Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Dostları Olmalı İnsanın Dostları olmalı insanın, Aynen gemilerin limanlari gibi Zaman zaman uğradığın Yükünü boşalttığın Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda Sonra açık denizlere uğurlamalı seni, Geri döneceğin günü bekleme umuduyla Bazen rüzgara o açmalı yelkenini Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla Halatlarını çözmeli Seni çok ama çok özlemeli Dostları olmalı insanın, Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen Düşünmediklerini düşündüren Seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen Gerektiginde senin için ateşi yutabilen Yolunu ısıtan ustan olmalı, Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini Sana verebilmeli soğuk bir kış gününde Üzerindeki tek gömleğini. Oğuzkan Bölükbaşı
  2. Seviyorum Seni Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi, Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi. Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi. İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık İçimde kımıldanan birşeyler gibi Seviyorum seni 'yaşıyoruz çok şükür' der gibi. Nazım Hikmet Ran
  3. Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana Ataol Behramoğlu
  4. Tühhh geçkaldım kırtasiyeye kaday gittim kıskaç aldım geldim siniy olurum defteylerimin sayfalarının kırışmasına duy şunuları tuturayım......hıhhh tamam Ayyyyy nekadar şey oldum nekadar mersi bana anı defteri aldıgın için BURSERCAN damam söz kötü kulanmıcam çok cici bici yazacagım.... Herşey bir yana.................SAĞOLLLLLLLLLL.........................
  5. Yayamaz Kayımca şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    Ya öff yanlış yasdım Daragacında 3Fidan o pöfff
  6. 3 üye bugün doğum gününü kutluyor! azrail_affetmez(22), mirpars(38), TuBaj(18) .......Nice nice yıllar diliyorummmm
  7. FAHRİ ARAL: Kızıldere, sistemli bir imha hareketiydi Kızıldere, önemli bir dönüm noktasıdır. Yani sistemli imhanın devlet eliyle istihbari bir şekilde yürütüldüğü ve birtakım insanların fiilen görev aldığı bir harekettir. Ama burada bitmiyor, ondan sonra da devam ediyor. 1 Mayıs 1977, Çorum ve Maraş katliamları da bu zincirin birer halkası… Dev-Genç ve THKP-C Davası sanıklarından, 1971’de Elrom olayına karıştığı iddiasıyla sıkıyönetim bildirileriyle, afişleriyle aranan Fahri Aral, Kızıldere’yi anlatıyor… Kızıldere Katliamı’nı Türkiye’de devlet terörünün sistemleştirilmesinde ve yok etmenin, imhanın amaçlandığı yöntemlerin geliştirilmesinde bir aşama gibi görüyorum. Devlet, burada ilk kez farklı yöntemlerle kendi içinde değişik örgütlenmeler oluşturup, planlı bir hareket gerçekleştirmiştir. 12 Mart darbesi ile başlayan tutuklamalar, baskınlar tek tek hareketler halinde ele alınabilir ama Kızıldere oldukça planlı, hedefe yönelik bir katliam olarak tarihe geçmiştir. Kızıldere’de o güne kadar kullanılmamış silahlar kullanılmıştır. Bu nasıl oldu, nereden geldi, CIA işin içine nasıl girdi, MİT ‘operasyonu’ nasıl yönetti, kontrgerilla katliamın neredesinde ‘görev’ yaptı?.. Bunun gibi birçok soru bugün hâlâ karanlıkta… Bu nedenle Kızıldere, Türkiye’deki devrimci harekete yönelik provokasyon ve yok etme planları açısından çok önemli. Ben, Kızıldere katliamı sırasında Ziverbey Köşkü’ndeydim. ‘Misafir’ ediliyor yani daha doğrusu bu adı hep devlet terörü ile birlikte anılacak köşkte soruşturuluyor, işkence görüyordum. Biz İstanbul’da olduğumuz için olayın nasıl geliştiğini ayrıntılarıyla bilmiyorduk. Firardan sonra olanlardan da çok az haberimiz oluyordu. Fatsa’ya nasıl, ne için gidildiği hakkında benim hiç bilgim yoktu. Ama daha yakalanmadan, Denizlerin idamına karşı bir şeyler yapılacağını tahmin ediliyordu. Ziverbey Köşkü’nün müştemilatı olduğunu tahmin ettiğim bir yerde kalıyordum. Beni işkenceden sonra oraya atmışlardı. Getirirken de gözlerim bağlı olarak bir bahçeden geçtiğimi hatırlıyorum. Kaldığım beton zeminli soğuk hücrede yere atılmış pis bir yatak, üzerimde ise kanlı asker pijamaları vardı. Yatağa zincirliydim. Bir akşam bitişikte yere külçe gibi bir şeyin düştüğünü duydum. Sonra gürültüler, küfürler ve kapı kapandı. Yeni ‘misafir’in öksürük sesleri duyulmaya başladı. Sonra sabaha karşı gelip gidenler oldu, muhtemelen ön istihbari bilgiler alıyorlardı, konuşmalardan ve öksürükle karşık boğuk seslerden bitişikteki arkadaşın Ertuğrul Kürkçü olduğunu anladım. Ama neden oradaydı, nasıl yakalanmıştı, Ankara’da ele geçirip, buraya mı getirmişlerdi? Bunları bilemezdim... Beni oradan bir süre sonra çıkardılar. İşkence faslı bitmiş, sıra sorguya gelmişti. Bir yerden bir yere götürülürken gözlerim hep bağlıydı. Köşkün içinde bir odaya getirildim. Odaya girdim, oturttular, ifadem alınmaya başladı. Bu sırada aşina olduğum bir ses duymuştum. Bu, şimdi adını hatırlayamadığım, Birinci Şube’den bir komiserin sesine benziyordu. Gözlerimdeki siyah bantı kendisi açtı ve onu tanıdım. Bana çok yumuşak bir sesle “Fahri, hoş geldin!” dedi. “Ne haber, beni tanıdın mı?” gibi sorulardan sonra 31 Mart 1972 tarihli gazeteleri uzattı. Nisan ayının ortalarıydı, tabii gazeteleri sorguya aldıkları her arkadaşa gösterip, moral bozup, kendi açılarından ‘iyi’ bir başlangıç yapıyorlardı. Gazetelerdeki resimler korkunçtu, bakamadım; üst üste atılmış ölü arkadaşlarımız… Çok kötü oldum. O komiserin yanında sivil giyimli ama önemli bir MİT görevlisi olduğunu tahmin ettiğim, daha yumuşak, daha babacan konuşmaya çalışan biri; “Artık bittiniz, bundan sonra yapacak bir şeyiniz yok, devlete karşı gelenlerin sonu bu işte...” dedi. SORGUDA DİYALEKTİK TARTIŞMASI O kişiyle aramızda bir de ‘diyalektik tartışması’ da olmuştu. Yıllar sonra aynı ya da bir başka kişinin bu tartışmayı Murat Belge’yle de yaptığını, Murat’ın kendisinden dinlemiştim. Yaşayan arkadaşlar bilir o dönemleri. O yıllarda bazı görevliler sosyalizm konusunda çok bilgili olduklarını göstermeye çalışırdı. Neyse, konuşmaya başladı: “Sen diyalektiğe inanırsın değil mi? Mesela tez nedir? Kapitalizm olsun. O zaman sosyalizm de onun antitezi, değil mi?” Ben başımı salladım. “Peki, komünizm ne? Bunların sentezi değil mi?” Ben yine başımı salladım. “Peki, komünizm insanlığın ulaştığı son aşama değil mi?” Buna da başımı salladım. Çok keyiflendi. “Demek artık yeni tezler, antitezler, sentezler olmayacak haa, ulan diyalektik bitti işte değil mi, yani hayat da bitti... İşte nasıl yanıldığınız, açık değil mi?..” Küçük mantık oyunlarıyla bana bir şeyler söyletmeye çalışıyordu. Ama benim aklım Kızıldere’deydi… Gördüğüm o korkunç fotoğraflardaydı. TIPKI VİETNAM’DAKİ GİBİ Bence Kızıldere katliamı, bugüne kadar uzanan bütün derin devlet tartışmalarının, derin devlet örgütlenmelerinin, kontrgerillanın başlangıcı değil elbette ama somut bir şekilde ortaya çıkıp: “Bakın biz buradayız, karşınızdayız. Hiçbir zaman sizi rahat bırakmayacağız!” dedikleri ilk olaydır. Daha sonra çok ünlenecek Mehmet Eymür’ün bu işin içinde olması ve belki de daha adını bilmediğimiz, ama daha sonra da ortaya kontrgerillanın, derin devletin adamı olarak çıkan birçok ismin de olayla ilgili olduğunu, onlarla sürekli irtibat halinde olduğunu bulmak mümkün. Bunlar devletin arşivlerinde var. Kızıldere, devletin bir imha planıydı. Böylesi bir katliam, böylesi bir imha elbette üzerimizde olumsuz bir etki yarattı. Her ne kadar kendi kendimize moral verip, “bilendik vb.” şeyler de söylesek, ortada olan bir gerçek vardı. Örgüt çökertilmiş, Mahir’in ve birçok arkadaşın orada yok olması üzerimizde kötü sonuçlar yaratmıştı. Daha sonra da tutuklamalar peş peşe geldi. Hapishanede, birlikte yargılandığımız bazı subay arkadaşlar, “Kızıldere’de kullanılan bombaların, Türkiye’de ilk kez kullanıldığını” duyduklarını söylemişti. Çünkü müsademe oluyor, ateş ediliyor, Mahir vuruluyor… Ama ondan sonra öyle bir bomba düşüyor ki hepsi birden ölüyor. Bu, Vietnam ile karşılaştırabilecek bir olay. Korkunç bir imha hareketi. Çünkü Mahir öldürüldükten sonra herhangi bir “teslim olun” çağrısı gelmiyor. Kesin olarak yok etme amacı var, bu planda, İngilizlerin ölüp ölmemesi de onlar açısından çok önemli değil… KIZILDERE BİR DÖNÜM NOKTASIDIR Hapishanede Kızıldere üzerine çok fazla konuşulmadı. Öğrendiklerimizi de katliamdan sağ olarak kurtulan arkadaşımız Ertuğrul’dan öğrendik. Hapishanede kimse Kızıldere katliamı üzerine çok da düşünmek istemiyordu. Bir imha hareketiydi olanlar… Kızıldere’nin üzerine çok yazıldı, konuşuldu. Bu konuda komplo teorileri de ortaya atıldı. Kızıldere’ye kadar uzanan yolun, hapishane firarından beri izlenmeye yönelik bir komplo teorisiyle geliştiğini anlatılır ki böyle bir şey olamaz, mümkün değil. Bugün, bir dönemler içinde yer aldığım siyasal hareket ve örgütlenmeler üzerine çok farklı düşünüyorum. Çok daha eleştirel bakıyorum, yanlışlarımı ve doğrularımı daha daha rahat görebiliyorum. Dünyaya bakışımda, yöntemlerimde, siyasal araçlarımda çok şey değişti. Kuşkusuz daha da değişecek, bu hayatın diyalektiği bir bakıma. Ama kişi hiçbir zaman kendini, geçmişinden, kendini var eden bazı şeylerden uzak tutamaz, bu konuda inkâra yönelik davranışlar da toplum tarafından affedilmez. Gerçek her zaman devrimcidir ve tarihin nesnesi, asli öğesidir. Bu ‘gerçek’ olmadan tarih yazılmaz. Bu nedenle Türkiye’de her zaman sistemli bir şekilde kitle hareketlerine, örgütlenmelere ve her türlü devrimci mücadeleye karşı provokasyon, komplo ve imha planlarından söz etmek gerekir. Bu gerçeğin dışında bir tarihten söz edilemez. Mesela 1969’daki ‘Kanlı Pazar’, kitle hareketlerine yönelik örgütlü provokasyonların başlangıcı sayılabilecek bir harekettir. Bundan önceki siyasi örgütlenmelere, ilk örgütlenmesi sırasında Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) karşı yöneltilen saldırılar, parti toplantılarını basmalar, mecliste TİP milletvekillerinin dövülmesi vb. bunların bir parçası. Ancak, ‘Kanlı Pazar’, bu saldırılar içinde en sistemli hareketidir. Daha sonra 12 Mart darbesi ve onunla gelen şiddet… Kızıldere, önemli bir dönüm noktasıdır. Yani sistemli imhanın devlet eliyle istihbari bir şekilde yürütüldüğü ve birtakım insanların fiilen görev aldığı bir harekettir. Ama burada bitmiyor, ondan sonra da devam ediyor. 1 Mayıs 1977, Çorum, Maraş katliamları da bu zincirin birer halkası… Burada sadece şekil değiştirmeler var ama özünde bir değişiklik yok, özünde bir planlı hareket, toplumun diri ve bilinçli güçlerini yok etme eylemi günümüze kadar geliyor. Bu yöntemi edindikten sonra zaten artık derin devletin işi o kadar zor değil. Her dönemde aynı yöntem uygulayabilir. Bugün Kürt sorununda da derin devlet aynı yöntemi deniyor. Bu bakımdan Kızıldere önemli bir yerde duruyor. Yıllarca yazıldığı, çizildiği gibi; “Anarşistler bir köye sığındı, bir vatandaş ihbar etti. Jandarmalar köyü sardı, çatışma çıktı ve öldüler…” yani bu kadar basit değil olay. 36 yıl sonra yeniden yorumlarsak, Kızıldere’nin, sistemli bir imha hareketinin ilk halkalarından birini oluşturduğunu açıkça görürüz. Fahri Aral 1947’de doğdu. Orman Mühendisi. Lise yıllarda siyasal mücadeleye ilgi duydu. 1967’de TİP’e üye oldu. Üniversite yıllarında Fikir Kulüpleri Federasyonu’na (FKF) üye oldu ve örgütlenmesinde çalıştı. FKF, DEV-GENÇ adını aldıktan sonra DEV-GENÇ’te ve daha sonrada THKP-C içinde de yer aldı. 12 Mart döneminde DEV-GENÇ ve THKP-C davalarında yargılandı. 1974’te afla tahliye olduktan sonra yayıncılık ve sendikacılık yaptı. 12 Eylül’den sonra tekrar tutuklandı ve bu dönemde de DİSK davasından yargılandı. İletişim Yayınları’nın kurucularından olan Aral, halen Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın genel yayın yönetmenliğini yapıyor. * * * 2000’lerin devrimci gençleri ve ON’lar: Kaldır başını utangaç vatanım!.. Barış İnce Akıl ile kalp arasında bir yolculuksa devrimcilik, Kızıldere o yolculuğun kalp durağıdır. Devrimci coşkunun, inancın, söz dinlemezliğin, cüretin ve en önemlisi yoldaşları için ölebilmenin adıdır. Nâzım, “Yaşamak şakaya gelmez” derken ve “hiç tanımadığın insanlar için ölebilecek kadar çok seveceksin yaşamı” derken, onları anlatıyordu sanki… Yirmi birinci yüzyılın, ruhumuzu tüketen bencilliğine inat, başkaları için ölebilmenin masumluğu… Fedakârlığın, sevginin, direnişin adıdır kan Kızıldere… Şimdi biz gençler hiç tanımadıklarımızı, ON’ları ölesiye özlüyoruz… Liberalizmin kuşattığı yaşamlardan, yapmacık ve boyalı sevgilerden, hesaplı kitaplı dostluklardan, yapış yapış ve gündelik aşklardan kurtulmak için onlara sarılıyoruz… Onları özlüyoruz… Anlamazlar özlemimizi yeni çağa ışık hızıyla ayak uyduran eskiler, zaten hiç çemberin dışına çıkamamış yeniler… Halbuki zordur post-modern zamanlarda masum kalmak, inançlı kalmak, devrimci kalmak… Zordur liberal dalganın çamurlu sularından arınmak… Tutunacak bir dal ararsın, geçmişi hatırlarsın. Yaratılan değerleri, yapılan fedakârlıkları, inancı, kararlılığı… Evet kararlılığın da adıdır Kızıldere… “Asıl siz teslim olun” diyebilmektir topla tüfekle tankla gelenlere; elinde sadece bir çıplak mavzerle… Yeni zamanlarda kararlı kalmak da zordur. İnandırıcılığını yitirmişse ideolojiniz, ütopya diyorlarsa mücadelenize, ‘boş işlere’ çıkmışsa adı o en yüce kavganın… Kızıldere’yi hatırlarsınız döner döner… ARINMAK İÇİN SAVAŞMAK Tarihsel değerleri yok saymak, üstüne basmak, yeni zamanların yeni ‘trendi’ olmuşsa olsun… Birikimli ilerlerse bilim, ampulü bulmadan televizyon üretmek gibidir geçmişi anlamadan geleceği yorumlamak… Yaratılan onca örnek değeri, onca yaşanmışlığı yok sayarak yeni bir şey yaratmak… Halbuki bir direniş geleneği bıraktı Kızıldere… Kendi öz gücüne dayanarak devrimci siyaset yapma geleneğini, emperyalizme karşı olma diskurunu bıraktı. Bir hareketin böylesine yüklü bir geleneği yok sayarak mücadeleye sıfırdan başlaması, tekrar dönüp ateşi keşfetmeye çalışmaya benzer. Halbuki bugün ateşi üfleyip, körüğü kullanarak dağları delme zamanıdır tam da… Ankara’da yüzlerce genci, Mahirleri birazcık olsun hissedebilmek için yollara düşüren, o güzelim ‘Tek Yol Devrim’ pankartının arkasına dizen, işte bu akıl ile kalp arasındaki yolculuğa çıkma hevesidir. O heves ki 17 yaşında gençleri, avazları çıktığı kadar “Kurtuluşa Kadar Savaş” diye bağırtır. Kimileri onunla da dalgasını geçer, geçsinler!.. Geçmişe takılmak, saplanmak, yapışmak derler, desinler… Bilmezler çünkü; o gencin dünyasında çürümüşlükten ‘kurtuluş’ için her türlü basitlikle, adilikle, içi geçmişlikle, karanlıkla yüce bir ‘savaşa’ girmenin, tek yol olduğunu… GEÇMİŞE VE GELECEĞE SAHİP ÇIKMAK Mahirler bugün bizlere emperyalizme, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı savaşma geleneğini bıraktı. Ama her şeyden önce katıksız insan sevgisini, halk sevgisini… İşte bugün gençlerin yeniden onlara dört elle sarılmasını sağlayan şey budur belki de… Bu değerleri yaratan kişilerin kılına zarar getirtmeyen, yaşayan ya da kaybettiğimiz, bu yolda taş üstüne taş koymuş herkesi bağrına basan, birisi onlara hakarete yeltendi mi hele, dünyayı başına yıkan devrimci gençler… ‘Anlaşılmaz’ bir kuşağının hırçın çocukları… Hayatın sahteliğine, ömür tüketen çirkinliğine inat coşkuyla marş söyleyenler… Bu barbarlığa, bu çürümüşlüğe son verecek onlardır belki… Kızıldere’de açan çiçeklerin tohumları... Yeniden iyi için, doğru için, ahlak için, hürriyet için kavgaya girebilenler… Ankara’da ON’ları andıktan sonra genç yoldaşlarımın gözlerinde o inancı gördüm. Çünkü geçmişine ve geleceğine sahip çıkmak için yola koyulan 2000’li yılların devrimci gençleri ON’ların yolunda yürüyor. Onlar gibi coşkun, onlar gibi yürekli, onlar gibi bilinçli olabilmek için… Utangaç vatanın mutluluğuna birkaç fırça vurabilmek, bütün renklerle onurlu güzel yarınlar kurabilmek için…
  8. SİNAN KAZIM ÖZUDOĞRU'NUN BABASI ALİ ÖZÜDOĞRU: Kızıldere, Kızıldere, açtın bağrıma yara Ben onun unutulmayacağını biliyorum. Benim tesellim de bu. Ondan gururluyum, biz ölsek de o hiç unutulmayacak. Geldiniz buraya, Sinan'ımı getirdiniz... ÖNDER İŞLEYEN Devrimciler Kızıldere'de kuşatılmıştır. Ajanslara ilk haber düşer, Ali Özüdoğru radyonun başından ayrılmadan, uzun zamandır haber alamadığı oğlu Sinan Kazım'ın haberini bekler. Ve onun da adı okunur Kızıldere'de düşenlerin arasında. O gün yüreğinden bir iki mısra dökülür, halen de aynı acıyla okur bu şiiri, "Kızıldere Kızıldere Açtın Bağrıma Yara"... 36 yıldır acısını bir kurşun gibi taşıyor yüreğinde. 30 Mart günü oğlunun mezarı başındaydı, oraya yüzlerce genç 'Onların ölümsüzlüğünü' haykırarak yürürken, gözlerinden dökülen yaşlar, duyduğu onurun ve gururun simgesiydi... 'Sinan'ımı getirdiniz bana' dediğinde, bütün sözler düğümleniyor boğazımıza, her şeyi anlatmaya bir damla gözyaşı yetiyor... » Ankara'da birlikte mi kalıyordunuz, buraya ilk gelişiniz nasıl oldu? İlkokul öğretmeni söyledi, bu çocuğu mutlaka okutun diye. Ben de buraya getirdim, bir akrabamızın yanına bırakacaktım. Ama daha sonra ben de burada kaldım. Şu anda oturduğum ev gecekonduydu, burada birlikte oturuyorduk. Başarılı bir öğrenciydi. Okula gidenlere yardım etmek, parasız ders vermek için kağıtlar yazıp asıyordu her yere. Ücretsiz ders verdiği öğrenciler vardı, para teklif ederlerdi ama kesinlikle kabul etmezdi. Okulda bir kez kavga etmişti, müdüre karşı çıkmıştı. Fakir çocukları okulu bitirir, iş bulamaz, köye döner, zengin çocukları nasıl olsa bir şey bulur diyordu. Müdür sonra beni çağırdı söyledi. Sinan Kazım'la ilişkiniz nasıldı bir baba oğul olarak? O, insanlık alemini düşünen bir adamdı. Bir keresinde ameliyat olmuştum, o bakardı bana, yemeğimi verirdi. Birgün annesine, "Babamla tanışmak istiyorum, onunla bir görüşelim" demiş. "Gelsin bakalım dedim" ben de. Geldi, "Selamın aleyküm, ne iş yaparsın, görevin nedir?" dedi. Ben de, "Genel müdür odacısıyım" dedim. O da, "Senden su istiyor mu, seni sigara almaya gönderiyor mu" dedi. Ben de, "Evet, gönderiyor" dedim. Bunun üzerine, "Su istiyorsa kalksın kendisi alsın, sigara kuyruğuna kendisi girsin. Biz bunun için mücadele ediyoruz" dedi. Bir gün de kız arkadaşı ile gelmişti. Sevdiği kızdı, sözlüydüler. Annesiyle haber göndermiş, "Babama söyle, ben bu kızla evleneceğim" diye. Ben de, "Kız kimdir, Türk müdür, Kürt müdür, Alevi midir, Sünni midir?" dedim. O da annesine, "Babama söyle artık şu Türk, Kürt, Alevi, Sünni işini bıraksın, ben kimi seversem onunla evlenirim" demiş. O kız beni çok sonra bir kez otobüste tanımış, benim yanıma geldi sarıldık, uzun uzun ağladık. Bana, "Senin oğlun çok inatçıydı" dedi. Sonra eve geldi, evdekilerle hasret giderdi. »Onunla düşünceleri, yürüttüğü mücadele ile ilgili konuşur muydunuz? Ben ona söylerdim, "Oğlum, karışma başına bir şey" gelecek derdim. O da bana, "Baba, ben neler olacağımı bilmiyorum mu sanki, ben günü gelecek, öleceğimi de biliyorum, ama devrim mücadelesi sürecektir" derdi. Söylediği gibi de oldu, onun ardında kızım da onun yoluna gitti. Ona da söyledim, "Bak, Kazım'ı öldürdüler, senin de başına bir şey gelecek" dedim ama o da dinlemedi beni. "Ahimin yolundan beni kimse döndüremez" dedi. O da sonra acılar çekti, iki buçuk yıl hapis yattı. Ama dönmedi yolundan, çıktıktan sonra sevdiğini bekledi. Birlikte duvara yazı yazarlardı, oğlana müebbet verdiler, 10 yıl bekledi onu, sonra çıkınca evlendiler. Kızıldere'den önce, onu en son ne zaman görmüştünüz? Torunumun sünnet düğünüydü, arkadaşlarıyla birlikte geldi. Mahir Cayan da vardı yanında. Gecekondunun bahçesinde onlara ayrı bir yer yaptık. Orada yediler içtiler, sonra gitti. Ondan sonra bir kez de bayramda elimizi öpmeye gelmişti. Sonra çıktı gitti... Haberini Kızıldere'den aldık. Kızıldere haberini nasıl aldınız? Kızıldere'den önce nerede olduğunu bilmiyordum. Sürekli gelip soruyorlardı. Polis beni aldı bir kere, "Ya yerini söyle ya da oğlunu bize getir" dedi. Akrabalarımızı, dosüarımızı aldılar zulüm ettiler. Kızıldere haberini radyodan duydum. Sonra radyoyu dinlemeye başladık, askerler kuşatmış dediler. Ölenlerin adı arasında onunki de sayılınca ben oturduğum yerden düştüm. Sonra akrabalarımız cenazeyi almaya gittiler. Ankara'nın girişinde polisler durdurmuş, dövmüşler bizimkileri, cenazeyi de almışlar. Göremedik oğlumu, toprağa veremedik. Biz onu nereye gömdüklerini sonra arkadaşlarının çabasıyla öğrenebildik. 36 yıl geçti aradan... Ben onun unutulmayacağını biliyorum. Benim tesellim de bu. Arkadaşları bizi yalnız bırakmıyor, onu yalnız bırakmıyorlar. Ondan gururluyum, biz ölsek de o hiç unutulmayacak. Geldiniz buraya, 'Sinanım'ı getirdiniz bana'.... * * * Türkiye Halk Kurtuluş Parti - Cephesi (THKP-C) MAHİR Çayan önderliğinde kurulan parti. En dikkat çekici yanı, Türiye devriminin silahlı bir yoldan gerçekleştirileceği görüşünün ilk kez açık ve net bir biçimde teorik alt yapısıyla birlikte ortaya konmasıydı. Bu durum THKP-C'liler tarafından "kırk yıllık revizyonist tezlerin" yanlışlığının ortaya çıkarılması olarak değerlendirilmişti. THKP-C'nin önder kadroları FKF ve TİP içinde sürdürülen anti-emperyalist mücadele içinden çıktı. THKP-C'nin kurucuları, 1960'ların ikinci yarısından sonra yükselen gençlik eylemliliklerinin tanınmış ve sevilen adlarıydı. Her biri pratik içinde sınanmış, sosyalizm tartışmalarında öne çıkmış, MDD görüşlerinin sol içinde etkin olmasını sağlamış, bu noktada da rüştünü kanıtlamış kadrolardı. THKP-C'yi oluşturan kadrodan Mahir Cayan, Ulaş Bardakçı, Ertuğrul Kürkçü, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, İrfan Uçar, Hüseyin Cevahir gibi adlar gençlik içinde sivrilen kişiliklerdi. Sonraları Genel Komite içinde bu adlarla birlikte Sina Ciladır, Bingöl Erdumlu ve Orhan Savaşçı da yer alacaktı. THKP-C için ilk adım 1969 yılının kış aylarında atıldı. Aslında verilen karar THKP-C'nin kurulması değildi. Bir grup üniversite öğrencisinin, TİP ve DEV-GENÇ'in çerçevesini belirlediği mücadeleyi reddetmeleri ve illegal bir yapının gerekliliğini ortaya koymalarıydı. Bu kaygılarla başlayan arayış ve tartışmalar 1970 yılının sonbaharında THKP-C'nin kurulmasıyla sonuçlandı. İlk Merkez Komite, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli ve Mühir Ramazan Aktolga'dan oluştu. Örgüt, 'Kurtuluş' dergisini yayımlıyordu. Bu nedenle, ilk eylemlerini gerçekleştirdiklerinde halen 'Kurtuluş grubu' olarak tanınıyorlardı. Latin Amerika tarzı devrimci mücadeleden etkilenerek önlerine koydukları ilk hedef ise 'şehir gerillası'nın oluşturulmasıydı. Bu çerçevede şehir eylemlerine başladılar; Ankara'da ve İstanbul'da banka soygunları gerçekleştirdiler, fidye için adam kaçırdılar. İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un kaçırılması ise tüm Türkiye'yi sarsan en büyük eylemleri oldu. Eyleme katılanların neredeyse tamamı daha sonra yakalandı. Mahir Çayan ve arkadaşları 1971 Kasımı'nda Maltepe Askeri Hapishanesi'nden kaçmaları sonrasında Denizlerin idamını engellemek üzere Karadeniz kırsalına geçtiler ve Kızıldere katliamıyla yaşamları son buldu. Bu, THKP-C önderliğinin de sona ermesi anlamına da geliyordu. Devrimci Yol, Devrimci Sol, Kurtuluş, Acilciler, MLSPB (Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri), Üçüncü Yol, Eylem Birliği gibi pek çok hareket THKP-C kökenli örgütler olarak ortaya çıktı. THKP-C'nin 'öncü savaş', PASS (Politikleştirilmiş Askeri Savaş Stratejisi), 'suni denge', Kemalizm, SSCB, örgüt ve mücadele anlayışı 1970'li yıllara damgasını vuran tartışmalar oldu. İnönü Alpat * * * EDEBİYATIN ÖNCÜ ADLARINDAN ADALET AĞAOĞLU: Hep onların peşine takılmak istemişimdir Türkiye'nin en önemli romancı ve aydınlarından Adalet Ağaoğlu'nun günlüğünden bir bölüm: Deniz Gezmiş'in ve yatakta zincire vurulmuş Yusuf'un resimleri. Artık 'çok özel küçük şeylerim'e yer kalmıyor... HAKAN TAHMAZ Bir kere dizide, iyi ya da kötü bir şey yapmış olabilirler ama bunu bilemiyorum.Ama şunu söylemek istiyorum. TV dizilerinin birtakım kaygıları var. Mesela ticari kaygıları var. Sansürleri olur. Ben büyük acıların böylesi ticarileştirilme-sini doğru bulmuyorum. Hem ticari amaç, hem tarih, geçmiş aktarma birlikte olmaz. Ticari kaygı olmadan olabilir. Bunun örnekleri var. Bazı olayları anlatan filmler var, biliyorsunuz. Onların bağımsız bütçeleri var. Ticari kaygıdan uzak, bunu yapıyorlar. Deniz Gezmiş, Mahir Cayan gibi gençlerin geçmişleri de ticari kaygılardan uzak bir biçimde bugünün gençlerine anlatılmalıdır. Bunu o dönem işin içinde olan Ertuğrul Kürkçü, Bir-gün'de röportajında yaptı. Öyle yapmak gerek. Ne kadar cesaretli davrandı bilemem ama çok güzel bir şey yaptığına inanıyorum. Kutluyorum. Mektuplar yayımlanabilir, günlükler yayımlanabilir. Ben kendi günlüğümü yayımladım. Orada 10 Mayıs tarihli günlüğümde Deniz Gezmiş'ler için, o dönemin gençleri için bakın demiştim: "... Deniz Gezmiş'in ve yatakta zincire vurulmuş halde Yusuf'un resimleri. Artık 'çok özel küçük şeyler'ime yer kalmıyor. Onlar ölüyorlar; onlar işte, insanlar tabur... 20. yüzyıl savaşlar ve ro-batlar çağı. İnsan yok. Onları öldürüyorlar. Asıyorlar onları; hayalarını buruyorlar; tabanlarını patlatıyorlar; sonra da soğuk suda yürütüyorlar. İnsanların kendisi olmasına izin tanımıyorlar. Güç varsa, siz cılızlar yoksunuz. Hiçsiniz." "İstedikleri kadar kışkırtsınlar, susacağım. Susun, susun: Suskunluk korkutur faşizmi: Le Des-potisme est un paradoxe: Despotluk akılsızlıktır, gülünçtür, saçmadır. Anlaşıldı mı." (Damla Damla Günler I-II sayfa 117) Ben o dönemi Ankara'da yaşadım. Ve o günleri yazdım 'Aşkımın Ve Başkaldırımın Kenti Ankara' diye. Çünkü o gençler insan hakları, değişim ve söz hakkı istiyorlardı. Onlarda bir sorgulama, devingenlik vardı. Ben hep içimden onların peşlerine takılmak istemişimdir. Fakat her zaman olduğu gibi değişim isteği çok kötü karşılandı. Onların da yanlışı olmuş olabilir ama bu önemli değildi. Sayın Halit Çelek bizim dostumuzdu, onların da avukatıydı. Onların aşılmaması için çok çaba gösterdi, onlar için nasıl ağladığını gözlerimle gördüm. Gençlerin üzerine çok kötü gidildi. Asker çullandı üzerine onlarına. 'Aşkıma ve Ankara'ya başkaldırım' dediğim budur, üç gencin asılmasına başkaldırımdır. Ankara biliyorsunuz bugün de devleti, hükümeti simgeler. "Ankara bilir" denildiğinde bu, "devlet, hükümet bilir" demektir. Ben de devletime başkaldırdım burada. Bundan sonra da güvenim sarsıldı. Beni 12 Mart'ta bu gençlerin öldürülmesi, asılmaları çok etkiledi. Ben hem Ankara'da hem de Halit beylere yakın olmam nedeniyle Denizler'in olaylarını daha fazla yakından biliyordum. Ama Ertuğrul'un anlattıkları beni çok etkiledi, o günlere götürdü diyebilirim. Bence, gençliğin o günlerde ayağa kalkışı İttihat Terakki hareketi hiç değildir. Hareketleri tamamen sivildi. Adalet Ağaoğlu 1929, Ankara, Nallıhan doğumlu. 1950'de DTCF Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 1951-1970 yılları arasında TRT'de çeşitli görevlerde bulundu. Kurumun özerkliğine el konulması gerekçesiyle TRT Radyo Dairesi Başkanlığından istifa etti ve 1970'den bu yana yazarlıktan başka bir işle uğraşmadı. Edebiyat yaşamına şiirle başladı, bir süre sonra oyun yazarlığına yöneldi. İlk romanı 'Ölmeye Yatmak', 1973'te yayımlandı. Ölmeye Yatmak, daha sonra yazdığı 'Bir Düğün Gecesi' ve 'Hayır' adlı romanlarla bir üçleme oluşturdu ve birçok ödül kazandı. Öykü kitapları, denemeler, anı-roman türünde eserler de yayımlayan ve Türkiye'nin en önemli yazarlarından oılan Ağaoğlu 1991 yılında 'Çok Uzak Çok Yakınla oyun yazarlığına döndü. 1999 genel seçimlerinde ÖDP'den İstanbul milletvekili adayı olan Ağaoğlu, halen yazmayı sürdürüyor.
  9. Cihansız Deniz düşünülemezdi Cihan Alptekin! ON’lardan biri... Deniz Gezmiş’in can yoldaşı... Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in yaşamları sona ermesin diye canını tereddütsüz Kızıldere’ye veren ON’lardan biri... Deniz, kimbilir gene hangi kavganın teri tozu içinde. Başını Cihan’ın kucağına koymuş, hem dinleniyor, hem anlatıyor. Cihan, birden Deniz’i iter ve ayağa kalkar. “Köpek gibi kokaysun Denuz!” Belki bu olayı yüzlerce kez anlatmıştı Deniz. Gülmekten kendinden geçer; durur, Cihan’ın şivesini taklit ederek, gene anlatır, gene güler. Onunla beraber, dinleyen herkes kırılır… Bir süre sonra, Deniz’i selamlamanın bir biçimi olmuştu bu: “Köpek gibi kokaysun Denuz!..” Deniz’in bir başka tutkusu vardı: Cihan. Cihansız Deniz düşünülemezdi. Deniz’i kurtarmak tutkusuyla Kızıldere’de öldü Cihan Alptekin. Yalnız İstanbul’da değil, Ankara’da, İzmir’de de tanınan, çok sempatik, çok kavgacı, “ama o kadar efendi gençlik önderlerinden biriydi Cihan. Sarı, sarkık bıyıkları, çengel burnu, fıldır fıldır dönen gözleriyle, Deniz’in ya bir adım önünde ya bir adım gerisinde ama hep yanında yürürdü. “Biz çok kalabalık bir aileydik. Çok sorunlarımız vardı. Cihan, bu sorunlarımıza karşı çok duyarlıydı...” Cihan’ı anlatmaya bu sözlerle başlıyor, ablası Nuran Kepenek. BİRBİRİMİZE ÇOK DÜŞKÜNDÜK AMA... O yılları düşündüğümde, bunları çok net bir şekilde görebiliyorum. Lise yıllarında Türkiye sorunlarına yöneldi Cihan. Çok yoğun şekilde dergileri, gazeteleri okumaya yöneldi. Beraber kalıyorduk. Üç yılımız birlikte geçti. O yıllarda sürekli yazardı. Akşam gelip yazdıklarını bana okurdu. Ben çok üzgünüm, onların değerini bilemedim galiba. Şimdi arıyorum, eski kitaplarımızı, defterlerimizi karıştırıyorum. Onları demek ki kaldığımız yerlerde kaybettik, yok oldu gitti. Üniversite yıllarında ben hep yurtdışındaydım. Sadece bir yaz tatilinde geldim, üç gün birlikte olabildik. Daha fazla göremedim, çünkü eylemlerin içindeydi. Yoğun çalışmalar içindeydi. Bana o çalışmalar hakkında da bilgi vermezdi, vermek istemezdi. Belli bir gizlilik içinde tutuyorlardı sanırım. Bana çok güvenmesine, beni çok sevmesine rağmen. Beni çok sevmesine rağmen diyorum, gerçekten biz birbirimize çok düşkündük. Kardeşliğin ötesinde çok iyi arkadaştık. Buna rağmen bana o yazı niye birlikte geçiremeyeceğimizi anlatmadı. Sonra hapishane yılları. Birkaç kere ziyaretine gidebildim. Çok zor koşullarda görebildim onu, hapishanede. Bu, TİP’le kopma aşamasında ben onları biraz suçladım. Kopmamaları gerektiğini, ayrılmamaları gerektiğini, hareketin bütünlüğünü bozmamaları gerektiğini anlatmaya çalıştım. O da bana, kendilerinin çok haklı olduğunu, kopmaları gerektiğini yazdı. Ben onu biraz maceraperestlikle suçladım, o da bana bir daha yazmadı. Sonra tekrar birbirimizi anladık, mektuplaşmaya başladık. Hapishaneden kaçtıktan sonra da hiç görmedim tabii. Sadece Maltepe’ye ziyarete gittiğimde gördüm. Orada da çok kısa bir süre konuşmuştuk. Ve yanımızda bir onbaşı sürekli bizi dinliyordu. O kaçtıktan sonra, oturduğumuz evin önünde, içinde bir grup gencin oturduğu arabalar oluyordu. Ben hiç bakmadan geçiyordum. Yani öyle davranmam gerektiğini düşünüyordum. Sonradan, samimiyetle söylüyorum kimin olduğunu hatırlamıyorum, Cihan’ın arkadaşlarından biri, Cihan’ın öyle gelip uzaktan ara ara bizi gözlediğini, Samsun’da olduğu yıllarda da ablamın evinin önüne gidip onları gözlediğini söyledi. Ne kadar doğruydu bilmiyorum. Cihan’dan bize, İstanbul’da kaldığı evlerde bıraktığı eşyalardan başka hiçbir şey kalmadı. Bütün her şey orada burada kayboldu. Onlara bile sahip olmak çok anlamlı olurdu herhalde. Onlar bile yok elimizde, resimlerinden başka hiçbir şey yok... Kaynak: ‘Bizim 68’, Aydın Çubukçu, Evrensel Basın Yayın, İstanbul 1997. ,,, Cihan Alptekin 1947 Rize, Ardeşen doğumlu. 68 Kuşağı’nın aktif öğrenci liderlerinden. İstanbul’da düzenlenen anti-emperyalist gösterilerin örgütleyicisi ve katılımcısı. Devrimci Öğrenci Birliği (DÖ yönetiminde yer aldı. Bu dönemde defalarca tutuklandı. DEV-GENÇ İstanbul Bölge Sekreterliği yaptı. Gençlik içindeki tartışmalarda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yanında saf tuttu. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) kuran çekirdek kadronun içinde yer aldı. THKO’nun İstanbul Eylem Grubu’nu kurdu. THKO üzerindeki baskıların artması üzerine İstanbul dışına çıkmaya çalışırken yakalandı. 30 Kasım 1971’de Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ziya Yılmaz ve Ulaş Bardakçı ile birlikte Maltepe Cezaevi’nden firar etti. Alınan karar gereğince Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için Karadeniz’e geçti. Ünye’deki radar üssünden üç İngiliz’in kaçırılmasında görev aldı. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de, yoldaşlarıyla birlikte katledildi. ,,, CİHAN ALPTEKİN’İN ABLASI NURAN KEPENEK: Çocukları İngilizlerle birlikte bir bodruma atmışlar KIzIldere’yi radyodan duyduk. Babamlar da radyodan duymuşlar. Babam önce maddi durumu iyi olan komşu ailelerinden birinin arabasıyla Kızıldere’ye gitmiş. Orada çok anlayışlı bir savcının da yardımıyla Cihan’ı almayı başarabilmiş. Vermiyorlarmış, Ankara’dan, “verilmeyecek” diye bir emir gelmiş oraya sanıyorum. Gidiyor, savcıdan izin alıyor. Çocukları bir bodruma atmışlar, hem o İngilizler hem çocuklarımız... Çocukların hepsi çamur ve toz içinde. Hiçbiri tanınmıyor. Babam ıslak bir mendil istiyor, mendille çocukların ellerini yüzlerini siliyor. Cihan’ı da ellerinden tanıyor. Ertuğrul Kürkçü’nün babası, babamdan önce gitmiş, tabut filan yaptırmış. Babam gidiyor, tabut yaptıracak. Ama Ertuğrul bulunmayınca babası, oğlu için yaptırdığı tabutu babama veriyor. Hatta ben gittiğimde Cihan’ın kafası biraz eğri duruyordu. Tabuta sığdıramamıştı. Sanıyorum Cihan’ın ölçüleri Ertuğrul’dan uzun olmalıydı... ,,, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) 1965’te, daha önce okullarda var olan fikir kulüplerinin bir araya gelmesiyle kuruldu. SBF’den Hüseyin Ergün, Kudret Ulutürk, İsmet Özel, Erdal Türkkan, Ümit Hassan; DTCF’den Ataol Behramoğlu, Fen Fakültesi’nden Asaf Köksal; Hukuk Fakültesi’nden Zülküf Şahin, Şirin Yazıcıoğlu, Taylan Türker; Yüksek Öğretmen Okulu’ndan Mevlüt Korkmaz, Talip Özay, Rıfat Murat ve Dudu Körücekli’nin Ankara Valiliği’ne 17 Aralık 1965 günü yaptıkları başvuruyla kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu, gençliğin antiemperyalist yönle sınırlanan mücadelesinin yavaş yavaş sosyalizme doğru evrilmesi anlamına geliyordu. FKF, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile yakın ilişki içerisinde olmasına karşın “Yalnız iktidara gelmeye yönelmek ve ya da iktidara gelme savaşı veren bir kuruluşu açıkça desteklemek, yani siyasete karışmak örgütümüzün konusu dışındadır” denilerek, belki de bağımsız bir öğrenci hareketi yaratma niyeti tüzüğe yansıtılıyordu. Mayıs 1966’da yapılan 1. FKF Kongresi, TİP içinde yaşanan sol içi tartışmaların etkisinde geçti. Mart 1968’te yapılan 2. Kurultay’da yönetimle muhalefet arasında yaşanan tartışmalar ise ileriki yıllarda, gençliği ayrılığın eşiğine kadar götürecekti. TİP’e yakın adlardan oluşan ve İzzet Ararat’ın genel başkanlığını yürüttüğü FKF yönetimi sokak gösterilerine sıcak bakmıyordu. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli ve Doğu Perinçek ağırlıklı muhalefet ise “devrimcilerin görevi düşmanın üstüne gitmeyi bilmektir, faşizm gelir diye harekete geçmemek, faşizme teslim olmak anlamına gelir” diyerek daha militan bir mücadele çizgisini savunuyordu. Milli Demokratik Devrim (MDD) Sosyalist Devrim (SD) saflaşmasına dönüşen kurultayda Doğu Perinçek genel başkanlığa seçildi. Ancak, Perinçek’in başkanlığının, ne eski yönetimin ne de muhalefetin içine sinmemesi üzerine Doğu Perinçek ve ekibi yapılan bir güven oylamasıyla yönetimden uzaklaştırıldı ve yerine Zülküf Şahin getirildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşları ise FKF’nin eylem çizgisini eleştirerek Ekim 1968’de Devrimci Öğrenci Birliği’ni (DÖ kurdu. Ocak 1969’da yapılan 3. Kurultay’da MDD adayı Yusuf Küpeli, TİP adayı Hüseyin Ergün’den daha fazla oy alarak genel başkanlığa seçildi. Yeni dönem, DÖB’lü öğrencilerin de FKF’ye katılmalarıyla daha militan bir çizgiye evrilmesinin yanı sıra, daha sonra THKP-C’nin çekirdek kadrosunu oluşturacak olan Mahir Çayan ve arkadaşlarının gençlik mücadelesine damgalarını vurmaya başladığı bir dönem oldu. İnönü Alpat FKF Marşı Ha deyip sırtımızı halklara dayamışız Halklar en önde diye girmişiz bu halaya Bugünü kuran bilek, yarına atan nabız Kavga özgürlük için yığınlar için kavga Önümüzden kaçışan köleliktir, zulümdür Gürleyip kan katarız tarihin akışına Dostlarım omuz verin nerdeyse sabah olur Kavga özgürlük için çocuklar için kavga ,,,, “MAHİR’İN TÜRKÜLERİ”Nİ SÖYLEYEN SEVİNÇ ERATALAY: ON’ların türküleri kavgaya devam inancıdır Önder İŞleyen Onu, ‘Mahir’in Türküsü’ ya da ‘Yeniden Başlamalı’ albümlerinden tanıyoruz. Sevinç Eratalay’la Kızıldere’yi ve devrim yolunda yürüyenlerin türkülerini konuştuk. »Otuz yıldır ON’ların türkülerini söylüyorsunuz, o türkülerle özdeşleştiniz, onların taşıyıcısı oldunuz. Bu türkülerin sizin için anlamını sormak istiyorum. Müzik eserlerinde temel fikri ortaya koyan bir müzik cümlesi vardır. Bu cümle bende ‘Kurtuluşa kadar savaş’ olarak şekillendi. Çünkü sanat özgürlüğe, uygarlığa ve insanca yaşama yönelik bir çabadır. En derin nefesi, mücadele şarkılarını söylerken alıyorum yani benim için anlamı yaşamak… Denizli Acıpayam Devlet Üretme Çiftliği’nde büyüdüm ben. “Sömürüye karşı mücadele gerekli ve gençler bu mücadelede haklı” diyen insanların içindeydim. Babam politika ile yakından ilgiliydi. Ablam THKP-C sempatizanıydı. O küçük yaşlarda, sosyal duyarlılığı olan ve politika ile ilgilenen bir kızdım. 13 yaşındaydım Kızıldere direnişi olduğunda. Mahirlerin öldürülmesi, üzüntü ile birlikte mücadelenin takipçisi olma duygusunu, arzusunu öyle bir yerleştirdi ki yüreğime. O duygu hiç silinmedi. 1972 yılında tüm devrimciler hapishanedeydi ama bizler dışarıda patlamaya hazır mavzer gibi bekliyorduk. Bu mavzer bende şarkı söylemek olarak şekillendi. Okul orkestrası ile devamlı çalışıyor ve o dönemin şarkılarını söylüyorduk. Edip Akbayram, Selda Bağcan, Cem Karaca şarkıları… 1975 Kasım’ında, ‘Devrimci Gençlik’ dergisi çıkış bildirgesiyle birlikte, bir elimde sazım, bir elimde Mahir Çayan’ın ‘Toplu Yazılar’ kitabı… »Otuz yıldır kuşaklar sizden bu türküleri dinliyor, yaşanan değişimi, kuşakların bu türkülerle kurdukları bağı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanat toplumun aynasıdır denir. Toplumdaki büyük değişimler, sarsıntılar sanatçıların üretimine yansıdı hiç kuşkusuz. 80’li yıllara kadar, okullarda, fabrikalarda, meydanlarda mahallelerde binlerce kişiyle söylerdik mücadele şarkılarını. Kavganın devamıydı yaşanan duygu… 12 Eylül, 80’li ve 90’lı yıllar arasında değişen duyguyla birlikte mücadele şarkılarında bir dağılma yaşandı. Benim ilk bestem Arkadaş Zekai Özger’in şiiri “kalbim bu acıya dayan, varsın işkenceler dağlasın seni…” duygularıyla örülmüş hüznün, acının olduğu bir eserdir. Arkadaşların, yoldaşların idam edilirken, hapishanelerde işkence altındayken ve toplum sus pus olmuşken biriktirdiğin duygular acı ve hüzün oluyor. Tabii ki bu ülkede başka sanatçılar da var. O dönemde yükselen bir Kürt mücadelesi vardı ve onların kavga türküleri çok etkiliydi. Grup Yorum’un ürettiği türküler gençler içinde çok etkili oldu. Otuz yıllık sanat hayatımda gördüğüm tek gerçek, Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin mücadele türküleri, tüm kuşaklarda kavgaya devam inancımız hiç bitmeyecek duygusunu yaşattığıdır. »Bu türküleri şimdi gençlere söylüyorsunuz, bugün o türküleri dinleyen, sizinle birlikte söyleyen gençler hakkında neler söyleyebilirsiniz? 1991 yılında, albümümün piyasaya çıkması için Unkapanı’nda firma arıyorum. Elinizi nereye atsanız, 80’li yılların şu ya da bu şekilde devrimci mücadeleiçine karışmış insanlarını bulursunuz. Ben de buldum ama “artık bu şarkılar miladını doldurdu, kim dinler bunları” vesaire laflar duydum bol bol. Akıl veren çok oldu “para kazanamazsın bu albümle diye”. Parayı düşünen kim? Mücadele şarkılarının unutulmaması gerek… Toplumda oluşan kıpırdanmalara, duygu olarak destek vermek gerek. Umutsuzluğu yok etmek ve taraf bulmak gerek. Bu inancımın içimdeki bu inanılmaz yangının karşılığını buluyorum şimdi. Gençlerle ON’ların türkülerini söylerken inanılmaz mutluyum. »Geçmişten bugüne taşınan birçok güzel türkü ile birlikte bugünlerde de, eylemlerde, şenliklerde söylenen kavganın türküsüne dönüşen ‘Eylem Güzeli’ni söylüyorsunuz. Bunun özel bir yeri vardır herkes için… ‘Eylem Güzeli’ şarkısı, iddia üzerine ürettiğim bir şarkıdır. Masa başı sohbetlerimiz olurdu sanatçı arkadaşlarla… Bir gün öyle bir sohbetin içerisinde kaldım ki yüreğim çok acıdı, isyan ettim. Birincisi “sen kadınsın, kadınsı duygularla, marş türü ve mücadele içerikli bir şey besteleyemezsin” tarzında konuştu. Sohbet, ‘yumruklu yıldız’a kadar götürülünce onlara dedim ki “öyle bir şey besteleyeceğim ki yıllarca söylenecek, şarkının içinde ‘yumruklu yıldız’ lafı geçecek ve sizler de o şarkıyı hem dinleyecek hem söyleyeceksiniz”. Hem besteci hem müzisyen hem de şarkıcı bir kadın sanatçı olarak yaşamımdaki en önemli gelişmedir benim için o an… Duygularımızın örtüştüğü, her şiirini, yazısını takip ettiğim İnönü Alpat’ın kitabı elimdeydi o sıralar. ‘Yumruklu yıldız’ lafının geçtiği bir şiir var ama uzun bir şiir.. Ben iki mısra ondan, iki mısra diğer sayfadan derken vezine uygun hale getirip ‘Eylem Güzeli’ni yarattım. İyi ki yazmış sevgili İnönü o güzel şiiri… Anlamı çok büyük o şarkının benim için. Çünkü artık o benim değil kavganın, eylemin türküsü… Devrim yolunda yürüyenlerin türküsü… ,,, Sevinç Eratalay 1959 doğumlu. Besteci, müzisyen, yorumcu. Buca Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü’nü bitirdi. Politik mücadeleye lise yıllarında DEV-GENÇ saflarından katıldı. Ege Devrimci Yol davasından yargılandı. Halkevleri Kültür Sekreterliği yaptı. Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf kurucularından. 1974 yılından bu yana devrimci mücadelenin türkülerini, marşlarını söylüyor. Almış olduğu sayısız ödülün yanı sıra 58 tane yayınlanmış bestesi var. 10 adet albümü ve 17 yıldır kuşaktan kuşağa söylenen ‘Eylem Güzeli’ adlı şarkının bestecisi.
  10. Sevgili DÜNYAHEPİMİZİN ...nekadar çabuk unutulmuş degilmi Kahramanmaraş,Çorum,Sivas katliamları???palalarla hamile kadınlara,çocuklara saldıranlar,cayır cayır insanları yakanlar ,susurluk olayları,devlet içinde devleti yaşayanlar!!bunlar yabancı bir ülkedemi yaşandı yoksa Türkiye demi?Bu yazılarla kimsenin aklanmaya ihtiyacı yok!!Türkiye yi sizinde dediginiz gibi kaosa sürüklüyenlerin kim oldugu vatansever kisvesi altına halkı halka kırdıran,******* kim oldugu zaten bellidir..Okumak isteyen arkadaşlar adına bu yazının devamı gelicektir..Düşünceleriniz için sağolun
  11. Ağızda iki dakika, midede 20 dakika, kalçada 20 yıl... 2008 diyet-metre Hem sağlıklı tutacak hem de ideal kiloda kalmanıza yardımcı olacak, birazcık da yaşlanmanızı geciktirecek ideal bir beslenme reçetesi aradığınızı biliyorum. Bu reçetenin kolay, ucuz, uygulanabilir olmasını, sizi asla aç bırakmamasını istediğinizin farkındayım! Emin olun, böyle bir diyet hepimizin ortak hayali. Biz yine de yaklaşan "mayolu ve bikinili günler" nedeniyle yağlardan ve selülitlerden uzak bir yaza hazırlık için "size özel bu yol haritasını" yani bir "diyet-metre" hazırladık. BEDEN KİTLE İNDEKSİNİZİ DİKKATLE İZLEYİN! İdeal kilonuzu belirlemek için kullanacağınız bilimsel klinik ölçü BKİ’dir. Beden kitle indeksinin nasıl hesaplanacağını birçok defa belirttik. Formülü altta bulacaksınız. BKİ:Ağırlık (kg) / Boyunuzun karesi (m.) Beden kitle indeksiniz, 35 yaş ve altı için 25’ten; 35 yaş üzeri için 27’den yüksekse fazla kilolusunuz denilebilir. Her yaş için; 30’dan yüksek ise orta düzeyde, 35’ten fazla ise ileri düzeyde şişman olduğunuzu bilmelisiniz. DİYET DEDİĞİNİZ ÖZEL OLMALI Diyetler eğer size özelse, daha bir üstünüze oturuyor ve daha başarılı oluyor. Bu durum biraz da hazır bir elbiseyi satın alıp giymekle, elbiseyi terzide diktirmek arasındaki farka benziyor. Hazır bir elbisenin kolunu belini boyunu paçasını değiştirdiğinizde o elbise ne kadar üzerinize oturuyor, size ne kadar yakışıyorsa hazır diyetler de size o kadar uyuyor! Size özel hazırlanan, ağız tadınıza, alışkanlıklarınıza, işinize ve ekonomik durumunuza göre planlanan diyetlerse bedeninizde "usta terzi işi" bir elbise gibi duruyor. DİYETİN DE BİR ANAYASASI VAR Tavsiyem, kilo vermeyi düşündüğünüzde doktorunuzun, diyet ve egzersiz uzmanınızın hatta motivasyon danışmanınızın kafa kafaya verip size uygun bir program hazırlamalarını istemeniz. Çünkü "diyet yapmak" deyimi bile artık çoğumuzda güvensizlik, isteksizlik, hatta sinirlilik hali yaratıyor. Bu programı yaparken de "anayasaya uygun" diyet kanunları koymak zorundasınız. Yani, nasıl bir beslenme planı yaparsanız yapın diyet yapmanın da bazı vazgeçilmezleri yani bir anayasası vardır. Bunlar her diyette bulunması gereken ortak noktalar: Beslenme planınız her zaman maksimum metabolik etkinlik sağlamalı ve sizi maksimum bir mutluluk ve güçte tutmalı. Sosyal yaşamınızı engellememeli, yorgunluk yapmamalı, ek bir ekonomik yük getirmemeli. Uykunuza, istirahatınıza, işinize, gücünüze, dinlenmenize ve eğlencenize mani olmamalı. Sizi daha mutlu, keyifli biri yapmalı. HIZLA GİDEN KİLOLAR AYNI HIZLA GERİ GELİR Özellikle orta yaş ve üzerindekilerin eğer ciddi bir kilo fazlalığı veya kilo nedeniyle ağırlaşan kan şekeri yükselmesi, hipertansiyon problemi gibi sorunları yoksa, hızlı kilo vermesi gerekiyor. Biz, ortalama haftada bir kilodan fazla kilo kaybını, özel durumlar dışında, önermiyoruz. 50 yaş üzerinde, kişisel sağlık geçmişinde kanser, şeker hastalığı, hipertansiyon kalp veya böbrek yetmezliği bulunanlarda haftalık kilo kaybını 500 gramla sınırlıyoruz. Eğer ciddi bir sağlık problemi yoksa 50 yaş öncesinde haftada yüzde birlik bir kilo kaybını her yaşta tavsiye edebiliyoruz. Hızlı kaybedilen kilolar yine aynı hızla geri dönüyor. Diğer taraftan, hızlı kilo kaybının yaşlanmayı hızlandırdığını, metabolizmayı yavaşlattığını, hormonal dengeyi ters düz ettiğini gösteren kanıtlar var. HER YAŞIN BİR KİLOSU VAR Fazladan biriken her kilo yağın, yaşam kalitenizi azalttığını, erken yaşlandırdığını gösteren kanıtlar hızla çoğalıyor. İşte bu nedenle fazla kilolu kişilerde sağlıklarıyla ilgili endişeler de ortaya çıkıyor. Aslında hafif, hatta orta düzeyde kilo artışının fazla endişelendirmesi gerekmiyor. 45-50 yaşına gelmiş, 20’li yaşlara göre 5-6 kilo almış ama sigara kullanmayan, kabul edilebilir seviyede aktivitede bulunan ve genelde sağlıklı beslenen biriyseniz, sağlık bakımından ciddi bir korkunuz olmasın. Her yaşın bir kilosu var. 20’li, hatta 30’lu yaşlarda 38 beden olan birinin 50’li yaşlarda 40 hatta 42 beden olması normal karşılanmalı. Yeter ki aktif ve keyifli bir hayatı olsun dengeli beslenmeye devam etsin. YAĞ AZALTMAK DOĞRU MU? Yiyeceklerin yağlarını azaltmak geçici kilo kaybı sağlayabilir. Ancak yağı azalmış yiyeceklerde ısrar etmek sağlıklı bir kiloyu korumayı imkansız hale getiriyor. İştahı önemli ölçüde azaltan, çabuk doymayı sağlayan yağların beslenme planından çıkarılması atıştırma yiyeceklere, pasta, kek, pilav, makarna gibi yoğun karbonhidrat içeren yiyeceklere yönelmeye yol açar. Aşırı karbonhidrat tüketimi ensülin salgılanmasını dolayısıyla yağ depolanmasını kolaylaştırır. Kilo sorununun yaygınlaşmasında yağların iyice azaltılması ve karbonhidrat tüketiminin abartılmasının önemli bir rolü var. Fazla kiloluların çoğu az yağlı veya yağsız yiyecekleri bol bol tüketebileceklerini düşünüyor. Ne var ki yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece yağı azaltmak kilo kaybını da, sağlıklı bir kiloda kalmayı da garanti etmiyor. Bu nedenle kilo kaybı sağlayan bir diyetin günlük kalorisinin yüzde 25-30’unu yağlardan kazandırması gerekiyor. AĞIZDA İKİ DAKİKA MİDEDE 20 DAKİKA KALÇADA 20 YIL Fransızların çok güzel bir sözü var: "Taze bir kruvasan ağızda iki dakika, midede 20 dakika ama kalçada 20 yıl kalır." Yeni keşfedilen yapay tatlandırıcılara, diyet veya light yiyecek ve içeceklere, her hafta gazete ve televizyonlarda boy gösteren popüler diyetlere rağmen kilolu insanların sayısı sürekli artıyor. Aslında yağı azaltıldığı ifade edilen diyet ürünlerinin çoğu normalleriyle yaklaşık aynı kaloriye sahip. Bir su bardağı normal yoğurdun enerji değer 125 kalori iken yağı azaltılmış aynı miktar yoğurdun enerji değeri 200 kaloridir. Bir dilim normal ekmekte 60-65, bir dilim diyet kepekli ekmekte 40 kalori var. Yani sorun yalnız kalorileri saymakla çözülecek gibi değil. Ayrıca diyet ürünler kalorisi çok az sanılarak normallerinin 2-3 katı fazlasıyla tüketiliyor. Zayıflamak için yavaşlayın "Zayıflamak istiyorsanız yavaşlayın." Böyle diyen bir uyarının size ters geleceğini biliyoruz. Hareketli bir yaşam sürmenin, aktivitenin kilo kontrolüne yardımcı olduğu doğru ama bazen yavaşlamak da gerekebiliyor. Kısacası "yavaşlayın" uyarısı doğrudur ve sadece yemek yeme hızınızı yavaşlatmanızı öğütler. Yavaş yavaş yiyerek yemeğin zevkini daha iyi çıkarır, yemek yerken daha hoş görünürsünüz. Tokluk sinyallerinin midenizden beyninize ulaşması için zaman kazanır, daha iyi çiğnersiniz, daha iyi hazmeder, daha az yer ve daha kolay zayıflarsınız. İşte "yavaşlayarak kilo vermenin yol haritası". YEME HIZINIZI NASIL YAVAŞLATACAKSINIZ? Çatalınıza daha az yemek koyun. Yemek yerken zaman zaman ara verin, su yudumlayın. Yemek süresince sohbet edin. Keyifli sohbetler yemek süresini uzatır. Öze ve lezzete daha çok önem verin. Yavaş yavaş yiyin ki sadece damağınız değil, beyniniz de lezzet alsın. Yalnız karnınız değil, ruhunuz da doyuma ulaşsın. Yemek çatalı yerine daha küçük olan salata çatalını kullanın. Masaya size "yavaşla ve tadını çıkar" hatırlatması yapacak etiketler veya notlar yapıştırın. Yemeğe iştahınızı azaltacak düşük kalorili, hacimli yiyeceklerle başlayın: yağsız sebze, çorbalar ve salatalar doğru başlangıçlar. Başkalarıyla yemek yerken de hızınızı azaltmayı deneyin. Hızınızı takip etmek için en yavaş yiyen kişiyi rakip seçin ve öğünü en son bitirmeye çalışın. Yemek yerken okumak, televizyon izlemek gibi başka bir işle uğraşmayın. Onun yerine hafif bir müzik dinleyip iyi bir partnerle sohbet edin. Çalışma masanızda yemek yemekten kaçının. En azından yemek yemeden önce masanızı toplayın.
  12. Biyometrik diyet, sağlıklı ve kalıcı inceliği hedefliyor. Düşük glisemik indeksli beslenmeyi hedefleyen "Biyometrik Diyet", kişileri sosyal hayattan koparmadan yaşam tarzlarını ve damak zevklerini dikkate alarak sağlıklı ve kalıcı bir inceliğe kavuşturmayı hedefliyor. Yaşasın Hayat Kliniği'nden yapılan açıklamaya göre, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu öncülüğünde klinik uzmanları tarafından geliştirilen diyet, özellikle "sağlığa zararlı yağları" yok etmeyi hedefliyor. Kişiye özel program sayesinde vücudun bel, kalça ve diğer bölgelerinde biriken yağlara kalıcı olarak son veriliyor ve kişiler sağlıklı bir inceliğe kavuşturuluyor. Diyet sırasında günlük toplam kalori tüketiminde yüzde 25-40 oranında bir sınırlama yapmak ve günde ortalama 150-250 kalorilik ek bir fiziksel faaliyette bulunmak yeterli oluyor. Besin dengesi yüzde 30 yağ, yüzde 50 karbonhidrat, yüzde 20 protein olarak planlanıyor. Karbonhidrat kaynakları tam tahıl, bakliyat, sebze, meyve gibi doğal olanlardan seçiliyor. Şekerlemeler, şekerli besinler ve tatlılar sınırlanırken, beslenme aralıkları kısaltılıp ara öğünlerle diyet keyifli bir hale getiriliyor. Yaşasın Hayat Kliniği'nin uyguladığı Biyometrik Diyet, Türkiye'de ilk kez geniş bir akademik ekiple gerçekleştirilen bir program. Diyet, Yaşasın Hayat Kliniği'nde beslenme uzmanı dışında Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Aile Hekimliği Uzmanı Dr. Evren Altınel, Davranış Değişikliği Uzmanı İlknur Yılmaz ve aktivite uzmanı Özcan Kızıltaş'tan oluşan ekip tarafından yürütülüyor. Her gelir grubuna hitabeden bu çalışma sırasında kişiler, tüm bu akademik ekibin danışmanlığından ayrıca bir bedel ödemeden yararlanabiliyor.
  13. Endonezya'da bulunan bir kurbağa türü akciğerleri olmadan soluk alabiliyor. Bilim adamları, Borneo Adaları'nın Endonezya kesimindeki bir nehirde yaşayan kurbağa karşısında şaşkına döndü. Kurbağa akciğerleri olmadan hayatını sürdürebiliyor. Singapur Ulusal Üniversitesi'nden David Bickford ve arkadaşlarının, Current Biology dergisinin bugünkü sayısında yayımlanan makalelerinde, suda yaşayan kurbağanın yalnızca derisiyle solunum yaptığı belirtildi. Kurbağanın incelenmesinin, hayvanlarda akciğerlerin ilk olarak nasıl geliştiğine ışık tutabileceği kaydedildi. Bu tür bir kurbağının yaşadığının ilk kez belirlendiği ifade edildi.
  14. Dünya ısındıkça kanser, körlük ve emfeksiyonlarda da artış görüleceği belirtildi. Küresel ısınmaya bağlı olarak hava sıcaklığının yükselmesi, atmosferdeki ozan miktarının artması ve bunlara bağlı olarak iklim değişikliklerinin görülmesinin insan sağlığını doğrudan olumsuz etkileyeceği belirtildi. Ozon miktarındaki yüzde 1'lik azalmanın, deri kanserinde yüzde 2'lik, cilt kanserinden ölümlerde ise yüzde 0.3-2'lik artışlara, UV ışınlarının hücrelerin antikor üreme yeteneklerini azalttığı için kansere, UV-B ışınlarının, göz lenslerinin bozulmasına ve yaşa bağlı körlüğe ve göz merceğinin şeffaflığının kaybolmasına (katarakt), atmosferdeki ozon miktarının artması sonucu hava kirliliğine bağlı astım ve akciğer gibi solunum yolu hastalıklarına neden olabileceği bildirildi. Sağlık İdarecileri Derneği Başkan Yardımcısı Dr. Bilal Ak, kürsel ısınmanın devam etmesi halinde, dünyadaki yaşam dengesinin bozulacağını, her geçen gün çevre ve sağlık başta olmak üzere çeşitli alanlarda ciddi sıkıntı yaşanacağını kaydetti. Enerji üretimi için kömür ve petrol ürünlerinin yakılması ve bilinçsiz sanayileşme sonucunda 45 yıl içinde sıcaklıklığın 3-5 santigrat yükseleceğini belirten Ak, iklim özelliklerinin daha belirgin olarak değişeceğini ve bazı bölgelerin çoraklaşacağını, çölleşeceğini, bazı bölgelerde de buzulların eriyeceğini ve deniz seviyesinin yaklaşık 5 metre kadar yükseleceğini öne sürdü. Tropik ormanlarının da yılda yüzde 1.8'inin yok edildiğini söyleyen Ak, ''Böyle giderse 45 yıl içerisinde yağmur ormanları tamamen ortadan kalkacak'' dedi. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SAĞLIĞA ETKİLERİ Ak, iklim değişikliğinin doğrudan sağlık üzerine olumsuz etkisi olacağına dikkati çekerek, tatlı su kaynaklarının kirlenmesinin çevre sağlığı sorunlarına neden olacağını söyledi. Kömür ve petrolün yanması sonucu atmosfere Kükürt Dioksit (SO2) bırakıldığını anlatan Ak, ''Sülfirik asit miktarının artması tatlı su kaynaklarının asitleşmesini sağlar. Oluşan asit yağmurları ciddi çevre ve çevre sağlığı sorunlarına neden olur'' diye konuştu. Ak, sıcaklıkların artmasıyla birlikte cilt kanserlerinde artış olacağını belirterek, ''Ozon tabakası yeryüzündeki canlıları güneşten gelen ultraviole (UV- ve sağlık için en tehlikeli ışın olan (UV-C) ışınlarından korur. Doğal bir filtre görevi görür. Ancak ozondaki değişmeler sonucunda cilt kanseri tehlikesi yaşanacaktır'' dedi. Ak, ozon miktarındaki yüzde 1'lik azalmanın deri kanserinde yüzde 2'lik, cilt kanserinden ölümlerde ise yüzde 0.3-2'lik artışlara neden olacağının hesaplandığını bildirdi. UV-B ışınlarının, göz lenslerinin bozulmasına ve yaşa bağlı olarak körlüğe neden olacağını ifade eden Ak, atmosferdeki ozon miktarının artmasına bağlı hava kirliliği nedeniyle astım ve akciğer gibi solunum hastalıklarında artışlar görülebileceğini söyledi. Ak, ozon miktarındaki artışların, bağışıklık sisteminde de değişiklikliklere neden olabileceğini, çok sayıda insanın enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riski taşıyacağını kaydetti. Çöl fırtınalarının getirdiği çöl tozlarının da insan sağlığını olumsuz etkileyeceğini belirten Ak, ''Ağaçlık olmayan yerlerde, söz gelimi Şanlıurfa'da havada tutunamamakta ve havada 2-3 gün asılı kalmaktadır. Bunun sonucunda başta göz ve üst solunum yolları olmak üzere insan sağlığı tehdit altında olacaktır'' dedi. Ak, besin ve su ile bulaşan hastalıkların artacağını, sıcak su kaynaklarının azalacağını, su kaynaklarındaki azalmanın kolera tipi hastalıkların yayılmasına neden olacağını ifade ederek, ''Enfeksiyonların genişlemesi ve sürelerinin uzaması enfeksiyon etkeni bakteri ve virüslerin ilaçlara olan direnç mekanizmalarını değiştirecek,belkide kullanılan antibiyotikleri etkisiz kılabilecektir'' diye konuştu. Ultraviole (UV) morötesi ışınlarının da doğrudan derinin hücre yapısını bozduğunu ya da bağışıklık sisteminin gücünü azalttığı için kansere yol açtığını anlatan Ak, ''UV ışınları, bazı hücrelerin sayılarını ve görevlerini etkiler. Antikor üreme yeteneklerini azaltır. T hücrelerinin gelişimini uyararak geç tipte aşırı duyarlılığın baskılanmasına yol açar, tümör gelişimini engelleyemez. Göz merceğinin şeffaflığının kaybolmasına (katarakt) neden olur'' dedi. "HAVA KİRLİLİĞİ ÖLÜMLERE YOL AÇMAKTADIR'' Ak, hava kirliliğinin kalp yetmezliği, kalp krizi ve inme gibi ölümle sonuçlanabilen hastalıkların görülme riskini artırdığını belirterek, ''Havadaki 10 mikrogram/metreküplük parça yoğunluğunda bir artış, toplam ölüm yüzdesini yüzde 1.8 ve kalp-damar hastalıklarından ölüm oranını yüzde 1.4 artırmaktadır'' diye konuştu. Sıcaklık artışlarının davranış değişikliklerine de yol açacağını ifade eden Ak, sıcaklığın artmasıyla birlikte insanların uykusuz kalacağını ve bu durumun huzursuzluk ve depresyona yol açacağını söyledi. ''EKOLOJİK DENGEYİ DEĞİŞTİRMEKTEDİR'' Ak, yaz aylarında sıcaklığın düzeyi ve döneminin uzamasına bağlı olarak ekolojik şartların ve dengelerin de değişeceğini belirterek, bu durumda bakterilerin üreme, yaşama ve daha geniş alanlara yayılabileceğini söyledi. Ak, ısınmanın etkisi ile çevre kirliliğinin daha da artacağını, bunun sonucunda salgın hastalıkların sıklığının artacağını anlatarak, ''300 milyon malarya salgınında 2 milyon kişi ölmektedir. Dünya nüfusunun yüzde 45'i malarya geçiren sineklerin bulunduğu iklim bölgelerinde yaşamaktadır ve ve bu oranın önümüzdeki yüzyılın yarısına kadar yüzde 60'a çıkacağı tahmin edilmektedir'' diye konuştu. DİĞER ETKİLER Küresel ısınmanın sonuçlarının genel ekonomiye ve sağlık ekonomisine zarar vereceğini, hastalıkların artması nedeniyle ek sağlık kuruluşlarına, finansman ve personele ihtiyaç duyulacağını belirten Ak, en kısa zaman içinde dünyanın ısınmasının yavaşlatılması ve durdurulması için önlemlerin alınması gerektiğini bildirdi. Ak, öncelikle karbondioksit emisyonlarının kontrol edilmesi, fosil yakıt tüketiminin yüzde 50 azaltılması, orman tahriplerine son verilerek ağaçlandırma yapılması gerektiğini ifade ederek, ''Gelişmiş ülkelerin sera gazı salınımlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5.2'nin altına çekilmesi sağlanmalı'' dedi. İklim değişikliği ve küresel ısınmaya neden olan sera gazı salınımlarda suçlu olan ülkelerin ABD, Avrupa Birliği, Kanada, Rusya, Japonya, Çin ve Hindistan olduğunu öne süren Ak, sağlık idarecilerinin zaman kaybetmeden, değişen iklim şartlarını ve global ısınma değişimlerini dikkate alarak ve gelecekteki etkilerini belirleyerek meydana gelecek değişimleri tespit etmeleri gerektiğini söyledi. Ak, değişime uygun sağlık politikalarının geliştirilmesi gerektiğini, sağlık planları, örgütlenmeleri, icraları ve denetimlerini yapacak ve iklim değişikliğinin sağlık sistemi üzerindeki olumsuz etkilerini azaltıcı ve yok edici her türlü tedbirin alınması gerektiğini kaydetti.
  15. 103 kişinin ölümüne sebep olan ilaç hakkında bugüne kadar yeterli delil bulunamamıştı. İlaç yüzünden 103 kişi öldü. Ancak hakkında bugüne kadar yeterli delil yoktu. Nihayet tüm dünyada yasaklandı. İşte o ilaç; Sağlık Bakanlığı pıhtılaşmaya karşı kan inceltici olarak kullanılan "Heparin" adlı ilacın ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada yasaklandığını söyledi. İlaç, eczane, depo ve hastanelerden toplatılacak. ABD'de, "Heparin" yüzünden geçen yıl başından bu yana 100'ün üzerinde hasta ölmüştü. İlaç hakkında uzunca süredir bir kuşku vardı. ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) bir ay önce yaptığı açıklamada, ilacın mide bulantısı, kusma ve solunum güçlüğünün yanı sıra alerjik tipte yan etkilerinin olduğu bildirilmiş; fakat yeterli delil olmadığı için üretim durdurulamamıştı. Türkiye'ye Vem İlaç tarafından ithal edilen ve Çin'de üretilen Heparin reçetesiz satılmıyordu. NE İÇİN KULLANILIYORDU? Böbrek hastalarına uygulanan hemodiyaliz işlemi ve açık kalp ameliyatları sırasında kan pıhtılaşmalarını önlemek için, toplardamar içine iğneyle verilerek kullanılıyordu.
  16. Ayhan Buz’un, “Saraydan Sürgüne Son Padişah Vahdettin'” Neden Kitapevi’nden çıktı. Gerçek Gündem Yayın Koordinatörü gazeteci Ayhan Buz’un, “Saraydan Sürgüne Son Padişah Vahdettin'” yayınlanan 6. kitabı. ‘Tarih en belirsiz olanıdır, çünkü her gün yeniden yazılır.’ Her siyasi mücadelenin tarafları, ''tarihi'' kendi haklılıklarını, rakiplerinin tarihin genel gidişine göre ''sapkınlığını'' kanıtlamak için yeniden yazmaya çabalarlar. Bu çaba, bir hegemonya projesinin desteklenmesine, bir diğerinin de zemininin çürütülmesine hizmet eder. Tarihin tartışmalı padişahlarından biri olan Sultan Vahdettin, kendi döneminde vaziyeti kurtarmanın, durumu idare etmenin ve saltanatı korumanın; devlet yönetiminin temelini teşkil ettiğini, elinden gelen her şeyi yaptığını şu sözleri ile ifade ediyor; “Karşınızda köklerinden koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazazede var. Ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından habersizim ve bu işin neticesini de sadece Allah biliyor. Ne yapabiliriz ki? Kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol çizdi. Ben, dindar bir insanım. Vazifemi çok karmaşık bir dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve kat’iyetle inanıyorum. Mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün facialara ve olaylara karşı kalkan olamadım ama para-toner vazifesi gördüm ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri de üzerime çektim. Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Ama gelin görün ki, bugün yaşayan kurban benim; daha doğrusu fedakarlığın kurbanı!” Saraydan Sürgüne Son Padişah Vahdettin, Osmanlı Saltanatı’nın en tartışmalı dönemlerinden birine ışık tutacak. SARAYDAN SÜRGÜNE SON PADİŞAH VAHDETTİN AYHAN BUZ
  17. Rus yazar Vladimir Godunov kitabı ‘Nasya Sultan’ İskenderiye Yayınları’ndan çıktı. Genç Osman’ın Harem dünyasında yaşanlar ile saray entrikalarını anlatıldığı roman’dan kısaca alıntılar şöyle: Zorbalardan biri düşünmeye fırsat vermeden perdelerden birine uzanarak kordonunu çıkardı. Nasya, bu kordonla boğulacağını anlamış korkuyla onlara bakmaktaydı. Demek ki bir yere götürmeden burada boğacaklardı. Nasıl bir duyguydu? İnsanın kanını dondurmaktaydı. Sırma kordonu boğazına geçirdiklerinde son bir kez debelendi, ellerinden kurtulmaya çalıştı, ama nereye kadar? Kordonun soğukluğu bütün bedenini dolaştı da bir an kaskatı kesildi, kordonu hızla çekmeye ve daraltmaya başladılar işte. Damarlarından kan çekilmekte, debelenen vücudu son çırpınışlarıyla bu kordondan kurtulmaya çabaladıkça daha da nefessiz bırakmaktaydı Nasya’yı. Her şey bitti sonra... Zorbaların elinde hoyratlıkla, acımasızlıkla ruhunu teslim ederken çarpılmış bir yüzle bana bakmaktaydı oradan. Kendi karanlığından, o kadar yıl hükmettiği koca devlet-i aliyyenin valide sultanı olarak, bana bir şeyleri fısıldamak ister gibiydi. Hüzünle soğuk taş odamın çinili duvarlarına baktıkça Nasya’nın o acı sonu gözümün önüne gelmekte, ne yapacağımı bilemez halde acıyla kıvranan yüreğime söz geçirememekteydim.
  18. Bolu Belediyesi fotoğraf sanatçısı öğrencinin açtığı nü sergiyi ilginç bir bahaneyle kapattı. ABANT İzzet Baysal Üniversitesi Fotoğrafçılık Bölümü öğrencisi Tuğba Menteş, ’İntihar’konulu fotoğraf çalışmasında kız arkadaşlarını, üzerlerinde gecelikle kanepe, yerde ve küvette intiharı canlandırırken fotoğrafladı. Menteş fotoğraflarını sergilemek için AKP’li Bolu Belediyesi’nden izin aldı. Ancak, ilk gün açık kalan sergi, sergi salonunun elektrik tesisatında arıza olduğu öne sürülerek kapatıldı. Sanat merkezi yetkililerinin fotoğrafları ‘nü’ bulduğu için sergiyi kapattığını öne süren Tuğba Menteş, şöyle konuştu; “Sergiyi açtığımız gün, elektrik tesisatı bahane edilerek kapatıldı. Fotoğraflarımın toplanmış olduğunu gördüm. Spot olmadığı için fotoğraflarımın sergilenemeceğini söylediler. Gündüz vakti spot ışığa gerek yok. Daha sonra fotoğraflarımın müstehcen bulunduğunu, daha güleryüzlü fotoğrafların olmasının uygun olacağını, çocukların olumsuz etklineceği söylendi.” Sanat Merkezi Müdürü Siyami Palazoğlu ise, “Kablolardan koku geldi, yanma oluştu. Onarım yapacak olan ekibi bekliyoruz”dedi.
  19. Doğum kontrolü konusunda pek çok haber dolaşıyor. Bir gün doğum kontrol haplarının cinsel soğukluğa neden olduğunu ve şişmanlattığını duyuyorsunuz. Ertesi gün, adet döngüsünü önlemenin kolay bir yolu olduğunu ve yumurtalık kanserini önlediğini öğreniyorsunuz...Bu çelişkili haberler ve çeşitli doğum kontrol yöntemleri arasında kafanız yeterince karışmış olmalı. İşte size doğum kontrol hapları ve diğer doğum kontrol yöntemleriyle ilgili bilinen 10 yanlış ve neden doğru olmadıkları... 1. YANLIŞ: Adet döngüsünü durdurur: Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, kullanılan çeşitli methodların adet döngüsünü bastırmasında hiçbir tehlike yok. Bazı ilaçlar premenstrüel sendromlarını azaltır, diğerleri ise adet döngüsünü durdurur. Pensilvanya Delaware County Memorial Hastanesi kurul üyelerinden Dr. Rebecca Gould açıklıyor: ''Hormonlar rahim duvarının ince olmasını sağlıyor, yani hiçbir yeni oluşum meydana gelmiyor. Ayrıca, adet sırasında görülen semptomlar genellikle yok oluyor.Adet döngüsünün bastırılması, özellikle çok fazla kanaması olan, krampları olan ve menstrüal migreni olan kadınlarda oldukça faydalı oluyor. 2. YANLIŞ: Doğum kontrol hapları kanser riskini artırıyor: Doğum kontrol haplarını uzun süre kullanmak, gerçekte rahim kanseri ve yumurtalık kanseri riskini azaltır. Doğum kontrol hapları aynı zamanda kolon kanserini de önlüyor. Peki ya meme kanseri? Bugüne kadar yapılmış araştırmalar ne yazık ki bu konuda yetersiz kalıyor. Mayo Clinic Proceeding'de yayımlanan ve daha önce yapılan araştırmaların incelendiği bir çalışmada, doğum kontrol hapı kullananlarda bu riskin çok az bir artış gösterdiği, ancak hap kullanımının sonlandırılmasıyla birlikte bu artışın ortadan kalktığı belirtiliyor. Meme kanseri hastalarının veya daha önce meme kanseri olan kişilerin ise, hormonların kanser hücrelerini uyarabileceklerini göz önünde bulundurarak, doğum kontrol haplarını kullanmamaları gerektiği açıklanıyor. 3. YANLIŞ: Doğum kontrol hapları şişmanlatıyor veya cinsel soğukluğa neden oluyor: Çoğu kadın şişmanlamasının nedeni olarak doğum kontrol haplarını görür, ancak doğum kontrol haplarının, ani başlayan kanamalar dışında hiçbir yan etkisinin olmadığı belirlenmiştir. Libido için ise, bazı çalışmalar cinsel isteğin azaldığını, bazıları ise arttığını gösteriyor. 4. YANLIŞ: Spiral kısırlığa neden oluyor: 1970�li yıllarda piyasaya sürülen bir tür spiralin, enfeksiyonlara neden olduğu ve bu nedenle kısırlığa yol açtığı düşünülüyor. Ayrıca bu vakalardan 17�si ölümle sonuçlanmıştır. Ancak günümüzde kullanılan spiraller oldukça güvenlidir. Ayrıca spiral, doğum kontrol haplarından daha etkili ve daha ucuzdur. Yan etkileri? Üç dakika kadar menstrüal kramplara benzer bir acı hissedilir, ve sonraki bir hafta kramplar ve kanama olabilir. Ayrıca genellikle spiralle beraber rahime bakteriler de yerleştiği için ilk üç hafta enfeksiyon riski oldukça yüksektir, ancak bu enfeksiyon bir antibiyotikle kolayca tedavi edilebilir. 5. YANLIŞ: Diafram doğum kontrol hapı kadar etkilidir: Serviksi tamamen kapatan ve spermisid içeren diaframlarda, risk haplara göre daha yüksektir. Vajinal doğum yapmış kadınlarda, serviks daha büyük olduğu için, %32 gibi oldukça büyük bir risk vardır, diğer kadınlarda ise bu risk yüzde 16 civarıdır. Daha iyi bir korunma için, kondomla beraber kullanılması gerekir. 6. YANLIŞ: Doğum kontrol hapları uzun süre kullanımamalıdır: Doğum kontrol haplarının kullanımına ara verdiğinizde, hamile kalma riskiniz vardır. Hapları bırakmak için tıbbi hiç bir neden yoktur. Hap kullanımını bıraktıktan sonra, hamile kalabilirsiniz. Kadınların yüzde 50'si ilk üç ay içinde hamile kalmaktadır. 7. YANLIŞ: Doğum kontrol haplarının yan etkileri ömür boyu sürer: Dr. Gould, hormonal doğum kontrol yöntemlerinin yan etkilerinin ilk üç ay içinde ortadan kalktığını belirtiyor. 8. YANLIŞ: 40 yaşın üzerinde doğum kontrol hapı kullanılmamalıdır: Doğum kontrol haplarını menopoza girinceye kadar kullanabilirsiniz. Ancak, yaşınız 35'in üzerindeyse ve sigara içiyorsanız, veya hipertansiyon yada diyabet hastasıysanız, hap kullanımıyla kalp hastalıkları ve felç riskiniz artıyorsa, sadece progesteron içeren haplardan kullanabilirsiniz. 9. YANLIŞ: Doğum kontrol haplarıyla beraber diğer haplar da alınabilir: Depresyon için kullanılan bazı ilaçlar, doğum kontrol haplarını etkisiz hale getirmektedir. Araştırmacılar, bu ilaçların, doğum kontrol hapının metabolizmasını hızlandırarak, hormonların görevlerini yapmalarını önlediğini düşünüyorlar. Bunun yanı sıra, doğum kontrol hapları antidepresanların etkilerini artırıyor. 10. YANLIŞ: Doğum kontrol hapları migreni kötüleştiriyor: Bu yanlıştır, ancak auranın eşlik ettiği migren ağrıları olan kadınlarda doğum kontrol hapları felç riskini artırıyor. Bu kişiler için östrojen içermeyen hormonal methodlar kullanılabilir.
  20. Sakarya Doğumevi Ana Çocuk Sağlığı Hastanesi Kadın Hastalıkları Doğum Uzmanı Opr. Dr. Metin Mutlu, kürtaj sonrası gebeliklerde anne adayının düşük yapma riskinin yüzde 200 oranında artabildiğini bildirdi. Opr. Dr. Mutlu, kadınların kürtaj hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını belirterek, kürtaj yaptıran kadının sonraki gebeliklerde düşük yapma riskinin arttığını kaydetti. Kürtajın çok ciddi bir cerrahi müdahale olduğunu vurgulayan Opr. Dr. Mutlu, "Kürtaj ne yazık ki artık bir doğum kontrol yöntemi olarak görülüyor. Ülkemizde de bu anlayış bir aile planlaması yöntemi haline geldi. Oysa bu çok yanlış bir tutum. Bu cerrahi müdahalenin bir kez bile yapılması hayati risk taşıdığı gibi kürtaj sonrası gebelikler de önemli ölçüde tehlikeye atılmaktadır" diye konuştu. Kürtajın Türkiye'de sıklıkla uygulanan bir müdahale olmasından dolayı halk arasında "sağlıklı bir yöntem" olduğu inancı oluştuğuna işaret eden Opr. Dr. Mutlu, şunları söyledi: "İstenmeyen gebelik durumlarında insanların aklına ilk gelen yöntem kürtaj oluyor. Aslında bu başvurulacak en son yöntemdir. Eşler gebelik istemediği durumlarda hap ve aşı gibi uygulamalarla gebelikten korunabiliyor. Her iki uygulamada da seçenekler oldukça geniş. Her gün hap kullanmak istemeyen kadının, ayda bir kez aşı olarak gebelikten korunması mümkün. Bu uygulamaların hiçbirinde de herhangi bir sağlık riski yok" Kürtajda riskin rahimden alınacak bebeğin büyüklüğüne ve gebeliğin süresine bağlı olduğunu anlatan Opr. Dr. Mutlu şöyle devam etti: "2-4 haftalık gebelikler risk grubunun en alt seviyesini oluşturuyor. Ancak 8-10 ve daha üstü olan ve yasal süreci aşan kürtajlarda ise kesinlikle hayati risk söz konusu. Bu gibi müdahalelerde annenin bir daha çocuk doğuramaması gibi durumlara az da olsa rastlanabiliyor. Kürtaj sırasında rahim delinmesi, bağırsak delinmesi ve rahim yolunda meydana gelen zedelenmeler ise kürtaj sonrasındaki gebeliklerde sorunlara neden olabiliyor. Eğer anne adayının düşük yapma riski bulunuyorsa bu risk oranı onun daha önceden kürtaj yaptırmasına bağlı olarak artış gösteriyor. Kürtaj sonrasında düşük yapma riski yüzde 200 oranında artabiliyor."
  21. Hamilelikte oluşan hormon artışı dişleri etkiliyor. Hamilelik esnasında günlük ağız ve diş bakımına devam edilmeli. Diş Hekimi Pertev Kökdemir; hamilelikte diş bakımı hakkında şunları söyledi: "Hamilelikte oluşan hormon artışı ağız mukozasını dış etkenlere, özellikle de bakteri plaklarına karşı daha hassas yapar. Günde iki kez diş fırçası ve diş ipi kullanıp etkili diş bakımı yapılarak, plak birikimi engellenmelidir. Ağız gargaraları ya da ılık tuzlu su ile gargara yapılarak, diş etleri rahatlatılmalıdır. Kusma oluyorsa, hemen ağız bol suyla çalkalanmalıdır."
  22. Hamilelik döneminde yürümek, en ideal spor... Anne adayları ilaç kullanımı konusunda dikkatli olmanız gerektiğini akıllarından çıkarmamalılar. Doktor kontrolü dışında kullanılan ilaç kullanılması bebekte çeşitli organların yapılarındaki ya da fonksiyonlarındaki anormallikler, büyümenin gecikmesi veya davranışsal bozukluklar gibi çeşitli anomalilere yol açabilir. Ayrıca ilaçlar anne sütüne karışarak bebeğe geçebileceğinden ilaçlar bu dönemde yine doktor kontrolünde alınmalıdır. Spor Hamilelik döneminde yürümenin, en ideal spor olduğu vurgulanıyor. Yürüyüş hem güneşten faydalanıp kemikleri güçlendirmek hem de ciğerlere temiz hava depolamak açısından önemli. Anne adaylarına, yürürken fazla zorlanmamaları, herhangi bir sinyalde yürüyüşe ara vermekte tereddüt edilmemesi öneriliyor. Ancak dengenin önemli olduğu jimnastik, dağcılık ve benzeri sporlardan kaçınılmalı. Rahmin büyümesine bağlı olarak vücudun ağırlık merkezi değişir ve dengenizi kaybedebilirsiniz. Çarpışma riski olan her spordan uzak durmalı. Güneşlenme Çok dikkatli olarak, çok kısa süre ve koruyucu kremler kullanılarak güneşlenebilinir. Güneş ışınlarının derideki lekelenmeleri arttırdığı unutulmamalıdır. Alkol ve Sigara Kullanımı Gebelikte kullanılan alkol, abortus(düşük), ölüdoğum, bebekte gelişme geriliği, çeşitli baş-yüz gelişim kusuları ve zeka geriliği gibi istenmeyen durumların oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle gebeliğinizi planladığınız andan itibaren ve tüm gebelik boyunca alkol kullanımından kaçının. Sigara içen anne adaylarının çocuklarında anomali olma olasılıkları daha yüksek olduğundan sigara kullanımından da kaçınmak gerekir. Beslenme Günlük öğün sayınızı en az beşe çıkarın. Bol bol su için. Çünkü bu, kabızlık yaşamanızı önlemeye yardımcı olacak ve özellikle yaz aylarında halsizlik şikayetlerinizin azalmasını sağlayacaktır. Hamilelikte çinko ve vitamin alımı da önemlidir. Hamilelik döneminde alınan çinkonun bebeğin zeka gelişimini olumlu yönde etkilediği saptandı. Ayrıca yine hamilelelik döneminde demir alımı önemlidir. Yolculuk Hamilelerin uzun yolculuklarda emniyet kemeri takmaları ve sık sık araçtan inerek yürüyüş yapmaları gerekiyor. Trafik kazalarından sonra hamile bayan kafa tramvası ve şoktan dolayı hayatlarını kaybedebiliyor, rahim yaralanması sonucunda da bebeklerin hayatlarını kaybedebiliyor.
  23. Çocuk yetiştirmede sevgi ve disiplin bir arada olmalı. Elbette, anne babalar olarak hepimiz çocuklarımızı yetiştirirken onlar için en iyiyi istiyor, hata yapmak istemiyoruz. Ancak, bebekler de hastaneden kullanım kılavuzuyla gelmiyorlar ! Çocuk yetiştirmek uzun ve zorlu bir süreç. Bu süreçte, sevgi ve disiplin çocuğa birlikte verilmeli. Hiçbirimiz mükemmel değiliz, istemesek de hatalar yapıyoruz. Bu yazıda, çocuk yetiştirmede sık yapılan hatalara değineceğiz, belki sizlerin de değiştirmek, düzelmek istediğiniz davranışlarınız olabilir... 1- Sorunları görmezden gelmek: Eğer çocuğunuzla yaşadığınız öfke nöbeti, uyku problemleri gibi sorunlara eğilmeden onlarla birlikte yaşamaya çalışırsanız, hayatınızın normal bir parçası haline gelirler ve giderek çözüme ulaşmak zorlaşır. Bazen anne babaya çocuklarının çok yanlış davranışları bile rahatsız edici gelmez. Ancak, çevrenizdekiler veya doktorunuz sizi sürekli uyarıyorsa bir sorun olabileceğini göz önünde tutmalısınız. 2- Gerçekten sorun olup olmadığına karar verememek: Belli davranışlar bazı yaşlar için normaldir. Örneğin, iki yaşındaki çocuğunuz istediğini almadınız diye markette kendini yere atıp bir öfke nöbeti geçirebilir. Bunu, gelişiminin normal bir parçası olarak kabul edebilirsiniz. Ancak benzer bir davranışı altı yaşındayken tekrarlıyorsa, bir sorun var demektir. 3- Beklentinin aşırı olması: Çocuğunuzu tanıyın, belli yaştaki yetenek ve özelliklerini bilin. Ondan beklediklerinizi bu bilgilerin ışığında gözden geçirin. Örneğin doktorunuz iki yaşında tuvalet eğitimine başlayabileceğinizi söyler. Ancak, denemeleriniz sonuç vermiyorsa belki de sizin çocuğunuz henüz buna hazır değildir, ona biraz daha süre tanı*********** hem gereksiz çatışmaları aza indirmiş, hem de hazır olduğunda çok daha kısa sürede sonuç almış olacaksınız. 4- Tutarsızlık: Eğer bir gün hayır dediğinize ertesi gün evet derseniz veya sizin yasakladığınız bir abur cuburu başka bir yakınınız çocuğa verirse, minik yavrunuzun kafası karışacak, büyüklerin pek o kadar tutarlı olmadığı yolunda bir sonuca varacaktır. Kurallar daima geçerli olmalı, çocuğun çevresinde onunla temasta olan diğer kişiler de sizin belirlediğiniz doğrultuda hareket etmeliler. 5- Sınır koymamak: Çocuklar belli kuralları, sınırları olan ortamlarda kendilerini daha güvende hissederler. Her istediklerini yapmalarına izin vererek onlara iyilik değil kötülük yapmış olursunuz.
  24. Erkeklerin aldatacaklarını haber veren bazı önemli işaretler olduğunu biliyor musunuz? 'The Script: The 100% Absolutely Predictable Things Men Do When They Cheat’ adlı kitabın yazarları Elizabeth Landers ve Vicky Mainzer erkeklerin sevgililerini /eşlerini aldatacaklarını haber veren bazı önemli işaretler olduğu konusunda hanımları uyarıyor. Landers ile Mainzer’in yüzlerce çift üzerinde yaptığı araştırmada ortaya tek bir sonuç çıkıyor: Aldatan bütün erkekler aldatma sürecinde aynı senaryoyu bire-bir gözler önüne seriyor. Landers bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: ‘Bir erkek aldatma yolunu seçtiği zaman diğer kocaların/sevgililerin kullandığı metotları kullanıyor. Onların sözcüklerini, cümlelerini, açıklamalarını alıp kendisine uyguluyor’. Cosmotürk'ün sizler için hazırladığı dosyaya bir göz atmakta yarar var... Şimdi size aktaracağımız bazı işaretler beraber olduğunuz erkeğin sizi yüzde yüz aldattığını/aldatacağını göstermez. Fakat bunları beraberliğinizin kötüye gittiğinin işareti olarak algılamanızı öneriyoruz. ‘Ben bunu asla yapmam!’ İşte tehlikeli bir cümle. Landers erkeğin bu rahatlatıcı sözlerle ‘sevgi dolu ve sadık’bir eş portresi çizdiğini söylüyor. Ne yapmalı? Bu zararsız cümle sadakat ve bağlılık konusunda bir sohbet başlatmak için iyi bir başlangıç olabilir. Size: ‘Ben bunu asla yapmam’ dediğinde ona ‘Ben de. Fakat eğer bir gün içimizden biri birisine ilgi duyarsa bunu birbirimize anlatabilir miyiz?’ şeklinde bir soru sorabilirsiniz. ‘Bir psikoloğa görünsen iyi olacak’ Landers ve Mainzer kitaplarını hazırlarken yaptıkları röpörtajlarda konuştukları erkeklerin neredeyse hepsinin eşlerine depresyonda olduklarını söylediklerini belirtiyor ve konuyla ilgili şunları söylüyor: ‘Kadınları depresyona iten gücün kendileri olduklarının farkında bile değiller. Böyle birşey söyleterek onu başkalarına iten kişinin siz olduğunu düşünmenizi sağlıyorlar’. Ne yapmalı? Eşinizden böyle bir yorum duyarsanız duymamazlıktan gelmeyin. Ona ‘Kendimi çok yorgun ve stres altında hissediyorum. Neden bana depresyondasın diyorsun?’ deyin ve profesyonel yardım almanız konusunda ısrar ediyorsa birlikte bir evlilik terapistine gidebileceğinizi söyleyin. ‘Beni anlamıyorsun’ Böyle bir cümle kuran bir erkek ayrı yönlere doğru ilerlediğinizi ima eder. Bu cümleyi duyan kadın erkeğe sert bir yanıt verirse tartışma erkeğin tarafına döner. Landers bu konuyla ilgili bakın neler söylüyor: ‘Sizin mantıksız ve sevimsiz konuşmalarınız yüzünden ev dışında zaman geçirdiğini söyleyecek böylelilke sizi suçlayarak daha az suçluluk hissedecektir’. Ne yapmalı? Landers ile Mainzer şöyle konuşuyor: ‘Yaşasın! Sizinle konuşuyor! Hem de hisleri hakkında. Tek yapmanız gereken tepki vermeden onu dinlemeye çalışmak. Bunun da ötesinde onu daha çok konuşmaya teşvik etmek’. ‘Sana sürekli söyledim ama dinlemedin’ Çalışan bir kadındınız fakat bebeğiniz olunca bir süre onunla evde vakit geçirmeye karar verdiniz. Çalışmaya alışık olduğunuzdan sürekli evin içinde olmak sizi sıkmaya başladı. Bu arada eşiniz de sürekli ‘spora git, kursa git’ gibi önerilerde bulunuyordu. Siz evde oturmaya devam ettiniz. Sonuç: boşandınız Bu konuda eşinizin asıl söylemek istediği şey: ‘Ben açık fikirli bir insanım ve eşimin sıkıcı bir ev kadını olmasını istemiyorum’. Eşinizin önceden verdiği bazı işaretleri görme şansınız olsaydı onun gerçek hislerine göre hareket edebilirdiniz öyle değil mi? Ne yapmalı? Landers onun gerçekten ne söylemeye çalıştığını anlamak için kendisini anlatmasını istemeniz gerektiğinin altını çiziyor. ‘Ona sorular sorun. Böylelikle kafasından geçenleri anlayabilirsiniz’.
  25. Yorgan altı oyunları zevk hormonlarını serbest bıraktığı için psikolojik sağlığınızı güçlendirebiliyor. İngiliz araştırmacılara göre yorgan altı oyunları zevk hormonlarını serbest bıraktığı için kısa vadede beyinsel faaliyetlerinizi, uzun vadede ise psikolojik sağlığınızı güçlendirebiliyor. Ancak faydalar sadece bunla sınırlı değil. Haftada iki kere seks yapmak... BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR Solunum ve mide enfeksiyonlarıyLa savaşan bir çeşit antikor olan immunoglobulin A sayınızda ani bir artış yaşarsınız. PROSTAT KANSERİ RİSKİNİ AZALTIR Ne kadar çok cinsel doyuma ulaşırsanız, seks salgılarınızla birlikte o kadar çok kanserojen maddeyi vücudunuzdan atabilirsiniz. CİDDİ BİR KALP KRİZSİ RİSKİNİ YARI YARIYA İNDİRİR Seks, kalbinizi stresten korumaya yardımcı testosteron hormonunda dalgalanmaya neden olur BEYNİNİZİ STRESTEN UZAKLAŞTIRIR Orgazm sonrası vücudunuz anksiyete ilaçlarıyla aynı etkiyi yapan oksitosin hormonu salar. YAĞ YAKMANIZI SAĞLAR Tutkulu bir sevişme sırasında, erkekler 143 kas kullanır ve 15 dakikalık bir jog-gingle aynı miktarda kalori yakarlar.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.