mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
Tuzla'da Yine Ölüm
Tuzla’yı görmek Köşe yazarlığının kolay tarafı bu işe soyunmuş olanların bir süre sonra her konuda fikir söyleme meşruiyetlerinin doğması ve işin tehlikeli yanı onların da kendilerini her konuda anlamlı fikir sahibi sanmalarıdır. Bu psikolojik tuzağın uç noktasında ise, okuyucunun kendi görüşlerini ‘beklediğini’ sanan ve her yazısını yeni kostümüyle sahneye çıkan deneyimli star havasıyla yazanlar bulunur. Diğer taraftan bütün köşe yazarlarını hastalanma süreci içindeki hafif psikopatlar olarak resmetmek hakkaniyetli olmaz. Söz konusu algılamanın dışında duranlar ise genellikle kendilerini belirli konulara sınırlayarak bunu becerirler. Bu nedenle köşe yazarlığının kritik dengesi yaşanmakta olan olaylarla, bizlerin ilgilendiği olaylar arasında kurulur. Köşe yazarı her konuyla ilgilenmediği gibi, ilgilenmediği konuyu da görmezden gelebilir. Bu açıdan rahat bir meslek dalıdır... Bir yandan sırf aynı konuları yazdığınız için sıradan okuyucudan biraz daha fazla olan bilgi parçacıklarını daha ‘derinlikli’ gözüken bir değerlendirmeye oturtabilirsiniz. Öte yandan da yine sırf aynı konuları yazdığınız için okuyucunun sizden beklentisi bir süre sonra standartlaşır ve bakışınızı kimlikleştiren bir algıya dönüşür. Belki de esas rahatlatıcı olan budur... Çünkü kimliklerimizin buharlaştığını hissettiğimiz oranda sarıldığımız cemaatsel kimliklerin karşısında, kişiliğimizden hareketle ürettiğimiz ve giderek ‘kendimize’ mal ettiğimiz bir sahne kimliğimiz vardır artık... Böylece köşe yazarı modernliğin aktörü olarak işlevselleşir. Cemaatler adına konuştuğu zaman bile o bir ‘bireydir’... Ne var ki Türkiye gibi cemaatsel temel üzerinde oturan ve toplumu üretmekte zorlanan ülkelerde, sözün sınırı da çoğu zaman ait olduğunuz cemaatin sınırında biter. Gerçekte herkes ‘öteki’ cemaat üzerine yazar ama aslında herkes kendi cemaatine konuşur. Dolayısıyla köşe yazarı denen kişilerin epeyce büyük bir çoğunluğu da aslında hiç bilmedikleri bir konuyu biliyormuş gibi yazan, ve yazdıkça kendi cemaatleri tarafından bilirkişi addedilen sahne aktörleridir. Cemaatçi kültürler ‘ötekinin’ sosyal açıdan tanınmadığı, ideolojik açıdan ise korkulduğu ve uzak durulduğu ayrımlaşmalar üzerine oturur. Bu nedenle köşe yazarından beklenen ‘ideolojik’ gözlem üretmesi ve bununla dışımızdaki sosyalliğin açıklanabilmesidir. Kısacası toplum olamayan ‘milletler’ cehaleti bir yaşam biçimi haline getirirler ve köşe yazarlarını da bu öğretinin guruları olarak kullanırlar... Bu yapısal anlayış sonuçta ‘insanın’ ötelenmesine, göz ardı edilmesine, anlamsız hale gelmesine neden olur. Çünkü kimse sadece ‘insan’ olamaz... Kişiliğinizi şişiren bu çatışma ortamında ansızın karşınıza gelen salt insani durumlar karşısında, işte bu nedenle şaşırırsınız. Ne yapacağınızı, konunun neresinden tutacağınızı bilemezsiniz. Tuzla’da sekiz ay içinde 100’e yakın insan ölmüş... Yetkilileri göreve çağırabilir, uluslararası standartlardan dem vurabilir, eğitim ve denetim eksiğini vurgulayabilirsiniz. Ama bunlar basmakalıp önermelerdir... Sanki ölen insanların basmakalıp olmasına karşılık gelsin diye, sizin önerileriniz de içinize sinmeyen bir vasatlığı yansıtırlar. Asıl söylenecek şey ise o denli acıdır ki sizin bir an için de olsa sahneden inmenizi, sıradan ‘insan’ olmanızı gerektirir. Söylenecek olan yaşanan olayın hepimize yayılan, hepimizi içine alan bir yapısal aptallık ve ondan da öte ‘gayri insanilik’ olduğudur. Modernleşemeyen bizlerin sahte cemaatçi kabuklar altında gizlenip, Tuzla’daki çaresiz insanlara nasıl modernizmin gayrimeşru çocukları muamelesi yapabildiğimizi, içimizdeki insanı göremeyecek kadar nasıl sahteleştiğimizi itiraf etmeyi gerektirir. Ama bazısı sözün içini acıttığı, sözün dönüp kendisini vurduğu bu olay karşısında kabuğuna çekilir... Çoğu ise birkaç ‘insan’ için sahneden inmeye tenezzül etmez, kostümünün altından o herkesin bildiği ama kendisinin görülmediğini sandığı sahteliğin sızacak olmasından rahatsız olur. O nedenle medyamız Tuzla’yı görmekte zorlanıyor... Birbirimizi ‘insan’ olarak algılayamadığımız için, sanki dünyada hâlâ insanların var olduğuna şaşırıyor ve ölmelerini de o kadar yadırgamıyoruz. Etyen Mahçupyan
-
Ergenekon: Biraz da gülelim!
Validen taraf olmak mı?Hayır,güpegündüz öldürülen,ölümü önceden haber verilen herhangi bir vatandaşı nedense koruyamayanlardan medet mi umacağım.Asla!
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Ve Kürtler kimdir sorusuna,belki zamanınız yoktur diye bir alıntı ile cevap vereyim! -------------------------------------------------------------------------------- ''Kürtler Kimdir? Kürt İsminin Kökeni... Kürtler, Ortadoğu’nun en eski halklarından olup Toros dağlarından Zagros dağlarına kadar uzanan coğrafyada yaşayan ve Hint-avrupa dil grubuna ait bir dil konuşan halkdır. Yaşadıkları coğrafyanın adı tarihsel olarak Kürdistandır, başka bir tanımla ise kuzey Mezopotamya da denilebilir. Tarihi kaynaklar Kürtlerin tarihini 5000 yıl geriye götürmektedir. Etimoloji “Kürt” isminin kaynağı tarihsel olarak çok eskilere dayanmaktadır. Bazı araştırmacılara göre Kürt teriminin temelinde KUR kelimesi yatmakta olup Sümer kökenlidir. Sümerce'de KUR, dağ demektir. Tİ eki aidiyeti ifade eder. Böylelikle KURTİ kelimesi dağın halkı anlamına gelmektedir. Bu ismin geçmişi M.Ö. 3000'lere kadar dayanmaktadır. Kürdistan coğrafyası bilindiği gibi dağlık bir bölgedir. O çağlarda insanlara coğrafyalarıyla veya yaşam tarzlarıyla bağlantılı adlar verilirdi. Kürtlerinde işte bu dağlık coğrafyada binlerce yıldır yaşamasından dolayı bu adı almış oldukları ileri sürülmektedir. Sümercedeki KURTİ adı, Greklerede 2200 yıl önce Kurdienne (Kürt memleketi) diye geçmiştir. The Name Kurd And İts Philological Connections adlı yazısında Driver, listesini yazıtlardan çıkardığı Kurti, Karda, Karduk, Gord, Kord, Cardakes, Cyrtii, vd gibi sonekleri farklı dillere göre değişse de hepsi ortak bir krd/krt öğesi içeren tüm bu adların aynı kökten geldikleri ve etnik olarak ilişkili oldukları sonucuna varmıştır. Dr. Asad Khailany’nin yaptığı araştırmalarda binlerce yıllık tarihi kaynaklar Kürtleri şöyle kaydetmiştir: What the ancients referried to Kurds as: Sümerler (Sumerian) - Karda, Kurti ve Guti, Babiller (Babylonians) - Garda ve Karda, Asuriler (Assyrians) - Qurti ve Guti, Grekler (Greks) - Kardukh ve Gordukh, Ermeniler (Armenians) - Kortukh ve Gortai-kh, Persler (Persians) - Gurd veya Kurd, Süryaniler - (Syrians) Kardu ve Kurdaye, İbraniler ve Keldaniler (Hebrews and Chaldeans)- Kurdaye, Aramaik ve Nesturiler (Armamic and Nestorians)- Kadu, Erken islamik dönemlerin Arap yazarları (Arabs) - Kurd (çoğul Akrad), Avrupalılar ise M.S. 7. yüzyıldan itibaren - Kurd demişlerdir. Milattan önceki tarihlerde Mezopotamya’da tarih sahnesine çıkmış birçok kavimlerin Kürt asıllı olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmaktadır. Mesela isimleri tarihlerde anılan; Subaru, Kurti, Guti, Lulu, Kusi, Kassit, Mitanni, Med, Mannai, Urartu, Karduk, Cyrtii, Gord, Kord, Kardakes v.s. gibi kavimlerin çoğunun Kürd olması yüksek olasılıktır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği anlaşılmaktadır. ==ANTİK KÜRT TARİHİ== Kürtler tarih boyunca bir çok krallık, devlet ve beylik kurmuştur. Milattan önceki tarihlerde Mezopotamya’da tarih sahnesine çıkmış birçok topluluğun Kürt olması büyük ihtimaldir. Mesela isimleri tarihlerde anılan; Subarlar,Guti,Lulu, Kusi, Kassit, Mitaniler, Mannai, Urartu, Cyrtii (Kyrti/Kur-ti-i, Kimmer, Kardu, Med v.s. gibi kavimlerin çoğu Kürddür. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği çok açıktır. ==YUNANLI KSENEFON VE ANLATIMLARI == Günü Gününe Onbinlerin Kürdistan'dan Geçişi Kürdistan’a giriş tarihleri Milattan önce 14 Kasım 401 idi. 20 Kasım’a kadar Kürdistan içerisinde yol alan Ksenefonun ordusu, 21 Kasımda Kendriti Nehri denilen bugünkü Botan çayına ulaştı. Grillos’un oğlu, Diodoradan doğma Tarihçi ve filozof Xenophon veya Ksenefon Milattan önce 431 yılı civarında Atina yakınlarındaki Erxieon’da doğdu. Yunanca Sokrates olarak telaffuz edilen filozof Sokrates’in öğrencisi idi. Ünlü filozof ve tarihçi olan Atinalı Ksenophon (M.Ö.430-355) Anabasis (sefer) adlı eserinde(6) yaşanan olayların yanı sıra geçtiği bölgelerde yaşayan halklar konusunda birçok bilgiler verir . Pers İmparatorluğunun Batı Anadolu valisi olan Kiros/Keyhüsrev’in babası Pers kralı Darius (Kürdçe DARA) ölmüş. Büyük oğlu Artakserksis tahta geçmiş ama Kiros adlı küçük kardeş tahta çıkan kardeşi II Artakserksise (M.Ö. 404-358) karşı isyan etmiş ve tahtı ele geçirmek için ordu toplamaya başlamıştı. Kiros Kral olan kardeşi Artakserksis’e karşı sefere hazırlanıyordu.Yunanlı bir ordu toplayıp 10 bini aşkın savaşçının katıldığı İran seferini başlatmıştı. Sonuçta Ksenefon, Milattan önce 401 tarihinde Pers kralının oğlu Kiros’un komutanlığında, Kral ikinci Artakserksis’e karşı sefere katıldı. Ksenefon’un Ellinika adlı kitabı, III. kitap, I. bölüm). Kiros komutanlığındaki bu sefer M.Ö. 6 Mart 401 tarihinde bugünku Manisa ilinin Salihli ilçesi yakınlarındaki Sardes şehrinden çıkışla başladı. Anadolu’yu boydan boya geçip Babil yakınlarındaki Kunaksa’da 5 Eylül 401 tarihinde iki pers kral adayı orduları karşı karşıya geldiler. Kunaksa savaşında, ordusu galip gelmesine rağmen, Kiros öldürüldü. Böylece Ksenefon kral adayı ve dostu Kiros’u kaybetti. Yunanlılar savaşı kazanan taraf olmasına rağmen, destekledikleri kral adayı Kiros öldürülmüştü. Bu yüzden de, bir yandan savaşı kazandıkları için galip sayılırlarken, öte yandan da, destekledikleri Kiros öldürüldüğü için mağlup sayılıyorlardı. Kunaksa yenilgisinden sonra memleketlerine dönmek üzere yola çıkan Helen askerlerinin kumandanı da öldürüldüğü için 10 bini aşkın Yunanlı asker başsız ve komutansız kalmıştı. Bunun üzerine Ksenefon yeteneği ile kendisini komutan seçtirmişti. Ve Yunanlılar Ksenefon komutasında Yunanistan’a geri dönmeye başladılar. İşte bu dönüş tarihte “Onbinlerin Donüşü olarak” adlandırıldı. (Yunancası “Kiru Anavasi”). Onbinler, donüşlerinde Kurdistandan ve Ermenistan da geçtiler. Komutan Ksenefon da başından geçenleri yazdı. Kiru Anavasi kitabı ortaya çıktı. Kiru Anavasi’nin 4. kitap olarak adlandırılan bölümü, Onbinlerin Kurdistandan geçişini anlatır. Onbinler, donüşlerinde Kurdistandan ve Ermenistan da geçtiler. Komutan Ksenefon da başından geçenleri yazdı. Kiru Anavasi kitabı ortaya çıktı. Kiru Anavasi’nin 4. kitap olarak adlandırılan bölümü, Onbinlerin Kurdistandan geçişini anlatır. Yunanistana geri dönen ordunun Kurdistana giriş tarihi: Milattan Önce 14 Kasım 401 idi. 20 Kasım’a kadar Kurdistan içerisinde yol alan ordu, 21 Kasımda Kendriti Nehri denilen bugünkü Botan çayına ulaştı. Ermenistana girdi. ==KSENEFON VE KURDİSTANDAN GEÇİŞİ == Yazar, filozof, tarihçi ve komutan Ksenefon (Xenophon) Milattan önce 401 yılında yazdığı Anabasis adlı eserinin üçüncü kitabındada Karduklardan sözeder. Yunanlı Xenophon 10 bini aşkın ordusuyla Pers ordusunu yendikten sonra başladığı yolculuktan geri dönerken Kardukların ülkesinden geçer ve Kardukların saldırısına uğradığını anlatır. Mesela: * Kürdlerin kimsenin hakimiyetini kabul etmeden özgür yaşadıklarını yazmış. Onun tarifine göre Karduklar dağlar arasında yaşayan savaşçı bir halktı. Akamenid kralına bağlı değildiler. Onların ülkesinden sonra Ermenistan gelmekteydi. Ksene = yabancı, fon = ses. Ksenefon= yabancı ses, yabancılarla konuşan demektir. Yazar, filozof, tarihçi ve komutan Ksenefon, üçüncü kitabının sonunda değinmeye başladığı Karduklardan bahseder: *Karduklar çok savaşçı ve pek çevik insanlardı, İran Şahının düşmanı olup; ona tabi değillerdir. O kadardı ki Karduklar bir defasında 120 bin kişilik İranın kraliyet ordusu bunların ülkesini işgal etmiş, bir teki bile geriye dönemeden yok olmuştur, sebebide Kurdistanın çok karışık oluşu. Ksenefon, Kardukhların, İranlılardan bambaşka soydan ve onlara çok düşman olduklarını, bir tanık olarak anlatmıştır. Ksenefon dördüncü kitabında tekrar döner ve şunlardan bahseder: *Kardukların ülkesine girdiklerinde düşmanın geçiş yollarını kapamamaları için sessiz ve hızlı bir şekilde ilerleme düşünceleri olduğunu yazmış. *Kardukların toplanarak öndeki askerlere saldırdığını bazılarını öldürdüğünü ve diğerlerinide yaraladıklarını ve bu saldırının kendilerini sürpriz bir şekilde yakaladığını yazmış. Eğer Kardukhlar daha büyük bir rakamla bu saldırıyı yapsalardı ordusunun büyük bir bölümünün yokedilmiş olacağını anlatmış. *Kardukların çok iyi savaşçılar olduğunu, ellerinde boyları büyüklüğünde yayları ve uzun okları olduğunu yazmış. Mükemmel okçu olduklarını ve yayları gererlerken sol ayağı ile yayın ağaç kısmına basıp kirişi gerdiklerini belirtmiş. Kürd oklarının büyük ve kuvvetli olduğundan Yunan askerlerinin kalkanlarını ve göğüs zırhlarını delip geçtiğini ve askerleri öldürdüğünü yazmış. Kürd oklarının bu özelliklerinden dolayıda Yunan askerlerinin o okları yerden alıp mızrak yerine geri fırlattığıı yazmış. *Sapan kullandıklarını yazmış. Taş, ok ve sapanlarla bir nevi gerilla savaşı yürüttüklerini yazmış. Hep beraber saldırdıklarında , hep bir ağızdan, saldırı marşı biçiminde bir marş söylediklerini yazmış (Kürdçedir herhalde). * İşgal sırasında Kardukların çoluk çocuğunu alarak dağlara çekilip işgalciye karşı direndiklerini yazmış. Kürd köylerindede epeyce bakır eşya olduğunu yazmış. *Karduklarin dağlarda ateşler yakarak, bu ateşlerle biribirleriyle haberleştiklerini yazmış. '''NOT: KSENEFON İ.Ö 401 YILINDA GÖRDÜĞÜ KÜRDLERİ ANLATIYOR.''' * Kürd köylerinde, Kürd evlerinin çok güzel olduğunu, bol yiyecek bulunduğunu ve bu evlerde bolca şarap bulduklarını, şarap saklama sarnıçlarının sıvalanmış iyi sarnıçlar olduğunu yazmış. Kürdlerin çok modern ve gelişmiş bir toplum olduğunu anlatmış. *Kürdlerin geçiş yollarını tıkadıklarını ve üstlerine tonlarca ağırlıkta kayalar attıklarını ve askerlerinin paramparça olduğunu, bazılarının öldüğünü diğerlerinin kol ayakların koptuğunu anlatmış. Birkaç çarpışmadan sonra Ksenefon anlaşma önerdiğini, ölü Yunanlılar’ın cesetlerini istediğini anlatmış. Kürdlerinde, Yunanlılara “evlerimizi yakmazsanız ölülerinizi size teslim ederiz”, dediklerini yazmış. Tarihteki ilk Kürd-Yunan anlaşması. Bu anlaşma yapılırkende tercüman kullanılmış herhalde: Yunanca - Kürdçe. *Anlaşmaya rağmen görüşmeler daha bitmeden Karduklar yeniden taşlar yuvarlamaya başlarlar. Yürüyüş ertesi gün Karduklar’la savaşa savaşa devam eder. *Nihayet Yunanlılar “Kurdistan” ile Ermenistan’ı ayıran sınır olan Centrites Nehri‘ne (Ancient Turkey kitabının yazarı Seton Lloyd’a göre bu nehir Dicle’nin doğu kolu olan modern Botan Irmağı’dır) ulaşır. * Kurdistandan 7 günlük geçiş süreci boyunca hiç uyuyamadıklarını ve sürekli savaştıklarını, çok sayıda silahlı Karduklar’ın saldırıları altında çatışarak Kurdistandan çıktıktan sonra rahat bir uyku uyuyabildiklerini yazmış. Sonraki yürüyüşleri Ermenistan içine devam etmiş. (IV. Kitap, s. 287-91). Bu haritada Ksenefon’un anlattığı Kurdistan ve Ermenistanı ayıran sınır. Dicle’nin doğu kolu olan modern Botan Irmağı Van Gölünün altındaki uzun koludur. Ksenefonun izlediği yol Kürdler bu sınırların diğer yerlerindede yaşıyordu tabiki. Ksenefonun anlattıkları özellikle Kurmanci Kürdleri olabilir. Ermeniler bu bölgeye eskiden Trakya-Balkan bölgesinden göç ettikleri ıspatlandı. Frigce ve Ermenice çok yakındır birbirine zaten. Ermeniler oralara daha gelmemişken Ermenilerin yaşadığı yerlerde Kürdler yaşıyordu. *Ksenefon Kürdistandan geçişleri süresinde başlarına gelen felaketlerin, Pers ordusuna karşı savaştıklarında başlarına gelenlerden daha fazla olduğunu yazmış.Ksenefonun 10 bini aşkın ordusuyla çıktığı yolda geri sadece 2 bin asker dönebilmiş. Ksenefon’un “Karduklar" ve “Kardukhia” hakkında kısmen dedikleri bunlardır. Kardukların modern Kürdler’in ataları olduğu görüşü bilim dünyasında kabul görmüştür. ====Etimolojik açıklama==== '''NOT: Ksenefon Kürdlere Kard-ukh-i demektedir.''' Kard: Kürd, demek. Kürdçedeki ‘u’ harfini Yunanlılar telaffuz edemiyorlar. Bundan dolayı da “a” olmuş. “-ukh” eki eski Ermenice çoğul ekidir yani Türkçedeki -LER ile -LAR eki karşılığıdır. Ermeniler Kürdlere Kurd-ukh/Gurd-ukh diyorlardı eski çağlarda bu da Kürt-ler demektir. Yani Ksenefonun kullandığı “Kard-ukh” Kürd-ler demek. Ama Ksenefon bu kelimeye bir de yunanca çoğul eki olan Kardukh-i'yi ekleyerek KARD-UKH-İ’ demiş. Bugünkü Türkçeye de ‘Kard-ukh-lar’ olarak çevrilmiş. '''Yani KARD-UKH-İ “KÜRD-LER-LER” demek.''' Karduklar özellikle Kurmanc Kürtleriyle yakınlık göstermektedir ''
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Bence anlaşılmayan o kadar çok nokta var ki!Az önce bu konuda yazdıklarınızı okudum da,neden hala bu kadar yabancısıyız gerçeklerimizin diye düşünmeden edemedim.Siz eğer bu ülkede yaşıyorsanız şunu çok iyi bilmeniz gerekir ki;bu ülke de adı ne olursa olsun;adına ne koyulursa koyulsun, halledilmeyen bir sorundur Kürt Sorunu.Sorun olmuş Kürtler denilse de neden sorun edildiği bilinmeyen Kürtler derim sizlere.Ve bu sorun maddi/manevi çok büyük kayıpları kendisiyle getirmiştir,getirmeye de devam ediyor.Daha geçen gün 9 asker şehit olduve hala ulu orta savrulan bombalar,mayınlar bölgede can almaya devam ediyor. Siz Kürt Sorunu hakkında yazarken önce Kürt Milleti var mı diye sadece ''bu kadar da olmaz'' dedirten bir soru ile başlamış,daha sonra kabul etmediğiniz o milletin Türk asimilasyonu yaptığını iddia etmişsiniz.İşte bu beni oldukça şaşırttı.Neye dayanarak bunu söylediğinizi açıklarsanız sevinirim.Ve gel gelelim aşiret olma özelliğini kısmen de olsa koruyan Kürtlere...Aşiret bugün ne kadar etkilidir,bu konuda belgelere dayanarak değil,çevremde olan bitenlere bakarak çok az derim.Doğuda hala kırılamayan bir aşiret;sosyal bir olgudur;bunu konuşmak,tartışmak için bazı sosyo verilere ihtiyaç olmakla beraber;ben aşiret değil de;feodalite(kısmen de olsa varlığı yadsınamaz) bence de biraz svar olan bir sistemin korumaya çalıştığı bir düzen olarak algılıyorum.Sistem çökerse,çarklar devrilir ve halk olması gereken yerde olur.Dikkat edelim;anlamaya çalışalım.Şark sorunu olarak Osmanlı Devleti içerisinde adlandırılan,Cumhuriyet döneminde de çeşitli toprak reformlarıyla devlete bağlanmaya çalışılan bölge halkını buna rağmen bu sisteme mecbur eden neydi.Kimse kalkıp bana halk neden sustu demesin.Halk kime dayanarak hakkını arayacak,tüm köyün sahibi olan bir ağaya mı,dini çıkarlarına göre yorumlayan bir din adamına mı yoksa sistemin adamı olmuş aşiret ağalarına mı?Kime...?Sevgili arkadaşım,bak bunları yazarken hiçbir belgeye,kitaba,yazıya veya herhangi parti ve örgütün bana verdiği bilgilerle yazmıyorum.Ben bunlara fazlasıyla tanık oldum.Doğuda yaşadım,ne olursa olsun ters giden birşey vardı orada.Zulüm vardı,ölüm vardı.Ben caddeyi boydan boya kapatan askerleri,gece boyunca kapımızı çalan kim olduğunu bile bilmediğimiz zamanları hiç unutmadım.Dağa götürülmesin diye evlerimiz de saklanan gençleri de unutmadım.Gecenin bir yarısı babmla benim üstüne yağdırılan kurşunları,babamın bana siper oluşunu,sabaha kadar pencerelerin önünde kıvrılışımızı unutmadım.Güpe gündüz her an patlayacak silah seslerini beklemek ne kadar acı.Bütün bunlar yaşanırken ve yaşanmaya devam ederken kimse kalkıp da sorun morun yok demesin.Şimdi kalkıp yazdıklarınıza bakıyorum da yasak,dayatma gibi ********* kavramları Türk'lere de yapıldı diyerek böylesine bir *********** şekilde savunmanız,anayasa da yok dil yasağı derken,bizim neden hala yasaklı olmadı mı yok sayılmış bir dili konuşmamızı görmemezlikten gelemezsiniz.Kürtçe Anayasada yasaklanmadı;ama hep yasaklı kaldı.İşte biz bunu anlamadık ve sorduk,anlamaya çalıştık neden?Aslında yazdıklarınıza şaşırmadım,yaşayan,tanık olan ben iken;yaşamayan biri bunları yazar değil mi? Ve kimse kalkıp olayı bir PKK veya DTP'ye indirgemesin.Ben burada kimsenin temsilciliğini kabul etmiyorum.İnsan kanını reva gören tüm ******** red ediyorum.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Verilmesi gereken cevap bu olmasın mı?
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
diyorsunuz Sayın Politika.Kardeşçe yaşamak insanları yok saymak değildir aynı zamanda.11 yaşındaki bir çocuğa 13 kurşun sıkmak değildir.İnsanlrı konuştuğu dilden yargılamak,anadilini konuşuyor diye gülünç cezalarla gözdağı vermek hiç değildir.Sabahın bir vakti,evleri basıp tekme tokat insanları uyandırmak değildir. Faili denilen ama o kadar ölüme rağmen fail kalan cinayetler,jitemciler değildir kardeş olmak.Koruyucular köylerde yakıp yıkarken,insanlar taraf olmaya zorlanırken,bu ülkenin doğusu hergün ölüm haberleri ile çalkalanırken,köyler yakılırken,topraklarından sürülmüş insanların mağduriyetini bir tarafa bırakın o insanlara terörist gözüyle bakılırken kardeşçe yaşamak tüm bu olanlara rağmen ''insanlar'' dediğim insanlarınıza ve onun yaşadıklarına bu kadar yabancı kalmamaktır. diyor Sevgili Kaplan;benim hakkımı arayan DTP,PKK mı?Hayır arkadaşım.Benim hakkımı arayan yine yaşayan yine acı çeken insanlar(ımız).Ve hak yaşama hakkı ise bu hak benim hakkımdır;kimse hiçbirşeyi bahane etme hakkına sahip olduğunu zannedip o hakkıma el uzatamaz!
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Peyniri unutur muyum?Anneme dedim ki var ya hazırla peyniri,yoğsa bidanem sana kocamaaaaaaaaaaaaaaaaaan sevgiler... [ color="#FF0000"]Taş duvar, demir, karyola ve yerlerde sayısız izmaritler, helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli, insanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava, duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor. İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin, oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız. Ranzanın karşısında kafesli demir kapı, arkasında Mehmet. Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek mehmedim utanıyor, kahroluyor. "askerim ağam n'aparsın" diyor. Aslında o' da tutsak. Ben hücre içinde, o hücre önünde. Günde beş kez büyük başlar bakar içeriye; yüzlerinde tecessüs. "çılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna kafa tutan adalılar" ama yine de "çılgın adamın" karşısında bir eziklik duyuyorlar, o başka, gündüz, gece diye bir ayrım yoktur hücrede, zaman ve mekan özümlenmiş artık. Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren. Işık yirmi dört saat yanar. Bir nefes, bir dumandır yoldaşım. Cigaramı her çekişimde duman olur, uçar giderim, ta uzaklara, çoğu kere ada'ma giderim, cigaramın dumanı, beni memleketime; ada'ma götürür. ***** İstanbul’un, ***** bir bölgesinde, bir evdeyim yoldaşlarımla beraber. Bu ev, yoldaşlık- dostluk-kardeşlik-mertlik-kazanç ve sevgi evidir. Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki... Ev de değil ada, ada! Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin ve her çeşit aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan, karanlık denizi'nin ortasında, güneşi batmayan bir ada. Ben ne şuralıyım, ne buralı, adalıyım adalı, ada'm ormanlıktır. Dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanı, bütün ada'mı kaplar. Erdemin güneşi, yirmi dört saat aydınlatır adamı biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı. Ben adalıyım ey ***** hücre, ada'lı doğru ya sen nereden bileceksin ada'mı. Asırlık, feodal, militarist, hücre. Ya sen, öküze benzemek için kasılan, şişen haset kurbağa hilkat garibesi bilir misin adamı? Dünya karanlıktır, güneşi batmayan böyle bir ada yeryüzünde yoktur. Değilmi ki karanlıklar cücesi, zavallı acuze? Ya sen yarasalar şairi, pişkin cacomcho? Değil şiirlerde, masallarda bile böyle bir ada yoktur. Böyle bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır. Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi? Senin dediğin eşyanın değil, karanlığın tabiatına aykırıdır. Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler... Yarının Türkiyesi'nin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler... Ada'm kalabalıktır hain hücre: elde mitralyözüyle, Sierra maestra'da, falcon'da, vietnam'da Mozambik’te, angola'da, sina çöllerinde... Özgürlüğün türküsünü söyleyenler. Zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı... Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar benim evlatlarımdır ***** hücre. Benim adamın ormanlıklarından aldıkları fideleri, "birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına Kel dünya, ada'mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor, güzelleşiyor artık. İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni. Seni yerle bir edecek adalılar'ı iyi tanı. Ada'm ve hemşerilerinin çoğu ne halde diye dudak bükme, orospunun dölü utanç duvarı evet ada'mı karanlığın suları bastı. Evet, benim gibi birçok adalı çirkef suların altında, ama boşuna sevinme, ada'm batmaz, yok olmaz ada'm sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi. Hepsi o kadar. Mahir Çayan[/color]
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Yaw hırçın benim keçiyi kestiler ben daha memleketteyim.babam aradığını söledi,ama ben sana ulaşamıyorum....bak evde nette kaçtım sanada kocamannnnnnnnnn sevgiler!
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Sevgili Jön var ya şimdi yapabilsem,Yılmaz Güney'in en güzel filmini buraya taşırım.Şafak kaç,askerlik bitince haber ver.Sevgilerrrrrrrrrr askerimize.....
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Benim Yayamazım çoooooooooooook daha iyimiş.Seni çoooooooooooooooooook seviyorum canımmmmmmmmmmmmmmmmm
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
sessizleşmedi,ıssızlaşmadı....sürekli aynı şeyler yazılınca eee bir de anlaşılmayınca....
-
-'...bursercan...'-
Sevgili Bursercan bak sana yakınım bu ara.Iğdır Erzuruma kaç saat barıştık değil mi? HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, ***** yalana. Ard- arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu Dışarda gürül- gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana... Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara. Akan yıldıza. Bir kibrit çöpüne varana. Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini... AHMED ARİF en çok sevdiğim bu şiirde sana!
-
nyx-fallen angel
Made in Turkey nasıl bakalım.Bu sana Angelim; AY KARANLIK Maviye/Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine/Rüzgarda asi, Körsem/Senden gayrısına yoksam Bozuksam/Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık... İtten aç/Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille/Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N'olur gel, Ay karanlık... Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş Etme gel, Ay karanlık... AHMED ARİF
-
jön anı defteri
BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi,beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey : belki diyor. NAZIM HİKMET
-
KAFKASYA YANIYOR
Süper güç ABD nin bu savaşta nerede olduğu bu kadar aşikarkan,binlerce ölüm ve savaşla gelen göçün kayıpları bu kadar can acıtırken,dengeler ve çıkarlar...hadi bakalım yeni bir tarihe...Ama durun;petrol yerine geçebilecek yeni bir savaş aracı olmalı!
-
Tuzla'da Yine Ölüm
Evet sormak lazım,ölen kim(ler);ölen de azalan da bizleriz!
-
ONLAR HEPPPPPPPPPPPP BURDAYDI!
Sevgili Kaplan zaten kastım herhangi bir parti veya STK tarafında düzenlenen bir barış mitingi değil,siyasete ve çıkarlara bulaşmış bir ülkeye rağmen bizim olan bir barış temennisine...sevgiler!
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Çok teşekkür ederim sevgili arkadaşım.Bilgilendirici ve olması gereken bir ayrıntı.
-
BAYKAL VE MİLLİ TEPKİMİZ!
Ve yine çarpıtmadan devam edelim.Toplumsal tepki dedik değil mi?Acaba Sayın Baykalın kastı olan toplumsal tepki miydi?Hayır herkes çok iyi biliyor ki bu salt bir toplumsal tepki değil,insanları sokağa dökmekti.Öfkeydi,şidetti.Sandıkta yapılamayanları sokakata yapmaktı,kaoustan medet ummaktı.Sivas diyorsunuz,peki Sivasta dsiri diri insanlar yanarken devlet neredeydi?Ve eğer dediğiniz toplumsal tepki ise ben sağlıklı düşünemeyen bir toplumun toplumsal tepki adı altında yaptıklarını da meşru görmem.Görmeyenlerin de kalkıp bu başlık altında yazdıklarıma tepki göstermesi de oldukça şaşırtıcı.Zihniyet meselesi bu olmalı.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Biz burada türbanı emir olarak değil,siyasi bir meseleye dönüşmüş yasakları,olması gereken yada olmayacakları tartışıyoruz zaten.Saygılarla
-
Konya Taşkent'te Göçük
Vay vay güzel ülkem,bak göçün aldığı canlar bile siyasi hesaplarda kullanılıyor.Ölenlerin ailelerine sabır,kendilerine rahmet ve insana,insanın en temel olan yaşama hakkına saygı diliyorum.
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
İnsanlardan çok daha adil olduğu kısmından sonrası beni ilgilendirmiyor!
-
DTP'li Üçer Beni Dağa Şikayet Etti-ağrı millet vekili Cemal Kaya
Neden bu zihniyeti dışlamak yerine neden eleştiri getirdiğiniz bu zihniyet hala var kısmını sorgulamıyorsunuz?
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Lütfen soruları cevapsız bırakmayın!
-
nyx-fallen angel
Anaaaaaaa,Bursercan Angeli açlıkla tehdit ediyor