Zıplanacak içerik

Istanbulian

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Istanbulian tarafından postalanan herşey

  1. ...AKP döneminde bu degisdi ... Bu hissediliyor zaten yillardan beri Stratfor raporundan bir alinti Raporun tamami asagidaki linkde : 1996 yılında ABD'nin Teksas eyaletinde George Friedman tarafından kurulan ve "gölge CIA" olarak adlandırılan Stratfor isimli özel istihbarat kurumunun Türkiye'deki son gelişmelerle ilgili olarak, George Friedman tarafından kaleme alınan analizini "Türkiye-Yeni Osmanlıcılık" tartışmaları bağlamındaki yeni ABD yaklaşımının ilginç bir örneği olarak sunuyoruz. Türkiye doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, Kafkaslar ve Rusya’nın derinliklerindeki çeşitli noktalara hakim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi. İmparatorluğun Birinci Dünya Savaşı sonrasında çökmesi, Anadolu’ya bakan içine kapalı bir devlet gibi tuhaf bir durum yarattı. İkinci Dünya Savaşında son derece temkinli davranan ve Soğuk Savaş’ta Birleşik Devletlerle ittifaka giden Türkiye, pasif bir rol oynadı: Ya gidişatı başkalarına terk etti ya da kendi stratejik topraklarının kullanımına izin verdi. Bu durum dramatik biçimde değişti. Türkiye, 2006’da, dünyanın Suudi Arabistan dahil tüm Müslüman ülkelerininkilerden büyük olan, en büyük 18. ekonomisine sahip ve ekonomisi beş yıl boyunca yüzde 5 ila yüzde 7 arasında büyüdü. Daha da önemlisi, Türkiye tam anlamıyla bir ihracat-yönelimli ülke de değil. Ürettiği ürünleri satın alan kayda değer bir orta sınıf yarattı. Güçlü ve kararlı bir ordusu var ve kurumlarla ideolojiler arasındaki gerilimleri iyi idare edebiliyor. Ayrıca kaosla çevrelenmiş durumda. Güneydeki Irak bir yana, kuzeydeki Kafkaslarda ve kuzey batıdaki Balkanlarda önemli istikrarsızlıklar mevcut. Doğu Akdeniz’den Hürmüz Körfezine dek uzanan güney bölgesi son derece gergin. Başkan Hüsnü Mübarek’in görevden ayrılmasının ardından Mısır ve doğu Akdeniz’in istikrarı belirsizleşecek. Türkiye’nin eski rakibi Yunanistan bir zamanlar olduğu gibi ona meydan okuyabilir durumda değil. Üstelik, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi reddetmesi de ülkeyi üyelik umutlarının dayatabileceği çoğu kısıttan azat etti. Türkiye’nin bölgede istikrarı sağlama konusunda kurulu çıkarları mevcut. Artık Birleşik Devletleri istikrar sağlayan bir güç olarak görmüyor ve Avrupa’yı da hem bütün hem de tek tek ülkeler anlamında düşmanca ve iktidarsız bir varlık olarak ele alıyor. Rusları çıkarlarına yönelik uzun vadeli bir tehdit olarak ele alıyor ve Rusya’nın Türkiye sınırlarına potansiyel anlamda geri dönmesini uzun vadeye yayılmış bir meydan okuma olarak görüyor. Tıpkı Osmanlıların yaptığı gibi İran’ı kendi içine kapalı durgun bir su olarak görüyor. Suriye ve Irak’ın, müttefiki İsrail’in ve nihayet Arap Yarımadasının geleceğiyle çok daha yakından ilgileniyor. Bir başka deyişle Türkiye, hızla yükselen bir bölgesel güç olarak ya da en geniş anlamda, kökleri Anadolu’da bulunan ancak kapalı bir devre içinde politik, ekonomik ve askeri güç planları yapan muazzam stratejik güce sahip bölgesel bir hegemonun yaratılması sürecinin başlarındaki bir ülke olarak görülmelidir. Ulusal güvenliğinin temin edilmesi bakımından Birleşik Devletlere yaslanma arzusu 2003 ile birlikte sona ermiştir. Karşılıklı çıkara dayalı konularda Birleşik Devletlerle işbirliğine hazır olmakla birlikte, tabi bir güç olmak istememektedir. Bizce bu yükseliş henüz en ilk evrelerindedir. Türkiye’nin ekonomisi ve iç siyaseti gibi dış politikası da son beş yıldır dramatik değişimlerden geçmiştir. Türkler, temkinli bir biçimde bölge çapında etki yaratan olayları harekete geçiriyorlar. Bir anlamda, Irak’taki müdahale 1990’lardan beni izlenen siyasetin basit bir tekrarı gibi görülebilir. Ancak mevcut bağlamda, daha da fazlasını: kendi doğal çıkarlarının Birleşik Devletlerden bağımsız biçimde doğrudan doğruya ortaya konulmasını temsil edebilir. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=13801
  2. Hirsizlar,rüsvetci,gaspci,tecavüzcü,katiller o cezalardan korkar da,mesele o degil aslinda ... Her seyi bildigini sanan arkadas. Islami kaynaklara inersen , mesela "faiz sistemi" devam ettigi müddet , had cezalarini uygulamak adaletli olamaz ... Had cezalarin uygulanabilmesi icin , islama uygun sistem de sart ... Yoksa senin sandigin gibi cok da el,ayak kesme meraklisi degil Islam dini ... : İran'da had cezaları kaldırılıyor mu? Reformist İtimad gazetesinin 6 Ağustos tarihli sayısında yayınlanan habere göre İran’da Yargı’nın sözcüsü yaptığı açıklamada bazı suçluların recm (taşlama) cezasının durdurulduğunu belirtti. Gazeteye göre, yıllar süren tartışmalardan sonra recm (taşlama) cezasının bütün hüküm giymiş kişiler için durdurulduğu açıklandı. İran’da recme mahkum edilmiş 9 tutuklu bulunuyordu. Muhabirlerin sorularını cevaplayan sözcü, Yargı Erki’nin politikasının aslında recm, el kesme vs. gibi cezaların uygulanmaması yönünde olmasına rağmen ceza yasasında böyle İslami hükümler öngörüldüğünün hatırlatılması üzerine şöyle dedi: “Pek çok reformlar gerçekleştirilen İslami cezalara ilişkin yasa tasarısı geçtiğimiz günlerde Yargı Başkanı tarafından Meclis Yargı Komisyonu Üyelerine takdim edildi. O taslakta bu meseleler yeralmıyor.” Yargı Erki sözcüsü Ali Rıza Cemşidî, recm cezası almış hükümlülerden ikisinin ülkenin dinî lideri tarafından affedildiğini ve cezaların uygulanmayacağını, bunun yerine cezalarının 10 yıl hapse dönüştürüldüğünü söyledi. Verilen bilgiye göre diğer iki dosya da kırbaç cezasını çevrildi. Bu değişikliğin nedeni de hükümlerin temyizde hatalı bulunması. Bu dört kişi dışında affedilen hükümlülerin dosyaları ise halen af komisyonunda. Bu durumda İran’da halen recm cezası almış hükümlülerin hiçbirinin cezası uygulanmamış olacak. İran’da uygulanan İslami ceza yasasına göre evli erkek ve kadınlar zina ettiklerinde recm (taşlayarak öldürme) cezasına çarptırılıyorlar. Mevcut yasa, mahkemenin adil kabul ettiği dört şahidin tanıklığı durumunda ya da zanlıların dört kez itirafı halinde suçun sabit olacağını belirtiyor. Fakat yasaya ilave edilen bir madde ile getirilen değişiklikte şöyle deniliyor: “Recm cezasının uygulanması halinde fitne doğacaksa ve bu uygulama nizamı zaafa uğratacaksa hükmü icra edecek mahkemenin teklifi ve Yargı Başkanı’nın onayıyla, haddin gereği şer’an sabit olsa bile recm idama tebdil olur. Bunun dışındaki durumlarda yüz kırbaç cezasına dönüştürülür.” İran’da 2002’den bu yana recm cezası uygulanmıyor. Yargı Başkanı Huccetulislam Haşimi Şahrudi göreve geldiğinde recm cezasını durdurmuştu. Fakat bazı hakimler suçlulara bu cezayı vermeyi sürdürdüler. İran’da bu konuların tartışılması yeni aile yasası çerçevesinde oluyor. Sert tartışmalara sahne olan yasa tasarısı çeşitli kesimlerden tepki çekiyor. Yargı tarafından hazırlanarak hükümete iletilen tasarı, destekleyenlere göre aile ile ilgili bütün yasaları tek çatı altında topluyor. Tasarının hazırlanmasının bir nedeni de bu alandaki boşlukları gidermek. Fakat hükümetin yasa tasarısına yaptığı ilave, tasarının açıklanmasından sonra sert tartışmalara neden oldu. Çeşitli kesimler, siyasi partiler ve düşünce çevreleri tasarıyı tam anlamıyla bombardıman ettiler. Kamuoyunu ayağa kaldıran yasa tasarısı, aileyi korumak ve mevcut boşlukları doldurmak bir yana, aile için eskisinden çok daha ciddi sorunlara yolaçacak olmakla eleştiriliyor. Nitekim Yargı Erki sözcüsü Cemşidî, düzenlediği basın toplantısında, kendilerinin hazırladığı taslağa dönülmesini ve hükümetin yaptığı ilavenin yasa tasarısından çıkartılmasını istedi. Hükümetin yaptığı ilaveye göre, koca bir kez daha evlenmek istediğinde birinci eşin iznini alma şartı kaldırılıyor. Bir kez daha evlenme durumunda sadece mali yeterlilik şartı korunuyor. Yine yapılan değişikliğe göre mihrden artık vergi alınacak. Cemşidî, Meclis’ten bu iki değişikliği tasarıdan çıkartmasını talep etti. http://www.akhaberler.com/2815_Iran-da-had...iliyor-mu-.html
  3. Istanbulian şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Yasar Nuri gibi bir cevap oldu ... Sordugun cevablar falanca kitablarimda yazili der ya , sen de öyle ... Tartisma beni ilgilendirmiyor , neye inandiginizi sordum ... Ay pardon , neyi bildiginizi sordum ... Malum ateistler bildiklerine inanirlar ... Inancla alakasi olmadigina göre ... netice nedir? Kisaca ... yani. Bu kadar cok yazi yazan , iki,üc cümleyi nasil esirger ... Bence, ateistler ilk canlinin, madde olusan agir depreson neticesinde "canlanayim bari",biraz "oyalanayim, vakit gecsin" dediginden olusmustur diye düsünmeleri gerekir ... Evet ... konumya geri dönmek icin , "doga" insanin icine "inanma istegini" acaba neden koymus diye sordum ... Kim bu "Doga" ... Kimden izin almis bu "inanma istegini" insanin icine koymus ...
  4. Istanbulian şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Onlar icin fark etmez ... Bulurlar kafalarina göre bir kilif ... Zaten cevap veremiyorlar ... Doga nedir , evrim nedir aciklayamiyorlar ... Maddeye inanmislar ... Ama madde düsünür mü sorusuna yine cevab yok ... Öyle ya beyin dedigin sey madde yiginindan ibaret ise , düsünen de madde olmasi lazim ... Ruh yoksa geriye maddeden baska bir sey kalmaz ... Madde düsünüyor yani ateistlerin inancina göre ...
  5. Istanbulian şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Tanri kavrami olmasaydi , ateist avrami da havada kalirdi ... Dahasi Tanri olmasaydi burda da tartisip durmazdik ... Sen neye inaniyorsun dipnot?
  6. Istanbulian şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Gibi degil , aynen öyle ... Yunanca "Theos" Tanri demek , "teist" dini anlamda kullanilir ... Yani ateistlerin kendi bir fikirden ziyade Tanriya karsi bir tutum icindeler ... Sanmiyorum ... Doga neden böyle bir sey yapsin ki , diye sormam gerekiyor ... Ama bunu sormadan: cümlenize dikkat ederseniz, dogadan suurlu bir kisi gibi konusuyorsunuz ... Yani diyorsunuz ki "Doga düsündü , tasindi , insana kadar herseyi yapti ve insanin icine "inanma" istegini, hem de kanunen, "koydu" ... Peki neden bunu yapsin ki? Sizin antiteziniz "doga" red edilen tanrinin bir sürü fonksyonlari aliyor ve tabi ki almak durumda ... Anliyacaginiz doga dediginiz sey de sizin "anti tanriniz" ... Ama neticede bir Tanri fikri ... Doga yapti etti ,evrim yapti etti ... Iyi güzel de ... Nedir bu doga , nedir bu evrim ... Niye durup dururken evrim bir seyler yapsin ? Doga neden izin verdi buna ... Evrim kücük anti-tanriniz o zaman ... Doga büyük ... Daha büyükleri var mi acaba? Böyle cocukca seylere insanlar nasil kaniyor hayret. Doga , evrim metafizik kavramlar ... Saygilarla
  7. Salla ... Hepsi daha degil ... Bir az daha zaman alacak ... %5den degil , %47den alinacak ... Kaldi ki Mogulatyin,Sezerin kadrolasmalarin miltan zihniyetli , komutan yagdanliklari bir cogu daha görev basinda .... Baykalin dedigi gibi , on yil sonra bambaska bir Türkiye görecegiz ...
  8. Evet ... cikti bir cürük ... Tez ayiklansin , dünyada da ahiretde de cezasini ceksin ... Ayni bunlar gibi ... : En ulusalcı avukat en milyoner sanık Ergenekon iddianamesi eklerinden Hürriyet'in yaptığı alıntıya göre yeminli murakıp raporlarında Ergenekon zanlılarının para trafikleri de oldukça ilginç. Örgütün kasası' denen ve tahliyesi sonrası ölen Kuddusi Okkır'ın hesabında '5 kuruş' bile bulunamadı. Buna karşın Kemal Kerinçsiz'in hesabında yaklaşık 1.5 milyon, gözaltına alınıp bırakılan başka bir şüphelinin hesabında neredeyse 3 milyon YTL çıktı. Ayrıca Sedat Peker'in adamlarının, Veli Küçük hesabına düzenli havale yaptığı da raporda yer aldı. ERGENEKON terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın isteğiyle şüphelilerin hesaplarını inceleyen Bankalar Yeminli Murakıbı Ayhan Kayalıca ile Talha Öcal'ın raporları ilginç bağlantıları ortaya çıkarttı. Yeminli Murakıplar Kayalıca ile Öcal, savcılığın talebi üzerine, Ergenekon şüphelilerin tüm mevduat, kredi, kredi kartı, yatırım fonu, repo, tahvil, hisse senedi ve kiralık kasa hesaplarını 1999 yılından bu yana takibe aldı. İnceleme sonucuna göre yeminli murakıplar tarafından hazırlanan rapordan dikkat çekici bazı isimler ve hesaplar şöyle: 31 hesapta müthiş nakit Muzaffer Tekin: Raporda, Muzaffer Tekin'in, İş Bankası, Akbank ve Yapı Kredi Bankası'ndaki YTL hesaplarına farklı zamanlarda farklı kişilerce yatırılan miktarlar da ilgi çekici bulundu. Kemal Kerinçsiz: Avukat Kemal Kerinçsiz'in, Ziraat, Halkbank ve Akbank'ta, bazıları eşi Gönül Kerinçsizle ortak olmak üzere 31 ayrı hesabına ulaşıldı. Kerinçsiz'in hesaplarındaki en ilginç nokta ise, neredeyse tüm para giriş ve çıkışlarının nakit olarak yapılması. Son dört yılda, Kerinçsiz'in münferit ya da ortak hesaplarına 1.5 milyon YTL'lik nakit girişi görüldü. Murakıplar, tutarın yüksek olması nedeniyle, para hareketlerinin 'Suç Gelirlerinin Aklanması' ve vergi mevzuatı açısından yetkili kurum ve kuruluşlarca incelenmesi gerektiğini vurguladılar. Borcunu başkası ödüyordu Kuddusi Okkır: Cezaevinde kansere yakalanıp, tahliyesinin dördüncü günü yaşamını yitiren ve 'Örgütün Kasası' denilen Teknopark Elektronik Bilişim ve Danışmanlık Şirketi'nin sahibi Kuddusi Okkır'ın banka hesaplarında para çıkmadı. Kuddusi Okkır'ın hesaplarında yapılan incelemede, Yapı Kredi Bankası'ndaki hesabına 5 Aralık 2003'te İlker Değirmencioğlu tarafından 11 bin 474 YTL, 4 Aralık 2003'te ise kendi şirketi tarafından 7 bin 937 YTL yatırıldığı belirlendi. Ayrıca Kuddisi Okkır'ın Ziraat Bankası'ndan aldığı tüketici kredisinin 326 YTL'lik taksitlerinin Kamil Aksoy tarafından ödendiği anlaşıldı. Telafer'e yardım kasada Aydınlık Dergisi: Derginin hesabında "Telafer'e yardım" mesajlı birçok gönderi bulundu. Murakıplar, bu paranın hálá hesapta durduğunu ve yardım amaçlı kullanılmadığını vurguladılar. Erkut Ersoy: Erkut Ersoy'un Şekerbank'taki hesabını inceleyen murakıplar, 'DSS arşivi, DVD siparişi, özel büro, destek' gibi açıklamalarla 2 Mart 2006'dan 25 Aralık 2007'ye kadar farklı kişilerden gelen değişik miktardaki paraların dikkat çekici olduğu kanaatine vardılar. Şüpheli 50 bin YTL Veli Küçük: Örgütün liderlerinden olduğu iddia edilen emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün Finansbank, İş Bankası, Vakıfbank'ta ikişer, Oyakbank, Akbank, Ziraat Bankası ve Etibank'ta birer hesabı olduğu belirlendi. Küçük'e, Eyüp Bal, Cem Bican, Mehmet Kızılok tarafından gönderilen tutarlara ilişkin işlem fişlerinden, Mehmet Kızılok'un sahibi olduğu Onur Ticaret'e ait telefon numarasına atıf yapıldığı kanaatine ulaştı. Kızılok'un, Sedat Peker'in organize suç örgütüne üye olma suçundan tutuklu bulunduğuna dikkat çekilen raporda, şöyle denildi: "Bu itibarla Veli Küçük'ün hesabına 2001 yılı itibarıyla gönderilen 25 bin 770 YTL'nin suç örgütü lideri Sedat Peker kaynaklı olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Diğer taraftan, Öz Uslukol Makina tarafından Veli Küçük'e gönderilen 27 bin 800 YTL dikkat çekici bulunmuştur." Veli Küçük'ün hesabına para yatıranlar arasında yer alan dönemin Zonguldak Valisi İsmet Metin'in 21'inci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü yöneticisi olduğu, Kemal Kerinçsiz, Vedat Yenerer ve Ümit Özdağ'ın da bu kuruluşta yer aldıkları belirtildi. Diğer ilginç hareketler: Mehmet Zekeriya Öztürk'ün Halk Bankası'ndaki hesabına Emin Turoğlu'nun 1560 YTL yatırmasını da rapora alan murakıplar, Çanakkale ADD yöneticisi Nadide Altın'ın, Öztürk'ün Oyakbank hesabına 15 Mart-31 Aralık tarihleri arasında, toplam 23 bin 310 YTL göndermesini de raporlarına aldılar. Emin Caner Yiğit'in, Akbank'taki döviz hesaplarına Ahmet Taner Yiğit tarafından 9 Kasım 2004'te yatırılan 11 bin 126 Euro ve 50 bin doları nakit olarak çekmesi de rapora girdi. (Ergenekon İddianamesi'nden)
  9. Konusalim , konusalim ... El Hak dogru dedin ... Peki bu carpik yapilasmanin müsebbibi kim? Diyanet! Evet ... Diyanet özel sektör mü? Degil ... Peki degilse sorumlu kim? Cöken Kuran Kursu degil de , neyse ... Yasar Nuri bu kadar ince düsünmez tabii ... Bir tane okul da sen ac hoca ya ... Hep elestirmek kolay da , daha iyisini yap görelim ... Cok mu zor? Hem kitablarini satarsin ... Yasaklamanin getirdigi sonuclar bunlar. Yer altina iniyor. Halbuki yasal olsa , yasalarin getirdigi yükümlerin denetimi imkani dogar ve böyle suistimal edilmelerin de önüne gecilebilinir ... Ama tam bu istenmiyor iste .... Valla hocam , önce devrimlerin sonra CHPnin laikci Cumhuriyeti ile ancak "Müslüman oldugumuzu" kismen ve hala ezbercilikle koruyabildimiz dogru. Buna da sükür ... Ne o , hoca ulusalci kesildi birden ... Hocaaaaa ... bu filimi on yil evel de ,altmis yil evel de gördük ... Rivayet o ki , Göztepe semtin bir camisinde imam cemaat namaza hazir haldeyken "Allahuekber" yerine "Tanri uludur" [parantez - Atakültün ilan edilmemis tanrisi M.K.Atatürkün de "ulu önder" sifatina haiz olmasi durumu , Tanri ile Atanin esitlenmesi anlamina gelir] tekbir getirerek namaza baslar ... Imam namaz bitimde arkasina baktiginda cemaatden eser kalmamisti ... Gerisini yorumlamaya deger bir sey bulmuyorum ... Illa türkce ibadet yapmak isteyen varsa yapsin ... Karisan var mi? Yok da , ynö vb neden baskalarina karisiyor? Böyle bos bos konusacagina Ilan etsin mezhebini ,akaidini , acsin bir okul ve veya dershane , boyunun ölcüsünü alsin ... Sahi , bu hoca parti lideri degil miydi? CHPden cikip parti kurmustu ... Kitaplarin satisi düstü herhalde , böyle saldirip reklam yapiyor kurnaz ...
  10. Islama inanciniz olmadigini anladik ... Allaha inanmayan insani ilah edinebilir ... Nazim Hikmet gibi , gitti Stalini ilah edindi ... Okuyalim : Laikciler arasinda böyle sapkinliklar oluyor ... Mustafa Kemali tanrilastiranlar da oldu ... : Bence din degil de , Stalincilik ve Atatürkcülük ancak cocuklar safliginda kalmislarin aldanabilecegi bir ideoloji ve cikarcilarin maske olarak kullandiklari bir ma$a ... Bununla Ataya iman etmis olanlar cok rahat aldatilabiliniyor Aslinda ikisi ideoloji bile degil de, ama bunu anlayabilmek icin belli bir birikime ihtiyac var ...
  11. Müslümanlar yagmur duasini ciddiye alir , Atatürkcüler de ruh cagirma seanslarini ... Problem nedir?
  12. Ciddiye alinabilecek bir cevap yok ... Bir daha sorayim ... Mustafa Kemali kim cikarabilmis .? Bu bir ... iki bay Mustafa Kemal Atatürke saygisizlik nerede yapildi ? Zor sorular degil aslinda ...
  13. Neymis bu saygisizlik da bilelim ... Ruhunu cagirmak mi? Yoksa "Ruhu cagiridiginin" haberini vermek mi? Nedir ? Kim cikarmis Mustafa Kemali bünyesinden , bunu pek anlayamadim ... Ne kadar bagimsiz oldugumuz tartisilabilir ... Mustafa Kemali din vari "Ata" olarak görebilirsiniz ama bunu da empoze etmeye hakkiniz yok ... Laikligin geregi degil mi bu ... Bunun bir nevi putlastirma oldugunu görmek gerekiyor artik ... Bak Mimoza rumuzlu üye su tespiti yapiyor : Mustafa Kemal basörtüsüne karismadi.Kisisel tercihi ilgilendirmez ama kanuni anlamda bir düzenleme yapmadi ... Yaptigi devlet memurlarini ilgilendiren bir "kiyafet yasasini" egerek,bükerek basörtü yasagin anayasal temelini haline getirdiler ... Karardaki mantigi devam ettirirsek Türkiye Cumhuriyet tüm vatandaslar memur statüsünde oldugu kanaatine variriz .. Buna muhalif , ama bir o kadar da manidar olan , bu kiyafet kanuna kendileri uymuyorlardi ... "Sapka kanunu olarak bilinen" kanunu ne Anayasa mahkemesindeki üyeler , ne de memur statüsünde olan diger laikci,atatürkcü kisiler takiyor. Yani kanuna göre suc olani suc olarak görmüyorlar ama yasanin kapsamini ülkenin geneline genisletiyorlar. Tartisamazsin da ... Anayasal din gibi bir sey olmus bu ... Görüldügü üzere Atatürkcülük samimi bir inanisdan ziyade cikar amacli suc örgütlerin kullandigi bir maske haline maalesef gelmis ... Asil saygisizlik bu ya , neyse ... Bu basörtü yasagin Atatürk ile ne ilgisi var sorunun cevabi "hic bir alakasi yok" olur ... Hatta tam tersi bir durum sözkonusu ... Evet ... hem de profesyonel bir savas. Ama bu savas büyük bir savasin parcasi. Ergenekon bertaraf edildi , cok büyük bir örgüt cökertildi ve maskeler düstü ... Bence var olan Atatürk sevgisini suistimal edip "en cok atatürkcü biziz" radikalciligi ile planli ve hesapli hareket ettiler. Kendi adamlarini vurduttular ve bunu "islamcilara" yüklediler ... Yillara faili mechul cinayetlerle calkalandi bu ülke , bilhassa Doguda binlerce,onbinlerce faili mechul cinayetler islendi. Bu yerel halkda biraktigi tahribati bir düsününüz. Dislanan kimlige saldiriya ugrayan kisinin daha cok benimsedigi ortada iken bu kürd eksenli cinayetler ancak kimlik olusturma amacli ve bölmeye hedefliden" baska türlü okununamaz ... Ilginc ... vatanseverlik yarismasini acanlar ve her zaman vatanseverlik yarismasinda birinci olanlar aslinda bölücülük yapiyorlarmis ...
  14. "Yetismis" kelimesi "yetisdiren" birinin varligina isaret eder ... Tevhidi tedrisat geregi bunlari yetistiren , görev ve makam veren laikci zihniyetli Cumhuriyet ... Bu her zaman , her yerde var olan meseleler insanlar icin. Suc islenmeyen , degerlerin suistimal edilmeyen tarihde herhangi bir dönem yok ki ... Kisilerden ziyade sorguladigim celiskiler dolu olan, dogmalarla donatilmis,celiskileri tabulastiran halka sekil vermek isteyen devlet ... Sahi kim kime aitdir? Halk devlete mi , yoksa devlet halka mi? Ulusalci laikcilerin laiklik tarifini esas alirsak,ki bu tarif laik yasam tarzina kadar gider , ben laik (taraftari) degilim ... Fransa ya da Avrupanin laiklik tarifini esas alirsak , Osmanli dahil laikdik ... Taa ki Cumhuriyetle diyanet kurulana kadar ... O vakit devlet teokratik bir yapilanmaya girdi ... Bir Türkiye Islam Cumhuriyeti icin dogal bir sey ama laikligi dogma edinmis bir devlet icin büyük bir celiski. Herkes,bana sorarsaniz,kafasina göre takilsin ... Yeter ki samimi olsun ... Zaten Nur Serterin baskalarini bicimlendirme isteginden , baskalarin inandiklarina hurafe gözüyle baktigindan dolayi bu "haber" olabiliyor ... Yoksa herhangi bir vatandas yapti da , haber mi olur?
  15. Garip karsilanan hurafeden ziyade kimin bu hurafelere takilmasidir ... Nur Serter "basörtüsüne" karsi verdigi amansiz savas hala hafizalarda ... Bu amansiz savas acaba "Atatürkün ruhundan aldigi emirler dogrultusunda mi yapildi?" düsünmemek elde degil ... Kaldi ki Serter keskin laikci ve sarsilmaz atatürkcülügü ile nam salmistir ... Bu konuda bir makale : Atatürk'ün ruhu Nur Serter'e ne dedi? Ergenekon iddianamesinde CHP milletvekili ve eski İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter'in 'Atatürk'ün ruhunu çağırdığı' şeklindeki bilginin yer alması tartışma yarattı. Emre Aköz 'Atatürk'ün ruhu Serter'e ne dedi' diye soruyor... Atatürk'ün ruhu Nur Serter'e ne dedi? Emre Aköz/Sabah Atatürk'ün ruhu Nur Serter'e ne dedi? Geçen yıl eylül ayında, " Muhafazakarlık artıyor mu, yoksa azalıyor mu " konulu bir TV programına katılmıştım. Programın konuklarından biri de, İstanbul Üniversitesi'nde türbanlı kızlara karşı haşin bir mücadele vermiş, cumhuriyet mitinglerinin düzenlenmesinde etkin rol almış, ardından da CHP'den milletvekili seçilmiş olan iktisatçı Nur Serter'di. Laf döndü dolaştı, dinin gündelik hayattaki rolüne geldi. Nur Serter " TV 'lerdeki kadın programlarına bakın. Organ bağışını hacı hoca takımına soruyorlar " dedi. Ben de " İyi ki soruyorlar " dedim ve sözle neyi kastettiğimi şöyle anlattım: Modern hayat önümüze cevap vermemiz ve ardından tavır almamız gereken bir sürü soru getiriyor. Bunlardan biri de organ bağışı. Dindar insanlar öldükten sonra dirileceklerine ve Allah'a hesap vereceklerine inanırlar. Peki, bu açıdan organ nakli ne anlama geliyor? Mesela tekrar canlandıklarında bağışladıkları organları olacak mı, olmayacak mı? Eğer Allah'a ve ahıret gününe inanmıyorsanız, mesele yok. Ama inanıyorsanız, o zaman bunlar çok anlamlı sorular. Ancak bu tip sorulara bilim adamları cevap veremez. Çünkü bilim yaşadığımız somut dünya ile uğraşır. Dini ilgilendiren sorulara ise ancak din alimleri cevap verebilir. Dolayısıyla inançlı kadınların, hazır karşılarında bir din uzmanı bulmuşken, organ bağışı gibi kafalarını kurcalayan bir soruya cevap aramaları normal değil mi? Hatta organ bağışından kaçınsalar dahi, o kadınların hayatına bu kavramın girmesi olumlu bir durum değil mi? Tahmin edeceğiniz gibi, ben bunları söylerken Nur Serter bilinç kapılarını sımsıkı kapamıştı. Tutumunda milim kımıldama olmadı. Çünkü o, 'bilime inanmış' bir çağdaş kadındı. Şimdi, yani o programdan yaklaşık bir yıl sonra, Ergenekon iddianamesinde yer alan bir belgeyle, Nur Serter'in ruh çağırma seanslarına katıldığı gündeme geldi: Bu seanslarda Atatürk'ün ruhunu da çağırmışlar. Burada tuhaf olan Atatürk'ün ruhunu çağırmak değil bence. Fi tarihinde bazı arkadaşlarım ruh çağırma olayına merak sarmıştı. İstisnasız hepsi de Atatürk'ün ruhunu çağırmışlardı. Asıl gariplik, bir insanın, dindarların ' öteki hayat' inancını ve ilgisini aşağılarken, bir benzerini kendisinin yapması. Acaba Nur Serter, ruh çağırmadan önce, ruhların olup olmadığını bir fizik profesörüne ya da bir tıp uzmanına sordu mu? Elbette sormadı. Çünkü bilim ' maddi dünya' ile ilgilenir. Ruhların var olup olmadığı, doğa bilimlerinin cevabını aradığı sorulardan değildir. Ne Stephen Hawking gibi bir fizikçi, ne de Mehmet Öz gibi bir doktor bu soruya 'bilimsel' cevap verebilir. Onlara " ruh var mı " diye sorarsanız, bir uzman cevabı alamazsınız. En fazla ' kişisel inançlarını' öğrenebilirsiniz. İşte çelişki bu noktada: Kendiniz fizik ötesi dünyaya merak sarıp ruh çağırma seanslarına katılacaksınız. Ama metafizik dünyayı başka bir açıdan merak edip din uzmanlarına soranlara dudak bükeceksiniz. 'Merak' deyince aklıma geldi: Acaba Atatürk'ün ruhu Nur Serter'e ne dedi? Harfler üzerinde hareket eden fincandan söyle bir cümle zuhur etmiş olabilir: " Kızım, ben size 'hayatta en hakiki mürşit bilimdir' dememiş miydim? Sakın beni bir daha rahatsız etme! " Ya da şöyle: " Evladım, ne diye darbecilere takılıyorsun; başka işin yok mu senin? "
  16. Önce Takvim gazetenin bir haberi : Sayıştay, 11 üniversite vakfının hesabını inceledi. Ortaya 110 milyon YTL'lik haksız kazanç içeren rapor çıktı. Şarap ve iç çamaşırı gibi şahsi harcamalar bile vakıflara fatura edilmiş. Rektör atamalarından sonra istifalarla adı öne çıkan üniversitelerin vakıflarındaki vurgunu Sayıştay ortaya çıkardı. Başta İTÜ, ODTÜ, Ankara, Gazi, 9 Eylül ve Yıldız Teknik gibi üniversitelere ait vakıfların yolsuzluk ve usulsüzlüklerle devleti 110 milyon YTL'nin üzerinde zarara uğrattığı belirlendi. Haberin özeti bu ... Detaylar burda : Takvim ve Bugün Simdi bu Rektör ve veya dekanlarin tümü atatürkcü,laikci degiller mi? Aynen öyle , hatta mesela "Prof. Dr. Ural Akbulutun verdiği röportajlarda ‘Atatürk’e bağlılığını söylemekten çekinmeyen rektörler ile Atatürkçülüğe, laikliğe bağlılığını söylemeyen, ortama göre geri duran rektörler var. Anıtkabir’e gitmediklerini duydum." cümlesi medyalarda yer aldigina göre kimsenin Atatürkcü oldugu hakkinda süphesi olamaz? Ya digerleri ... Eminim ki bunlar da böyle ... Atatürkcüden baskasi barinabilir mi oralarda? Mümkün degil ... Zaten atanmazdi Sezer tarafindan. Simdi kafami kurcalayan bir sey var ... Atatürkcülügün geregi mi Üniversiteyi soymak? Yani bir kisi olsa neyse diyecegim de ... Mesela tivilerdeki unutulmaz keskin cikislari Kemal Alemdaroglu hala hafizalarda. Tavizsiz laiklik , atatürkcülük sergilerdi ... Bogazina kadar batmis ismi ara sira cesitli iddianamedelerde gecer atatürkcü sanigin ... Yolsuzluk ile atatürkcülügün maske olarak kullanmaktan baska bir baglantisi olabilir mi? Bu kadar cok atatürkcünün yolsuzluga bulasmasi nasil olur?
  17. Valla cagirmaya kalkmislar , geldi mi gelmedi mi bilemiyorum ... Atatürkcüler demek ki gizilice Atatürkün ruhunu cagirarak "ilhamlarini" aliyorlar ... Bak bunu bilmiyordum ...
  18. Atatürkcü laikci nasil inandigina dair ilgin bir detay ... Basörtüsüne karsi cihad emrini herhalde Atatürkün ruhu vermis anlasilan Nur Sertere ... Serter Atatürk'ün ruhunu çağırmış 28 Şubat döneminde üniversitelerde baş örtülü öğrenciler için kurulan 'ikna odalarının' mimarı olarak bilinen CHP Milletvekili Prof. Dr. Nur Serter'in, Atatürk'ün ruhunu çağırdığı öğrenildi. İşte iddianameden sızan ilginç iddia... Serter Atatürk'ün ruhunu çağırmış Ergenekon iddianamesinde yer alan bilgilere göre, sanıklardan Doç. Dr. Ümit Sayın, MSN'de görüştüğü Z.Y. isimli şahsa "Nur Serter ruh çağırma seanslarına katılıyormuş. Atatürk'ün ruhunu da çağırıyorlarmış." diyor. Z.Y.'nin tepkisi ise şöyle oluyor: "Bu kadar olamaz hocam. Atatürk'ü buna alet ettiler." Atatürk ve Kemalizm'i 'maske' olarak kullanıp, ülkede kaos ortamı oluşturarak darbeye zemin hazırlamak için provokatif eylemler düzenleyen Ergenekon terör örgütünün iddianamesine giren telefon konuşmaları ile MSN yazışmaları Doç. Dr. Ümit Sayın ile Binbaşı O.T. arasında geçiyor. Sayın, binbaşıya İstanbul Üniversitesi'nden bahsediyor. Eski İÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'na yoğunlaştıklarını, üniversiteye dönme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Ardından Nur Serter ve Kalfoğlu'nun Kemal Alemdaroğlu'nu sattığını ileri sürerken, "Nur Serter ve bizim enstitüdeki Ersin Abacı Kalfoğlu onu satıyor... Parlak'la (Prof. Dr. Mesut Parlak) görüşüyorlar ve f... gibi bilgi taşıyorlar." diyor. Binbaşı ise "Eeee, gelen ağam giden paşam devri hocam." cevabını veriyor. Sayın, "Ama hiçbir omurgalı bulamıyorum etrafımda. Emin olduğum tek omurgalı benim. Her taraf omurgasız ve yumuşakça kaynıyor." diye devam ediyor. Binbaşının karşılığı bu kez "Yumuşakçaların sayısı oldukça arttı. Zaten malumunuz yumuşakçaların hayata uyum sağlama yeteneği omurgalı insanoğlundan çok daha iyi." şeklinde oluyor. Bunun üzerine Sayın, eski Adli Tıp Kurumu Başkanı Hürriyet yazarı Prof. Dr. Sevil Atasoy'a getiriyor sözü: "Atasoy da pek matah değil ama yine de kadında Yahudi disiplini ve iradesi var. Kötünün iyisi. Tiksindiğim Yahudi milletinden birisi ile sırt sırta mücadele edeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama kadında Yahudiliğin tüm özellikleri var." Ümit Sayın'ın MSN'de Üsteğmen Z.Y. ile yazışmaları da iddianamede yerini aldı. Sayın, Prof. Dr. Nur Serter'in ruh çağırma seanslarına katıldığını ve Atatürk'ün ruhunu çağırdıklarını söylüyor. Belgedeki ifadeler şöyle: Ümit Sayın: Bu arada Nur Serter ruh çağırma seanslarına katılıyormuş. Sevgi Dünyası dergisinde makaleler yazmış. Atatürk'ün ruhunu da çağırıyorlarmış ve beyti dosttan haberler alıyormuşlar. ..Beyti dost size kimi hatırlatıyor. Dost tarikatını değil mi? Z.Y.: "Bu kadar olamaz hocam. Atatürk'ü buna alet ettiler." Nur Serter, yıllar önce ruh çağırma seanslarıyla tanınan 'Sevgi Birliği' adlı tarikatın dergisinde yazılar yazmıştı. İstanbul Üniversitesi'nde rektör yardımcısı iken başörtülüler için kurdurduğu 'ikna odaları'yla tanınan Nur Serter, 'ispirtizma' (ruh çağırma, ruhlarla temas) seanslarıyla bilinen tarikatın kurucusu Dr. Refet Kayserilioğlu'nun çıkardığı 'Sevgi Dünyası' dergisinin yazarlarından olduğunu doğrulamıştı. ZAMAN
  19. Baglamaz tabi ... Aynisi dindar olmayanlar icinde gecerli ... Dindar olmayan,ya da dinsiz biri bir suc isledigi zaman suclu yeterince dindar olmamasi, ya da imansiz olmasina mi bagliyacagiz? Neye baglarsan bagla , vergi kacirmak isteyen bunun kendisine göre mesru bir gerekcesini bulur ... Simdi Türkiyede dini (kanunen) kim ögretebiliyor? Evet devlet ... Celiskinin görülmemesi hayret verici ... Devlet hem laikim diyor , hem dini Diyanet ile tekeleine aliyor, hemde tarikatlari yasakliyor ... Ehhh bir sey yasak olursa , yer altina inmesi ve burada kontrolden cikmasi, suistimal ve kullanilmasi dogal neticesidir. Böyle bir anlayisa simdiye kadar denk gelmedim ... Yemin konusu icin bir kac link vereyim ... bir göz atin ... -http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4185- -http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Bakara/Bakara224-226.htm- Hangi yeminler batil oldugu bellidir. Bu "müslümana" verilmis "müslüman olmayana verilmis" arasinda bir fark görmüyorum ... Elbette degil ... Yagmur yagdigi zaman yagmur olur , yagmazsa olmaz ... Biri de bizden biri olursa bizdendir , bizden olmadan nasil bizden olacak ki? Demek ki , Türkiyedeki insanlarin %60dan daha dinin icinde ... Ibadetden kastin herhalde namaz,oruc .... Evet , okula gittigimiz zaman da herkes ayni dersi ayni sözleri dinliyor , yine de karneler nedense farkli oluyor ... Dünya bu iste ... Yok , tam tersi ... Dini degerler olmasaydi Türkiye coktan atomize olmustu ... Derdleri de bu ya ... Dinsizlestirip bölmek ... Bu da Tanrinin emri degil mi? Hakkin olmayan seyi almak hirsizliktir ... Burda dinin bir etkisi olmadigini düsünmek hayret verici. Babanla bir daha konus derim sana. Iyilik yapmak neden gerekli olsun ki? Dinsiz bir tanidigim bu parayi afiyetle yerdi , hic vicdani da sizlamazdi ... Ehhh ... böyle birinin affina gerek olmadigini düsününen o zaman neler yapabilir? Cünkü nasil olsa bunu cezalandiracak biri yok , yanima kar kalacak demez mi? Der , der ... Iyiligin ne gibi bir degeri var ki o zaman? Yüz lirayi cebinde biraksaydi "iyi" olmazmiydi? Yani böyle düsünen dinsiz ya da dindar olmayan insan hic mi yok? Tabi bir sen bilirsin , gerisi bilmezde , Baban neden o parayi iade etdigini yine bilemedin ... Denilir ki Allaha borclu ol da , kula borculu olma... Babana sor bakalim kula borculu olma konusunda Allah müslüman ile müslüman olmayanla ayrim yapiyor mu.
  20. Dogru , ama gerceklesmesi ancak hürriyetlerin tesisi ile mümkün ... Bu hürriyetler verilirse , bu sefer "millet kafasina göre gelisiyor" ... Tabi ki avrupayi saran buhrani göremiyorsunuz ... Cok hizli ateistlesti bati toplumlari ... Su an ahlaki yapi , ne kadar tahribe ugrasmis olsa da , hala hiristiyan temel degerleri ile mevcut ... Bu da simdiki nesilin dini degerlerin icinde gelismesinden ... Yeni nesiller cok daha az dini degerleri benimsiyorlar ... Bu yeni bir gelisme de degil ... Anomie olarak adlandirilan bu durum gittikce toplumun baglarin cözülmesini , kanunsuzlugun artmasi , intihar vakalarin artmasi ,ailelerin parcalanmasi (Berlindeki hanelerin %50den fazlasi bekar/tek kisilikdir mesela) , fertlerin yalnizlasmasi Sosyal desentegrasyon olarak adlandirilan sürecte degerler mesruiyetini kaybederken "grup ahlaki da" , sosyal murakabe (kontrol) de erozyana ugramaktadir. (Gecenlerde Almanyada bir insan üy yil evinde ölü yatmis. Postaci anca süphelenmis. Yada cocuklarini acliktan ölürken seyir eden anne,baba. Cocuklarini buzluga koyanlar ... Kendi öz kizini on yillarca seks kölesi olarak bodrumda tutan Baba, buna boyun egen aile fertleri ... Bunlar son 5-10 ayin aklimda kalan vakalar) Sanayilesmek ,üretimin parcalara bölünmesini,haliyle üreten kesimin arasindaki insani baglarin kesilmesi ve bundan dolayi kollektif suurun ve kollektif vicdanin zedelenmesi ... Netice olarak toplumda bosanmalar,adi suclar ve intiharlar artiyor ... Hatta bir ülkedeki intihar sayisi bire bir gelismisligi ile orantili ... Yani Bati bir cikis yolu ariyor ve Islamin bu kadar gündemde olmasi da sarsilmaz degerlerle ilgili ... Batiya direnebilen hatta gittikce meydan okuyan tek küresel iddia farkindaysaniz ve bununla tabi Binladini kastetmiyorum ... Hatta Binladin gibileri bu meydan okumayi gölgeliyor .... Neyse vicdana dönmek istiyorum ve bunu konu yapan Sami Hocaoğlunun, eskiden Yeni Safakda yazardi, bir makalesi sanirim tam yerinde ... : Vicdan olmadan iman olur mu? Kur'an'a sorunca “olmaz” diyor. Haklı olarak ilim talibi “Nerede diyor?” diye soracaktır. En iyisi Beled suresini okumak: “Ne yani, şimdi insanoğlu kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? Ve “Ben (bu konuma gelmek için) kucak dolusu servet harcadım” mı diyor? Yoksa o, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor? Ona iki göz vermedik mi? Dahası bir dil, bir çift dudak? Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunu da göstermedik mi? Fakat o (ucunda cennet olan) sarp yokuşu aşmak için hiçbir bedel ödemedi. Bilir misin nedir o sarp yokuş? Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtarmaktır veya açlık gününde muhtaçları doyurmaktır; (mesela) yakını olan bir yetimi; ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü… Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. (Beled, 1-17) İşin püf noktası, 17. ayetin başındaki “daha sonra” anlamına gelen summe bağlacında. Servet ve güçle azıp şımaran insana açılan ilahi kredi dile getirildikten sonra, iyiyi veya kötüyü seçme yeteneğini doğru kullanmanın bir bedeli olduğu söyleniyor. Bu bedel insanı özgürlüğüne kavuşturmak, yoksulu doyurmak, yetime sığınak, evsiz-barksıza barınak olmak gibi sosyal görevler olarak niteleniyor. Bütün bunlar Kur'an'ın “ıslah edici ameller” (sâlihât) kategorisine dahil. Namaz ve Zekat gibi Hasenât'tan olan ameller ise kişinin bireysel yükümlülüğüyle alakalı. Ve tam burada “daha sonra, iman edenlerden olmak..” şeklinde bir ayet geliyor. İşbu noktada iş çatallıyor. Sorular hücum ediyor zihne: Bir insanı özgürlüğüne kavuşturmak, yoksulu doyurmak, yetimi ve yurtusuz-yuvasızı gözetmek imandan önce mi geliyor? İman olmadan bunlar işe yarar mı? Summe edatıyla ilgili lugavi spekülasyonlar burada başlıyor. Son soruya “evet” ihtimalinden hoşlanmamış olacak ki, Endülüslü büyük müfessir Ebu Hayyan “zamanda sonralık değildir” notunu düşmüş. Razi, bu yaklaşımı daha da detaylandırmış. Tüm dert “daha sonra” manasına gelen summe'yi yerleşik kelami mülahazalara uygun hale getirebilmek. İmanın, salih amelin zemini olduğunda şüphe yok. Fakat Kur'an'ın bu makamda “sümme”yi kullanmasında da bir incelik, bir hassasiyet, çok özel bir vurgu yok mu? “Yok” dersek ve bu edatı asli manasından öyle kolayca çıkarıp aslında olmayan manalar takdir edersek, o zaman dilin hakikatinden nasıl emin olabiliriz? Bundan emin olmazsak neden emin olabiliriz? Aramızda nasıl konuşur, nasıl anlaşırız? Hemen burara “lafız ehli” ile “mana ehli” olan dilciler arasındaki kadim ihtilafı hatırlamak gerek. Edatlar, özellikle de harf-i cerler birbirlerinin yerine kullanılır diyen görüşün en ateşli savunucusu Muğni sahibi dilci İbn Hişam (8. yy.). Bu yaklaşımı kabul edersek, “ne koysan gider”e ulaşmak işten değil. Ebu Ali el-Farisi okulunun takipçisi “mana ehli” dilcilerden olan Ebu Hilal el-Askeri bu yaklaşıma itiraz sadedinde İbn Durusteveyh'in şu sözünü nakleder: “Bu, dilin hakikatini iptal, lisandaki hikmeti yok etmektir; bu akıl ve kıyasla taban tabana zıttır.” (el-Furuk) Edatları birbirinin yerine kullanan görüş, Kur'an'da “ziyade” edatlar olduğunu savunan görüşle aynıdır. Demek ki oradan çıkınca buraya geliniyor. Oysa Kur'an'da ziyade yoktur. Mesela nefyin haberinin başında gelen ba'lar ziyade değil, Kur'an'ın özgün üslubunun bir parçası olarak “olumsuzlanan eyleme dair imkan ve/veya ihtimal yokluğuna delalet eder. Beled 17'deki “summe”, vicdan olmadan iman olamayacağını ifade eder. İmanın sonradan vicdanınsa önceden oluşuna delalet eder. Bu ayetler Bakara 2'deki “Bu Kur'an muttakiler için bir hidayettir” ifadesinin tefsiridir adeta. “Hidayetten önceki takva da ne ola ki?” diyenlere, “işte bu!” der gibidir. Hidayetten önceki takva, sorumluluk ahlakıdır. Tıpkı Maun suresinde, ahlaki sorumluluklarını yerine getirmeyen bir vicdansıza Kur'an'ın çektiği şu restte olduğu gibi: “Böyle olacaksa, yazıklar olsun ibadet edenlere!” (107: 4). Buna bir yerde “sen daha önce kitap nedir iman nedir bilmezdin” diyen Kur'an'ın, aynı Nebi'yi bir başka yerde “sen muhteşem bir ahlaka sahipsin” sözüyle tarif etmesini de eklemek gerek. Bütün bu açıklamaların ardından Beled suresinin son üç ayetini okuyabiliriz: “İşte böyleleridir vicdan sahipleri; inkârda ısrar edenler ise vicdansız olanlardır: tarifsiz bir ateş onların üzerine güdümlenmiştir.” Demek ki 'iman'ın maksadı vicdan 'yeminine' sadakattir.
  21. Bağnaz laikliğin dinden farkı yok 04 Ağustos 2008 Pazartesi Aklı tanrı, bilimi de ilahiyat yerine koyup, laikliği devletin tarafsızlığından ziyade dayatılacak bir dogmalar dizisi olarak gören militan laikler baş aşağı duran bir dinin mensupları gibi. Kamusal alanda başörtüsünün yasak olduğu Türkiye’deki ilkel müdahalecilik zorbalıktan farksız Görünen o ki renk körlüğü yalnızca dindar fanatiklere mahsus bir illet değil. Militan laikler de bundan mustarip olabiliyor. Her ikisi de tonları, gölgeleri, detayları ve nüansları algılama yetisinden yoksun. Sahip oldukları basit dünya görüşleri içerisinde yalnızca inananlar ve kâfirler, melekler ve şeytanlar, cennet ve cehennem, bilim ve batıl itikat, aydınlanma ve karanlık, modernlik ve ortaçağ adetleri diye tanımlanan, iyi ve kötünün tek tipe bürünmüş blokları var. Nietzsche bu illet hakkında yazmıştı. Bu dertten mustarip olanlar, kişinin sosyo-tarihsel fenomenin karmaşık labirentinde yolculuk etmesine imkân tanıyacak tarihsel sağduyudan yoksun oluyor ve bunun yerine katı dogmaların ve sarsılmaz kesinliklerin paslanmış pusulasına inanıyorlar. Bunlar bir felsefe metninin özeti için ikna edici ve hatta etkileyici görünüyor olabilir. Ama ilahiyat fakültelerinin ve felsefe bölümlerinin küçük, loş sınırlarının dışında, günışığında test edildiklerinde sığ, aldatıcı ve epey abes görünüyorlar. Homojenlik mecburiyeti delice (Londra Üniversitesi’ne bağlı Birkbeck College’da felsefe profesörü olan) AC Grayling, bu hastalığın çoğu belirtisini gösteriyor gibi. Dine ve dindarlara dair paranoyakça takıntısı 18. ve 19. yüzyılın yankılarını geri getiriyor. Yazılarındaki bariz militan laiklik (Richard Dawkins ve Christopher Hitchens’ın yazılarında olduğu gibi), Fransız Devrimi’nin yalnızca karanlığın ve ışığın zıt taraflarını gören Dağ (Jakobenler) gibi aşırı kanatlarını ya da Konvansiyon’un (Konvansiyon Meclisi, Fransız devrimi sonrası 1792-1795 arası 1. Cumhuriyet dönemi meclisi) Hıristiyanlığın enkazı üzerinde ‘akıl dinini’ uygulamakla ve katedralleri ‘akıl mabetlerine’ dönüştürmekle görevli ‘misyon vekillerini’ anımsatıyor.Bu tarz bağnaz laiklik baş aşağı duran dine benzer. Aklı tanrı yerine, bilimi ilahiyat yerine, merhametsiz gelişmeyi yaradılıştan olan günah işleme eğiliminin ve insani çöküşün yerine koyar. Takipçileri laikliği yalnızca dinin ve siyasetin ayrılması ya da din ve inanç karşısında devletin tarafsızlığı olarak görmez. Onlara göre, bu seve seve benimsenecek ya da devletin gücü yoluyla dayatılacak bir dogmalar dizisidir. Kamusal alan bu yüzden tüm dini sembol ve ifadelerden arındırılmak zorundadır. İnananlar ve inanmayanlar diye, fark gözetilmeksizin özgürce etkileşime ve kendiliğinden ilişkilere izin verecek biçimde herkese açık bırakılamaz. Tümden bir homojenlik mecburi olmalıdır. Kutsal savaşlar böylelikle katı bir biçimde, şahsi seçim meselesi mahiyetinde devam ettirilebilir. Bağnazlık, devletin ve yargının okula giden bir kızın basit bir başörtüsü takmasını önlemek üzere görevlendirildiği delice bir senaryoya yol açar. Yani Grayling’in, askeri darbelerin artık kolay bir seçenek olmadığı bugünlerde kendi iradesini topluma ve siyasi arenaya dikte etmek için hukuku kullanma peşindeki Türk ordusunun tarafında durduğunu görmek hiç şaşırtıcı olmadı. Rayling (31 Temmuz 2008’de Radikal’de de yayımlanan) makalesinde, Bir Türk başsavcısının son dönemde AKP’yi ‘daha fazla kadını başlarını örtmeye teşvik ettiği’ iddiasıyla kapatma girişimine destek verdi. İnsanlar Grayling’e bakınca, Türkiye’de demokrasiye yönelik tehdidin sorumluluğunun ötesinde ve siyasi sistemin üstünde kalma eğilimindeki askeri bir yapıyla silahlanmış otoriter bir laiklikten değil de, demokratik yollarla seçilmiş yöneticilerinden geldiği gibi yanlış bir izlenime kapılabilir. Bu yapı Kemalizm adına kendisine kabul edilebilir ve kabul edilemez olanı belirleme ayrıcalığını veriyor: Ne düşünülür ve ne düşünülmez, ne söylenir ve ne söylenmez, ne giyilir ve ne giyilmez. İnsan haklarına ve bireysel özgürlüklere gerçekten bağlı olanların, kadınların ne giyeceklerine kendilerinin karar vermesini öngören temel haklarını çiğneyen baskıcı bir yasanın gevşetilmesini alkışlamaları gerekirdi. Bir kadının saç teli, ideolojik skorların kazanıldığı bir savaş alanı değildir. Türkiye ve Fransa’da laiklik adına ve İran ve Suudi Arabistan’da din adına uygulanan bu ilkel müdahalecilik yalnızca zorbalık olarak nitelendirilebilir. Bireylerin akılları ve bedenleri devletin yetki alanının parçası değildir. Devlet yalnızca vatandaşların kamu işlerinin idarecisidir; inançlarının, görünümlerinin, alışkanlıklarının ve tercihlerinin yargıcı değil. Türkiye militan laikliğin esiri Militan laiklerin anlamamış ya da bilmezden gelmeyi seçmiş göründüğü şey, kendiliğinden laikliğin ya da dinin olmadığı. Çok sayıda laiklikler -ya da zayıf laik deneyimler- ve çok sayıda dinler ya da aynı din içinde dini şekiller var. Özetle ‘Laiklik’ ve ‘Dinin’ kendi akılları dışında varlığı yok. Sözgelimi İslam’da popüler ezoterik Tasavvufu, İbni Rüşd ve Mutezile felsefesinin rasyonalizmini, El Ezher âlimlerinin gelenekselciliğini ve Muhammed Abdu’nun modern reformculuğunu buluyoruz, ki bunlar katı biçimde ayrılmaktan, hareket etmekten, çakışmaktan ve etkileşim içinde olmaktan çok uzak. Ve aynı çeşitlilik laiklik için de geçerli. ABD’nin tarafsız, yumuşak laikliği ve daha belirsiz olan Britanya’nınki, Stalinci Sovyetler Birliği’nin radikal militan laikliği ya da Arnavutluk’taki Enver Hoca’nın, Kemalist Türkiye’nin veya Fransa’nın laikliğiyle aynı değil. Bazıları hoşgörülü, esnek ve pragmatik, diğerleri fanatik, dışlayıcı ve baskıcı. Ve Grayling’in generallerin, darbelerin ve askeri mahkemelerin tarafına rahatça kurulmuş görülen laikliği, ne acıdır ki birinci değil ikinci gruba ait. (1 Ağustos 2008) RADİKAL
  22. ... yine ... Alti cuval Belge ile baslamis bu Ergenekon hadisesi ... Tuncay Güney ile basladi ... Bir söyleyis icin cumhuriyeti tercih etmesi bir yerlere göz kirpma bir yerlere de meydan okumadir , tam yerinde yani ... Meltem Yılmaz'ın haberi Ergenekon terör örgütüne ilişkin davanın kilit ismi Tuncay Güney, iddianamede yer alan “Yeşil’in Veli Küçük olduğu” yönündeki iddiaları doğruladı. Güney, “Ben bir burjuvayım, ücretimi verene çalışırım” diyerek geçmişte Fethullah Gülen’in özel kalemliğini yapmadığını, ancak bugün böyle bir teklif gelse yapabileceğini söyledi. Güney, “Mesleğim gereği hayatım boyunca üst düzey insanlarla görüştüm, uluslararası stratejistlerle aynı masaya oturdum, Ortadoğu’ya seyahat edip analizler yaptım. Tabii ki bu belgeler bana gelecek” dedi. Evinden alınan 6 çuval belgenin arasında yalnızca Ergenekon terör örgütüne dair bilgilerin yer almadığını söyleyen Güney, “Bugün deşifre olması gerektiği için yalnızca Ergenekon’un deşifre olduğunu” söyledi. Güney ayrıca, Ergenekon’un köklerini Türkiye’de aramanın yanlış olduğunu kaydetti. Ergenekon operasyonunun kilit ismi Tuncay Güney, yaşam tarzı, siyasi görüşü, gazetecilik hayatı, kurduğu üst düzey ilişkileri, Ergenekon iddianamesiyle davasına ilişkin görüşlerini Cumhuriyet’e anlattı. ORTADOĞU’DAKİ İLİŞKİLER - Sayın Güney, hakkınızda çok fazla bilgi var. Sizden dinlemek istiyoruz. Tuncay Güney kimdir? 1972 Çorum doğumluyum. 1993-1996 yıllarında aralarında Samanyolu Televizyonu, Milliyet, Sabah ve Akşam gazeteleri, Yeni Strateji dergisi olmak üzere birçok yayın organında çalıştım. Üniversite mezunu değilim, yabancı dil olarak Amerika’ya geldiğimde İngilizce öğrendim. İmam hatip mezunu değilim. 1997 yılında askere gittim ancak daha sonra askerlikten muaf tutuldum. Ben Türkiye’de gazetecilik yaptığım yıllarda Ortadoğu ülkelerine seyahat ettim. Ortadoğu’da birçok insanla tanıştım. Ortadoğu’yu gezdikten sonra baktım, bütün peygamberler buradan çıkmış. Savaşlar, kavgalar burada. Bu ülkeler üzerine çok iyi analizler yaptım ve buranın üst düzey insanlarıyla görüştüm. Talabani ve Barzani ile de görüştüm. Türkiye’deki işadamları, elçilikteki insanlar bunlarla ilişkim her zaman çok iyi olmuştur. Türkiye’de 7 gün gazeteye giderdim. Herkesten önce gazeteye gider çalışırdım. Çok kitap okurum, dergiler, mahkeme dosyalarını takip ederdim. Polisin sorgu sistemine, kimin nerde yalan söylediğine özellikle dikkat ederdim. Bunlar benim ilgi alanım. ‘UÇUK BİR İNSANIM’ - Siyasi görüşleriniz? Kendinizi ideolojik olarak nerede konumlandırıyorsunuz? Ben bir burjuvayım. Taksim’deki yasak kulüplere girmeyi severdim. Travesti kulüplerine, komünist kulüplere giderdim. Saplantılı bir ideolojim yok. Ne solcuyum, ne sağcıyım ne de dinciyim. Hele ki dinle bir ilgim hiç olamaz. Uçuk bir insanım. Lüks hayata düşkünüm. Yasak olan her şeyi severim, yasakların üzerine giderim. Örneğin İran konsolosuyla gazetecilik yıllarımda travesti kulübünde buluşurdum. Çünkü o dönemlerde takip edilirdim, istihbarat birimleri oraya giremeyeceği için bu tip yerlerde görüşürdüm. - Hakkınızda Fethullah Gülen’in özel kalemi, CIA ajanı olduğunuz yönünde iddialar var. Bu iddiaların çıkış noktası ne olabilir? Samanyolu TV’de yaptığım programdan ötürü bana Fethullah Gülen’in özel kalemi dediklerini düşünüyorum. Ha, teklif gelse Gülen’in özel kalemliğini yapar mıydım, evet yapardım. Bugün gelse yapar mıyım? Şartlar müsait olursa, kendime uygun bulursam yaparım. Neden yapmayayım? Cumhuriyet gazetesine de çalışırım hiç fark etmez. Ben ücretime bakarım. ‘KÜÇÜK’ÜN KOD ADI YEŞİL’ - Veli Küçük’le ilişkinize gelirsek? Siz bir gazeteciydiniz, nasıl başladı bu ilişki? Veli Küçük kariyerli bir adamdır, entelektüel bir adamdır fakat diplomasi bilmez. Milliyetçi ya da ülkücü falan değildir. Atatürkçüdür. Ben birçok üst düzey insanla olduğu gibi Veli Küçük’le de tanıştım. Bana çok güvenirdi. Fikirlerime çok önem verirdi. Ama bu “Yeşil” meselesinde, yani Veli Küçük’ün Yeşil olduğu meselesinde, hayret bu savcı çok iyi çalışıyor... Veli Paşa’nın bir özelliği vardır, hayali insanlar yaratır. Gider halktan bir tane elektrikçi bulur, ona dinleme cihazı bağlar, sonra onunla arkadaş olur. Nâzım Hikmet’in “Taranta-Babu’ya Mektuplar” diye bir kitabı var. O kitapta Cezayirli bir çocuğa mektup yazılmıştır, ancak böyle bir çocuk yoktur ki. Bu yazarın hayalinde kurmuş olduğu bir şeydir. Veli Küçük de aynen bunu yapardı. - Sizin Ergenekon davasında tanık ya da sanık olmamanız da hukuka dair bir ironi değil mi? Neden olayım? Bir ülkenin kendi emniyet müdürü bilgi kararttıysa... Ben tanık olabilirim belki, ama bana güven verilmesi lazım. Beni zorla Türkiye’ye getirirlerse belki. Ama beni sanık yapamazsın. Ben hüviyeti olacak bir adam değilim, global bakarım. - Çevrenizde bu denli üst düzey insanlar varken sizden şüphelenen olmadı mı? Ben çoğu zaman salağı oynardım. Duymamam gereken şeyler olduğunda ben zaten salak bir insanım, ne dediğinizi anlamıyorum derdim. “Siz beni o zaman tanısaydınız, şu adama bak, bununla konuşan herife ben..” der küfrederdiniz. Bana o zaman derlerdi: “Seni gazeteci yapanın ben..” diye. Ama şansa bakın ki bu kadar önemli dosyalar bana geliyordu. - Yalnızca Ergenekon belgesi miydi bunlar? Hayır, ne yalnızca Ergenekon belgesiydi ne de yalnızca Veli Küçük’ten geliyordu. Altı çuval belgem alındı benim. Orada sadece Ergenekon dosyası mı vardı sanıyorsunuz? Ben hayatım boyunca Ergenekon’la mı uğraşmışım? Bugün sadece deşifre olanlar bunlar. Neden deşifre oldular siz ona bakın. Bugün, Ergenekon’un ortaya çıkması gerektiği için yalnızca bu belgeler deşifre oldular. ‘HATIRLAMIYORUM’ - Başka ne tür belgeler vardı? Susurluk olayında Urfalı milletvekilinin dediği gibi: “Kafamı çarptım ve hatırlamıyorum.” Bunların hepsini unuttum ben. Türkiye’den ayrılalı 7 yıl oldu. - Bu durumda kullanıldığınızı hiç düşünmediniz mi? Hayır ben güvenilir bir insandım. Sadece Veli Küçük değil. Bugün insanlar sadece Küçük’ü biliyor. Kullanıldığımı düşünmüyorum. Eğer ortada bir kullanılan varsa General Küçük ya da diğer insanlar kullanılmıştır. - Buraya kadar mıdır Ergenekon? Gerisi gelir mi? Ergenekon’un çalışma planlarına bir bakın. Ergenekon meselesi Türkiye içerisinde, yani Misaki Milli sınırları içerisinde bir hareket değildir. Amerika’ya, Ortadoğu’ya uzanır bu ilişki. Amerika şu an bastırıyor bu işin açıklanması için. Bir söz vardır: “İngilizler adamı gıdıklayarak öldürür”. Amerika da aynen bunu yapıyor. Türkiye’yi gıdıklayarak öldürüyor. Gazeteleri okurken gülüyorum. Ergenekon’u Türkiye içinde aramaları çok komik. - Türkiye’nin Ergenekon’un köklerini yanlış platformda aradığını söylüyorsunuz. Evet özellikle gazeteciler. Meseleyi içeriğe gömülmüş toprakta arıyorlar. İnsanlar böyle bakarken biz de Ergenekon’u anlatamıyoruz. Neden anlatamıyoruz? Çünkü yasak var. Ülkede demokrasi yok. Bu işi kapatan gazeteciler. (Cumhuriyet )
  23. Bu laik devletten hesap sorulmuyor ama ... Rüsvetin kol gezdigi , imari , kanunlari takmayan , laik sistemin yetistirdigi laik insanlarin laik memur olarak götürdükleri rüsvetler de söz konusu degil ... Keyfyetsiz ve ehliyetsiz tesisatlar , izinsiz binalar buna göz yumman laik zabita ekipleri,polisleri yani laik sistem sorgulanmaz ... Kuran patlamadi , bir bina patladi ya da cöktü ... Türkiyede hic olmayan bir sey , degil mi? Neyse Mutlu Tönbekici bu makalesi yerinde : Mühim bir sorunumuz var. Biz bina yapmasını bilmeyen bir toplumuz. Koca bir millet olarak son 50 yılda bina yapmasını komple unuttuk. Bina adını verdiklerimiz insanı kanser hastası yapacak kadar çirkin bir takım tuğla ve beton yığıntıları sadece. Ne dayanıklı, ne de güzel. Acıklı bir takım üst üste, yan yana hücreler. Ama kesinlikle bina değil. Mağara devri adamına ver aynı malzemeyi, o da aşağı yukarı bu kadar çirkin ve entipüftü şeyler yapmayı becerir. Bu ülke nasıl oldu da bu kadar geriledi insan inanamıyor. Zira çok uzak değil bundan yüz yıl öncesine kadar bu ülke insanı "gerçek" binalar yapmayı beceriyordu. Hem güzel hem dayanıklı olan sivil mimari örneklerinin üç beş arta kalanını memleketin her köşesinde görmek mümkün. Çayelili de yapabiliyormuş, Bursalı da yapabiliyormuş, Mardinli de Konyalı da... Bu topraklar gerçek bina nedir biliyor yani. Üç kuşak öncesi, zengin değildiyse bile bir görgüye sahipti ve haysiyetli, estetik ve dayanıklı binalar yapabiliyor, yaptırabiliyordu. Başka türlüsü düşünülemiyordu bile. Ama şimdi tümüyle unutmuş durumda. Sadece 100 yıl içinde 10 bin yıl geri gidebilmiş bir ülkeyiz. Açıklamalara şiddetle muhtaç bir durum. Ben açık söyleyeyim apartmanlara zaten ama gökdelenlere falan da güvenmiyorum. Sadece boyu çok uzatılmış gecekondular gibi geliyor bana onlar. Zira ultra modern bir alışveriş merkezinde yağmur yağdığında camlardan içeriye şakır şakır su aktığını görmüş bir insanım ben. Yalıtımda bu kadar özensizlik varsa temelde niye olmasın? Yalıtımı da temeli de aynı adamlar yapıyor, aynı mühendisler denetliyor zira. Planlar pek güzel, pek doğru, pek depreme dayanıklı çizilmiş olabilir (şimdi durduk yerde Mühendisler Odasının protestolarını üzerimize çekmeyelim) ama uygulayan da bakalım o kadar özenli mi? Kaçak kuran kursu patladı, 18 yoksul kızcağız öldü, aileleri perişan oldu şimdi millet kaçak kuran kurslarına taktı. Takalım tamam ama patlayan kuran değil ki! Patlayan ne kuran ne kurs. Patlayan bina. Yani Konyalı da olsa, Çayelili de olsa, Mardinli de olsa Türklerin (ve Kürtlerin) yapmayı beceremedikleri o "şey". Ne temelini, ne planını, ne tesisatını, ne çatısını, ne giderini, ne fosseptiğini ne bahçesini becerebildikleri o "şey". Bundan bir iki hafta önce hatırlarsanız bu ülke köpük faciasını da yaşadı. Otelin birinde birkaç kişi saçma bir tesisat hatası yüzünden hayatını kaybetti. Turizmi sorgulayan oldu mu? Söz konusu binada diyelim fen dersleri, matematik dersleri ve hatta inkılap tarihi dersleri verilseydi durum değişecek miydi? Matematik öğrencileri hayatını kaybetseydi suçlu matematik mi olacaktı? Çağdaş, laik, demokratik eğitim veren okulların tesisatlarına, temellerine, çatılarına güveniyor musunuz yoksa siz? "Bu analar babalar nasıl insanlardır, nasıl evlatlarını buraya terk edebilmiş? Bu nasıl bir dini gözü dönmüşlüktür? Kuran kurslarının hepsini derhal yasaklayalım" diye feveran etmiş bir okur. (Okurlar karışıyor böyle arada..) Üniversitedeki ilk yılım korkunç barakalarda geçti. Zira binası henüz olmayan üniversiteleri eğitime açmak gibi saçma bir huyumuz vardı. (Halen var mıdır bilmiyorum) Ana binanın inşaatı devam ederken bizleri de barakalara tıkmışlardı. Çok soğuk günlerde aynı kampus içindeki Atatürk Eğitim Fakültesi'nin sınıflarında ders görürdük zira barakalarımıza ısıtma tertibatı yapmak kimsenin aklına gelmemişti. (Burası Antalya ya! Veya bizler kutup ayısıyız ya...) Biraz daha güvendeyiz derken rüzgarlı bir günde iki sıra arkamdaki kızın başına çerçevesi ve camıyla birlikte komple pencere düşmüştü. Dehşet verici bir şeydi. On on beş dikiş atılmıştı kızın başına. Kuran kursunda değildik, siyasi bilimler dersindeydik. Bu durumda ne diyeceğiz? "Bunlar nasıl analar babalardır, bu nasıl bir 'fenni' gözü dönmüşlüktür? Üniversitelerin hepsini yasaklayalım" mı? Resmi veya sivil, okul binalarımız da çok kötü, iş yerlerimiz de çok kötü, evlerimiz de çok kötü... Kuran kursu olarak kullanılan bina da tabii ki kötü. Bina yapmasını bilmeyen toplumlar ilkel toplumlardır. Binalarına bakıp zihni gelişmişlikleri hakkında bir fikir sahibi olabilir insan. Türkiye topraklarını fazlasıyla gezmiş biri olarak söylüyorum ki manzara feci. VATAN
  24. Istanbulian şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    ... yumusak gecis ise yaramiyacak gibi geliyor bana ... Bakalim bu gerceklesecek mi ve bunu AKP ve RTE nasil karsiliyacaklar ... Ergenekon bitmedi , zaten söylentilere göre Yalcinkaya IPden siyasete atilacakmis ... Gerci buna inanmam , ama terörün odagi olmus , genel baskani dahi hapisde olan IPye kapatma davasi acmak aklindan gecmezken sn bassavcinin RTE ve AKPye bu kadar takmasini ancak siyasi güdülerle aciklanabilir ... Başsavcı'dan İkinci Dava Başsavcı , 'Ya Erdoğan ihraç edilsin, ya da AKP kapatılsın' diye Eylül'de ikinci bir dava açacak. 06 Ağustos 2008 / 09:23 Taraf gazetesinin haberine göre, AKP'ye Hazine yardımından kısmen yoksunluk cezasını verilmesini sağlayan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, gerekçeli kararın ardından sonra bu cezanın alınmasına neden olanların partiden ihraç edilmesini isteyeceği konuşulmaya başlandı. Anayasa Mahkemesi'nin kararından sonra, hem AKP'nin nasıl bir yol izleyeceği hem de kapatma davası açan Başsavcılığın ne yapacağı soruları, siyaset ve yargı çevrelerinde ortak gündem konusu oldu. İLK SEÇENEK YENİ DAVA Mahkemenin gerekçeli kararının yayımlanmasıyla hangi söz ve eylemlerin ceza nedeni olduğu belli olacak ve Yargıtay Başsavcısı, yeni kanıtlarla yeniden kapatma davsı açabilecek. İKİNCİ SEÇENEK İHRAÇ Ancak, bunun dışında yargı çevrelerinde gerekçe sonrasıyla ilgili öne çıkan yeni iddia; 'Başsavcılığın, kapatma davası için bilgi-belge biriktirmekle birlikte öncelikle, AKP'nin hazine yardımından yoksunluk cezası almasına neden olanların partiden ihracını isteyeceği' yönünde. ERDOĞAN'A CEZA MÜMKÜN Başsavcılığın, bu yola gitmesi ilginç bir tabloya neden olacak. Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesinde AKP'ye yaptırım kararına neden olanlar arasında eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, bazı bakanlar ve milletvekillerinin yanı sıra Başbakan Erdoğan'ın da yer alması çok muhtemel. Bu durumda Başsavcı'nın 'partinin laikliğe aykırı faaliyetler nedeniyle ceza alınmasına neden oldukları için partiden ihraç edin' diyeceği kişiler arasında Başbakan Erdoğan da bulunacak. YAPMAZSA NE OLUR Siyasi Partiler Yasası'nın 102. maddesine göre, Başsavcılığın ihraç istemi bir ay içinde yerine getirilmediğinde, Anayasa Mahkemesi'ne yeni dava açıp, partinin hazine yardımından kısmen ya da tamamen yoksun bırakılmasını isteyebilecek. İhraçlar olursa dava düşecek, ancak olmadığında mahkeme davayı karara bağlayacak. kaynak
  25. O zaman bugünlerde Islami uygulayan hic bir devlet yok ... Öyle mi?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.