Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Zorunlu askerliğini Elazığ’da yapan Emek Partili Mazlum Aksu, “G-3 piyade tüfeği ile intihar” furyasının son kurbanı oldu. Aksu’nun 5 kilogramdan ağır tüfeği şakağına dayayarak intihar ettiği iddiası, 2012’da G-3 tüfeğinden çıkan iki kurşunla intihar ettiği ileri sürülen Yılmaz Çelgin’i, 2010’da hayatını kaybeden Serhat Yıldız’ı ve 2011’de G-3’ten çıkan kurşunun kafasının arkasından girmesiyle intihar ettiği söylenen Uğur Pamuk’u akıllara getirdi. Ensesinden giren kurşunla intihar eden, intihar ettiği nöbet kulübesinde kan izine veya kurşun deliğine rastlanmayan Uğur Pamuk’un babası Mehmet Reşat Pamuk, “kışlada intihar”ın arkasında yatanları ve iki yıldır süren adalet arayışını anlattı. Uğur’un askerliği süresince üstleriyle herhangi bir sorun yaşadığı veya kötü muamele gördüğü oldu mu? Acemi askerliğinden sonra Uğur’u, Iğdır Özdemir Karakolu’na kendi ellerimle teslim ettim. Maddi ya da manevi hiçbir sorunu yoktu diye biliyorduk. Ancak sonra arkadaşlarından bazı şeyler öğrendik. Uğur bize anlatmıyormuş ama Iğdır’da çok eziyet çektirmiş komutanları; dövmüşler, küfretmişler, nöbet çizelgesinde olmamasına rağmen defalarca tek başına nöbete göndermişler. Hatta bir seferinde arkadaşı duruma itiraz edip, “Listede ismi yok, neden gönderiyorsunuz” diye sormuş. “Bölük komutanının emri” demişler. Komutanlarla olan anlaşmazlığın sebebini öğrenebildiniz mi? Anlaşmazlıkları uzun zamandır varmış ama bizim bildiğimiz tek olay, karakoldaki aracın kaza yapması üzerine yaşananlar. Özdemir Karakolu’nun arabası kaza yapınca alay komutanı Hasan Nevzat Taşdeler askerlerden para toplamış. Uğur ve birkaç kişi bu keyfi uygulamaya itiraz edip para vermemişler ama Diyarbakırlı ve Kürt olduğu için özellikle Uğur’u dövmüş komutan. “Senin askerliğini bitirtmeyeceğim” demiş. Bu olay olduğunda Uğur’un terhis olmasına yaklaşık 20 gün vardı. Bu olanları Uğur akrabalarına veya kışla dışındaki arkadaşlarından birine anlatmış mı? Vurulmasından üç gün önce amcama telefon edip, “Amca durumum kötü, komutanlar beni öldürecek” demiş. Amcam, “Oğlum, durum o kadar kötüyse kaç ya da babana haber ver” diye cevap vermiş. Uğur da, “Babamı ararsam benden önce onu öldürürler” diye konuşmuş. Bize söylememesi için tehdit ediyorlarmış yani. Bu konuşmadan da çok sonra haberimiz oldu. Son telefon görüşmemizde terhisine yakın Iğdır’a geleceğimi, Diyarbakır’a birlikte döneceğimizi söyledim. Uğur bunun üzerine, “Baba sen gelene kadar...” dedi. Ne anlatmaya çalıştığını anlayamadım ama içime çok dert oldu. Tekrar aradım, “Ne demek istedin” diye sordum. “Boşver, bir şey yok” dedi. Komutanla Uğur arasındaki husumeti, Uğur’un infazına vardıran olay neydi? Uğur 22 Nisan 2011’de öldürüldü. O sırada yaklaşan genel seçimlerden ötürü ülkede gerilimli bir hava vardı ve Diyarbakır’da da her gün olaylar çıkıyordu. Yemekhanede akşam yemeği yendiği sırada televizyonda Diyarbakır’da olanları gören Rizeli bir asker, “Kürtler şöyle, Kürtler böyle” diyerek küfretmeye başlamış. Uğur da, “Ben de Diyarbakırlı ve Kürt’üm. Benim yanımda küfretmeye utanmıyor musun?” deyip kızmış ve kavga etmeye başlamışlar. Çok geçmeden Uğur’u komutanlar çağırmış. Uğur’u apar topar götürmüşler ve bir daha onu sağ gören olmamış. Yediği yemeği bile bitirememiş; otopsi raporunda midesinde 50 gram kuru fasulye tespit edilmiş. Yani iki kaşık ya yemiş ya yememiş. İnfaz nasıl gerçekleşmiş? Kömürlüğe götürüyorlar. Diz çöktürüp, kafasını yere bastırıyorlar. Ensesinden bir el ateş etmişler, kurşun kafasının ön tarafından çıkmış. Ertesi sabah saat 09:00’da cenazesini nöbet kulübesine götürüp üzerine tüfeğini bırakmışlar. Akşam 18:30’da da telefonla “Uğur kendini nöbet kulübesine kilitleyip G-3 tüfeğiyle intihar etmiş” diye haber verdiler. İntihar ettiyse durumu bildirmek için niçin akşamı beklediler bilmiyorum. Haberi alır almaz yola çıktık. Karakola vardığınızda nasıl bir manzarayla karşılaştınız? Karakola gittiğimizde cenazemizi Malatya’ya yollamışlardı bile. Karakolun ışıkları yanmıyordu; bütün lambaları söndürüp herkesin eline fener vermişlerdi. Biz olay yerini tam göremeyelim diye kendilerince böyle bir önlem almışlar. Avukatımızla birlikte Uğur’un intihar ettiği iddia edilen kulübeye gittik. Nöbet yerinde ne bir kan lekesi, ne de bir kurşun izi vardı. Çok güçlü bir silahtır G-3, o küçücük nöbet kulübesinde patlasa her yer parçalanırdı. Halbuki bir cam bile kırılmamıştı. Avukat, “Yüzde yüz bu çocuk burada intihar etmemiş” dedi. Komutanlar da Uğur’u kulübede bulduklarını söylediler. Telefonda kapının kilitli olduğunu söylemişlerdi ancak kulübede ne kapı vardı, ne de kapının takılacağı kasa. “Hani kapı?” diye sorduk, “Çıkarttık” dediler. “Bu kapının takıldığı kasa nerede?” dedik, cevap veremediler. Olayın telaşından ne yapacaklarını bilemememişler, belki de bizim o kadar çabuk geleceğimizi tahmin edemediklerinden hazırlık yapamamışlar. Olay yerinin tertemiz oluşu da, kapı meselesi de cinayetin dellileriydi ama devlet gözünü kapatıyor. G-3 silahıyla bir metrekarelik kulübede intihar edemezsin. G-3 çok ağır bir tüfektir, silahı ensene dayayıp bir yandan da tetiğe basabilir misin? Yapamazsın. Kendi ensesine tüfekle ateş edebilir mi bir insan? Diz çöktürmüşler, sıkmışlar... Komutanlarla ilk görüşmenizde neler konuşuldu? İlk karşılaştığımızda eşim tugay komutanına, “Çocuğumu büyüttüm, askere gönderdim. Niye? Sen öldüresin diye mi?” dedi. Komutan da, “Çocuğunu buraya göndermesen Kandil’e gönderecektin” diye cevap verdi. Kandil’in yolunu çocuğum da biliyordu, ben de biliyordum. Gönderecek olsaydım gönderirdim, kendisi de gitmek isteseydi giderdi zaten. Askerliği seçti; şerefiyle, namusuyla sonuna kadar geldi ama öldürdüler. Uğur Diyarbakırlı ve Kürt olduğu için ona bunu yaptılar. Askerliğinin sonuna gelen çocuk niye intihar etsin? Uğur’un birlikte askerlik yaptığı arkadaşlarıyla konuşma fırsatı bulabildiniz mi? Komutanlarla görüştükten sonra Uğur’un arkadaşlarıyla konuşmak istedim. Beni yemekhaneye götürdüler. Manzara şu: 20 tane askeri oturtmuşlar, karşılarına da binbaşıdan alay, tugay komutanına kadar 50 tane subay dizilmiş. “Uğur’un arkadaşı kimdir?” dedim, korkudan kimse sesini bile çıkartamadı. Ben de kızdım, “Hiç mi bu masalarda beraber yiyip içmediniz? Hiç mi arkadaşlığınız olmadı?” dedim. Subayları göstererek, “Bunlardan mı korkuyorsunuz!” diye sordum. Sonra bölük komutanları tek tek sormaya başladı: “Ahmet, sen kalk. Uğur intihar etmedi mi?” “Öyle komutanım.” “Mehmet sen söyle.” “Doğrudur komutanım.” Bölük komutanı sordukça askerler başlarını salladılar. Cenazeyi niçin teslim alamadınız? Uğur’un cenazesini memleketi Diyarbakır yerine niçin Malatya’ya gönderdiler? Haberi aldığımızda, cenazeyi Malatya’ya göndereceklerini söylemişlerdi. Yol boyunca komutanlara, “Ben gelene kadar bekleyin, cenazemi kaldırmayın” diye yalvardım. Komutan topu savcıya atınca savcıyı aradım. “Çocuğumu askere gönderdim, devlet çocuğuma sahip çıkmadı. Hiç değilse cenazesini teslim almama izin verin” dedim. “Haddini bil” deyip telefonu yüzüme kapattı. Malatya’ya niye gönderdiklerini de sonradan anladım. Diyarbakır’da da Adli Tıp var, ama Uğur’u özellikle Malatya’ya gönderdiler. PKK mensuplarının cenazelerini hep Malatya’ya gönderirler, Uğur’a da dağdakilere yaptıkları muameleyi layık gördüler. Bir asker vurulduğu zaman, komutanının yalandan da olsa gözyaşlarını görüyoruz; merasim oluyor, yas tutuluyor, cenaze tabuta konup üzeri bayrakla örtülüyor. Uğur’un cenazesini apar topar battaniyeye sarıp bir arabanın arkasına atmışlar. Bu kadar vahşet, bu kadar nefret olur mu? Uğur’u Malatya’dan battaniyeye sarılı halde teslim alıp Diyarbakır’a götürdük, defnettik. Uğur’un ölümüne ilişkin ayrıntılardan, size daha sonra gelen isimsiz mektup sayesinde mi haberdar oldunuz? Asker arkadaşları bir ay sonra, Mayıs 2011’de bana isimsiz bir mektup gönderdiler. Mektupta, “Amca, siz o gün yemekhaneye geldiğinizde sizi gördüm. Gerçekleri size anlatırdım ama subayların korkusundan konuşamadım” deniyor. Uğur’un o gün nöbeti olmadığı, ölümünden sonra nöbet çizelgesinin yeniden düzenlediği anlatılıyor. “Olaydan sonra komutanlar bizi toplayıp Uğur’un kendini vurduğunu, bu konu hakkında konuşanın askerliğinin bitmeyeceğini, buradan sağ çıkamayacağımızı söylediler” diye yazıyor. Uğur’un tezkere alan arkadaşlarını hepsini bulup konuştum. Hepsi Uğur’un intihar etmediğini, komutanlar tarafından öldürüldüğünü söylediler. Ahmet Uzuntaş isimli askerin infaza tanıklık ettiğini belirttiler. O kişiye de telefonla ulaştım. Bana, “Amca lütfen yanıma gelme, pasaportumu çıkarttım yurt dışına gidiyorum” deyip telefonu kapattı. Bir daha da o numaradan kendisine ulaşamadım. O mahkemede tanıklık etse belki olayın aslı anlaşılacaktı. Yargı süreci nasıl ilerledi? Hemen dava açıp basına durumu anlattım. Komutan Hasan Nevzat Taşdeler, Yavuz Yarbay ve Ahmet Yüzbaşı sanık olarak yargılanıyorlar. Ancak davada hala önemli bir gelişme olmadı. Adli Tıp’tan gelen ilk rapor, intihara ilişkin herhangi bir delile rastlanmadığını söylüyordu. Bu raporun mahkemeye ulaşmasından aylar sonra, savcı ikinci bir rapor talep etti. O istemin üzerinden de 8 ay geçti, hala bekliyoruz. Olayı kapatmak istiyorlar. Birinci raporda delil yoktuysa ikinci rapor neden istendi? Size gönderilen mektup mahkemeye delil olarak sunuldu mu? Mektup, kimin yazdığı belli olmadığı için delil olarak kabul edilmiyor. Uğur’un arkadaşlarının tanıklıkları da, infaz anına şahitlik etmedikleri için bir anlam ifade etmiyor. İşin gerçeği, Adli Tıp’tan gelen rapor ortadayken başka delile, tanığa gerek yok. O daracık kulübede bir insanın G-3 tüfeğini ensesine dayayarak intihar edemeyeceği raporda yazıyor. Uğur’un sözde intihar ettikten sonra nöbet kulübesinde çekilmiş fotoğrafları var. Fotoğraflarda Uğur’un sırtı ve kafasının duvara dayalı olduğu, tüfeği kucakladığı, namlunun da kafasına değdiği görülüyor. Bu pozisyonla, komutanların iddiaları çelişiyor; ensesine ateş edebilecek birinin öldükten sonra bu halde durmayacağı raporda yazıyor. Uğur’u infaz edenler, aceleyle bir şeyler tertiplemişler ama ne yaptıklarını kendileri de bilememişler. Meclis Dilekçe Komisyonu’na yaptığınız başvuru basının gündemine de geldi. Komisyon’un yaptığı araştırmadan herhangi bir sonuç çıktı mı? Her yere dilekçe yazmaya devam ediyorum. Meclis Dilekçe Komisyonu’na, İnsan Hakları Komisyonu’na, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına, Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’na defalarca dilekçeler gönderdim. Cevapları hep aynı: “Araştırılıyor.” Belki evde yüz tane böyle iki satırdan oluşan cevap var. “Araştırılıyor” diyorlar, başka da bir şey söylemiyorlar. Dilekçe Komisyonu’na yaptığım başvuruyu basın gündeme getirdi ama işin aslı komisyon hiçbir şey yapmadı. Başvurumu kabul ettiler, kayıt altına aldılar o kadar. Sizin anlayacağınız, “Araştırılıyor.” Davanın bundan sonrasına ilişkin beklentileriniz neler? İkinci rapor da gelse, üçüncü rapor da gelse gerçek değişmeyecek. Uğur’un intihar etmediğini söyleyen ilk rapora rağmen, ikinci raporda intihar delili mi uyduracaklar? İkinci raporda failleri aklamaya yönelik ifadeler olması halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağız. Kendi davamız dışında, biz aile olarak bu olayların son bulması için bir şey yapamayız. Çünkü biz devletin gözünde bir hiçiz. Ancak sivil toplum örgütlerinin ve demokrat basının çabalarıyla bu olaylar engellenebilir. Yeter artık, bu kan dursun. Analar, “Çocuğum gitmiş, vatan sağ olsa bana ne!” diyorlar. Ben şimdiye kadar tüm çevremle kardeşçe yaşamışım. Çocuğunu büyütüp askere yollamışım, hiç uğruna öldürmüşler. TSK bünyesinde zorunlu askerliğini yaparken hayatını kaybeden, intihar ettiği öne sürülen pek çok kişi var ve bu olaylar gün geçtikçe artıyor. Bu artışı nasıl değerlendiriyorsunuz? “Gençler askere gittiklerinde psikolojileri bozuluyor” diyorlar. Psikolojileri bozuluyorsa mesulü yine askerdir. Psikolojisi bozulduğu zaman sen o çocuğun annesine babasına telefon açtın mı? Hava değişimine yolladın mı? İzin verdin mi? “Psikolojisi bozulup intihar etti” diye bahane olmaz. Gerçek sebep, ölenlerin Kürt veya Ermeni olmaları, öteki olmaları yani. Uğur vurulduktan sonra onlarca telefon geldi bana. Arayanlardan biri, “Çocuğum uzman çavuştu, Kürt olduğu için öldürüp intihar süsü verdiler” dedi. Uzman çavuş niçin intihar etsin? Beğenmiyorsa istifa eder gider evine, zorunlu askerlik yapmıyor. O kadar çok kişi benzer hikayelerini anlattı ki... Zorunlu askerlik yapma yükümlülüğü olan başka çocuğunuz var mı? Üç tane daha oğlum var ve hepsi de okuyor. Üçü de, “Ya ağabeyimin başına gelenleri ortaya çıkaracaklar, adalet yerini bulacak, ya da askere gitmem. Beni askere gönderirseniz kendimi öldürürüm” diyor. Ağabeylerinin intihar etmediğini, öldürüldüğünü biliyorlar. Nasıl gidecekler askere? Eğer bilsem ki Uğur Pamuk intihar etti, şerefim namusum üzerine yemin ederim ki evimden çıkmam, “Allahım, kaderimiz buymuş” deyip şükrederim. Birazcık şüphem olsa adaletin peşinden koşmam. Ama yüzde yüz eminim ki çocuğumu vurdular. Sen kendini benim yerime koy. Komisyon başkanı, Başbakan kendilerini benim yerime koysunlar. Diğer çocuklarımı nasıl gönderirim askere?
  2. ''... Sokaktaki çocuk iş bulmaya çalışır; bulamazsa dilenir. Sadaka yetmezse çalar. Eğer çalmazsa açlıktan ölür. Ve bu şiddetin dev başlangıcıdır: Yakalanırlar, dövülürler ve şiddetin yoğunlaştığı yerlere kapatılırlar ve öldürülürler... devletler bu çocukların katilidirler..'' Arjantinli Çocuk Cesar
  3. Kırmızı şemsiye seks işçilerinin mücadele sembolü. 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü vesilesiyle Sendika.org'da yayınlanan Carlo Fabretti yazısı On iki yaşındaki çocuğu döven isyancılara orospu çocuğu demeyin. Polis vahşetini teşvik eden ve onaylayan politikacılara orospu çocuğu demeyin. Öğrencileri düşman gören kıdemli polis şeflerine orospu çocuğu demeyin. Aşırı sol işgal etti diyerek baskıları meşrulaştıran belediye başkanlarına orospu çocuğu demeyin. Dolandırıcılık ve hırsızlık ile zenginleşenlere, kana susayan diktatörlere övgüler düzen kralcıklara orospu çocuğu demeyin. Prenseslerin muhabbet tellallarına orospu çocuğu demeyin. İktidarın desteği ile işkence yapan yetkililere orospu çocuğu demeyin. Kendi burunlarının dibinde gerçekleşirken başka yöne bakan ve uzak ülkelerdeki işkenceleri araştıran ünlü hâkimlere orospu çocuğu demeyin. Bu hâkimleri destekleyenlere orospu çocuğu demeyin. Kültürel-medyatik çetelerin ve büyük siyasi partilerin gölgesinde gelişen aydınlara ve sanatçılara orospu çocuğu demeyin. İşkenceyi ihbar edenleri taciz eden polislere orospu çocuğu demeyin. Yalanları ve sessizlikleriyle suç ortaklığı yaparak işkenceyi örtbas eden gazetecilere orospu çocuğu demeyin. Halkların kendi kaderini tayin hakkını inkâr edenlere orospu çocuğu demeyin. Siyasi mahkûmları rehineye dönüştürenlere orospu çocuğu demeyin. Kurbanların acılarını araçsallaştıranlara orospu çocuğu demeyin. İntikam ile adaleti karıştıranlara orospu çocuğu demeyin. Bankacılara, spekülatörlere, büyük iş çevrelerine, patronumsu şeflere… orospu çocuğu demeyin. Diğerleri yoksulluk içinde boğulurken bolluk içinde yüzenlere orospu çocuğu demeyin. Zenginlere vermek için yoksullardan çalanlara orospu çocuğu demeyin. İşçi sınıfına ihanet eden sendika liderlerine orospu çocuğu demeyin. Soldan olduğunu söyleyip sağcı politikaları destekleyenlere ya da yapanlara orospu çocuğu demeyin. Sübyancı piskoposlara, misojinistlere ve ikiyüzlü homofobiklere orospu çocuğu demeyin. Eşcinsellere sapkın, hasta ya da suçlu gibi davrananlara orospu çocuğu demeyin. Kadınların kendi bedenleri üzerinde özgürce karar verme hakkını kısıtlamaya çalışanlara orospu çocuğu demeyin. Kürtajı kriminalize edenlere orospu çocuğu demeyin. Fuhuşu kriminalize edenlere orospu çocuğu demeyin. Kapitalist barbarlığa karşı mücadeleyi suç sayanlara orospu çocuğu demeyin. Lütfen, onurlu seks işçilerine hainlerin, korkakların ve alçakların anneleri diyerek hakaret etmeyin. *Frabetti Carlo (Bologna, 1945) Yazar ve matematikçi, New York Bilimler Akademisi üyesi. Aslen İtalyan fakat İspanya’da yaşıyor ve İspanyolca yazıyor. Kırkın üzerinde yayınlanmış kitabı var. Sayısız televizyon programı yazdı ve / veya yönetti.
  4. Artık çocuklarımız en ağır, en tehlikeli işlerde çalıştırılacak. Siyasi iktidar emek sömürüsünde sınır tanımıyor’ CHP Parti Meclisi (PM) Üyesi Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, çocuklara yönelik koruyucu ve önleyici hizmet veren merkezlerin kapatılmak istenmesini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e sordu. Risk gurubu çocukların sokağa dönmesinin olumsuz sonuçlar doğuracağına dikkat çeken Yüceer, ‘Bunun, topluma maliyeti çok daha ağır olacaktır’ dedi. Meclis Başkanlığına yazılı soru önergesi veren Yüceer, aileleri ikna edilerek sokaklardan kurtarılan çocukların, koruyucu ve önleyici hizmet veren merkezlerde eğitildiğini anımsattı. Çocuk merkezlerinin yerine 2014 yılından itibaren, sevgi evleri ve çocuk evleri modelleri ile koruma altına alınan çocuklara hizmet verilmesinin planlandığını ifade eden Yüceer, bu merkezlerden yararlanan yaklaşık 14 bin çocuğun sokağa tekrar dönme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını bildirdi. Sevgi ve çocuk evlerinin sayıları 15 bine yaklaşan çocukların ihtiyacına cevap veremeyeceğine dikkat çeken Yüceer, ‘Risk grubu çocuklar için sokağa dönmenin topluma maliyeti çok daha ağır olacaktır’ dedi. Çalışma Bakanlığının ağır işlerde çalışma yaşını 18’den 16’ya indirmesine de sert tepki gösteren Yüceer, ‘Artık çocuklarımız en ağır, en tehlikeli işlerde çalıştırılacak. Siyasi iktidar emek sömürüsünde sınır tanımıyor’ dedi.
  5. banene mutlu olmasın işte kızdım ona not bile düşmemiş giderken bi gelsinnn hele ooo
  6. sadece bildiklerimizi paylaşma adına biryerlerde olmayız bazende hatır için arkadaşlık,dostluk için oluruz veya dost diyebildigimiş kişilere bir şekilde ulaşırız.!
  7. ondan hiç şüpheniz olmasın bu başlık ben burada oldugum müdetçe ki başka arkadaşların katkıları ile açık olucaktır.... ama şu var ben daha çok istiyorum
  8. radya lütfen onunla görüşecegim birşeyler sun bana özelden tüzelden neyse bu forumda sevdigim insanları görmek okadar mutlu kılarki beni...
  9. Bakk ben gene geldim hadiiii yap bir süpriz ben geldim de ben bekliyor olacagım sevgili demirefe
  10. İrem Aksoy (17) dün sabah okuldayken gözaltına alındı. Gerekçe ise; Ankara Büyükşehi...r Belediye Başkanı Melih Gökçek’in şikayeti. 17 yaşındaki İrem Aksoy, bundan 3 ay önce twitter’da yazdığı #EdepsizsinMelihGokcek hashtag’i ile edepsizsinMelihGokcek" tweet’lerinden dolayı Melih Gökçek şikayetçi oldu. Gökçek’in şikayeti üzerine; İrem Aksoy sabah saatlerinde Beylikdüzü Cahit Zarifoğlu lisesinde derste oldugu sırada, müdür yardımcısının odasına cağırıldı ve evine gitmesi gerektiği söylendi. 10 polisin evinde arama yaptığı İrem Aksoy’un bilgisayarlarına da el konuldu. Beylikdüzü Polis Karakolu’na götürülen İrem Aksoy daha sonra serbest bırakıldı; daha sonra savcılığa ifade verecek.
  11. Git....................................................................... Demek şimdi gidiyorsun; Yazdığımız son şiir öyle yarım kalacak! Demek şimdi gidiyorsun; Kuşlarımız acıkacak, saksılarımız artık sulanmayacak! Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp aynanın sahtekâr yüzüne -Oy benim yaralım- Demek şimdi gidiyorsun; Beni böyle toz gibi dağıtıp merdivenlern dibine! Her şey tamam diyorsun, git... Beni viran bir şehir gibi terket... Haydi git! Dışarısı ispiyon...Dışarısı ihanet... Seni bir gören olmasın, dikkat et! .. Dostlukmuş...ölüme yürümekmiş... Üstüne titremekmiş...vefaymış! .. Aşk dediğin, zavallı bir kapıyı duvara çarpıp Çıkıncaya kadarmış! .. Bana komaz deyip Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları, -Oy benim yaralım- Asıl sancı, uyandığında Bütün odaları boş görünce koyarmış! . Gitmek istiyorsun, git... Bir savaşçı asla vedalaşmaz! Durma git! Dışarısı dinamit...dışarısı enkaz! Şunu cbine koy, ne olur ne olmaz.. Eylül mağdurlarıydık, kimsemiz yoktu, Yaralarımız aman vermiyordu canımıza.. Kimseye kıymamıştık oysa, masumduk.. Rahatsız ediyordu bizi bu yalancı tarih! Yırtılan bir pankart gibi Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz; -Oy benim yaralım- En az bir karıncanın yüreği kadar Namuslu ve çalışkandı ellerimiz! Artık bitti diyorsun, git.. Kırılsın kapı-çerçeve, kırılsın bu cam.. Sorma git! Dışarısı panik..dışarısı izdiham! Biliyorum, seni vuracaklar bu akşam... Ne çok fire verdik üstüste.. Ne çok arkadaş yitirdik bu tozlu yolculukta.. Kimliği tespit edilmemiş, Ne çok ceset vurdu zeytin güzeli akşamlarımıza! Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi İçerden çürümüşüz meğerse... -Oy benim yaralım- Her gelen ölüm yazmış, Her giden ayrılık işlemiş bu talihsiz gergefimize... Kendini arıyorsun, git.. Aptal bir hayat kur, içinde beni barındırmayan Kalma git.. Dışarısı barut..dışarısı gardiyan! Yine bir tek ben olurum sana parçalanan.. Demek şimdi gidiyorsun; Sonunda bizi de çökertiyor bu kancık zelzele! Demek şimdi gidiyorsun; Yıkılan bir duvar gibi; ömrüme devrile devrile.. Demek mecburi istikametlerin, Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında -Oy benim yaralım-maralım Demek şimdi gidiyorsun, Ve bana bir tek secenek kalıyor: güle güle! Beni öldürüyorsun, git.. Kalmasın sende kahrım, kalmasın derdim Bakma git Kafamı yumruklayıp ardınsıra ağlarsam namerdim... Yusuf Hayaloğlu
  12. Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya ... çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... Nazım Hikmet Ran
  13. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile Sağlık Bakanlığı Hayrat Vakfı arasında imzalanan protokol gereğince Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi personeline Kuran ve Osmanlıca kursları verilecek. Hayrat Vakfı İl Koordinatörü Özkan Altıparmak, Eskişehir Kamu Hastaneleri Genel Sekreterliğine 20.02.2012 tarihinde bir dilekçe yazarak vakıf olarak Eskişehir’deki bütün kamu hastanelerinde uygun görülen yer ve zamanda Kuran ve Osmanlıca kursu verebileceklerini bildirdi. KURSLAR ÜCRETSİZ MEB ile imzalanan protokol esaslarının geçerli olacağı kurslar ücretsiz olacak ve her eğitim faaliyeti sonrasında kursu başarıyla bitirenlere belge verilecek. Eskişehir kamu hastanelerinde verilecek kursların müracaat adresi de Eskişehir Rehber Eğitim ve Kültür Derneği olarak gösterildi. Hayrat Vakfı, 1974’te Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Ahmet Hüsrev Altınbaşak tarafından kuruldu. Osmanlıca ve Kuran kursu kayıtları www.osmanlicaegitim.com ve www.kuranegitimi.com internet adreslerinden de yapılabiliyor. Hayrat Vakfı, 1997 yılında Refahyol hükümeti döneminde de Kültür Bakanlığı ile işbirliği yaparak 52 il merkezinde Osmanlıca kursları açmıştı.
  14. Hemoroİd başta olmak üzere varis, ayak krampları gibi hastalıkların tedavisinde kullanılan Daflon'un fiyatı bir gecede yüzde 86 oranında zamlandı. 500 mg. ve içerisinde 60 tablet bulunan Daflon, hemoroid hastaları için muadili olmayan bir ilaç. Yani bunun yerine fiyatı daha ucuz olan başka bir ilacı almak mümkün değil. Şubat başı itibariyle eczanelerde tükenen ilacın, fiyatının 12 lira 96 kuruştan, 24 lira 11 kuruşa yükselmesinin ardından depolarca piyasaya sunulması hem eczanelerin hem de yurttaşların tepkisine neden oldu.......
  15. İşkence ve hak ihlalleri ile gündemden düşmeyen Tekirdağ 1 ve 2 nolu F tipi cezaevleri ile Tekirdağ 1 ve 2 nolu T tipi cezaevlerini ziyaret eden Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Tutuklu Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUAD) cezaevlerindeki vahim tabloyu bir kez daha gözler önüne serdi. 1 ve 2 No’lu F Tipi’nde kalan tutsaklara getirilen 10 kitap sınırlamasına devam edildiğinin belirtildiği raporda, 2 nolu F tipi cezaevinde kalan bir tutsağın keyfi bir şekilde kafasını duvarlara vurarak yerde sürüklendiği, bu işkenceye karşı diğer koğuşlarda kalan tutsakların kapıları dövmesi üzerine diğer odalara da saldırıldığı aktarıldı. Darp olayına ilişkin detaylı bilginin verildiği raporda, “Tutsaklardan kalp, şeker ve yüksek tansiyon hastalığı olan Kemal Özçelik darp edilirken cezaevi doktoru ‘hayati risk olabilir onu darp etmeyin’ demiş. Sürgün gelen tutsaklardan Şahin Altun’un kafasında sıyrıklar oluşmuş ve başı kanamış. Sürgün gelen tutsaklar etkinliklere çıkarılmamıştır” ifadelerine yer verildi. Tekirdağ 2 No’lu Cezaevindeki işkencelere cezaevi müdürünün, “A takımı” denilen gardiyan grubunun ve doktorların ortak olduğuna dikkat çekilen raporda, adeta sağlık durumlarına göre darbın sınırlarının belirlendiği kaydedildi. DÜNYA İLE İRTİBATLARI KOPARILDI Erzurum’dan sürgün edilen tutsakların, yanlarında getirdikleri cezaevi çıkışlı eşyalar yasak gerekçesiyle tutsaklara verilmediğinin kaydedildiği raporda, Tekirdağ 2 nolu F tipindeki PKK davasından yargılanan siyasi tutsakların büyük bir kısmının başka cezaevine sürgün edildiği, kalan tutsaklara da kötü muamele ve işkencelere karşı 3’er günlük dönüşümlü açlık grevine başladıklarına dikkat çekildi. Tekirdağ 2 Nolu F tipinde 10’ar kişilik koğuşlarda kalan tutsakların 5 metrekarelik dar bir alanda havalandırmaya çıktığının bilgisin yer aldığı raporda, günde tutsak başına 200 litre su ambargosu uygulandığı, su limiti bittiğinde özellikle banyo günlerinde çok çabuk bittiği ve tutsaklara başka su verilmediği kaydedildi. DERHAL İNCELEME YAPILSIN Tutsakların yaptıkları görüşmelerde dahi gergin ve kaygılı bir ruh hali içinde olduklarının gözlemlendiğinin yer aldığı raporda, cezaevi kampuslarında tutsaklara fiziki ve psikolojik işkence uygulandığı belirtildi. Raporun son bölümünde başta siyasi partiler olmak üzere, demokratik kitle örgütleri, duyarlı ve demokratik kamuoyu işkence iddialarına karşı duyarlı olmaları çağrılarak, Adalet Bakanlığı Tekirdağ Cezaevinde müfettişler aracılığıyla derhal inceleme yapılması ve sorumlu işkenceciler hakkında idari ve cezawi işlemlerin başlatılması istendi.
  16. RedHack, 1997’de kuruldu. Geçen sene Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne düzenlenen siber saldırıyla ismini duyurdu. Ardından devlete ait onlarca siteye erişerek yolsuzluk belgelerini açıkladı. Bu nedenle, ‘bölücü terör örgütü’ ilan edildi. İşte bahsettiğimiz ve hepimizin tanıdığı o kızıl hackerların artık bir filmi var. Kendilerini sosyalist ve Marksist olarak tanımlayan bu kızıl hackerları beyazperdeye taşıyan Bağımsız Sinema Merkezi’nden yönetmen Mustafa Kenan Aybastı ve senarist Onur Doğan ile buluşup RedHack’e ve bağımsız sinemaya dair merakımızı sorduk. >> RedHack filmi fikri nasıl çıktı? Bağımsız Sinema Merkezi olarak farklı ve alternatif projeleri ortaya çıkarmak için çalışıyoruz. Merkezde sürekli kaydediyor, programlıyor veya vazgeçiyoruz. Bir deneme yanılma sonucu en iyi çalışmayı bulup seyirciye taşımak için çalışırken gündemde olan güncel bir konu olduğu için aklımıza RedHack filmi yapmak geldi. >> Filmde, milletvekili İlhan Cihaner, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, hukukçu Ayhan Erdoğan gibi yakından tanıdığımız isimler de var. Bu isimlerin filmde yer almasının nedeni ne? Filmi yapmak için harekete geçtiğimizde ilk sorumuz ‘siberaktivizm’ ne oldu? Bizim sosyalist anlayışımız çerçevesinde siberaktivizm nereye oturuyor? Bu soruları kendimize sorunca soruların muhatapları doğal olarak karşımıza çıktı. Sosyalist mücadelenin emektar isimlerinden Alper Taş, milletvekili kimliğinin ötesinde hukukçu İlhan Cihaner, hukukçu Ayhan Erdoğan, kendini siberaktivist olarak tanımlayan Özgür Uçkan’ı bu filme taşımakta hiç tereddüt etmedik. >> Bu isimlerin tepkisi ne oldu? Redhack filminde yer alma teklifi ilginç bir öneri sonuçta. Gittiğimiz isimler bu fikri çok sıcak karşıladı. Üstelik bu konular üzerine yeterince eğilen olmamasından şikâyetçilerdi. Hepsi teklifimizden mutlu oldu. ‘BU DAHA BAŞLANGIÇ’ >>Daha önce siberaktivizmi tartışmaya açan bir film yoktu? Siberaktivizmi tartışan bir filme soyunmak bile başlı başına bir cesaret değil mi? Siberaktivizm uzaktan bakılan bir konu. İnternet gündelik hayatı nasıl etkiliyor. Bu çok tartışılan bir konu değil. İlk tartışan filmdi Redhack. Bu filmle bir tartışma kapısı araladık. Tartıştıkça internetin kullanımı, gündelik hayata yansımaları üzerine daha çok fikir çıkacaktır, ortaya. Biz sadece başlangıcı yapmış olduk. >> RedHack sizin durduğunuz yerden sol için ne ifade ediyor? Son yıllarda Türkiye solunu en heyecanlandıran eylemlerini RedHack yaptı. RedHack insanları heyecanlandırırken bencillik yapmadı. Sürekli olarak mücadelenin internette kalmaması üzerine ve halihazırda bulunan sol sosyalist yapılarla örgütlü mücadele sürecine katılım için paylaşımlarda bulundu. Kendisi de bu örgütlerin bir parçası olduğunu anlattı durmadan. >> RedHack popüler oldu. Ses getirdi. Sizce neden bu kadar başarılı oldu? RedHack eylemlerini bu kadar büyük yapan geride kalanların eylemsizliğidir. Bize soruyarlar: RedHack filmi yaparken çekinmediniz mi? Bu çok büyük cesaret gerektirmiyor. Sadece toplumun sinmişliği bir hamle yapan insanları çok fazla ön plana çıkarıyor. Ama hakkını teslim edelim RedHack kamuoyu vicdanında büyük yer aldı. >>Sizce, RedHack toplumsal bir uyanışın/kalkışmanın yolunu açar mı? Bu eylemlerle kocaman bir uykuyu kaçırmak, insanları uykudan uyandırmak mümkün değil. RedHack eylemleri elbette ses getiren eylemlerdir. Ama asıl olarak kitlesel örgütlenmelere ve hamlelere ihtiyaç var. RedHack yada Bağımsız Sinema Merkezi mücadelenin birer unsuru. Sonuçta mücadele bir cephede olup biten bir süreç değil. Örgütlü bir halk ancak büyük değişim ve dönüşümlere yol açabilir. Küçük süper kahramanlar ancak bütünün bir parçası olabilir. Bu parçalar ancak heyecan yaratır. Burada asıl iş sol, sosyalist devrimci öznelere düşüyor. >> Malum sinema salonlarına girmediniz. Peki filminizi nasıl izletiyorsunuz? Dağıtım ve gösterimlerimiz için TKP, ÖDP ve Halkevleriyle işbirliğine gidiyoruz. Eğitim Sen’le birlikte gösterimler yapıyoruz. CHP Gençlik Kolları’ndan filmin gösterimi için talep vardı. BDP’den daha talep gelmedi. Hangi siyasi partiden, kimden olursa olsun bize gösterim için teklif geldiğinde biz bunu reddetmeyiz. ‘KAMERAMIZ BİLE YOK’ >>İşin teknik kısmına gelirsek nerede nasıl çektiniz filmi? Biz kamerası olmayan bir sinema merkeziyiz. Oradan kamerayı bul, buradan mikrofonu bul, Ahmet’ten kabloyu getir, uygun bir yerde çekimini yap. Başta zorlanıyorduk. Ama artık uzun yıllardır bu tarzda filmler ürettiğimiz için bunu başarıyoruz. ‘SINIFIN FİLMLERİNİ YAPMAYA SOYUNDUK’ >>Biz sizi Devrimden Sonra filmiyle tanıdıktan sonra siz Bağımsız Sinema Merkezi’ni kurdunuz? Amacınız neydi? Bağımsız Sinema Merkezi, Devrimden Sonra filmini ortaya çıkaran ekibin bir kısmıyla kuruldu. Türkiye’de üretilen filmlerin çoğu sermaye sınıfının filmleri. Bizim de işçi sınıfının filmlerini üretmek için çaba verirken, bunun üstüne düşünürken burası hayat buldu. Film üretimini hızlandırmak, aynı şekilde dağıtımı kendi bünyemizde gerçekleştirmek amacıyla kendi altyapımızı oluşturuyoruz. Bağımsız bir film yapıp şirkete dağıttırdığınızda o şirketin sömürüsünden sıyrılamıyorsunuz. Sinema yapacağım deyip işlerin tamamına yakınını para için kurulmuş bir şirkete bıraktığınızda samimi olmazsınız. Siz ‘devrim’ için film yaparken sizin dışınızda kalanlar bu filmden nasıl para kazanırım hesabı yapacak. O zaman da bir parça insanlığın olmadığı çarka giriyorsunuz. Solda yer alan arkadaşlarımızın yaptığı filmlerin neden ileri gidemediği tamamen finansmanlarıyla ilgili. Özetle finansmanınızı sağlayamazsanız sınıfı anlatan filmler yapamazsınız. 'YAPIMCIMIZ İŞÇİ SINIFI' >> Finansman önemli. Film yapmak ciddi kaynak işi. Bunu nasıl oluşturacaksınız? Bizim yapımcımız Türkiye işçi sınıfı. Emekçilerin, halkımızın, sokaktaki amca teyzenin yaptığımız işe bıraktığı 3-5 lira bizim yolumuzu açıyor. Biz bunca olanaksızlık içinde sermaye sınıfı nasıl ürettiğimizi görsün istiyoruz. RedHack filmi için 5500 lira kredi çektik. Filmin bize maliyeti 3 bin lira oldu. Başka insanlar o parayı yaptığı film için düzenlediği toplantıya ödüyor. Biz bu parayla filmi Türkiye’nin gündemine sokmayı başardık. Ama bunun burada kalmaması gerekiyor. Çıtamız giderek yükselecek. Yapacağımız işlerde daha çok sınıfla buluşacağız.
  17. dip notun için teşekkürler de ama ben ''of neydi o '' derken nickin hakında idi hıı bu arada günaydın
  18. Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nde faaliyet yürüten Sinema ve Düşün Topluluğu'na "Üniversitede Persepolis filmini gösteremezsiniz" denildi. Rektör yardımcısı, gerekçe olarak önce "telif hakkı"nı gösterdi, daha sonra ise filmin diplomatik kriz yaratacağını savundu. AİBÜ'de yaklaşık 10 yıldır faaliyet gösteren Sinema ve Düşün Topluluğu bu hafta okulda gösterimini yapmak istedikleri Persepolis filmi için rektörlüğe bir dilekçe verdiler. Dilekçenin sonucunu öğrenmek için rektörlüğe giden topluluk üyeleri dilekçenin üzerine yazılmış "film ve film afişi hakkında görüşülecek" notu ile karşılaştılar. "Telif hakkı ve afiş sorunu var" Başvurularına net bir cevap almak için AİBÜ'nün yeni rektör yardımcısı Kenan Gümüştekin ile görüşen öğrencilere Gümüştekin "Filmi ben de inceledim. Ama sizin bu filmi gösterebilmeniz için öncelikle bana filmin telif hakkı ile ilgili bir sorununun olmadığına dair yazı getirmeniz gerekiyor." dedi. Bunun üzerine topluluk üyeleri "Biz 10 yıldır üniversitede film gösterimi ve paneller düzenliyoruz ve şimdiye kadar sizin söylediklerinizi hiçbir rektör yardımcısından duymadık. Bizim faaliyet alanlarımızdan birisi okulda film gösterimi yapmak. Eğer bizim önümüze bu tür engeller çıkarırsanız topluluğumuzun çalışma yapması imkansız" şeklinde konuştular. "Film diplomatik kriz yaratır" Daha sonra öğrencilere bir sorun daha olduğunu söyleyen Gümüştekin, "Afişin üzerine 'Küçük bir çocuğun gözünden adım adım karanlığa giden ülke İran' yazmışsınız. Bu bizim için sorun yaratır çünkü İran bizim komşumuz ve diplomatik ilişkilerimiz var" dedi.
  19. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, yataklı tren dolayısıyla “Gençlik Treni” projesini kız-erkek ayrımı yaparak harem-selamlık olarak düzenledi “Gençlik Treni” projesinde kız-erkek ayrımı yaptıklarını belirten Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “Çocuklar geceyi trende geçiriyor, yataklı tren olmasından dolayı. 200 kişilik, kompartımanlar arası geçişin müsait olduğu bir trende güvenliği sağlayamam” dedi. Daha önce gençlik kamplarını harem-selamlık olarak düzenleyen Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, şimdi de bakanlığın gençlik etkinliklerinin tamamını kız-erkek olarak ayırma kararı aldı. Bu kapsamda bakanlığın “Gençlik Treni” projesinde kız-erkek ayrımı yaptıklarını belirten Kılıç, şöyle konuştu: "Gençlik Treni var, 200 genç aynı anda bu trene binebiliyor. İzmir’den Efeler Treni çıkıyor, yol güzergâhındaki millî, manevi mekânlara uğrayarak Ankara’ya kadar geliyor. Çocuklar, geceyi trende geçiriyor, yataklı tren olmasından dolayı. Kompartımanlar arasında geçişin mümkün ve müsait olduğu bir trende ben, bunun güvenliğini sağlayamam. Her bir gençlik kampına katılan genç için de güvenlik taraması yaptırmak, yaptırabilmek, sosyo-psikolojik durumunu bilebilmek, değerlendirebilmek mümkün değildir
  20. Manisa' ve Kilis'te"Okul Sütü Akıl Küpü" projesi çerçevesinde dağtılan sütlerden içen toplam 17 öğrenci hastanelik oldu. KARIN AĞRISI VE MİDE BULANTISI ŞİKAYETLERİ Manisa merkeze bağlı Muradiye beldesinde Atatürk Ayser-Kani Çelikel İlköğretim Okulu'nda eğitim gören öğrencilere "Okul Sütü Akıl Küpü" projesi çerçevesinde süt dağıtıldı. Bir süre sonra karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma şikayeti görülen 5 öğrenci rehber öğretmenleri eşliğinde ilk olarak Devlet Hastanesi Muradiye Polikliniği'ne götürüldü. Öğrenciler daha sonra ambulansla Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Hafsa Sultan Hastanesine sevk edildi. 3. sınıf öğrencileri; İ.K., C.D., H.K., Y.S. ve B.G.'ye hemen müdahale edildi. "ÖĞRENCİLERİN DURUMLARI İYİ" Öğrencilerin sağlık durumları hakkında gazetecilerin sorularını yanıtlayan CBÜ Hafsa Sultan Hastanesi Başhekim Yardımcısı Yard. Doç. Dr. İsmet Topçu, "Öğrencilerimiz bize geldiğinde genel durumları iyiydi. Besin zehirlenmesi şüphesi olabilir mi? diye getirildi. Hayati tehlikesi olan herhangi bir öğrencimiz yok. Hepsinin bilinçleri açık. Gerekli tetkitler yapılıyor. Okuldayken bize kusmaları olduğu bildirildi. Ama şuan itibariyle hiç birinde kusma ve bulantı yok. Şuan besin zehirlenmesi olup olmadığını söylemek için biraz erken. Sonuçları ilerleyen saatlerde belli olacaktır" dedi. OKULDA SÜT DAĞITIMI DURDURULDU Okul sütünün okula bugün teslim edildiğini ve ana sınıfı dahil 1,2,3, ve 4. sınıf öğrencilerinden 200'üne bugün süt dağıtıldığını kaydeden Okul Müdürü Aydın Kıyak ise şöyle konuştu: "Sadece 5 öğrencimizde kusma şikayeti olduğu için öğretmenimiz nezaretinde ilk olarak Sağlık Ocağı'na, oradan da önce Çocuk Hastanesi'ne sevk edildiler. Hastanede yer olmadığından dolayı CBÜ Hafsa Sultan Hastanesi'ne götürüldü. Öğrencilerimize rehber öğretmenleri refakat etmektedir. Hastane yetkililerinden aldığımız bilgide herhangi bir olumsuzluk olmadığı, tahlillerin devam ettiği tarafımıza bildirildi. Süte bağlı zehirlenme olup olmadığı konusunda kesin bir bulgu yok. Okula bugün gelen sütlerin dağıtımını olayın ardından durdurduk. İl Sağlık Müdürlüğü'ne bağlı Gıda Kontrol Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından sütlerden numune alınarak analize gönderilecek. Buradan alınan sonuçlara göre hareket edeceğiz" dedi. KİLİS'TE DE AYNI SORUN Kilis'te okulda dağıtılan sütü içtikten sonra karın ağrısı, mide bulantısı şikayeti görülen 12 öğrenci, hastanelik oldu. Kemaliye İlköğretim Okulu'nda bugün sabah öğrencilere süt dağıtıldı. Bir süre sonra karın ağrısı ve mide bulantısı şikayeti görülen 12 öğrenci, Kilis Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Gıda zehirlenmesi görülen öğrenciler tedaviye alındı. Olayla ilgili inceleme başlatıldı.
  21. DHKP-C adı altında düzenlenen operasyonda tutuklanan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatlara, Adalet Bakanlığı'nın genelgesine rağmen, sohbet hakkı kullandırılmadığı iddia edildi. Avukatların infaz hakimliğine başvuracağı öğrenildi. Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nde kalan ÇHD üyesi avukatların haftada 10 saat uygulanması gereken sohbet hakkından yararlandırılmadığı iddia edildi. cnnturk.com'da yer alan habere göre, avukatların sohbet hakkının ne kadar olacağına ve kimlerle sohbete çıkacağına cezaevi idaresi tarafından karar veriliyor. Cezaevi idaresinin bu uygulaması, Adalet Bakanlığı'nın 22 Ocak 2007 tarihli ve 45/1 Sayılı Genelgesine aykırılık teşkil ediyor. Bu genelgeye göre, haftada 10 saat olması gereken ve tutuklu/hükümlülerin idareye bildirdikleri listedeki isimlerle birlikte kullanma hakkına sahip oldukları sohbet hakkı kısıtlama altında. Kandıra 1 No'lu F Tipi Hapishanesinde kalan ÇHD'li avukatlardan Günay Dağ avukatına faksla gönderdiği mektupta, cezaevi idaresinin sohbet hakkını 2,5 saat ile sınırlandırdığını ve sohbet gruplarını kendisinin belirleyerek, her ay değişmesi gerekirken değiştirmediğini anlattı. Tutuklu avukat Günay Dağ, 26 Şubat tarihli mektubunda, şunları anlattı: "Geçtiğimiz hafta Mart ayı boyunca birlikte sohbete çıkmak istediğimiz kişilerin listesini idareye bildirmiştik. Ancak bugün hapishane idaresinin ne bizim ne de diğer tutuklu/hükümlülerin bildirdiği listeleri kabul etmediğini öğrendik. Yani şu anda daha önceki listeye göre sohbete çıkarılıyoruz. Normal uygulamaya göre sohbet grupları her ay değişirken bu kez değişmemesinin sebebi, idarenin bize, avukatlara tecrit içinde tecrit uygulama isteği. Hapishane idaresi, biz avukatların diğer tutuklu/hükümlülerle iletişim kurmamızı engellemek istiyor." Avukat Günay Dağ'ın avukatı İlknur Alcan da, cezaevi idaresinin ÇHD'li avukatlara yönelik bu uygulamasını infaz hakimliğine götürerek, itirazda bulunacaklarını söyledi.
  22. Sevag Balıkçı'nın 2011 yılında askerlik yaptığı kışlada öldürülmesiyle ilgili davanın 11'inci duruşması dün görüldü. Diyarbakır'da görülen davada savcı esas hakkındaki mütalaasında sanığın 'bilinçli taksirle öldürme' suçundan ceza almasını isterken dava 26 Mart'a ertelendi. Batman'ın Kozluk ilçesinde 24 Nisan 2011 günü, zorunlu askerlik yaptığı kışlada devre arkadaşı tarafından vurularak öldürülen Sevag Balıkçı’nın ölümüyle ilgili davanın 11'inci duruşması dün Diyarbakır’da görüldü. Duruşmada, Balıkçı ailesinin avukatı İsmail Cem Halavurt, soruşturmanın genişletilmesi talep etti. Ancak mahkeme heyeti “sonucu etkilemeyeceği” gerekçesiyle bu talebi reddetti. Avukat Halavurt, duruşmada, tanıkların yeniden dinlenmesini, Sevag Balıkçı’nın dövülme ve parasının çalınmasıyla ilgili yapılmış idari soruşturma dosyalarını, Balıkçı’nın ölümü sonrasında keşfe tanıkların katılmasını engelleme iddialarıyla ilgili sanığın telefon dökümlerini istedi. Mahkeme tüm bu talepleri reddetti. Balıkçı ailesi avukatları, kasten öldürmekten hüküm verilmesini talep ediyordu, ancak savcı esas hakkındaki mütalaasında “bilinçli taksirle öldürme” suçlamasıyla ceza istedi. Duruşma 26 Mart’a ertelendi. 26 Mart’taki celsede avukatlar, savcı mütalaasına karşı savunma yapacaklar. SEVAG SENİ UNUTTURMAYACAĞIZ! Duruşma öncesinde Diyarbakır 2. Hava Taktik Komutanlığı’nın önünde yapılan açıklamaya Balıkçı’nın ailesinin yanı sıra, BDP Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna, HDK Diyarbakır Meclisi, Nor Zartonk Derneği, İHD Diyarbakır Şubesi, MAZLUMDER Diyarbakır Şubesi, EMEP, ESP üyeleri ile çok sayıda yurttaş katıldı. Balıkçı'nın fotoğraflarını taşıyan grup, "Sevag'ı unutmadık unutmayacağız" sloganları attı. Grup adına açıklama yapan Nor Zartonk Derneği üyesi Melis Tontan, Türkiye'deki asker ölümlerine dikkat çekerek, "2012 yılı verilerine göre, son 10 yılda 934 erin intihar ettiği ileri sürüldü. Çatışmalarda ölen asker sayısının 818 olduğu belirledi. Kışlada 'Kazayla veya şaka ile öldüğü' ya da 'intihar ettiği' öne sürülen kişilerin çoğu Kürtler, Aleviler ve Ermeniler'dir. Bu toprakların 'ötekilerine' yönelik gerçekleşen bu saldırılar tesadüf değildir. Sevag Balıkçı'nın katil zanlısı hâlâ aramızda, tıpkı Madımak'ı yakanların, Roboski'yi bombalayanların, Hrank Dink'i, Marista Küçük'ü öldürenlerin, faili devlet olan tüm cinayetlerin katillerinin de hâlâ aramızda olduğu gibi…" diye konuştu.
  23. Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek, cemevi için yer talep eden Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfına (HBVAKV) “Ankara sınırları içinde cemevi için yerimiz yok” yanıtı verdi. Evrensel'in haberine göre, HBVAKV Genel Başkanı Ercan Geçmez, yüz binlerce Alevinin yok sayıldığını söyledi. Geçmez, yüz binlerce Alevi vatandaşın yaşadığını göz önünde bulundurarak, Ankara Büyükşehir Belediyesine Ankara’da vatandaşların ibadet edebilecekleri bir mekan yapılması için başvuruda bulunduklarını söyledi. Belediyeden kararın çıktığını ve kendilerine iletildiğini belirten Geçmez, önlerine kriterler konulduğunu ama cemevi yapımına karşı olan bu kriterleri açıklamadıklarını belirterek, “Kendisinin, ‘herkesin Başkanı’ olduğunu söyleyen Gökçek bunlara yanıt vermelidir” dedi. Geçmez, “Tarafsız” olduğunu iddia eden Melih Gökçek’i, Ankara’da yaşayan yüz binlerce Alevi yurttaşa bir açıklama yapmaya çağırdı.
  24. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK), alışveriş merkezlerinde yapılan içki tanıtım günlerini yakın takibe aldı. Buralarda yapılan tanıtımların resmi olarak yasaklanmadığını belirten TAPDK yetkilileri ancak son dönemde gelen başvuruları çok daha sıkı kontrol ettiklerini ve kolay kolay izin vermediklerini belirtiyorlar. Geçtiğimiz aylarda bir alışveriş merkezinde yapılan şarap tanıtımında 18 yaşından küçüklerin de içki içtiğinin tespit edildiği iddiaları üzerine TAPDK tarafından inceleme başlatılmıştı. Konu ile ilgili bilgi veren bir TAPDK yöneticisi, AVM'lerde içki tanıtım günlerinin yasaklanması ile ilgili resmi bir karar alınmadığının altını çizdi. Ancak bu yönde bir prensip kararı alındığını belirten yetkili, AVM'lerden gelen başvurulara çok daha dikkatli yaklaşıldığını ve kolay kolay izin verilmediğini kaydetti. Yetkili, şu bilgileri verdi: "Resmi Gazete'deki yönetmelikte bir değişiklik yok. Fakat biz o yaşanan olayladan sonra içki tanıtım günlerini daha sıkı takip etmeye başladık. Giriş-çıkışların kontrol altında olması çok önemli. Bu anlamda özellikle AVM'lerde yapılacak olan tanıtımlara sıcak bakmıyoruz ve kolay kolay izin vermiyoruz. Ancak AVM içinde bir restoran olursa o zaman daha rahat izin verebiliyoruz. Ayrıca tanıtımlara denetim için kendi personellerimizi de göndermeye başladık." NE OLMUŞTU? Geçtiğimiz aylarda bir alışveriş merkezinde yapılan şarap tadım gününde yaşı 18'den küçük olanların da bu tadıma katıldıkları kameralara yansımış, TAPDK da bu olay üzerine inceleme başlatmıştı.
  25. İstanbul Taksim Polis Merkezi’nde Sezai Yakar adlı bir kişiye işkence yaparak elini ve burnunu kıran, kaburgasını çatlatan polislere 11 ay 20’şer gün hapis cezası verildi. Ancak hükmün açıklanması geri bırakıldığı için polisler cezaevine girmeyecek. Polisler, 8 Haziran 2007’de işkence yaptıkları Sezai Yakar’ın suçlamalarını kabul etmemiş, vücudundaki kırıkların “kapıları yumruklaması ve kendisini duvarlara vurmak suretiyle oluştuğunu” iddia etmişlerdi. Yakar, aynı polislerin “bize rüşvet teklif etti” iddiaları nedeniyle yargılandığı davada 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Taksim Gezi Parkı’nın yanında polisler tarafından aracı durdurulan Sezai Yakar, alkollu olmadığını söyledi ve alkol testi yapılacaksa alkolmetre ile değil hastanede yapılmasını istemesi üzerine gözaltına alındı. Polislerin hazırladığı alkollü olduğuna ve rüşvet teklif ettiğine ilişkin tutanağı imzalamayan Yakar, Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne götürüldü. Ancak burada da Yakar’a alkol muayenesi yapılmadı. Hastaneden Taksim Polis Merkezi’ne götürülen Yakar’a hazırladıkları tutanağı imzalaması için baskı yapan polisler, kabul etmeyince dayak attı. ADLİ TIP RAPORU Yakar, polislerin elinden kurtulduktan sonra Adli Tıp Kurumu’na başvurdu. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğü'nce verilen 22 Haziran 2007 tarihli raporda da Sezai Yakar’ın "yüzünde kemikler ve şişlikler, kol ve bacaklarında darp izi ve sağ el ve burnunda kırık" olduğu saptandı. Adli tıp raporunda gördüğü işkenceyi kayda geçiren Yakar, Taksim Polis Merkezi’nde görevli yedi polis hakkında şikayetçi oldu. Cumhuriyet Savcısı Ali Şafak, ön soruşturma sonucunda hazırladığı iddianamede işkenceci yedi polisi "İşkenceye varacak şekilde döverek, basit tıbbi müdahaleyle iyileşmeyecek ve kemik kırığı oluşacak şekilde yaralamakla" suçladı. Polislere işkence suçlamasıyla Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılırken, "gerçeğe aykırı tutanak düzenlemek" suçlamasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. İşkence davasından yargılanan polisler, olaydan altı ay sonra, Yakar hakkında rüşvet vermek iddiasıyla dava açtı. 28 Ocak 2008'de açılan dava 4 Kasım 2010'da sonuçlandı ve Yakar 10 ay hapis cezası aldı. DAYAK , BİBER GAZI Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’de 7 polis hakkında açılan davanın ilk duruşmasında Yakar, karakolda yaşadıklarını şöyle anlattı: "Komiser bana vurduktan sonra beni koridora çekip dövmeye ve küfür etmeye başladılar. Komiser, 'Düşmüyor mu?' diye bağırıp biber gazı istedi, yüzüme biber gazı sıktılar ve dövmeye devam ettiler. Beni yere yatırdılar, sanıklardan biri ayağındaki botla sağ elimi ezdi. Daha sonra da ayaklarıyla boynuma bastırdı. Ben bayılmışım, üzerime su döktüklerinde ayıldım. Beni koridorda bir süre bıraktılar. Sonra bir polis elindeki tutanakla geldi ve 'İmzala, seni daha fazla dövmeyelim' dedi. Tutanakta benim rüşvet teklif ettiğim yazılıydı ben de imzalamadım. İkinci kez dövmeye başladılar, bayılmışım, gözümü nezarette açtım." ‘KENDİNİ YERLERE ATTI’ Polisler mahkemedeki savunmalarında, Yakar'ın "Ben Kürdistanlıyım" dediğini söylediler. Vücudundaki kırıkların ise dayak sonucu olmadığını, elinin kırılmasının kapılara vurması nedeniyle, burnunun ise kendini duvara vurduğu için kırıldığını ve yaralandığını iddia ettiler. Mahkeme karakoldan kamera kayıtlarını istese de gelen yanıtta, "Olay tarihine dair kamera kaydı bulunmuyor" denildi. BOLAÇ : AÇIK İŞKENCE Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Taksim Polis Merkezi’nde işkence yapan polisler hakkında süren davanın bugünkü duruşmasında son sözü sorulan Sezai Yarkın’ın avukatı Efkan Bolaç, “Dosyada işkencenin varlığı açıktır. Karakolda olan olaylar ve müvekkilimin dosyada mevcut raporlarına göre kaburga çatlağı, burnunun kırıldığı, ve elinde kırık olduğu sabittir. Sanıkların savunmaları geçerli değildir. Müvekkilimin nezarette kendisini duvarlara mümkün olmadığı adli tıp raporunda mevcuttur. Tanık dinlettik, müvekkilimin yaptığı teşhis ve dinlenen tanık Fatih Uzan’ın teşhisinin dikkate alınmasını talep ediyoruz, sanıklardan Eryal Işıldar benzer bir suç işlemiştir. Bunu daha önce beyan etmiştik. Taksim Polis Merkezi en tehlikeli karakol sınıflandırmasından sayılmıştır. Dosya içeriğine göre işkencenin varlığı sabittir. Bu dosyada ceza verilmeyecek ise hangi dosyada ceza verilecektir? Sanıkların işkence suçundan cezalandırılmasını talep ediyorum” dedi. CEZA VAR HAPİS YOK Eski iddialarını sürdüren sanıklar ve avukatları ise beraat talep etti. Kararını açıklayan mahkeme, sanık polis memurları Ergün Işıldar, İbrahim Maraş, Deniz Coşkun, Eryıl Kontbilek, Ersin Özdemir, Ali Akın ve Özgür Hüseyinoğlu’nu kasten yaralama suçundan önce 1’er yıl hapis cezasına çarptırdı. Eylemin vücutta kırık oluşturması nedeniyle cezayı 1/6 oranında artıran mahkeme, her sanık için ayrı ayrı 1 yıl iki ay hapis cezasına hükmetti. Ancak verilen cezanın sanıkların gelecekleri üzerindeki etkisini ve yargılama sürecindeki davranışlarını dikkate alan mahkeme, 7 polis hakkında verdiği cezayı 11 ay 20 güne indirdi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı aldı. Yani ceza alan yedi polis, işkence yaptıkları sabit olmasına karşın hapse girmeyecekler, 5 yıl boyunca suç işlememeleri durumunda bu hüküm de geçerliliğini yitirecek.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.