Zıplanacak içerik

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Önce Mahir’i vurdular’ Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü, 30 Mart 1972…Saat 05.30 sıralarında Kızıldere muhtarının evine doğru iki asker yaklaşmakta. Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının ölümüyle sonuçlanacak, tarihe “Kızıldere Katliamı” olarak geçecek olan gün başlıyordu. Muhtarın evinde, muhtarın ailesinin yanı sıra; Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyesi Hüdai Arıkan, Fatsalı şoför Nihat Yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan ve Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy, Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sabahattin Kurt, “Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü”nün kurucusu olarak aranan üsteğmen Saffet Alp, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucularından Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile kaçırılan üç İngiliz teknisyen bulunmakta… Evdekiler, evin ve köyün sarılmasıyla birlikte evde sıkışıp kalmışlardı. Dama çıkarak, kiremitler kırılıp, çatıda delik açıldı. Evi kuşatanlar arasında bulunan MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür’ün “Analiz” isimli kitabında yazdığına göre: “İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Tokat Valisi, Jandarma Genel Komutan Yardımcısı, MİT Ankara Bölge Daire Başkanı” da operasyonu yerinden yönetmekte… [1] ‘Teslim olmayacağız!’ Muhtarın dışarı çıkması ve bir daha geri dönmemesinin ardından “Teslim ol” çağrıları yapılmaya başlandı. Bu çağrıdan sonra olanları, katliamdan sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü’nün savcılık ifadesinden okuyalım: “Muhtar Emrullah Arslan, evden uzaklaşırken karısını, gelinini ve kızını yanına alıp gitmiş. Bu sırada dışardan ‘Alçaklar, çocukların arkasına saklanıyorlar’ diye bir ses duyunca evde kimse olup olmadığını araştırmak aklımıza geldi. Mutfak kısmında ikisi torunu ve biri de erkek çocuğu olan üç küçük çocuk gördük. Kapıyı açıp, üç çocuğu bıraktık. Çatıdan dışarı baktığımızda tamamen sarıldığımızı gördük. Bir süre sonra da, bizden kayıtsız şartsız teslim olmamızı megafonla ihtar ettiler. Buna cevaben ‘İngilizlerin elimizde olduğunu, teslim olmayacağımızı, şartlarımız kabul edilmedikçe çarpışacağımızı ve İngilizlerin de bu arada öleceğini’ bağırarak söyledik. (…) Saat 10.00 sıralarında marş söylemeye başladık. Bu marş şöyleydi: Gün doğdu, hep uyandık Siperlere dayandık Bağımsızlık uğruna Alkanlara boyandık İşçi, köylü, gençlik, asker Devrim için ölürüz Sinan, Hüseyin, İbrahim Devrim için öldüler. Ayrıca Karayılan türküsünü de hep birlikte söyledik.” [2] Yüzlerce asker ve siviller tarafından kuşatılan Kızıldere köyüne helikopterler inip kalkmakta. Ankara’ya gidip gelen helikopterler, saldırının yaklaştığının habercisidir. Çatışma öncesini Mehmet Eymür’ün kaleminden okuyalım: “Çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar. Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. ‘Sam Amcanın adamları’, ‘Faşist MİT’çiler’ gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk. Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı. Bekleme devresi başlamıştı.” [3] Önce Mahir’i vuruyorlar… Evi kuşatanların İngilizleri görmek istemeleri üzerine İngilizler pencereden gösterip, konuşturuldu. Saat 13.00 olduğunda evdekiler radyodan kuşatıldıkları haberini dinlediler. Saat 14.00 sıralarında megafonla evdekilere yeni bir çağrı yapıldı: “İçinizden biri dışarı çıksın, yani çatı katından baksın, konuşacağız”… Söz yeniden Ertuğrul Kürkçü de… Kürkçü, 1979’da Niğde Cezaevi’nde Uğur Mumcu’ya, Mahir Çayan’ın öldürdüğü anı şöyle anlatır: “İlk ben çıktığım için sabah, daha sonra da Mahir ‘Sen çık şunlarla konuş’ dedi. Ben çıktım, arkadan da Mahir, Cihan, Saffet çıktılar yukarıya… Evin çatısı var, topraktan, kiremit çatı, oradan merdivenle çıkılıyor, tek katlı bir ev. (…) Birlikler mevzilerine girmeye başladılar, makineli tüfek yuvalarının arkasına girmeye başladılar ve bizimle konuşmak isteyen adamlar geri geri gitmeye başladılar. ‘Ne oluyor?’ deyip, biz bir ölçüde geri çekildiğimiz zaman dört bir yanımızdan makinalı tüfeklerle eve ateş açıldı. Önceden iki üç arkadaş kendini aşağıya attı. Ben onların arkasından, en arkada Mahir kalmıştı. Baş aşağı düştüm. Merdivenlerden yuvarlandım. Toparlanıp, doğrulmaya çalışırken yukarıdan kanlar boşalıyordu. Tam deliğin ağzına Mahir’in kolu sarkmış, kafası da kısmen sarkmış ve kanlar akıyordu, ben fırladım… Bir iki el bombası attım dışarıya. Makinalı tüfek ateşi sürekli devam ediyordu. Fakat bir şey göremiyorsun, zaten. Ayrıca tesir sahası dışına çıkmışlardı. Birşey kestirmek mümkün değil. Ve Mahir’i indiremedim.” [4] Mahir’in vurulmasının ardından İngilizler, aşağıdakiler tarafından öldürülür. Açılan ateş sonucu Ömer Ayna sol gözünü kaybeder. Ağır yaralıdır. Cihan Alptekin ise karnından yaralanmıştır. Evin içindekiler sahanlıkta toplanırlar ve “U” şeklinde savunma pozisyonuna geçerler. Roketatarların yanı sıra havan atışı da başlar. Evin girişini tutanların bulunduğu yerde büyük bir patlama olur. El bombalarının pimini çekip, kapıdan girecekleri bekleyenlerin üzerine düşen bombayla birlikte peş peşe patlar el bombaları… Evdekilerin büyük bir bölümü ölmüştür. Ertuğrul Kürkçü, savunmakta olduğu samanlıktan içeri girerek samanların arasına saklanır. Bir süre sonra ateş kesilir. Eve gelenler içeri ateş ederek girerler. Yaralı olan Saffet Alp, öldürülür. Muhtar Emrullah Arslan, evde 13 kişinin olduğunu söylemiştir. On devrimci ve üç İngiliz ile birlikte sayı tutmaktadır. Hava kararmaktadır. Ölenlerin cansız bedenlerini alarak, köyü terk ederler… Ertesi gün, Ertuğrul Kürkçü’nün babası Enver Kürkçü yanında bir tabutla birlikte Kızıldere’ye gelir.. Enver Kürkçü’nün başı tanımayacak durumda olan Nihat Yılmaz’ın cansız bedeninin “oğluna ait olmadığını” iddia etmesi üzerine tekrar eve gidilir ve yapılan arama sonucunda Ertuğrul Kürkçü yakalanır… Kızıldere’de sabahın ilk ışıklarıyla başlayan “operasyon”, akşam karanlığı basarken sona erer. Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ile Charles Turner, Gordon Banner ve John Law ölmüştür. Güvenlik kuvvetlerinden ise bir er yaralıdır. Denizleri kurtarmak için… Mahir Çayan ve on arkadaşını Kızıldere’ye kadar getiren neden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ın idamlarını engellemektir. On’ları Kızıldere’ye getiren olayların nasıl geliştiğini Sosyalizm ve Toplumsal Olaylar Ansiklopedisi’nden birlikte okuyalım: “İstanbul’da Ulaş Bardakçı’nın öldürülmesi ve Ziya Yılmaz’ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının tutuklanması, ardından Koray Doğan’ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu’nun da tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara’da ya da başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C’nin Doğu Karadeniz’deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun yükleri arasına gizlenerek Fatsa’nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy’un bir akrabasının evine yerleştirildiler. (…) 26 Mart 1972 sabaha karşı devlet güçleri, kalabalık komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri ile Ankara’da elde ettikleri bilgileri değerlendirerek Ünye’deki bağlantı noktalarını ele geçirmek ve ardından aranmakta olan THKP-C ve THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa’yı abluka altına aldılar. Daha sonra 1979’da Fatsa Belediye Başkanı olan terzi Fikri Sönmez ve çırağını gözaltına alan devlet güçlerinin kendi yerlerini öğrenmek üzere onları işkence altında sorgulamakta olduğunu öğrenen grup iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya İngiliz görevlileri de yanlarına alarak Ünye’den ayrılacak ve arkadaşları Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna’nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaklardı ya da etkili herhangi bir eylemde bulunma olasılığı bulunmayan bu köye kendi başlarına gitmenin yolunu bulacaklardı. Aralarında yaptıkları tartışmada birinci seçeneğin uygulanması kararlaştırıldı. (…) Yapılan keşifte İngilizlerin arabasının yerinde durduğu belirlendi ve eylem gerçekleştirildi. Üç İngiliz görevli alındı. Geride kalanlar bağlanarak hareket edemez hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar. Kızıldere köyüne tırmanan toprak yolun başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz’dan ayrılan grup, rehinelerle birlikte arkadaşlarıyla birleşmeye giderlerken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da aracı uygun bulacakları uzak bir yerde terkederek Ankara ya da İstanbul’a gitmekle görevlendirildiler.” [5] NATO’ya bağlı Ünye Radar Üssü’nden kaçırılan İngilizlere karşılık Denizlerin idamlarının durdurulmasını istediler. İstekleri üç maddeden ibaretti: 1. İnfazlar derhal duracak. 2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak. 3. En çok 48 saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır. 29 Mart 1972 günü On’ları Niksar’a getiren kişinin yakalanması üzerine, İstanbul’a dönmeyi güvenli bulmayıp, Kızıldere’ye dönen Nihat Yılmaz ve Ertan Saruhan ile diğer devrimcilerin bulunduğu ev tespit edildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için yapılan eylem başarısız olmuş, on devrimci Kızıldere’de öldürülmüştü. Yargısız infazın itirafı Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de Ankara’da idam edildi. Kızıldere katliamından geriye bazı soru işaretleri kaldı. “Yetkililer” olayın çatışma olduğunu iddia ettiler, etmekteler. Ancak yıllar sonra yayınlanan dönemin başbakanı Nihat Erim’in günlüklerine yazdığı: “Akşam saat 18’de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30’da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler.” ifadesi eğer dizgi yanlışı yoksa ve eğer Erim’in kalemi sürçmemişse – ki günlüklerin hiçbir yerinde kuşkulu bir cümle yok – bu bir itiraftır. [6] Kaldı ki, dönemin İçişleri Bakanı Ferit Kubat’ın Meclis’te yaptığı konuşmadaki sözleri de bu ifadeyi doğrulamaktadır: “Çetin bir mücadele sonunda çelik yelekli ekip, hepsini ölü olarak ele geçirmiştir. Son bir anarşist ‘teslim oldum’ demiş ve o anlık gafletten istifade silahını ateşleme fırsatını bulmuşsa da kurşun, çelik yelekte kalmış, çelik yeleği geçmemiş ve mukabil ateşte de öldürülmüştür.” [7] Geçen yıl, Kızıldere Katliamı’nın 35. yılında 78’liler Girişimi ile Saffet Alp’in kız kardeşi Fikret Karacan, Saffet Alp’in “yargısız infazla öldürüldüğü” iddia ederek, İçişleri Bakanlığı’na “yargısız infazda rol alanların kimliklerinin açıklanması” talebiyle başvurdular. Kızıldere katliamının 36. yılında “failler” hâlâ meçhul… [1] Bir MİT Mensubunun Anıları, Mehmet Eymür, Milliyet Yayınları, 1991. [2] Çıkmaz Sokak, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, 1979. [3] Bir MİT Mensubunun Anıları, Mehmet Eymür, Milliyet Yayınları, 1991. [4] Çıkmaz Sokak, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, 1979. [5] Sosyalizm ve Toplumsal Olaylar Ansiklopedisi. İletişim Yayınları, 1988. [6] Günlükler, Nihat Erim, 1925-1979, II. Cilt, Yapı Kredi Yayınları, 2005. [7] Bir MİT Mensubunun Anıları, Mehmet Eymür, Milliyet Yayınları, 1991.
  2. Fatih Akın’a 3 milyon euro'luk çek .. Aldığı ödüllerle adından sıkça söz ettiren tanınmış yönetmen Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında” adlı filmi, yaklaşık 3 milyon Euro’luk Altın Alman Film Ödülü’nü kazandı. En iyi film ödülünün yanı sıra en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi kurgu ödüllerini de alan “Yaşamın Kıyısında” adlı film, Türkiye’deki bazı Almanların ve Almanya’da yaşayan bazı Türklerin hikayelerini anlatıyor. Kültürden sorumlu Devlet Bakanı Bernd Neumann’ın da katıldığı Berlin’deki ödül töreninde Akın ayrıca, en iyi yönetmen olarak Lola adlı ödüle de değer görüldü. Akın, ödülü aldıktan sonra yaptığı teşekkür konuşmasında, filmleri ödül için değil, yaşam için yaptığını söyledi. Çeşitli festivallerde çok sayıda ödül alan Akın, 2004 yılında Berlinale adlı Berlin Film Festivali’nde “Duvara karşı” adlı filmi için aldığı “Altın Ayı” ödülüyle bir anda üne kavuşmuştu. Gümüş Alman Film Ödülü’nü Doris Dörrie’nin “Kirschblüten-Hanamai” (Kiraz çiçekleri) adlı filmi kazanırken, Bronz Alman Film Ödülü de Dennis Gansel’in “Die Welle” (Dalga) adlı filmine verildi.
  3. Loş ışıkta kitap okumak gözlerinizi bozar, Günde 8 bardak su içerek vücudunuzu zinde tutarsınız" gibi yaygın bilgileri araştıran ABD'li uzmanlar, doğru bilinen 7 inanışın yanlış olduğunu açıkladı ABD'Lİ iki bilim adamı, sağlık konusunda yaygın olarak inanılan ancak doğruluğu kanıtlanmayan 7 büyük miti ortaya çıkardı. Aaron Carroll ve Rachel Vreeman tarafından yürütülen ve İngiliz tıp dergisi British Medical Journal'da yayımlanan çalışmaya göre bu mitler şunlar: Günde 8 bardak su içmenin sağlığa iyi geldiğine yönelik bilimsel bir kanıt bulunamadı. Loş ışıkta kitap okumanın gözlerinizde kalıcı bir zarar oluşturduğuna dair kanıt yok. Bacaklarınızı tıraş etmek tüylerin daha hızlı ve daha kalın uzamasına neden olmaz. Hindi yemenin uyku getirdiğine dair inanış doğru değil. Beynimizin sadece yüzde 10'unu kullandığımız bilgisi yanlış. Saçların ve tırnakların ölümden sonra da uzamaya devam ettiği doğru değil. Cep telefonları hastanelerdeki tıbbi aletlere zarar vermiyor.
  4. Son günlerde başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerini kasıp kavuran, hastanelerin ve okulların kapatılmasına yol açan salgın hastalık nedir? Daha önce bilinmeyen yeni bir hastalık mı? Neler yapılması gerekir? Memorial Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarlar Koordinatörü Doç. Dr. Kenan Keskin “Norovirüs” hakkında bilgi verdi. Bu salgın hastalığın etkeni olan “Norovirus” aslında daha önceden bilinen ve tanınan bir virüstür. Daha önceden bu virüse “norwalk like virus” adı verilmekteydi. Bu virüs insanlarda, sindirim sistemini (mide ve bağırsaklar) tutan, bulantı, kusma, ishal ateş ve baş ağrısı şikayetlerine yol açan bir enfeksiyon hastalığına sebep olmaktadır. Dünya üzerinde, bu etkenle olduğu kanıtlanmış, kayıtlara geçmiş pek çok salgın bilinmektedir. Bu salgınların büyük bir kısmı da; lüks restoranlar, oteller ve eğlence yerlerinde meydana gelmiştir. Hatta yüksek fiyatlarla hizmet veren bir tur gemisinin yolcuları arasında da bu etkenle bir salgın meydana geldiği yolunda basında haberler yer almaktadır. Bu belirtileri önemseyin: Norovirüs’ü alan kişilerde 24-48 saat sonra; şiddetli bulantı, kusma, ishal, kimi zaman baş ağrısı ve ateş gibi belirtiler meydana gelmektedir. Hastalık 2-3 gün içerisinde kendiliğinden geçmekle birlikte özellikle küçük çocuklarda, yaşlılarda, düşkünlerde ve vücut direncinin düşük olduğu; kalp hastalığı, akciğer hastalığı, şeker hastalığı, kronik böbrek hastalığı gibi hastalıkları bulunanlarda şiddetli seyredebilmektedir. Hastalık sağlıklı bireylerde özel bir tedavi gerektirmiyor, kaybedilen sıvı ve tuzun ağız yoluyla alınmasıyla kendiliğinde iyileşme olmaktadır. Ancak yukarıda belirtilen, hastalığı ağır seyredenlerde hastanede yatarak destek tedavisi uygulanması gerekli olabilmektedir. Hastalık, sağlıklı insanlara, etkenin ağız yoluyla alınması sonucunda, bulaşmaktadır. Daha çok gıda hazırlayıcıları ve sunucularından (restoran, cafe, tabldot yemekhaneleri, oteller, hastaneler vb. mutfak ve yemekhanelerinde çalışanlar) yayılmakta ve bu yerlerde kontamine yiyecek ve içecekleri yiyen içen insanlara bulaşma olmaktadır. Bundan başka, hasta olan insanlardan, onların çıkarttıları ile temas eden hastalara da bulaşma olabilmektedir. Deniz ürünleri ve dondurulmuş gıdalara dikkat Deniz ürünlerinin yenmesi ile de salgınlar meydana geldiği bilinmektedir. Etken virüs soğukta canlılığını koruduğundan, dondurulmuş besinlerden kaynaklanan salgınlar da bilinmektedir. Bir gıda maddesine Norovirüs karıştığı olduğu biliniyorsa bunun tüketilmemesi ve imha edilmesi önem taşır. Ayrıca lağım suları ile kirlenme ihtimali olan çiğ sebze ve salata melzemelerinin çok iyi yıkanması ve bunlardan arta kalan çöplerin ortda bırakılmayıp, hemen çöpe atılması gerekmektedir. Çok az miktarda virüs alınması, hastalık oluşumu için yeterli olduğu için hastalık, hızla yayılma ve salgın oluşturma eğilimi göstermektedir. Hastalıktan korunmada en etkili yol yemek yemeden önce ve sonra el yıkamaktır Özellikle gıda hazırlayan ve sunanların tuvaletten çıktıklarında mutlaka ellerini yıkamaları, sık sık banyo yapmaları, kısacası kişisel hijyen kurallarına riayet etmeleri büyük önem taşımaktadır. Hastaların kullandığı çamaşır, masa örtüsü ve benzeri tekstil ürünlerinin ise yüksek sıcaklıkta yıkanması gerekmektedir. Bundan başka hasta olanların uygun süre (norovirüs enfeksiyonu tanısı konulan gıda hazırlayıcı ve sunucularında iki hafta) işlerine ara vermeleri, diğer bireylerin ise hastalık süresince evde istirahat etmeleri uygun olmaktadır. Bir kişi bu hastalığa birden çok kez yakalanabilir, çünkü virüsün farklı serolojik tipleri (farklı antijen yapısına sahip tipler) bulunmakta ve bunlardan birisi ile hastalanan kişilerde, o tipe karşı oluşan antikorlar, diğer tiplere karşı koruyuculuk sağlamamaktadır. Etken virüsün bu özelliği nedeniyle bir koruyucu aşısı da geliştirilememiştir.
  5. Uzmanlar, günlük yaşamın ayrılmaz parçası cep telefonlarının klozet kapağından daha çok bakteriye ev sahipliği yaptığı uyarısında bulundu. Telefonunuz katiliniz olmasın! İngiltere’nin Manchester Metropolitan Üniversitesinden mikrobiyologlar, her bir santimetrekaresinde onbinlerce mikrobun yaşadığı cep telefonlarının, bir tuvalet kapağı, ayakkabı tabanlığı veya kapı kolundan daha çok bakteriyi barındırdığını belirterek, sürekli el altında olması ve telefonların yaydığı ısının, normalde cildimizde bulunan tüm bakteriler için cep telefonlarını ideal bir üreme ortamı haline getirdiğine işaret ediyorlar. Mikrobiyolog Joanna Verran, bu bakteriler arasında hastane enfeksiyonuna yol açan MRSA’nın yakın akrabası ve sivilceden, zatürree ve menenjite kadar birçok hastalığa neden olan “staphylococcus aureus”un da bulunduğuna dikkat çekti. Çanta ve ceplerde tutulan mobil telefonların sürekli el altında olduğuna ve yüze yakın tutulduğuna işaret eden Verran, “Başka bir deyişle cep telefonları vücudumuzla en çok temas eden ve tuvalet kapaklarından daha çok bakteri barından eşyalar. Bu durum, sıcak ve uygun ortamlarda tuttuğumuz cep telefonlarının bu tip mikropların rahatça üremesi için uygun bir ortam yaratıyor” diye konuştu.
  6. Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanmış acı olayları çarpıcı bir şekilde ekranlara taşı*********** özellikle genç kuşakları bilgilendiren sevilen dizi 'Hatırla Sevgili'ye MHP tarafından dava açıldı! BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun 12 Eylül'ü taraflı anlattığı iddiasıyla, "Her baktığımda isyan ediyorum" dediği diziye MHP dava açtı. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kahramanmaraş Teşkilatı, televizyonda yayınlanan 'Hatırla Sevgili' adlı dizi hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Konu ile ilgili MHP Kahramanmaraş il binasında basın toplantısı düzenleyen Merkez İlçe Başkanı Ömer Özkan, 'Hatırla Sevgili' adlı dizinin 2 ve 9 Mayıs'ta yayınlanan bölümlerinde Kahramanmaraş'ta 1978 yılında meydana gelen olayların anlatıldığını hatırlatarak, 'Dizide geçen bir takım sahne ve diyaloglar toplumsal gruplaşmaların yoğun olarak yaşandığı şu günlerde ülkemiz ve milletimiz için büyük bir tehdit olarak algılandığını düşünmekteyiz.' dedi. MHP'Lİ ÖZKAN'A GÖRE 'KATLİAM' DEĞİL! 1978 yılında Kahramanmaraş'ta yaşanan üzücü olayların dizide tek taraflı bir bakış açısıyla yayınlandığını kaydeden Özkan, 'Adana Sıkıyönetim 1'inci Askeri Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararında açıkça Kahramanmaraşlıların bir iftiraya maruz kaldıkları açığa çıktığı halde hala dizide bu olaylardan katliam olarak bahsediliyor.' diye konuştu. Dizinin sonraki bölümlerinde de bu ve buna benzer kelimelerin sürekli işlendiğini iddia eden Özkan, tarımı, sanayisi, kültürel zenginlikleriyle her geçen gün gelişen Kahramanmaraş'ı, tarihi ve geçmişiyle televizyon, basın, internet gibi yayın kuruluşlarından takip eden gençler önünde küçük düşürmeye ve aşağılamaya hiç kimsenin hakkı olmadığını ileri sürdü. "DİZİ VATANI BÖLECEK" BİLE DEDİ Dizide milliyetçi- mukaddesatçı insanların cani olarak gösterildiğini öne süren Özkan, 'Olaylar Ermeni ve dış güçler ile bağlantılı örgütlerin oyunudur. Dizide olayların bir Alevi Sünni meselesi gibi takdim edilmesi toplumumuzu daha çok germeye ve yeni ihanetlere zemin hazırlamasını sağlamaktadır. Zaten dış güçlerin bir takım tehdit ve baskıları ile zor bir dönemeçten geçmekte olduğumuz şu günlerde bu tür diziler ile birlikte halkımızın kafalarında soru işaretleri uyandırmaya, daha çok korku ve panik havasına sokarak bu cennet vatanımızın bölünmesine ve parçalanmasına müsaade edilmemesi gerekir.' şeklinde konuştu. Basın toplantısının ardından Özkan ve diğer partililer dizinin yayından kaldırılmasını talep ettikleri suç duyurusunu Cumhuriyet Başsavcılığı'na teslim etti. ÜLKÜCÜ YAZAR DİZİNİN DANIŞMANLARINDAN Ancak, Özkan'ın taraflı olduğunu iddia ettiği dizinin senaryo danışmanlarından biri Zaman gazetesi Yazarı Mümtaz'er Türköne...Hatta daha önce dizide sağ görüşlü genci oynayan Yaşar'la ilgili sahnelerde Türköne'nin senarist Nilgün Öneş'e diyalog önerilerinde bulunduğu belirtilmişti. Türköne, Türköne, “Gençliğimde ben de militandım. Yaşar dünyanın fikirle değişeceğine inanan biri. İşte o benim.” demişti. hurhaber
  7. Çin'de 12 Mayıs'ta meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki depremin bilançosu ağırlaşıyor. Çin hükümeti ölü sayısının 50 bini aşabileceğini açıkladı. Depremde enkaz altında kalanlardan ümit kesiliyor... Resmi rakamlara göre depremin merkez üssü Sichuan eyaletinde ölenlerin sayısı şu an için 19 bin 500. Onbinlerce kişi ise hala toprak altında. Çin Bakanlar Kurulu kayıplarla da birlikte sadece bu eyalette ölü sayının 50 bine ulaşabileceğini açıkladı. Depremin 4'üncü gününde arama kurtarma çalışmalarına da hız verildi. Arama kurtarma çalışmalarına takviye amaçlı 30 bin asker ve 90 helikopter gönderildi. Depremden 10 milyon kişinin etkilendiği tahmin ediliyor. Yerle bir olan binaların çoğu devlete ait. İddialara göre bu binaların yapımındaki yolsuzluklar, binaların asgari koşullara sahip olmamasında etkili oldu. Barajlarda yıkılma tehlikesi Çin Su Kaynakları Bakanı Chen Lei, "Sichuan eyaletinde deprem bölgesindeki hidroelektrik santraller, barajlar ve diğer tesislerde ciddi güvenlik sorunlarıyla karşı karşıyayız" dedi. Çin makamları, ülkenin güneybatısını vuran şiddetli depremin ardından 5 bölge ve özerk belediyede 400'den fazla su toplama alanı ve barajda güvenlik riski tespit etti. Çin Sanayi ve Enformasyon Bakanlığı da internet sitesinde, deprem bölgesinde arama ve kurtarma çalışmalarında kullanılmak üzere her türlü alet ve malzeme bağışı yapılması çağrısında bulundu. Çin makamları, yayımladıkları 31 kalemlik listede basit çekiçten şişme bota ve yeraltı arama cihazına kadar malzemeye acil gereksinim duyulduğunu belirtti. Ümitler tükeniyor Arama ve kurtarma konusunda uzman uluslararası bir STK olan ve merkezi İngiltere'de bulunan International Rescue Corps'un direktörü Willie McMartin de, deprem felaketinin üzerinden üç gün geçtiğini belirterek, enkaz altında canlı kalmayı başaranları bulmak için ümitlerin tükenmekte olduğunu söyledi. İnsanların çoğunun enkaz altından 3 veya 4 gün sonra kurtarıldığını söyleyen McMartin, "İnsanların 15 gün yaşadığı da görülüyor, ama bu mucize olur ve mucizeler sıkça tekrarlanmaz" diye konuştu. Yardım yağıyor Tayvan'da da 30 kadar gönüllü deprem bölgesinde yardım çalışmalarına katılmak üzere bugün havayoluyla Çin'e gitti. Tayvan'ın Tzu Chi Vakfı ve Dharma Drum Dağı adlı Budist örgütlerine bağlı hekimlerin çoğunlukta bulunduğu gönüllü ekibin yanı sıra bu ülkedeki yardım kuruluşlarınca Çin'deki deprem bölgesine yüzlerce ton acil yardım gönderildi. Tayvan hükümeti de 26 milyon Amerikan doları tutarında acil yardım yapacağını açıkladı. Güney Kore'nin dev şirketler grubu SK Group da Çinli depremzedelere 1.4 milyon dolar tutarında para ve malzeme yardımı yapacağını bildirdi. ABD'nin New York kenti ile California eyaletinde yaşayan Çin kökenlilerde, afetzedelere yardım için açılan banka hesaplarına binlerce dolar yatırarak, yardımlaşma örneği gösteriyor. Hong Kong makamları da 20 uzmandan oluşan bir yardım ekibini deprem bölgesine gönderdi. Bir itfaiye müdürünün başkanlık ettiği ekipte, doktorlar, itfaiyeciler ve ambulans görevlileri bulunuyor. Çin ordusu havadan yardım atmayı sürdürecek Çin ordusu da, deprem bölgelerine havadan gıda ve yardım malzemesi atmayı sürdürecek. Yeni Çin ajansına göre, öncelikli yardıma gereksinim bulunan Beichuan ve Wenchuan atılacak yardım paketleri içinde kuru gıda, 25 bin çift kauçuk ayakkabı, 5 bin battaniye, 54 bin elbise ve günlük kullanım malzemesi bulunuyor. Çin makamları, ayrıca deprem bölgesinde yardım faaliyetleri için 90 helikopter ile 30 bin asker daha gönderilmesini kararlaştırdı. Çin Dışişleri Bakanlığı, Japonya'nın da deprem bölgesine acil müdahale ekibi gönderme teklifinin kabul edildiğini belirtti. Şinhua haber ajansı, Wencuan ilçesinde depremden sonra dün öğle saatlerine kadar Richter ölçeğiyle 5 büyüklüğünde ve daha büyük 18 sarsıntı yaşandığını, bunların en şiddetlisinin 6.1 büyüklüğünde olduğunu duyurdu. Yeni Çin ajansı, Qingchuan bölgesindeki Muyu Orta Okulu'nun 870 öğrencisinden, deprem felaketi sırasında yatakhanede uyumakta olan 270'inin yıkılan okul binasının içinde öldüğünü bildirdi. 857 öğrenci bulunan okuldan deprem sırasında 139 öğrenci kaçmayı başardı. Çalışmalarını halen sürdüren 600 kişilik kurtarma ekibi şu ana kadar 84 öğrenciyi kurtardı. Enkaz altındaki öğrenci sayısı kesin olarak bilinmiyor. 33 yabancı turist Çengdu'ya getirildi Bu arada, depremde panda koruma ve araştırma merkezinin bulunduğu Wolong bölgesinde mahsur kalan 33 yabancı turist, bu sabah helikopterle eyaletin merkezi Çengdu'ya getirildi. İngiliz, Amerikan ve Fransız vatandaşı olan turistlerin sağlık durumunun iyi olduğu bildirildi. cnnturk
  8. Nuri Bilge Ceylan: Hepimiz üç maymunları oynuyoruz...... 61. Cannes Film Festivali’nin 20 yarışma filmi içerisinde yer alan Nuri Bilge Ceylan’ın ’Üç Maymunu’ görücüye çıktı. Altın Palmiye için yarışan Nuri Bilge Ceylan ‘’Hepimiz, herkes ‘üç maymun’u oynuyor’’ diyerek, bu ruhhalini beyazperdeye yansıtmak istediklerini söyledi. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Üç Maymun’ları 61. Cannes Film Festivali’nde ’Altın Palmiye’ kapmak için start aldı. Yarışma bölümünde gösterilen filmin basın gösterimi yapıldı. Salonun tıka basa dolduğu gösterimde uluslararası basının ilgisinin oldukça yağun olduğu gözlendi. İstanbul’da yaşayan orta halli bir ailenin yaşamını konu edilen filmde, aşk, nefret, kin ve karamsarlığın yanısıra ‘duymadım’, ‘görmedim’ ve ‘bilmiyorum’ olguları işleniyor. ELEŞTİRMENLERDEN OLUMLU NOT Kadın ve erkeğin kişiliksizleştirmesi üzerine kurgulanan film, büyük zaaflararı yalanlara dönüştüren ve bunun sonucunda parçalamayla yüz yüze kalan bir ailenin dramını anlatıyor. Daha filmin başından duymadım, görmedim ve bilmiyorum sahnesiyle perde açan filmin konusu ise oldukça ilginç; seçimlerde milletvekili olan Servet ( Ercan Kesal) ile onun şoförü olan Eyüp (Yavuz Böngöl) ve ailesi arasında geçiyor. Bir akşam üzeri arabasıyla trafik kazası geçiren Servet, paniğe kapılarak, olay yerinden uzaklaşır. Seçimler arifesinde böyle bir kazadan oldukça rahatsız olan Servet, şoförü Eyüp ile görüşerek, kazanın üstlenmesini ister. Eyüp, yüklü bir para karşılığından bu teklifi kabul eder ve cezaevine girer. Eyüp’ün cezaevine girişiyle birlikte üniversiteyi kazanamayan oğlu İsmail (Ahmet Rıfat Şungar) iş bulamadığı için bulanıma girer. Bünün üzerine Hacer (Hatice Aslan) oğlunun iş kurabilmesi için Eyüp’e toplu para sözü veren Servet’in yanına gider. Ancak Servet, para vermeyi kadınla birlekte olma koşuluyla. Hacer başta dirensede sonunda kabul eder ve giderek Servet’e aşık olur. İsmail anesi ve Servet’in ilişkilerini öğrenir. Ismail bir bakımdan susmayı tercih etsede içten içe içini yiyer. Ve annesini vazgeçtirmeye çalışır. Bu ilişkiler içinde Eyüp, cezaevinden çıkar. Ve çok geçmeden durumu öğrenen Eyüp’de birşey yapmaz. Film, bu dörtlü karekterin suçluluk, kin öfke, korku ve görmeme duymama gibi döngülerle son bulur. Film gösterimden sonra kulislerde konuştuğumuz birçok sinema eleştirmeni Ceylan’ın filmini beğendiğini söyledi. CEYLAN: HEPİMİZ ‘ÜÇ MAYMUN’LARI OYNUYORUZ Gösterimden sonra yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve filmin oyuncuları basın karşısına geçtiler. Ceylan, amaçlarının insanların “Üç Maymun”luk ruhhalini beyaz perdeye yansıtmak olduğunu vurguladı.“ Bu film ile bir gerçeği yansıtmaya çalıştıklarını belirten Ceylan, ‘’Günümüzde herkes ‘üç maymun’u oynuyor. Sonuçta hepimiz bir şekilde ‘üç maymunları oynuyoruz” dedi. “Bir gazetecinin ‘Üç Maymun’un Yılmaz Güney’in ‘Baba’ filmine “çok benziyor?” sorusuna Ceylan şu cevabı verdi: “Evet öyle bir benzerlik var. Ben de, bunu sonrada fark ettim. Ancak Baba filminde aile babanın peşinde giderken, biz de ise tam tersi oluyor. Biz ailede kalıyoruz.“ Nuri Bilge Ceylan, hayatında sürekli yenilikler peşinde koştuğunu belirterek, “Sanatta zaten böyle birşey. Belki beni sanatta yönelten de yenilikler ve mutlak olmayan şeylerdir’’ diye konuştu. Basın toplantısında konuşan senaryo yazarlarından Ercan Kasel de, filmin gerçek hayatın içinde bir hikaye olduğunu belireterek, filmin önemine dikkat çekti. Sanatçı Yavuz Bingöl de, oynarken büyük zevk aldığını ve Nuri Bilge Ceylan gibi bir yönetmenle çalıştığı için mutlu olduğunu söyledi. FİLMİN KÜNYESİ İsim: “Üç Maymun” Türü: Dram Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Senaryo: Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan ve Ercan Karel Oyuncular: Yavuz Böngöl, Hatice Aslan, Ercen Kesall ve Ahmet Rıfat Şungar. ALİ GÜLER -ANF
  9. BIRAKIN ÇOCUKLARI Bugünlerde dört yanımdan çığlıklara boğuldum. Batman’dan İstanbul’dan Avusturya’dan, Amerika’dan, Hindistan’dan, … dünyanın dört bir yanından“yapma” diye bağırıyor çocuklar. Yeni değil çok eski bir yara bütün vücudumu acı içinde bırakıyor. Vücudumun bütün zarları parçalanıyor ve acılar içinde kalıyorum. Kusuyorum. Elimi, ayağımı, beynimi, yüreğimi nereye koyacağımı bilemiyorum. Haber başlıklarını okuyamıyorum. Başlıklar yüreğimi tekmeliyor. Korkunç bir çaresizlik içinde boğuluyorum. Vücudum titremelerle irkiliyor. Azrail teğet geçiyor yaşamımdan. Beynimin seslerini susturamıyorum. Her yanımdan ne olduğunu bilemediğim kanlar boşalıyor. Korkuyorum. Ürkütücü bir savaş alanında kalıyorum. Yoksa ölüm dedikleri bu mu? İnsanlık ölüyor mu? Çocuklar tecavüze uğruyor, minicik yaşamlar aç gözlülerin penisinin ucunda sallanıp duruyor. Hangi taraf ateş etse vurulan onlar oluyor. Odamda oturmaya dayanamıyorum. Sokağa atıyorum kendimi. Ne ölüm ne cezaevi, iğdiş kelimesi takılıyor dilime. Tek tek cezalandırıyorum onları… Çocuklar ağlıyor. Parmaklarımla boğazımı kanatıyorum. Gözlerim yaşarıyor. Anlamsız bakışlarla etrafıma bakınıyorum… Kim bilir, belki de ruh hastası gibi görünüyorumdur. “Çocuk, çocuk bırakılmalı. Saf ve temiz. Yumuşacık taze bedenine ruhu satılmış eller dokunmamalı. Onlar kirli bedenlerde dürtüleri giderecek fantezi değiller. Biriktirilen pisliklerin boşaltılacağı alan hiç değiller. Nasıl bir çocuğun bedenine kusulabilinir. Nasıl bir çocuğun bedenine bu kadar kirli gözlerle bakılabilinir. Yeterince kirli olan dünyada en temiz olanı kirletmekte nedir? Cinsellik dünyayı kirliliğinizde boğmak için değildir.” Beynimin dişleri gıcırdıyor. Kafamı avuçlarımın arasına alıyorum. Cümleler parçalanıp, bütün ağırlığıyla üzerime düşüyor. Orta yerde çocuklar ölüyor. Hangi taraf ateş etse vurulan hep onlar oluyor. “Yeter artık! En kutsal saydığınız şey aşkına bırakın çocukları.” Helin ANTER....
  10. Polisler doktoru çırılçıplak soyup dövdü Yenişehir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli asistan doktor Deniz Yazıcı'nın, evinin önünde kendisine kimlik soran polisler tarafından götürüldüğü boş bir arazide ve karakolda işkenceden geçirildi. Dr. Yazıcı da boş bir araziye götürülüp dövüldüğünü, karakola gittiklerinde çırılçıplak soyularak tekrar dövüldüğünü söyledi. İşkence olayıyla ilgili İzmir Tabip Odası Başkanı bir basın açıklaması yaptı. Hekimlerin, sağlık çalışanlarının dövülmesinin ve saldırıya uğramasının kabul edilemez olduğunu ifade eden Kaptaner, ''Hastanemizde 6 aydır görev yapan asistan doktor arkadaşımız Deniz Yazıcı, nöbetinin ardından Bornova'daki evine gitmiş. Evinin önünde kendisine kimlik soran polislere doktor olduğunu, kimliğinin yanında bulunmadığını, ancak nöbetten yeni çıktığı için doktor kaşesinin cebinde olduğunu söylemiş. Doktor kaşesini gösterdikten sonra kimliğini de getirip göstermiş’’ dedi. Ancak burada doktor Yazıcı’nın polisler tarafından darp edildiğini Kaptaner, ‘’Polis aracına alınıp boş bir araziye götürülüp yeniden dövülmüş. Karakola götürüldükten, çırılçıplak soyulduktan sonra tekrar dövülmüş. Can güvenliğimizi teslim ettiğimiz kişilerin, doktor olduğunu söyleyen birini karakolda çırılçıplak soyarak dövmelerinin gerekçesini öğrenmek istiyoruz'' diyerek olayı kınadı. Olayın ardından Bornova İlçe Emniyet Müdürü'nün hastaneye gelerek kendilerinden özür dilediğini, gerekli işlemlerin yapılacağını söylediğini belirten Kaptaner, ''Bize, doktor arkadaşımızın darp edilme gerekçesinin 'polise mukavemet ve kimlik göstermeme' olduğunu öne sürüyorlar. Böyle bir davranış suçlu kişilere bile yapılmaz'' dedi. Basın açıklamasına çok sayıda doktor katıldı. Açıklamanın ardından gazeteciler, hastanede tedavi gören Dr. Deniz Yazıcı ile görüştü. Vücudunun birçok yerinde morluklar olduğu görülen Dr. Yazıcı da boş bir araziye götürülüp dövüldüğünü, karakola gittiklerinde çırılçıplak soyularak tekrar dövüldüğünü söyledi. Hastanede bulunan boyacı Ahmet Y. de evinin önünde polislerin, Dr. Yazıcı ile kendisini de dövdüklerini belirtti. Aktüel...
  11. SANA DEMOKRASİ ARMAĞAN EDEMEDİM! Senin ninnilerin ağıttı. Gülüşlerin yarım. Öykülerin küçücük… Doğduğun coğrafyanın kültürüyle yürüdün. O acılı coğrafyanın acılarına tanık oldun. Ve o törelerin çizdiği kadere isyanla yürüdün. Göçebe gibi… Senin çağında dillerde gezgin sözcüğü yoktu. Bir göçebe gibi köylere, kentlere göçtün. Her yerde bir göçebe öyküsü bıraktın. Her yerde yaşayarak, gözleyerek, çoğalarak ayrıldın. Torunlarına ninnilerin yine ağıttı. Gülüşlerin yarım… Yine öykülerin küçük... Sende büyük olan tek şey sevgi dolu yürekti. O hep bir çağlayan gibi çağıldayarak aktı. Kendi çocuğuna olan sevginin sınırlılığını aşarak, gün geldi taşarak, gün oldu çoğalarak tüm çocuklara akan coşkun bir suydun… Sende hiç ‘ Size saçımı süpürge ettim’ sözünü duymadım. O nedenle o sözü söyleyen, o söze sığınan anneleri hiç sevmedim. O anlamsız sözü hiç söylemedim. ‘Size saçımı süpürge ettim.’ Sözü yerine; çocuğumla büyüdüm, öğrendim, çoğaldım ve yaşadım diyebildim… Göçebe bir kadının kızı olarak gezgin oldum. Dünya anneleriyle buluştum. Konuştum… ‘Dert bir değil elvan elvan’ türküsündeki gibi dertler dinledim. Sorunların dili farklı olsa da annelik dili ortaktı. Anneleri acılardan kurtaran, soluklandıran, yüzlerini güldüren; yaşadıkları ülkedeki çağdaş demokrasi, hukuk anlayışı, birey hak ve özgürlüklerinin varlığıydı… Sen, çağdaş demokrasiyi tanımadın ki… O nedenle ninnilerin ağıt, gülüşlerin yarım, öykülerin küçük ve göçebe yaşadın. Sen, çocukları darağacında anneler tanıdın… Onlara yandın… Senden sonra acılarımız büyüdü… Öykülerimiz de… Darağaçlarının ardından sessiz ağlayan annelere; çocuklarının acılarından doğan anneler katıldı… Emine Ocak ve Fadime Göktepe, çocuklarının acılarından doğan anneler oldu… Onları yüzlerce anne izledi… Demokrasi mücadelesi içinde yer alsalar da hala demokrasi ile tanışamadılar… Onların demokrasi umudu acılı yüreklerinde saklı… Oysa sen bir darbenin karanlık günleri içinde göçüp gittin. Ben, sana demokrasi armağan edemedim… Bize öğrettiğin sevgiyle sorunlara duyarlı, toplumsal mücadele içinde demokrat, sözünü yutkunmadan söyleyen, bilgisayarın tuşlarında kalem parmaklarını korkak alıştırmayan biri olarak yazıyorum… Ve annelere verilecek en büyük armağan sevgidir! Onların karşılıksız sevgisine; sevgimizi göstermeliyiz. Bir de demokrasi armağan edebilsek… Ninnileri ninni, Gülüşleri gülüş… Öyküleri büyük, Yaşamları renkli olur… YAŞAR SEYMAN Geçte olsa tüm annelerin,anne adaylarının ANNELER GÜNÜNÜ rötaylı kutluyorum...........
  12. Savaşa gitme oğlum/Neşe Yaşın Savaşa gitme oğlum. Vatanı seviyorsan onun için ölmeye ve öldürmeye değil yaşamaya ve yaşatmaya git. Vatana hizmet etmek istiyorsan bahçıvan ol; bahçelerini çiçekleridir. Evsizler için evler, gençler için kültür siteleri yap. Bir fedakârlık yapmak istiyorsan yaşlıların bakım programlarına katıl, engelli çocuklar için festivaller, ayrımcılığa uğrayanlar için gösteriler düzenle ama savaşa gitme. Gençleri başka gençlerin katili ya da ölü olmaya gönderiyorlar. Onlara inanma oğlum. Söylenen her şeye inanma . Onların "vatan haini" dedikleri vatanı en çok sevenlerdir. Onlar, yalnızca kendi vatanlarını değil başkalarının vatanını da sevenlerdir. Onlar, yalnızca kendi oğullarını değil başkalarının oğullarını da sevenlerdir. Onlar, farklı düşünme ve bunu dillendirme cesaretini gösterenlerdir. Vatan, üzerinde yaşayan insanlar olmadan nedir ki? Bu insanların çeşitliliği bir zenginliktir; farklı diller, farklı kültürler, farklı düşünceler bir arada ve armoni içinde en güzel ülkeleri yaratırlar. Kimseyi senden değişik diye, senden daha az eğitimli, senden daha yoksul, senden daha farklı düşüncelere sahip, senden farklı bir yaşam biçimi içinde diye hor görme. Bir insan hayatından daha değerli hiçbir şey yoktur ve her insan bir vatandır bunu unutma oğlum. Belki sana okullarda çok şey anlattılar. Televizyonlarla düşüncelerine girdiler ve kafanı ka-rıştırdılar."Düşman" dediklerinden nefret etmeni sağladılar. Ama "düşman" da bir insandır ve onun evinde senin adın da "düşman"dır bunu unutma oğlum. Bu "düşman" denilen ve öldürmen emredilen genç kimbilir sana ne çok benzemektedir. Farklı bir dil konuşsa da belki senin düşlerine sahiptir. Belki sen de onun yerinde olsan onun heyecanlarına kapılır onun yaptığı yanlışları yapardın. Başka bir ortamda tanışsa-nız belki de çok iyi arkadaş olurdunuz. Sen hiç savaştan çıkmış bir ülke gördün mü oğlum? Bir savaş belki üç gün sürer. Ama onun açtığı yaraların iyileşmesi yüz yıl sürer. Bu dünyada savaşı destekleyen, savaşa yardımcı olan herşeye karşı çık, hayata sahip çık oğlum. Derler ki bir dava uğruna canını verenler kahramandır. Şunu bil ki canını vermeye hazır olan can almaya da hazırdır. Canını verme oğlum. Onu ve başkalarının canını beraber koru. En büyük kahramanlar canı koruyanlardır... Sana diyeceklerdir ki "Sen onu öldürmezsen o seni öldürecek; aileni öldürecek. Ateş et!". Hayatta asla bunu yaşama oğlum. Bir şey için savaşacaksan dünyadan savaşı yok etmek için savaş. Barışın yollarını döşemek için çalış. Ülkeni seviyorsan savaşa gitme. Kolay olan savaştır ama zor olan barıştır oğlum. Sen bir barış yapıcısı ol. Bir kahraman olacaksan savaşın değil barışın kahramanı ol. Ölmenin ve öldürmenin değil yaşamanın ve yaşatmanın kahramanı ol. Gücünü silahlardan değil sözcüklerden al. Öyle konuşmalar yap ki kötülerin bile kalbi erisin. Öyle projeler yap ki dünya değişsin. Savaş ölüm ve yıkım demektir. Sen yaşamı ve onu gönendirmeyi seç. Asla ve asla savaşa gitme oğlum. Silahları değil aklını kullan. İnsan, her sorunu çözebilecek kadar zekidir bunu unutma. Dünya, dizi dizi mezarlarla dolu. Üzerlerinde genç insanların isimleri yazılı. Hepsi de savaşlarda öldüler. Birbirlerini öldürdüler. Bunların çoğu yoksul insanlardı. Bir kısmı parlak sözlere kanmış gençlerdi. Bu insanlığın bir utancıdır ve bunu durdurmanın bir yolu vardır. Ben, seninle en çok savaşa gitmediğin için gurur duyarım. Bunu göğsüme şeref madalyası diye takarım. Savaşa gitme oğlum. birgun
  13. Ben ne diyeyim bu ifadelere??? çıks hiçbirşey bulamadım ahh ahhh sevgili MAVİ OLMIYAN GÖKYÜZÜ nerden buluysun böyle gereksis konuları bilmemki neyse pekta farklı sayılmayıs aramızdaki fark ben sadece cop yapabilen kendi düşüncelerini kendine saklıyan hababam konu açan biriyim Olsun ama zamanla büyüdükçe ögyeniyim dimi ehh bende gene cop yapıyım dur:)
  14. Başbakanı eleştirdiği için çuval geçirip dövdüler işkence etiler Antalyalı Ertuğrul Sağlam Başbakanlık korumalarının resmi aracında başına çuval geçirilerek dövüldü. Sağlam’ın korumalar tarafından dövülme sebebi ise Başbakanı eleştirmek… BİZİ ÜÇ KURUŞA MAHKUM ETTİNİZ Taraf Gazetesi’nin haberine göre; Antalya turizm sektörü çalışanı Ertuğrul Sağlam, Başbakanı protesto ettiği için korumalar tarafından arabayla kaçırıldığını ve iki saat boyunca dövüldükten sonra tehdit edilerek bırakıldığını iddia etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Mayıs’ta Antalya’ya yaptığı seyahat sırasında Başbakana, ” 65 yaşında emeklilik getirdiniz. Bizi üç kuruşa mahkum ettiniz ” diye bağıran Ertuğrul Sağlam bir hafta ‘iş göremez’ raporu aldı. SENİ ÖLDÜRÜP ATACAĞIZ Sağlam yaşadıklarını şöyle anlattı: ” Asgari ücretliyi perişan ettiniz ” dememle birlikte etrafım korumalar tarafından çevrildi ve beni 06 VAC 07 plakalı araca bindirdiler. Göz bandı taktılar ve başına çuval geçirdiler. Antalya’yı bilmedikleri için kendi aralarında tehha bir yer bulmak için konuştular. Arabada 4 kişiydiler. Bu arada “senin yanına silah koyacağız, eroin koyacağız, öldürüp atacağız” şeklinde tehdit ediyorlar, bir yandan ağza alınmayacak şekilde ************* ediyorlardı. ARABADA DAYAK Yaklaşık 20 dakika sonra bir yere geldik. Arabada sürekli dövdüler. Dayak ve işkence yaklaşık yarım saat kadar sürdü. Daha sonra arabadan indirdiler. Dayak ve tehdit burada da devam etti. Bu sırada göz bağım açıldı. Bana “biz bu işlerle uğraşıyoruz. Zamanımız bol. Seni herhangi bir yerde görürsek tekrar alacağız” diye tehdit ederek orada bıraktılar ve arabayla gittiler. Arabanın plakasını bu sırada aldım.” Sağlam ayrıca gördüğü takdirde söz konusu dört kişiyi teşhis edebileceğini de söyledi. 46 yaşındaki Sağlam, korumalar hakkında suç duyurusunda bulundu. Sağlam’ın belirttiği 06 VAC 07 plakalı araç halen Başbakanlık Koruma Amirliğince kulanılıyor. Haklarında suç duyurusunda bulunulan korumaların birçok vukuatı olduğu ortaya çıktı: KORUMALARIN VUKUATLARI - Mersin’de Başbakan’ın ‘ananı da al git’ diye azarladığı çiftçi Kemal Öncel iki koruma tarafından bir araca bindirilip götürüldü. Öncel dövüldüğünü açıkladı. Rapor alıp savcılığa başvurdu. Sonra da şikayetini geri alması için Başbakan’ın yeğeni ve koruması Ali Erdoğan tarafından ziyaret edildiği basına yansıdı. - 29 Ağustos 2005′te Erdoğan Üsküdar’daki evinden Atatürk Havalimanına giderken E-5 Karayolunun İncirli mevkiinde uyarılara rağmen şerit değiştirmeyen minibüs şoförü Ayhan Özgür korumalarca dövüldü. - Ali Erdoğan ile üç arkadaşı, Söğüt’teki Ertuğrul Gazi’yu anma töreninde tribünün arkasında MHP’li gençlerle kavga etti. Taraflar birbirlerini yumrukladı. - İspanya gezisi sırasında Başbakanlık korumaları kendilerini binaay almak istemeyen İspanyol güvenlik görevlileriyle kavga etti. - Niğde gezisinde Başbakanı izleyen gazetecileri taşıyan minübüsü durduran bir koruma, araç şoförüne silah çekti. - Emine Erdoğan’ın korumaları Levent’te önlerini kestikleri iki NTV muhabirine silah çekti. - İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in ziyareti sırasında iki Başbakanın korumaları birbiriyle didişti. İki yıl önceki Mescid-i Aksa gezisi sırasında da İsrailli korulamarın yaptıklarına misilleme yaptı. - Sauna çetesi olayında adı, verilen ifadelerden geçen Başbakanlık Koruma Amiri Rıdvan Çalıkuşu görevden alındı. Haber: TARAF Buyrun işkencenin başka bir yüzü ve uzagımızdada degil,gizli,kapaklıda degil!!!!!!!!!!!!!!!BURASI TÜRKİYE ARKADAŞLAR SESSİZLİGE DEVAM DİYELİMİ?????
  15. Ben Bu Adamı Tanıyorum? Yer Akdeniz Üniversitesi, öğrenciler görüşleri yüzünden tartışmakta. Ancak biri var ki; elinde tabanca cellât suratlı biri, körpe gençlerin arasında yaşlı bir gezegen bir meteor gibi dolaşmakta. Çarpacak bir dünya, söndürecek yıldız aramakta. İlk izlediğimde ekrandan gözlerimi alamadım. Öğrenci desem öğrenci değil, öğretmen desem öğretmen değil, bu kişinin ne işi var okulda? Bu soru gün boyu zihnimi allak bullak etti. Bu adamı kim oraya çağırmıştı, kim hedef göstermişti buna? Basit bir sağ-sol ağız kavgası büyüye büyüye bıçaklı saldırıya ve nihayetinde tabanların konuştuğu “Kovboy” sahnelerine meydanı bırakmıştı. Saçlar sıfır numara, sakallar birbirine karışmış, en ilginç tarafı alnında bir Zülfikar. Hz. Ali gibi mert, yiğit, hakkaniyet sahibi, adaletli, eşitlikçi, mazlumdan yana olan bir Velinin kılıcını anlına kazıtıp, Hz. Ali’nin görüş ve düşüncelerinin aksine hareket etmekteki manayı anlayamadım. Neden Zülfikar’ı dövme olarak alnına işlemişti? Ali gibi yiğidim demek için mi, yoksa Zülfikar gibi sizi keserim demek için mi? Ha, bir de unutmadan adı Ömer bu kişinin. Yani Ali postuna bürünmüş Ömer… Hz. Ali ne olursa olsun cana kıymadı Ömer Efendi! Şu kışkırtmaya bakın hele. Gençlerin içinde bir kurt gibi silahıyla hedef arayan bu kişi acaba kime ve neye hizmet ediyordu. 12 Eylül öncesi olaylarını bir an için anımsadım. Birden aklıma geldi, zihnimde şimşekler çaktı, “sen bu adamı tanıyorsun Sinan dedim” kendi kendime. Evet, tanıyorum, bu adamı birçok defa gördüm. İlk Çorum olaylarında gördüm, Alevilere ölüm diye bağırıyordu, halkı arkasına katmış öldürecek birilerini arıyordu. İkinci defa Elazığ’da gördüm. Sol görüşlü memur ve işçileri elinde silah kovalarken. Üçüncü defa Malatya’da gördüm, sahne yine aynı idi. O kovalıyor, mahsumlar eziliyordu. Ve yine gördüm… Maraş’ta bir cuma günü galeyana getirdiği halkı arkasına almış Alevi mahallesini ateşe verirken gördüm. Maraşlı hamile bir kadının karnını satırla parçalarken, yaşlı kadının kafasını sopa ile ezerken, öğretmenin kafasına sıkarken gördüm… Deniz, Yusuf ve Hüseyin asılırken “iyi oldu asıldı, vatan hayını bunlar” derken gördüm… Gördüm ben bu adamı; Sivas’ta, bu defa elinde benzin bidonu semah dönen canları Madımakta pusuya düşürüp yakarken, onlar yanıp kendisi gülerken gördüm. Gazi Mahallesinde kahvehanede çay içen yaşlı Alevi Dedesine, elinde silah aracından ateş ederken gördüm. Senaryo hep aynı, kışkırtılan birileri, kışkırtanlar, perde önünde olanlar, perde arkasında kumandaya basanlar, ölenler, toprak altında çürüyenler, ölenlerin arkasında toprak üstünde çürüyenler, yıkılan gelecekler, sönen ışıklar… Ben bunları çok gördüm. Tanıyorum ben bu adamı; Uğur Mumcu’yu param parça etmişti ve Fahriye Üçok’u ve Muammer Aksoy’u ve daha nicesini. Elleri kanlı, elleri tetiği çekmeye hazır. Aslında herkes tanıyor onu, bir ben değil. Yoksa yeni bir 12 Eylül’mü kapıda? Bu olanlar onun hazırlığı mı sorusunu sormadan edemiyorum kendime. Yeni Çorum, yeni Malatya, yeni Maraş ve yeni Sivas neresi olacak? Sıra hangi Mumcu’da? İşte bu cellât adamı tanıyorum ama bu soruların cevabını bilmiyorum. Umarım tüm bu olanlar bizim düşündüğümüzün aksine sıradan sağ-sol olaylarıdır, bir hazırlık değildir. Ne yapmalı? Ne mi; sağduyulu olmalı ve provokasyonlara meydan vermemeli. Sinan BOZTEPE
  16. Evet gerçekten çok anlaşılabilir açıklama...Bulundugum yerde de kutlandı sahil kasabası oldugu için 4 çaybahçesi kapatmışlardı.tüm sahil okudukları kuran sesleri ile çınlıyordu resmen bir dayatma idi ve çogunlugu türbanlı idi biz düşüncelerimizi yüksek sesle yorumladıgımızdan 19 20 kişilik gurubumuzu dışarı çıakrmısınız gibilerinde atmak istediler ama gayete kibar davranıyorlaydı.ve en kötüsüde bizim sesli tepkilerimizden 2 saat kadar sonrası ter içinde koştura koştura bir görevli ATATÜRK ün çerçeveli bir resmini getirdi ve öylesine görülsede olur görülmesede denilebilecek yere asıldı...Ya ama neyi çok net görüyorsunuz biliyormusunuz hani Kahramanmaraş.Çorum ve Sivas daki insanlara saldıran gözü dönmüş kişilerin beyinlerinin nasıl yıkanabilecegini nasıl etkilediklerini görüyorsunuz!!!!aglamalar erkekli kadınlı feryatlar ve beni hep sonu kanlı biten olayları anımsatan tekbir sesleri !!!!Ben kendi adıma çok rahatsız oldum çevreme baktıgımda şuna inanın ki hani biri hop dese çok rahat linç edilebilecek bir ortam ve insanların psikolejileri sanki o durumda idi.Çocukları gördüm çok miniklerin seslerden rahatsız olup büyüklerinin kucaklarında agladıkları bazıları boş boş neoluyorus gibilerinden bakıyo..ama büyükler resmen kendilerini kaybetmiş bir durumda sesler çıkarıyorlar,aglıyorlar kafalarını salıyorlar..görevli takım elbiseli ve hep gülümsiyen görevlilerde ellerinde peçeteler sular v.s dagıtıyorlar....tabi daha sonrası da nohutlu pilavlar,ayranlar tulumba tatlıları ....Sessiz bir kişi,sesssiz bir toplum olmayı sürdürdügümüz müdetçe degil fetullah gülenin yakında cami hocalarınında dogum günü haftalarını kutlarız biz!!!!!!
  17. Çok teşekkürler TAURUSMUTİS............(aldım gitti bile )
  18. 2 üye bugün doğum gününü kutluyor! gabbiana(34), sanatsanatsanat(39) nice nice yıllara
  19. Aman meraklı sevgili GODZİLA haziranın 28 zinde işin varmı?yoksa sağ dirsek ameliyatıma sen geliyorsun .. bak bu işe valde çok sevinecek benden ve ameliyatlarımdan hastalıklarımdan bıkmıştı ve hatta sevinçten sana sarma,börek v.s v.s özelikleda sulu köfte yapay yapay getirir... Çıksss ya geçmedi sola yasıyom bir yandanda sağ eli salıyom 4 cü parmagım hissiz kaldı hadi bide parmak ölee kalıyomu senden emanet alırım artık....Ama GODZİLA ağbi kız ya bak seni dinlemiyo bilem hep sızlıyoo yaaa ... eeee bende merak ediyodum düşüncelerimle hangi uzvum uyum saglıyo diye damam ben dediklerini aynen yapmaya başladım terslik olmas dimi???yoksa ehh 3 4 ay bana bakmak zorunda kalabilirsinde ne sınavı 99 yaşında sınavmı kalır ? olsa bile yaşımdan mütevelli ses edmesler....aman bak sen işlerini yola sok haziran 28 de benimle hastanede refakatçi kalacaksın
  20. Oluy vereyim hımm hangisini versem diyorum damam turkcel olsunmu yaz 0535 ile başlıyo annaaa ama o benim anneminki 0543 457 .. .. yok ya neden veriyim ki ozaman ben bu satte nasıl gelecem Çok sağol güsel yürekli DORA...ahh ahh bende seni anlıyorum canımcım bende 17 sezeryan ve 9 normal dogumdan sonra bilem kimse bweni yatakta tutamadı.....neden bilmiyorum demicem çünkü nedeni var seni sevdim DORA....bende sizlerle olmaktan çok mutluyum...
  21. Kellelerini almak için hazırlanan bir iddianamenin ve hiç birşekilde güvenilirliği olmayan sıkıyönetim mahkemelerinin acizliği onları ölüme götürdü. Onurlu yaşamlarını onurlu bir şekilde noktaladırlar.68 devrimi diye bir olay var türkiye tarihinde bilir misiniz? Devrimcilerin önderliğindeki halk dolmabahçeye çıkan 6.FİLO yu ABD askerlerini denize dökmüştür. onlar denize dökerken emperyalistleri bizim işbirlikçi faşistlerin ve gericilerin yaptıklarına bir bakalım (bu kanıtlıdır.dönemin gazeteleride zaptı tutulan tutanaklarda ayrıca bi kanıt oluşturur.) MTTB (milli türk talebe birliği) diye kendisine milliyetçi(!!) diyen örgütün 300 tane demir sopayla devrimcilere saldırmak için beklediğini ve 2 kişinin ölümüne neden olduklarını... kendisine müslümanım(!!) diyen dindarım(!!) diyen insanların dolbahçenin hemen yanındaki camide devrimcilere saldırmak için toplandıklarını fetvada devrimcilere ölüm sloganlarının atıldığını biliyor musunuz? ve en büyük olay ibadet diye adlandırdığımız namaz kıbleye doğru dönülerek yapılan bir ibadet iken o gerici örümcek beyinli yaratıkların namazlarını 6.filoya doğru kıldıklarını biliyor musunuz??? gemilerin durduğu yer kuzey doğu yönü oluyor..kıbleyle alakası yoktur. Mehmet Ali Birand ın sunumuyla hazırlanan belgeseller var.youtube tada bunlar mevcut türkiye tarihinden kesitler 1 mayıs 1977 taksim katliamı... 16 mart beyazıt katliamı... 1978 maraş katliamı... izleyin bakalım kime niye ****** ve ye gerici diyoruz !!!!!!
  22. Temiz kalan tek yerdir devrim bütün bir yıl kirlenen duvarda ama görebilmek icin asıldığı çividen indirilmelidir yapraklari biten takvim Zorbalara direnmektir devrim bir çocuğun annesinin çantasından aldığı paraları altına gizlediğini söylememiştir dövülen hiçbir hali İçinde yaşamaktır devrim dikiş kutusunun ve toplu iğneler gibi bir arada olmayı gerektirir karşı koyabilmek icin zulmüne makas denilen patronun Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim ateş böceklerini yakalamak isteyen çocukların peşine takılır gün gelir yanıp sönen mavi ışıkları polis arabalarının Kağıt bir gemidir devrim bütün gemiler hurdaya çıksa da sonunda taşıdığı özgürlük şiiriyle batmadan yüzer nicedir dünya sularında Kim bilir kaç yunus görmüş kaç DENİZ GEZMİŞ... Sunay AKIN .....................................................İrdelenmesi,unutulmaması,un uturulmaması geyeken bu konuya geç katıldım ama güzel bir şirle katılmak istedim öncelikle............
  23. Yüregine saglık SARDUNYAM.....
  24. Teşekkür ederim DUYGUSELİ
  25. Geldigim an foruma nedense ilk daldıgım bölüm ve ilk yeni birşey eklemişmi diye baktıgım yer....YÜREGİNE SAĞLIK....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.