlerdir hemde. Günlük bazı Yunanca kültürel sözcükler: Asparagas, Bre, Despot, Efendi, Faso fiso, Felek, Fiske, Gaf, Hovarda, İzmarit, Kalpazan, Kaparo, Karavana, Katakulli Kerata, Külüstür, Manav, Namus Paçavra, Paydos, Zevzek. Şok edici Farsça-Kürtçe kelimeler: Bari, Çünkü, Eğer, Eyvah, Gerçi, Her, Henüz, Herkes, Hiç, Hemen, Hep, Kâh, Ki, Keşke, Meğer, Meğerki, Naçizane, Ne, Peşin, Parça, Sade, Ta, Ya, Şok edici Arapça kelimeler: Acaba, Ama, Alaka, Asıl, Asla, Aynen, Amma, An, Bazen, Bazı, Bizzat, Cümle, Daima, Dahil, Dair, Defa, Dikkat, Ebediyen, Ekseriyet, Elbet, Ezel, Fakat, Falan, Filan, Fazla, Galiba, Hakikaten, Hakiki, Hâlâ, Hâlbuki, Hâlen, Harbi, Hülasa, İlla, İsim, İstisna, İzah, Kadar, Kelime, Kere, Keza, Külliyen, Lakin, Lütfen, Mesela, Misal, Rağmen, Şey, Tabii, Tamam, Tesadüf, Vallahi, Ve, Vesaire, Yahu, Yani, Zaten, Daha neler var neler Sonuç: Türkçe meğerse 5-6 bin kelimelikmiş. Türkçenin tarihi 1930’lardan başlar. Türkçe, Osmanlı döneminde hiçbir zaman resmi dil olmamıştır. Serdar Evdirehman ve Ali Karduxos’a katkıları için teşekkürler. Seçme Bibliografya 1-Sevan Nisanyan, Sözlerin Soyağacı, II.basım, Adam yayınları, İstanbul 2003. 2-Orhan Hançerlioğlu, Türk Dili Sözlüğü, İstanbul, 1992. 3-Yorgos Babinyotis, Yunan dilinin sözlüğü, Atina 1998. 4-İstanbul Kürd Enstitüsü, Ferhenga mezin a Tirki-Kurdi, Stenbol, 1992. 5-Türkçe Dilbilgisi, E.Zeginis-P.Xidiroglu. Vanyas yay. Selanik. 1995. 6-Mevlût Sari, Türkçe-İngilizce-Arapça-Persçe Sözlük. GONCA. İstanbul. 7-Farsça dilbilgisi Mürsel Öztürk. TTT. Ankara 1988. 8-Türkçe-Farsça sözlük. İbrahim Olgun ve Comşit Drahman, Elhan Kitabevi. Ankara 1988. 9-Georgios G. Yannakis "Hint-Avrupalilar, Dil ve Kültürleri". Kitap Enstitüsü-Kardamıca Yayınları, Atina 2005.
  10. Başka bir araştırmaya görede Ankarada öğrenci olan Öcalan o yıllarda yasak olan bir dergiyi dağıtırken gözaltına alınıyor ve bir kaç gün sonra cebinde birsürü dolarla suriyede çıkıyor,Pkk kurulduktan sonra kamplarını ilk ziyaret edenlere bakın Veli Küçük,Doğu Perinçek,Öcalan'la kol kola diz dize resimler çekiniyorlar,o resimlerden bazılarında veli Küçük'ün pkk militanlarına hitaben konuşma yaptığıda görülüyor,ee insanın aklı ister istemez karışıyor bu durumda değilmi?
  11. Poyrazköy’ün izini süren savcılar, Deniz Kuvvetleri’ndeki cuntanın gayrımüslimler üzerinden AKP’yi bitirmeye yönelik Mart 2009 tarihli Kafes Eylem Planı’nı deşifre etti Beykoz Poyrazköy’deki mühimmatın bir kısmı 3 Şubat 2009 tarihinde Kaynarca Köyü Hocaoğlu Mevkii ormanlık arazide köylülerin bir araçla birlikte şüpheli birtakım kişileri görüp jandarmaya haber vermesiyle bulundu. Jandarma, köylülerden gelen bilgi üzerine vakit geçirmeden harekete geçti. Köylülerin ihbar ettiği bölgede tornavidalarla işaretlenmiş bir ağacın altında yeni kazılmış toprak yığınına rastlandı. Jandarmanın yaptığı inceleme ve kazı çalışmaları sonucu su termosu içerisinde gizlenmiş 27 adet TNT kalıbı (her biri yaklaşık 500 gr. civarında), 100 gr C4 patlayıcı, 155 cm infilaklı fitil, üç adet elektrikli fünye ve bir adaptör bulundu. Hücre, eylem için Göktaş’tan haber bekliyordu Bu olayın üzerinden yaklaşık 25 gün sonra (29 Şubat 2009) Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara gelen bir ihbar mektubunda, Beykoz’da Jandarma tarafından bulunan mühimmatın Ergenekon tutuklusu Emekli Albay Levent Göktaş’a bağlı, Emekli Binbaşı Levent Bektaş, Yarbay Ercan Kireçtepe, Binbaşı Erme Onat, Binbaşı Eren Günay ve Yarbay Mustafa Turhan Ecevit’ten oluşan bir hücreye ait olduğu iddia edildi. Bu ekibin eylem için Göktaş’tan haber beklendiği de ihbar mektubundaki iddialar arasındaydı. Dalan’ın bilgisi dahilinde patlayıcı gömüldü Bu bilgiler doğrultusunda çalışmalarını derinleştiren emniyet güçlerine, 14 Nisan 2009 tarihinde başka bir ihbar mektubu daha geldi. İhbar mektubunda, Emekli Binbaşı Levent Bektaş, Yarbay Ercan Kireçtepe, Binbaşı Erme Onat, Binbaşı Eren Günay, ve Yarbay Mustafa Turhan Ecevit’ten oluşan hücre tipi illegal yapının, Göktaş’ın serbest bırakılmaması durumunda, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara yönelik bir suikast planı yaptıkları anlatılıyordu. Ayrıca bu kişilerin SAT Komutanlığı’nın arkasında bulunan Bedrettin Dalan’a ait araziye Dalan’ın bilgisi dahilinde çok sayıda silah ve patlayıcı gömdükleri de mektupta iddia edilmişti. Silah ve mühimmatın gömülü olduğu yerler de tarif edilmişti. Emniyet güçleri aldıkları mahkeme kararıyla birlikte 21 Nisan 2009 tarihinde belirtilen arazide arama ve kazı çalışmalarına başladı. Kazı çalışmalarına emniyet güçlerinin yanı sıra, Jandarma yetkilileri ve İstanbul Üniversitesi’nden üç akademisyen de katıldı. Akademisyenler, yerin 30 metre altını gösterebilen jeoradar isimli cihaz ile arama yaptılar. 21 nisanda başlayan kazı çalışmaları bir hafta sonra bitirildi. Kazı çalışmaları sonucu Poyrazköy’de 15 adet dolu, yedi adet boş lav silahı, 450 gr. C4 patlayıcı madde, 14 adet el bombası, 45 adet sis bombası, yedi adet hakem bombası, 23 adet işaret fişeği, beş adet bombalı bubi tuzağı, 38 metre saniyeli fitil, 30 metre infilak fitili, 24 adet fünye, üç adet gösteri bombası, yaklaşık 3000 adet fişek bulundu. Ardından ele geçirilen mühimmat ve silahlarla ilgili olarak şüphelilerin ev ve iş yerlerinde arama yapıldı ve 24 Nisan 2009 tarihinde Levent Bektaş, Ercan Kireçtepe, ve Erme Onat, 27.04.2009 tarihinde Eren Günay, 27.05.2009 tarihinde ise yurtdışı görevinde bulunduğu için gözaltına alınamayan Mustafa Turhan Ecevit tutuklandı. Bir ihbar mektubu daha geldi 23 Mayıs 2009 tarihinde bir TSK mensubu tarafından savcılara bir ihbar mektubu daha gönderildi. Mektupta Kurmay Albay A. T. liderliğinde, Astsubay Kıdemli Başçavuş H. C., Astsubay Kıdemli Başçavuş S. D. ve Astsubay Kıdemli Başçavuş F. A’nın tutuklanan Deniz subayları ile aynı illegal yapıda yer aldığı iddia edildi. Bu kişilerin ev ve iş yerlerinde Ergenekon hakkında çok önemli belgeleri sakladıkları da mektuptaki iddialar arasındaydı. 28 Mayıs 2009 tarihinde söz konusu kişilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda iddia edilen Ergenekon hakkında çok sayıda bilgi ve belgeye ulaşıldı. Astsubay H. C. ile BTP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Ağar arasındaki ilişkileri ortaya koyan çok önemli dokümanların da bu aramalarda ele geçirildiği de iddia edilmişti. Patlayıcıların bulunduğu dönemde H. C., F. A. ve S. D’nin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından gözaltına alındığı ancak herhangi bir cezai müeyyide uygulanmadan serbest bırakıldığı da iddialar arasındaydı. Albay, Perinçek’in internet grubuna üye 24 Mayıs 2009 tarihinde yine bir başka subay tarafından gönderilen ihbar mektubunda ise Deniz Kurmay Kıdemli Albay Şafak Yürekli, Deniz Kur. Kd. Alb. Mert Yanık, Deniz Kur. Kd. Alb. Dora Sungunay, Deniz Kur. Kd. Alb. Muharrem Nuri Alacalı, Deniz Kur. Kd. Alb. Levent Görgeç, Deniz Kur. Kd. Alb. Tayfun Duman, Deniz Kur. Kd. Alb. İ. Koray Özyurt ve Emekli Deniz Albay Aydın Ortabaşı’nın Ergenekon bağlantısı olduğu iddiası detaylı bir şeklinde anlatıldı. 28 Mayıs 2009’da bu şahıslarında ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda da çok sayıda Ergenekon belgesinin ele geçirildiği iddia ediliyor. Albay Yürekli’nin, Doğu Perinçek’in internet ortamındaki faaliyetleri kapsamında kurulmuş olan “Aydınlık Gelecek Hareketi” isimli internet grubuna üye olduğu ortaya çıkarıldı. Ayrıca Yürekli ve Sunguray’ın, DHKP/C örgütü ile irtibatlarını deşifre eden çok önemli belgelere el konulduğu da iddialar arasında. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile bağlantılar Yapılan aramalarda ayrıca Koramiral K. S., Albay M. Y., 2009 YAŞ kararları ile tuğamiralliğe terfi ettirilen L. G. ve emekli Albay A. O’nun, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile irtibatı olan bağlantılarını içeren belgeler ortaya çıkarıldı. ÇYDD’den burs alan kız öğrencileri, genç teğmenlerle irtibata geçirerek teğmenleri Ergenekon terör örgütü adına kullandıkları iddia ediliyordu. Bu iddiayla ilgili savcıların elinde belge ve bilgi olduğu da belirtiliyor. Teğmenler suikast hazırlığındaydı Tüm bu gelişmeler yaşanırken, 18 Temmuz 2009’da Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli teğmenlerde ilginç belge ve bilgiler ele geçirildi. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin ATAÇ ve Dönemin Donanma Komutanı Oramiral Eşref Uğur YİĞİT’e teğmenlerin suikast planı yaptıkları iddia ediliyordu. Teğmenlerin evinde 500 gr civarında Datasheet patlayıcı ele geçirildi. Teğmenler ile ÇYYD’den burs alan kızların gizli çekilmiş özel görüntüleri de yapılan aramalarda ele geçirildi. Ardından da gözaltına alınan teğmenler tutuklandı. Poyrazköy kazıları sonrası ev ve iş yerinde arama yapılan Emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın ofisinden ele geçirilen bir CD’de de inanılmaz bir plan yakalandı. CD’nin içeriğinde “data stash” isimli bir programın yer aldığını gören uzmanlar, bu programın film, resim veya metin dosyalarının arkasına normal kullanıcılar tarafından görülmeyecek şekilde bilgi ve doküman saklandığını tespit ettiler. Dosyalar şifrelendiği için tüm çalışmalar bu boyuta kaydırıldı. Yapılan incelemeler sonucu bir film CD’sinin arkasına “data stash” programı yardımı ile gizlenmiş, şifreli bir dosya tespit edildi. Profesyonel bir biçimde gizlenen ve şifrelenen bu dosya uzman ekiplerin uzun süren çalışmaları sonucu açıldı ve içinden “Kafes Eylem Planı” isimli dokümana ulaşıldı.
  12. ''biji tirkiye'' şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Hangisine neden oy verdiğinizide yazarsanız iyi olur. Ben Sağlık Bakanlığına oy veriyorum çünkü ülkemiz sağlık konusunda gerçekten çok eksik....
  13. Gandi lakaplı Kemal Kılıçdaroğlu, Öymen’in Dersim gafını Meclis’te alkışladı. Ardından Tunceli’de Öymen’e “Gereğini yap” dedi. Şimdi de “O iş artık bitti” demekle yetiniyor. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir günü diğerine uymuyor. Meclis sıralarından CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in Dersim katliamını haklı gösteren sözlerine alkış tutan Kılıçdaroğlu, Tunceli'de istifa çağrısı yapmıştı. CHP grubuna katılmayarak protesto yaptığı düşünülen Kılıçdaroğlu, sanılanın aksine sadece yorgunmuş. CHP'li Onur Öymen'in demokratik açılıma muhalefet etmek için verdiği “Dersim'de analar ağlamadı mı” örneği kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanmıştı. Öymen'e tepki gösterdiği düşünülen Kılıçdaroğlu'nun son açıklaması da tepki görecek cinsten. BU BİR PROTESTO DEĞİLDİ “Dersim'de analar ağlamadı mı?” dediği için Öymen'e istifa çağrısı yapan Kılıçdaroğlu, dün Meclis'te kendisine yöneltilen sorulara partisiyle ilgili bir problemi olmadığı yönünde cevap verdi. Grup toplantısına katılmamasının sessiz protesto ya da istifa edeceği şeklinde yorumlandığı yönündeki soruları cevaplayan Kılıçdaroğlu, annesini kaybettiğini hatırlatarak, “Bu bir protesto değildi, yorgundum gelemedim” dedi. İstifa edip etmeyeceğine yönelik soruya ise “Yok öyle birşey. Partimlede de küskünlüğüm yok. O iş artık bitti. Misyonumuz partiyi zayıflatmak değil, güçlendirmek” yanıtını verdi. KATLİAM ONA ANLATILMIŞTI 1937-1938 Dersim olaylarını anlatırken “Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler” diyen eski bakanlardan İhsan Sabri Çağlayangil'in bu sözleri kendisi de Tuncelili olan Kemal Kılıçdaroğlu'na anlattığı ortaya çıktı. Ses kaydı internet sitelerinde bulunan röportajı iddiaya göre Kılıçdaroğlu eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel aracılığıyla 1987 yılında Çağlayangil'in Bursa'daki evinde yaptı. İddia sahibi Tunceli eski Baro Başkanı avukatı Hüseyin Aygün bu bilgiyi bizzat bir yıl önce Tunceli'ye gelen CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu'ndan duyduğunu söyledi. 'Vekil kalmak derdindeler' Bir dönem CHP Genel Sekreterliği yapan ve özellikle seçim anketleriyle gündeme gelen Tarhan Erdem, Onur Öymen'in sözlerinin ardından partide yaşananlar için “CHP'nin hali yürekler acısı. Tekrar milletvekili olmak istedikleri için kimse muhalefet etmiyor” dedi.
  14. Bunlarınki Ben yaptım oldu mantığıdır....
  15. Tıpkı kağıt parçası edikleri gibi değilmi? Yada Şemdinli olayındaki iyi çocuklar gibi....
  16. Alevi vatandaşlarımızın Atatürk'ü Chp'den daha iyi anladıklarınıda biliyoruz zaten,her sıkıştığında Atatürk'ün ismini kullananları artık herkes biliyor,ve Chp'nin alevi oyları olmadan barajı geçmesinin ne kadar zor olduğunu,şimdi Deniz Baykal'a iki seçenek kalıyor,ya alevi vatandaşları tekrar yanına çekmek için bu saçma tutumundan vazgeçecek,yada Mhp gibi ırkçı şoven tutum sergilemeye devam edecek....
  17. ‘CHP özüne rücu etti’ yani açıkçası (Takke Düştü,Kel Göründü) “CHP’ye göre, nasıl ki emperyal ordulara karşı bir Kurtuluş Savaşı yürütüldü ise Dersim ve diğer olaylarda da görüldüğü gibi, iç düşmanlara karşı da benzer bir savaş yürütülmesi gerekiyordu. Bu mantığa göre; Kürtler, Aleviler ve diğer tüm farklılıklar, zaten potansiyel olarak iç düşmandırlar. Ve eğer devletin dayattığı tek tip kalıbı reddederlerse, korkunç katliamlarla bastırılmaları işin doğası gereğidir. Söylediklerinin anlamı şudur: ‘Kürt sorunu konusunda da aynı yöntem kullanılmaya devam edilmelidir. Kesinlikle, diyaloga-barışçıl ve siyasal çözümlere karşı her türlü müdahale yapılmalıdır. Bu müdahaleler; talepler, bastırılıncaya kadar devam etmelidir.’ Açıktır ki; bu zihniyet, tek parti döneminin otoriter zihniyetinin ta kendisidir. CHP’nin sosyal demokrasiden bağlarını tamamen kopardığını yıllardan beri biliyorduk. Fakat, bu kadar açık-seçik bir şekilde özüne rücu ettiğine biz de ilk kez tanık olduk.” şimdide bizlere gerici diyenler,asıl gericilik olan bu örümcek kafalıları bize savunmaya çalışıyorlar....
  18. Bir Devletin Devam ve Bekası, Adaletle mümkün olur. Hz. Ali (r.a.)
  19. Nefes'in foyası meydana çıktı Albay Dursun Çiçek'in bilgisayarında bulunduğu öne sürülen ve 'üçüncü ihbar mektubu'nda yer alan belgelerdeki film projeleri, sinemalarda gösterimde bulunan 'Nefes-Vatan Sağolsun' filmini tartışmaya açtı. Bir grup askerin, terör örgütüne karşı mücadelesinin anlatıldığı "Nefes" filminin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından yaptırılıp yaptırılmadığı polemik konusu oldu. Film ile TSK'nın çekilmesini planladığı "terör filmi" senaryosunun örtüşmesi dikkat çekiyor. Yapımcılar ise bu iddiaya tepki gösteriyor. Üçüncü ihbar mektubundaki "kamuoyu yaratmak" adlı belgede 'terör ve irtica' konularının topluma anlatılması için sinemanın kullanılması yer alıyor. Planda, bu içerikteki filmlerin çekilmesi, oyuncular ve yönetmen kanalıyla kamuoyunda yer alması, magazinsel boyutunun yaratılması, galasına kamuoyu yaratacak kişilerin çağrılması öneriliyor. Film yapımcılarına 500 bin TL'lik destek verilmesini de içeren planda, "TSK'nın terörle mücadelede fedakârlık ve başarılarını anlatan bir film yapılacaktır." denilerek filmin içeriği detaylandırılıyor. Filmin senaryosu ise şöyle anlatılıyor: "Filmde, Güneydoğu bölgesinde tim komutanlığı yapan bir üsteğmenin yaşamından kesitler eşinin bakış açısından yansıtılacaktır. Film; Güneydoğu bölgesinde yaşadıkları, gitmeden önceki ruh hali, bölgeye gittikten sonra duygu ve düşüncelerindeki değişimler, bu değişimlerin yarattığı ikilemler, düşüncelerinin netleşmesi, batıdaki arkadaşları ve ailesiyle oluşan düşünce farklılıkları üzerine kurulu olacaktır." Planlamada 'tim komutanı bir üsteğmen' etrafında olayların gelişmesi düşünülürken, "Nefes" filminde 'tim komutanı bir yüzbaşı' ve ekibinin yaşadıkları aktarılıyor. Planda, 'tasarlanan filmin galasına kamuoyu oluşturacak isimlerin çağrılması' ifadesi yer alıyor. Filmin yapımcı şirketi Fida Film Yapım Sorumlusu Orhan Erkal ise 'Nefes' filmiyle planın bağdaştırılmasına tepki gösterdi. Erkal; "Hayal mahsulü bir bağlantı, böyle bir durum yok, insanların konuştuğu bir şey ama gerçekliği yok." ifadelerini kullandı. "Nefes'in senaryosunun, TSK'nın oluşturduğu senaryo ile örtüştüğü" yorumlarına da katılmadığını belirtti. Terör filmi dışında irtica filmi çekilmesi de isteniyor.
  20. Ödev yetiştirme derdine düşmüş bir genç okurum “Ulusdevlet nedir” diye bula bula soracak beni bulmuş. “Ulusdevlet, meşruiyet kaynağını din, müktesep hak, fetih, sözleşme, fayda ve saire yerine ‘ulus’ adı verilen ideal varlığa dayandıran zorba çetesine verilen addır. 1800’lerden 1960’lara kadar modaydı. Şimdi medeni ülkelerde kimse yemiyor,” diye cevap yazdım. Artık bilmem, ne not alır. Şöyle yazsa belki hocası insafa gelip aferini çakardı: Her devletin temel kaygısı, hocam, itaattir. Emir verdi, ceza verdi, falanca kişi veya zümrenin çıkarına aykırı bir karar verdi: insanların buna boyun eğmesini nasıl sağlayacak? “Silah zoruyla sağlar” desen olmaz, yetmez. Emrin “haksız” olduğuna inanırlarsa direnirler, istediğin kadar silahlan baş edemezsin. Hem ayrıca, o silahları kullanacak adamların da aklı yatması lazım ki yaptıkları doğru iştir. Yoksa o silahlar tutukluk yapar, hatta yüzüne patlar. Şimdi, insanlarda ezelden beri “biz” ve “ötekiler” duygusu vardır. Bizimkileri seversin, ötekilere gıcık kaparsın: temel bir içgüdüdür. Bizle ötekinin ayıracı bazen aşirettir, dar veya geniş memlekettir. Bazen dildir, bazen din veya mezheptir, bazen ortak töredir. Bazen meslek ve kültürdür, siyasi inançtır, takım ruhudur. Bu aidiyet duygusu hiçbir zaman tek bir boyuta oturmaz, en ilkel zannettiğin toplumlarda bile birbiriyle çelişen, birbirine tam oturmayan birkaç ayrı aidiyet katmanı bulunur. İnsanı insan yapan da işte o çok katmanlılıktır. Çok katmanlıysan, o katmanlar arasında karar vermen gerekir; ne yapacağın belli olmaz. Değilsen zaten koyundan farkın yok. Ulusdevletin püf noktası, hocam, insanların aidiyet duygusunu tek boyuta indirgeyebilme ham hayalidir. Der ki, din ve mezhep farketmez; Kayserililik yahut Sivaslılık yok; takım ruhuna da ancak milli takımı tuttuğun ölçüde cevaz veririm. Bir yanda birey var, öbür yanda tek ve mutlak itaat odağı, ulus! E ulusun neyi emrettiği nereden belli olacak? Ulusun sözcüsü olan Devlet ne diyorsa o! Bu kadar yalın: bütün toplumu koyuna dönüştürme projesidir.
  21. Son günlerde çok konuşulan 3. mektupta değinildiği gibi Genelkurmayın sonucu önceden belli anketlerinden biri gibi duruyor bence....
  22. Bakın ne dersimliler nede Kürt halkı orada aşiret reislerinin amacını ve başkaldırıyı savunmuyorlar,o dönemde bu başkaldırıyı bastırırken sivil halka çoluk çocuk demeden yapılan katliamdır sorun olan,öyleki munzur çayı kan akmıştır,mağaralara doldurulan insanlara gaz verilmiştir,içlerinde Sabiha Gökçen'inde bulunduğu hava birlikleri çoluk çocuk demeden her gördüklerini bombalamışlardır ve şimdi Öymengiller Kürt sorununun çözümü için aynı şeyi öneriyorlar yani bölgeyi,bölge insanını katletmeyi teklif ediyorlar, zannediyorlarki o bölgede sivil halka gelecek en ufak bir zararda Türkiyenin herhangi bir yeri güvenli olacak,neyse bırakalım onlar öyle sansınlar....
  23. "Yediden yetmişe Dersim Kürtlerini kestiler" Dersim'de yaşananları dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil böyle anlatmıştı... 16.11.2009 14:33 Dersim’de yaşananlar CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in büyük tepki toplayan açıklamalarıyla bir kez daha gündemde… Öymen’in ''Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kimse 'analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım' dedi mi?" sözleriyle yeniden gündeme getirdiği Dersim’de yaşananları bir de dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in ağzından hatırlayalım… Çağlayangil 1986’da verdiği röportajda masum insanların fare gibi zehirlendiğini şöyle anlatıyor… KANLI BİR HAREKET “.....Tercümana Kürtçe anlattı. Tercüman bize tercüme etti. [Kürt adam şöyle dedi] ‘Beyanatınız bizi duygulandırdı. Vereceğiniz isimler üzerinde inceleme yaptık. Üç tanesi hariç bunları size teslim etmeye karar verdik.’ Abdullah Paşa bu üç tanenin kim olduğunu sordu. İçlerinden biri bu kadın. Bir tane de başka adam var. Abdullah Paşa bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, bu üç kişinin de teslimi gerektiğini kabul ettiklerini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebi sordu. Kürt büyük bir samimiyetle dedi ki: ‘Bir adamın bir kocası olur dedi. Siz bir hareket yapıyorsunuz. Bu hareket gelir geçer. Buraları yine Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulüm ederler. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim’e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse zaten biz ağaya kul olmalıyız. Ama siz yoksunuz, bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için ve bunlar da şeyh olduğu için, din büyükleri olduğu için, size değil onlara itaate, sizin değil onların söylediğini yapmaya mecburuz.’ KABUL ETMEDİLER Abdullah Paşa, şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’i de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı yer yapmakta kararlı olduğunu, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük. Yani meclise. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. MAĞARALARA ZEHİRLİ GAZ ATILDI Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da gider siz de gidersiniz. Yalnız son zamanlarda bilhassa sınırlarda dış tesirlerden Kürtlerin bağımsızlık hareketi başladı. Kürtlerin bir bölümü Türkiye’de, bir bölümü İran’da....”
  24. Saclarina yildiz düsmüs Koparma anne aglama. Kac zamandir yüzün trasli Gözlerim safak bekledim Uzarken ellerim kulagim kiriste Ölümü özledim anne. Yasamak isterseken delice Ah..verebilseydim keske Yüregi avcunda kosan herbir anneye Tepeden tirnaga ogula ve kiza kesmis bir ülkeye armagan Düslerimle sinirsiz diretmisligimle genc Saskinligimla cocuk devrederken sirdasima Usulca aci verdi yanagimda tomurcuk Pir Sultan'i düsün anne, Seyh Bedretinn'i Börklüce'yi, Torlak Kemal'i Insanlari düsün anne Düsün ki yüregin sallansin Düsün ki o an güzel günlere inanan Mutlu bir Yusufcuk havalansin Yani benim güzel annem Ala safaginda ülkemin yildiz ucurmak varken oturup yildizlar icinde kendi buruk kanimi ictim Ne garip duygu su ölmek öptügüm kizlar geliyor aklima Bir aciklamasi vardir elbet giderken dar agacina Geride masa üstünde boynu bükük kaldi kagit kalem. Bagisla beni güzel annem Ogul tadinda bir mektup yazamadim diye kizma bana. Elleri deysin istemedim Gözleri deysin istemedim Aglayip kokluyacaktin Belki bir ömür tasiyacaktin koynunda. Yasamak agrisi asildi boynumda Oysa türkü tadinda yasamak isterdim Ölmek ne garip sey anne Bayram kartlarinin tutsakligindan asirip bayrami Sedef kakmali bir kutu icinde vermek isterdim cocuklarin ellerine Sonra, sonra benim güzel annem damdan düser gibi vurulmak isterdim bir kiza Gecenin kiyisinda durmusum Kefenin cebi yok Koynuma yildiz doldurmusum kosun cocuklar kosun sabah üstüme üstüme geliyor Kisacasi güzel annem Bir cicegi düsünürken ürpermek yok Gülmek umud etmek özlemek ya da mektup beklemek gözleri yatirip iraklara. Ölmek ne garip anne artik duvarlari kanatircasina tirnagimla saskin umutlu siirler yazamiyacagim mutlak bir inancla gözlerimi tavana cakamiyacagim Baba olamiyacagim örnegin toprak olmak ne garip sey anne. Ucurumlarki sende büyür dagdir ki sende göcer ben bayram derim cicek derim cam diplerine acmis kanatlarini kozalak derim gül yanakli cocuga benzer yinede oglunu yitirmek ne garip sey anne Her kavgada ölen benim Bayrak tutan carpisan her kadin topragi tirnakliyarak dogurur beni Özlem beni kavga benim ask benim Bekle beni anne. bir sabah cikagelirim bir sabah anne bir sabah Acini süpürmek icin actiginda kapiyi adi baska sesi baska nice yasitim koynunda çiçekler ÇiÇekler icinde bir ülke getirirler. Hepimiz Ahmet Kaya'yız...
  25. Bir Şemdinli Daha mı? ÇİÇEK CUNTACILARIN BAŞINA BELA OLDU Dursun Çiçek bir kez daha serbest bırakıldı. Herkes normal olarak şunu merak ediyor ve soruyor. Neler oluyor ? 2 Kasım tarihli yazıda Çiçek’in kendisine bu planı hazırlatanlara ‘beni gönderirseniz hepinizi yakarım’ diyeceğini yazmıştık. Dursun Çiçek’in bu kadar kolay pes etmeyeceğini söylemiştik. Öyle de oldu. Karşımızda ilginç bir durum var. Dursun Çiçek gidip ifade vermek zorundaydı çünkü savcıların tanıdığı süre doldu. Eğer gitmese görüldüğü yerde polis zoruyla mahkemeye çıkarılacaktı. Artık herkes biliyor ki millete komplo belgesinin, alttan üste silsile şeklindeki imzalarında çok önemli isimler var. Bu işin iki ihtimali vardı. Ya cuntacılar Çiçek’i koruyup kollamaya devam edeceklerdi, ya da verip kurtulacaklardı. Kısacası; ya sahip çıkacaklardı ya satacaklardı. Çünkü cunta sistemi böyle çalışır. Ama ikinci ihtimal bugünün Türkiye’sinde zor. Her şeyin bu kadar ayyuka çıktığı bir komplo planında, kolay kolay kullandığınız adamı satamazsınız. Çünkü kimse hayatının geri kalanını hapiste geçirmek istemez. Öyleyse Çiçek’in serbest bırakılmasına çok da şaşırmamak lazım. O halde; Cunta ekibi ilk tahliyede olduğu gibi yine nöbetçi mahkeme operasyonu yaptı ve bunun için 43 saat bekledi. Geçmişten bugüne darbeleri incelediğinizde, cuntacıların babalarını bile tanımayacak kadar vicdansız olduğunu görürsünüz. Darbeler en çok cunta içindeki subayların sonunu hazırlamıştır. 27 Mayıs’ta da, 12 Mart’ta da, hatta 28 Şubat’ta da böyle oldu. Cunta; subayları kullanır ve atar. Ama bu kez bunu yapamadılar. Çünkü Türkiye artık darbelerden hesap soruyor. İşte bu yüzden aslında Dursun Çiçek yıkmaya çalıştığı demokrasinin nimetinden faydalanıyor. Eli güçlü. Kendisine bu planı hazırlatanlarla pazarlık yapıp ‘beni satarsanız hepinizi ele veririm’ diyebiliyor. Daha açık ifadeyle Albay Çiçek cuntacıların başına bela oldu. Cuntacılar Dursun Çiçek’i ‘kendileri için’ kurtarmak zorundalar. Verdikleri savaşın sebebi bu. Çiçek konuşmayacak, cuntacılar da onu bu tür ali cengiz oyunlarıyla kollamayı sürdürecek. Tarih bize şunu gösterdi. Bütün darbelere ve darbe planlarına bakın. Cuntacılar hiçbir zaman kazanamadı. Çünkü cuntacılık akılsız adamların işidir. Çünkü cuntacılık ileriyi hesap edemeyen adamların işidir. Çünkü cuntacılık küçük adamların işidir. Cuntacılık milleten korkan, demokrasiden korkan, fikirlerden korkan, farklılıklardan korkan, özgürlüklerden korkan adamların işidir. Cuntacılık ruhu bozukların işidir. Onun için cuntacılar her seferinde duvara toslarlar. Üstelik bu sefer kurtulmaya çalıştıkça batıyorlar. Dursun Çiçek’in birinci tahliyesinden sonra belgenin orijinali ortaya çıktı. İnternet andıçları ortaya çıktı. Cuntacıların kurdukları psikolojik harekat siteleri ortaya çıktı. Şu an savcıların elinde 100 tane daha gizli belge var. Asıl şimdi bekleyin. İkinci tahliyeden sonra daha başka neler çıkacak neler. Cuntacılar çırpındıkça batacaklar. Yeter ki bu millet bu davayı sahiplenmeye devam etsin.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.