Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. Parti ha,ya ben oraya geleyim.Bende aileden sayılırım
  2. o zaman yanlış biliyorlar;namaz,oruç bunlar vicdandır,inanan ile inanılan arasındadır.Bunları insanlar için yapmak,onlara ben de iyiyim demek için yapıyorsa birileri sadece gülerim.Kimi kandırıyorsun sen diyerek.İyi insanımda sevgi vardır,saygı vardır ve hoşgörü vardır benim;emek vardır,empati verdir,gerçek anlamda insan olmak vardır.Yoksa birilerini yobaz olarak niteleyenler yada vurun şu kafire diyenler;bunlar insanlıktan ************ alamamışlardır.Ben kısa kestim;tabiki burada yapılan tartışmayı okuyurum,eklemek istediklerimde var.Yaz ortasında soğuk algınlığınas yenik düştüğümden kısa kestim.Saygılar.
  3. Tabi ki din her insanı doğruya götürmez,götüremez de.İnsanlar herzaman doğru olanı görmez.Bakın neden bunu yazdım size,çünkü ben insanlara ve onların yaptıklarına boğulmak istemedim.Anlamaya çalıştım,ama kaynağından.İnsan da benim için bir din,ideoloji ve düşünce için ölçüt değildir.Olmayacak da!Din neden çok eşliliğe izin vermiştir.Eğer kafasına göre istediği zaman eş alacaksa insan bende buna yanlış derim yok eğer bu bazı koşul ve özel durumlarla açıklanacaksa işte o zaman;evrensel olan bir din özel durumları herzaman göz önüne almalıdır derim.
  4. Nasıl yani;bir dine inanmayan iyi insanlar nasıl iyi insan mı olabiliyor?İyi olmak ve din arasında ki bağlantıyı ben daha kuramadım.İyi olmanın ölçütü din değildir;inanmayan ama iyi insan olma noktasında eksiksiz olan arkadaşlarıma bakarak yapmayın bu kıyaslamayı derim.
  5. İnsan bu kadar basit değildir Sayın DEMİREFE;ne yani yönetmenlik bunu uygun görür yada görmez.İnsan mı bu yönetmenlik için vardır yoksa o dediğiniz yönetmenlikler insana mıdır?Ben insanı,kadın erkek farketmez,din,ırk,renkleriyle görmeyen hiçbir yasa ve yönetmenliği olması gereken olarak görmem.
  6. Kadın başını örtüp örtmemekle özgürdür,böyle olmalıdır.Ve o örtüyü taşıyıp taşımama noktasında da özgür olmalıdır.Ekliyorsunuz o örtüyü taktıktan sonra özgür değildir.Verdiğiniz örneklere baktığımda özgürlük sanki biraz fazla kısıtlanmış bu anlayışda düşüncesine kapılıyorum.Değerli arkadaşım ben kapalı olan bayanın istemediği kitabı okuduğuna,istediği fikri eşine açamayacağına pek ihtimal vermiyorum.Şimdi kabul ediyorum;türban bazı konularda sizi sınırlar.Bazı yerlere girip girmeme konusunda ölçüt de olur.Ancak bu demek değildir ki kadını bir kuklaya çevirir.İnsanlar inandığı gibi yaşar,okur,anlatır.Ben kalkıp inançlı birinden ateizmi,ateist birindinden A veya B dini açıklaması bekleyebilir miyim?Örtüyü çıkarttığında öldürülen kadınlar için yazmıyorum ben,onlar zaten bir dinin gereği değil,bir geleneğin gereği yaşayan,örtülen,kaderi biçilenlerdir ve böylesi bir vahşeti kimse haklı kılamaz.Benim kastım başını inancı gereği örten ve bunun için mücadale eden kadınlardır ve onlar bu özgürlüğü hakediyor.
  7. Sömürüye rağmen müslümanların halife olan müslüman Türklere saldırısı,bana sadece bunu hatırlatmıyor.Çıkar ve denge derim ben biraz da buna.Ya da sömürüye rağmen yanlış yere tutunanlardan. Bunlar konumuz değil,onun için hatırlattıklarıyla yetineceğim.Çağdaşlık kavramı benim için oldukça sıradan bir kavramdır.Neden mi;çünkü ben çağı taşıyan,ezen ve yok sayan ve bunu çağdaş kavrmlar kisvesine oturtan sistem ve düzenlerin yaptığı yıkımları da bu kavramın acizliğine sayarım.Kavram acizse içi doldurulur,bakın ABD için çağdaş olan bir dönemin kavramı Demokrasi ve bakın Irak.Ya da Afrika topraklarında çağ adına temizlenen çağdışı yerliler.Çağdaşlık nedir.Çağ'dan gelir ve çağa uygun olandır.Çağa uygun olanı kim belirler ve bunun ölçütü nedir?Bunları cevaplamadan ben kendi adıma türbanı ve çağdaşlığı kıyaslayamam.Ki türban dinin emriyse ve o din evrensel olduğunu söylüyorsa o çağ ve çağların ötesindedir. Kadın için mücadale,insan için mücadalenin olmadığı bir dünyada bu bana pek inandırcı gelmiyor.Gürcü yetkililer Batıya güvenerek Rusya ya gözdağı verirken de kendi insanı için mücadale demiştir herhalde.Onca ölüm,göç ve yağma masa başı hesaplarında yine mücadale için konuşulmuştur.Bakın kendimi kandırdım.Birden süper güç ABD oldum.O da kendini ve bizi çok iyi kandırıyor.Erkekler konuşuyor türbanı,konuşsunlar bakalım.Bende bir kadın olarak konuşacağım.Ve biraz empati diyeceğim.Bir değeri tümden kabullenmediğiniz gibi tümden de yok sayamazsınız değil mi?Eğer bir kadın sırf birileri masa başı hesaplarda karlı çıkacak diye örtünüyorsa ve zorla açıyorsa o zaman dur demek hepimizin görevi.Özgür olan birey istediği kıyafeti giyme özgürlüğüne sahiptir.Doğru olan da budur.
  8. Bakın burada yazılanlara hak vermeyeceğim,dini kendisiyle tartışabilirsiniz,örneklerle değil.Hoş değil bu ama acaba din nasıl ve hangi koşullarda izin vermiştir buna?
  9. nasıl anlatmalı halkın ozanı... Cemal Süreya ‘‘Yusufçuk Yusuf‘‘ta Yaşar Kemal'i yeni ve büyük bir atılım içinde buluyoruz. Bu kitap yalnız Yaşar Kemal'in en önemli yapıtı değil, Türk romanının da başyapıtlarından biridir. Fethi Naci Türk halkının 1950 yılında, çeyrek yüzyıllık bir siyasal iktidarı niçin değiştirdiğini anlamak için bence ‘‘İnce Memed 4‘‘ü, bu, resmi tarihin dışında yazılmış romanı okumak yeter. ‘‘Ortadirek‘‘ bugüne kadar okuduğum en mükemmel Türk romanıdır. John Berger Yaşar Kemal, çağdaş dünyanın en büyük anlatıcılarından biridir. Onu okumak, yaşamın kendisini anlamaktır. O, korkusuz bir kahraman gibi yazıyor. Jeremy Brooks Yaşar Kemal'in imgelemi, insan ruhunun inceliklerini kavraması, anlatımının şiirsel derinlikleri üstüne titreyeceğimiz bir sanat eseri yaratıyor. Bütün dönemlerin en iyi yapıtlarından biri. Raymond Williams Ne zaman çağdaş bir romancı örneği vermem istense, aklıma ilk gelen isim Yaşar Kemal olmuştur.
  10. “Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” adlı röportaj dizisi ile 1955 Gazeteciler Cemiyeti Başarı Armağanı İnce Memed ile 1956 Varlık Roman Armağanı Teneke’den aynı adla uyarlanan oyunu ile 1966 İlhan İskender Armağanı “Teneke” oyunu ile 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali Birincilik Ödülü Demirciler Çarşısı Cinayeti ile 1974 Madaralı Roman Armağanı Yer Demir Gök Bakır ile 1977 Fransa Eleştirmenler Sendikası En İyi Yabancı Roman Ödülü Ölmez Otu ile 1978’de Fransa’da En İyi Yabancı Kitap Ödülü Binboğalar Efsanesi ile 1979 Fransa “Büyük Jüri” En İyi Kitap Ödülü 1982 Uluslararası Cino Del Duca Ödülü 1984 Fransız Legion d’Honneur Ödülü Commandeur payesi 1984 TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü 1985 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Kale Kapısı ile 1986 Orhan Kemal Roman Ödülü 1988 TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü 1988 Fransa Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres Nişanı 1991 Fransa Strasbourg Üniversitesi Onur Doktorası 1992 11. TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı 1992 Antalya Akdeniz Üniversitesi Onur Doktorası 1993 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü 1994 Mülkiyeliler Birliği Rüştü Koray Armağanı 1996 Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü Kanun Sesi ile 1996 Akdeniz Yabancı Kitap ödülü (Perpignan, Fransa) 1996 VIII Katalunya Uluslar arası Ödülü (Barcelona, İspanya) 1996 Hellman/Hammet Baskı ?????????? Cesaret Ödülü, New York 1997, Nonino Ödülü (?????????, İtalya) 1997, Kenne Vakfı Düşünce ve Söz Özgürlüğü Ödülü (Uppsda, İsveç) 1995 Morgenavissen Jylaand-Pösten Ödülü (Danimarka) 1997 Norveç Yazarlar Birliği ödülü, Wole Soyinka ile ortak 1997 Frankfurt Kitap Fuarı Alman Yayıncalar Birliği ödülü 1998 Frei Üniversitesi Berlin fahri doktora 1998 Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat ödülü 2002 Bilken Üniversitesi fahri doktora 2003 Z. Homerus Şiir ödülü 2003 Savanos ödülü (Selanik) 2003 Türkiye Yayıncılar Birliği Yayıncılık Emek ödülü. VE ALDIĞI ÖDÜLLER!
  11. Yaşar Kemal’in Romanları Raymond Williams Herhangi bir şey olabilen romanla her şeyin yapılabileceği söylenir. Gerçekten de, “roman” bir biçim değil de biçimler topluluğu olduğundan, olağanüstü bir olaylar ve yaşantılar yelpazesini kapsayıp dile getirmesine olanak sağlayan bir esnekliği olduğu görülür. Bütün bunlara karşın, romanın toplumsal değişimin anlatımı için tek uygun biçim olduğuna inanmak da olanaklıdır. Ben bu inançtayım. Yıllar önce The Long Revolution (Uzun Devrim) adlı kitabımda bunu betimlemeye çalışmış, romanı “Toplumun temelde kişisel açıdan, kişilerin de, ilişkiler aracılığıyla, temelde toplumsal açıdan görüldüğü” bir yazı türü olarak tanımlamıştım. “Bütünleme denetlenicidir, ama kuşkusuz, irade yoluyla sağlanması söz konusu değildir. Eğer yapılabilmişse, bu yaratıcı bir buluş olur...” demiştim. O günden bu yana ne zaman bu türden çağdaş bir romancı örneği vermem istense, aklıma gelen ilk ad Yaşar Kemal olmuştur. Kendisinin bu tanımı kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum. Benim bununla anlatmak istediğim, romanları, akıllarda yer eden karakterleri için övdüğümüzde, onların sağlayabileceği başarının ancak bir bölümüne değindiğimizdir. Romanın bize, D.H. Lawrence’ın dediği gibi, “insanı canlı” verebilmesi, kuşkusuz onun özel bir niteliğidir. Ama yalnızca kişisel boyuta yer verecek olursa, neredeyse farkında bile olmadan bir öznelliğe dalabilir ki, bu öznellik gerçekten de elli yıldır Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yazılanlarda egemen olmuştur. Aykırı görünse de, bunun sonucunda, tümüyle kişisel olan birçok şey kaçırılmıştır. Toplumsal boyut dışta bırakılacak olursa ya da yalnızca bireylerin, sanki özgürmüşlercesine birbirleriyle ilişki kurdukları ya da kuramadıkları bir çerçeveye dönüşürse, ya da bunun da ötesinde toplum olguları yalnızca bir “arka plan” oluşturursa, sonuç olarak yitirilenler insani düzeydedir. Çalışma, çatışma, yerleşme ve tedirginlik gerçeklerinin ötesinde ya da üzerinde yer alan insanlar, bir yarı-yaşam sürdürmeye başlarlar. Bunun yanında, tanımın ikinci yarısını anımsayacak olursak, “toplum” konusunda da en gerçek ve önemli olan, insanın kendisinde ya da onun aracılığıyla yaşanan, ona ya da onunla yapılandır. Çağdaş romanın bir türünde öznelliği savunan pek gözde bir eleştiri, “toplumsal çıkarlar” adıyla andığı şeyleri sosyolojiye, siyasete ya da gazeteciliğe bırakır. Ancak, bu alanlarda en genel olgular betimlenip çözümlenebilse de, bunların söylemleri içinde insanlar, yaşayan erkekler ve kadınlar olarak değil, yalnızca birer nokta olarak ele alınır. Süreçlerden herhangi birinin, yani tüm sürecin gerçeklerinin tam olarak ortaya çıkabilmesi için her zaman, en ayrıcalıklı kişilerin yaşamlarında bile hep görüldüğü gibi, en genel olanla en kişisel olanın iç içe geçmesine bağlıdır. Bunun da en yoğun olduğu zaman derin toplumsal değişimin yaşandığı zamandır. Çünkü bu sırada bir yaşam tarzı yine değişiklik gösteren kişilikler tarafından özümsenmiş, bir başka yaşam tarzı da –dış ekonomik ya da siyasal baskılarla, ya da iç gelişmenin yarattığı sorunlarla– bunu zorlamaya başlamıştır. Bu yalnızca yaşam tarzını değil, gerçek insanların vücutlarını ve akıllarını da etkiler olmuştur. İşte bu noktada roman, karşılaştırma kabul etmeyen uzak ve yakın etki alanına, çok yoğun yerel ve genel gücüne ulaşır. İlk okuduğumdan bu yana Yaşar Kemal’in Ortadirek adlı romanındaki unutulmaz yolculuğun aynı zamanda yoğun gerçeklikler de olan yoğun imgelerini kafamda taşıdığımı biliyorum. Bu öncelikle, benim için yabancı bir ülkenin unutulmaz yaşantısı değildir. Başkalarının emri –kayıtsız ve acımasız emri– altında çalışmak için yapılacak uzun ve sıkıntılı yolculuğun istenmeyen zorunluluğunu bildirecek doğal bir işareti bekleyen, yoksul ve korunmasız insanları anlamaktadır ve yerinin olağanüstülüğü, benim için bunu daha genelleştirmektedir. Belirli bir durumdan söz edilmektedir, ama bu, çok sayıda birey ve topluluğun, korunmasız ve çoğu kez yaratılmış yoksulluktan yola çıkarak, uzak, yabancı ve başkalarının denetimindeki keyfi yaşam biçimine yaptığı yolculuktur. Bu yolculuk, şimdi bizi ayıran büyük uzaklığa karşın, özünde sevgili Galler’imin tarihidir. Akıllarda yer eden yerel ayrıntılarıyla, yoksun bırakılmış, değersizleştirilmiş kişilerin uzun ve hâlâ sonu gelmeyen yolculuğunun, dünyadaki yoksulların sırtına yüklenen zorunlu hareketliliğin –ki bu sık sık sözü edilen büyük kent hareketliliğindeki sıçramadan çok değişiktir– temel öyküsüdür. Yaşar Kemal’in yapıtlarında benim bu uzaklıktan üzerinde yazamayacağım ama durmadan okuyabileceğim çok şey var. Ama, kısaca çalışmalarının benim için çok büyük bir anlam taşıdığını söylemek ve kendisinin uzun ve zor yazı yolculuğunu sürdürmekte gösterdiği yeteneğe duyduğum saygıyı belirtmek istiyorum. Akçasazın Ağaları’nın bütün bu değişim örüntüsünü harekete geçirme yönünde daha geniş bir girişimin başlangıcı olduğunu gördüğümde, yapıtlarını doğru kavramış olduğumu anlayıp özellikle sevindim. Görece hızlı değişim süreci içinde olan ve görece katı ve eski alışkanlıklarından uzaklaşmakta olan toplumlar, günümüzde, değişim gerçekliklerinin en güçlü örneklerinin bulunabileceği, tek değilse bile, asıl kaynaklardır. Batı Afrika’da Achebe ile bunu duyuyorum; örnekler hızla çoğalıyor. Bu değişimlerden bazılarının çok erken başlamış olsalar da hâlâ bitmediği bir toplumda, kendi geçmişimden ve bugünümden bunu biliyorum. Çoğunluğun deneyimine pek yer vermeyen bir kültür içinde, çoğunluk deneyimine kendilerini adadıkları için böyle bir kültür içinde yalıtılmış duruma gelen yazarların, aradaki uzaklık ne olursa olsun, yüzyılımızda insanlığın çoğunluğunun yaşadığı bu geniş ve çok önemli deneyim sürecinde, birbirlerini tanımaları, birbirlerini kabul etmeleri çok büyük önem taşır.
  12. mavi olmayan gökyüzü şurada bir başlık gönderdi: Fan Club
    YAŞAR KEMAL KİMDİR? Asıl adı Kemal Sadık GÖKÇELİ. Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu. Aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Günseli) köyünden olan ailesi Birinci Dünya Savaşı’ndaki işgal yüzünden uzun bir göç süreci sonunda Adana’nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün Gökçedam) köyüne yerleşmişti. Küçük yaşta bir kaza nedeniyle bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal 5 yaşındayken babasının Hemite Camiinde namaz kılarken öldürülmesine tanık oldu. Burhanlı köyü ilkokulunda başladığı ilköğrenimini Kadirli Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamladı. Adana’da ortaokula devam ederken bir yandan da çırçır fabrikasında işçilik yaptı. Ortaokulu son sınıfta terk ettikten sonra çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Yirmiye yakın işte çalıştığı bu yıllarda en uzun işi beş yıl üst üste yaptığı çeltik tarlalarında kontrolörlük oldu. Bu arada 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. Askerlikten sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptıktan sonra arzuhalcilik yapmaya başladı, çeşitli güçlüklerle karşılaştığı için bu işi de sürdüremedi. 1950’de Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı eylemde bulunmak savıyla tutuklandı ve bir süre Kozan Cezaevi’nde yattı. 1951’de salıverilince İstanbul’a gitti. Kısa bir işsizlik döneminin ardından Cumhuriyet gazetesinde röportaj yazarlığı ile başladığı gazeteciliği fıkra yazarlığı ve kurduğu yurt haberleri serisinin yönetimi ile sürdürdü (1951-63). 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde Genel Yönetim Kurulu üyeliği, Propaganda Komitesi başkanlığı ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1963’te ayrıldığı gazetecilikten sonra kendini bütünüyle roman yazma uğraşına verdi. 1967’de haftalık dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. Sorumlusu olduğu bu derginin yayınları arasında çıkan Marksizmin Temel Kitabı adlı yapıttan dolayı 18 ay hüküm giydi. Bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Ant dergisindeki yazılarından dolayı çeşitli kovuşturmalara uğradı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 yıllarında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1995’te Der Spiegel’de çıkan bir yazısı dolayısıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, 20 ay hapis cezasına çarptırıldı ve cezası ertelendi. PEN Yazarlar Derneği üyesi. Halen İstanbul’da yaşamakta ve yazarlık ile yaşamını sürdürmekte olan Yaşar Kemal bir çocuk babasıdır. Yazar küçük yaşlarda halk edebiyatına ilgi duydu; saz çalmaya, türkü söylemeye ve destanlar anlatmaya başladı. Yöredeki halk ozanlarıyla karşılıklı atışmalar yaptı. İlkokulda okurken şiir yazmaya başladı. Köy köy dolaşarak folklor ürünleri derledi. Bu yıllarda şiirlerini Kemal Sadık Göğceli adı ile Türksözü (1939), Yeni Adana (1939) ve Vakit (1940) gazetelerinde ve Varlık, Kovan, Ülkü, Millet, Beşpınar dergilerinde yayımladı. 1940’lı yıllarda Adana’da çıkan Çığ dergisi çevresindeki yazar ve aydınlarla ilişki kurdu ve şiirleri o dergide de yayımlanmaya başladı. Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino ile kurduğu yakınlık onun düşünce ve edebiyat dünyasının gelişimini etkiledi. Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde çalıştığı dönemde eski Yunan klasiklerinden Çukurova tarihine kadar pek çok kitapla tanışma olanağı buldu. Bu sıralarda Orhan Kemal’le de tanıştı. İlk öyküleri “Bebek”, “Dükkâncı”, “Memet ile Memet” 1950’lerde yayımlandı. İlk öyküsü “Pis Hikâye”yi ise 1944’te Kayseri’de askerliğini yaparken yazdı. Gözleme dayanan bu ilk öykülerinde konularını Çukurova ve Çukurova insanından aldı; bu yöre insanlarının ekonomik sıkıntılar ve güç doğa koşullarındaki savaşımını insan-doğa-çevre ilişkisi içerisinde ele aldı; giderek uzun öykülere yöneldi. Bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar (1943), o güne değin hiç derlenmemiş ya da çok az ilgi gösterilmiş tekerlemeleri ve ağıtları gün ışığına çıkardı. Bu ağıtları 16 yaşından itibaren derlemeye başlayan yazar, daha sonra Karacaoğlan’ın yayımlanmamış şiirleri üzerine çalıştı. Söz konusu derleme ve çalışmalar, yazarın ileride yazacağı romanlara önemli ölçüde malzeme sağladı. Cumhuriyet gazetesine girdikten sonra Yaşar Kemal imzası ile yazmaya başladı. Bu dönemde Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını dile getirdiği dizi röportajları ile tanınmaya başladı: “Yanan Ormanlarda Elli Gün” (1955), “Çukurova Yana Yana” (1955). “Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” (1955), “Peri Bacaları” (1957). 1952’de yayımlanan ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ta da yer alan “Bebek” öyküsünün Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmeye başlandığı dönemde yazarın imzasına olan merak giderek artmaya başladı. 1953-54’te Cumhuriyet’te tefrika edilen ilk romanı İnce Memed ise büyük ilgi uyandırdı. Türkiye’de tarımdan sanayileşmeye geçiş evresi olarak nitelenebilecek 1950’li yıllarda, Çukurova’nın geniş biçimde makineleşmeye açılması ve verimli topraklar üzerindeki ağalar arası rant savaşımının kızışması, bunun yoksul Çukurova köylüsü üzerindeki sonuçları Yaşar Kemal’in romanlarının ilk evresinin ana temasını oluşturmuştur denilebilir. Ağa baskısı karşısında dağa çıkan eşkıya İnce Memed’le yazar, bir destan kahramanını anlatırken aynı zamanda toplumsal yapıdaki aksaklıkların da eleştirisini yapar. Roman, ağalara karşı Çukurova’nın yoksul halkına arka çıkan İnce Memed’in halkı için savaşımını konu alır. Roman kahramanının Toroslar’da beş köyün bütün topraklarına sahip bir ağaya karşı direnişi ve çekişmeleri uzun bir serüveni kapsar. Sonunda İnce Memed toprakları gerçek sahipleri olan köylülere dağıtır, ağayı öldürür, dağa çekilip kayıplara karışır ve bir efsane kişisi haline gelir. Yazarın kendi deyimiyle “mecbur adamın” öyküsüdür İnce Memed. Yayımlandığı dönemde büyük yankı yaratmış olan İnce Memed’de yazarın geleneksel masal, efsane tema ve motiflerinden yararlanarak çağdaş düzeyde romantik bir öykü kurduğu gözlenir. Teneke (1967), Çukurova yöresindeki çeltik ağalarına karşı mücadele eden ve köylünün yanında yer alan genç ve idealist bir kaymakamın trajik öyküsünü işler, “aydının mücadele gücü”nü dile getirir. Daha sonra bu romanı iki perdelik oyun biçiminde sahneye uyarlamıştır. Psikoloji ve simgesel öğelerin yer yer ağır bastığı “Dağın Öteki Yüzü” üçlemesinin ilk kitabı olan Orta Direk’te (1960) yazar, “Torosların arka yanındaki” bir köyün insanlarının, pamuk tarlalarında ırgatlık yapmak için, Çukurova’ya doğru yola koyuluşlarını, tabiatla dövüşe dövüşe Çukurova’ya varışlarını anlatır. Roman destansı bir hava içinde ve bu havaya uygun bir Türkçe ile kaleme alınmıştır. Bu “üçleme” yazarın, Orta Direk’in önsözünde de belirttiği gibi, kendi yaşantısı ve tanıklığıdır. Dizinin ikinci kitabı Yer Demir Gök Bakır (1963) bir köy topluluğunun mit yaratması öyküsüdür. Yer Demir Gök Bakır’da, güçlükler içinde bunalan, yaşama şartlarını değiştirmek için bir umutları, bir düşünceleri olmayan köylülerin, insanoğlunun çaresiz kaldıkça başvurduğu çözüme başvurarak, bir mit yaratmalarını ve bu mite sığınışlarını anlatır. Üçlemenin son kitabı Ölmez Otu’nda ise bir yandan değişen koşullar içinde bu mitin yıkılışı anlatılırken, diğer yandan da bir kişinin bir cinayet mitini yaratışı anlatılır. Üçlemenin ilk iki kitabında korkunç sefalet koşullarında duygulanımlara kapılmadan, büyük bir serinkanlılıkla ve bir romancı gözü ile köyün ekonomik ve toplumsal gerçekliği, köylülerin yaşama ve çalışma koşullarını veren Yaşar Kemal Ölmez Otu’nda nesnel koşulları geri plana alarak doğrudan doğruya insana eğilir. “Irmak Roman” niteliğindeki “Akçasazın Ağaları” adlı dizinin ilk iki kitabı Demirciler Çarşısı Cinayeti (1973) ve Yusufcuk Yusuf’ta (1975) ülkenin tarihsel gelişimi sürecinde Çukurova’daki toplumsal yapının değişimi anlatılır: Derebeyi artığı ağa tipinin çöküşünü, yok oluşunu ve bu yok oluşa koşut giden gelişmeyi; bir başka yönüyle Demokrat Parti’nin kredi yardımları ile tarımdan para kazanan ağaların sanayiye yatırım yapmalarını anlatarak eski toprak ağalarının yavaş yavaş sanayici olmaları sürecini betimler. Ne var ki Yaşar Kemal bu toplumsal değişme sürecinin üzerinde fazla durmaz; asıl göstermek istediği, bir düzenin çöküşü ve yozlaşmasıdır. Bu romanlarında Çukurova’da kapitalizmin gelişmesiyle yok olmaya yüz tutan bir yapının son çırpınışlarını, toprak ağası iki ailenin gerçeğinde verir. Hüyükteki Nar Ağacı’nda, Çukurova’da tarımdaki makineleşme sonucunda ortaya çıkan işsizlik sorunu ele alınır. Çukurova’ya çalışmaya inen kırsal kesim insanının bu yeni gelişme karşısındaki dramını ve çaresizliğini işler. “Kimsecik” üçlemesinin ilk kitabı Yağmurcuk Kuşu yarı özyaşam öyküsü niteliği taşımaktadır. Van Gölü kıyısındaki bir köyden yine Çukurova’ya göçen bir ailenin karşılaştıkları sorunlar çevresinde göç serüveni yansıtılır. Bu üçlemenin ortak noktasını köy insanlarının, özellikle de bir köy çocuğunun duyguları, düşünceleri, özleyişleri oluşturmaktadır. “Korku” teması bu “üçleme”nin odağında yer almaktadır. Özellikle “üçleme”nin ikinci kitabı Kale Kapısı “korkunun romanı” olarak nitelenebilir. “Üçleme”nin son kitabı Kanın Sesi bir evdeki kişilerin, daha çok da bir çocuğun, Salman’ın öyküsüdür aynı zamanda, Salman’la birlikte bütün çocukların öyküsüdür. Kanın Sesi “korkunun sesi”, “cinayetin sesi” olduğu kadar “sevginin sesi”dir de. Yaşar Kemal pek çok yapıtında Anadolu’nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. Halk öykücülüğünden yola çıkarak, sözlü gelenekte yaşayan Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik öykülerini Üç Anadolu Efsanesi (1967) adıyla yeniden kaleme almıştır. Ağrıdağı Efsanesi’nde (1970) bir aşk olayından yola çıkarak ve bu simgesel tema içerisinde baskı karşısında halkın dayanışma gücünü; Binboğalar Efsanesi’nde (1971) ise Toros eteklerindeki Türkmen göçebelerin yerleşik düzene geçmeleriyle ortaya çıkan güçlükleri, düş kırıklıklarını ve geçmiş yaşamlarına duydukları özlemi anlatır. Osmanlının son dönemlerinde haksızlıklara karşı dağa çıkmış bir eşkıyanın yaşamını Çakırcalı Efe’de (1972) ele alır. Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’da ise yine bir halk öyküsünden yola çıkar; alegorik bir üslupla sömürenlerle sömürülenler arasındaki ilişkiler anlatılır. Yaşar Kemal 70’li yılların ortalarından itibaren yazarlığında yeni bir yönelimin ürünleri olarak nitelenebilecek ürünler vermeye başlar. Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Kuşlar da Gitti (1978) ve Deniz Küstü (1978) romanlarında yazar ilk kez Çukurova dışına çıkarak kenti ve deniz insanını konu edinir. Deniz Küstü’de büyük kentin karmaşasını, yozluğunu işler. Deniz insanının kentteki yaşam serüveninden yola çıkarak kente yabancılaşmasını, deniz doğasının yok oluşunu yansıtır. Aynı olguyu Kuşlar da Gitti’de çocukların dünyasından ele alır. Bir deniz kasabasındaki insanların sorunlarını, uğraşılarını, birbirleriyle ilişkilerini Al Gözüm Seyreyle Salih’te dile getirir. “Bir Ada Hikâyesi” üçlemesinin ilk kitabı olarak kaleme aldığı Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’da Ege’de mübadele hükümleri gereğince Yunanistan’a göç ettirilen Rumların boşalttığı bir ada ekseninde Balkan Savaşı’ndan Sarıkamış’a, değin yakın tarihte yaşanan acıları dile getirir. K. Şahin, romanı değerlendirirken “Romanın asıl amacı, mübadele sonrasının kıpırtısızlığında bu topraklarda yaşanan savaşlara, çoktan unutulmuş olan, kimsenin sözünü bile etmediği, etmek istemediği savaşlara dair bir şeyler anlatmak sanki” der. Yazarın Anadolu insanının sözlü anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlardan, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı bireşim ve üslup onu her bakımdan özgün bir çağdaş sanatçı kimliğine ulaştırmıştır. Kurduğu imge ve mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın tüm yönleriyle anlatımı, kullandığı dil, yerel sözcükler ve deyimler, atasözleri, yakarışlar, sövgüler onun anlatımını canlı ve etkileyici kılan özellikler olarak görünmektedir. Anlatımındaki özgünlük “düşle gerçeği, doğayla insanı iç içe” vermedeki başarısından kaynaklanmaktadır. Yarattığı dünyanın dış görünümünü etkileyici bir biçimde çizer. Şiirsel üslubu, olağanüstü düş gücü, modern romanla epik anlatım biçimlerini başarıyla bağdaştırması onu özgün kıldığı kadar güçlü de kılan özellikleridir. Yazarın İnce Memed adlı romanı yaklaşık 40 dile çevrilerek yayımlandı. Diğer romanları da çok sayıda yabancı dile çevrildi; kitaplarının yurtdışındaki baskısı 140’tan fazladır. Bu bağlamda uluslararası bir üne sahip olan Yaşar Kemal ilgili kurum ve kişilerce Nobel Edebiyat Ödülü’ne de aday gösterilmiştir. Roman ve öykülerinden yapılan uyarlamalarla çağdaş Türk tiyatrosuna da katkıları oldu; Yer Demir Gök Bakır, “Uzundere” adıyla 1965’te, Teneke yazarın oyunlaştırması ile Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından 1965’te ve Ağrı Dağı Efsanesi 1974’te çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelendi. Birçok yapıtı da sinemaya uyarlandı. Bunlardan “Beyaz Mendil”i 1955’te Lütfü Akad; “Namus Düşmanı”nı 1957’de Ziya Metin; “Alageyik”i 1959’da, “Karacaoğlan’ın Sevdası”nı 1959’da ve “Ölüm Tarlası”nı 1966’da Atıf Yılmaz; “Ağrı Dağı Efsanesi”ni 1974’te Memduh Ün; “Yılanı Öldürseler”i 1981’de Türkân Şoray, “İnce Memed”i 1984’te Peter Ustinov ve “Yer Demir Gök Bakır”ı 1987’de Zülfü Livaneli yönetti.(ALINTI)
  13. Zaten ben de bunun açıklamasını bekliyorum!
  14. Değerli arkadaşım neden olmasın;bir kadın bunu inanç meselesi olarak algılayıp başını örtüyorsa neden özgürlüğü kısıtlansın?Zorla kapatmayı geçtim;zorla açtırılanlar ne anlam ifade ediyor sizin için?
  15. Sercan lütfen benimle barış.Kırgın olmana dayanamam!Lütfen!Akıl edemedim ve seni geç keşfettim(yarın yapımcımla konuşalım,sana bir kaset)Özlettin kendini...artık gel!
  16. Şimdi ben de Sercanı merak ettim.Umarım denildiği gibi varsa bir sorun;halledilmiştir!
  17. Angel nerelerdesin sen?
  18. Sevgili arkadaşım,şimcik sana bir havlu göndereyim!Sıkıca sarın;hasta olmasın canımız!!
  19. Sevgili arkadaşlar,bu konuyu açtıktan sonra yazmamamı ilginç karşılayanlar ve suçlayanlar.Kesinlikle art bir niyeti arama hakkına sahip olmadığınızı bilmelisiniz.Şimdi neden mi yazmıyorum;çünkü ben bu konuda çok şey bilmiyorum.Onun için sordum!Bu arada ben hala anlamış değilim İslamda kadının yerini.Güzel yazılar;bilgi ve emek kokuyor ama şunu anlamakta güçlük çekiyorum hala;erkeğin dört kadınla evlenmesini evrensel olan olgularla açıklama durumundayken neden biz hala o döneme bakalım diyoruz.Teşekkürler!
  20. Kimse bizi tarihel anlamadı,ama herkes bizi tarihle yargıladı.Çok teşekkür ederim Senyour(valla bu nicki görünca aklıma Ölü Canlar kitabı geliyor;Gorki'ydi yanlış hatırlamıyorsam) bu da Senyour'aaaaaaa! EY HALKIM ! Sevidir öz türkçe Tüm belaların mümessili Her dilde aynı sızıyı hatırlatır Yalnızlık Bakma kemik sesidir sesimin içine sızan Kırılmaktadır sabah akşam Eklemlerim fire vermektedir ek yerlerinden Ruhumdaki Dikiş izleri belli olmaktadır Evet değirmende bir başak kederidir un Ama suyla hamur olacak bir şey değildi bu kördüğüm... Sen bir sokak oluyorsun bazı Bazı bir koku Birinin saçına sinen Sen bir şaka oluyorsun bazı Durup dururken aklıma gelen Sen bir çift göz oluyorsun bazı Bir tek sözü bile aklında tutamayan Herkes kötü davranıyor bana Sözüm kesiliyor Ve kanıyor en zayıf harfinden Saçım çekiliyor Yüzümden Herkes bana kötü davranıyor Yalnızlığım ki,yirmidört saat birlikteyiz Kendisiyle Bazı o bile uğramıyor Asıl gelmeyince gelen Bir ölüm haberi gibi Ağaçlarım sökülüyor sonra Başka yere ekilecekmiş süsü veriyor Kuru dallarımın pişmanlığına Ellerime yapraklar dökülüyor Hak edilmiş bir sonbahardan Herkes bana kötü davranıyor Uğradıklarında anlıyorum Görmezden geliyorlar Yol uzun vakit kalmıyor bana Ayaküstü kalbimi kırıp gidiyorlar Ağzımda kendi gözyaşım birikiyor İçin için bir tuz tadı İçin bu kayıplar içinizden geldiği gibi Üzülmeniz için Herkes sevsin istedim beni Suç işledim masa örtülerime Süs mahiyetinde Kimseyi sevemedim uluorta Suç işledim kayıtlara geçti Geçti gitti bir ömrün Henüz bilmiyorum ne kadarı Cezadır ey halkım Çekilir tenimden Tez elden hazırlanır doktora Kendini ele veren tezler Konumuz yoktur ey halkım Konuşmacınız yalnızlık illetinde Yazılarına bir süre zarar verecektir Kendisi yıllık gizinde Kar bile yağmaz Kış kendini tanımlamaz Akdenizin zedeli mevsimlerinde Seyrine buğu dayanmazdı oysa Çocukluğum Lapa lapa bir seyirliktir Komikliğimiz yoktur ey halkım Komiğiniz kar izindedir Kadındır Saçlarında birbirine karışır teller Sevgilinin tellerine bakışlar konar Herkes sevdiğine canım Böyle mi yazar? Aşkımız yoktur ey halkım Sevdalınız şıllık izindedir Yazımız yoktur ey salkım Üzümlerimiz üzünç içinde Şarap meylindedir Şiirimiz çoktur ey halkım Şairiniz acı çekmektedir. Yılmaz Erdoğanı sevdiğini düşünerek!Sevgiler!
  21. İnanç bir tercih meselesidir.İnanırsınız yada inanmazsınız.Bu sizinle doğrulanır yada yanlış olduğu sanılır.Kimse kalkıp burada inanan yada inanmayanı yargılama hakkına sahip değildir.Yazılır,tartışılır,paylaşılır tüm düşünceler.Herkes kendi doğrusunu haykırır.Bizler kulak veririz yada es geçeriz.Bir insanın düşebileceği en büyük yanılgı;ben en doğrusunu biliyorum,doğru olan benim düşüncesidir.Bu kalıba götürür sizi/bizi!İnanmayan da inanan da insandır ve o herşeyi ile özeldir!
  22. aferin sana.bir yıldız verdim sana.çok güzel?burada ki mavi ben miyim?hehe dediğini duyar gibiyim.Yüreğine kocaman sevgi.Ya o kadar çok yazmısın ki ver ver cevap bitmiyo.Bak bizim sitede acayip bir şey oluyor;anlamak için oraya dönmeliyim biraz.Orada ki yazını buraya taşıyacaktım ki...Teşekkürrrrrrrrrrr
  23. sakın yazma;olur mu?kocaman bir sır.her ne kadar benim şiiri mi bana armağan etsende saol canım arkadaşım.Güzel yürekli olan sizlersiniz.
  24. keçi sensin ne olcak bak ben bu keçiyi Dbakra getirecektim,gizlice siteye sokacaktım,bizim kapıcının bahçesinden hergün yem çalacaktım,oooo nasıl olsa bi sürü boş oda var,onlardan birini keçime verecektim.Onu hediye almıştım ama ben.Ya var yab etini zorla yedirdiler,ay eti de hiç sevmem!Ya sen bana kızgınmısın gardaş?Valla senin için ta erzurumlara,bi de dağ başına geldim.oooo sen daha kırgınsın.Senin sayende akşam anca memleketi buldum desem;şakaaaaaaaaa yaptım.benim için özel olan can dostum,dışarda da her daim yanımda olan arkadaşım;sööööööööööz bi daha teleflerini kaybetmeyeceğim.Tatilden geldim de burası çok sıcak.Ah ah ya ben memleketi özledim.Sevgiler!
  25. bizler tercihleri dayatma olarak görmeye mahkumuz!Hadi bakalım kolaysa görmeyin.Güzel tesbitler...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.