Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    5.190
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    13

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. Sayın AYGAN ve diğerleri... PKK içinde veya dışında,PKK'ya taraf yada düşman...farketmeksizin Kürt halkını kendi çıkar ve hesaplarına heba eden sizleri bir Kürt olarak,öncesinde de bir insan olarak affetmiyorum. Sizler JİTEM derken,PKK ile çoğu şeyleri açıklarken....biz Kürtler herşeye rağmen avrolan sistemin ve tüm katledilişlerin farkındayız. Ne diyelim...çarka su taşımaya devam. Ayrıca Kaplan, şimdi kimler kendilerini satın aldı bilmiyorum ama,dün yüce devlet satın almıştı.
  2. Sevgili Direniş,o zaman sevgi demişken;tüm sevenlere GİTME diyelim... Web Siteme Git Işığın sustuğu yerde gülüşlerin aydınlatır Payımıza düşen keder sevinçlerimizden kalır oy Bir daracık yerde kaldım sensiz dağlarım devrilir Uçarken yollarda ölen kuşların çığlığı kalır oy Gitme dağlar öksüz kalır,gitme yıldızlar azalır Gitme bu şarkı yarım kalır,gitme Gitme yüzün bende kalır,gitme çiçek susuz kalır Gitme bu şarkı yarım kalır,gitme Hazan şimdi genç ömrümüz bir temmuzun ortasında Geçeriz bu kıyametten gönlümüzde sızı kalır oy Bu şehri seninle sevdim sevgim ateş ortasında Beni sensiz bir başıma koyup gitme yazık olur oy Gitme dağlar öksüz kalır,gitme yıldızlar azalır Gitme bu şarkı yarım kalır,gitme Gitme yüzün bende kalır,gitme çiçek susuz kalır Gitme bu şarkı yarım kalır...
  3. Hiç sorma canım İl dışındaydım.Ancak Adıyaman türküsünü dinleyebildim.Konser değildi,fancıların buluşmasıydı.Tanıdığım,sevdiğim arkadaşlarım ve İlkay ablamız vardı orada.Sağolsunlar telden dakika başı atmosferi yaşadım...hepsine,burdan çok teşekkür ederim... Türkümüzün girişinde ki bu uzun hava ayrıca alkışlanmaya değer. evet,hepsi çok güzel...beni büyüten bu ses,beni büyüten şarkılar...teşekkürler Sevgili Direniş... özellikle bu sözler; .......... Bir çocuk dudağıyla Yanakta bir sıcaklık. Yalnız güzellik değil, Sevgi özgürlük ister.....işte budur sevgi!
  4. Web Siteme Git Sevgiyi dolu dolu yaşayan herkese...gerçek sevgiden bir parça! Bendenden sevginin en güzeline... Sevgi güzellik ister gülüm, Güzellik emek ister. Güzellik tende değil gülüm, Yürekte ateş ister. Bir çocuk dudağıyla Yanakta bir sıcaklık. Yalnız güzellik değil, Sevgi özgürlük ister. Sevgi güzellik ister gülüm, Güzellik emek ister. Güzellik tende değil gülüm, Yürekte ateş ister. Aşkların en soylusu Birken birçok olandır. Sevginin en güzeli Paylaşılan emektir. Aşkların en soylusu Birken birçok olandır. Çıkarsız ve sınırsız Paylaşılan yürektir. Sevgi güzellik ister gülüm, Güzellik emek ister. Güzellik tende değil gülüm, Yürekte ateş ister
  5. Bu ülkede taş baş yarmadan hukuksuzluk bahsi mevzu olmuyor galiba... Dün yaşanan onca faile,işkence de ölüme...rağmen susanlar bugün Ergenekon için hukuk diyorlar. Demeler mi be adam,o hukuk zaten dün seninle. senin gibi at gözlüğünü takmış.Şimdi neyin derdindesin?
  6. Politika, Değerli forumdaşım,sizden ricam birkez olsun kendinizi değil beni dinlemeniz.Düşüncelerinizde sadece sizi görüyorum,kendime dair,yazdıklarıma dair hiçbir düşünceye rastlayamadım.Lütfen empati... "Hayat, felaket, yalnızlık, yüzüstü bırakılmışlık, yoksulluk kendine göre kahramanları olan savaş alanlarıdır."(Hugo)Lütfen bu cümleyi içinize sinene kadar tekrar tekrar okuyunuz.Çünkü "insan" gerçeği bu cümlede saklıdır.Söz konusu Irak oldu mu büu cümle tüm yaşananların merkezinde kendine çok rahat yer edinir.Önceki iletilerim de belirtmiştim,yine belirteyim;Irak,Türkiye,İran,Suriye başta olmak üzere Kürtler'in yaşadıkları tüm coğrafyalarda,Kürtler'in en temel hakları gasp edildi,kimlikleri yok sayıldı.Bunu görebilmek çok zor değil.Sadece Enfal dedim öncesinde,sadece bunu görmek bile Kürtler'in yaşadıklarına bir nebze de olsa tanık olmaya yeter. Madem Halepçe diyoruz,o zaman sadece Irak diyelim... Orada yaşam,bir tiranın yobazlığından ibaretti.Kürtler orada ipleri elinde tutanların çıkarlarına defalarca heba edildi.Enfal opresyonu dediler,binlerce Kürt'ü katlettiler.Kaldı ki,Arap toplumunun Kürt halkına bakışını çok iyi biliyoruz.Şimdi kitabın ismini hatırlamıyorum,bir İngiliz tarihçinin cümlelerinde Arap toplumu için Kürtler'in ne ifade ettiğini,affedersiniz ama "bunlar insan olamaz" diye diye okumuştum. Irak'ta yaşayan Kürtler'in kaybettiklerine bakın,yaşamn koşullareına bakın....neler göreceksiniz? Dün kaybeden Kürtler bugün işgale rağmen kazançlı. Kürtler yaşadığı coğrafyalarda yüzüstü bırakıldı,yoksulluğa terkedildi.Bunlar bir ülkenin kaderi değildi,bunlar Kürtler üzerinden oynanan oyunların sistemiydi,başı ezilecek,açlıkla terbiye edilecek bir halka uygulanan ambargoydu. Dostum onca yaşanana rağmen,yapılan zulmü bir tarafa bırakın da gelin Irak'ın bütünlüğünü savunun mu diyeceksiniz? Hem hangi bütünlük...? Görmediniz mi Saddam'ın devrilen heykelinde ki sevinç gösterileri.Bunun adı kendi halkını bile yok sayan bir tiranın bulduğu bela değil mi? Kimine din denildi,kimine etnik denildi;aynı bayrağın hakları düşman edildi. Yapmayın,sanki bu işgal Kürt'ler ile yapıldı gibi yazılıp çiziliyor.Bu bir aldatmacıdır.Kürtler de olmasaydı "dinsizin hakkında imansız gelecekti"Bu kadar basit. Ve Kürtler;bence olması gereken yerde...çıkarları için. ............ Ayna için vicdan gerek.Kalkıp da "Kürt'ler ......."şeklinde yapılacak tüm savunmaları ben vicdandan kaynaklanan rahatsızlık bir olarak görüyorum.Savunma mekanizması işte...sizler,korkularınıza bir halkı çok rahat kurban ettiniz. .......... Taraf ve Savcı Öz...özür dilerim,gerçek sadece bunlardan ibaret değil.PKK terörist ise JİTEM de teröristtir.PKK'lıya silahı da satan vatanseverlik nidalarıyla ortalıkta gezen ****...sadece örnek! saygılar. .....çok ezbere....
  7. mavi olmayan gökyüzü

    BEN YAZMADIM AMA...

    Sevgili Ablam, Bir ajandam vardı.İçimden geçen herşeyi karalardım.Kimseler okumazdı,bie ben okurdum kendimi.Sonra...o ajandamı kaybettim. Şimdi kalemi aldığımda elime sadece elime aldığım kağıda bakakalıyorum...sadece ajanda mı kaybetmemişim ben düşünmeyi de unutmuşum kaybederken... sevgiler.
  8. mavi olmayan gökyüzü

    ÇOCUĞUMUZA

    Her çocuk yarına açılan bir penceredir...teşekkürler sevgili dostum.
  9. ve diğer örnekler... ....İşkence yoluyla öldürülen Filistinli gençlerden biri de Abdulfettah Rantisi'dir. Aslında Abdulfettah Rantisi'nin yargılanması işlemi bitmiş ve işgal mahkemesi onu ölümünden 1,5 ay önce yani Temmuz 1995'in sonlarında HAMAS'ın askeri kanadı durumundaki İzzeddin Kassam birliklerine mensup olmaktan dolayı 15 yıl hapis cezasına mahkum etmişti. Fakat işkence için görevlendirilenler mahkemenin sonuçlanmasından sonra da onun üzerindeki işkenceyi sürdürdüler ve sonuçta Abdufettah Rantisi, Eylül 1995'te ömrünün baharında siyonist zulmün zindanında hayata veda etti. ....Mahmud Abdullah Umran adında, 17 yaşında bir Filistinli genç tutuklu bulunduğu, Batı Yaka'nın Cenin kentindeki Fari'a hapishanesinde Ocak 1995 sonlarına doğru soruşturma esnasında uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti. Mahkeme yönetimi Umran'ın intihar ettiğini ileri sürdü. Ancak ölüm raporunda ne zaman öldüğü hakkında bilgi verilmedi. Mahmud Abdullah Umran 26 Aralık 1994'te siyonist askerler tarafından evinden alınıp götürülmüştü ve tutuklandığı tarihten öldüğünün açıklandığı tarihe kadar kendisinden haber alınamamıştı. Olayla ilgili olarak HAMAS tarafından yapılan açıklamada, Umran'ın işkence sonucu hayatını kaybettiği ifade edildi ve ona 35 günden fazla bir süre işkence edildiğine dikkat çekildi. 8 Nisan 1995 tarihinde Dellâl Ma'zuz adlı 29 yaşında bir Filistinli Sarfend cezaevinde soruşturma esnasında uygulanan işkenceden dolayı hayatını kaybetti. Fakat İsrail rejimi Ma'zuz Dellâl'in hangi sebepten öldüğünün ortaya çıkmaması için bedeni üzerinde otopsi yapılmasına bile izin vermedi ....en-Nakab çöl hapishanesinin Ensar - 3 bölümünde yatmakta olan Abdulkerim Kanazi adlı 24 yaşında bir Filistinli tutuklu 16 Eylül 1995'te çadırında ölü bulundu. İsrail kaynakları adı geçen tutuklunun bedeninde işkence izlerinin görüldüğünü bildirdiler. Verilen bilgilere göre Batı Yaka'nın Nablus şehrinden olan Abdulkerim Kanazi adlı genç, HAMAS mensubu olmaktan dolayı tutuklanmış ve bu yüzden üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. ....29 Ocak 1998 tarihinde Nidal Zekeriya Ebu Surur adlı bir genç uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti ve bu olay Batı Yaka'nın Beytlaham şehrinde birkaç gün süren çatışmalara yol açtı. ....1994'te uluslararası insan hakları kuruluşlarına mektup yazmasından dolayı tutuklanan ve Askalan cezaevine konulan Ahmed İbrâhim kendisine karşı, 100 saat sürekli sandalyede oturtma veya günde 20 saat sürekli ayakta durdurma, midesine ve omurgalarına yarım saat süreyle şiddetle bastırma gibi işkence metotlarının uygulandığını dile getirdi. Ahmed İbrahim maruz kaldığı bu işkencelerin kendisinde felçliğe veya kısırlığa yol açabileceğini dile getirdi. O bütün bu işkencelere rağmen sağ kalabilmişti. Demek ki hayatlarını kaybedenler çok daha korkunç işkencelere tabi tutulmuşlardı. ....1995'in Aralık ayı sonunda, 38 yaşındaki Yusuf es-Sirkeci adlı bir Filistinli Askalan cezaevinde tutulduğu 45 günlük süre içinde kendisine işkence yapılmasından dolayı sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye kaldırıldı. Yusuf es-Sirkeci'nin işkenceden dolayı böbreklerinden birinin işlevini kaybettiği bildirildi. Nablus'taki Halid ibnu Velid camisinin imamlığını yapan Yusuf es-Sirkeci 1992 yılı sonunda Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine sürgün edilen 415 Filistinlinin arasında yer almıştı. ....Zuheyr Libâde adlı 33 yaşında bir Filistinli de işkenceden dolayı bir bacağında kan toplanması ve böbreklerinden birinin işlevini yitirmesi üzerine Aralık 1995 sonunda Remle cezaevinin revirine kaldırıldı. Doktorlar Libâde'nin bacağında kan toplanmasının daha önce bir rahatsızlığından dolayı Bi'ru's-Sebu şehrindeki Suruka hastanesine kaldırıldığı sırada yatırıldığı divana sıkıca bağlanmasından ve uzun süre böyle bağlı kalmasından ileri geldiğini ifade ettiler. İşgal yönetimi 14 aydan beridir zindanda olan Libâde'yi 24 ay hapis ve üç bin dolar para cezasına mahkum etmişti. ....İsrail'in işkencesinden nasiplenenler sadece Filistinliler değil. Şubat 1998 başlarında "intihar saldırısı" hazırlığı içinde olduğu iddiasıyla tutuklanan ve hakkında soruşturma başlatılan Stewen Semirek adlı Alman Müslüman, kendisinin itirafları diye yansıtılan açıklamaların tümünün işkenceyle kabul ettirilmiş iddialar olduğunu söyledi. Almanya'nın ünlü Focus dergisi adı geçen Alman Müslümanla, tutuklu olduğu zindanla bağlantı kurarak bir telefon görüşmesi yaptı. Alman Müslüman Focus dergisine yaptığı açıklamada kendisine tutuklandıktan sonra: "Ya ölümü ya da önüne sürülen bu açıklamaları kabullenmeyi tercih edeceksin" şeklinde tehditte bulunulduğunu ve korkunç işkenceler yapıldığını, bu yüzden o açıklamaları kabullenmek zorunda kaldığını bildirdi. ...İşgal devletinin işkenceyle görevli elemanları, Batı Yaka'nın Beytlahm bölgesinden olan ve henüz 17 yaşında yani yasal yükümlülük yaşının altında bulunan Raid Mahlid el-Hımeri'yi kaldığı el-Meskubiye zindanında tek kişilik bir hücreye kapattılar. Üç gün süreyle onu burada bekleterek hiç kimseyle görüştürmediler. Sonra ŞABAK (Shin-Bet) elemanlarından sekiz kişi yanına girdi. Bu kişiler, el-Hımeri'yi önce ölümle tehdit ettiler. Sonra bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürdüler. Yaptıkları işkenceler neticesinde kendilerinin önceden hazırlamış oldukları bir ifade metninin altına imza attırdılar. el-Hımeri zorla ve işkenceyle imzaladığı ifade metnini hiç okuma fırsatı bile bulabilmiş değildi. Shin-Bet'in elemanları bu kadarını yapmakla da yetinmediler, el-Himeri'ye altına imza attığı ifade metnini daha sonra inkar etmesi durumunda kendisini aynı hücreye yeniden kapatacaklarını ve aynı işkenceyi yeniden yapacaklarını bildirdiler. Buna ek olarak kendileri aleyhine herhangi bir şikayette bulunmamasını ve mahkemenin ertelenmesini istememesini bildirdi, aksi takdirde daha kötü işkencelere maruz kalabileceğini söylediler. Raid Mahlid el-Hımeri'ye yapılan bu işkenceleri Uluslararası İnsan Hakları Dayanışma Örgütü gün yüzüne çıkardı ve onun bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürüldüğünü belgeleyen fotoğrafları da yayınladı. Adı geçen örgüt konuyla ilgili açıklamasında bu fotoğrafların, siyonist işgal devletinin işkencede nasıl sınır tanımadığını ve henüz çocuk yaşında kabul edilenlerin bile İsrail'in işkencelerinden nasiplerini aldıklarını açıkça gözler önüne serdiğini dile getirdi. ....İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanan Adnan Ebu Tubâne, kendisinin tutuklandığı tarihten itibaren oldukça uzun bir süre uyumasına engel olunduğunu ve bu esnada elektrik şokundan dayağa kadar akla gelebilecek her türlü işkence uygulamalarına maruz bırakıldığını dile getirdi. Ebu Tubâne'nin avukatı da müvekkilinin aşırı elektrik şokundan dolayı kafasında şiddetli ağrılar olduğunu bunun yanı sıra kollarında ve bacaklarında uzun süre bağlı kalmaktan ileri gelen şişmeler meydana geldiğini ifade etti. Avukat, müvekkilinin soruşturma esnasında 64 saat sürekli uykusuz bekletildiğini dile getirdi. ....Abdurrahman el-Ahmer adında bir başka Filistinli Shin-Bet elemanlarının kendisine, uzun süre masaya veya sandalyeye bağlamak, omuzlarına ağır şeylerle vurmak, iki üç saat gibi uzun süre sırtına basmak suretiyle işkence ettiklerini dile getirdi. İşkence bir insanlık suçudur...ortak olmayalım.
  10. ve diğer örnekler... ....İşkence yoluyla öldürülen Filistinli gençlerden biri de Abdulfettah Rantisi'dir. Aslında Abdulfettah Rantisi'nin yargılanması işlemi bitmiş ve işgal mahkemesi onu ölümünden 1,5 ay önce yani Temmuz 1995'in sonlarında HAMAS'ın askeri kanadı durumundaki İzzeddin Kassam birliklerine mensup olmaktan dolayı 15 yıl hapis cezasına mahkum etmişti. Fakat işkence için görevlendirilenler mahkemenin sonuçlanmasından sonra da onun üzerindeki işkenceyi sürdürdüler ve sonuçta Abdufettah Rantisi, Eylül 1995'te ömrünün baharında siyonist zulmün zindanında hayata veda etti. ....Mahmud Abdullah Umran adında, 17 yaşında bir Filistinli genç tutuklu bulunduğu, Batı Yaka'nın Cenin kentindeki Fari'a hapishanesinde Ocak 1995 sonlarına doğru soruşturma esnasında uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti. Mahkeme yönetimi Umran'ın intihar ettiğini ileri sürdü. Ancak ölüm raporunda ne zaman öldüğü hakkında bilgi verilmedi. Mahmud Abdullah Umran 26 Aralık 1994'te siyonist askerler tarafından evinden alınıp götürülmüştü ve tutuklandığı tarihten öldüğünün açıklandığı tarihe kadar kendisinden haber alınamamıştı. Olayla ilgili olarak HAMAS tarafından yapılan açıklamada, Umran'ın işkence sonucu hayatını kaybettiği ifade edildi ve ona 35 günden fazla bir süre işkence edildiğine dikkat çekildi. 8 Nisan 1995 tarihinde Dellâl Ma'zuz adlı 29 yaşında bir Filistinli Sarfend cezaevinde soruşturma esnasında uygulanan işkenceden dolayı hayatını kaybetti. Fakat İsrail rejimi Ma'zuz Dellâl'in hangi sebepten öldüğünün ortaya çıkmaması için bedeni üzerinde otopsi yapılmasına bile izin vermedi ....en-Nakab çöl hapishanesinin Ensar - 3 bölümünde yatmakta olan Abdulkerim Kanazi adlı 24 yaşında bir Filistinli tutuklu 16 Eylül 1995'te çadırında ölü bulundu. İsrail kaynakları adı geçen tutuklunun bedeninde işkence izlerinin görüldüğünü bildirdiler. Verilen bilgilere göre Batı Yaka'nın Nablus şehrinden olan Abdulkerim Kanazi adlı genç, HAMAS mensubu olmaktan dolayı tutuklanmış ve bu yüzden üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. ....29 Ocak 1998 tarihinde Nidal Zekeriya Ebu Surur adlı bir genç uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti ve bu olay Batı Yaka'nın Beytlaham şehrinde birkaç gün süren çatışmalara yol açtı. ....1994'te uluslararası insan hakları kuruluşlarına mektup yazmasından dolayı tutuklanan ve Askalan cezaevine konulan Ahmed İbrâhim kendisine karşı, 100 saat sürekli sandalyede oturtma veya günde 20 saat sürekli ayakta durdurma, midesine ve omurgalarına yarım saat süreyle şiddetle bastırma gibi işkence metotlarının uygulandığını dile getirdi. Ahmed İbrahim maruz kaldığı bu işkencelerin kendisinde felçliğe veya kısırlığa yol açabileceğini dile getirdi. O bütün bu işkencelere rağmen sağ kalabilmişti. Demek ki hayatlarını kaybedenler çok daha korkunç işkencelere tabi tutulmuşlardı. ....1995'in Aralık ayı sonunda, 38 yaşındaki Yusuf es-Sirkeci adlı bir Filistinli Askalan cezaevinde tutulduğu 45 günlük süre içinde kendisine işkence yapılmasından dolayı sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye kaldırıldı. Yusuf es-Sirkeci'nin işkenceden dolayı böbreklerinden birinin işlevini kaybettiği bildirildi. Nablus'taki Halid ibnu Velid camisinin imamlığını yapan Yusuf es-Sirkeci 1992 yılı sonunda Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine sürgün edilen 415 Filistinlinin arasında yer almıştı. ....Zuheyr Libâde adlı 33 yaşında bir Filistinli de işkenceden dolayı bir bacağında kan toplanması ve böbreklerinden birinin işlevini yitirmesi üzerine Aralık 1995 sonunda Remle cezaevinin revirine kaldırıldı. Doktorlar Libâde'nin bacağında kan toplanmasının daha önce bir rahatsızlığından dolayı Bi'ru's-Sebu şehrindeki Suruka hastanesine kaldırıldığı sırada yatırıldığı divana sıkıca bağlanmasından ve uzun süre böyle bağlı kalmasından ileri geldiğini ifade ettiler. İşgal yönetimi 14 aydan beridir zindanda olan Libâde'yi 24 ay hapis ve üç bin dolar para cezasına mahkum etmişti. ....İsrail'in işkencesinden nasiplenenler sadece Filistinliler değil. Şubat 1998 başlarında "intihar saldırısı" hazırlığı içinde olduğu iddiasıyla tutuklanan ve hakkında soruşturma başlatılan Stewen Semirek adlı Alman Müslüman, kendisinin itirafları diye yansıtılan açıklamaların tümünün işkenceyle kabul ettirilmiş iddialar olduğunu söyledi. Almanya'nın ünlü Focus dergisi adı geçen Alman Müslümanla, tutuklu olduğu zindanla bağlantı kurarak bir telefon görüşmesi yaptı. Alman Müslüman Focus dergisine yaptığı açıklamada kendisine tutuklandıktan sonra: "Ya ölümü ya da önüne sürülen bu açıklamaları kabullenmeyi tercih edeceksin" şeklinde tehditte bulunulduğunu ve korkunç işkenceler yapıldığını, bu yüzden o açıklamaları kabullenmek zorunda kaldığını bildirdi. ...İşgal devletinin işkenceyle görevli elemanları, Batı Yaka'nın Beytlahm bölgesinden olan ve henüz 17 yaşında yani yasal yükümlülük yaşının altında bulunan Raid Mahlid el-Hımeri'yi kaldığı el-Meskubiye zindanında tek kişilik bir hücreye kapattılar. Üç gün süreyle onu burada bekleterek hiç kimseyle görüştürmediler. Sonra ŞABAK (Shin-Bet) elemanlarından sekiz kişi yanına girdi. Bu kişiler, el-Hımeri'yi önce ölümle tehdit ettiler. Sonra bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürdüler. Yaptıkları işkenceler neticesinde kendilerinin önceden hazırlamış oldukları bir ifade metninin altına imza attırdılar. el-Hımeri zorla ve işkenceyle imzaladığı ifade metnini hiç okuma fırsatı bile bulabilmiş değildi. Shin-Bet'in elemanları bu kadarını yapmakla da yetinmediler, el-Himeri'ye altına imza attığı ifade metnini daha sonra inkar etmesi durumunda kendisini aynı hücreye yeniden kapatacaklarını ve aynı işkenceyi yeniden yapacaklarını bildirdiler. Buna ek olarak kendileri aleyhine herhangi bir şikayette bulunmamasını ve mahkemenin ertelenmesini istememesini bildirdi, aksi takdirde daha kötü işkencelere maruz kalabileceğini söylediler. Raid Mahlid el-Hımeri'ye yapılan bu işkenceleri Uluslararası İnsan Hakları Dayanışma Örgütü gün yüzüne çıkardı ve onun bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürüldüğünü belgeleyen fotoğrafları da yayınladı. Adı geçen örgüt konuyla ilgili açıklamasında bu fotoğrafların, siyonist işgal devletinin işkencede nasıl sınır tanımadığını ve henüz çocuk yaşında kabul edilenlerin bile İsrail'in işkencelerinden nasiplerini aldıklarını açıkça gözler önüne serdiğini dile getirdi. ....İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanan Adnan Ebu Tubâne, kendisinin tutuklandığı tarihten itibaren oldukça uzun bir süre uyumasına engel olunduğunu ve bu esnada elektrik şokundan dayağa kadar akla gelebilecek her türlü işkence uygulamalarına maruz bırakıldığını dile getirdi. Ebu Tubâne'nin avukatı da müvekkilinin aşırı elektrik şokundan dolayı kafasında şiddetli ağrılar olduğunu bunun yanı sıra kollarında ve bacaklarında uzun süre bağlı kalmaktan ileri gelen şişmeler meydana geldiğini ifade etti. Avukat, müvekkilinin soruşturma esnasında 64 saat sürekli uykusuz bekletildiğini dile getirdi. ....Abdurrahman el-Ahmer adında bir başka Filistinli Shin-Bet elemanlarının kendisine, uzun süre masaya veya sandalyeye bağlamak, omuzlarına ağır şeylerle vurmak, iki üç saat gibi uzun süre sırtına basmak suretiyle işkence ettiklerini dile getirdi. İşkence bir insanlık suçudur...ortak olmayalım.
  11. ........ İsrail'in İşkence Uygulamalarından Örnekler ŞABAK (Shin-Bet) elemanlarının uyguladığı işkence Batı Yaka'nın el-Halil kentinden Abdussamed Hasan Selman Harizat'ın canını aldı. 30 yaşındaki Abdussamed, HAMAS'ın hücrelerinden birine başkanlık ettiği iddiasıyla 22 Nisan 1995 Cumartesi günü ŞABAK elemanları tarafından el-Halil'deki evinden alınarak el-Meskubiyye tutukevine götürüldü. ŞABAK elemanları onun istedikleri bilgileri vermediğini görünce özel işkence eğitimi almış mangalarını çağırdılar ve kendilerine Abdussamed'e işkence yapmaları için işaret ettiler. İşkence mangaları onu özel işkence odasına alarak kafasından ve vücudunun diğer yerlerinden şiddetle dövmeye başladılar. Bir süre sonra durumunun kötüleştiğini görünce Kudüs Hedâsâ Ayni Kârim hastanesine naklettiler. Abal Ele adlı bir ŞABAK subayı da Abdussamed'in evine gidip babasıyla görüşerek sadece annesinin ve küçük kardeşinin Abdussamed'i görmek için yanına gidebileceğini bildirdi. Annesi derhal küçük oğlu Abdullah'ı alarak el-Meskubiyye tutukevine gitti. Ancak oradaki ŞABAK görevlileri oğlunun Hedâsâ hastanesinde olduğunu söyleyerek derhal hastaneye gitmesini istediler. Annesi hastaneye gittiğinde Abdussamed şuurunu kaybetmiş bir halde yatıyordu. Buna rağmen elleri ve bacakları bağlı olduğu gibi başında da bir asker bekletiliyordu. Annesi gözü yaşlı bir şekilde oğlunu cennete uğurlamak üzere başında bekledi ve Abdussamed 25 Nisan Pazartesi sabah saat altıda ruhunu teslim ederek ömrünün baharında dünyaya veda etti. Abdussamed işkence altında hayatını kaybedenlerin ilki olmadığı gibi sonu da değildi. İşkence altında can veren diğer Filistinlilerin bazılarından aşağıda söz edeceğiz. İsrail rejimi işkence ile öldürülenlerin bazılarının intihar ettiğini ileri sürmüştü. Ancak uydurduğu yalanın ortaya çıkmaması için vücutlarında otopsi yapılmasına da müsaade etmemişti. Abdussamed'in de daha önce geçirmiş olduğu bir hastalıktan dolayı ölmüş olabileceğini iddia etti. Fakat bu kez Betselim İnsan Hakları Örgütü Abdussamed'in vücudunda otopsi yapılması için bastırdı ve bu amaçla Amerikalı bir otopsi uzmanını yapılacak işlemleri murakabe etmesi için davet etti. Derken otopsi yapıldı ve 28 Nisan Cuma günü geç saatlerde açıklanan otopsi raporlarında Abdussamed'in daha önce geçirmiş olduğu herhangi bir hastalıktan dolayı değil kafasından şiddetli bir şekilde dövülmesi sebebiyle öldüğü duyuruldu. Harizat'ın işkence sonucu öldüğünün otopsi raporlarıyla ispat edilmesine ve daha sonra İsrail yönetiminin bunu kabullenmesine rağmen işkence yapanlar hakkında soruşturma bile açılmadı. Çünkü işkenceciler bu işi kanunlara uygun (!)" olarak yapmışlardı ve haklarında soruşturma açılmasına mahal yoktu. Abdussamed de, intifadanın başladığı tarihten o güne kadar öldürülen kırka yakın Filistinli genç gibi yargısız bir şekilde ve üstelik bütün insanlığın reddettiği "işkence" metoduyla idam edilmişti. Avrupa ve ABD ise İsrail'deki ölüm mangalarının "işkence yoluyla idam" uygulamaları karşısında sessiz kalmayı, İsrail'in çıkarlarının korunması uğruna Filistin halkının ezilmesine göz yummayı tercih ettiler. ....
  12. ........... İşkence Sadece Soruşturma Esnasında mı Uygulanıyor? Belirttiğimiz üzere İsrail kanunları Shin-Bet (ŞABAK) elemanlarının Filistinlilere soruşturma esnasında işkence yapmalarına izin vermektedir. Ancak İsrail rejiminin adamları sadece soruşturma esnasında işkence yapmakla yetinmiyorlar. Soruşturmaları bitmiş ve haklarında mahkeme kararı açıklanmış kişilere de öldüresiye işkence yapıyorlar. Örneğin en-Nakab çöl hapishanesinin Ensar - 3 bölümünde yatmakta olan Abdulkerim Kanazi adlı 24 yaşında bir Filistinli tutuklu çadırında ölü bulundu. İsrail kaynakları adı geçen tutuklunun bedeninde işkence izlerinin görüldüğünü bildirdiler. Verilen bilgilere göre Batı Yaka'nın Nablus şehrinden olan Abdulkerim Kanazi adlı genç, HAMAS mensubu olmaktan dolayı tutuklanmış ve bu yüzden üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu durum İsrail'in işkenceyi sadece soruşturmalardan sonuç almak için değil doğrudan doğruya bir idam metodu olarak kullandığını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. ŞABAK Militanlarının İşkence Yetkileri Genişletildi İsrail işgal devletinin işkence uygulamalarına bizzat İsrail'deki bazı insan hakları kuruluşları bile karşı çıktı ve ŞABAK militanlarının işkence yetkilerinin kaldırılması için İsrail Yüksek Mahkemesi'ne başvurdular. Ancak mahkeme başvuruyu reddetti, işgal yönetimi de tam tersini yaparak ŞABAK militanlarının işkence yetkilerini artırdı. İsrail Yüksek Mahkemesi'ne 1994'ün sonuna doğru, iç istihbarat örgütü ŞABAK'ın elemanlarının Filistinli tutuklulara işkence yapmalarının yasaklanması için bir başvuru yapıldı. Ancak mahkeme açılan davayı reddetti. Mahkeme, söz konusu davayı açan İşkenceye Karşı Halk Konseyi'nin ŞABAK elemanlarının başvurduğu işkence metotlarından bazılarına itiraz için yeni bir dava açabileceğini açıkladı. Bu red olayından sonra İsrail hükümeti çıkardığı bazı hükümet kararlarıyla ŞABAK elemanlarının işkence yetkilerini artırdı. Bu durumda bazı işkence metotlarına itiraz için açılacak davaların da bir önemi kalmadı. Nitekim daha sonra bazı işkence metotlarına itiraz için açılan davalar da reddedildi. Örneğin yine İsrail Yüksek Mahkemesi, bir İsrail hukuk derneğinin Filistinlilere elektrik şoku verilerek işkence edilmesinin yasaklanması için açtığı davayı reddetti. İsrail genel savcısı bu davanın reddedilmesiyle ilgili açıklamasında, elektrik şokuyla veya diğer metotlarla yapılan işkencenin Filistinli savaşçıların planladığı birçok eylemin önüne geçtiğini ileri sürdü. İsrail Yüksek Mahkemesi, daha sonra mensuplarını bazı İsrail vatandaşlarının oluşturduğu "İşkenceye Karşı Genel Komite" adlı bir organizasyonun, İsrail iç istihbarat örgütü Shin-Bet elemanlarının işkencelerine maruz kalan İsa Ali Bettat adlı 24 yaşında bir Filistinli adına açtığı davayı da reddetti. Mahkeme başkanı Eharon Barak, Shin-Bet elemanlarının Filistinlileri birtakım itiraflara zorlamak için işkenceye devam edebileceklerini bildirdi. (alıntı)
  13. DTP'yi PKK'nın uzantısı olarak görenlere sürekli şunu söyledim;sadece uzantısı değil DTP, PKK'nın kendisi. PKK ise herkes için aynı anlamı ifade etmez.Kimi için gerilla kimi için terörist. DTP denilince tüm demoktarik hakları yerle bir eden,asalım keselim muhabbettine girenlere sadece "tahammül" diyorum. Kendi insanınıza tahammül...bu bir rica değil,bu yapılması gereken. DTP'yi,DTP'nin PKK ile ilişkisini sorgulurken sadece sonuçları değil nedenleri de yazalım. Bugün Kürt vatandaşları için hala PKK çözüm,hala DTP bir seçim.Kabul edin yada etmeyin. Rahatsız olabilirsiniz,özür dilerim ama rahatsızlığınız ve tahammülsüzlüğünüz benim için çok da önemli değil. Çünkü hak ve taleplerin yok sayıldığı,siyasi basiretsizliğin had safhada olduğu tıkanmış bir demokrasi de sadece DTP'yi eleştirmek affedilir değil. AKP ve diğerleri...demokrasi şahinleri,sizi ayakta alkışlıyorum...
  14. Sadece bir öneri olsa da oldukça ürkütücü İnsan yaşamı kutsaldır!
  15. Sevgili Dipnot, O kadar güzel bir duruşunuz var ki,kendi adıma çok teşekkür ederim.İnsan diyen,insana ait ortak olan acıları,sevinçleri aynı kertede değerlendirebilen bireylere o kadar çok ihtiyacımız var ki... Evet dostum, Ölenleri,öldürülenleri...tüm yaşananları geniş bir bakışta görebilmekı güneşi görmeye yeter. Sevgili Suheda,Bir Türk olarak....demiş.Ben de daha önce yada sonra Bir Kürt olarak...dedim,güneşi böyle gördüm... Sen-ben.......yaşadıkların-yaşadıklarım........ve akaibinde "hepimiz kardeşiz." Bir Kürt Olarak...Güneşi Gördüm... "-Sen Güneşi Gördüm'e gittin mi? -Hayır,gitmedim. -Nasıl gitmezsin,ya orada herşeyi ile Kürtler var!" Şu sıralar arkadaşlarımın dilinden düşmeyen,gitmediğimi söylediğim zaman "aaaaaaaaaaaaa" lar ile yanıt verilen filme,çok istemesem de "herşeyi ile Kürtleri,yani kendimi "görmek için gittim. ................... Tren yolculuğu ile başlıyor filmimiz.Kesik kesik de olsa köyünü boşaltmak zorunda kalan insanların acılarına tanıklık ediyoruz.Sonra "göç".Doğduğunuz topraklardan kopmak ,yabancı olduğunuz topraklarda tutunmak...Tutunamayanlar İstanbul da tutunanlar ise Norveç'te...tutanamayanların tren yolculuğu ile bitiyor filmimiz. Saatlerimi alan bir "Güneşi Gördüm"e dair söyleyeceklerim sadece bu. Ama bir Kürt olarak "Güneşi Gördüm" e dair söyleyeceklerim çok çok daha fazla. Abluka altına alınan mahallerimiz de sabaha kadar pencere önlerinde ölümü bekleyişimiz,güvenlik gerekçesiyle evinden,yurdundan edilenlerimiz,toprağından zorla koparılanlarımızın sahipsizliği,yoksulluğumuz.... Yaşadıklarımı "Güneşi Gördüm" de görmedim,"Güneşi Gördüm" de hatırladım.Filmin seyri artık beni ilgilendirmiyordu,eksik anlatılan,yanlış anlatılan temaya inat sadece yaşadıklarımı izliyordum o an hafızamda. "Biz nasıl topraklarımızı bırakıp gideriz,gittiğimiz yerlerde nasıl karnımızı doyururuz...?" "Taraf olamamanın ne demek olduğunu bilir misiniz siz...?" "Öldüren de bizler,öldürülen de..." "Kardeş kardeşi vurur mu...?" "Sen ölürsemn şehit,ben ölürsem terörist..." Okuyabiliyor musunuz bu cümleleri.Ben yüreğimle okudum. Ajitasyon mu diyeyeceksiniz yoksa kuru edebiyat mı? Demeyin,sakın bunu demeyin.Kendinizle çelişirsiniz. Çelişkiniz bir annenin askerde olan çocuğunun dağda olan çocuğuna öfkesinde patlar.PKK'dan kaçarken devlet tarafından mimlenen bir halkın acıların da patlar. Siz o çelişkileri yaşarken,kendi kardeşlerinize yabancılaşırken birileri bedel ödemeye devam eder. Sonra mı...sonra sıra size de gelir! ................... Ülke bir vücuttur.Vücudun hangi uzvunda bir acı başlarsa,bu acıyı aynı oranda olmasa da tüm vücut hisseder. Bu ülkenin Doğu'sun da çok bedel ödendi,çok can yandı.Acısını hepimiz hissettik. Kürt-Türk kardeştir dedik,kardeşliğimiz çıkarlarda,dengelerde ve öfkeler de sadece sloganlara dönüştü. Ne Türk olabildik gerektiğinde ne de Kürt. Adına ne koyarsanız koyun,Kürt sorunu diyeceğim kendi adıma,yaşanan sorunun en büyük sorumlusu işleyen sistem değil,bu sistemin çarkını döndüren,çarkına laf etmeyen bizleriz. .................. Sen-ben.......yaşadıkların-yaşadıklarım........ve akaibinde "hepimiz kardeşiz." Bir Kürt olarak...Güneşi Gördüm... Gördüğüm güneş ülkeme dairdi."Güneşi Gördüm" tanığım değildi,gördüğüm güneş kendimdi. sevgiler Sevgili Dipnot...
  16. Duygu sömürüsü mü? Hangi duygu sömürüsü?Yaşadıkları heryerde katledilişleri mi duygu sömürüsü,yoksa insan yerine koyulamayışları mı? Sizler duygu sömürüsü demeye devam edin,ben bir Kürt olarak hesabını sormaya devam edecğim.Tabi,yazılacak cevabımız yoksa savunma mekanizmaları hemen devreye girer,en basitinden "duygu sömürüsü" der,vicdan muhasebesini kendince es geçer.Doğal bir süreç yani sizlerin tepkisi. Zevk için kimse PKK ile mücadale etmiyordur,ama emin olun ki hesabı işleyenler "PKK'ya nefret kusan söylemlerinin" hemen sonrasında silahı kendi eliyle PKK'ya teslim ediyordur. Bir tiran düşünün;işine gelmeyince bir halkı çok rahat öldürebiliyor,onun yaşama hakkını egolarının tatmininde yoksayabiliyor...Ya Allah aşkına,bir kere olsun dönün aynaya,bakın ne diyor vicdanunız? Irak'ın bütünlüğü için savaşan bir Kürt halkının olabilmesi için,Irak sınırları içerisinde sahip çıkılan bir Kürt halkının olması gerekir... Çok ezbere cümleler,oldukça taraflı bir bakış...üzülüyorum adınıza. Evet,önce vicdan sonra empati demeliyiz galiba...
  17. Sevgili forumdaşlarım, İşkence insanlık suçu dedik,sonrasında bu insanlık suçuna susarak ortak olduk...ortak olmamak için,sistematikleşen işkenceyi hep beraber okuyalım.... İşkence ve İsrail İsrail işgal devleti işkenceyi kendi açısından hayati önem arz eden metot olarak görüyor. İsrail'in iç işkence mekanizması olarak bilinen Shin - Bet (ŞABAK)'ın genel müdürü General Ami Ayalon 1998'de konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak İsrail Yüksek Mahkemesi'ne sundu. General Ayalon raporda İsrail iç güvenlik teşkilatının Filistinlilere işkence yapmadan edemeyeceğini, Shin - Bet soruşturmaları açısından işkencenin zorunlu olduğunu ileri sürdü. İsrail, işkenceyi kanunlaştırmış bir rejimdir. İsrail'in hâlen yürürlükte olan kanunlarına göre iç istihbarat örgütü ŞABAK (Shin-Bet) elemanları Filistinli tutukluları itirafa, kendilerinden istenen bilgileri vermeye zorlamak amacıyla bedensel tacize yani işkenceye başvurabiliyorlar. ŞABAK elemanları bu haklarını (!) tabii ki sonuna kadar kullanıyorlar. İsrail'in ölüm mangaları olarak değerlendirebileceğimiz ŞABAK canavarlarının işkence uygulamaları altında çok sayıda Filistinli hayatını kaybetti. İşin gerçeğinde "işkence" İsrail'de bir idam metodudur. İsrail kanunları görünüşte idamı yasaklıyor. Ama "işkence" yoluyla insanların öldürülmesine müsaade ediyor ve bu tür ölümleri "işkencenin dozunun biraz fazla kaçırılması" olarak değerlendirerek bu konuda açılan dava dosyalarının üzerine kül serpiyor. Giyotini gaddar bir idam şekli olarak kabul ettiğini iddia eden Avrupa ve ABD ise İsrail'deki ölüm mangalarının "işkence yoluyla idam" uygulamaları karşısında sessiz kalmayı, İsrail'in çıkarlarının korunması uğruna Filistin halkının ezilmesine göz yummayı tercih ediyorlar. Normalde İsrail'in yazılı kanunlarında idam cezası bulunmamaktadır. Ama bilindiği üzere bu kanunlar sadece yahudiler için geçerlidir. Filistinlilere karşı ise idam cezası en vahşi şekliyle uygulanmaktadır. İsrail işgal devleti Filistinlilere yönelik idam cezalarını infaz konusunda iki farklı metodu kullanıyor: İç istihbarat örgütü olarak bilinen Shin-Bet elemanlarının gerçekleştirdiği işkence uygulamaları ve dış istihbarat örgütü olarak bilinen MOSSAD adlı cinayet şebekesine mensup elemanların gerçekleştirdiği suikastlar. İşgalci siyonistlerin işkencelerinden sadece büyükler değil çocuklar da pay alıyorlar. Çocuklara da en vahşi ve ********* metotlarla işkence ediliyor. İsrail kanunları Shin-Bet (ŞABAK) elemanlarının Filistinlilere soruşturma esnasında işkence yapmalarına izin vermektedir. Ancak İsrail rejiminin adamları sadece soruşturma esnasında işkence yapmakla yetinmiyorlar. Soruşturmaları bitmiş ve haklarında mahkeme kararı açıklanmış kişilere de öldüresiye işkence yapıyorlar. Shin - Bet genel müdürü General Ami Ayalon Shin - Bet soruşturmalarındaki işkencelere herhangi bir sınırlama getirilmemesini istedi. Ayalon, mahkemedeki bazı yargıçların itiraz ettiği işkence metotlarının kendileri açısından, soruşturmalarda sonuca ulaşabilmek için hayati önem taşıdığını, soruşturmayı yürütenlerin kuvvetli şüphelerin olduğu durumlarda gerekli bilgileri alabilmeleri için bu metotlara yani bedensel yönden aşırı derecede sarsılmaya yol açan ve ölüme kadar götürebilecek tehlikeli etkiler bırakan işkence metotlarına başvurulmasının zorunlu olduğunu ileri sürerek: "Şiddetli bedensel sarsıntıya yol açan işkence metodunu terk etmemiz mümkün değildir" dedi. İsrail vahşetinden pay alan çocuklardan biri. Siyonist vahşet zulüm ve işkencede çocuk büyük ayırımı yapmamaktadır. Filistinlilere işkence edenler sadece ŞABAK elemanları değil. Bunun yanı sıra işgalci askerler de çeşitli şekillerde bu insanlara işkence ediyorlar. İsrail ordusuna bağlı bir araştırma merkezinin, Batı Yaka bölgesinde görevlendirilmiş olan İsrail askerleri arasında gerçekleştirdiği bir araştırma sonucunda, bu askerlerin % 46'sının, insanlara akıl almaz derecede işkence ve bedensel taciz yapıldığına şahit oldukları ortaya çıktı. Araştırma sonuçlarına göre bu uygulamalar İsrail askerleri tarafından Filistinlilere karşı çoğunlukla önemli bir gerekçe gösterilmeden yapılıyordu. İsrail'deki insan hakları örgütlerinden Betselim'in Mart 1995'te yayınladığı bir raporda intifadanın başladığı Aralık 1987'den Şubat 1995'in sonuna kadarki süre içinde 35 Filistinlinin işkence altında hayatını kaybettiği ifade ediliyordu. Betselim'in verdiği bilgiler İnsan Hakları İçin Uluslararası Dayanışma Kurumu tarafından da doğrulandı. Şubat 1995'ten sonra işkence altında can verenlerin sayısı giderek arttı. İnsanlık tarihi boyunca idam cezaları çeşitli şekillerde uygulanmıştır. Ortaçağ Fransa'sında genellikle kiliselerin etkinliği altında olan mahkemelerin verdiği idam kararlarının infazı giyotin denilen aletle gerçekleştirilirdi. Günümüzde bu işlem bazı ülkelerde idama mahkum edilen kişinin asılması, bazı ülkelerde kurşunlanması, bazı ülkelerde elektrik şokuna tabi tutulması suretiyle gerçekleştiriliyor. İdam kararlarının infazında başvurulan daha başka metotlar da var. İsrail rejimi ise idam etmek istediği kişileri herhangi bir mahkeme kararına gerek duymadan ve üstelik işkence yoluyla idam etmeyi tercih ediyor. İsrail, işkenceyi yasaklayan tüm uluslararası anlaşmalara imza attığı halde, başta BM olmak üzere bu anlaşmaların uygulanmasını gözetleme görevini üstlenmiş uluslararası kuruluşlar işkenceyi yasallaştıran siyonist işgal rejimine hiçbir baskı yapmıyorlar. Filistinlilere işkence edenler sadece ŞABAK elemanları değil. Bunun yanı sıra işgalci askerler de çeşitli şekillerde bu insanlara işkence ediyorlar. Askerlerin tutuklama esnasında yaptıkları işkence ve aşağılama uygulamalarına bir diğer örnek. Uluslararası kurumların sessizliği işgalci siyonistleri bu konuda daha da cesaretlendirmektedir. Siyonist vahşetin mağdurlarından yine bir çocuk. Bu çocukların birçoğu askerlerin sokak saldırılarında kötü muameleye ve işkenceye maruz kalmaktadırlar. İsrail işgal devletinin bütün vahşi uygulamalarına karşı BM ve yan kuruluşları tarafından İsrail'e baskı yapılmadığı gibi söze gelir bir soruşturma yapılması ihtiyacı bile duyulmamaktadır. Bu yüzden işgal rejiminin işkenceleri sadece gönüllü insan hakları kuruluşları tarafından sorgulanmakta, onların hazırladığı raporlarla gündeme getirilmektedir. Fakat ne yazık ki bütün bu kuruluşların çalışmaları da İsrail işgal devletini vahşi işkencelerden alıkoymaya yetmiyor. ŞABAK işkenceleriyle ilgili raporlarda söz konusu örgütün elemanlarının tutukluları, uzun süre sert cisimlerin veya demir çerçevelerin üzerine oturtmak, bir buçuk metre derinliğinde ve yarım metre çapında fıçıların içine koyarak sabahın erken saatlerinden akşam geç saatlere kadar bu fıçılarda bekletmek, masura veya benzeri şeylerin üzerine oturtmak, husyelerinden bir yere bağlamak, aşırı derecede soğuk hava üfleyen vantilatörler karşısında saatlerce bekletmek suretiyle ve daha başka şekillerde işkence ettikleri dile getirildi. BM teşkilatının ve onunla bağlantılı insan haklarından sorumlu uluslararası kuruluşların suskunluğu, çağımızın güçlü ülkelerinin de destekleri ise siyonist işgal rejimine işkence ve vahşet konusunda cesaret kazandırmaktadır. Bu yüzden siyonist vahşet işkence konusunda günden güne daha da ileri gitmekte, çocuk yaştakilere bile vahşi işkenceler yapmaktadır. İsrail Yüksek Mahkemesi, şimdiye kadar çeşitli insan hakları kuruluşlarının işkencenin yasaklanması için açtıkları davaların tümünü reddetti. İsrail Yüksek Mahkemesi'nin bu red kararları işkencenin siyonist işgal devletinin anayasasına da uygun olduğunu gösteriyor. Üstelik İsrail yasaları, Filistinlilere herhangi bir suçlamadan dolayı değil, sadece bilgi alınabileceği ön yargısına veya zannına binaen işkence yapılmasına da izin veriyor. Bu ise insan haklarıyla ilgili tüm uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu gibi hukukun uluslararası ilkelerinden sayılan "beraeti zimmet esastır" prensibine de ters düşmektedir. Uluslararası Diyalogu ve Demokrasiyi Geliştirme İçin Girişim Kurumu (MIFTAH) Filistinli tutuklulara işkence eden İsrailli sorumluların sorgulanması için bir uluslararası ceza mahkemesi kurulması talebinde bulundu. Söz konusu bildiride ayrıca İsrail işgal devletinin işkence kurumu gibi çalışan Shin-Bet (ŞABAK) adlı örgütünün Filistinli tutuklular üzerinde uyguladığı vahşi işkenceler hakkında hazırlanan bazı raporlara ve bu raporların bazı bölümlerinin İsrail gazetelerinde yayınlandığına da dikkat çekildi. Bu raporlardan biri de İsrail devlet müfettişi Meryem ben Burat'ın 1988-1992 yılları arasındaki incelemelerine dayanan raporu. Bu raporda, uygulanan vahşi işkencelerden çeşitli örnekler sunuluyor. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International)'nün hazırlayıp yayınladığı bir rapora göre İsrail işgal devleti Doğu Kudüs, Batı Yaka ve Gazze'yi işgal ettiği 1967 tarihinden buyana 700 bin Filistinliyi tutukladı ve bunların % 90'ına işkence etti. İsrail zindanlarına giren Filistinlilerden seçilen 477 kişi üzerinde Dr. Kute adında bir bilim adamının öncülüğünde özel bir araştırma yapıldı. Bu araştırma sonucunda, seçilenlerden % 95,8'inin işkence gördüğü tespit edildi. Araştırma için seçilenlerin % 92,9'unun aşırı soğukta tutulduğu, % 76,7'sinin aşırı sıcağa maruz bırakıldığı, % 91'6'sının uzun süre ayakta tutulduğu, % 68'1'inin boğazlarının sıkıldığı ve boğulmakla tehdit edildikleri, % 77,4'ünün uzun süre aç bırakıldıkları, % 86'sının uzun süre tek kişilik hücrelere kapatıldıkları, % 71,5'inin uzun süre uykusuz bırakıldıkları, % 81,6'sının şiddetli şekilde etlerinin sıkıldığı, % 94,8'inin sözlü hakaretlere uğradıkları, % 90,6'sının değişik şekillerde tehdit edildikleri, % 70,2'sinin başkalarına yapılan işkenceyi seyretmek zorunda bırakıldıkları, % 66'sının haya yerlerinin sıkıldığı, % 13,4'ünün zararlı gazları teneffüs etmeye zorlandıkları, % 9,5'inin de başta elektriğe verme olmak üzere daha başka işkence uygulamalarına maruz bırakıldıkları tespit edildi. Ayrıca bunlardan % 28,1'ine kendi yakınlarının gözlerinin önünde işkence edildiği, % 27,9'unun eşlerine ve annelerine cinsel tecavüzde bulunulacağı tehdidinin yapıldığı, % 44,9'unun yakınlarının yanında dövüldüğü tespit edildi. İsrail'in işkence uygulamalarından sadece işkence görenler değil, onların aile fertleri de ciddi şekilde olumsuz etkilenmektedirler. Ayrıca siyonistlerin işkence uygulamaları sadece bedensel işkencelerden ibaret kalmıyor, psikolojik işkence de önemli yer tutuyor. Bu işkencede kundaktaki bebeklere kadar bütün herkes hedef alınabiliyor. İsrail: İşkenceyi Kanunlaştıran Devlet İsrail, işkenceyi kanunlaştırmış bir rejimdir. İsrail'in hâlen yürürlükte olan kanunlarına göre iç istihbarat örgütü ŞABAK (Shin-Bet) elemanları Filistinli tutukluları itirafa, kendilerinden istenen bilgileri vermeye zorlamak amacıyla bedensel tacize yani işkenceye başvurabiliyorlar. ŞABAK elemanları bu haklarını (!) tabii ki sonuna kadar kullanıyorlar. İsrail'in ölüm mangaları olarak değerlendirebileceğimiz ŞABAK canavarlarının işkence uygulamaları altında çok sayıda Filistinli hayatını kaybetti. Tabii bu uygulamalar kanuna göre yapıldığından ölümler de bir tür "iş kazası" olarak görülüyor ve bu olaylardan dolayı kimse hakkında soruşturma açılmıyor. İsrail'deki insan hakları örgütlerinden Betselim'in Mart 1995'te yayınladığı bir raporda intifadanın başladığı Aralık 1987'den Şubat 1995'in sonuna kadarki süre içinde 35 Filistinlinin işkence altında hayatını kaybettiği ifade ediliyordu. Betselim'in verdiği bilgiler İnsan Hakları İçin Uluslararası Dayanışma Kurumu tarafından da doğrulandı. Şubat 1995'ten sonra işkence altında can verenlerin sayısı giderek arttı Shin-Ben Genel Müdürü: "İsrail İşkence Yapmadan Edemez" İsrail işgal devleti işkenceyi kendi açısından hayati önem arz eden metot olarak görüyor. İsrail'in iç işkence mekanizması olarak bilinen Shin - Bet (ŞABAK)'ın genel müdürü General Ami Ayalon 1998'de konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak İsrail Yüksek Mahkemesi'ne sundu. General Ayalon raporda İsrail iç güvenlik teşkilatının Filistinlilere işkence yapmadan edemeyeceğini, Shin - Bet soruşturmaları açısından işkencenin zorunlu olduğunu ileri sürdü. General Ayalon, bu raporu Yüksek Mahkeme'nin 20 Mayıs 1998 Çarşamba günü düzenleyeceği ve işkence metotlarının tartışılacağı toplantıya bilgi vermek amacıyla hazırlamıştı. İsrail işgal rejimi bazı uluslararası insan hakları kuruluşları ve BM yetkilileri karşısında da Filistinlilere işkence yapıldığını itiraf etti. Shin - Bet genel müdürü General Ayalon'un aşırı bedensel sarsıntıya yol açan işkence tarzlarına sadece kuvvetli şüpheler olması halinde başvurulduğunu iddia etmesine rağmen konuyu yakından inceleyenler çok basit şüpheler ve iddialar üzerine de bu tarz işkencelere başvurulduğuna dikkat çekiyorlar. (alıntı)
  18. Çok sevindim hocam,çok teşekkür ederim.Öğrencilerimizin hepsine kocaman sevgiler.
  19. Evet,tam kendisi.Felsefe öğretmeni,Adıyamanın yüreği...sizi kıskandım Vakti geldi ayrılığın ne yapsak boş Kurtulamaz bu sevda bu amansız rüzgardan Anla beni geçmişteki günlerimiz Birer birer hayal oldu Birer birer yalan Gözlerindeki yaşı sil canım Beni burda bırak git Gereksiz artık anlamı yok sözlerin Bu aşk gömülmeli Oysa senle çok zamanlar paylaşırdık Acıları umutları hiç usanmadan Yüreğimde saklı kalan anılarla Gidiyorum bu şehirden sevdiğim hoşçakal Gözlerindeki yaşı sil canım Beni burda bırak git Gereksiz artık anlamı yok sözlerin Bu aşk gömülmeli ........ benim de ilk dinlediğim şarkısıydı...
  20. Yangınlar, ***** fakları, Korku çığları Ve irin selleri, aç yırtıcılar, Suyu zehir bıçaklar ortasındasın. Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan Bir cana bir de başa Seher vakti leylim -leylim Cellat nişangahlar aynasındasın. Oy sevmişim ben seni... Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu! He canım... Çiçekdağı kıtlık, kıran, Gül açmaz, çağla dökmez. Vurur alnım şakına Vurur çakmaktaşı kayalarıyla Küfrünü, Medetsiz, Munzur. Şahmurat Suyu kan akar Ve ben şairim. Namus işçisiyim yani Yürek işçisi. Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş, Ne salkım bir bakış Resmin çekeyim, Ne kınsız bir rüzgar Mısra dökeyim. Oy sevmişem ben seni... Ve sen daha demincek, Yıllar da geçse demincek, Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm, Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim, Yaran derine gitmiş, Fitil tutmaz, bilirim. Ama hesap dağlarladır, Umut, dağlarla. Düşün, uzay çağında bir ayağımız, Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri Düşün, olasılık, atom fiziği Ve bizi biz eden amansız sevda, Atıp bir kıyıya iki zamın Yarının çocukları, gülleri için Herbirinin ayvatüyü, çilleri için, Koymuş postasını, Görmüş restini. He canım, Sen getir üstünü. Uy havar! Muhammed, İsa aşkına, Yattığın ranza aşkına, Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü! Benim de boş yanım hançer yalımı Ve zulamda kan-ter içinde, asi, He desem, koparacak dizginlerini Yediveren gül kardeşi bir arzu Oy sevmişem ben seni... Ahmed Arif...
  21. Mülteci Sayısı Artıyor, Göç Önlemleri de Artıyor Ülkelerindeki olumsuz koşullara boyun eğmek yerine daha iyi bir dünya düşü kuran tüm mültecileri cesaret ve dirençlerinden dolayı kutlayalım, bu konu üzerinde düşünme ve yapabileceklerimiz konusunda harekete geçelim. 20 Haziran 2008, Cuma 20 Haziran tarihi, yıllar boyu Afrika Mülteciler Günü olarak kutlanırken 2000 yılından beri Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından Mülteciler Günü olarak kutlanmaktadır. Amaç evlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin yaşadıkları sorun ve koşulları görünür kılmak ve umut yolculuğuna çıkan mültecileri direnç ve cesaretlerinden dolayı onurlandırmaktır. BMMYK 2007'de yabancı ülkelere göç eden veya kendi ülkesine göçe maruz kalan mülteci sayısının 25,1 milyona ulaştığını açıkladı. 2001 ile 2005 tarihleri arasında yaşanan düşüşün ardından BMMYK’nın ilgilendiği mültecilerin sayısı 2006'dan sonra büyük artış gösterdi. 2007'de toplam 647 bin kişi iltica talebinde bulundu. Bu da son dört yıldan bu yana ilticacıların sayısının ilk kez arttığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2007 yılı verilerine göre sığınma başvurularında ilk beş kaynak ülke sırasıyla şöyle: Irak (45 bin 200), Rusya Federasyonu (18 bin 800), Çin (17 bin 100), Sırbistan (15 bin 400) ve Pakistan (14 bin 300). Iraklılar dışında sığınma talebinde bulunan milletler arasında gözle görülür bir artış, yüzde 87 ile Pakistanlılar, yüzde 47'yle Suriyeliler ve yüzde 43'yle Somalililer arasında yaşandı. Sığınma başvurularının yarısı Asya’dan (Orta Doğu da dahil) yapıldı. Yapılan başvuruların yüzde 21’inin kaynağı olan Afrika, ikinci en önemli kaynak kıta oldu. Bunu yüzde 15’le Avrupa, yüzde 12’yle Latin Amerika ve Karayipler ve yüzde birle Kuzey Amerika takip etti. Bu istatistikler sığınma olgusunun yaşandığı ülkelerin savaşlar, çatışmalar, yoksulluk vb. bir arada olduğu ülkeler olduğunu göstermektedir. Sığınma da ekonomik göç yolunu izliyor Genellikle çatışmaların sürdüğü, yoksulluğun yoğun olduğu gelişmekte olan olarak adlandırılan ülkelerden gelişmiş ülkelere olan göç ve sığınma akımı hem ekonomik göç hem de sığınma durumu için benzerdir. Çünkü ülkenizde muhalif bir gruptan iseniz bunun getirdiği tehditler içinde ekonomik kayıplar da söz konusu olabilmektedir. Yani iltica yolunun büyük ölçüde ekonomik göç yolunu izlediği görülmektedir. Ayrıca farklı ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlık, borç yükü, gelir dağılımı eşitsizlikleri büyük ölçüde siyasi yönetim krizleri, istikrarsızlıklar ve çatışmalar doğurmakta ve bu da başka ülkelerden sığınma isteme yolunu da açmaktadır. BMMYK’nın 2007 yılı verilerine göre mültecilerin iltica için gittikleri temel ülkelerin ABD, Güney Afrika, İsveç, Fransa, İngiltere, Kanada ve Yunanistan olması da bu konuda iyi birer örnektir. Ancak çoklu nedenlere dayalı olarak ortaya çıkan göç olgusuna kalıcı çözümler üretmek yerine ceza verme anlayışına doğru yönelindiği görülmektedir. Göçe hümanist yaklaşım yerine ceza yaklaşımı 2008 yılında bu özel güne ilişkin olarak gelişmelere bakıldığında AB üyesi ülkelerin yasadışı göç yoluyla Avrupa’ya gelen ve “yasadışı göçmen” olarak adlandırılan gruba ilişkin cezai yaptırımlar ve caydırıcı önlemleri içeren düzenlemeleri kabul ettiği görülmektedir. Bu yeni düzenlemeye göre ülkeye yasadışı olarak giren ve yasal gereklilikleri yerine getirmeyen göçmenler için gözaltı merkezleri ve hapis sistemi öngörülmektedir. Yasadışı göçmen kategorisi içinde ekonomik amaçlı olarak illegal bir şekilde ülkeye giriş yapmış olanların yanısıra sığınma arayan kişiler de bulunmaktadır. Yasadışı bir şekilde ülkeye giriş ise mültecilik koşullarından kaynaklanan çatışma ortamı, evini ve ülkesini hazırlıksız bir şekilde terk etme ve yaşamlarına yönelik bir tehdit algısı karşısında ani çıkılan umut yolculuğu durumuyla ilişkilidir. Dolayısıyla doğrudan mültecilik olgusunun doğasıyla ilişkilendirebileceğimiz durumlar yasadışı göç eylemini oluşturmaktadır. Uluslararası hukuka göre insanların zulüm karşısında başka bir ülkeye sığınma hakları bulunmaktadır ve devletler bu hakkı uygulama konusunda hassas davranmalıdır. Ancak cezai yaptırım uygulanması anlayışıyla sorunları çözme yaklaşımı göç konusunda gelinen nokta açısından oldukça trajik bir durumdur. Sığınma durumu kişinin isteği dışında ırkı, dini, milliyeti, politik düşünceleri ve herhangi bir sosyal gruba üyeliği nedeniyle ülkesinde yaşama olanağı kalınmayan durumlarda zorunlu olarak başvurulan bir durumdur ve bu anlamda özel bir yerde durmaktadır. Bugünkü duruma bakıldığında dünya çapında devam eden yaklaşık 30 aktif çatışma ve savaştan bahsedilmektedir. Savaşların yarattığı yerinden edilme durumu kitlesel sığınmacı ve mülteci göçüne yol açmaktadır ve savaşlar devam ettiği sürece mülteci sayılarındaki artışlar da devam edecektir. Ülkelerindeki olumsuz koşullara boyun eğmek yerine daha iyi bir dünya düşü kuran, zorlu ve travmatik yerinden edilme durumu yaşayan, direnen ve yeni bir ülkede yeni bir yaşam kuran tüm mültecileri cesaret ve dirençlerinden dolayı kutlayalım ve işin bize düşen kısmı olan bu konudaki farkındalık arttırma, bu konu üzerinde düşünme ve yapabileceklerimiz konusunda harekete geçelim.(SB/EZÖ) * Sema Buz, Hacettepe Üniversitesi MÜLTECİLERİN YAŞADIĞI DRAMLARA DUYARSIZ KALMAYALIM...
  22. Öyle anlar vardır ki;yazmak istersiniz,kaleminiz kırılır,yazamazsınız. Öyle anlar vardır ki;haykırmak istersiniz kendinize dairleri,sesiniz kısılır,susarsınız...o anlardan biri;kitap okuyamayacak kadar yorgunum.Kafamdan geçenleri haykıramayacak kadar suskunum...sadece ezgilere sığınıyorum. İşte bunlardan biri...Nurettin Rençber! Eski yar eski yara Sızlıyor eski yara Yenisinden fayda yok Varıp gidem eski yara Eski yardan eski yardan Geçilmez eski yardan Yenisiyle gönül eyle Yare kalsın eski yardan Eski yara eski yara Kapanmaz eski yara Sinesine sürer mi Geri dönsem eski yara Eski yardan eski yardan Gerçek sözler eski yardan Ben yareyim sen derman Kes umudu eski yardan Eski yar eski yara Kalbimde eski yara Yüzlerce güzel var da Hasretim ben eski yara dinlemek istiyorsanız,sadece tıklayın Web Siteme Git
  23. Sevgili Direniş,İlkay Akkaya benim içinde gerçekten çok özel.Canımdır,ablamdır.Onun sesiyle büyüdüm,onun duruşuyla düşündüm....26 Nisan Pazar günü,Kadıköy'de sevenleri ile buluşacak kendisi.Maalesef orada olamayacağım.Orada olmasam da ısrarla benim dediğim Adıyaman türküsnü aynı gün telin diğer ucundan haykıracağım. İlkay Akkaya sadece güzel bir ses değil,aynı zamanda kocaman bir yürek...ben teşekkür ederim.Bu türkü sadece sana gelsin... Web Siteme Git Adıyaman yolu yaman Vay vay yavrucağım Aman aman yavrucağım Dön gel dayanamam Sesimi duy ver elini Kalk gidek dağlara Tütün kokan ovalara Dön gel dayanamam Adıyaman yolu duman Vay vay yavrucağım Tay tay yavrucağım Dön gel dayanamam Gözlerin nereye bakar Gör gör yavrucağım Sana neler alacağım Dön gel dayanamam ..
  24. AB, "Kopenhag kriterleri elden gitti mi" telaşında. Düğmeye basan, Washington Post'un 2 Kasım'daki manşeti. Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü'nün (CIA) yakaladığı terör zanlılarını, halen bir Doğu Avrupa ülkesindeki gizli merkezde sorguladığını ve bu merkezin benzerlerinin son yıllarda başka Avrupa ülkelerinde de işletildiğini duyuran haber doğruysa, AB'ninki yerinde bir telaş. Zira, bu gizli merkezler hangi gerekçeyle kurulmuş ve nasıl kullanılıyor olursa olsun, Sovyet dönemindeki "gulag" sistemini çağrıştıran hukuk dışı bir yanları var. Gizliliğin, "yasaların denetiminden uzaklık" ile eş anlamlı olduğuna; bu merkezlerdeki sorgu ve tutukluluk koşullarının, ABD sınırları içinde "illegal" sayılacağına; Avrupa özelinde ise, hem ilgili ülkelerin yasalarının, hem de Kopenhag Kriterleri'nin çiğnendiğine pek kuşku yok. AB de şimdi bu konuda 25 üyesi ile Türkiye dahil 4 aday üyesini dürtüklüyor. Avrupa Komisyonu'nun adalet ve içişlerinden sorumlu sözcülerinden Friso Roscam Abbing, 29 ülkenin hükümetlerinden açıklama beklediklerini bildirdi. Avrupa Konseyi'nin İnsan Hakları Komiseri Alvaro Gil-Robles ise, daha yüksek perdeden konuşarak, iddiaların aktif biçimde soruşturulmasını istedi. "Kara tesisler" Deneyimli gazeteci Dana Priest'in, adı saklı ABD'li yetkililere dayandırdığı haber, Bush yönetimince yalanlanmadı. CIA'nın yakaladığı bazı El Kaide üyelerini sorgulanmak üzere Mısır, Ürdün ve Fas'ın istihbarat yetkililerine teslim ettiği zaten önceden biliniyordu. Ayrıca Tayland'da ve Guantanamo'da tutukluları bizzat CIA görevlilerinin sorguladığı birer merkezin bulunduğu Amerikan basınına yansımış ve söz konusu iki merkez, biraz da bu haberler sayesinde kapatılmıştı. Priest'in haberinde yeni olan ve ABD yetkililerince zımnen doğrulanan unsur ise, bazı Doğu Avrupa demokrasilerinin de bu merkezlere evsahipliği yapması. Haberde, ilgili ülkelerde sadece devlet/hükümet başkanları ile istihbarat örgütü şeflerinin bilgisi dahilinde işletilen bu merkezlerin ABD Kongresi'nce finanse edildiği, ancak Beyaz Saray'ın talimatı sonucunda, Kongre'nin konuyu açık oturumlarda ele almadığı belirtiliyor. Amerikan gizli belgelerinde "black sites" (kara tesisler) diye adlandırılan bu merkezlerde, CIA görevlilerinin her türlü dış denetime kapalı koşullarda sorgu yaptıkları; tutukluluk halinin süresiz ve savunmasız devam ettiği de haberden anlaşılıyor. "Hesabı verilir" Washington Post, bu merkezlerin bulunduğu Doğu Avrupa ülkelerini, ABD'li yetkililerin talebi üzerine gizli tutuyor. Ancak Human Rights Watch örgütünün Washington Bürosu, CIA uçaklarının uçuş bilgilerine ulaşarak "kara tesislerin" olası ev sahiplerinin Polonya ve Romanya olduğunu saptadığını açıkladı. Amerikan resmi tepkisi ise, Başkan Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley'den geldi: "Bu tür tesislerimizin olduğunu varsaysak bile, bunların gizliliği, buralarda (yasadışı uygulamaların) hoş görüleceği anlamına gelmez... İlkeleriniz, asıl kimse size bakmazken yaptıklarınızla sınanır. Başkan, gizli ya da açık her ortamda aynı ilkelerin uygulanmasında ısrarlı. Bu ilkelere uymayanlar, hesabını verir ve sorumlu tutulurlar." Meali şu: "CIA görevlileri yurtdışındaki gizli merkezlerde sorgu yapıyor olabilir, ama Başkan'ın terör zanlıları dahil bütün tutuklulara işkenceyi yasaklayan genelgesi bu gizli merkezlerde de geçerlidir. Buralarda işkence yapılırsa, yapanlar yargılanır." Bu argüman, "Atlantik aşırı işkence" şüphesini ortadan kaldırır mı? Yasalardan kaçarak kurulan denetimsiz merkezlerde işkence yapılmayacağının güvencesi ne olabilir? Hadley'nin "ilkelerin kimse bakmazken sınanması" üzerine söyledikleri, ahlakın temeline işaret ediyor ama, bu temeli Bush yönetiminin sicili ile bağdaştırmak zor. Cheney'nin talebi Bir kere, işkencenin tanımını alabildiğine daraltma yanlısı, sorgulanana boğulma hissi veren "water-boarding" yöntemini bile mubah sayan bir yönetim bu. (Water-boarding konusunda, 24 Ocak 2005'te bu sütunda yayımlanan yazıma bakabilirsiniz.) Dahası, Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin, CIA görevlilerini işkence yasağından muaf tutma talebi var. Cheney, geçen hafta Cumhuriyetçi senatörlerle yaptığı toplantıda, "CIA görevlileri bu kurallara tabi olursa, terörü önleyemeyiz" demiş. Değindiği kurallar, ABD Senatosu'nda 9'a karşı 90 oyla kabul edildi ve tutuklulara "zorba, insanlık dışı ve alçaltıcı" muamele yapılmasını, her şart altında yasaklıyor. Eğer Cheney istediği "muafiyeti" Kongre'den kopartamazsa, Bush, bu kuralların da eklendiği askeri harcama yasasını veto edebilirmiş. Bunları tartışan bir başkentin, üzerindeki "gulag" gölgesinden kurtulması kolay değil. ....YASEMİN CONGAR(Atlantik aşırı işkence!)
  25. -http://www.timsah.com/grup-kizilirmak-ilkay-akkaya-ah-sensiz-orjinal/n0V0TTS6sH5- Günes kusmus salkimiyor Ah sensiz zerdali güzeli gözlerinle bak bana Keder es oldu yenemiyorum ah sensiz Baldan tatli sözlerinle gül bana Diken sarmis güllerimi deremiyorum gülden nazik ellerini uzat bana Günes kusmus salkimiyor Ah sensiz zerdali güzeli gözlerinle bak bana Keder es oldu yenemiyorum ah sensiz Baldan tatli sözlerinle gül bana Hasret yanar gecelerim ah sensiz Davran gülüm esen yel ol gel bana
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.